26 Kasım 2020 Perşembe

BİRAZ ADİL, BİRAZ DEĞİL... DEMOKRATİKLEŞME SÜRECİNDE TOPLUMUN YARGI ALGISI. BÖLÜM 4

BİRAZ ADİL, BİRAZ DEĞİL... DEMOKRATİKLEŞME SÜRECİNDE TOPLUMUN YARGI ALGISI. BÖLÜM 4


Demokratikleşme, sürecinde, Yargı Kurumunun, Toplumsal Algılanışına, Bakarken, Biraz adil, Biraz değil, Ethem Mahcupyan,


Mahkeme izlenimini anlatan bir görüşmeci de, “fazla böyle üzerinde durmuyorlar”
diyerek üstünkörülük izlenimini vurguladı. (Kars 8)

Özellikle mahkemelerin bilirkişiye tevdi ettikleri dosyayı, bilirkişiden gelen rapor
doğrultusunda sonuçlandırdıklarına ilişkin pek çok şikâyet dile getirildi. Kayseri’nin
bir köyünde görüştüğümüz kişi, kendi köylerinde yapıp sattıkları bebekleri taklit
edip daha ucuza satanlara karşı açtıkları davanın, bilirkişi raporu doğrultusunda
aleyhlerine sonuçlandığını anlattı:
Bizim bir davamız oldu. S. bebekleri ile ilgili. Patent ofisine müracat edip S.
bebeklerinin patentini aldık köy olarak. Sonra D.’da, A.’ta bu bebekleri yapıp çok
ucuza satanları şikâyet edip savcılık aracılığıyla bebekleri toplattık. D.’daki mahkemeye itiraz ettiler. Bilirkişiye gitti mahkeme, bilirkişi bizim aleyhimize yazmış, mahkeme de öylece bizim aleyhimize karar verip toplanan bebekleri [davalılara] iade etti. (Kayseri 2)

  Mahkemelerin, bilirkişi raporlarını doğrudan karar haline getirdikleri, bunun da
kararların doğruluğuna/adilliğine gölge düşürdüğü şeklindeki algı, Kayseri’den bir
başka görüşmecimizin sözlerine şöyle yansıdı:

He ya. Hâkim hiç düşünmedi, olduğu gibi bilirkişi ne yazdıysa öyle karar verdi.
Böyle şey olur mu ya! Ben de bu sefer A.’ya itiraz ettim. Oradaki bilirkişi de lehimize karar verdi, bu sefer mahkemeden lehimize karar çıktı, iyi mi! (Kayseri 1)
Aynı davada, kendilerine haksızlık yapıldığını düşünen davacı, hâkime giderek derdini anlattığını, ama sonuç alamadığını söyledi:

Şimdi bu bebek yapanlar itiraz etmişler, bizi şikâyet etmişler bu sefer. Dava yine
bitmedi, iki senedir uğraşıyoruz. Böyle adalet olur mu ya! D.’deki hâkime vardım,
nasıl böyle karar veriyorsunuz göz göre göre dedim. Merak etme yanlışsa nasılsa
Yargıtay’dan döner, düzelir dedi. Ölme eşşeğim ölme. (Kayseri 1)

Bilirkişi süreciyle ilgili başka şikâyetler de dile getirildi. Antalya’da görüştüğümüz
eğitimli kişi, bilirkişi raporlarını mahkeme sürecini daha da uzatan bir etken olarak
nitelendirdi:

İşte mahkeme sonuçlarına bu defa bilirkişi raporları ekleniyor. Bilirkişi raporları
bir mahkeme kadar daha devam ediyor, karşı taraf itiraz ediyor... Zaman, zaman
yani başka bir şey değil. O kadar sürüncemede kalıyorsunuz. (Antalya 1)
Van’da görüştüğümüz şahıslar da benzer sorunları dile getirdiler:

Bir hâkim[in], olay anını bilmesi lazım; konunun düzenini bilmesi lazım. Avukat
yazıyor, yazıyor, dosya gidiyor önüne. O dosyaya bakarak yargılıyor. İki tarafı
dinlemiyor.

Yeterince araştırmıyor mu?

Araştırmıyor. Yeterince yok. Herhangi bir hâkimde anahtar yok, hâkim önüne
giden dosyayı inceleyip ona göre yargılıyor. Fakat yeterince incelemiyor. Denetleme gecikiyor, fazla gecikiyor biraz. O yüzden adalet tam yerini bulamıyor.
Araştırma yapmıyorlar yani bu bölgede!
Öyle gibi... Olayların derinine inebilmesi için çok iyi ve de bilinçli sizin gibi araştırmacılara ihtiyaç var, sizin gibi böyle halkın içine girip de sorunlarını anlatabilen insanlardan duyma gereği var yani. (Van 1)

Ben bir mahkemeye başvurdum, bir avukat tuttum, Telekom camiasından. Avukatın [...] benim duruşmadan sonra avukatın bana dönmesi, diyor ki, ya emsal var mıdır? Başka yerde bu davayı kazanan varsa onun kararını getirin ki ben hâkime etki edeyim. Hâkimin görevi buna karar vermek, öbür taraftaki Ahmet hâkim karar vermiş de bu taraftaki Mehmet hâkim haberi yoksa karar vermeyecek mi?

Yani bunun yargıya gitmesi gerekmiyor mu? (Van 2)

En azından kanun var, olay var. İkisi arasında bağlantıyı kurup karar vermesi
lazım. (Van 1)

Ama bizden karar istiyor. Biz ne yapıyoruz? Açıyoruz köydeki adama, o kararını
gönderiyor bize, faks çekiyor. O kararı götürüyoruz, diyor tamam. Buna göre karar verebilirsin, buna göre! Hani kanuna göre değil, emsale göre. (Van 2)
İstanbul’da görüştüğümüz gündelikçi bir kadın, kendi başına gelen bir olay üzerinden bu üstünkörülük, baştansavmacılık durumunu şu şekilde anlattı:
Hâkim iyice sorguladı mı, soruşturdu mu olanı biteni?
Olanı biteni neyse yani sordu. İlk ona sordu, o anlattı zaten gerekeni. Bana sıra
bile gelmeden, “yazıyorum, kes cezayı” dedi.
Size soru sormadı hiç öyle mi?
Sormadı bana, daha ben anlatmadan... Evet, anlatmadan hemen şey etti yani.
Sonuç sizce hakkaniyete uygun muydu?
Hayır, yani öyle değildi. Bir anlaması lazımdı yani. Benim orada zaten arada
dayağı yediğim için polis ifadem filan vardı yani. Polis bizi kurtardı zaten. Polis
olmasaydı zaten onlar bizi hep yeniyorlar. Hem beni rahatsız ediyor, hem dünyanın hakkını alıyor, doymuyor insanlar... [Mahkeme] çözmedi. Niye kavga yaptınız diye sormadı yani hâkim. Evet, çünkü kavgamızın sebebi, ben kapıya sabah gidip akşam gidiyorum deyip, kapıya ben otomatik taktırdım hatta bizim buraya da taktılar. Ben arkadaşa dedim, takarsanız dedim yani memnun olurum dedim.

Şu kadara takarım abla dedi. Adresi verdim, gitti taktı. 2-3 tanesi verdi parasını,
o ikisi vermediler parayı. Dedi, kime danıştın taktırdın dediler. Yani kavgamız
bundan oldu. Ben akşam vardım, kapıyı açtım böyle, o marketten gidiyormuş
annesiyle kızı. Benim bir kötü niyetim yoktu yani. Kapıyı şöyle tuttu, dedi ki, işte
elinde ekmek poşeti, annesi de varmış […] ben sabah gidip akşam geliyorum
dedim, uzun hikâye yani. Aşağı yukarı 7-8 sene oldu evimizi alalı. Ben senelerdir
İstanbul’dayım yani, böyle komşuluk hakkı mı olur yani? Yani onun için yani,
Allah ona hidayet versin derim. Kavgadan da kaçarım yani, kavga da istemem...
Peki, hâkimin böyle yapmasının nedeni nedir sizce?

Herhalde baştan savdı bizi.

Niye?

Bilmiyorum, yani baştan savdı. (İstanbul 4)

Kayserili bir başka görüşmeci de, aynı şekilde, ilgisizlikten ve baştan savmacı
tutumdan şikâyet etti:

Yani bunu devlet tam olarak araştırmıyor. Bu sadece varıyorsun, veriyorsun
savunmanı sen de, o da, şahitler de. Şahitler mesela ille de dinleme karşısında
değil, […] parayla, yeminli şey ediyor. Bu da araştırılmıyor. Jandarma tarafından
olsun, avukatlar tarafından olsun bu araştırılmıyor. Yani bu şeyde kanunda
bayağı bir şey var. Kanunlar doğru, ama fakat araştırmalar eksik. Yani benim
düşüncem budur yani hocam. Her şeyde araştırma; köy muhtarından, belediye
başkanından, jandarmasından, mahalle halkından hep bunları araştırması gereken
şeylerdir. Ama bunlar hiç yapılmıyor. Jandarma geliyor, olay yerini çiziyor, şu
var mı, şu var mı? Milletimiz yani hiçbir şeye girmek istemez. Alacak seni götürecek, soracak, şimdi ne soracak, sen şahit yazılsan benim şu kadar günlüğüm gidecek.

Bu adam fakir, bu adam benim paramı veremez […] Yani bu da bir eksiklik
yani. (Kayseri 5)

Bir boşanma davası sonucunda, çocuğunu görme hakkı konusunda mağdur edildiğini düşünen bir görüşmeci de, hâkimin meseleyi çok iyi incelemeyip kendisini yeterince aydınlatmadığın dan şikâyet etti:
Bana göre hâkim her şeyi açıkça söylemeliydi. Yani bu sen, sonuçta anlaşmalı bir
boşanmaydı, ama söylemeliydi bana, “senin böyle bir hakkın var, haftada bir kez
görme hakkın var.” Bunu bana söylemeliydi diye düşünüyorum.
Burada sence bir baştan savma mı var yoksa?
Bence bir baştan savma var. Zaten çok kısa sürdü mahkeme. Biraz daha incelenebilirdi...
(Denizli 1)
Antalya’da görüştüğümüz kişi, kendi dava sürecinde hâkimin tavrıyla ilgili olarak
şunları anlattı:
Her şey birbirine girmiş durumda gibi. Yani ben mesela oraya gittiğimde benim
davam görülüyor, başka bir davanın avukatı girip hâkime bir şekilde bir şeyler
soruyor. Yani orada kendi işi önemli olsa da kendi işini yürütmek için bir şey mi
yapıyor?
Hâkimin tavrı ne?
Hâkimin tavrı adamına göre değişiyor. Kimine yani, kardeşim mahkemedeyim, ne
istiyorsun tavrını takılabiliyor, ama kimine de hallederiz gibilerinden göz yumabiliyor.
İlginç bu, yani bunları gözünüzle gördünüz, öyle mi?
Tabii canım yani, iki kere gittim, ama neler neler gördüm... Yani çok uzun süre
zaten durmuyorsunuz, yani içeride hâkim hani siz buradan dolu gidiyorsunuz,
yani anlatacak çok şeyiniz var, ama üç-beş soruyla geçiştiriyorlar sizin işi.
Peki, tutanağa doğru düzgün işleniyor mu?
İşte orada konuşulanlar işleniyor. Mesela ben avukatıma sordum girmeden önce,
hani benim bordromla ilgili çift bordro işlenmiş dedim mesela, resmî evrakta
benim aldığım maaş değil de asgarî ücret gösterilmiş, avukata dedim ki bu benim
maaş kartım. Sonradan tabii işletme bunu düşünüp ispat ettiler. Yani bir, iki, üç
kere maaş aldık biz o kartla. Üçüncüsünden sonra dediler ki, yok artık bunu kullanmayın biz direkt elden vereceğiz. Sebebi de bu olayların olacağı akıllarına geldi herhalde, çift bordro olayı geldi, yapamadılar. İptal ettiler kartı. İşte ben avukata dedim ki, bu kartı biz hâkime söyleyelim, bunu araştırsınlar yani. Benim maaşım hani arkadaşlarım gelip böyle bu adam böyle maaş alıyor diyebilir. Yani yaptılar, belki o kadar inandırıcı olmadı ama benim elimde bir delil var, bunu araştırın, banka kartlarıma bakın. Ben o yıl ne kadar maaş almışım, bordromda ne kadar gösterilmiş? Bu bir kanıt ama bunu mahkeme kaale bile almadı yani, incelemedi. (Antalya 1)

Gölcüklü görüşmeci, davaların uzamasından yakınırken, bunun başlıca nedeni olarak özensizliğin ve sorumsuzluğun altını çizdi:
Her mahkemede söylenen işte şu eksikti, gelmedi, dört ay sonra. Yani adliyenin
içindeki evraklar bile gelmiyor. Bunlar biraz sorumsuzluk oluyor bence. Veyahut
da adliye Gölcük Belediyesi’ne bir yazı yazıyor, verin elden götüreyim, elden de
götürülmüyor. Dört ay, beş ay bekliyorsun. Yani aynı memleketin içinde iki adımlık
yerden, iki adım cevabını almanın her mahkemede bir üç ay, dört ay bekliyorsun.
(Kocaeli 1)
Depremde çocuğunu kaybeden ve bulunması için dava açan bu görüşmeci, yatırması gereken parayı yatırdığı halde bir sonuç alamadığını anlattı:
Tamam dedim, ben bu parayı da bulacağım, dosyayı da açtıracağım ve bu davayı
sonuna kadar götüreceğim. İşte her mahkeme şeyinde bana bir imza çıkarıyorlar,
şu dava olmadı, bu kâğıt gelmedi, bu yazı gelmedi.
Mahkeme Kalemi’nden mi? Mahkeme Heyeti’nden mi?
Artık Mahkeme Heyeti’nden çıkıyor, Mahkeme Kalemi’ni aştım, harçları yatırdım,
davaları açtım. Takip ettiğim davama bile takipsizlik verdiler. Takip ettiğim
davam, takipsizlikten dava bitti... Gittim dedim ki herhalde siz beni başkasıyla
karıştırdınız. Ben mahkeme kapılarında artık yatar oldum, sürünür oldum.

Sokaklarda çocuğumu arıyorum, siz bana takipsizlik kararı veriyorsunuz... Önce
Sulh Hukuk’taydı, sonra Asliye Ceza’ya geçti galiba. Eğer ki ben davamı takip
etmemiş bir insan olsam, o kâğıdı görmemiş olsam benim davam bitiyor, çünkü
on beş gün bir süre veriyorlar. Yani bakar mısınız on beş gün size süre veriyorlar
takipsizlik diye. Tekrar gittim, davayı tekrar açtım ben. Üç sene, pardon bir buçuk
sene devam etti, işte parayı yatırdım hukuk oldu falan. Parayı yatırdım, her şey
bitti. Ama hukuk dedi ki artık dava bizi aştı. Neden? Asliye Ceza’ya devretti. İyi
de beni niye bir buçuk-iki senedir süründürüyorsunuz? Bana ilk mahkemede şunu
deseniz; bu dava bizim davamız değil, Asliye Ceza’da dava takip edilecek, orayı
dosyayı açın deseniz. Siz bana parayı uyduruyorsunuz, her şeyi yaptırıyorsunuz,
ondan sonra dava bizi aştı diyorsunuz. Tabii ben o an çok tepkiliyim, şu an gene
biraz normalim, mahkemeleri filan birbirine kattığımdan, hâkime hanıma sitem
etmiştim siz yaşamadınız, yaşarsanız bunu anlarsınız diye. Biraz bozuldu, üzüldü,
ama hiç umurumda değildi. Ben bir evlat arıyordum, onlar benim ne aradığımın
farkında değildi. Ne suçlu arıyordum, ne suçsuz arıyordum, sadece evladımı
arıyordum ben orada. Yani yirmi yaşında bir evladını kaybediyor, ne öldüğü belli,
ne sağ olduğu belli... (Kocaeli 1)
Aynı görüşmeci, Batı hukuku ile Türkiye’deki hukuk uygulamaları arasında bir karşılaştırma yaparak, bu ülkede “insana değer verilmediği”ni, bu nedenle mahkemelerin de adil davranacaklarına inanmadığını belirtiyor:

Avrupa İnsan Hakları hakkını arıyor. Her şeyden önce seni insan yerine koyuyor.
Eğer ki ben bu davayı Avrupa’da görmüş olsaydım benim sakat kaldığımın tazminatı vardı, benim çocuğumun tazminatı vardı. Depremde ölenlere 750 milyon
fiyat biçmişler, ne kadar gülünç bir şeydir biliyor musunuz? Bizim insanlarımız 750
milyon mu ediyor? Tazminat vermişler ailelere, ben şey yapmadım. Ben dedim,
çocuğumun değerini bu parayla biçmiyorum. 750 milyon, nerede görülmüş bir
şey? Bir kaza olduğunda insanlara Avrupa’da tazminatını hiç olmazsa gerideki
acısını hafifletsin diye verebiliyorlar. Bizde böyle bir şey yok. 750 bin lira çok
gülünç bir şeydir. [İnsana bakışta] sorun var, maalesef. Yani keşke Avrupa’daki
gibi insanlarımıza değer verilebilse, onlara emek sarf edilebilse, yok bizde. Ben,
tabii ki bu davanın sonucu gene İnsan Hakları Mahkemesi’dir. Yani ölmediğim
sürece bu davayı sonuna kadar götüreceğim. Gölcük’ten de pek ayrılmayı da
düşünmedim, çünkü tamamen kalan engellilerim için buradayım. Ben gönüllü
buradayım, kimseden maaş falan aldığım yoktur, gönüllü olarak burada görev
yapıyorum. Kurucusu oldum, bugüne getirdim, daha da getireceğim inşallah ileriye.

Ama keşke ben buradaki olaylar dediğiniz gibi Avrupa’da olsa o insanların,
annesi ölmüş engellinin yüzü gülse. Neden, soruyorum. Ben aldığım üç ayda bir
640 milyon maaş, engelli maaşı alıyorum. Ve bu insan arabasına mı verecek,
sağlığına mı bakacak, tekerlekli sandalyesine mi bakacak? Bir tekerlekli sandalye
alabilmek için bir sürü bürokrasiler önümüze koyuyorlar biliyorsunuz. Depremin
sorumlusu işte bu engellilik, alın, bakın. Yani devlet şunu bile yapmadı; sakatına
sahip çıkmadı. Vereceği 140 milyon, 150 milyon engelli maaşı maaş değil. Hayatı
gitmiş, gençliği gitmiş, sakat kalmış o insan, bunun bir bedeli var. Yani o insana
hiç olmazsa şöyle iki tane odası da, düz bir yerde evini yapıp garantiye almaları
gerekirdi. Hangi adalete güveneyim ben? (Kocaeli 1)

Mahkemelerin Adilliğine Duyulan Güven.,

Mahkemelerden beklentilerin gerçekleşeceği konusundaki inançsızlığın güçlü kaynaklarından birinin, mahkemelerin adilliğine güven duyulmaması olduğu, görüşmecilerimizin anlatımlarından çıkardığımız önemli bir sonuçtur.
Gerçekten de, görüştüğümüz kişilerde, genel olarak mahkemelerin adaleti sağlayacağına dair bir güven eksikliği saptadık. Başka bir deyişle, görüşmeciler arasında mahkemelere duyulan güvensizliğin yaygın bir algı olduğunu gözledik.
Bilhassa belli ölçülerde mağdur olup, mahkeme kararının o mağduriyeti gidermediğini ya da kendisine veya yakınlarına zarar veren bir kişinin gereken cezayı almadığını düşünen kişilerde bu algı, neredeyse yerleşik bir kanaat haline gelmiştir. Kardeşi vurulan bir kişinin sözleri, bu algının tipik bir tasviri gibidir:

Adalet hiç yerini almamış ki, hep es geçerler, geleni vurur, kırar, bırakırlar hadi
gitsin derler. Yani onun öcünü almak için hiçbir şey yapmıyorlar; […] serbest. Hiç
[adalet] vermiyorlar, hiç yani! […] Ben mesela şikâyetçi düşsem hiç hakkımı vermiyorlar, hemen orada […] ezilen ben, mağdur olan ben, ama hiç hakkımı aramıyorlar.

Aynı günden, vurulan benim kardeşim, […] mağdur olan biz, hiç bize bir
şey yapmadılar. Aynı günden, o taraf kendisine işiyle gücüyle uğraştı, biz battık
gittik, hiçbir şey yapamadık. (Kars 5)

Suçsuz olduğunu belirten, buna rağmen yargılanıp ceza aldığını söyleyen bir görüşmeci de, aynı ruh halini taşıyor:

Gittim, yargılandım […] iki ay tutuklu kaldım, hiçbir suç işlemememe rağmen, kırmızı ışıkta bile hayatım boyunca geçmedim, ama yalancı şahitler beni bu duruma düşürdü. (Trabzon 1)

Bu görüşmeciye göre, “yargı yerin dibinde”dir ve mahkemede adaletin tecelli
etmesi “ancak bir şans işi”dir: “Adalet belki yüzde bir tecelli ediyordur, o da tamamen şans.”
Başka bir görüşmeci, benzer bir deneyim yaşamadığı halde, bu algıyı aynı ifadelerle dışa vuruyor. “Sizce mahkemelerde adalet tecelli ediyor mu” sorusuna, “büyük bir çoğunlukla hayır! Bazen işte şans eseri, istisna, bir-iki doğru oluyor” diye cevap veriyor. (Kars 6)

Eskişehir’de görüştüğümüz emekli işçinin ifadeleri de, kendi uğradığı “haksızlık”
karşısında adalete olan güveninin sarsıldığı yönünde:
Valla [Türkiye] hukuk devletidir diyelim diyeceğim [...] ama hukuk herkese aynı
uygulanmalı ki... Ben isterim, ben Türkiye Cumhuriyeti vatandaşıyım, her zaman
Türkiye Cumhuriyeti’nin şeyiyim, istediğim zaman, istediğimde yaparım, ama
büyük balık küçük balığı yutar hesabı olmasın uygulamada. Hakkı neyse hakkını
alsın, ama böyle...
İtimatsızlığınız var o zaman.
Var tabii var. Açık açık var yani. Çünkü ben kendi yaşadığım şey ortada, yani hiçbir şekilde suçsuz olduğum halde, iş iadeleri aldığım halde, ceza mahkemesi ceza görmediği halde işten çıkarılıyorsun ve 18 senelik [...] ve posta başı konumundayım, vardiyaya yerleştiriliyorum, adam çalıştırıyorum. 
Niye atılayım ki ben? (Eskişehir 1)

Elbette adalet sistemine duyulan güvensizlik, sadece mağduriyetten kaynaklanan
bir algı değildir. Aynı yaklaşımı, farklı argümanlarla paylaşan değişik çevrelerden
görüşmecilerimiz oldu.
Mesela bir görüşmeci, genel olarak “devlete güvenmediğini” belirtiyor ve devletin
bir parçası olarak algıladığı yargıya da güven duymadığını söylüyor:
Hiçbir güvenim yok yani benim devlet kurumu, “devletim” diyen hiçbir kuruma
güvenim yok.
Mahkemeleri de devlet kurumu mu sayıyorsunuz?
Evet. (Antalya 1)
Samsunlu görüşmeciye göre, adalet, eşitliği sağlaması gereken temel mekanizma
iken, gerçekte “tam tersi” oluyor. (Samsun 2) Bu görüşmecinin açıklamaları, kendisinin atıf yaptığı filmlerde veya çeşitli kitle iletişim araçlarındaki haber ve yorumlarda, en önemlisi de “günlük dil”de yaygın olan bir algıyı yansıtıyor:
[Mahkemelere] güvenilebileceğine dair de bir sürü kanıt [olmakla birlikte], güvenilemeyeceğine dair [de] bir sürü kanıt var. Mesela insanlar, atıyorum parasıyla bile mahkemelerin kararlarını değiştirebiliyorlar; hâkimi bağlayabiliyorsun, böyle filmler var mesela, hâkimi bağlarız, avukatı ayarlarız, yok işte bir yalancı şahit buluruz, işte bu tarz terimlerin dilimizde olması, mahkemeler in güvenilir olmadığını bence buradan anlayabiliyoruz. Dil, yaşadıklarımızı yansıtan bir şey olduğuna göre, bunların güvenilir olmadığını anlayabiliyoruz. İnsanlar çok büyük suçlardan yara almadan kurtulabiliyorlar, ama bunun yanı sıra suçsuz insanlar yıllarca cezaevlerinde yatabiliyorlar ve bunun karşısında insanlara sadece “pardon” denilebiliyor; yani bunun birçok örneğini biliyoruz, filmlerde de biliyoruz, hiç de zor bir şey değil. (Samsun 2)
Yüksekokul öğrencisi bu görüşmeci, yetkin bir hukukçu tavrıyla, bu algıyı destekleyen örnekler sıralamaya devam ediyor:
Bunun gibi bir sürü örnek var. Göz hapsini uzatabiliyorlar, bir hafta sürüyor, on
beş gün, yirmi gün, gerektiği zaman, çok eski tarihlerde bunu yapmışlar, bundan
on sene, yirmi sene önce, doksan güne kadar göz hapsi çıkarmışlar; oysa yasada
böyle bir şey yok, ne kadar güvenilebilir ne kadar güvenilmez! Böyle bir şeyi çekip
çeviren bir insan[ın], yapının mahkemesine ne kadar güvenilir? Yani bilmiyorum,
ben pek fazla güvenmiyorum. (Samsun 2)
Yargı sistemindeki kayırmacılığı, mahkemelerin adil olmamasının temel sebebi
sayan bir görüşmecimizin açıklamaları da şöyle: “Bence adil değil, mahkemeler
zengin olandan yana. Adamın varsa mahkeme de senindir. (Kars 11)
Hiç mahkeme deneyimi yaşamamış genç bir insanın, böyle bir algıya sahip olması
düşündürücüdür.
Gölcük’te görüştüğümüz deprem mağduru kişi, özellikle müteahhitlere karşı açılan
davalarda ortaya çıkan sonuçlar karşısında adalete güveninin tamamen sarsıldığını
söyledi. Özellikle pek çok müteahhidin “zamanaşımı” gerekçesiyle cezadan kurtulması, ama sadece bir kişinin ceza alması onun adalet duygusunu zedelemiş:
Zamanaşımına uğradı ve işin kötüsü de arada bir tane insan zamanaşımından üç
gün önce içeri alındı. Neden öbürleri alınmıyor da bir kişi alınıyor. Çünkü onun
şeyinde kalan Yargıtay’dan biriydi. Arkasında Yargıtay vardı. Zamanaşımına
uğrayacağını bildiği için dosyaları çabucak ayrı insanlarda Belediye Başkanı’nı
içeri aldılar yani. İhsaniye Belediye Başkanı’nı biliyorsunuz, gerçekten eğer ki o
adamın yaptığı bina yıkılsaydı bunun için. Gölcük’te ben bu konuda tepkiliyimdir,
bütün müteahhitler, belediyeciler falan. Ama o adamın yaptığı bina yıkılmadı.
Yanındaki bina gelip ona vurdu, sadece alt katını indirdi, üst katları bütün kaldı,
ama yandaki bina gelip vurdu. Yani orada o adamın hiçbir suçu yokken Yargıtay’da
davayı, yani ölenin yakını Yargıtay’da olduğu için. Peki, seninki candı da
bizim ki can değil miydi? (Kocaeli 1)
Bu ifadelerde, adaletsizliğin kayırmacılıkla ilişkilendirildiğini açıkça görmek mümkün.
Ancak, güçlü olanların mahkemeleri yanıltma gücünü adaletin tecelli etmesinin
önündeki başlıca engel olarak değerlendiren görüşleri de, sonuçta aynı algıyı
besleyen benzer bir kaynak sayabiliriz:
[Mahkemeler] yerine göre, adil de olabiliyor olmayabiliyor da, çünkü bazı insanların […] zengin olduğu için ya da bazı mafya gibi, yani örnek vereyim dört-beş arkadaşı var, adamı var şahit gösteriyor bir insanın sırtına yükleniyor, o insanlar artık ona inandığı için bir kişi tek kalıyor, artık hiç kimsesi yok, şahidi yok, bir kimsesi yok onun için adil olmuyor yani, genelde adil olmuyor. (Kars 14)
İstanbullu görüşmecilerden birisi de, “adaletin tesis edileceğine inancın olmamasını” bu tür ilişkilere bağlıyor:

Evet, herhangi bir davada kolayca görebilirsiniz ya da adliyeye gittiğinizde de
işlerin nasıl yürüdüğünü gördüğünüzde de fark edebilirsiniz. Öyle bir inanç eksik33
liği var. İşte bir sürü yasadışı iş yapan insanın ortalıkta rahatça gezebildiğini
görmek çok kolay. (İstanbul 3)

Aynı görüşmecinin, darbelerin hukukun inandırıcılığına olumsuz etki yaptığını aynı
bağlamda belirtmesi, gerçekten ilgi çekici, hatta zihin açıcı:
Daha genelde, hani bütün bu hukuk denilen şeyin tamamıyla ortadan kaldırılıp,
işte darbe marbe gibi şeylerle yok edilebildiğini görmek çok kolay. Sık sık oluyor
hani. Bir ülkenin tarihi için çok sık oluyor. O yüzden, tabii ki bir hukuk sistemi var,
yani bir sürü insan çalışıyor falan filan, bir sürü iş görülüyor ama onların ne kadar
sağlıklı olduğu konusunda birinin şu kadar hani [inancı yok]. (İstanbul 3)
Diyarbakırlı bir görüşmeci de yargının düzgün işlediğine inanmıyor. Ona göre, bunun temel nedeni kanunların herkese eşit uygulanmaması:
[Yargı] kesinlikle düzgün işlemiyor. Hakkaniyete uygun karar verilmiyor. [Adalet]
kanunların herkese eşit uygulanmasıdır. Ama Türkiye’de kanunların herkese eşit
bir şekilde uygulandığını söyleyecek tek bir kişinin bile olduğuna inanmıyorum.
(Diyarbakır 1)
Mahkemelerin adil olmadığı algısını paylaşan çok sayıda görüşmecimiz arasında
(örneğin Trabzon 1, Kars 15, Kars 17, Kars 18, Erzurum 2, Nusaybin 1), çekinceyle başladığı konuşmasını kesin bir kanaatle bitiren bir görüşmeciyle aramızda geçen kısa diyalog ilginçtir. Bu görüşmecimize göre, mahkemeler “yeterince adil değil”dir.
(Kars 8) Ancak, bir sonraki soruda, aynı görüşmeci bu “yeterince değil” ifadesini “hiç adil değil” ile değiştirmiştir.
Bazı görüşmecilerden, mahkemelerin adil olduğuna ilişkin doğrudan cevaplar da
aldık. Bu cevapların bir kısmı, ayrıntılı temellendirmelere sahip. Örneğin Samsunlu
eğitimli görüşmeci, mahkemelerin adil olduğunu, muhtemel hataların işin doğasından kaynaklandığını, fakat bunların sistem içinde düzeltilmesini sağlayacak yollar bulunduğunu düşünüyor:

Mahkemelerin adil olduğuna inanıyorum, yalnız şöyle bir şey var: Sonuçta karar
veren insanlar da, iddia makamı savcı, karar makamı hâkim, savunma makamı
avukat, sonuçta bunlar da insanlardan oluşuyorlar; sonuçta insan beşer şaşar
diye bir söz vardır. Bunların da hata yapabilme olasılığı mutlaka var; fakat bu
düzenimiz içerisinde, her kararı bir üst makama kontrol ettirme imkânı da tanınmış bize. Nedir? Siz bir ceza davasında memnun kalmazsınız, işte Yargıtay’da
temyiz yolunuz var, Yargıtay’a gidersiniz. Ha, oradan çıkan sonuçtan da tatmin
olmazsanız, nedir mesela? Bizim Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne gidiş yolumuz açık ve bizim kanunlarımızın üzerinde olduğu da Anayasamız tarafından da garanti altına alınmış durumda. Yani bir yer hata yaptı, hadi ikinci yer de hata
yaptı, üçüncü yerin de hata yapacağı kanısında değilim. O yüzden hata mutlaka
olabilir, adil olmaları konusunda, adil olduklarına inanıyorum... Aynı şekilde idarî
konularda Danıştay var, Bölge İdare Mahkemeleri var... (Samsun 1)

Bu görüşmeci, insan etkenine vurgu yapmakla birlikte, hatanın bir yerden mutlaka
döneceğine ve yargı mekanizmasının böyle emniyet subaplarıyla donatılmış olduğuna inanıyor.
Bazı olumlu cevaplar ise açıklamasız ve kestirmedir (Örneğin Kars 2, Kars 7, Kars 13: “Adil”!). Ancak bu tür cevaplar veren kişilerin çoğu, görüşmenin seyri içinde, aslında mahkemelerin adilliğine dair kesin bir inanca sahip olmadıklarını gösteren ifadeler kullanmıştır. Mesela bir görüşmeci, “sizce mahkemelerde adalet tecelli ediyor mu” şeklindeki soru üzerine şu açıklamayı yapıyor:

Diyorum ya, ağırlık nereyse ora işte şey yapıyor hak ediyor yani […] kim biraz
torpil, rüşvet bir şey yapıyorsa o şey yapıyor, o birisi de mağdur durumda kalıyor
işte. (Kars 2)
Mahkemelerin uygulamaları konusunda, fikirlerini ikircikli ifadelerle aktaran başka
görüşmeciler de oldu:
Mahkemeler, vallahi bana göre biraz adil, biraz adil değil. (Kars 4)
Zaman zaman adil olduğunu, zaman zaman olmadığını görüyoruz. (İstanbul 3)
Her zaman değil! (Erzurum 2)
Mahkemelerin adilliğini yüzdelerle ölçen görüşmecilerin anlatımları, bize ilginç
geldi. Mesela Bursalı görüşmeci, bir oranlama yapıyor; ancak, biraz insaflı davranarak, adil kararların oranının adil olmayanlara göre daha yüksek olduğunu söylüyor: Şeriatın kestiği parmak kanamaz, hâkimin verdiği karara herkes saygı duymak zorunda. Tabii ki bunlar kendi kararlarıdır, kendileri veriyorlar. [Ama] valla yüzde altmışı [adil karar] verse yüzde kırkının verdiğini zannetmiyorum. (Bursa 2)
Vanlı bir görüşmeci ise, haklı olduğu davalarda, kararın kendi lehine çıkma ihtimalini çok daha düşük görüyor:

Yani […] mahkemeye gittiğimiz zaman, bir kere yüzde yetmiş-seksen biz o mahkemede haksız çıkacağımız kanısına varıyoruz.
Daha baştan mı?
Daha başta! Çünkü bu mahkemede kesinlikle haksız çıkacağız. (Van 1)



***

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder