9 Kasım 2020 Pazartesi

28 ŞUBAT 1997 ASKERİ DARBESİ VE TÜRK EĞİTİM SİSTEMİNE ETKİLERİ., BÖLÜM 24

28 ŞUBAT 1997 ASKERİ DARBESİ VE TÜRK EĞİTİM SİSTEMİNE ETKİLERİ., BÖLÜM 24


Cumhuriyet Tarihi, Demokrasi, Darbe, Post Modern Darbe, Eğitim, 28 Şubat 1997 Askeri Darbesi,İsmail GÜLMEZ, Yrd. Doç. Dr. Yavuz ÖZDEMİR,
Aczimendi, Fadime Şahin, Fadıl Akgündüz , Hüsamettin Cindoruk, Mesut Yılmaz, 



4.6.3. 406 Sayılı MGK Kararı ve Yaşanan İmza Krizi 

Başbakan Necmettin Erbakan, 18 maddelik bildiriyi hemen imzalamadı. “Biraz 
daha üstünde çalışalım” dedi ve toplantı salonundan çıktı. Buna rağmen MGK Basın bildirisi medyada dağıldı ve adeta kıyamet koptu (Birand-Yıldız, 2012, s.214). Tarihi MGK Toplantısı’ndan bir gün sonra, henüz imzalanmamış olan MGK tavsiye kararlarının yazılmasında da, Hükümet ile MGK askeri kanadı arasında anlaşmazlık çıkmıştı. Hükümet cephesi bazı ifadelerin yumuşatılması ve bazılarının ise tavsiye kararlarından çıkarılması için çaba gösterirken (Kazan, 2013, s.272) basın ve medya organları da boş durmuyor, zaten tansiyonu yüksek olan siyaset ve kamuoyu atmosferini daha da gergin hale getiriyorlardı. 

. “Erbakan 20 Maddeyi Onaylamadı.” (1 Mart 1997 Basın ) 
. “Çiller, MGK Genel Sekreteri Orgeneral İlhan Kılıç ve Askeri Kanadın Hazırladığı 20 Maddelik Tavsiye Taslağını Görüştü.” (1 Mart 1997 Basın) 
. “Başbakan Necmettin Erbakan, MGK Gn. Sekr. Org. İlhan Kılıç ile Görüşerek 20 Maddelik Tedbirler Paketine İtirazlarının İletti.” ( 3 Mart 1997 Basın) 
. “MGK Gn. Sekr. Org. İlhan Kılıç, Başbakan Erbakan’ın İtirazları Üzerine Tedbirler Paketini Çankaya Köşkü’ne Götürerek Demirel’le Görüştü.” (5 Mart 1997 Sabah) 
. “Askeri Yetkililer: “Barajı Kapağı Açıldı, Sular Akıyor, Geriye Dönüş Yok” dedi. (5 Mart 1997 Gözcü). 

Bütün bu tartışmalı ve gergin siyaset atmosferi devam ederken basın ve medya 
kuruluşları da boş durmuyor idi. Artık bütün gözler Başbakan Erbakan’ın üzerine 
çevrilmişti. Akıllarda ki tek soru Başbakan Erbakan’ın bildiriyi imzalayıp 
imzalamayacağıydı? Necmettin Erbakan, MGK Toplantısı hakkında ki görüşlerinin 
bildirmiş ve toplantıyı yorumlamıştı. Ancak Başbakan Erbakan’ın açıklamaları siyaset ortamını tatmin etmemiş olmakla beraber siyaset ortamının gergin havası ve yüksek tansiyonunu da düşürmemişti. Siyaset boşluk kaldırmazdı. Bütün bu gelişmeler sonucunda artık iyice zor durumda kalan Başbakan Erbakan, zaman kazanmak istiyordu. Siyaset ortamı bu şekilde ilerlerken MGK Genel Sekreterliği beklenmedik bir açıklama yaptı; “Kararlar uygulanmaz ise yaptırımlar gelir” dedi. Bu açıklama açık bir uyarı niteliğinde olmakla beraber askeri kanat hükümete adeta meydan okuyordu. 

Bildiriyi imzalamamakta ısrar eden Başbakan Erbakan, diğer parti liderlerinden yardım istedi. Demokrasi adına MGK Kararlarına birlikte karşı çıkmayı önerdi. Ne de olsa demokrasilerde asker, seçmenin oyu ile işbaşına gelmiş sivil bir hükümete dikta edemezdi. Ancak Başbakan Erbakan, aradığı desteği bulamadı (Birand-Yıldız, 2012, s.216). 

ANAP Lideri Mesut Yılmaz, Başbakan Erbakan’ın kendisini ziyareti sonrasında 
gazetecilere: “Kendisine aynen şöyle söyledim, eğer hakikaten böyle düşünüyorsanız bunu söyleyeceğiniz yer üyesi olduğunuz MGK idi. Orada mutabık olmadığınız görüşleri gelip benimle paylaşmanızın fazla anlamı yoktur” dedim. 
Başbakan Erbakan’ın ziyaret ettiği ikinci lider ise DSP Genel Başkanı Bülent 
Ecevit’ti. Oda Başbakanla yaptığı görüşme sonrasında Erbakan’a “Ya bu devleti temel unsurlarıyla başta laiklik olmak üzere, demokrasi olmak üzere, temel unsurlarıyla içinize sindirmeniz gerekir ya da şu aşamada bunu yapmayacak durumdaysanız bir süre hükümetten uzaklaşmayı göze almanız gerekir” dedi (Birand-Yıldız, 2012, s.216). 

MGK Bildirisi artık bu ziyaretler sonrasında imza bekliyordu. Askerde sinirler 
iyice gerilmeye başlamıştı. Genelkurmaydan yapılan açıklama ise “Erbakan’la uyum içerisinde değiliz! Şeklinde ki açıklaması ortamın daha da gerginleşmesini sağlamıştı. 
Bütün gelişmeleri iyice değerlendiren Başbakan Erbakan, artık zor durumda idi. Ancak rantiyeci medya yine gerçeği saptırarak, Erbakan’ın kararı, sanki askerlerin önerdiği 20 maddelik haliyle imzaladığı şeklinde haberleri yayınlıyorlardı. Hürriyet: “Aynen İmzaladı”, Milliyet: “Hoca İmzaladı”, Sabah: “Paşa Paşa İmzaladı” (Kazan, 2013, s.273) vb. haber başlıkları ile adeta Başbakan Erbakan üzerinde psikolojik baskı oluşturuyorlardı. Bu durum karşısında Başbakan Erbakan, ortada böyle bir durum yok, medya olayları yanlış yansıtıyor şeklinde açıklamalar yapıyordu. Bu yaşanan olaylar karşısında Başbakan Erbakan zor durumdaydı ve beklenen haber gelmişti; “MGK Kararları, yumuşatılmadan imzalamam diyen Erbakan’ın inadı üç gün sürdü. Başbakan Erbakan, muhalefetten umduğunu bulamayınca, kararı imzalamak zorunda kaldı. İmzalan karar 20 maddelik askeri önerinin aynısı.” (6 Mart 1997 Sabah) 

Bu olay karşısında, hem RP’ye oy veren 6 milyon seçmen, hem RP birçok 
milletvekili, basında çıkan bu haberler yüzünden büyük bir tedirginlik içerisinde idi. Ancak Refah camiası imzalanan metnin aslını öğrenince, Erbakan Hoca’nın dirayetini bir defa daha takdirden kendilerini alamıyorlardı (Kazan, 2013, s.273). 
28 Şubat'taki MGK zirvesinde alınan, 5 gün süreli imza sıkıntısına yol açan ve 
sonunda Başbakan Necmettin Erbakan'ın imzalamasıyla sonuçlanan 406 sayılı MGK Kararı'nın tam metni şu şekildedir (Özgan, 2008, s.79). 

28 Şubat 1997 Tarihli ve 406 Sayılı MGK Tavsiye Karar Metni: 

1. MGK, 28 Şubat 1997 günü Sayın Cumhurbaşkanı Başkanlığında Başbakan, 
Genelkurmay Başkanı, Dışişleri Bakanı ve Başbakan Yardımcısı, Milli Savunma 
Bakanı, İçişleri Bakanı, Kuvvet Komutanları, Jandarma Genel Komutanı ve MGK 
Genel Sekreteri'nin iştirakleri ile aylık olağan toplantısını yapmıştır, 
2. Kurul'un bu toplantısında, esasları ve nitelikleri Anayasada belirlenmiş, Atatürk 
milliyetçiliğine bağlı, demokratik, lâik ve sosyal hukuk devletimizi ve Cumhuriyet 
rejimimizi yıkmak, onun yerine bir siyasal dini düzen kurmak amacıyla yürütülen 
yıkıcı faaliyetler ve yapılan beyanlar ile bunların oluşturduğu tehdit ve tehlikeler 
gözden geçirilerek değerlendirilmiştir. 
3. Yapılan bu değerlendirmeler sonucunda; 
a. Ülkemizde şeriat hukukuna dayalı bir İslâm Cumhuriyeti kurmayı hedefleyen 
grupların, Anayasanın tanımladığı demokratik, lâik ve sosyal hukuk devletimize 
karşı çok yönlü bir tehdit oluşturduğu, 
b. Cumhuriyet ve rejim aleyhtarı aşırı dinci grupların lâik ve anti lâik ayırımı ile 
demokratik, lâik ve sosyal hukuk devletini güçsüzleştirmeye yeltendikleri, 
c. Türkiye'de lâikliğin sadece rejimin değil, aynı zamanda demokrasinin ve toplum 
huzurunun da teminatı ve bir yaşam tarzı olduğu, 
d. Devletin yapısal özünü oluşturan sosyal hukuk devleti ve adalet ilkeleri 
anlayışından vazgeçilemeyeceği, yasalar göz ardı edilerek yapılan çağ dışı 
uygulamaların takipsiz kalmasının hukukun üstünlüğü ilkesiyle bağdaşmayacağı 
hususlarında görüş birliğine varılmıştır. 
4. Bu görüş ve değerlendirmeler sonucunda; 
a. Türkiye'de Şeriat hukukuna dayalı bir İslam Cumhuriyeti kurmayı amaçlayan 
aşırı dinci grupların, demokratik, lâik ve sosyal hukuk devleti olan 
Cumhuriyetimize karşı oluşturdukları çok yönlü tehdidin önlenmesi amacıyla; 
EK-A'daki tedbirlerin kısa, orta ve uzun vade içerisinde alınmasının Bakanlar 
Kurulu’na bildirilmesine, 
b. 2945 Sayılı MGK ve MGK Genel Sekreterliği Kanununun 9’ncu maddesine 
uygun olarak, MGK Genel Sekreterliği tarafından; EK'te belirtilen tedbirlere 
ilişkin Bakanlar Kurulu Kararları ile Bakanlar Kurulu Kararı haline 
getirilmeyen uygulamaların, sonuçları hakkında belli süreler içerisinde 
Başbakan, Cumhurbaşkanı ve MGK'na bilgi verilmesi kararlaştırılmıştır (TBMM, 2012, s.1041). 

4.6.4. Tarihi 28 Şubat Kararları 

 Refah-Yol Hükümeti’nin kurulmasının ardından Hükümet ve Genelkurmay 
Başkanlığı arasında ki siyasi tansiyon her geçen gün artarak devam etmekteydi. 
Yaşanan bu gerginlik ve huzursuzluk atmosferi, 28 Şubat 1997 tarihinde yapılan MGK toplantısında zirveye çıktı. Tarihi MGK ile Başbakan Necmettin Erbakan'ın 
Başbakanlığındaki 54. Hükümet arasında yapılan toplantının sonrasında alınan kararlar Türk siyaset tarihine "28 Şubat Kararları" olarak geçmiştir. Radikal dinci faaliyetlere ve irtica tehdidine ilişkin MİT raporunun ele alındığı toplantıdan sonra alınan kararlar için bir çeşit "Sivil Muhtıra" yorumu yapılmıştır. 28 Şubat 1997 tarihli MGK toplantısında “İrticayla Mücadele” konusu gündeme alınmış ve uzun süre tartışılmıştır. 
MGK sonrasında alınan 18 tedbirden oluşan 406 sayılı Karar’ın alınması öncesinde ve sonrasında gelişen (TBMM, 2012, s.927) olaylar uzun süreli bir olgunun ürünü olarak hala bugünde tartışılmaktadır. 28 Şubat 1997’de toplanan MGK, Refah-Yol 
Hükümeti’ne 18 maddelik bir muhtıra vermiş olmakla beraber MGK irticayı düzene karşı en önemli tehdit olarak değerlendirmiş, bir dizi önlem alınmasını istemiştir (Özgan, 2008, s.76). 
“MGK’nın 28 Şubat 1997 Tarih ve 406 Sayılı Kararına Ek-A (Rejim Aleyhtarı 
İrticai Faaliyetlere Karşı Alınması Gereken Tedbirler) 
1. Anayasamızda Cumhuriyetin temel nitelikleri arasında yer alan ve yine 
Anayasanın 4'üncü maddesi ile teminat altına alınan “Laiklik ilkesi” büyük bir 
titizlik ve hassasiyetle korunmalı, bunun korunması için mevcut yasalar hiçbir 
ayrım gözetmeksizin uygulanmalı, mevcut yasalar uygulamada yetersiz 
görülüyorsa yeni düzenlemeler yapılmalıdır. 
2. Tarikatlarla bağlantılı özel yurt, vakıf ve okullar, devletin yetkili organlarınca 
denetim altına alınarak Tevhidi Tedrisat Kanunu gereği MEB’e devri 
sağlanmalıdır. 
3. Genç nesillerin körpe dimağlarının öncelikle Cumhuriyet, Atatürk, Vatan ve 
Millet sevgisi, Türk Milletini çağdaş uygarlık düzeyine çıkarma ülkü ve amacı 
doğrultusunda bilinçlendirilmesi ve çeşitli mihrakların etkisinden korunması 
bakımından; 
a. 8 Yıllık Kesintisiz Eğitim, tüm yurtta uygulamaya konulmalı. 
b. Temel eğitimi almış çocukların, ailelerinin isteğine bağlı olarak, devam 
edebileceği kuran kurslarının MEB sorumluluğu ve kontrolünde faaliyet 
göstermeleri için gerekli idari ve yasal düzenlemeler yapılmalıdır. 
4. Cumhuriyet rejimine ve Atatürk İlke ve İnkılaplarına sadık aydın din adamları 
yetiştirmekle yükümlü, Milli Eğitim kuruluşlarımız, Tevhidi Tedrisat Kanununun 
özüne uygun ihtiyaç düzeyinde tutulmalıdır. 
5. Yurdun çeşitli yerlerinde yapılan dini tesisler belli çevrelere mesaj vermek 
amacıyla gündemde tutularak siyasi istismar konusu yapılmamalı, bu tesislere 
ihtiyaç varsa, bunlar Diyanet İşleri Başkanlığı'nca incelenerek mahalli 
yönetimler ve ilgili makamlar arasında koordine edilerek gerçekleştirilmelidir. 
6. Mevcudiyetleri 677 Sayılı yasa ile men edilmiş tarikatların ve bu kanunda 
belirtilen tüm unsurların faaliyetlerine son verilmeli, toplumun demokratik, 
siyasi ve sosyal hukuk düzeninin zedelenmesi önlenmelidir. 
7. İrticai faaliyetleri nedeniyle YAŞ Kararları ile TSK’dan ilişkileri kesilen 
personel konusu istismar edilerek TSK’yı dine karşıymış gibi göstermeye çalışan 
bazı medya gruplarının silahlı kuvvetler ve mensupları aleyhindeki yayınları 
kontrol altına alınmalıdır. 
8. İrticai faaliyetleri, disiplinsizlikleri veya yasa dışı örgütlerle irtibatları 
nedeniyle TSK’dan ilişkileri kesilen personelin diğer kamu kurum ve 
kuruluşlarında istihdamı ile teşvik unsuruna imkân verilmemelidir. 
9. TSK aşırı dinci kesimden sızmaları önlemek için mevcut mevzuat çerçevesinde 
alınan tedbirler; diğer kamu kurum ve kuruluşları, özellikle üniversite ve diğer 
eğitim kurumları ile bürokrasinin her kademesinde ve yargı kuruluşlarında da 
uygulanmalıdır. 
10. Ülkemizi çağdışı bir rejimden ve din istismarının sebep olabileceği muhtemel bir çatışmadan korumak için, İran İslam Cumhuriyeti’nin ülkemizdeki rejim 
aleyhtarı faaliyet, tutum ve davranışlarına mani olunmalı, bu maksatla İran’a 
karşı komşuluk münasebetlerimizi ve ekonomik ilişkilerimizi bozmayacak, fakat 
yıkıcı ve zararlı faaliyetlerini önleyecek bir tedbirler paketi hazırlanmalı ve 
yürürlüğe konulmalıdır. 
11. Aşırı dinci kesimin Türkiye’de mezhep ayrılıklarını körüklemek suretiyle 
toplumda kutuplaşmalara neden olacak ve dolayısıyla milletimizin düşmanca 
kamplara ayrılmasına yol açacak çok tehlikeli faaliyetler yasal ve idari yollarla 
mutlaka önlenmelidir. 
12. T.C. Anayasası, Siyasi Partiler Yasası, Türk Ceza Yasasına ve bilhassa 
Belediyeler yasasına aykırı olarak sergilenen olayların sorumluları hakkında 
gerekli yasal ve idari işlemler kısa zamanda sonuçlandırılmalı ve bu tür 
olayların tekrarlanmaması için her kademede kesin önlemler alınmalıdır. 
13. Kıyafetle ilgili kanuna aykırı olarak ortaya çıkan ve Türkiye'yi çağ dışı bir 
görünüme yöneltecek uygulamalara mani olunmalı, bu konudaki kanun ve 
Anayasa Mahkemesi kararları taviz verilmeden öncelikle ve özellikle kamu 
kurum ve kuruluşlarında titizlikle uygulanmalıdır. 
14. Çeşitli nedenlerle verilen, kısa ve uzun namlulu silahlara ait ruhsat işlemleri 
polis ve jandarma bölgeleri esas alınarak yeniden düzenlenmeli, bu konuda 
kısıtlamalar getirilmeli, özellikle pompalı tüfeklere olan talep dikkatle 
değerlendirilmelidir. 
15. Kurban derilerinin, mali kaynak sağlamayı amaçlayan ve denetimden uzak rejim aleyhtarı örgüt ve kuruluşlar tarafından toplanmasına mani olunmalı, kanunla verilmiş yetki dışında kurban derisi toplattırılmamalıdır. 
16. Özel üniforma giydirilmiş korumalar ve buna neden olan sorumlular hakkında 
yasal işlemler ivedilikle sonuçlandırılmalı ve bu tür yasa dışı uygulamaların 
ulaşabileceği vahim boyutlar dikkate alınarak, yasa ile öngörülmemiş bütün özel 
korumalar kaldırılmalıdır. 
17. Ülke sorunlarının çözümünü "Millet Kavramı Yerine Ümmet Kavramı" bazında 
ele alarak sonuçlandırmayı amaçlayan ve bölücü terör örgütüne de aynı bazda 
yaklaşarak onları cesaretlendiren girişimler yasal ve idari yollardan 
önlenmelidir. 
18. Büyük Kurtarıcı Atatürk'e karşı yapılan saygısızlıklar ve Atatürk aleyhine 
işlenen suçlar hakkındaki 5816 sayılı kanunun istismar edilmesine fırsat 
verilmemelidir.” 

406 sayılı Karar’ın eki olan bu yazı, toplantının ertesi günü basın-yayın organlarında da yayımlanmıştır (TBMM, 2012, s.1042-1044). 
MGK toplantısından çıkan maddeler Refah-Yol Hükümeti üzerinde soğuk duş 
etkisi yaratmıştı. Bu kati ve uygulanması zorunlu maddeler bir nevi Refah-Yol 
hükümeti için sonun başlangıcıydı. Nitekim bu toplantıdan sonra çıkan kararların iyi bir şekilde uygulanmaması, Refah-Yol Hükümeti etrafındaki çemberin daha da daralmasına neden olacaktı (Özer, 2011, s.84). 
Başbakan Erbakan, 1 Mart 1997 tarihinde partisini İl Başkanları toplantısında 
8,5-9 saat süren tarihi MGK Toplantısını değerlendirdi. Başbakan Erbakan, 
değerlendirmesinde: “Dün, anayasal kuruluşundan bu yana MGK ilk kez 9 saatlik bir çalışma yapmıştır. Bu bir rekordur. Dünkü çalışmamızdan memnuniyetimizi ifade etmek istiyorum. Bütün meselelerde görüş birliğinde olduğumuzu gördük. Böylece bir kısım medya balonlarının da nasıl söndüğünü gördük. Son günlerde suni olarak gündeme getirilmiş olan bölücü faaliyetler de, MGK’da enine boyuna görüşülmüştür. Yazılmış olan bildirilerdeki açıklamalar çok dikkat çekicidir. Önce bir defa güvenlik, huzur ve toplumsal barış her şeyden önemlidir. Bundan dolayıdır ki, Cumhuriyet aleyhtarı yıkıcı ve bölücü gruplar, ülkeyi laik ve anti laik ayrımlarıyla demokratik ve sosyal hukuk devletini güçsüzleştirmeye matuf son günlerde yapılmış olan faaliyetlerin hepsinin yersiz olduğuna, bu suni faaliyetlerle ülkemize hizmet edilmediğini, bu huzursuzluğu meydana getiren ayrımcı, bölücü faaliyetlere derhal son verilmesi lazım geldiği üzerinde durulmuştur ve bilhassa şu bulunmuş olduğumuz Türkiye’de ki demokrasiye gölge düşürecek beyanlar, izanlar ve görüntüler verilmesinin fevkalade yanlış olduğu konusunda kurul üyeleri tam bir görüş birliği içindedir” şeklinde açıklamalarda bulunmuştur. 

MGK’nın temel gündemi ve alınan kararların birçoğu irtica tehdidi ve şeriat ile 
ilgiliyken Başbakan Erbakan konuşmasında, MGK Kararlarının değerlendirmesinde 
daha çok terör olayları üzerinde durmuş ve toplantının bu konu üzerinde yoğunlaştığı gibi bir imaj oluşturmuştur. Tabi kapalı kapılar ardında kendi partisinin üyelerini uyarmayı unutmamıştır. Onlara “Olanı biteni biliyorsunuz, artık bir şey söylememe gerek yok. Yaptığınız çalışmalarınızda lütfen daha dikkatli olun. Giyiminize kuşamınıza dikkat edin. Her doğru her yerde söylenmez. İçinizde bir şey varsa tek başınıza ıssız bir yere, ormana gidin ve ağaçlara bağırın” ikazında bulunmuştur (Aksoy, 2000, s.206-207). 

Bütün bu yaşanan gelişmeler siyasetteki tansiyonu daha da yükseltmekle beraber 
Hükümet ve TSK arasındaki gerilim iyice artmış ve post-modern darbe söylemleri 
ortaya çıkmaya başlamıştır. Yaşanan bütün bu gelişmeler ile beraber, bu olayda TSK mektup ve silah kullanmamıştı onun yerine basını kullanmıştı. Bu yaşananlar askeri müdahalenin yeni bir şekliydi (Bayramoğlu, 2001, s.114). Tabi askerler ve askeriyeye yakın kesimler bunun kesinlikle bir post-modern darbe olmadığını öne sürüyorlardı örneğin Hulki Cevizoğlu’nun; Org. Salim Derviş ile yaptığı konuşmada, Org. Salim Derviş; “Bu hareketin yasal bir formla gerçekleştiğini ve bunun kesinlikle post-modern bir darbe olmadığını belirtmektedir. Ama kim nasıl nitelendirirse nitelendirsin artık ok yaydan çıkmıştı, geri dönüş yoktu, silahlar çekilmişti” şeklinde ifade etmiştir (Özer, 2011, s.86). 

Tarihi 28 Şubat 1997 MGK Toplantısından 2 hafta sonra Bakanlar Kurulu 
toplandı. Başbakan Erbakan ve Tansu Çiller yaklaşık 45 dakikalık bir toplantının 
ardından Başbakan Erbakan, bakanlarına almış olduğu kararları açıkladı: 
“İki Genel Başkan olarak mutabakata vardık, Milli Güvenlik Kurulu’nun basın 
açıklaması ve kararları üyelere okunacak ayrıca müzakere yapılmayacak” sonrasında ise toplantı şöyle devam etti; Devlet Bakanı Lütfü Esengül MGK Toplantısında alınan 18 maddelik kararları tek tek anlattıktan sonra sözü Tansu Çiller aldı: 
“Biraz önce okunan MGK, Anayasal bir kuruluştur. Onun için MGK’da alınan 
kararların gereğinin yapılması şarttır. İlgili bakanlıklar MGK kararlarını uygulama 
konusunda gerekli hassasiyeti gösterecektir. Buna inanıyorum. Alınacak tedbirler kısa, orta ve uzun vadeli olarak düşünülmektedir. Kısa vadeli olanlar yasal düzenleme gerektirmeyen, hemen uygulamaya geçirilecek kararlardır. Orta ve uzun vadeli olanlar yasal düzenleme ve ek kaynak gerektirdiği için gerekli çalışmalar yapıldıktan sonra Bakanlar Kurulu’nda yeniden ele alınacaktır. Bu çalışmaların ciddiyetle yürütülmesi ve kamuoyuna bu meselelerin üzerine ciddiyetle gidileceği mesajının verilmesi gerekmektedir. Şunun iyi bilinmesini istiyorum. Hiç kimse kendinde suç aramasın. Bugün karşılaştığımız olaylar, önümüze getirilen irtica dosyaları şimdiki hükümetle ilgili değildir. Hükümetin irticai faaliyetlere yol açan bir tek kararı olmamıştır. Onun için herkesin gönlünü ferah tutmasını diliyorum.” 
Tansu Çiller’in bu konuşmasının ardından sözü tekrardan Başbakan Erbakan 
almış ve hep konuşmakta çekimser kalmış olduğu irtica tehdidi konusunu gündemine almış ve konuşmasında irtica tehdidi ile ilgili olarak şu açıklamalarda bulunmuştur: 
“İrtica ve kaba softalık bir nevi hastalıktır. Bu sadece Türkiye’ye has bir konu 
değildir. Mesela, İsrail’de bu hastalık Türkiye’ye göre çok daha yaygındır. Bugün 
Avrupa’da dini taassup vardır. Gerilere gidersek Ortaçağ’da bütün şiddetiyle yaşanmış bir hastalıktır. Dolayısıyla bu hastalık küreseldir. Türkiye’de ise bugünün konusu değildir. Bu hastalığın 200 yıllık mazisi vardır.” Olay toplumsal bir gelişmedir. Bu konuyu bu hükümete izafe etmeye çalışmak medyanın bir oyunudur. 10 sene evvel MGK’nın bu 22 maddelik listesini hiç kimse 20 tane canlı yayınla takip etmedi. Esas maksat irtica ile mücadele değil, bu hükümeti yıkmaktır. Bu hükümetin alternatifi yoktur. Herkes de bunu çok iyi biliyor. Dolaysıyla olay gayet açık; oyuna gelmeyeceğiz. 
Hükümet bu irticayı önlemek için kesinlikle kararlı ve inançlıdır. MGK’da herkesin bu konuda birlik ve beraberlik içinde olduğunu müşahede ettim. Olayı daha fazla 
büyütmeye gerek yoktur. Medeni bir şekilde irtica ve laikliğin ne olduğuna bakılsa 
ortada ciddi hiç bir şey olmadığı görülür. Körü körüne birtakım insanlar dogmatik 
hareketlerde bulunabilirler. Bunlar bir avuç insandır”(Aksoy, 2000, s.208-209). 
Başbakan Necmettin Erbakan bu şekildeki sert açıklamalarından sonra diğer 
açıklamalarında da sert üslubunu sürdürmüştür. 
Başbakan Erbakan konuşmasında; 
“Askerle ilgili olarak aralarında hiçbir problemlerinin olmadığını, aramızda saygı ve sevgi hukukunun devam ettiğine dair olumlu cümleler kurmasının yanı sıra asıl hedef aldığı kitle medya organları idi. Başbakan Erbakan’a göre krizi yaratan medyaydı, medyanın orduyu rahatsız ettiğini ve harekete geçmeye zorladığını dile getiren Erbakan, medyanın iktidar ile ordunun arasını açmak için bir sürü uydurma haber yaptığını” da dile getiren Necmettin Erbakan bu medyayı “Yobaz Solcular” ve “Bir Kısım Medya” olarak nitelendirmekteydi. Başbakan Erbakan’a göre; “Ortada krizde yoktu, Askeri darbede bunlar sadece medyanın uydurmasıydı.” (Özer, 2011, s.87). 

28 Şubat sonrası hükümetin filen bittiği ancak şeklen var olduğu bir gerçekti 
(Aksoy, 2000, s.215). Koalisyon hükümetinin eli kolu bağlanmış olmakla beraber adeta bir çıkmazın içeresinde bulunuyordu. Özellikle 28 Şubat 1997 tarihli MGK 
Toplantısında alınan ve koalisyon ortaklarının imzasına sunulan kararlar âdete 
koalisyonun ölüm fermanı niteliğinde idi. 

25. Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR..


***

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder