Berna KIZILKAYA etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Berna KIZILKAYA etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

23 Kasım 2017 Perşembe

AÇILIMLA YAŞAMAK, GEÇMİŞTEN BUGÜNE KÜRT SORUNUNUN ÇÖZÜMÜNE DÖNÜK DEVLET POLİTİKALARININ KÜRTLER İÇİN ANLAMI BÖLÜM 11

AÇILIMLA YAŞAMAK, GEÇMİŞTEN BUGÜNE KÜRT SORUNUNUN ÇÖZÜMÜNE DÖNÜK DEVLET POLİTİKALARININ KÜRTLER İÇİN ANLAMI BÖLÜM 11


8. SONUÇ 

Bu tez çalışmasında Kürt sorununa dönük literatürde öne çıkarılan kimlik, anadilde eğitim, özerklik, anayasa ve ekonomik yatırım taleplerinin 
güncel gelişmelerle birlikte tarihsel bağlamına oturtularak incelenmesi düşünüldü. Çalışma formüle edilirken iki ayak üzerine oturtulması uygun 
görüldü. İlk ayağında söz konusu taleplerin geçmişten bugüne bir betimlemesi sunulmaya çalışıldı. Bu doğrultuda ilk olarak kimlik konusu ele alındı. Öncelikle kimlik oluşumundaki değişkenlerle evrensel, doğru, geniş anlamda tüm gruplara uygulanabilen kuramlar ve cevaplar bulmanın çok zor olduğunu belirtmek gerekir. Ret ve inkâr gibi devlet politikaları ya da küreselleşme gibi genel hareketler kimliğin oluşumuna yön veren süreçlerdendir. Özellikle tek kimliğe dayalı modern çağın ulus devlet anlayışı sonucunda ivme kazanan ret ve inkâr politikaları Kürt kimliği örneğinde, kimliğin oluşumunda ve sürdürülmesinde önemli bir yere sahiptir. Denilebilir ki, “Kürt yoktur” gibi inkâr politikaları homojenliğe karşı varlık mücadelesiyle sonuçlanmıştır. Kürtçe’nin ve Kürt geleneksel giysilerinin yasaklanması ya da okullardaki andımız uygulaması veya soyadı kanunuyla soyadlarının mutlaka Türkçe olması gibi asimilasyon araçlarının sayısının artması kimlik bilinçlenme düzeyini yükseltmiştir. Bunun sonucunda Kürtler tarafından kimlik kabulüne ilişkin talepler öne çıkarılmıştır. Bu yönde, bir etnik gruba atıfla tanımlanan Türk kimliğinin üst kimlik olarak kurgulanışı yansızlığı ifade etmediği için Kürt sorununa dönük literatürde bir sorun olarak görülmektedir. Buna göre, Türk etnik kimliğine dayanan, uygulamaya geçirdiği politikalarla, yalnızca bu kimliği gözeten Türk ulus devletinin Kürt kimliğinin var olma mücadelesinde büyük bir engel teşkil ettiği düşünülmektedir. Genel bir sonuç olarak “tek millet, tek dil, tek din” politikalarının geçerliliğini yitirdiğini belirtmek gerekir. Modernleşme sürecinin genellikle elit bir azınlık tarafından dayatılan bir tür modernist homojenleştirme projesi çoğunlukla karşı-reaksiyonları geliştirmiştir. Küreselleşmenin ise yeni direnme alanları ve mekânları açtığını söylemek yanlış olmaz. Hemen burada belirtmek gerekir ki, küreselleşme gibi genel hareketlerle etnik kimlik hareketleri gibi daha küçük hareketler günümüz dünyasında bir arada öne çıkmaktadır. Örneğin, bir Kürt hem İngilizceyi en iyi şekilde konuşmayı isteyip hem de anadilde eğitim talep edebilir. Buradan, ister etnik ister ulusal olsun kimliklerin farklı şekillerde yaratılabileceği sonucu çıkar. Dolayısıyla kimliğin kişisel tercihlere bağlı, öznel ve özneler-arası olduğunu belirtmek gerekir. Kürt sorununun çözümünde bir kırılma yaratan Diyarbakır 5 No’lu Cezaevi ise, Kürtlerin devletle serüveninde meydana gelen dramatik kopuşlardan Kürt kimliğinin tanımlanışında esaslı bir dönüşüme neden olan bir olay olarak yorumladım. Kimlik ve bellek arasındaki ilişkinin sonucu olarak ortak hafızaya dayalı kolektif bir kimlik yaratılmıştır. Belli bir etnik gruba yöneltilen şiddete dayalı bireysel travma kolektif kimliğe atfedilmiştir. Bu noktada 5 No’lu Cezaevi’ni yaşayanların birçoğunun “dağa çıkması” önemli bir olgudur. 

Kimliğin ayrılmaz bir parçası olan dil konusunda ulus devletlerin nasıl bir paniğe kapıldıkları da anadilde eğitim meselesi ile ortaya konulmaya çalışıldı. Ulus devlet geleneğinin dil konusunda inanılmaz bir muhafazakârlık sergilediği, farklı dillere yaşamsal hiçbir hak tanımadığı bilinen bir olgudur. 

Türkiye Cumhuriyeti kuruluşundan bugüne toplumsal yaşamın her alanında dilde Türkçülüğü savunmuştur. Türk Ocakları ve Halkevleri bu anlamda çok 
önemli bir yer teşkil etmiştir. Bu kurumların toplantılarında sıkça Türkçeden başka dil konuşanlara para ve hapis cezası verilmesi üzerinde durulmuştur. 
Bu noktadan hareketle, bir korku sorunsalı olarak Kürtçe’ye siyasi kimlik gözüyle bakıldığını belirtmek yerinde olur. Kürtçe siyasallaştırılmış bir mesele 
olmaktan çıkarılınca anadilde eğitim talebinin ayrılıkçı bir talepten çok uzak olduğu düşünülebilir. Merkezi ulus-devletin şifresini ele veren, Kürt sorunu 
tartışmalarında ekseriyetle bölücü bir talep olarak algılanan özerklik sorununun ise yerelleşme, yönetişim ve yerindenlik ilkeleriyle bağlantılı olarak ele alınması düşünüldü. Yerinden yönetim modeli, kamu hizmetlerinin daha etkin ve halka yakın hale getirilmesini öngörür. Yerellik ilkesi, yerel düzeyde daha interaktif bir anlayışın yerleşmesini öne çıkarmaktadır. Yerel yönetişim ise, bir alt süreç olarak yönetimde adem-i merkeziyetçilik modelidir. 

Bu bağlamda, demokratik özerklik modeli, birey ile devlet arasında yeni bir toplumsal sözleşme şeklinde okundu. Politikaların oluşturulmasında vatandaşı daha çok söz sahibi kılan bir model olarak demokratik özerkliğin yalnızca Kürtlerin değil, tüm Türkiye’nin ihtiyacı olduğunu söylemek yanlış olmaz. Bu doğrultuda çok güncel bir gelişme olan Gezi Parkı Eylemleri inceleme konusu yapıldı. Buradan çıkan sonuç, Türkiye genelinde forumlarla devam eden eylemlerin birer demokratik özerklik talebi olduğu yönündeydi. 

Buraya kadar ele alınan talepler devlet tarafından karşılansa bile Kürt sorununun nihai çözümünde her birinin anayasal güvence isteyen konular olduğuna anayasa bölümünde dikkat çekildi. Bu doğrultuda Anayasa’da kimlik, anadilde eğitim ve özerklik konusu üç başlık altında çalışıldı. Mevcut düzenlemesiyle “Türk devletine vatandaşlık bağı ile bağlı olan herkes Türk’tür” hükmü Kürt soruna dönük literatürde en sorunlu madde olarak nitelenir. Maddenin kendisine dair getirilen önerilere göre ilk olarak 66. maddenin “Türk vatandaşlığı” şeklindeki başlığı “Türkiye Cumhuriyeti Vatandaşlığı” olarak değiştirilmelidir. Bunu takiben Anayasa’nın tamamına sirayet etmiş bulunan ‘Türk’, ‘Türk devleti’, ‘Türk soyu’ gibi ifadelerin kaldırılması bir diğer noktadır. Vatandaşlık tanımı, anadilde eğitimin yasal düzenlemesi, yerelleşme olgusuna ilişkin özerklik yasası bölüm boyunca konu hakkındaki hükümlere getirilen önerilere yer verilerek incelenmesi uygun görüldü. İlham vermesi açısından anadilde eğitim ve özerklik  maddeleri nin  yeniden düzenlenmesinde İspanyol Anayasası’yla Türkiye’nin ilk anayasası olan 1921 Anayasası’ndan örnekler verildi. 

Kürt sorununun çözümünde ekonomik yatırımların boyutu ise eleştirel bir gözle inceleme konusu yapıldı. Türkiye’de kalkınma fikri yalnızca iktisadi değil, kültürel bir içeriğe de sahiptir. Bu doğrultuda, Türkiye Kürdistan’ının “geri kaldığını” ya da “az geliştiğini söylemek antropolojik anlamda kolonyal düşünce sisteminin bir parçası olarak değerlendirilebilir. Bölge üzerinde izlenen politikalardaki sömürgeci eğilimleri görmek araştırmacıların ideolojik ya da kişisel korkulardan kaynaklı tercihlerine göre istenmeyen bir durumdur. Devletin ekonomik açılımlarının ardında nelerin olabileceği, sermaye odaklı çözüm paketlerinin bölgeyi nasıl bir açmaza sürükleyeceği, Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşundan bu yana Kürtlere ve toplumsal ilişkilerine biçilen ‘geri kalmış’, ‘barbar’ gibi rollerin aslında neyi ifade ettiği öne çıkan noktalardır. Son tahlilde, kolonyalizmin tarihten çekildiği bir dönemde öne sürülen kalkınma kavramı kapitalist birikime hizmet edecek şekilde bölgeyi kültürel bir dönüşüme zorlar. Bir diğer sorun Kürt meselesinin ortaya çıkmasını yoksulluğa ve yoksunluğa bağlayan yaklaşımdır. Buna göre, gençlerin dağa çıkması da işsizlikle açıklanır. Bu yaklaşıma karşın sorunun büyük ölçüde politik bir durumun sonucu olduğunu söylemek yanlış olmaz. Bölgenin yoksulluk sorununun çözümünde ise ekonomik kalkınma fikrine 
karşı ekonomik bağımsızlık fikri öne çıkar. Ekonomik bağımsızlık bir tür kalkınma planı değil de yerelin özgül koşullarına uygun ‘yaşamı sürdürme’ 
halidir. 

Çalışmanın ikinci ayağında ise, söz konusu beş kavramı Konya Kürtlerinin nasıl anlamlandırıp yorumladıkları ele alındı. İki ayaklı bu formülasyonun kurulmasının asıl nedeni merkezin oluşturduğu politikaların yereldeki karşılığını görünür kılmaya imkân vermesiydi. Bu çerçevede araştırmanın problemi olarak belirlenen kavramları Kürtlerin ‘neden’ talep ettiği sorusu nitel bir alan çalışması yoluyla ortaya konuldu. ‘Neden’ sorusu, alanda yapılandırılmamış veya kısmen yapılandırılmış mülakatlarla, seslerinin görece geri planda bırakıldıklarını düşündüğüm Konya Kürtleri özelinde Orta Anadolu Kürtlerine yöneltildi. Konya’nın Selçuklu İlçesi’nin Fatih, Işıklar, Özalkent, Mehmet Akif ve Kılıçarslan mahallelerinde etnik kümelenmeye dair kısmi bir eğilimin varlığından bahsedilebilir. Kürtler bu beş mahallede diğer semtlerde olduklarının çok üstünde görünürdürler. Buna ilaveten Türklerle bir arada yaşadıkları ve günlük faaliyetlerini birlikte gerçekleştirdikleri gözlendi. Her ne kadar Türklerle sıkı ilişki kursalar da kendilerini uzak Kürtlere daha yakın hissettiklerini ifade ettiler. Genel olarak maddi durumları iyi olan bu insanlar sermaye güçlerine ulaşmada ve kendi sermayelerini oluşturmada zorlanmazlar. Bu durumun kendilerini ve yaşadıkları toprakları görece refaha ulaştırdığı görüldü. Ekonomik sisteme 
uyum sağlamalarına rağmen kimliklerine sık vurgu yapmaları etnik grupların arasındaki sınırların korunmasıyla bağlantılı olarak düşünülebilirdi. Çalışma 
boyunca görüldü ki, Konya Kürtleri ait oldukları kimlik konusunda yakından ilgilidirler. Dil bilme ve etnik kültür içinde yaşama kimlik oluşumunda 
belirleyici değildir. Öyle ki, kimi durumlarda Kürtçe bilmeyenlerin çok daha fazla milliyetçi refleksler verebildiklerine rastlandı. Kimlikle dili ilişkilendiren 
Konya Kürtleri sayıca yüksek oranda aktif olarak Kürtçe konuşurlar. Bununla birlikte bölge insanı Türkçeye doğumundan itibaren aşinadır. Dil konusunda 
her biri kendi hatıralarından örnekler vererek anadilde eğitiminin bir hak olduğunu dile getirdi. Kürtçe anadilde eğitim sıklıkla özgürlük kavramıyla idealleştirildi. 

Konya Kürtleri genel olarak özerkliği ayrılıkçı bir talep olmaktan çok uzak görürler. Özerklik, yerel yönetimlerin daha fazla yetkilendirilmesi ve 
vatandaşın yönetime daha fazla katılımı şeklinde algılanır. Bunun ise işlerin daha hızlı işlemesi ve ihtiyaçlarının daha iyi karşılanması anlamında gündelik 
hayatlarını kolaylaştıracağı düşünülür. Çalışma sonunda özerkliğin kolaylık, huzur ve tamamlanmışlık ifadeleriyle kodlandığı görüldü. Yeni anayasadan 
beklentilerini belirtirken kimlik ve dil kavramları üzerinde yoğunlaştıkları gözlendi. Anayasada kimliklerinin tanınmasını, dil konusundaki mevcut 
sınırlayıcı hükümlerin kaldırılmasını talep ettiler. Genel olarak daha özgürlükçü, eşitlikçi, insan haklarına saygılı bir anayasa beklediklerini belirttiler. Alan araştırmamın temel sorularından biri olan, zenginlik ve refah Kürtlerin talep ettiği temel kavramları neden ve nasıl etkiler ya da etkilemez? sorusuna cevaben, görece zenginlik ve refahın Kürtlerin talep ettiği temel kavramları etkilemediğine ya da değiştirmediğine ulaşıldı. Her ne kadar ekonomiden sosyal hayata kadar tüm alanlarda sistemle bütünleşmiş olsalar da buna paralel olarak kimlik, dil ve kültür ile özerklik taleplerini yüksek sesle dile getirdiler. Kimliklerinin kişiliklerinin asli unsuru olduğunu ifade ederek anayasal olarak tanınmak ve Kürtçe eğitimin önündeki engellerin kaldırılması istediler. Kürt sorununun tek başına kimlikle ya da anadilde eğitimle çözülemeyeceğine işaret eden Konya Kürtleri, sorunun çözümünde bir bütünlük olması gerektiğini ifade ettiler. Yine bir diğer ‘hataya’ değinen görüşmecilerim anadilde eğitim ve özerklik taleplerinin yalnızca Türkiye Kürdistan’ı ile sınırlanamayacağını, söz gelimi, özerkliğin yerelleşmeye ilişkin olarak Cihanbeyli ve Kulu’nun merkez ve köylerinde de önemli bir talep olarak öne çıktığını ifade ettiler. Sermayenin her geçen gün daha da büyüdüğü Konya ilinde ekonomik sisteme iyiden iyiye entegre olan ve artık şimdilerde tanınmış birer iş adamı, tüccar ya da tacir olarak tanınan Konya Kürtleri ekonomik yatırım konusuna eleştirel bir gözle yaklaştılar. 

Temel görüşleri, Kürt sorununun çözümünün yalnızca ekonomik iyileşmeden geçmediği, sorunu ortaya çıkaran şeyin yoksullukla açıklanamayacağı 
yönündeydi. Meselenin ekonomik yanını yadsımaksızın, sorunun büyük ölçüde kimlik, hak ve özgürlükler sorunu olduğunu, dolayısıyla, iki yollu bir çözümün ‘at başı’ yürümesi gerektiği önerisinde bulundular. 

Bu tez çalışmasında en eleştirel tonda yazdıklarımda da dâhil, son tahlilde, çözüm odaklı bir yaklaşımı benimsemeyi amaçladım. Kürt sorununun çözümüne 
katkı sağlamayı umduğum bu çalışma sonunda meselenin nihai olarak çözümünde beş butonlu bir şema ortaya çıktı. Tez başlığımda formüle edildiği üzere ‘Açılımla Yaşamak’ ve tabi ‘Yaşatmak’ isteniyorsa bana göre çözümün yolu bu çalışmada somutlaştırılan temel kavramların devlet tarafından ivedilikle 
karşılanmasından geçiyor. Umarım araştırmamın bulguları ve öne sürülen argümanlar Kürt sorununun çözümüne kaynaklık eder ve kalıcı barışa vesile olur. 


DİPNOTLAR;

1 Kürtlerin siyasi parti geleneği, Demir’in (2005) Yasal Kürtler ve Öteki Kürtler (Demir, 2009) isimli kitaplarında ayrıntılarıyla ele alınır. 

2 2013 yılının Ocak ayında başlamış olan ve birçoklarınca II. Kürt açılımı olarak da tanımlanan süreçtir. Abdullah Öcalan, PKK, Türkiye hükümeti ve BDP arasında geçen, çatışmaların durdurulması ve barışın sağlanması için yapılan görüşmelerdir. Resmi olarak barışın sağlanması hedeflenen görüşmeler heyetler tarafından dalga dalga gerçekleştirilmektedir. PKK hareketinin önderi Abdullah Öcalan ile görüşen heyet, Adalet Bakanlığı tarafından seçilmekte olup Sırrı Süreyya Önder, Pervin Buldan, Selahattin Demirtaş gibi TBMM millet vekillerinden oluşmaktadır. Süreç boyunca Irak’ın kuzey bölgesinde bulunan PKK ve diğer Kürt grup veya örgütlerle de iletişime geçilmektedir.  (http://tr.wikipedia.org/wiki/%C4%B0mral%C4%B1_g%C3%B6r%C3%BC%C5%9Fmeleri). 

3 İlk kez 2009 yılında Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün İran gezisi sırasında uçakta gazetecilere “Kürt sorununda önümüzdeki günlerde güzel şeyler olacak” 
demesiyle başlayan ardından AKP’nin önce “Kürt Açılımı” olarak adlandırdığı daha sonra “Demokratik Açılım: Milli Birlik ve Kardeşlik Projesi” diye isimlendirdiği süreç. Burada belirttiğim “Kürt açılımı” ifadesi ise, yalnızca bu döneme ait bir açılım sürecini kastetmiyor olup Osmanlı Devleti’nin merkezileşme politikalarından Cumhuriyetin kuruluşuna kadar geçen sürede en son AKP hükümetinin uyguladığı politikalara kadar uzanan geniş bir zaman dilimine işaret etmektedir. 

4 Etnisite ve milliyetçilik kavramlarının ayrıntılı açıklamaları çalışmamın konusu dışında kalmakla birlikte kısaca etnisite ve etnik grup kavramlarını tanıtmak yerinde olacaktır. Etnik veya etnik grup terimleri bilhassa kültürel farklılık bağlamlarında kullanılırlar. Burada bahsedilen kültürel farklılık öncelikli olarak gerçek veya yaygın bir şekilde algılanan ortak bir soy, ayırıcı dil özellikleri ve ulusal veya bölgesel köken ile irtibatlıdır (Fenton, 2001: 5). Barth’ın (2001) işaret ettiği gibi, etnik grupların oluşumunda ve korunmasında gruplar arasına sınırlar çekilmesi ve bu sınırların sürdürülmesi önemli bir etkendir. Etnisite antropoloji için nispeten yeni bir kavramdır. Bu terim, belirli bir grupla özdeşleşmeyle ilgilidir (Kirişçi ve Winrow, 2011: 12). Özellikle etnik grup ve etnik kimlik terimini çalışmam boyunca kullanmayı tercih ettiğimi belirtmeliyim. 

5 Bu noktaya bir istisnayı Lazların oluşturduğunu söylemek yanlış olmaz. Örneğin Beller Hann ve Hann (2003)’ün belirttikleri gibi, devlet çay sanayisine yaptığı yatırımlarla bölge ekonomisini özellikle 1980’lerin ortalarından itibaren liberal piyasa değerleriyle dönüştürmüştür. Bu “ekonomik açılım” fikri ise, Lazlar ile devlet arasındaki ilişkinin bir tür bütünleşmeyle sonuçlanmasını kolaylaştırmıştır. 

6 12 Eylül 1980 sonrası Diyarbakır 5 No’lu Cezaevi üzerine sayılarca yazılan kitaplarda anlatılanlar cehennem tasvirleriyle doludur, bkz. (Gürgöz, 2011), 
(Kısacık, 2011), (Bozyel, 2013). Ayrıca 5 No’lu Cezaevi cehennemini yaşayanların anlatıları için bkz (www.diyarbakirzindani.com). 

7 Örneğin, Galli ulusçu lider Gwynfor Evans’ın açlık grevi, benzer bir süreci besleyerek, Gal dilinde yayın yapan ayrı bir TV kanalının izin verilmesini sağlamıştır (Yıldız, 2010: 43). 

8 Polonya’da dünyanın en büyük soykırımlarından birinin yaşandığı Auschwitz Toplama Kampı, girişinde meşhur “Çalışmak özgür kılar” yazısıyla, 1941 yılında 
Nazilerce kurulmuş ve zamanla genişletilmiştir. Başta Yahudiler olmak üzere 1.3 milyon kişinin öldürüldüğü yerdir. Nazi Almanya’sı tarafından kurulan tüm 
kampların en meşhur olanı Auschwitz’de yalnızca Yahudiler değil, arı ırk yaratma hedefi peşinde koşan Nazi Partisinin yok etmeyi amaçladığı onbinlerce insan bu 
kampta can vermiştir. Çok küçük bir azınlık sağ olarak kurtulabilmeyi başarmıştır. Kamptaki esirler en ağır işlerde çalıştırılmış, mecali olmayanlar fırınlarda yakılmış ya da gaz odalarında zehirlenerek öldürülmüşlerdir. Detaylı okuma ve bilgi için, bkz. (Wieviorka, 2006), (Yağcı, 2004). Görüşmecimin anlatısıyla işaret ettiği Auschwitz Toplama Kampı ile Diyarbakır 5 No’lu Cezaevi’ndeki uygulamaları karşılaştıran bir okuma için, bkz. (Welat, 2010). 

9 Hükümetin Diyarbakır Cezaevi’nin şehir dışına çıkarılacağı ve yerine okul yapılacağı açıklamasının ardından gelen tepkiler 5 No’lu Cezaevi’nin utanç ya da insan hakları müzesi yapılmasını talep eder. Bkz. 
http://haber.sol.org.tr/devlet-ve-siyaset/diyarbakir-cezaevi-muze-yapilsin-haberi-17226 
Ayrıca bkz. 
http://gundem.milliyet.com.tr/-diyarbakir-cezaevi-muze-olsun-mitingi/gundem/gundemdetay/01.10.2012/1604860/default.htm 

10 http://www.birikimdergisi.com/birikim/makale.aspx?mid=580&makale=Diyarbak%FDr%20Cezaevi%20Okul%20De%F0il,%20%DDnsan%20Haklar%FD%20M%FCzesi%20Olmal%FDd%FDr! 
Ayrıca bkz. 
http://anfnuce.com/news/guncel/diyarbakyr-cezaevi-nin-okul-yapylmasyna-tepki.htm 

11 12 Haziran 2012 tarihli haberin tam metni için bkz. http://siyaset.milliyet.com.tr/kurtce-secmeli-ders- olacak/siyaset/siyasetdetay/12.06.2012/1552705/default.htm 

12 http://www.mynet.com/haber/politika/kurtce-secmeli-ders-yeterli-degil-655218-1 

13 30 Eylül 2013 tarihli haberin tam metni için bkz. http://tr.euronews.com/2013/09/30/erdogan- reform-paketini-acikladi-anadilde-egitim-ozel-okullarda/ 

14 http://siyaset.milliyet.com.tr/bdp-den-demokratiklesme- paketi/siyaset/detay/1770600/default.htm 

15 Kürtlerin ülkesi anlamında hem etnik hem de coğrafi bir terim olan Kürdistan kelimesi ilk kez Sultan Sencer zamanında Büyük Selçuklu Devleti döneminde 
kullanılmıştır. Tarihsel açıdan Kürdistan ya da Kürtlerin ülkesi adının Hemedan’ın kuzeydoğusunda başkenti Bahar olan bir eyalet kuran Sultan Sencer zamanına dayandığı sanılmaktadır. Osmanlıların da Batı Kürdistan’ın yalnızca bir bölümünü içeren Dersim, Muş ve Diyarbakır bölgesi için Kürdistan adını kullandığı görülmektedir.17.yüzyıl Türk gezginlerinden Evliya Çelebi, Osmanlı sınırları içindeki dokuz vilayeti (Erzurum, Van, Hakkâri, Diyarbakır, Cezire, Amediye, Musul, Şehrezor ve Erdelan) Kürdistan olarak nitelemekte ve ülkenin doğu-batı yönünde on yedi günde aşılabildiğini belirtmektedir (Burkay, 1997: 7-8; Minorsky ve Bois, 2008: 81). Bir devleti olmayan, Kürdistan olarak bilinen topraklar İran, Türkiye, Irak ve Suriye arasında bölünmüştür. 
Hiçbir hukuki ve uluslararası tanınma koşulu olmadığı için Kürdistan tabiri haritalarda ve coğrafi atlaslarda yer almaz (Qasımlo, 2009: 33). Detaylı bilgi için, bkz. (Burkay, 1997), (Jwaideh, 1999), (Minorsky ve Bois, 2008) ve (Qasımlo, 2009). 

16 BDP Eşbaşkanı Selahattin Demirtaş, Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi’nin Eğil İlçesi’ne bağlı Yatır köyü yakınlarında katıldığı bir açılışta ‘Barış Sürecine’ dair 
değerlendirmelerde bulunurken Gezi Parkı eylemlerinin “demokratik özerklik isyanı” olduğunu söyledi: “Gezi Parkı isyanı, aslında demokratik özerklik isyanıdır. Halk yerinden yönetim istiyor. Kendi kararını kendisi vermek istiyor. Bunu talep etmek, arzulamak, önermek, Türkiye’de gerçek demokrasiyi savunmaktır”. Haberin tam metni için bkz. 
http://haber.sol.org.tr/devlet-ve-siyaset/demirtas-gezi-parki-isyani-demokratik-özerklik-isyanidir-haberi-754335 

17 Gezi Parkı eylemleri ve forumlarıyla ilgili ayrıntılı bilgilere 
http://www.sendika.org/sitesinden rahatlıkla ulaşılabilir. 

18 http://www.sendika.org/ 

19 http://www.sendika.org/2013/07/ankarali-dogrudan-demokrasi-için-parklarda-sokaklarda-meydanlarda/ 

20 http://www.sendika.org/2013/08/ankarali-doğrudan-demokrasi-için-parklarda-sokaklarda-meydanlarda/ 

21 http://www.sendika.org/2013/08/ankara-forumlari-bayram-sonrasi-yeniden-bir-araya-geliyor-gun-gun/ 

22 http/www.sendika.org/ 

23 http/www.sendika.org/ 

24 http://t24.com.tr/haber/dort-partinin-kismi-anayasa-taslaklarinin-tam-metni/227180 

25 Türkiye Kürdistan’ı terimi coğrafi bölgenin adı olarak tercihen kullanılmaktadır. Türkiye sınırları içinde yasal olarak bu isimle tanınmış bir bölgenin var olmadığı tarafımca bilinmektedir. Kürdistan’ın en büyük parçası kuzeye ve batıya düşen kesimin, toprak ve nüfus olarak, yaklaşık yarısı Türkiye sınırları içindedir ve resmi dilde ‘Doğu ve Güneydoğu’ bölgeleri olarak adlandırılan yerlerdir. Türkiye’nin idari paylaşımında yirmi bir kadar ili, yüzölçümü olarak ise üçte birine yakın bir alanı kapsar (Burkay, 1997: 9). 

26 9 Mart 2013 tarihli haberde Ciner Grubu’nun yapımını üstlendiği Şırnak Silopi Termik Santrali’nin açılışının Kürt sorununun ekonomik açılımı olarak sunulmasına bkz. 
http://www.bloomberght.com/haberler/haber/1316929-ciner-grubundan-800-milyon-dolarlik-yatirim 


KAYNAKÇA 

Abdülhalik, M., (2011), ‘Tetkik Seyâhati’ 14 Eylül 1341’, Tuğba Yıldırım (ed.), Kürt Sorunu ve Devlet: Tedip ve Tenkil Politikaları (1925-1947) içinde s. 1-15, 
İstanbul: Tarih Vakfı Yurt Yayınları. 

Akçam, T., (1995), Siyasi Kültürümüzde Zulüm ve İşkence, İstanbul: İletişim Yayınları. 

Akçura, B., (2008), Devletin Kürt Filmi: 1925-2007 Kürt Raporları, Ankara: Ayraç Kitabevi Yayınları. 

Aktan, H., (2012), Kürt Vatandaş, İstanbul: İletişim Yayınları. 

Aktan, İ., (2006), Zehir ve Panzehir, Kürt Sorunu: Faşizmin Şartı Kaç?, Ankara: Dipnot Yayınları. 

Aktürk, Ş., (2013), Türkiye’nin Kimlikleri: Din, Dil, Etnisite, Milliyet, Devlet ve Medeniyet, İstanbul: Etkileşim Yayınları. 

Akyol, M., (2006), Kürt Sorununu Yeniden Düşünmek, İstanbul: Doğan Kitap. 

Alakom, R., (2007), Orta Anadolu Kürtleri, İstanbul: Evrensel Basım Yayın. 

Alpay, N., (2010), ‘Anadili, Yabancı Dil ve Eksiltici İkidillilik’, Uluslararası Katılımlı Anadilde Eğitim Sempozyumu (1) içinde s. 83-89, Ankara: Eğitim 
Sen Yayınları. 

Amin, S., (1993), Avrupamerkezcilik Bir İdeolojinin Eleştirisi, İstanbul: Ayrıntı Yayınları. 

Amin, S., (1997), Emperyalizm ve Eşitsiz Gelişme, İstanbul: Kaynak Yayınları. 

Amin, S., (1999), Küreselleşme Çağında Kapitalizm, İstanbul: Sarmal Yayınevi. 

Anderson, B., (1995), Hayali Cemaatler: Milliyetçiliğin Kökenleri ve Yayılması, İstanbul: Metis Yayınları. 

Anter, M., (1991), Hatıralarım, İstanbul: Yön Yayıncılık. 

Assmann, J., (2001), Kültürel Bellek, İstanbul: Ayrıntı Yayınları. 

Balandier, G., (2010), Siyasal Antropoloji, İstanbul: Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları. 

Baran, S., (2003), Demokrasi Mücadelesinde Yerel Yönetimler, İstanbul: Aram Yayıncılık. 

Barth, F., (2001a), ‘Giriş’, Fredrik Barth (ed.), Etnik Gruplar ve Sınırları: Kültürel Farklılığın Toplumsal Organizasyonu içinde s. 11-40, İstanbul: 
Bağlam Yayınları. 

Barth, F., (2001b), Kürdistan’da Toplumsal Örgütlenmenin İlkeleri, İstanbul: Avesta Yayınları. 

Başkaya, F., (2000), Kalkınma İktisadının Yükselişi ve Düşüşü, Ankara: İmge Kitabevi. 

Başkaya, F., (2001), Paradigmanın İflası, Ankara: Özgür Üniversite Kitaplığı. 

Başkaya, F., (2002), ‘Kalkınmayı Sorgulamak’ (Önsöz), François Partant, Kalkınmanın Sonu: “Bir Alternatif mi Doğuyor?” içinde s. 11-21, Ankara: 
Özgür Üniversite Kitaplığı. 

Başkaya, F., (2011a), ‘Önsöz’, Levent Ünsaldı, Bir Ekonomizm Eleştirisi: Türkiye’de Kalkınma Fikri içinde s. 7-14, Ankara: Özgür Üniversite Kitaplığı. 

Başkaya, F., (2011b), Yeni Paradigmayı Oluşturmak: Kapitalizmden Çıkmanın Gerekliliği ve Âciliyeti Üzerine Bir Deneme, Ankara: Özgür 
Üniversite Kitaplığı. 

Bayart, J.F., (1999), Kimlik Yanılsaması, İstanbul: Metis Yayınları. 

Bayrakdar, M., (2009), Doğu ve Batı Kaynaklarına Göre Kürtler Türklerin Nesi Oluyor?, Ankara: Beyaz Kule Yayın. 

Beller-Hann, I. ve Hann, C., (2003), İki Buçuk Yaprak Çay: Doğu Karadeniz’de Devlet, Piyasa, Kimlik, İstanbul: İletişim Yayınları. 

Beşikçi, İ., (1970), Doğu Anadolu’nun Düzeni: Sosyo-Ekonomik ve Etnik Temeller, Ankara: e Yayınları. 

Beşikçi, İ., (1991), Devletlerarası Sömürge Kürdistan, Ankara: Yurt Kitap Yayın. 

Bilbilik, E., (2010), Açılım Kıskacı, İstanbul: Kırmızı Kedi Yayınevi. 

Birand, M. A., (1992), Apo ve PKK, İstanbul: Milliyet Yayınları. 

Bozarslan, H., (2006), ‘Tribal Asabiyya and Kurdish Politics: A Socio-Historical Perspective’, F.A. Jabar and H. Dawod (eds.), The Kurds: 

Nationalism and Politics içinde s. 130-147, London, San Francisco and Beirut: Saqi Publications. 

Bozyel, B., (2013), Diyarbakır 5 No.lu, İstanbul: İletişim Yayınları. 

Bruinessen, M. v., (1992), Ağa, Şeyh ve Devlet: Kürdistan’ın Sosyal ve Politik Örgütlenmesi, Ankara: Özge Yayınları. 

Bruinessen, M.v., (2002), Kürtlük, Türklük, Alevilik: Etnik ve Dinsel Kimlik Mücadeleleri, İstanbul: İletişim Yayınları. 

Bruinessen, M.v., (2005), Kürdistan Üzerine Yazılar, İstanbul: İletişim Yayınları. 

Bruinessen, M.v., (2012), Kürdolojinin Bahçesinde, İstanbul: İletişim Yayınları. 

Bulaç, A., (1999), ‘Yerel Siyaset ve Demokrasi, Çoğulculuk, Sivil Toplum’, Sivil Toplum İçin Kent, Yerel Siyaset ve Demokrasi Seminerleri içinde s. 165-
178, İstanbul: Demokrasi Kitaplığı. 

Burkay, K., (1997), Geçmişten Bugüne Kürtler ve Kürdistan, İstanbul: Deng Yayınları. 

Cemal, H., (2003), Kürtler, İstanbul: Doğan Kitap. 

Connerton, P., (1999), Toplumlar Nasıl Anımsar, İstanbul: Ayrıntı Yayınları. 

Connolly, W.E., (1995), Kimlik ve Farklılık: Siyasetin Açmazlarına Dair Demokratik Çözüm Önerileri, İstanbul: Ayrıntı Yayınları. 

Çakır, R., (2004), Türkiye’nin Kürt Sorunu, İstanbul: Metis Yayınları. 

Çalmuk, F., (2001), Erbakan’ın Kürtleri, Milli Görüş’ün Güneydoğu Politikası, İstanbul: Metis Yayınları. 

Çandar, C., (2011), Dağdan İniş-PKK Nasıl Silah Bırakır? Kürt Sorunu’nun Şiddetten Arındırılması, İstanbul: TESEV Yayınları. 

Çay, A. M., (2010), Her Yönüyle Kürt Dosyası, İstanbul: İlgi Yayınevi. 

Çitçi, O., (1999), ‘Yerel Siyaset ve Demokrasi, Çoğulculuk, Sivil Toplum’, Sivil Toplum İçin Kent, Yerel Siyaset ve Demokrasi Seminerleri içinde s. 233-249, 
İstanbul: Demokrasi Kitaplığı. 

Darder, A., (2010), ‘Dil, Pedagoji ve İktidar: Dilsel Soykırım Siyasetine Karşı Çıkmak’, Uluslararası Katılımlı Anadili Sempozyumu (2) içinde s. 34-50, 
Ankara: Eğitim Sen Yayınları. 

Değirmenci, A., (2009), Kürt Sorununda Yeni Dönem, Ankara: Vadi Yayınları. 

Değirmencioğlu, S., (2010), ‘Anadilin Gelişimsel ve Toplumsal İşlevleri’, Uluslararası Katılımlı Anadili Sempozyumu (2) içinde s. 105-128, Ankara: 
Eğitim Sen Yayınları. 

Demir, E., (2005), Yasal Kürtler, İstanbul: Tevn Yayınları. 

Demir, E., (2009), Öteki Kürtler, Ankara: Orion Kitabevi. 

Donnan, H. ve Wilson, T.M., (2002), Sınırlar: Kimlik, Ulus ve Devletin Uçları, Ankara: Ütopya Yayınevi. 

Dulkadir, M., (2008), Doğrudan Demokrasi: Zapatist Özyönetim Deneyimi, Ankara: Algıyayın. 

Dündar, S., (2009), Kürtler ve Azınlık Tartışmaları, İstanbul: Doğan Kitap. 

Eğitim Sen (2010), ‘IV. Demokratik Eğitim Kurultayı Çok Dilli Çok Kültürlü Toplumlarda Eğitim Komisyonu Tebliği: Eğitimde Çokkültürlülük: Anadil, 
Çokdillik ve Kültürel Kimlikler’, Uluslararası Katılımlı Anadilde Eğitim Sempozyumu (1) içinde s. 137-224, Ankara: Eğitim Sen Yayınları. 

Ekinci, T.Z., (1997), Vatandaşlık Açısından Kürt Sorunu ve Bir Çözüm Önerisi, İstanbul: Küyerel Yayınları. 

Ekinci, T.Z., (2004), Türkiye’nin Kürt Siyasetine Eleştirel Yaklaşımlar, İstanbul: Cem Yayınevi. 

Emerson, R.M., Fretz, R.I. ve Shaw L.L., (2008), Bütün Yönleriyle Alan Çalışması, Ankara: Birleşik Yayınevi. 

Ensaroğlu, Y. ve Kurban, D., (2011), Kürtler Ne Kadar Haklı? Türkiye’nin Batısı Kürt Sorunu’na Bakıyor, İstanbul: TESEV Yayınları. 

Ercan, F., (1996), Gelişme Yazını Açısından Modernizm Kapitalizm ve Azgelişmişlik, İstanbul: Sarmal Yayınevi. 

Erdoğan, M. ve Yazıcı, S., (2011), Türkiye’nin Yeni Anayasasına Doğru, İstanbul: TESEV Yayınları. 

Ergil, D., (2009), Kürt Raporu: Güvenlik Politikalarından Kimlik Siyasetine, İstanbul: Timaş Yayınları. 

Eriksen, T.H., (2004), Etnisite ve Milliyetçilik: Antropolojik Bir Yaklaşım, İstanbul: Avesta Yayınları. 

Eriksen, T.H., (2009), Küçük Yerler Derin Mevzular, İstanbul: Avesta Yayınları. 

Ersanlı, B., (2010), ‘Türkiye’de Anadil Algısı ve Siyaseti’, Uluslararası Katılımlı Anadili Sempozyumu (2) içinde s. 306-319, Ankara: Eğitim Sen Yayınları. 

Fenton, S., (2001), Etnisite: Irkçılık, Sınıf ve Kültür, Ankara: Phoenix Yayınevi. 

Geertz, C., (2010), Kültürlerin Yorumlanması, Ankara: Dost Kitabevi Yayınları. 

Gellner, E., (1998), Milliyetçiliğe Bakmak, İstanbul: İletişim Yayınları. 

Gökalp, Z., (1994), Türkçülüğün Esasları, İstanbul: İnkılâp Kitabevi. 

Gürgöz, A.E., (2011), Diyarbakır Gecesi, Türkiye’de Kürt Olmak, İstanbul: Belge Yayınları. 

Halbwachs, M., (1992), On Collective Memory, Chicago: University of Chicago Press. 

Hassanpour, A., (2005), Kürdistan’da Milliyetçilik ve Dil (1918-1985), İstanbul: Avesta Yayınları. 

Heper, M., (2008), Devlet ve Kürtler, İstanbul: Doğan Kitap. 

Izady, M.R., (1992), The Kurds: A Concise Handbook, Washington DC; London: Taylor&Francis. 

Izikowitz, K.G., (2001), ‘Laos’ta Komşuluk’, Fredrik Barth (ed.), Etnik Gruplar ve Sınırları: Kültürel Farklılığın Toplumsal Organizasyonu içinde s. 155-170, 
İstanbul: Bağlam Yayınları. 

İnal, K., (2010), ‘Kültür, Kimlik ve Dil: Pedagojide Ötekinin Dilsel Hakları’, Uluslararası Katılımlı Anadili Sempozyumu (2) içinde s. 9-19, Ankara: Eğitim 
Sen Yayınları. 

Jabar, F.A. and Dawod, H. (eds.), (2006), The Kurds: Nationalism and Politics, London, San Francisco and Beirut: Saqi Publications. 

Jwaideh, W., (1999), Kürt Milliyetçiliğinin Tarihi: Kökenleri ve Gelişimi, İstanbul: İletişim Yayınları. 

Kahya, M., (2008), Ulusal Sorun: Sömürgecilik ve Kürt Sorunu, İstanbul: Erginbay Yayıncılık. 

Kamel, A.A., (2010), Açılım Fiyaskosu: Açılım Politikası Üzerine Eleştiriler ve Öneriler, İstanbul: Yeniyüzyıl Yayınları. 

Kasaba, R., (1999), ‘Eski ile Yeni Arasında Kemalizm ve Modernizm’, Türkiye’de Modernleşme ve Ulusal Kimlik içinde s.12-28, İstanbul: Tarih Vakfı 
Yurt Yayınları. 

Kastoryano, R., (2000), Kimlik Pazarlığı: Fransa ve Almanya’da Devlet ve Göçmen İlişkileri, İstanbul: İletişim Yayınları. 

Keleş, R., (1999), ‘Türkiye’de Yerel Siyaset; Yerel Yönetimler-Yapı, İşleyiş’, Sivil Toplum İçin Kent, Yerel Siyaset ve Demokrasi Seminerleri içinde s. 115-
131, İstanbul: Demokrasi Kitaplığı. 

Kısacık, R., (2011), İşkence ve Ölümün Adresi Diyarbakır Cezaevi, İstanbul: Ozan Yayıncılık. 

Kirişçi, K. ve Winrow, G.M., (2011), Kürt Sorunu Kökeni ve Gelişimi, İstanbul: Tarih Vakfı Yurt Yayınları. 

Kolektif, (2009), Kürt Sorunu: Acil Sorun Gerçekçi Yaklaşım, İstanbul: Birey Yayıncılık. 

Kösecik, M., (2006), ‘Yerel Ve Bölgesel Yönetimler Açısından Avrupa Birliği Bütünleşme Süreci ve Anayasası’, Avrupa Perspektifinde Yerel Yönetimler 
içinde s. 1-42, Bursa: Aktüel Yayınları. 

Kurban, D. ve Ensaroğlu, Y., (2010), Kürt Sorunu’nun Çözümüne Doğru: Anayasal Ve Yasal Öneriler, İstanbul: TESEV Yayınları. 

Kurban, D. ve Yeğen, M., (2012), Adaletin Kıyısında: ‘Zorunlu’ Göç Sonrasında Devlet Ve Kürtler/ 5233 Sayılı Tazminat Yasası’nın Bir 
Değerlendirmesi- Van Örneği, İstanbul: TESEV Yayınları. 

Kutlay, N., (1997), Kürt Kimliğinin Oluşum Süreci, İstanbul: Belge Yayınları. 

Kutlay, N., (2002), 21. Yüzyıla Girerken Kürtler, İstanbul: Pêrî Yayınları. 

Kutlay, N., (2006), Kürtlerde Değişim ve Milliyetçilik, Ankara: Dipnot Yayınları. 

Lewellen, T.C., (2011), Siyasal Antropoloji, Ankara: Birleşik Yayınları. 

Liebe-Harkort, K., (2010), ‘Anadil- Çokluk ve Birlikteliği Olanaklı Kılan Bir Konu’, Uluslararası Katılımlı Anadilde Eğitim Sempozyumu (1) içinde s. 30-
40, Ankara: Eğitim Sen Yayınları. 

Marcus, A., (2009), Kan ve İnanç: PKK ve Kürt Hareketi, İstanbul: İletişim 
Yayınları. 

Marx, K., (2006), Fransa’da Sınıf Savaşımları (1848-1850), Ankara: Sol Yayınları. 

Matur, B., (2011), Dağın Ardına Bakmak, İstanbul: Timaş Yayınları. 

McDowall, D., (2004), Modern Kürt Tarihi, Ankara: Doruk Yayımcılık. 

Minorsky, V. ve Bois, T.H., (2008), Kürt Milliyetçiliği, İstanbul: Örgün Yayınevi. 

Minorsky, V., Bois, T.H. ve Mac Kenzie D.N., (2004), Kürtler ve Kürdistan, İstanbul: Doz Yayınları. 

Morley, D. ve Robins, K., (1997), Kimlik Mekânları: Küresel Medya, Elektronik Ortamlar ve Kültürel Sınırlar, İstanbul: Ayrıntı Yayınları. 

Mumcu, U., (2002), Kürt Dosyası, Ankara: um:ag Vakfı Yayınları. 

Nikitine, B., (1926), ‘Kurdish Stories From My Collection’, Bulletin Of The School Of Oriental and African Studies, Volume 4, March Issue (1): 121-138. 

Nunez, J.P., (2010), ‘Fransa Deneyimi’, Uluslararası Katılımlı Anadilde Eğitim Sempozyumu (1) içinde s. 41-46, Ankara: Eğitim Sen Yayınları. 

Ökmen, M., (2006), ‘Uyum Sürecinin İdari-Politiği: Avrupa Birliği ve Türkiye Perspektifinde Küreselleşme-Yerelleşme Dinamikleri’, Avrupa Perspektifinde 
Yerel Yönetimler içinde s. 43-106, Bursa: Aktüel Yayınları. 

Özdağ, Ü., (2007), Kürtçülük Sorununun Analizi ve Çözüm Politikaları, Ankara: Bilgi Yayınevi. 

Özel, Ç., (2010), ‘Eğitimde Fırsat Eşitliği’, Uluslararası Katılımlı Anadilde Eğitim Sempozyumu (1) içinde s. 239-245, Ankara: Eğitim Sen Yayınları. 

Özer, A., (2010), Beş Büyük Tarihi Kavşakta Kürtler ve Türkler, İstanbul: Hemen Kitap. 

Özkan, F., (2011), Dil Yarası, İstanbul: Metamorfoz Yayıncılık. 

Özoğlu, H., (2005), Osmanlı Devleti ve Kürt Milliyetçiliği, İstanbul: Kitap Yayınevi. 

Parla, T., (2007), Türkiye’de Anayasalar, İstanbul: İletişim Yayınları. 

Parlak, B., (2006), ‘Avrupa Birliği Perspektifinden Merkezi Yönetim-Yerel Yönetim İlişkileri’, Avrupa Perspektifinden Yerel Yönetimler içinde s. 337-372, 
Bursa: Aktüel Yayınları. 

Parlar, S., (2005), Türkler ve Kürtler, İstanbul: Bağdat Yayınları. 

Partant, F., (2002), Kalkınmanın Sonu: “Bir Alternatif mi Doğuyor?”, Çev. F.Başkaya, Ankara: Özgür Üniversite Kitaplığı. 
Pekdemir, M., (2000), Öç Alan Devlet Mi?, İstanbul: Su Yayınları. 

Perinçek, D., (2010), Kemalist Devrim-7: Toprak Ağalığı Ve Kürt Sorunu, İstanbul: Kaynak Yayınları. 

Qasımlo, A., (2009), Kürtler ve Kürdistan, İstanbul: Avesta Yayınları. 

Randal, J.C., (2001), Bunca Bilgiden Sonra Ne Bağışlaması? Kürdistan İzlenimlerim, İstanbul: Avesta Yayınları. 

Reid, E.C., (2010), ‘İkidilli Eğitim’, Uluslararası Katılımlı Anadilde Eğitim Sempozyumu (1) içinde s. 90-92, Ankara: Eğitim Sen Yayınları. 

Romano, D., (2006), The Kurdish Nationalist Movement: Oportunity, Mobilization and Identity, New York: Cambridge University Press. 

Saraçoğlu, C., (2011), Şehir, Orta Sınıf ve Kürtler, İstanbul: İletişim Yayınları. 

Sevimay, D., (2009), Süreç, İstanbul: Özgür Yayınları. 

Sönmez, M., (2012), Kürt Sorunu ve Demokratik Özerklik, Ankara: NotaBene Yayınları. 

Şimşir, B.N., (2009a), Kürtçülük (1787-1923), Ankara: Bilgi Yayınevi. 

Şimşir, B.N., (2009b), Kürtçülük II. (1924-1999), Ankara: Bilgi Yayınevi. 

Tekeli, İ., (1999), ‘Yerel Siyaset ve Demokrasi, Çoğulculuk, Sivil Toplum’, Sivil Toplum İçin Kent, Yerel Siyaset ve Demokrasi Seminerleri içinde s. 195-
231, İstanbul: Demokrasi Kitaplığı. 

Terzioğlu, S.S., (2007), Uluslararası Hukukta Azınlıklar ve Anadilde Eğitim Hakkı, Ankara: Alp Yayınevi. 

TESEV, (2006), Doğu ve Güneydoğu Anadolu’da Sosyal ve Ekonomik Öncelikler, İstanbul: TESEV Yayınları. 

TESEV, (2008), Kürt Sorununun Çözümüne Dair Bir Yol Haritası: Bölgeden Hükümete Öneriler, İstanbul: TESEV Yayınları. 

TESEV, (2012), Anayasaya Dair Tanım Ve Beklentiler, İstanbul: TESEV Yayınları. 

Tunçay, M., (1999a), ‘İnsan Hakları, Kentsel Haklar, Uluslararası Yerel Yönetim Dokümanları’, Sivil Toplum İçin Kent, Yerel Siyaset ve Demokrasi 
Seminerleri içinde s. 265-278, İstanbul: Demokrasi Kitaplığı. 

Tunçay, M., (1999b), Türkiye Cumhuriyeti’nde Tek Parti Yönetimi’nin Kurulması (1923-1931), İstanbul: Tarih Vakfı Yurt Yayınları. 

Türkali, V., (2005), Özgürlük İçin Kürt Yazıları, İstanbul: Everest Yayınları. 

Türkay, M., (2009), Sermaye Birikimi, Kalkınma, Azgelişmişlik: Türkiye ve Dünya Üzerine Notlar, İstanbul: SAV Sosyal Araştırmalar Vakfı. 

Uğur, A., (1999), ‘Yerel Siyaset ve Demokrasi, Çoğulculuk, Sivil Toplum’, Sivil Toplum İçin Kent, Yerel Siyaset ve Demokrasi Seminerleri içinde s. 179-
194, İstanbul: Demokrasi Kitaplığı. 

Uygun, O., (2012), Yeni Anayasada Yerel Ve Bölgesel Yönetim İçin Öneriler, İstanbul: TESEV Yayınları. 

Ünsaldı, L., (2011), Bir Ekonomizm Eleştirisi: Türkiye’de Kalkınma Fikri, Ankara: Özgür Üniversite Kitaplığı. 

Vali, A., (2006), ‘The Kurds and Their ‘Others’: Fragmented Identity and Fragmented Politics’, F.A. Jabar and H. Dawod (eds.), The Kurds: 
Nationalism and Politics içinde s. 49-78, London, San Francisco and Beirut: Saqi Publications. 

Vera-Zavala, A., (2006), Katılımcı Demokrasi: Dünyadaki Katılımcı Demokrasi Deneyimleri, Ankara: Dipnot Yayınları. 

Welat, İ., (2010), Auschwitz’den Diyarbakır’a 5 No’lu Cezaevi, İstanbul: Aram Yayınları. 

Wieviorka, A., (2006), 60 Yıl Sonra Auschwitz, İstanbul: İletişim Yayınları. 

Yağcı, Ö., (2004), Nazi Kampları, İstanbul: Papirüs Yayınevi. 

Yayman, H., (2011), Türkiye’nin Kürt Sorunu Hafızası, Ankara: Seta Yayınları. 

Yazıcı, S., (2009), Yeni Bir Anayasa Hazırlığı ve Türkiye, Seçkincilikten Toplum Sözleşmesine, İstanbul: İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları. 

Yeğen, M., (1999), Devlet Söyleminde Kürt Sorunu, İstanbul: İletişim Yayınları. 

Yeğen, M., (2009), Müstakbel Türk’ten Sözde Vatandaşa, İstanbul: İletişim Yayınları. 

Yeğen, M., (2011), Son Kürt İsyanı, İstanbul: İletişim Yayınları. 

Yıldırım, T. (ed.), (2011), Kürt Sorunu ve Devlet: Tedip ve Tenkil Politikaları (1925-1947), İstanbul: Tarih Vakfı Yurt Yayınları. 

Yıldız, A., (2010), Ulus Devletin Bunalımı, Türkiye’de Federalizm ve Kürt Meselesi, İstanbul: Etkileşim Yayınları. 

Yıldız, H., (2006), Yirminci Yüzyılın Başlarında Kürt Siyasası ve Modernizm, İstanbul: Doz Yayınları. 

İnternet Siteleri ;

Ankaralı Forumları Bayram Sonrası Yeniden Bir Araya Geliyor, 
http://www.sendika.org/2013/08/ankara-forumlari-bayram-sonrasi-yeniden-
bir-araya-geliyor-gun-gun/, e.t: 15.08.2013. 

Ankara Forumları Umut Parklarda Büyüyor, 
http://www.sendika.org/2013/08/ankarali-doğrudan-demokrasi-için-parklarda-sokaklarda-meydanlarda/, e.t: 1.08.2012. 

Ankaralı Doğrudan Demokrasi İçin Parklarda Sokaklarda, 
http://www.sendika.org/2013/07/ankarali-dogrudan-demokrasi-için-parklarda-sokaklarda-meydanlarda/, e.t:15.07.2013. 

BDP’den Demokratikleşme Paketi Açıklaması, http://siyaset.milliyet.com.tr/bdp-den-demokratiklesme- paketi/siyaset/detay/1770600/default.htm, e.t: 30.09.2013. 

Ciner Grubu’ndan 800 Milyon Dolarlık Yatırım, 
http://www.bloomberght.com/haberler/haber/1316929-ciner-grubundan-800-milyon-dolarlik-yatirim, e.t: 9.03.2013. 

Demirtaş: ‘Gezi Parkı İsyanı, Demokratik Özerklik İsyanıdır’, 
http://haber.sol.org.tr/devlet-ve-siyaset/demirtas-gezi-parki-isyani-demokratik-
özerklik-isyanidir-haberi-75435, e.t: 27.06.2013. 

Dört Partinin Kısmi Anayasa Taslaklarının Metni, http://t24.com.tr/haber/dort-partinin- kismi-anayasa-taslaklarinin-tam-metni/227180, e.t: 5.04.2013. 

Diyarbakır Cezaevi Müze Yapılsın, http://haber.sol.org.tr/devlet-ve-siyaset/diyarbakir-cezaevi-muze-yapilsin-haberi-17226, e.t: 6.07.2013. 

Diyarbakır Cezaevi Müze Olsun, http://gundem.milliyet.com.tr/-diyarbakir-cezaevimuzeolsunmitingi/gundem/gundemdetay/01.10.2012/1604860/default.htm, e.t: 6.07.2013. 

Diyarbakır Cezaevi Okul Değil, İnsan Hakları Müzesi Olmalıdır, 

http://www.birikimdergisi.com/birikim/makale.aspx?mid=580&makale=Diyarbak%FDr%20Cezaevi%20Okul%20De%F0il,%20%DDnsan%20Haklar%FD%
20M%FCzesi%20Olmal%FDd%FDr!, e.t: 6.07.2013. 

Diyarbakır Cezaevi’nin Okul Yapılmasına Tepki, 
http://anfnuce.com/news/guncel/diyarbakyr-cezaevi-nin-okul-yapylmasyna-tepki.htm, 6.07.2013. 

Diyarbakır Zindanı, http://www.diyarbakirzindani.com/index.php, e.t: 20.10.2013. 

Erdoğan Reform Paketini Açıkladı, 
http://tr.euronews.com/2013/09/30/erdogan-reform-paketini-acikladi-anadilde-egitim-ozel-okullarda/, e.t: 30.09.2013. 

Habur’dan Giriş Yapan PKK’lıların Serbest Bırakılması Ankara’yı Hareketlendirdi, 
http://www.radikal.com.tr/politika/haburdan_giris_yapan_pkklilarin_serbest_birakilmasi_ankarayi_hareketlendirdi-960336, e.t: 20.10.2013. 

İmralı Görüşmeleri, 
http://tr.wikipedia.org/wiki/%C4%B0mral%C4%B1_g%C3%B6r%C3%BC%C5%9Fmeleri, e.t: 20.10.2013. 

Kürtçe Seçmeli Ders Olacak, http://siyaset.milliyet.com.tr/kurtce-secmeli-ders- olacak/siyaset/siyasetdetay/12.06.2012/1552705/default.htm, e.t:30.09.2013. 

Kürtçe Seçmeli Ders Yeterli Değil, http://www.mynet.com/haber/politika/kurtce-secmeli-ders-yeterli-degil-655218-1, e.t: 30.09.2013. 

Sendika.org, http://www.sendika.org/, e.t. 20.10.3013. 

Yıldırım Türker, Diyarbakır Cezaevi, 
http://www.diyarbakirzindani.com/index.php?Itemid=9&id=187&option=com_content&task=view, e.t: 20.10.2013. 


KISALTMALAR 

ABD Amerika Birleşik Devletleri 

AKP Adalet ve Kalkınma Partisi 

BDP Barış ve Demokrasi Partisi 

CHP Cumhuriyet Halk Partisi 

DEHAP Demokratik Halk Partisi 

DEP Demokrasi Partisi 

DP Demokrat Parti 

DTP Demokratik Toplum Partisi 

EĞİTİM SEN Eğitim ve Bilim Emekçileri Sendikası 

HADEP Halkın Demokrasi Partisi 

HEP Halkın Emek Partisi 

HES Hidroelektrik Santraller 

MHP Milliyetçi Hareket Partisi 

MSP Milli Selamet Partisi 

PKK Kürdistan İşçi Partisi (Partiya Karkerên Kurdistan) 

RP Refah Partisi 

TBMM Türkiye Büyük Millet Meclisi 

TESEV Türkiye Ekonomik ve Sosyal Etüdler Vakfı 

TİP Türkiye İşçi Partisi 

UNESCO Birleşmiş Milletler Eğitim, Bilim ve Kültür Örgütü (United Nations Educational, Scientific and Culturel Organization) 


***

AÇILIMLA YAŞAMAK, GEÇMİŞTEN BUGÜNE KÜRT SORUNUNUN ÇÖZÜMÜNE DÖNÜK DEVLET POLİTİKALARININ KÜRTLER İÇİN ANLAMI BÖLÜM 10

AÇILIMLA YAŞAMAK, GEÇMİŞTEN BUGÜNE KÜRT SORUNUNUN ÇÖZÜMÜNE DÖNÜK DEVLET POLİTİKALARININ KÜRTLER İÇİN ANLAMI BÖLÜM 10


Bütün Derslerin Temelini İlkokulda atarsın. 

Şuanda 60’lı yaşlarını yaşayan bir diğer görüşmecim ise anadil konusunda kendi anısını şöyle aktardı: 

H/K: Ben okula ilk başladığım zaman tabi ben Kürtçe konuşuyordum, Türkçeyi bilmiyordum. Tabi köyde bütün çocuklar benim gibiydi. Zaten bir Kürt köyüydü. Başlar başlamaz biz Türkçe öğrenmeye başladık. Türkçe öğrenme süreci iki sene filan sürdü. Ondan sonra normal diğer derslere başladık. Ortaokula geldiğimde 
tabi daha tam şivem kırılmamıştı. Ders çalışıyordum diğer öğrencilere yetişebilmek için belki onlardan daha fazla da çalışıyordum. Ama şivem tam kırılmamıştı. Şivem tam kırılmadığı için çocuklar ben ders anlatırken bana gülerlerdi. Benim okuduğum okulda Kürtler de vardı benim gibi ama çoğunluk Türk çocuklardı. Ama şu oldu, o beni şey yapardı, yani, keşke onlar kadar anlayabilseydim diye üzerdi. Ama zamanla kapattım. Daha fazla çalıştım. Hatta orta birdeydim ya da orta ikideydim tam hatırlamıyorum dersin birinde gene böyle arkadaşlar bana güldüğü için ben tam farkında değilim. Dedim oğlum ben dersi ne güzel anlattım siz niye güldünüz dedim sıradaki arkadaşıma. Bana şunu demişti dedi ya arkadaşım sanki sen Kürt şivesiyle anlattın ondan dolayı arkadaşlar güldüler. Bu örnekten de hareketle şunu söyleyebilirim Kürtler için eğitim dili Kürtçe olmalıdır. Ama seçmeli olarak Türkçe ders alarak Türk arkadaşlarıyla iletişim kurabilirler. Yani Türkçe de konuşabilmeli yazabilmeli, onları da yakalayabilmeli, onlarla yarışabilmeli. 
Türkçeyi çok fevkinde konuşabilmeli. 
Tabi mecburi olmamak şartıyla. 

Kürtçenin kamusal alandaki anlayışa meydan okuyan varlığının bireyler arasında kendine özgü bariyerler oluşturması dil probleminin bir diğer ayağıdır. Gündelik hayatın çeşitli evrelerinde ortaya konulan davranış şekilleri ve bu davranış şekillerinin farklı alanlarda kurulan toplumsal ilişkilerle dışavurumu, etnik kutuplaşmanın başta dil yoluyla yaratıldığını ve korunduğunu gösterir. Olağan bir günün ritminde Kürtçe konuşmak farklılığı görünür kılarak Türk milliyetçiliğini tetiklemede basit bir pratiğin neleri beslediği bağlamında nasıl bir işleyişi olduğunu gözler önüne serer. Örneğin, bir arkadaşına Kürtçe selam veren bir Kürt o sırada orada olan bir polis tarafından karakola götürülerek tüm gece sorguya çekilebilir. Sabahın ilk ışıklarıyla hayatın ritmine kapılırken çok basit bir pratik olan konuşma eylemi gündelik rutinin iletişim ağında Kürtler için basitlikten çıkar. Siyaset gündelik hayata nüfuz ederek siyasi partilerin temsil ettiği ana akımlar sıradan bireyler üzerinde somutlaşır. Gündelik çabalara ilişkin olarak bir yerden bir yere koşturan bir Kürt, gündeliğin hay huyu içinde, Türkçe bilmediği için ya da bilmesine rağmen kendisini Kürtçede rahat hissettiği için sarf ettiği birkaç Kürtçe kelime onu günlük işlerinden alıkoyabilir. Objektif yaşam koşulları kriterlerine ters düşerek bir Türk’ün yaşamadığı zorlukları bir Kürt olağanüstü şekilde yaşayabilir. Örneğin, annesiyle yaptığı bir telefon konuşması, çocuğuna söylediği birkaç Kürtçe kelime bir Kürt’ün bir gününü alt üst 
edebilir: 

A/K: Bir gün oğlumla arabada gidiyorduk. Oğlum o zamanlar çok küçüktü. Bu dediğim zamanlar 80’lerin sonu. Polis yolda bizi durdurdu. Kimlik kontrolü yapıyordu. Çıkardım verdim. O sırada oğlum kapıyı açacak oldu. Kürtçe “kapıyı açma” dedim. Polis, “Kürtçe ne dedin? Küfür mü ettin bana?” diye sordu. Çocuğa kapıyı açmamasını, dışarıya fırlamamasını söylediğimi anlatamadım. “Ne hakla!” dedi sen Kürtçe konuştun. Aldılar götürdüler beni karakola. Polis orda da 
devam etti. Komiser başladı beni sorgulamaya: “Yasaklı bir dil konuşuyorsunuz, nerden bilelim bize küfür etmediğini?”. 80’lerde çok baskı yaptılar. 
Şimdi onlar da normal karşılıyor. 

Kişinin kimliği toplumun gerçekleriyle örtüşmüyorsa kendine ilişkin bir temsil yaratma ve bu temsili ayrıcalıklı kılma pratiği geliştirir. Şartlara göre yeni bir tasarı fikri dolaşıma sokulur. Kürtçenin Türkçe karşısında yeterince aktif olamayışı Kürtler tarafından hüzünle karşılanır. Kürtçeye yeni bir temsiliyet yaratmanın önceliği Kürtler arasında tartışılan konulardandır. Yaratıcı tasarımla Kürtçenin statü ve prestij dili olmasının önünün açılmasının gerekliliği dile getirilir. Şuan ki haliyle Kürtçe hayatın içinde canlı bir dil olma özelliğinden çok uzaktır. Dilin ev sınırları içinde kalması hayatın ritmini yakalayamamasına neden olur. Okullarda ve sokakta önü açılamayan dilin gelişmesi mümkün gözükmez. Bir dilin korunması ve geliştirilmesi için ilk şart okullarsa da ikinci şart hayatın içinde her alanda kullanılabilir olmasıdır. Dilin okul dışında konuşulmasını sağlayacak koşulların oluşturulması talebi genel olarak görüşülen Kürtlerin ortak talebidir. Kürtçenin geleceği sokağa, tabelalara, internete ve olabilecek her yere taşındığı ölçüde güvence altına alınmış olacaktır. Bir görüşmecimin ifade ettiği gibi, “hayatın her alanında kullanım değeri olmayan bir dil yeni kuşaklara cazip gelmeyecektir”. Sadece evde ya da yakın çevrede konuşulan dil 300-500 kelime arasında gidip gelir. Bir Kürt’ün gün içerisinde konuştuğu Kürtçe kelimeler bu sayı aralığını geçmez. Bu konudan yakınan bir görüşmecim şunları dile getirdi: 

A/F: İç Anadolu Kürdü 300 kelimeyi geçmiyor. Bir araştırma yapmışlar geçenlerde dinledim, Kürtçede 4500 kelime var. Biz 500’ü geçmiyoruz. Niye bilmeyelim? 
Unutulmasın. Biz Kürtçe konuştuğumuzu sanıyoruz, konuştuklarımızın %70’i Türkçe. Yarımız asimile olmuş. Ezildik be! Dilimiz yaşasın, kaybolmasın. 

Aşağıda yer vereceğim anlatı, Kürtçe konuşmanın Kürtler açısından bir özgürlük metaforu olduğunu gösterir. Denebilir ki tüm şartlara rağmen devletin yasaklarını bir kenara bırakarak Kürtçe konuşmak özgürlüğe giden yolda en önemli araçtır. Herkesin kişisel hayat hikâyesi kendi dil dünyasını inceden inceye örmekte ve dile farklı anlamlar vermektedir. Kürtçeye getirilen yasaklamalar genel olarak “Kürtlerin özgürlüğüne vurulan büyük bir darbe” şeklinde algılanılır. Bu özgürlük sorunsalı bir meydan okumayı beraberinde getirir. Alanda günlerce derinlemesine görüşmeler yaptığım muhataplarıma göre kendi dilini konuşmak, yazmak ve dolaşıma sokmak tüm dünya insanlarıyla eşit olarak Kürtlerin de hakkıdır. Dile ilişkin her anlatıya eşlik eden özgürlük ideali kimliğin varlık mücadelesinden ayrılmaz bir parçadır. 

Kürt kimliğiyle Kürtçe arasında hissedilir bir özgürlük bağlantısı olduğunu ileri sürmek yanlış olmaz. Türk toplumunun geliştirdiği reaksiyonlar, Kürtçe 
konuşmanın özgürlükle eşdeğer tutulmasında önemli bir yer teşkil eder. Devletlerin baskıcı yönetimlerine karşı hemen herkesin kullandığı farklı yollar 
vardır. Alanda görüştüğüm Kürtler bu yolun onlar için “inadına Kürtçe konuşmak” olduğunu dile getirdiler. Bir çocuk dünyaya geldiğinde yaşadığı 
toplumun gerçekliğini ipuçları sayesinde yıllar içerisinde deneyimleyerek öğrenir. Görüşülen kişiler hem kendi çocuklukları hem de çocuklarının gelecek planlarından bahsederken dilin ne denli önemli olduğunun altını çizdiler. Çocuklarının özgürlüğünün de anadillerinden geçtiğini çok açık bir şekilde ifade ettiler. Onlardan bir tanesinin anlatısına yer vererek devam etmek istiyorum: 

E/Ö: Ben her dili konuşurum. Bildiğim her dili konuşurum ben. Kürtçe eğitim olsun, kötü olmaz kardeşim. Herkes özgürdür yani. Özgürlük kadar güzel bir şey var mı? 
Yok. Kendi dilini öğrensin yani. Tekrar söylüyorum özgürlük kadar güzel bir şey yok. Bir insan kendi dilini konuşacak. Bunda da sıkıntı yok. 

Yani ben Kürtçe konuşuyorum diye bazı insanlar bazı toplumlar rahatsız oluyorsa bunda bir sıkıntı var derim. 

Bunda bir ırkçılık var derim. Bu benim dilim bu? Konuşurum. Şurada bir İngiliz İngilizce konuştuğu zaman kimse yakasından tutup da sen niye İngilizce konuşuyorsun demiyor. Niye? Çünkü adamın kendi dili. Konuşabilir. Almanca da biliyor ama Almanca konuşmuyor adam. Ben Kürtçe biliyorsam Kürtçe konuşurum niye konuşmamayım? 

Benim çocuğumun da Kürtçe konuşmasını isterim. Buna da kimsenin sen niye Kürtçe konuşuyorsun demesi yanlış. Adamın kendi dilidir, anadilidir; konuşabilir, 
eğitim alabilir. Çocuğumun eğitim almasını da isterim. Niye istemeyeyim? O’nun özgürlüğü kadar güzel bir şey yok. 

7.3. Özerklik: Kolaylık, Tamamlanmışlık, Huzur 

1864 yasası çerçevesinde eyalet sisteminden, bugün hala yürürlükte olan vilayet sistemine geçişle (Yıldız, 2006: 45), bölgelere merkezi atamaların önem kazanarak artması, bölge insanlarının gün içerisindeki en basit pratiklerini gerçekleştirebilmelerinde zorluklar çıkarır. Bir beldedeki öğretmen eksikliğinde, bir hastanedeki doktor ya da hemşire açığında ve yahut bir kurumun vasıfsız memur ihtiyacında bile ne kadar ivedili olursa olsun dönemsel olarak yapılan merkezi atamaları beklemek, yerel halkın gündelik hayatını felce uğratmaktadır: 

H/K: Diyelim ki bir caddenin açılması, bir okulun yapılması, bir imar planının değiştirilmesi, merkezi idareye sorulmaması gerekir. Yereldeki belediye 
meclisleri ve belediye başkanları kesin karar mercii olmalıdır. Öylesine ki trafiğin düzenlenmesinde dahi trafik ile ilgili memurların atanmasında yerel yönetimler 
görevli ve sorumlu olmalıdır. Yaşadığımız şehirdeki hayatımızı bu tür uygulamalar günlük hayatımızı kolaylaştırır. Olabilecek sıkıntıları zamanda gidermenin imkânları yaratılır. Bir temizlik görevlisini dahi merkezden atanmasına gerek olmaması gerekir. Yerel yönetimler kendi ihtiyaçlarını kendileri tespit etmeli ve bu ihtiyaçların karşılanması noktasında da kendileri yetkili olmalıdır. Yani halk tarafından seçilmiş olan bir belediye başkanı yetki ve sorumluluk noktasında soruşturma esnasında vali ya da kaymakam tarafından hemen görevden alınmalıdır. Daha çok yetki ve sorumluluğu olmalıdır. Şuanda kaymakam belediye başkanından daha yetkili. Halk tarafından seçilen büyük ekseriyetle seçilen bir ilçe belediye başkanı her halükarda kaymakam kadar yetki ve sorumluluk sahibi olmalıdır. 

Bir başka görüşmeci özerklik konusunda şunları kaydetti: 

A/F: Bir ilçede yaşayan insanları ilgilendiren bir anayol açılacaksa, bir park yapılacaksa veya bir sokağın ismi değiştirilecekse orada yaşayan halkın görüşüne mutlaka başvurulmalıdır. Benim sokağımın ismi değişiyorsa benim haberim olmalıdır. Savunma, dış politika ve güvenlik merkezi idarenin yapacakları iş oluyor ama doğrudan halkın günlük hayatını ilgilendiren işlerin yapılmasında yerel yönetimlerin daha fazla yetki ve sorumluluk verilmesi vatandaş olarak günlük hayatımızı kolaylaştıracaktır. Özerkliğin faydası şu vatandaşın yönetim sürecine daha fazla katılımını sağlaması. Konya’da yaşayan vatandaşlarıyla ihtiyaçlarıyla Trabzon’da yaşayan vatandaşların ihtiyaç ve talepleri mutlaka farklıdır. Dolayısıyla bu ihtiyaçların ve taleplerin göz önünde bulundurulması yerel yönetimlerin güçlendirilmesiyle olacaktır. 

Anlatılarda yerel yönetimlerin güçlendirilmesinin olumluluğunu anlatmak için sıkça ‘kolaylık’ ifadesi kullanılır. 
‘Kolaylık’ tabiri, işlerin daha seri  gerçekleştirilmesini ve yerelin ihtiyaçlarının daha iyi karşılanmasını ifade etmek için kullanılır. “Günlük hayatımızı kolaylaştı rır”, “daha huzurlu oluruz” şeklindeki cümleler özerklik konusunda çok sık söylenir. Burada ‘huzurlu olmak’ ifadesi yerel düzeyde ihtiyaçlarına daha kolay ulaşan kişinin duygu halini belirtmek için kullanılır. ‘Huzur’ kavramı özerklik ile özdeşleştirilir. Yereli ilgilendiren herhangi bir konuda görüşüne başvurulan kişi bu durumu da “huzur” tabiriyle ifade eder. Buna göre, yaşadığı yerle ilgili olarak kendisini neyin beklediğini bilmek “huzurdur”. Özerklik kavramı, “vatandaşın yönetime daha fazla katılımı” ve “yerelin daha fazla yetkilendirilmesi” olarak algılanır. 

Bu algı biçimine önemlilik atfedilir. Yerelin daha güçlü olması ve vatandaşın sesinin daha gür çıkması “önemli” olarak yorumlanır. Bir sokağın ismi  değiştirilir ken kendisine danışılan kişi değerli olduğunu hisseder. Tersi durumda, örneğin bir görüşmecimin dediği gibi, kendisinin yalnızca “bir oy pusulası” olarak görüldüğü düşünülür. 

Görüştüğüm kişiler genel olarak özerkliğe geçilmesinin gerektiğini ama bunun “Türkiye’den kopmadan gerçekleşmesini” dile getirdiler. “Herkesin kendi yöresinde eyalet sistemine geçilsin” talebi ayrılıkçı bir talep olarak görülmemekte,  en basit ifadeyle daha fonksiyonel bir yönetime duyulan 
ihtiyaçtan ileri gelmektedir. Özellikle kamu kurumlarında Türkçenin kendisinden başka hiçbir dile alan açmayan baskın konumu “özerk yönetimler altında yerini yerel halkın diline bırakacak” şeklindeki ifadelerle açıklanır. Anlatılarda özerk yönetimler sıklıkla dil konusuyla birlikte yorumlanır. Alanda bulunduğum günler boyunca, Kürtçenin özerk yönetimler sayesinde “daha yetkin olacağı”, “dili bilen memurların çok daha fazla atanacağı”, “anadilde eğitimin önünün açılacağı” gibi cümleleri çok sık duydum. Özerk yönetimlerle Kürtçenin kamudaki yasak konumuna son verileceği düşünülmekte, bu ise bilhassa kadınları memnun etmektedir. Özellikle yaşlı kadınların genellikle Kürtçeden başka bir dil bilmemesi söz konusu memnuniyeti sağlar. Kürtlerin ağırlıklı olarak yaşadığı herhangi bir şehirde, köyünden belediyeye halletmesi gereken bir işi için gelen bir Kürt 
Türkçede kendisini yeterince ifade edemiyorsa daireler arası dolaşıp genellikle eli boş dönmek durumunda kalır. Kamuda Kürtçenin işler hale gelebilmesinin önünü açabilecek özerk yönetimler gündelik aktivitelerin daha seri ve kolay gerçekleştirilmesini sağlayacağa benzemektedir. Görüşme yapılan kişiler açısından özerk bölgeler talebinin anadilde eğitim talebiyle önemli bir bağlantısı olduğu kabul edilir. Onlara göre, Kürtçe anadilde eğitimin kreşten üniversiteye, lisansüstünden post doktora çalışmalarına kadar mümkün olabilmesinin yolu da özerklikten geçmektedir. Denilebilir ki, kimlik ve dil talepleri özerklikle ilişkilendirilerek bir arada yorumlanır. 

Özerklik kavramı bazen kimlikle ilişkilendirilerek kimliğin bir parçası olarak algılanır. Özerk yönetimlerin oluşturulması “kimliğin bulunması” gibi 
ifadelerle anlamlandırılır. Özerklik bir tür ‘tamamlanmışlık’ hali olarak yorumlanır. Kimliğinin özerklikle bağlantılı olduğunu düşünen kişi duygusunu 
“yarım kalmışlık” tabiriyle ifade eder. 
Kadın görüşmecilerim den H. ‘tamamlanmışlık’ olarak özerkliği şöyle yorumladı: 

H/I: Özerklik olmalı ki Kürt üniversiteleri kurulabilsin. Özerklik olursa, bugün Amerika’da var olan eyalet sistemi gibi bir sistem bizde de yerleşirse, Kürtler kendi kurallarını kendileri koyarlarsa, anadilde eğitimin kreşten üniversiteye kadar önünün açılması, kurumsallaşması mümkün olur. Ama yine de Türkiye’ye 
bağlıdırlar. Kürtler olarak özerkliği niye illa ki istiyoruz? Kendi kimliğimizi bulmak için. Özerklik olmayınca bir yarımız hep yarım kalıyor. Hiçbir zaman 
tamamlanamıyoruz. Hep bir yarım kalmışlık duygusu taşıyoruz. 

Farklı bir açıdan yerel yönetimler konusunu kimlikle ilişkilendirerek açıklayan ve kimliğini yaşamak ve geliştirmek istediğini söylerken “huzur” ifadesini kullanan bir başka görüşmecimin ise özerklik konusundaki yorumu şöyleydi: 

F/I: Kimliğime dilime ve kültürüme saygılı olduktan sonra beni bir Kürt kökenli de idare edebilir bir Türk kökenli de. Benim için bu sorun değildir. Şunu demek 
istiyorum yaşadığım yerde devlet benim kimliğimi, dilimi ve kültürümü geliştirmeme imkân veriyorsa idari mekanizmanın nasıl olduğu vatandaş olarak beni fazla ilgilendirmiyor. Yeter ki kimliğimle huzur içinde güvende yaşayabileyim. Beni huzursuz eden şey şu, kimliğim tanınsın ki psikolojik olarak rahat edeyim. Hakikat de bu. Kimse kimseyi kimlikler üzerinden ötekileştirme meli. Herkes birbirine saygılı olmalı. Nasıl idare edersen öyle et beni fazla ilgilendirmiyor. Kürt idare etse ne olacak Türk idare etse ne olacak? Ben kabul edilmek istiyorum. 

7.4. Anayasa: Tanınma, Adalet, Özgürlük 

Anayasa her ne kadar teknik bir konu olarak bireylerin gündelik yaşamlarından uzak bir biçimde tartışılıyor olsa da Kürtlerin Türkiye içinde deneyimlediği çok şeyde varlığını sürdürür. Genel bir ifadeyle anayasalar gündelik hayat içerisinde pek çok şeyden daha fazla görünürdür. 1980 darbesi sonrasında askeri cunta tarafından hazırlanmış olan mevcut anayasa Konya Kürtlerinin gündelik yaşamına nüfuz etmiş ve gün içinde yapılacakların çerçevesini yılları kapsayacak boyutta çizmiştir. Alanda yaptığım görüşmeler sırasında anayasa kelimesini ağzıma alır almaz görüşmecilerim tek bir ağızdan “askerden bir kurtulsun bu anayasa” diyerek sivil bir anayasaya duydukları ihtiyacı belirttiler. “Türkiye’nin askeri baskıdan zor kurtulacağını” ifade ederek yeni sivil bir anayasanın “Türkiye gibi bir ülkede çok zor bir iş” olduğundan ve kendilerini “aştığından” yakındılar. “Herkesin kendini ifade ettiği bir anayasanın mümkün olduğunu” dile getirerek yeni anayasa tartışmaları vesilesiyle “özgürce yaşayacakları bir yaşam” hayal ettiklerini söylediler. “Kenan Evren anayasası yok olmalı”, “anayasa askeri vesayetten kurtarılmalı” gibi cümleler arasında ortak olarak “daha özgürlükçü”, “herkesin eşit olduğu”, “insan haklarına saygılı”, “ayrımcılığın son bulduğu”, “adaleti ve ahlakı yüksek” gibi ifadelerle yeni anayasadan beklentilerini rahatlıkla belirttiler: 

C/M: Yeni anayasadan kimliğimin tanınmasını, vatandaşlık tanımının buna uygun hale getirilmesini bekliyorum. Dilimi ve kültürümü geliştirmem için her türlü yasal ve anayasal güvencelerin getirilmesini istiyorum. Dil konusunda mevcut 
anayasadaki sınırlayıcı hükümlerin kaldırılması gerekir. Yani Kürtçeyle eğitim yapılmasının önü açılmalıdır. 

Ş/Ö: Etnik kimliklere vurgu yapılmadan bir anayasal vatandaşlık tanımının yapılmasını istiyorum. Şuandaki durum benim kimliğimi kabul eden bir durum değildir. 

F/I: Türk Kimliliğine atıf yapılmadan yeni bir vatandaşlık tanımının yapılması en büyük beklentimdir. Başka da bir şey istemiyorum. 

H/K: Ben bir Kürt olarak şunu beklerim Kürtçenin önündeki tüm engeller kaldırılsın, kimliğim tanınsın. Ben bunu istiyorum. 

Yukarıdaki anlatıların ortaya koyduğu temel ortak görüşün temsil ettiği gibi Konya Kürtlerinin yeni anayasadan beklentisi kimlik ve dil meselelerine 
odaklanıyor. Anayasanın vatandaşlık tanımının yeniden düzenlenmesi ve Kürtçenin kullanılmasının önündeki tüm sınırlandırmaların ve yasaklamaların 
kaldırılması ortak bir talep olarak gözüküyor. Alanda ulaştığım Kürtlerde kimlik ve dil konusunda ortak bir görüşün olduğu ve anayasadan da beklentinin bu iki kavram üzerinde yoğunlaştığı tarafımdan gözlemlenmiştir. 

Alanda geçirdiğim günler boyunca kadınların erkeklere oranla konulara daha cesur yaklaştığını belirtmeliyim. Erkeklerin sorduğum sorulara verdikleri yuvarlak cevaplara karşın kadınlar fikirlerini çok daha açık bir şekilde beyan ettiler. Erkeklerin kullanmaktan çekindikleri birçok kelimeyi ifade etmekten geri durmadılar. Bu durum erkeklerin kadınlara oranla iş hayatı gibi alanlarda Türklerle çok daha fazla ilişki kurmalarından kaynaklanıyor olabilir. Özellikle orta yaş ve üzeri kadınların ise çoğunlukla ‘evde’ oluşu ve bu şekilde özel hayat alanlarında Kürtlerle daha sıkı ağlarla birbirlerine bağlanmış olmaları söz konusu cesareti besliyor olabilir. Bir diğer neden de yine özellikle orta yaş ve üzeri kadınların genellikle Kürtçeden başka bir dil bilmemelerinin ya da Türkçede kendilerini yeterince rahat hissetmemelerinin Türklerle kurulan ilişki ağını gevşetmesi olabilir. Bunlardan biri de araştırmamın son günlerinde ulaştığım bir kadın görüşmecimdi. Zamanında Danimarka’da işçilik yapmış olan, dolayısıyla Avrupa demokrasisine aşina olan, şuanda Türkiye’ye temelli dönüş yoluyla gelmiş bulunan ellili yaşlardaki kadın görüşmecim H. anayasanın kimlik tanımına şu öneriyi getirdi: 

H/I: Anayasadan herkesin haklarına saygılı, eşitliği, adaleti gözeten bir kimlik tanımı bekliyorum. Kürt, Türk, Ermeni, Laz, Çerkez herkesin kendi kimliğinin tek tek tanınmasını istiyorum. Bir sonraki cümle de bu kimlikleri bir birlik altında bir araya getirmeli. Bu kadar ben bir cahil kadınım ev kadınıyım (gülüyor). 

7.5. Ekonomik Yatırım: Bağımsızlık ve Balans 

Konya Kürtleri Türkiye’nin ekonomik sistemiyle bütünleşmiş, bariz ekonomik sorunları olmayan, büyük oranda refah ve zenginlik içinde yaşayan insanlardır. Cihanbeyli ve Kulu’nun gelişmiş köylerinin her biri (Tavşançalı, Yeniceoba gibi) adeta birer ilçeyi andırır. Son on yıl içerisinde Anadolu sermayesinin yükselişe geçmesiyle Konya’nın ekonomik olanaklarından çok daha ileri düzeyde yararlanmaya başlamışlardır. Alana çıkmadan önce beni meraklandıran en önemli konulardan biri Konya Kürtlerinin ekonomik yatırım konusunda neler söyleyeceği yönündeydi. Alanda bulunduğum süre boyunca refahın ve zenginliğin kimlik taleplerinin öne çıkarılmasında ve bu konuda bir savunma içerisinde bulunulmasında mücadelenin tersi yönünde bir etkisi olmadığına tanık oldum. Görüştüğüm kişiler için kimlikleri, dilleri ve kültürleri zenginliklerinden önce gelmekteydi. “Bir insanın en önemli ihtiyacının tanınmak olduğunu” ifade eden bir görüşmecim, “Kürtçeyi rahat konuşamıyorsam, kimliğimi bazen gizlemek zorunda kalıyorsam sahip olduğum maddi şeylerin ne önemi var ki?” diye sorarak ekonomik olanaklarının onun için ikincil planda kaldığını söyledi. Konya Kürtleri sistemle ekonomik bakımdan uyum içinde olmalarına karşılık, bölge insanında yaygın olarak bu ve benzeri düşüncelerin hâkim olduğunu söylemek yerinde olacaktır. Ulaştığım her Kürt, Kürt sorununun devletin Kürt politikasının bir sonucu olduğunu ve bu sonucu oluşturan nedenler arasında ekonomik faktörlerin son sıralarda geldiğini belirttiler. “Sizce Kürt sorununun ortaya çıkışında ekonomik faktörlerin rolü nedir?” soruma karşılık birbirleriyle hem fikir olarak sorunun esas itibariyle kimlik ve dil meselelerine dönük olduğunu belirttiler. “Yatırım ve teşvikler Kürt sorununu çözer mi” diye sorduğum bir diğer soruma ise şu cevapları verdiler: 

H/K: Tabiî ki ekonomik yatırımların gücü tartışılmaz bir etkiye sahiptir. Ancak Kürt sorununun çözümünde ekonomik yatırımların yanında kimlik ve dil 
meselesinin birlikte çözülürse yatırımlar bir anlam ifade eder. 

Ekonomik yatırımlar tek başına Kürt meselesini çözmez. Kimlik ve dil sorunu çözüldükten sonra ekonomik yatırımlar anlam kazanır. 

E/M: Kürt sorunu esasında bir kimlik sorunudur. Kimlik sorunu olduğu içinde ekonomik yatırımlar ve teşvikler tek başına bu sorunu çözemez. 

Kimlik sorunu bir şekilde çözüldükten sonra yatırımların ve teşviklerin bu sorunun kalıcı şekilde çözümüne büyük yardımı olacaktır. 

K/M: İşin özü şu kimlik ve dil sorunu çözülmedikçe diğer tüm alternatifler ekonomik yatırımlar dâhil Kürt sorununu çözemez. 30 senedir hep aynı şeyler söylendi. 

Ekonomik öncelikler konuşuldu, güvenlik önlemleri anlatıldı ama kimlik ve dil sorunu çözülmedikçe bu sorun çözülmez. 

İ/K: Sonuç itibariyle Kürt meselesi bir kimlik ve dil meselesidir. Neticede döndü dolaştı geldi kimlik ve dil sorununda takıldı. Anlaşılacağı üzere bu mesele çözüldüğü takdirde diğer meselelerde kendiliğinden çözülür. 

Yukarıdaki anlatılar Kürt sorunun çözümünde ekonomik yatırımlar ve teşviklerin önemini yadsımaksızın tek başına bu sorunu çözemeyeceğine dönüktür. Sorunun nihai çözümünde kimlik, dil ve ekonomik yatırım ve teşviklerin birlikte düşünülmesi gerekir. Alanda görüştüğüm Kürtler, Kürt sorununun yalnızca ekonomik faktörlerle ortaya çıkmadığını, sebeplerden sadece biri olabileceğini, meselenin temelinde işsizlik ve yoksulluktan öte Kürt kimliğinin ret ve inkârının yattığını ileri sürdüler. Dolayısıyla Kürtlerin kimlik ve dil konusundaki taleplerinin dikkate alınmasının öncelikli olarak yapılması gerekenler olduğunun altını çizdiler. Her ne kadar Kürt sorunu kimlik ve dil sorunu ise de aynı zamanda bölgenin ekonomik yatırım ve teşviklere ihtiyacı olduğu da belirttiler. Özetle, “kimlik ve dil meselesi çözülse dahi ekonomik yatırımlar yapılmadan sorunun kalıcı çözümünün” gerçekleşemeyeceğini, kalıcı çözüm için, “ekonomik yatırımların ve teşviklerin demokratikleşme adımlarıyla at başı yürümesi gerektiğini” dile getirdiler. Ekonomik refah ne kadar artarsa sorunun kalıcı çözümünün o denli yüksek olacağını, birinden biri eksik olduğu zaman çözümün gerçek anlamıyla sağlanamayacağını vurguladılar. Doğu Ergil’in 1995 yılında yazdığı “Doğu Sorunu: Teşhisler Ve Tespitler” adlı çalışmasında da Kürt sorununun çözümünde ve barışın kalıcı tesisinde Türkiye’nin politikası ne olmalıdır minvalindeki bir soruya deneklerin büyük çoğunluğu, Konya Kürtlerinin işaret ettiği noktayla özdeşleşen yönde, kimlik ve kültürel hakların tanınması ve demokrasinin yaygınlaştırılmasıyla ekonomik yatırım ve iş sahalarının birlikte 
ele alınıp belirli bileşimlerde uygulanması cevabını vermişlerdir (Ergil, 2009: 52-53). 

Türkiye Kürdistan’ının ekonomik bağımsızlığı Kürt sorununun çözümünün ekonomi ayağında önemli bir konu olarak göze çarpıyor. Konya Kürtleri kendi ekonomi deneyimlerinden tecrübeli olarak yatırım ve teşviklerle bir yere kadar gidileceğini, bir sonraki aşamanın kendi üretimini bağımsız olarak gerçekleştirmek olması gerektiğini vurguladılar: 

R/K: Doğuya yatırım tabi ki yapılmalıdır ama mühim olan ekonomik bağımsızlığın olmasıdır. Kürt sorununun en önemli nedenlerinden biri ekonomik bağımlılıktır. Hâlbuki bölgenin kendi kendine üretebilmesi gerekir. İnsanlar çalışmalıdır, evine bir lokma ekmek götürebilmelidir. 
Devletin bütçe ayırmasıyla çözülmez. Bu çözülürse göç vermeyi boş ver, göç alır. Bir İstanbul bir Manisa bir İzmir gibi insanlar Kürt olmadığı halde oralara 
taşınmak ister. Çünkü insanlar refah düzeyi yüksek yerleri sever. 

11 Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR



***

AÇILIMLA YAŞAMAK, GEÇMİŞTEN BUGÜNE KÜRT SORUNUNUN ÇÖZÜMÜNE DÖNÜK DEVLET POLİTİKALARININ KÜRTLER İÇİN ANLAMI BÖLÜM 9

AÇILIMLA YAŞAMAK, GEÇMİŞTEN BUGÜNE KÜRT SORUNUNUN ÇÖZÜMÜNE DÖNÜK DEVLET POLİTİKALARININ KÜRTLER İÇİN ANLAMI BÖLÜM 9


7.1. Kimlik: Dil, Kişilik, Aidiyet 

Konya Kürtleri kimliklerini öne sürerek Konya’da yaşayan farklı topluluklardan olduğu kadar Türkiye genelinden de ayrı bir halk olduklarının bilincindedirler. Kürtçe konuşmaları ve kültürel farkları onları diğerlerinden ayrı kılan özellikler olarak kabul edilip kendilerini Kürt olarak tanımlarlar. 
Günlük hayatta bir toplantıdan bir düğüne kadar kimliklerinin süreklilik arz etmesi, hem Kürtlerle hem de Türklerle kurulan ilişkilerde Kürt kimliğinin 
önemli olduğu anlamına gelir. Konya Kürtleri ait oldukları kimlik konusuyla çok yakından ilgilidirler. Kürtlerin kim olduğu ve nerede yaşadıkları konusunda somut fikirleri vardır. Bu kimlik bilinci ve birlik duygusu Kürtleri birbirleriyle birleştiren bir unsur olarak düşünülebilir. Bu unsurun Konya Kürtlerinin asimilasyona karşı şaşırtıcı bir biçimde dirençli kalmalarını sağladığı söylenebilir. Alanda ulaşılan Kürtler için kimlikleri kişiliklerinin asli unsurlarıdır. Kimliklerini hiçbir zaman gizlemediklerinin altını defalarca çizerler: 

K/M: Kürdüm diyorum. Niye gizleyeceğim! Her zaman Kürt’üm. Gizlemedik, ben şahsen gizlemedim. 

Bir diğer görüşmeci: 

İ/K: Kimliğimizi gizlemiyoruz. Hiç gizlemedik. Konya ilinde yaşadığım sürece hiçbir yerde dilimi saklamadım. 

Yukarıda ikinci görüşmecimin kimliğini gizlemediğini anlatırken “hiçbir yerde dilimi saklamadım” ifadesi etnik kimliğin sembollerinden en belirgin olanının anadil olduğunun göstergesidir. Kürt kimliğine ilişkin olarak ayırt edici özelliğin Kürtçe olduğunu anlayabiliriz. Bölgede baskı ve korku yoluyla veya gönüllü asimilasyonun bir sonucu olarak Kürt kimliğini öne çıkarmayan ya da çok az çıkaran Kürtler de bulunmaktadır. Uzun görüşmeler ve saatler sonrasında kişisel deneyimlerin kimlik oluşumundaki sürece yön verdiğine şahit olunur. Bu gibi durumlarda kimlik meseleleri “insan olmakla” açıklanmaya çalışılır. Tıpkı sekiz dokuz yıldır emlak sektöründe iş yaptığını söyleyen öncesinde kamyon şoförü olan altmış yaşlarındaki görüşmecimin ifadelerinde olduğu gibi: 

Ş/Ö: İnsan bu dünyaya gelmiştir, yaşayacak, bir müddet sonra gidecektir. Türk Kürt ne fark eder. Benim için insan olmak her şeyin üstünde. Ama bazısı için 
öyle değil. Dayatma var. Adam diyor, Kürt bu alışveriş yapma. Ben esnafım kimlikler ön planda olursa olmaz. 80’de çok baskı yaptılar. Çarşıda saklıyorduk kendimizi. 
Zafer’e (İstanbul- Taksim gibi Konya’nın meydanı) Kürtler çıkamazdı. 30’larda daha da kötüymüş. Babam anlatırdı, onun babası öteberi için köyden Konya’ya 
geldiklerinde karanlık olmadan dönmeye çalıştıklarını anlatırmış. İnönü zamanları tabi… İstanbul Caddesi’nde (esnafların ağırlıklı olarak bulunduğu bir cadde) karanlığa kalırsan adamı döverler miş. 

Türkiye gibi “milli kültür” ile homojen bir ulus yaratmaya çalışan ve tek bir kültürde tüm kimlikleri birleştiren ülkelerde etnik gruplara varlıklarını 
sürdürebilmeleri için pek fazla seçenek sunulmaz. Dışlanmak, cezai yaptırımlara uğramak ya da asimile olmaktan başka tercihleri olmayan etnik kimlikler genellikle egemen kültürü benimsemek zorunda kalırlar. Bu noktada korku unsuru kimliliğin oluşumunda ve sürdürülmesinde belirleyici nitelikte önemli bir yere sahiptir. Örneğin, maddi kayıp gibi ya da farklı nedenlere dayalı olarak ‘korkmak’ kimliğin saklanmasına ya da öne çıkarılmamasına neden olabilir. Korku çeşitli nedenlerden kaynaklanarak bir tür saklanma halini besler. Bu gibi durumlarda farklı etnik kimlikten olan bireyler için kültürel vatandaş deyimi kullanılır. Toplumu oluşturan farklı etnik grupların yok sayılarak her bireyin egemen kültürü benimsemesini vatandaş olmanın zorunlu şartı sayan ülkelerde geçerli olan “milli kültüre” atıfta bulunmak için kullanılan kavram kültürel vatandaşlıktır (Ekinci, 1997: 32). 

Kürtlerde diğer etnik gruplardan farklı olarak kendi kimliklerini yaratma ve toplumsal alana katılma sürecinin beraberinde getirdiği dil bilme ve etnik 
kültür içinde yaşama koşulu kimlik oluşumunda belirleyici değildir. Nitekim Kürt kültür ve geleneğinde yetişmeyen, Kürtçe bilmeyen Kürt gençleri Kürt 
kimliği konusunda oldukça bilinçlidirler. Öyle ki Kürtçe bilen ve Kürt kültürü içinde doğup büyüyen Kürt gençlerine kıyasla kimi durumlarda çok daha fazla 
milliyetçi refleksler verebilirler. Bu durum kimlik oluşumunda belirleyici unsurların neler olduğunu bir kez daha düşünmemizi sağlar. Anlatıların işaret 
ettiği gibi, Amerikan televizyon kültürüyle büyüyen 80 sonrası Kürt gençliği, Kürt kimliğine sahip çıkmada gösterdiği aktif katılımla, ciddi anlamda farklı bir 
kimlik oluşum sürecini beraberinde getirir. Tecrübe edilen Kürt gerçekliğinden beslenen ve bu gerçekliği Kürt kimliği oluşumuna dönüştüren, kendi kimliğini 
diğer kimliklerden koruma çabası içine giren Kürt gençleri, gündelik hayatın ve sıradan insanın politikasıyla kendinden olan ve olmayan arasında sınırlar 
çizer. Bir biçimde gündelik hayat pratikleri kimlik oluşum süreçlerine yön verir. Bir günün basit gerçeklikleri karmaşık bir sosyal süreç yaratarak Kürt gençlerinin kendilerini diğerlerinden farklılaştıran sınırlar çizmesini ve bu yolla etnik kökenini sahiplenmesini besler. Bu sahiplenme farkındalık yaratarak kimlik tasarımında gereken değerlerin bulunması ve yerine koyulmasını gerçekleştirir. Kürtlerin kimlik oluşum süreçlerine bakıldığında kişisel deneyimler çoğu zaman ortak tepkileri doğurur. Dil ve kültür gibi belirleyici unsurlar olmaksızın kimlik sahiplenilmesi literatürde pek fazla karşılaşamayacağım farklı bir durum olarak ilgimi çekti. Yani, nasıl oluyordu da Kürtçe bilmeden, Kürt gelenek ve görenekleriyle büyümeyen Kürt gençleri Kürt kimliğine sahip çıkıyor, dil ve kültür haklarını talep ediyorlardı? Bu sorunun peşinden gitmenin, kimlik oluşum süreçlerine asıl yön veren unsurların neler olabileceği konusunda bilgilendirici olması bakımından değerli olduğunu düşünüyorum. Alanda, bu konuyla son derece ilgili olarak, birbirlerini çocukluklarından beri tanıyan iki üniversite öğrencisiyle aramızda şöyle bir konuşma geçti: 

B/I: Bizim evde Kürtçe hiç konuşulmazdı. 

T/I: Bizim evde de öyle biliyorsun. 

Etnograf: Öyleyse ikinizde ki Kürtçe öğrenme merakı nasıl doğdu? 

T/I: Üniversitede başladı. Aslında çok ilginç ben Kürt sorununu üniversitede öğrendim diyebilirim. Benim ailem asimile olmuştur diyemem ama Kürtçülük de 
yaptıklarını söyleyemem. Ben lisede ya da ilk ve ortaokulda Kürt olmamdan kaynaklı hiçbir sorun yaşamamıştım. O yüzden de sorunun sıcaklığını 
hissetmemiştim. Ta ki üniversiteye kadar... Üniversitede bölge Kürtlerinden arkadaşlarım oldu. Onların hikâyeleri, yaşadıkları acılar beni uyandırdı. Ben de bir Kürt’tüm ve Kürtçe öğrenmeliyim diye düşündüm. İlk kursu da onlardan aldım (gülüyor). 

B/I: Benim merakım T. Kadar geç başlamadı ama aşağı yukarı aynı. Kürtçe bilmediğimden haliyle okul hayatım boyunca hiçbir sorunla karşılaşmadım. Ama bizim mahallede pazar meydanında Newroz kutlamaları yapılırdı. Hoş ailem katılmazdı ama ben de bir merak uyandırırdı. Benim ailem de T.’ninki gibidir. Bizde galiba kimlik çok da önemli değildi. Maddi durumumuz da iyiydi. Steril bir hayat yaşıyorduk. Ahmet Kaya olayı benim dönüm noktam oldu. Ailem Ahmet Kaya’nın yaşadıkları ve vefatı karşısında çok sarsıldı. Benim de Kürtlüğe dair bilinçlenmem başladı. Kürtçe öğrenmek istedim. İlk olarak çevremde bilenlerden öğrenmeye çalıştım ben de. Sonra Kürt tarihiyle ilgilenmeye başladım, bu günlere geldim. Kürt kimliğime sahip çıkıyorum ve bunun için elimden geleni yapıyorum. 

T/I: Biz kimliği unutturulmaya çalışılan, kimliğinden utandırılmaya çalışılan, Amerikan kültürü pompalanan bir çocukluk yaşadık ama kimliğimize sahip çıktık. 
Üstelik bunu anne babalarımızdan çok daha iyi yaptık. Onlar darbeyi yaşamışlardı, korkuyorlardı. Ama biz Kürt hareketinin güçlendiği döneme denk geldik. Daha bilinçliyiz, haklarımızı biliyoruz. 

B/I: Kesinlikle. Büyüklerimiz kol kırılır yen içinde kalır diyorlardı. Biz hayır yen içinde filan kalmaz diyor, dünyaya gösteriyor, mücadele ediyoruz. 

Etnograf: Aslında ikiniz de kimliğinizi aile ortamında değil, dışarıda keşfetmişsiniz. Bu durum sizce ikinizi aile ortamında kimliği oluşan Kürt gençlerinden nasıl ayırıyor? 

B/I: Bizim gibi gençler galiba biraz daha sertleşiyor. 

Etnograf: Ne gibi? 

B/I: Örneğin ben bazı konularda daha yöresel ailelerde büyüyen, acılara tanık olmuş, Kürtçe konuştuğu için çok çekmiş gençlerden daha sert olabiliyorum, onların verdiği tavizleri vermiyorum. Devlete karşı “yersen böyle” diyebiliyorum. 

Etnograf: Sen ne dersin? 

T/I: Bende de durum aynı. Üniversiteden bir Kürt arkadaşımla yine üniversite den bir başka arkadaşımızın evine gittik. Arkadaşımız Türk’tü. Annesi de evdeydi. 
Gülüyor, eğleniyorduk. Ben Kürtçe öğrenmeye başladığımı anlatıyordum. Öğretmenim de yanımdaki arkadaşımdı. Ben çat pat bir şeyler söyledim. 
Arkadaşım da birkaç kelime daha öğretiyordu bana. 

Kürtçe konuşmaya başladı. Derken ev sahibi arkadaşımın odaya pasta getiren annesi bize “burada Kürtçe konuşamazsınız” dedi sinirli bir şekilde. Ben 
hemen atladım “teyze ne oluyor” falan diye. Arkadaşım daha sakindi, “tamam teyze” diyebiliyordu. Ama ben kabullenemiyordum bu hareketi. O böyle konularda benden daha sakin olabiliyor. Ben sinirleniyorum O’nun sakinliği karşısında. Sanırım böyle durumları kanıksamış. 

Bu anlatı kimlik oluşum süreçlerinin bireyin hem kendi kişisel deneyimlerinden hem de başkasının özgül deneyimlerinden beslendiğini gösterirken kimlik süreçlerinde belirleyici kabul edilen dil ve benzeri öğelerin konumlarını tartışmaya açar. Kimlik oluşum süreçlerinin önüne geçmede esaslı bir eleman olarak görülen asimilasyon uygulamaları, yukarıdaki iki görüşmecimin ortaya koyduğu şekliyle bireylerin tamamını içine almazken farklı etkilerin ortaya çıkışını sağlamlaştırır. Özellikle üniversite eğitimi ‘dışarının’ kimlik oluşumuna yön veren önemli unsurlardan biri olabileceğini gösterir. 

Kimlik, ‘dışarıda’ tecrübe edilen bir dizi deneyimle bağlantılı olarak başkalarının bellek süreçlerine dâhil olur. Bu noktada üniversiteler ‘dışarı’ mekânlarının başında gelir. Örneğin, Kürtçe’nin yasaklanması gibi bir uygulama kişinin üniversite öncesi ve sonrası, yani, ‘içeride’ ve ‘dışarıda’ farklı yorumlanabilir. Ya da Kürt olmanın başka insanların deneyimlediği şekliyle farklılaşacağı yine ‘dışarıda’ görülebilir. Örneğin, kişinin kendisinin hiç karşılaşmadığı bir tepkiyle bir başkasının karşılaştığını görmesi kimliği yeniden anlamlandırmasına neden olabilir. Kimlik oluşumunun başka bir boyutu ise, günümüzde giderek daha etkili hale gelen televizyon ve internet üzerinden okunabilir. Yirmi birinci yüzyılın Kürt gençleri, milliyetçilik duygusu oluşturma ve sürdürmede uydu üzerinden yayınlar yapan televizyon kanallarından veya internetin sosyal paylaşım sitelerinden 
faydalanmaktadırlar. Anderson’un (1995) hayali cemaatleri, yazılı ve görsel medya araçları sayesinde birbirlerini hiç görmeyen insanların kendileri gibi 
diğerlerinin varlığını hayal edebilmelerini ve bu hayalle birbirlerine temas edebilmelerini sağlar. 

Devletin Türk olmayanları açıkça aşağı bir yere koyması, yoğun bir propagandayla hayli arınmış bir milli kimlik yaratması ve bunun üzerinden bir 
yaşam pratiği geliştirmesi Kürtler tarafından ötekileştirmenin ve dışlamanın mobilizasyonu olarak algılanır. Bir tehdit olarak görülen Kürt kimliği bağlantılı 
olarak Kürtlerin genelinde devlete dönük olumsuz algıları çoğaltır. Alanda yaptığım uzun sohbetlerde satır aralarından geçen cümleler ciddi anlamda 
Kürtlerin düşünsel bakımdan Türkiye’den koptuğunu sezdirir. Bu duygusal anlamda bölünme geleceğe dair umutsuzluğu besler. Bu durum, bir kimliği 
sindirme ve bastırmanın bazen grubun üyeleri açısından o ülkeye yönelik bir tür duygusal kopuşla sonuçlanacağını gösterir. Gönül kopuşunun devletten 
hala isteyebilme halini değiştirmemesi bir tür “gözdağı vermek” olarak da düşünülebilir. Toplumun kutuplaşması Kürtlerin farklılaşmasını takip eder ve 
Kürtlerin kendinden olmayana kuşkuyla bakması göze çarpar. Bu bana kimlik sorununun toplumun tamamına dönük olduğunu düşündürtüyor. Ardı ardına 
vereceğim aşağıdaki iki anlatı bu noktalara temas ediyor: 

E/M: Onu bunu bilmiyorum da şu vakitten sonra Kürt sorununun çözülmesi bizim değil, devletin yararınadır. Ben gelmişim bu yaşıma ama yeni nesil öyle mi? Benim çocuklarım şimdiden kendilerini bu ülkeye ait hissetmiyorlar. Bu ülke hakkında güzel şeyler düşünmüyorlar. Onlar da haklı. Kürt kimliğine yer 
verilmemesini boş ver aşağı bir yere konula gelmiş bu güne kadar. Eze eze ne olacak sanıyorlardı? Sonunda bu ülkenin akıllı, parlak Kürt gençlerini kaybedersin olacağı buydu. 

Bir başka görüşmeci: 

F/I: Allah beni Kürt yaratmış. Karşıma geçip de sen Türksün diyemezler bana. Kimlik hakkımızı talep edince bölücü diyorlar ya ne mantalite ama! Bölünmek sadece Misak-ı Milli sınırlarından mı ibarettir? Benim zihnim, ruhum, bedenim çoktandır bölünmüş zaten... 

Etnisite ile ilgili söylemin her ne kadar ulus-altı birimler ya da bir tür azınlık veyahut bir diğeri ile ilgili olduğu doğru olsa da çoğunluklar ve baskın 
kişiler de azınlıklardan daha az etnik değildirler (Eriksen, 2004: 16). Görüşülen kişilerin ortak kanaati üst kimliğin bir etnik grubun ismiyle tanımlanmamasının gerekliliğidir. Türk etnik kimliğinin adı başa konularak yapılan üst kimlik tanımıyla devletin diğer etnik kimlikleri kapsayıcı olamayacağı ve siyasi ve toplumsal olana entegrasyonunu sağlayamayacağı düşünülüyor. Ellili yaşlardaki emekli devlet memuru görüşmecim C/M bu konuda şunları söyledi: 

C/M: Canım neden üst kimliğimiz Türklük olacakmış? Ben Türk değilim. Bir de bazısı çıkıyor diyor ki, Türk demek etnik bir kökene vurgu yapmıyormuş, 
vatandaşlık tanımıymış. E o zaman ben diyeyim ki burada yaşayan herkes Kürt’tür. Kürt milleti ortak tanımdır etnik kimliğe vurgu yapmıyordur. Bunu kabul etmiyorsun. Çünkü biliyorsun etnik bir kimliğe vurgu yapıldığını. Sen kalkar Türk Hava Yolları, Türk Kızılayı dersen ben bu ülkede kendimi yabancı hissederim. Yani bu kurumlar Kürtlerin değil mi? Türklerin mi? Bir kere en başta devletin ismi sorunludur. Niçin Türkiye diyerek bir etnik kimliğin adı bu devlete verilsin? Ben Türkiye denmesinden rahatsızım, bu ülkede yalnızca Türkler yaşamıyor ki? Sen Türkiye Cumhuriyeti burası deyince beni yok sayıyorsun. Yalnızca Kürtleri değil diğer etnik kimlikleri de yok saymış oluyorsun. Öncelikle en başa gidelim. İlk günah orda işlendi. Devletin adı Türkiye konularak bu ülkenin Kürt sorununun fitili ateşlendi. Bana göre çözüm ilk olarak bu düğümü çözmeden geçiyor. Niçin devletin ismi Anadolu Cumhuriyeti olarak değiştirilmesin? Eğer Rumeli’den gelenler buna itiraz ediyorsa, alınıyorsa, şöyle yapılabilir Anadolu ve Rumeli 

Birleşik Cumhuriyeti neden olmasın? Kamuoyu tartışsın. 

Elli yaşındaki pratisyen hekim olan görüşmecim E/F üst kimlik konusunda şu öneride bulundu: 

E/F: Üst kimlikler etnik kimliklerin adıyla tanımlanamaz. Genellikle yaşanılan bölgenin adıyla tanımlanır ki bizimki gibi çok etnikli toplumlarda bir karşılığı olsun. Örneğin üst kimlik Anadoluluk olur. Üst kimlik Türklük olamaz. Olursa da haksızlık duygusu yaratır. 

Yukarıda ilk görüşmecim C/M’nin devletin isminin Anadolu Cumhuriyeti olarak değiştirilme önerisi Mehrdad R. Izady’i hatırlatır. Izady (1992), Mustafa 
Kemal ve arkadaşlarının Osmanlı İmparatorluğu ardılı devlete “Türkiye” yerine “Anadolu” ismini vermeyi tercih etmiş olmaları gerektiğini savunur. 

7.2. Anadilde Eğitim: Özgürlük, Öz, Kimlik 

Konya Kürtleri günlük iletişim ağları kurulurken Kürtçe ve Türkçe’yi eşzamanlı olarak konuşurlar. Konya merkezde doğup büyümüş olanlar Kürtçeye oranla Türkçe’ye daha hâkim iken köyden merkeze belli bir yaştan sonra gelenler için durum tam tersidir. Korku yoluyla veya gönüllü asimilasyonun bir sonucu olarak Kürtçe bilmeyen ya da çok az bilen, bunun yerine Türkçe konuşan az sayıda Kürt de bulunmaktadır. Merkezde ya da köylerde fark etmeksizin bölgenin Kürtleri doğumlarından itibaren Türkçe’ye bir dil olarak aşinadırlar. Konya merkezle kurulan sosyo-ekonomik ilişkiler ve Kulu ve Cihanbeyli’deki Türk nüfusuyla aktif iletişim ağları bölge Kürtlerinin küçük yaşlardan itibaren Türkçe’yle tanışmasına vesile olur. Genel olarak, bir gün içinde, güneşin doğuşundan batışına dek, gerçekleştirilmesi insan olmanın getirdiği zorunluluklardan kaynaklanan birçok iş, işlem ve faaliyette Konya Kürtleri, Kürtçe’yi ve Türkçe’yi bir arada hatta çoğu zaman iki dilin kelimelerini iç içe geçirerek konuşurlar. Örneğin, derslerde zorunlu olarak Türkçe konuşan iki Kürt öğrenci ders aralarında birbirleriyle Kürtçe konuşmaya başlar. Teneffüs sonrası derse dönüldüğünde Türkçe ve Kürtçe kelimelerin birbiriyle karıştığı veya konuşurken öğrencide tutukluluk yaptığı gözlemlenebilir. Ya da bir kamu kurumunda çalışan Kürtler daireler arasında buldukları her fırsatta kendilerini Kürtçe ifade etmekten sakınmazlar. Çalıştıkları daireye döndüklerinde kurdukları ilk cümlede iki dilin iç içe 
geçişine şahit olunabilir. Bu konuda çoğaltılabilecek örneklerin işaret ettiği üzere sayıca yüksek oranda Kürtçeyi aktif olarak konuşan Konya Kürtleri 
zorunlu olmadıkça Türkçe konuşmayı tercih etmezler. Her fırsatta Kürtçe konuşmayı tercih ediş, görüşülen kişilerin kendi dillerini benimsediğini 
göstermekle birlikte kimlik bilinciyle eklemlenebilecek bir duruma da işaret ediyor. Özellikle evlerde ağırlıklı olarak Kürtçe konuşulması sokakta 
karşılaşılan sorunları meydana getirir. Burada kullandığım sokak ifadesi, mahalle marketlerinden ilkokullara, belediyelerden özel kuruluşlara kadar çok 
geniş bir alanı kapsamaktadır. Kürtlerin iki farklı gündelik hayat dillerinin oluşu karmaşık bir sosyal süreci beraberinde getirir. Bir pratikten diğerine geçişte, lokanta tabelalarından sanal âleme, Kürtçenin aktif olmayışı özellikle Türkçe bilmeyen yaşlı kadınları zor durumda bırakır. Alanda yaptığım görüşmeler sırasında benim araştırmama kulak misafiri olan yaşlıca bir kadın yanıma yaklaşarak biraz Kürtçe biraz Türkçe bir şeyler söylemeye çalıştı. İyi 
düzeyde Türkçe bilmediği için bir yerden bir yere tek başına gitmekte zorlandığını söyledi. Genellikle çocuklarından birinin yanında ona eşlik ettiğini 
ifade etti. Eğer yalnızsa ve bir yere gitmesi ya da alışveriş yapması gibi sıradan bir rutini gerçekleştirmesi gerekiyorsa “yol boyunca sırtından ter aktığını” dile getirerek yaşadığı zorluğu belirtti. “Bir turist gibi insanları durdurarak” meramını anlatmaya çalıştığını kafasını sallayarak anlattı. 
Gözlerimin içine bakarak anlattıklarını yazmamı ve devletin bu konuya el atmasını istedi. Yaşlı kadının devletten istediği şey basit olarak dolmuş 
duraklarına, sokak tabelalarına, kısacası gündelik hayatın dokunduğu her alana Kürtçenin sirayet etmesiydi. Türkiye’nin dil gerçekliği Türkçenin lehine 
dönüşen bir takım çabaları besler ve kendi konumunu Kürtçenin üstüne koyarken Kürtler için bir yığın gündelik kaybediş yaşanır. Zihinsel üretim 
süreçlerinin Türkçeyle gerçekleştirilmesi Kürtlerin emek gücünü iki katına çıkarmaya zorlayarak zaman kaybına yol açar. Alanda görüştüğüm kişilerin 
ortak olarak ifade ettikleri gibi, “Türk çocuklar bir konuyu bir haftada kavrıyorsa, Kürt çocuklar bir ayda kavrar”. Görüştüğüm Kürtlerin büyük bir kısmı Türkçeyi yaklaşık iki senede öğrendiğini söyleyip, bu gerçeklik için fırsat eşitsizliği tanımını yaptı. Kürtçenin özel hayat alanlarındaki aktif kullanımına karşın kamusal alanın hiçbir yerinde karşılığının olmayışı Kürtleri duygusal anlamda ikiye böler. Bu ikiye bölünmüşlük halinden en çok etkilenen grup çocuklardır. Muhakeme yetenekleri belirli bir yaşa kadar yeterince olgunlaşmayan çocukların farklı mekânlarda birbirine hiç benzemeyen iki farklı dili konuşmaları bazı sorunlara neden olur. Genellikle içe kapanıklık, asosyallik, yabancılarla iletişim kuramama gibi sorunlar gözlenir. Çocuğun dilinin evde kalması ve bu dilin hayatın içinde kullanılmaması ve bir karşılığının olmaması, hatta kriminal kapsamına girmesi dil probleminin ilk ayağıdır. Kürtçe ile Türkçenin özel hayat-kamusal hayat çekişmesi çocuğun okul, öğretmen ve sınıf arkadaşları arasında 
bocalamasına ve dolayısıyla eğitim hayatına birkaç adım geride başlamasına neden olur. Alanda ulaştığım Kürtler anadilde eğitimin “ana sütü kadar hak” 
olduğunu ve uygulanabilmesi için de devlet eliyle Kürtçe eğitim veren okulların olması gereğini kendi hikâyelerinden örneklerle izah ettiler. Aşağıda 
ayrıntılarıyla yer vereceğim iki ayrı görüşmecimle gerçekleştirdiğimiz konuşmalarda görüşülen kişiler kendi hatıralarından örnekler göstererek 
anadilde eğitim sorununun hem neden hem de nasıl çözülmesi gerektiğine değindiler. Farklı iki mekânda biri erkek biri kadın iki görüşmecimle aramızda 
geçen konuşmalar şöyleydi: 

Etnograf: Anadilde eğitimle ilgili ne düşünüyorsun? 

Ş/F: Ben ilkokuldayken evde Kürtçe konuşuyordum, okulda Türkçe. Türkçe bana yabancı bir dil. Ben düşünüyordum Türkçe benim yabancı dilimdir. Hala da 
öyle derim (gülüyor), benim 3 lisanım var. İlki anadilim olan Kürtçe, diğer ikisi de yabancı dillerim: Türkçe ve İngilizce. Okulda dersler olsun ne bileyim işte roman kitap filan okumalar olsun, benim bilmediğim bir dilde anlamamı istiyorlardı. Benim çocuk dünyam Kürtçeydi. Anlayacağım dünya Kürtçeydi. Hani diyorlar ya Kürtçe mi rüya görürsün. Evet. Rüyalarım Kürtçedir. Hayallerim Kürtçedir. Tabi ben o zaman köydeydim. Cihanbeyli’de okula gidiyorum. Köyde tamamen Kürtçe konuşuyoruz. 

Okulda da Türkçe konuşmamı istiyorlar. Türkçe bilmediğim için öğretmen beni azarlıyor filan. Hatta Kürtçe konuştuğum için gözlerinden beni küçük 
gördüğünü anlardım. Öğretmenlerin hepsi değil ama bazısı böyleydi. Ondan sonra sabahları andımız okutuyorlar falan işte istiklal marşı okutuyorlar. Gene 
ondan sonra bir gün öğretmen bana Türkçeyi güzel konuşamıyorum diye nutuk attı. Çok ağladım. Eve gidene dek ağladım. Unutmam o günü. Öğretmenler 
böyle olmamalı. Sevecen olmalı sevdirmeli. Çünkü o zaman içinde kin doğuyor, büyütüyorsun kini. O yüzden anadilde eğitim şarttır. Benim bu yaşadıklarım utançtır. 
Bunlar yaşanmamalı. Öğretmenler eğitilmelidir. Çocuk devletten korkmamalı, öğretmenden korkmamalı. Sadece bana değil benim sınıfımda Kürt çocuklar 
benzerlerini yaşadılar. Sınıfımızda Türkler de vardı. Cihanbeyli de Türk de vardır biliyorsun. Biz kelimeleri doğru telaffuz edemeyince onlar da bize gülerdi. Bu 
sefer onlara da öfke duyuyorsun. Oysa anadilde okusan karşılıklı anlayış sahibi olursun. Öfkeler kinler birikmez. Ben diyorum ki Kürt Okulu da olsun Türk Okulu da. 

Kürtçe eski bir dildir. Hem kadim bir dildir hem çok özel güzel bir dildir. Türkler çok şey kaçırıyorlar. Nasıl biz Türkçe öğrendik, Türkler Kürtçe öğrenmelidir. 
Etnograf: Şu soruluyor sen ne dersin, Kürtçe anadilde eğitim alınırsa üniversiteye nasıl girilecek? Sonra, Kürtlerle Türkler birbirinden uzaklaşacak diyorlar sence öyle olur mu? 

Ş/F: İkisi de, hem Kürtçe hem Türkçe öğrenilebilir. 
Ben hatırlıyorum, hala da öyledir galiba, hatta çoğalmıştır belki de daha küçük yaşa inmiştir, ben ilkokuldayken merkez okullarda İngilizce dersi vardı. 10-11 yaşında İngilizce öğrenmeye başlanıyordu. İngilizce öğrenince sorun olmuyor Türkler için de Kürtçe öğrenince mi sorun oluyor? Hem deniyor ki “kardeşiz” hem de “kardeşin” dili yasak oluyor. Türkler Kürtçe öğrensin görelim o zaman uzaklaşma olur mu? Bence olmaz. Hani seçmeli ders falan mevzusu var ya o dersi Türklere okutsunlar, Kürtlere de Türkçe seçmeli ders olsun. O zaman birbirimize uzaklaşma değil yakınlaşma yaşarız. İnsanlar birbirinin dilini öğrensin. Türkler Kürtçeyi öğrensin. Benim Türk arkadaşlarım var. Türk öğretmenler Kürtçe öğrensin. Sadece ilkokul değil ki, anadilde eğitimin bütün eğitim hayatı boyunca olması gerekir. Üniversitede de Kürtçe eğitim olacağından bal gibi de gidilir. Ha ama Türkçe de öğrenilebilir. Kendi dilinle eğitim görmelisin. Ama bir Kürt, tabi isterse, hiçbir zorlama olmadan Türkçe öğrenebilir. Ama kesinlikle zorunluluk olmamalı. Türk de Kürt de birbirinin dilini öğrenirse onun yararına olur. Sonuçta bir dil öğreniyorsun. Diyorum ya bir yabancı dil daha ekliyorsun CV’ne (gülüyor). 

Etnograf: Anadilinde eğitim almış olsaydın senin hayatında neler farklı olurdu? Kürtçe anadilde eğitimin önü açılırsa Kürtlerin hayatında nasıl bir değişiklik yapar? 

Ş/F: Çok büyük değişiklikler yapar. Anadilde yaşanırsa insanlar rahat eder. Benim içinse eğer ben Kürtçe okusaydım okulu daha çok severdim. Kesinlikle daha çok severdim. Okula istemeye istemeye gidiyordum. Çünkü derslerde geriliyordum. Öğretmen beni tahtaya kaldırmasın istiyordum. Ama Kürtçe eğitim alsaydım daha relaks olurdum. Dersleri her şeyi daha iyi anlardım. 

Arkadaşlarımı severdim. 

Yani biz çok memnun oluruz anadilde eğitim hakkı olursa. Herkes eşit olmalı. Kürt okulları da olmalı, Türk okulları da olmalı, Arap okulları da hepsi olmalı. 
Irkçı düşünmemek gerekir. Bir de şu gerçek var, siz bu halka ne yaparsanız yapın, hangi baskıları uygularsanız uygulayın, asimile olmuyorlar. 

Bunu görmek lazım. Kürtler tüm baskılara, işkencelere rağmen hiçbir zaman dilinden, kültüründen, kimliğinden vazgeçmemiştir. Yani kendi özünden kopmamıştır. Kürtler dilinden vazgeçmez bunu görmek lazımdır. Bu sorun çözülmek isteniyorsa şimdilerde barış görüşmeleri yapılıyor ya başta anadilinde yaşama hakkının artık kesin olarak tanınması lazım. 

İkinci görüşmecimle yaptığımız konuşma da şöyleydi: 

Etnograf: Anadilde eğitimle ilgili ne düşünüyorsun? 

B/M: Biliyorsun seçmeli ders meselesi var. Kürt çocukları için Kürtçe nasıl seçmeli ders olsun? Anadilde eğitimin olmayışı psikolojik travma yaratıyor. Bu 
düpedüz faşizm adını koymak gerekir. Sorman bile zül elbette Kürtçe anadilimde eğitim istiyorum. Kürtçe’nin herkesin konuştuğu bir dil olmadığını okula başlayınca anladım. Oysa Kürtçe okul öncesinde benim için en doğal dildi. Okula başlayınca diyorlar ki konuştuğun dil yasak, konuşamazsın. Ne hakkınız var? Kimsenin bu dili yasaklamaya hakkı yok. Bende travma yarattı. Öğretmenin beni sevmediğini hissediyordum. İlkokulda öğretmenlerin gözde öğrencileri olur. Benim gibi Kürt bir aileden gelen şivesi olan öğrenciler gözdelik statüsüne sahip olamazlar. Sınıfta kendime güvensiz olurdum. Hatırlıyorum teneffüslerde sınıftan çıkmazdım. Diğer öğrencilerle kaynaşamazdık. Kaynaşamazdık diyorum çünkü benim gibi olan diğer Kürt çocuklar da vardı. Belki ben biraz daha şanslıydım. Benim okulumda çok Kürt çocuk vardı. Ama bir de olmayanları düşün. Onlar daha çok travma yaşıyorlar, kendilerini tırnak içinde öteki hissediyorlar. Bizim Türklerle aramızdaki mesafeyi kapatmak için daha çok çalışmamız gerekiyor. Bu fırsat eşitsizliğidir. Sosyal devlet anlayışının tersidir. 

Etnograf: Ne yapılmalı sence? 

B/M: Önce anadilde eğitim için yasal zemin sağlanmalı, güvence altına alınmalı. İzledin mi iki dil bir bavulu? 
Öğretmenler özellikle Kürdistan’a gönderilirken Kürtçe öğrenmeliler. Öğretmenler öğretemiyorlar bunun suçunu çocuklar ödüyor. Türk öğretmenler anadilde eğitime destek versinler. Onların da yararına olacaktır. Kürtçe bilmeyen öğretmenleri Kürt köylerine yolluyorlar. Hem öğretmene hem çocuklara yazık. Kürt köylerine Kürt öğretmenler yollanmalı. 

Etnograf: Psikolojik travma yaşadım diyorsun, açar mısın bunu biraz? 

B/M: Evet. Ben Kürtçe biliyordum. Türkçeyi okulda geliştirdim. Ama bizim evde hem Kürtçe hem Türkçe konuşulurdu. Abim vardı benden büyük. O Türkçe 
biliyordu. Annemle babam da Türkçe konuşurlar. Yani bizim evde karışıktır. Annem ev hanımı olduğundan onun Türkçesi yarım yamalaktır. Bir cümle düşün beş kelimenin üçü Kürtçe ikisi Türkçe filandır (gülüyor). Ben kulak aşinalığından herhalde Türkçeyi diğerlerine oranla çabuk öğrendim. Ama dediğim gibi öğrenirken psikolojik travma yaşadım. Şöyle anlatayım, düşün ki okulda sen hiç bilmediğin bir kültürle karşılaşıyorsun. Bu kültür bundan sonra senin kültürün olacak diyorlar. Daha kötüsü senin kültüründen kötü bahsediyorlar. Tu kaka ilan ediyorlar. Kültür eşittir dil olunca, bu ilan dilinle başlıyor. Okuldan sonra eve geliyorsun, evimde başka bir kültürle yaşıyorum. Bocalıyorsun ilkin. Büyüyünce anladım ben bazı şeyleri. Çocukken bazen ailene de kızabiliyorsun. Çünkü öğretmen sınıfta sana Türk öğrencilerden farklı bir muamele yapıyor. Türkçe kelimeleri düzgün telaffuz edemeyince önce öğretmen beni azarlardı sonra tüm sınıf bana gülerdi. Suratım kıpkırmızı olurdu. Ama ertesi gün yine aynı sınıfa gidip aynı öğretmeni görmek zorunda olduğumu da biliyordum. Bu şartlarda dersi sevmiyorsun. Öğretmen soru sorardı, tahtaya kaldırırdı. Herkes parmaklarını kaldırırken ben saklanırdım. Öğretmen de bilircesine onca parmağı görmez beni tahtaya kaldırırdı. Veli toplantıları da en güzel örnektir. Öğretmenler velilere farklı muamele yaparlar. Kürt annelerini azarlarlar. Annesi bu muameleyi gören çocuğun ne hissedeceğini sen düşün. Öğretmenimi hiç mi hiç sevmiyordum. Oysa özellikle ilkokulda öğretmeni sevmek çok önemlidir. 

10 CU BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR


***