BİRAZ ADİL, BİRAZ DEĞİL... DEMOKRATİKLEŞME SÜRECİNDE TOPLUMUN YARGI ALGISI. BÖLÜM 8
Demokratikleşme, sürecinde, Yargı Kurumunun, Toplumsal Algılanışına, Bakarken, Biraz adil, Biraz değil, Ethem Mahcupyan,
Yargının hükümetten yana değil, aksine hükümete ve onun temsil ettiği değerlere
karşı olduğunu düşünen görüşmecilerin sayısı da az değil. Örneğin yargının siyasallaşıp siyasallaşmadığına ilişkin bir soru karşısında, Van’da görüştüğümüz kişilerin aklına Anayasa Mahkemesi’nin başörtüsü hakkında verdiği karar geliyor:
Anayasa Mahkemesi’nin kararını kastediyorsan tamamen taraflıdır diyorum,
benim görüşümü ben söylüyorum sadece, halkın değil. Tamamen siyasî bir karardır.
Bizi, beni şahsen derinden yaralayan bir karar çıktı diye düşünüyorum. Fikrim
benim bu. Nedeni de, yıllarca bütün vatandaşların, bütün halkın söylediği gibi
özgürlük, demokrasi, demokraside herkes bir olsun diyorsa neticede bu anamız,
bacımız bir şekilde üniversiteye gidip okumalı, bizim düşüncemiz o. Adaletli bir
karar mı diyorsan hayır, benim açımdan hemen size şunu söyleyeyim; hayır.
Adaletli bir karar değil.
Yargının burada hukuku gözetmediğini, aynı bir tür siyasî taraf haline geldiğini
mi söylüyorsunuz?
Evet, aynen. Aynen düşüncem odur. Peki, başörtüsü olayı bizim kültürümüzle,
Doğu’da yaşayan insanın kültürümüzle iç içe, başörtüsü bizim köyümüze gittiğiniz
zaman köyümüzdeki kızın on yaşından sonra başı bağlanır, taa ki ölünceye
kadar. Bunun başörtüsüyle bir ilgisi yok. Bizim kültürümüz, ibadet şeklimiz, yani
dinî vecibelerimiz bunlar. Bizim çocuğumuzu okula zorla götürüyorlar, kimin
çocuğu okumuyorsa gelip kaydediyor, başı açık ceza, ondan sonra çocuğa diyor
ki, başını kapatma, açacaksın diyor. Çocuk da her konuda bir kültürü vardır, köy
yaşamı vardır, başını bağlamak zorundadır. O zaman baba diyor ki her çocuk okusun ama... Hakkı yoktur, bana göre hakkı yoktur.
O zaman size göre bu yüksek yargı kararlarının hukukîliği problemli gözüküyor.
Evet, problemlidir... Hocam, çok enteresan bir durum; şimdi üniversitelere galiba
başörtüsüyle girilmeye başlandı. Şimdi bu üniversiteli çocuğa devlet burs veriyor.
Diyor ki, okul bitene kadar ben sana burs vereceğim, okulu bitirip bir yere girip
çalıştıktan sonra benim bursumu ödeyeceksin. Başı bağlı oku, burs vereceğim
diyor. Devlet dairesinde çalışana da başındakini çıkart diyor! Burada çok büyük bir
tezat oluşuyor. Yani bu adamı okutuyorsun, para veriyorsun, ondan sonra devlet
kurumlarına da diyor ki, başı bağlı giremezsin! Çok büyük bir tezat. Ne olacak?
Yarın öbür gün ne yapacak? Dava açacak, diyecek ki beni bu şekilde okuttun, ben
bu adama borçlandım, borcumu ödemek için de kurumda çalışmak zorundayım.
Yani çok çelişkili. Yani şahsî... benim kendi kız çocuklarım var. Ondan dolayı ilkokuldan sonra okutmadım.
benim bu. Nedeni de, yıllarca bütün vatandaşların, bütün halkın söylediği gibi
özgürlük, demokrasi, demokraside herkes bir olsun diyorsa neticede bu anamız,
bacımız bir şekilde üniversiteye gidip okumalı, bizim düşüncemiz o. Adaletli bir
karar mı diyorsan hayır, benim açımdan hemen size şunu söyleyeyim; hayır.
Adaletli bir karar değil.
Yargının burada hukuku gözetmediğini, aynı bir tür siyasî taraf haline geldiğini
mi söylüyorsunuz?
Evet, aynen. Aynen düşüncem odur. Peki, başörtüsü olayı bizim kültürümüzle,
Doğu’da yaşayan insanın kültürümüzle iç içe, başörtüsü bizim köyümüze gittiğiniz
zaman köyümüzdeki kızın on yaşından sonra başı bağlanır, taa ki ölünceye
kadar. Bunun başörtüsüyle bir ilgisi yok. Bizim kültürümüz, ibadet şeklimiz, yani
dinî vecibelerimiz bunlar. Bizim çocuğumuzu okula zorla götürüyorlar, kimin
çocuğu okumuyorsa gelip kaydediyor, başı açık ceza, ondan sonra çocuğa diyor
ki, başını kapatma, açacaksın diyor. Çocuk da her konuda bir kültürü vardır, köy
yaşamı vardır, başını bağlamak zorundadır. O zaman baba diyor ki her çocuk okusun ama... Hakkı yoktur, bana göre hakkı yoktur.
O zaman size göre bu yüksek yargı kararlarının hukukîliği problemli gözüküyor.
Evet, problemlidir... Hocam, çok enteresan bir durum; şimdi üniversitelere galiba
başörtüsüyle girilmeye başlandı. Şimdi bu üniversiteli çocuğa devlet burs veriyor.
Diyor ki, okul bitene kadar ben sana burs vereceğim, okulu bitirip bir yere girip
çalıştıktan sonra benim bursumu ödeyeceksin. Başı bağlı oku, burs vereceğim
diyor. Devlet dairesinde çalışana da başındakini çıkart diyor! Burada çok büyük bir
tezat oluşuyor. Yani bu adamı okutuyorsun, para veriyorsun, ondan sonra devlet
kurumlarına da diyor ki, başı bağlı giremezsin! Çok büyük bir tezat. Ne olacak?
Yarın öbür gün ne yapacak? Dava açacak, diyecek ki beni bu şekilde okuttun, ben
bu adama borçlandım, borcumu ödemek için de kurumda çalışmak zorundayım.
Yani çok çelişkili. Yani şahsî... benim kendi kız çocuklarım var. Ondan dolayı ilkokuldan sonra okutmadım.
Sırf bu yüzden mi okutmadınız?
Hep bu yüzden. Ve bununla tek benim şeyim bir siyasî simgeye bağlı olunca asla!
Dinimiz, inancımız gereği olaraktan buna müsaade etmiyorum. Çünkü ben biliyorum...
Peki şunu soracağım, mesela kızınız 18 yaşını geçti başı bağlıyken. Ya ben böyle
yaşamayacağım, başımı açacağım dese ne yaparsınız?
Ben ne yaparım? Ben babası olarak ilk önce şeyi bir usulünde söylerim. Benim
inancıma aykırı bir şey senin bu yaptığın, inancıma aykırı. Baş edemezsem bir şey
de yapamam, ne yaparım yani. Yani bu gerçek. (Van 1)
Bir standart uyguluyor orada, mesela okul yaşındaki kızları zorla okula gönderiyor,
kampanya yollarıyla gönderiyor. Belli bir yaşa, belli bir okuma yaşına geldiği
zaman orada durduruyor. Orada engelliyor. Bu haksızlık oluyor, bu şey değil yani.
Bu karara tamamen karşıyız. Artı hocam, çocuk 18 yaşına kadar geliyor, okuyor,
bu ilköğretimi okuyor, liseyi okuyor, ama 18 yaşına gelip yani kendini, kendini,
fikrini beyan edecek yaşa geliyor hani yasal olaraktan, hukuk olaraktan, temsil
olarak çocuk belli bir yaşa geliyor orada dur diyor, okuyamazsın! Bu çifte standart
oluyor bize göre. Yani ben istemiyorum. (Van 2)
Aynı görüşmeciler, bu kez AKP’nin kapatılması davasının yargının siyasallaşması
açısından ne tür anlamlar taşıdığı üzerinden, şunları ifade ediyorlar:
Kapanma davasından dolayı olan güvenimizi de kaybettik diyebiliriz. (Van 1)
Bağımsız yargıya güvenmiyoruz, evet... Neye güveneceğiz? (Van 2)
Aynı Adnan Menderes’i idam ettiler, yirmi sene sonra, altmış sene sonra yeniden
yargılıyorlar. Yani bu sistem hâlâ devam ediyor. Bizde devam ediyor bu sistem.
Yani belli bir adalet yok.
Bir hükümetin hakikaten hükümet etmesi mümkün mü böyle bir sistemde? Hayır,
mümkün değil. Cumhuriyet’ten bu yana hükümetin varlığı sadece ekonomik,
para toplama görevidir. İstedikleri zaman belli kısım bir şey istediği zaman devleti
devre dışı edebilir, vatandaşı devre dışı edebiliyor. Bizim hiç... (Van 1)
Şu anda görülmüyor. Bizim en son yaşadığımız olay, 411 milletvekili seçilen, milletvekili bir kanuna evet dediler... (Van 2)
On bir tane üyeye talimat verildi.
Talimat verildiğini mi düşünüyorsunuz?
Düşünüyoruz evet, kesin düşünüyoruz. Çünkü on bir kişinin şeyi değil...
Aynı görüşmeciler, “367 kararı da mı böyleydi sizce?” şeklindeki sorumuz üzerine şu açıklamaları yapıyorlar:
Dinimiz, inancımız gereği olaraktan buna müsaade etmiyorum. Çünkü ben biliyorum...
Peki şunu soracağım, mesela kızınız 18 yaşını geçti başı bağlıyken. Ya ben böyle
yaşamayacağım, başımı açacağım dese ne yaparsınız?
Ben ne yaparım? Ben babası olarak ilk önce şeyi bir usulünde söylerim. Benim
inancıma aykırı bir şey senin bu yaptığın, inancıma aykırı. Baş edemezsem bir şey
de yapamam, ne yaparım yani. Yani bu gerçek. (Van 1)
Bir standart uyguluyor orada, mesela okul yaşındaki kızları zorla okula gönderiyor,
kampanya yollarıyla gönderiyor. Belli bir yaşa, belli bir okuma yaşına geldiği
zaman orada durduruyor. Orada engelliyor. Bu haksızlık oluyor, bu şey değil yani.
Bu karara tamamen karşıyız. Artı hocam, çocuk 18 yaşına kadar geliyor, okuyor,
bu ilköğretimi okuyor, liseyi okuyor, ama 18 yaşına gelip yani kendini, kendini,
fikrini beyan edecek yaşa geliyor hani yasal olaraktan, hukuk olaraktan, temsil
olarak çocuk belli bir yaşa geliyor orada dur diyor, okuyamazsın! Bu çifte standart
oluyor bize göre. Yani ben istemiyorum. (Van 2)
Aynı görüşmeciler, bu kez AKP’nin kapatılması davasının yargının siyasallaşması
açısından ne tür anlamlar taşıdığı üzerinden, şunları ifade ediyorlar:
Kapanma davasından dolayı olan güvenimizi de kaybettik diyebiliriz. (Van 1)
Bağımsız yargıya güvenmiyoruz, evet... Neye güveneceğiz? (Van 2)
Aynı Adnan Menderes’i idam ettiler, yirmi sene sonra, altmış sene sonra yeniden
yargılıyorlar. Yani bu sistem hâlâ devam ediyor. Bizde devam ediyor bu sistem.
Yani belli bir adalet yok.
Bir hükümetin hakikaten hükümet etmesi mümkün mü böyle bir sistemde? Hayır,
mümkün değil. Cumhuriyet’ten bu yana hükümetin varlığı sadece ekonomik,
para toplama görevidir. İstedikleri zaman belli kısım bir şey istediği zaman devleti
devre dışı edebilir, vatandaşı devre dışı edebiliyor. Bizim hiç... (Van 1)
Şu anda görülmüyor. Bizim en son yaşadığımız olay, 411 milletvekili seçilen, milletvekili bir kanuna evet dediler... (Van 2)
On bir tane üyeye talimat verildi.
Talimat verildiğini mi düşünüyorsunuz?
Düşünüyoruz evet, kesin düşünüyoruz. Çünkü on bir kişinin şeyi değil...
Aynı görüşmeciler, “367 kararı da mı böyleydi sizce?” şeklindeki sorumuz üzerine şu açıklamaları yapıyorlar:
Evet, o da aynıydı. Çünkü on tane, on bir tane Cumhurbaşkanı seçildiğinde hiçbir
olay yoktu böyle, bu problem yoktu. Buna gelince, yani istedikleri zaman yönlendirebiliyorlar. (Van 1)
İstediklerini kendi aleyhlerine çevirebiliyorlar, lehlerine çevirebiliyorlar. Hani bilmiyorum,şu ana kadar... (Van 2)
Çok enteresan bir durum var; yani anketlere bakıldığı zaman, işte Türkiye’nin
yüzde 60, yüzde 50 oyunu almış bir parti tepe aşağı geliyor. Ya şimdi hükümetleri
kimler yıkar? Seçimle gelir seçimle giderler. İcabında kim yıkıyor ki bu partiyi,
kim yıkıyor? Hani bu yüzde 60’la başa gelen hükümeti kim devirir? Hakikaten gizli
devlet, derin devlet mi var? Hani dışardan bazı insanlar mı bunu karıştırıyor veyahutyön veriyorlar? (Van 1)
Şu ana kadar o konular pek fazla bilinmiyordu, ama sonra da yavaş yavaş onlar
da ortaya çıkmaya başladı. Yani diyelim ki hükümetin ağırlığı mı, artık sistemin
şeyi mi bilmiyorum onu tam olarak, ama o gizli, derin devlet olayları, gizli çeteleşmeler falan yavaş yavaş ortaya çıkmaya başladı. Bunlar biraz bizi umutlandırıyor yani. (Van 2)
Dünkü gazetede şey vardı, Arap gazetesinde, Kara Kuvvetleri Komutanı ile Anayasa Mahkemesi Başkanı görüşmüşler mesela. (Van 1)
Görüşmüşler, CHP aynı anda olaya girdi, bu tamamen insanları endişelendiriyor
ya. (Van 2)
Şimdi nasıl güvenebiliriz bu yargıya? Bir tenekeye 40 milyondur, bu 8 litrelik bir...
bu parti kapatma dolayından 80 milyona çıktı. Bir kilo pirinç, maalesef vatandaşa
gidiyor.
Yani şu andaki bu ekonomik kriz de buna mı bağlı?
olay yoktu böyle, bu problem yoktu. Buna gelince, yani istedikleri zaman yönlendirebiliyorlar. (Van 1)
İstediklerini kendi aleyhlerine çevirebiliyorlar, lehlerine çevirebiliyorlar. Hani bilmiyorum,şu ana kadar... (Van 2)
Çok enteresan bir durum var; yani anketlere bakıldığı zaman, işte Türkiye’nin
yüzde 60, yüzde 50 oyunu almış bir parti tepe aşağı geliyor. Ya şimdi hükümetleri
kimler yıkar? Seçimle gelir seçimle giderler. İcabında kim yıkıyor ki bu partiyi,
kim yıkıyor? Hani bu yüzde 60’la başa gelen hükümeti kim devirir? Hakikaten gizli
devlet, derin devlet mi var? Hani dışardan bazı insanlar mı bunu karıştırıyor veyahutyön veriyorlar? (Van 1)
Şu ana kadar o konular pek fazla bilinmiyordu, ama sonra da yavaş yavaş onlar
da ortaya çıkmaya başladı. Yani diyelim ki hükümetin ağırlığı mı, artık sistemin
şeyi mi bilmiyorum onu tam olarak, ama o gizli, derin devlet olayları, gizli çeteleşmeler falan yavaş yavaş ortaya çıkmaya başladı. Bunlar biraz bizi umutlandırıyor yani. (Van 2)
Dünkü gazetede şey vardı, Arap gazetesinde, Kara Kuvvetleri Komutanı ile Anayasa Mahkemesi Başkanı görüşmüşler mesela. (Van 1)
Görüşmüşler, CHP aynı anda olaya girdi, bu tamamen insanları endişelendiriyor
ya. (Van 2)
Şimdi nasıl güvenebiliriz bu yargıya? Bir tenekeye 40 milyondur, bu 8 litrelik bir...
bu parti kapatma dolayından 80 milyona çıktı. Bir kilo pirinç, maalesef vatandaşa
gidiyor.
Yani şu andaki bu ekonomik kriz de buna mı bağlı?
Krizi de tamamen buna bağlıyorum. Çünkü hükümet ne yaptığını bilemiyor,
hükümet eli ayağı durmuş… Geçen ben Bahçesaray’daydım, devletin beş tane
ihalesini bir vatandaş olarak devletin beş tane işini yaptım ben. Yanımda 20-30
kişi çalışıyorlar. İstikrar vardı o zaman, bir güven vardı. Piyasadan alabiliyordum,
verebiliyordum, yapabiliyordum, çevirebiliyordum. Bu sene o yok, tamamen bitti
yani. Nedeni neydi bunun? Birdenbire niye bu böyle oldu? Tabii bunun nedeni
düşündüğün zaman ortaya siyasî istikrarsızlıkla ki tamamen bu bir güvensizlik
meselesi ortaya çıkıyor... Ekonomistliği, biz hepimiz de biliyoruz, yani bir Başbakan, Cumhurbaşkanı’na gittiği zaman çıktıktan sonra yüzü asıksa ekonomide
dalgalanmalar olur. Bunu köydeki çoban da biliyor, yargı da biliyor, başka bütün
insanlar da biliyor. Yani böyle hassas konuda Türkiye’de, yani yargının başındaki
insanlar bunu böyle yaptıkları zaman Türkiye’nin ekonomisi çok büyük bir şekilde
çökeceklerini göremiyorlar mı? Göremiyorlar. Ve de bunu başka bir değişiklik
yapma yolu yoktur. (Van 1)
hükümet eli ayağı durmuş… Geçen ben Bahçesaray’daydım, devletin beş tane
ihalesini bir vatandaş olarak devletin beş tane işini yaptım ben. Yanımda 20-30
kişi çalışıyorlar. İstikrar vardı o zaman, bir güven vardı. Piyasadan alabiliyordum,
verebiliyordum, yapabiliyordum, çevirebiliyordum. Bu sene o yok, tamamen bitti
yani. Nedeni neydi bunun? Birdenbire niye bu böyle oldu? Tabii bunun nedeni
düşündüğün zaman ortaya siyasî istikrarsızlıkla ki tamamen bu bir güvensizlik
meselesi ortaya çıkıyor... Ekonomistliği, biz hepimiz de biliyoruz, yani bir Başbakan, Cumhurbaşkanı’na gittiği zaman çıktıktan sonra yüzü asıksa ekonomide
dalgalanmalar olur. Bunu köydeki çoban da biliyor, yargı da biliyor, başka bütün
insanlar da biliyor. Yani böyle hassas konuda Türkiye’de, yani yargının başındaki
insanlar bunu böyle yaptıkları zaman Türkiye’nin ekonomisi çok büyük bir şekilde
çökeceklerini göremiyorlar mı? Göremiyorlar. Ve de bunu başka bir değişiklik
yapma yolu yoktur. (Van 1)
Anayasa Mahkemesi’nin özellikle AKP karşısında siyasî bir tutum takınarak tarafsızlığını zedelediğini bir başka görüşmeci de vurguluyor:
Mesela Anayasa Mahkemesi genellikle politik davranıyor. AKP’nin kapatılma
davasında olduğu gibi. (Diyarbakır 4)
İstanbullu eğitimli bir görüşmeci de, özellikle 367 kararına atıf yaparak hukuka karşı zaten duymakta olduğu güvensizliğin bir kez daha teyit olduğunu şu sözlerle ifade ediyor:
367 çok güzel bir oyun, çocuk bahçesine döndü Millet Meclisi de.
Bu tür durumlar hukuka olan güveni sarsmaz mı sizce?
Yani hukuka çok büyük güven duymuyorsanız, böyle gelmiş böyle gider derseniz
her şey kolay. Teyit ediyor diyorsunuz?
Tabii tabii. Zaten genelde şu an içinde bulunduğumuz durum biraz o, ataleti doğuruyor.
Yani her kurumuna karşı, devletin her kurumuna karşı olduğu gibi yargı
organına da böyle bir hissizlik var. Belki böyle tanımlayabilirim. Benim kendi ruh
halim böyle belirsizliğin içinde, beni çok şaşırtmayan aksine işte dediğiniz gibi,
“yaparlar, bunları da yaparlar”. (İstanbul 2)
Hakkâri’de görüştüğümüz kişi de, yargının “en azından son dönemde siyasîleştiği ni” düşünmektedir. (Hakkâri 1) Görüşmecimiz, yargının siyasallaşmasında, özellikle bölgedeki uygulamalarda, ordunun payı olduğunu; belli konularda adalet
görevlilerinin baskı gördüklerini vurguluyor:
Emekli bir general bile şöyle söyledi, yani “hâkim ve savcıların kendilerine gelmesi
için ben bomba patlattım” dedi.
Yani her kurumuna karşı, devletin her kurumuna karşı olduğu gibi yargı
organına da böyle bir hissizlik var. Belki böyle tanımlayabilirim. Benim kendi ruh
halim böyle belirsizliğin içinde, beni çok şaşırtmayan aksine işte dediğiniz gibi,
“yaparlar, bunları da yaparlar”. (İstanbul 2)
Hakkâri’de görüştüğümüz kişi de, yargının “en azından son dönemde siyasîleştiği ni” düşünmektedir. (Hakkâri 1) Görüşmecimiz, yargının siyasallaşmasında, özellikle bölgedeki uygulamalarda, ordunun payı olduğunu; belli konularda adalet
görevlilerinin baskı gördüklerini vurguluyor:
Emekli bir general bile şöyle söyledi, yani “hâkim ve savcıların kendilerine gelmesi
için ben bomba patlattım” dedi.
Yani Şırnak’taki olaya, yani şimdi buna yok dersek de, o söz insanın aklına gelir. (Hakkâri 1)
Görüşmecimizin bu algısının, bu projenin ilk ayağı için görüştüğümüz hâkim ve savcıların bazıları tarafından açıkça dile getirilen değerlendirmelerle birebir örtüştüğüne dikkat çekmek isteriz.
Aynı görüşmeci, yine bir hâkimin ilk kitapta yer alan yorumuna paralel olarak, yargının tarafsızlığını kuşkulu hale getiren durumların, anayasal sistemde ve toplumsal hayatta karmaşaya yol açtığını düşünüyor:
İşte Yargıtay’ı, Danıştay’ı bunlar trafikteki akıştaki şeritleri karıştırdılar. Yani Türkiye’de olduğu gibi sağ şeritten mi, yoksa başka bir ülkede olduğu gibi sol şeritten mi gidiliyor onu şaşırdılar. Yasama mı önce, yürütme mi önde önce ona biraz bir karar vermeleri gerekir. Çünkü kendi üstüyle bu defa çelişkiler yaşıyor, hayır, sen bunlara bu kanunu çıkartmazsın veya bunu yapamazsın...
Yani parlamentoya müdahale anlamında mı diyorsun?
Yani tabii ki, ona da kim üstünse, onu da bilmek lazım. Kanunlar eksikse kim
düzeltecekti? Yani bu düzenleme… Yani biri birine hakaret ediyor, e dolayısıyla
Meclis’e hakaret ediliyor ki, edilirse bu ülkenin tümüne. E, Meclis hukuka hakaret
ediyorsa dolaylı olarak yine bana edilen bir hakaret. Yani her türlü halka, yani o
ülkenin halkına... o ülkenin vatandaşına yansıyor tabii ki. (Hakkâri 1)
Görüşmecimiz, hukuku işlevsiz hale getiren bu karmaşanın temel nedenini, ordunun sistem içindeki konumuna ve rolüne bağlıyor; ama Türkiye’de hukuk devletinin yerleşeceğine olan inancını da koruyor:
Yani şimdi bana sorarsanız, devlet kim? Çankaya Köşkü mü, Başbakanlık mı,
direk Genelkurmay derim. Yani devlet ora.
Nereden bu kanaate varıyorsunuz?
E, bir gecede bir savcının işini bitiriyorsa, bir Cumhurbaşkanı’nın, yani Başkomutanlığın yemin törenine bile gitmiyorsa ve bunu unutmamak için kendi fikrime
[…] yemin törenine katılmıyorsa ve hâlâ çeşitli bahanelerle Başkomutanlığı rencide
eden medya gruplarına bile susarak, ki susma da çeşitli anlarda desteklemektir,
hakkını veriyor. Yani bu çalışmalar her birini etkiliyor, bizi zedeliyor yani
insanların güveni bitiyor.
Hukuka güven biterse ne olacak? Neye güveneceğiz?
İnşallah bitmez. […] hukuk herkese lazım, yani illa da ben dara düştüm bana
lazım oldu diye bakmamak lazım rahat rahat yatağınızda uyurken. (Hakkâri 1)
Mahkemelerde Ayrımcılık..,
Mahkemelerde karşılaşılan ayrımcılık durumlarını da, yargının tarafsızlığı bağlamında değerlendirmek gerekir. Bazı görüşmeciler, ayrımcılık sayılabilecek uygulamalara değinmiş, bazıları da maruz kaldıkları örnekleri aktarmışlardır. Bu örnekler arasında “dil”le, yani Kürtçeyle ilişkili olanlar çoğunluktadır.
Bir görüşmeci, mahkemelerde Türkçe dışında bir dilin kullanımı karşısında
heyetlerin eskiden tepkili olduğunu, ama bu durumun giderek düzeldiğini şu sözlerle anlatıyor:
Görüşmecimizin bu algısının, bu projenin ilk ayağı için görüştüğümüz hâkim ve savcıların bazıları tarafından açıkça dile getirilen değerlendirmelerle birebir örtüştüğüne dikkat çekmek isteriz.
Aynı görüşmeci, yine bir hâkimin ilk kitapta yer alan yorumuna paralel olarak, yargının tarafsızlığını kuşkulu hale getiren durumların, anayasal sistemde ve toplumsal hayatta karmaşaya yol açtığını düşünüyor:
İşte Yargıtay’ı, Danıştay’ı bunlar trafikteki akıştaki şeritleri karıştırdılar. Yani Türkiye’de olduğu gibi sağ şeritten mi, yoksa başka bir ülkede olduğu gibi sol şeritten mi gidiliyor onu şaşırdılar. Yasama mı önce, yürütme mi önde önce ona biraz bir karar vermeleri gerekir. Çünkü kendi üstüyle bu defa çelişkiler yaşıyor, hayır, sen bunlara bu kanunu çıkartmazsın veya bunu yapamazsın...
Yani parlamentoya müdahale anlamında mı diyorsun?
Yani tabii ki, ona da kim üstünse, onu da bilmek lazım. Kanunlar eksikse kim
düzeltecekti? Yani bu düzenleme… Yani biri birine hakaret ediyor, e dolayısıyla
Meclis’e hakaret ediliyor ki, edilirse bu ülkenin tümüne. E, Meclis hukuka hakaret
ediyorsa dolaylı olarak yine bana edilen bir hakaret. Yani her türlü halka, yani o
ülkenin halkına... o ülkenin vatandaşına yansıyor tabii ki. (Hakkâri 1)
Görüşmecimiz, hukuku işlevsiz hale getiren bu karmaşanın temel nedenini, ordunun sistem içindeki konumuna ve rolüne bağlıyor; ama Türkiye’de hukuk devletinin yerleşeceğine olan inancını da koruyor:
Yani şimdi bana sorarsanız, devlet kim? Çankaya Köşkü mü, Başbakanlık mı,
direk Genelkurmay derim. Yani devlet ora.
Nereden bu kanaate varıyorsunuz?
E, bir gecede bir savcının işini bitiriyorsa, bir Cumhurbaşkanı’nın, yani Başkomutanlığın yemin törenine bile gitmiyorsa ve bunu unutmamak için kendi fikrime
[…] yemin törenine katılmıyorsa ve hâlâ çeşitli bahanelerle Başkomutanlığı rencide
eden medya gruplarına bile susarak, ki susma da çeşitli anlarda desteklemektir,
hakkını veriyor. Yani bu çalışmalar her birini etkiliyor, bizi zedeliyor yani
insanların güveni bitiyor.
Hukuka güven biterse ne olacak? Neye güveneceğiz?
İnşallah bitmez. […] hukuk herkese lazım, yani illa da ben dara düştüm bana
lazım oldu diye bakmamak lazım rahat rahat yatağınızda uyurken. (Hakkâri 1)
Mahkemelerde Ayrımcılık..,
Mahkemelerde karşılaşılan ayrımcılık durumlarını da, yargının tarafsızlığı bağlamında değerlendirmek gerekir. Bazı görüşmeciler, ayrımcılık sayılabilecek uygulamalara değinmiş, bazıları da maruz kaldıkları örnekleri aktarmışlardır. Bu örnekler arasında “dil”le, yani Kürtçeyle ilişkili olanlar çoğunluktadır.
Bir görüşmeci, mahkemelerde Türkçe dışında bir dilin kullanımı karşısında
heyetlerin eskiden tepkili olduğunu, ama bu durumun giderek düzeldiğini şu sözlerle anlatıyor:
Bir dönem mahkemelerde Türkçe dışında bir dille konuşulduğunda çok kötü tepki
alınıyordu. Şu anda bu tepkiler azaldı, eskisi kadar değil. (Diyarbakır 2)
Aynı görüşmeci, mahkemelerde giyim-kuşamın da zaman zaman sorun olduğunu
söylüyor:
Mahkemelerde giyim-kuşam sorun oluyor. Özellikle dinî kıyafetler... Ama sonucu
çok etkilediğini sanmıyorum. (Diyarbakır 2)
Diyarbakırlı bir başka görüşmeci, Kürtçenin bir ayrımcılık nedeni olduğunu anlatırken, bir ayrım yapıyor:
Valla geçmişte [dille ilgili sorun] çok yaşanıyordu. Ama son süreçte mahkemelerdeki tavır değişti biraz. Siyasî olarak, Türkçe bilmenize rağmen Kürtçe savunma yaptığınızda tepkiyle karşılaşabiliyorsunuz. Ama gerçekten Türkçe bilmiyorsanız, tercüman çağırıyorlar. (Diyarbakır 4)
alınıyordu. Şu anda bu tepkiler azaldı, eskisi kadar değil. (Diyarbakır 2)
Aynı görüşmeci, mahkemelerde giyim-kuşamın da zaman zaman sorun olduğunu
söylüyor:
Mahkemelerde giyim-kuşam sorun oluyor. Özellikle dinî kıyafetler... Ama sonucu
çok etkilediğini sanmıyorum. (Diyarbakır 2)
Diyarbakırlı bir başka görüşmeci, Kürtçenin bir ayrımcılık nedeni olduğunu anlatırken, bir ayrım yapıyor:
Valla geçmişte [dille ilgili sorun] çok yaşanıyordu. Ama son süreçte mahkemelerdeki tavır değişti biraz. Siyasî olarak, Türkçe bilmenize rağmen Kürtçe savunma yaptığınızda tepkiyle karşılaşabiliyorsunuz. Ama gerçekten Türkçe bilmiyorsanız, tercüman çağırıyorlar. (Diyarbakır 4)
Bir diğer Diyarbakırlı görüşmeci de, mahkemelerdeki dil uygulamasının ayrımcılıkla
ilişkisini kuruyor:
Evet, [kimi kişilere farklı] davranılıyor. Mesela Kürtlere farklı davranılıyor. Kürtlerin kendi dilinde savunma verememesi bile buna bir örnektir. (Diyarbakır 3)
Aynı görüşmeci, yargının işleyişinde güç, para, prestij, yakınlık gibi kayırmacılık
konuları dışında, siyasî ve dinî nedenlerle ayrımcılık yapıldığına inanıyor:
Bence rüşvetten daha çok siyasî kayırmacılık var. Siyasî ve dinî kayırmacılık çok
fazla. Bunlar sağ ve muhafazakâr kesimlerdir. Bildiğim tek doğru şey var; o da
solun hiç adaletten yararlanamadığı ve sola hiçbir zaman adil davranılmadığıdır.
(Diyarbakır 3)
Bu görüşmeciye göre, örneğin mafya babaları “iyi hal”den salıverilirken veya onlara ceza indirimleri uygulanırken, aynı tutum siyasî sanıklara gösterilmemekte dir: Mafya babaları bir takım elbiseyle mahkemeye çıkınca, iyi halden cezaları epey indirilebiliyor. Siyasî tutuklulara bu tür ayrıcalıklar tanınmıyor. Bunun etkisi var ama bence yanlıştır. (Diyarbakır 3)
ilişkisini kuruyor:
Evet, [kimi kişilere farklı] davranılıyor. Mesela Kürtlere farklı davranılıyor. Kürtlerin kendi dilinde savunma verememesi bile buna bir örnektir. (Diyarbakır 3)
Aynı görüşmeci, yargının işleyişinde güç, para, prestij, yakınlık gibi kayırmacılık
konuları dışında, siyasî ve dinî nedenlerle ayrımcılık yapıldığına inanıyor:
Bence rüşvetten daha çok siyasî kayırmacılık var. Siyasî ve dinî kayırmacılık çok
fazla. Bunlar sağ ve muhafazakâr kesimlerdir. Bildiğim tek doğru şey var; o da
solun hiç adaletten yararlanamadığı ve sola hiçbir zaman adil davranılmadığıdır.
(Diyarbakır 3)
Bu görüşmeciye göre, örneğin mafya babaları “iyi hal”den salıverilirken veya onlara ceza indirimleri uygulanırken, aynı tutum siyasî sanıklara gösterilmemekte dir: Mafya babaları bir takım elbiseyle mahkemeye çıkınca, iyi halden cezaları epey indirilebiliyor. Siyasî tutuklulara bu tür ayrıcalıklar tanınmıyor. Bunun etkisi var ama bence yanlıştır. (Diyarbakır 3)
Bir başka Diyarbakırlı görüşmeci de, Kürt olmanın, hele bir de siyasî bir nedenle
yargılanıyorsanız, ciddi bir ayrımcılık ölçütü olarak işlem gördüğüne inanıyor:
Düşünce suçlarından yargılandığınızda çok daha fazla tedirgin oluyorsunuz.
Zaten siyasî davalarda yargı da siyasî kararlar veriyor. Bu bölgede çok yaygın.
Adi suçlarda insanlar kendini daha rahat hissediyor. Siyasî suçlar, hele de bu bölgede ve Kürt’seniz sonuç değişiyor ve duygular da değişiyor. Yani pek çok kişi
siyasî suçlardansa adi suçlardan mahkemeye çıkmayı yeğler. [...] Eğer Kürt’seniz
size farklı davranıyorlar. Mahkeme heyetleri siyasî nedenlerden dolayı ve basın
yayının etkisiyle Kürtlere farklı davranabiliyor. Dinî gruplara karşı yaklaşımda da
bu durum var. Bu durum kararları da etkiliyor. (Diyarbakır 4)
yargılanıyorsanız, ciddi bir ayrımcılık ölçütü olarak işlem gördüğüne inanıyor:
Düşünce suçlarından yargılandığınızda çok daha fazla tedirgin oluyorsunuz.
Zaten siyasî davalarda yargı da siyasî kararlar veriyor. Bu bölgede çok yaygın.
Adi suçlarda insanlar kendini daha rahat hissediyor. Siyasî suçlar, hele de bu bölgede ve Kürt’seniz sonuç değişiyor ve duygular da değişiyor. Yani pek çok kişi
siyasî suçlardansa adi suçlardan mahkemeye çıkmayı yeğler. [...] Eğer Kürt’seniz
size farklı davranıyorlar. Mahkeme heyetleri siyasî nedenlerden dolayı ve basın
yayının etkisiyle Kürtlere farklı davranabiliyor. Dinî gruplara karşı yaklaşımda da
bu durum var. Bu durum kararları da etkiliyor. (Diyarbakır 4)
Aynı görüşmeci, kadınlarla ilgili davalarda mahkemelerin ataerkil bir tavır takındığını, bu durumun özellikle “töre cinayetlerine” ilişkin davalarda açıkça görülebildiğini söylüyor:
Töre cinayetleri ve kadına yönelik şiddet konusunda farklı kararlar verilebiliyor.
Bazen infiallere de yol açıyor. Yargı kadının hak ve hukukunu güvence altına alabilmelidir. (Diyarbakır 4)
Töre cinayetleri ve kadına yönelik şiddet konusunda farklı kararlar verilebiliyor.
Bazen infiallere de yol açıyor. Yargı kadının hak ve hukukunu güvence altına alabilmelidir. (Diyarbakır 4)
Özel Mahkemelere Dair Değerlendirmeler.,
Geçmişte yaşanmış özel mahkemeler deneyimi de, bazı görüşmeciler tarafından
tarafsızlıktan sapmanın ya da yargının siyasal amaçlarla kullanımının örnekleri
olarak anılmıştır. Özellikle Yassıada Yargılamaları, Sıkıyönetim Mahkemeleri ve
Devlet Güvenlik Mahkemelerinin bu görüşmecilerin hafızasında yarattığı etkiler, bu
tür uygulamalara tepki duyma şeklinde dışa vurulmuştur. Bazı istisnalar dışında,
görüşmecilerimiz genellikle özel mahkemelerin varlığını şüpheyle karşılıyorlar.
Örneğin Kars’taki bir görüşmeci, Sıkıyönetim Mahkemeleri bağlamında, bizatihi
sıkıyönetim rejiminin sakıncalarını şöyle anlatıyor:
Hayır olmamalı, bence olmamalı! Halksak, biz halksak böyle şeyler olmamalı!
Sıkıyönetim olmamalı, halkımız özgür olmalı, özgürce yaşamalı, birbiriyle iyi
geçinmeli, bu gibi şeyler olmamalı bence yani. (Kars 1)
Özel mahkemeleri “hukuk devleti ilkesinin yanlış yorumlanması” olarak gören bir
görüşmeci şunları söylüyor:
Tabii ki bunlar hukuk devleti ilkesini[n] bence yanlış yorumlamaları. Hukukta,
yargıda yürütmenin, Devlet Güvenlik Mahkemeleri, İstiklal Mahkemeleri, tabii
ki bunlar devletin işleyişini kolaylaştırıyor ve devletin belki illegal uygulamalarını
meşrulaştırmak, yasallaştırmaktan öteye gitmeyen mahkemelerdir.
Bir tür hukuksuzluk mu yani?
Aynen öyle! Ama tabii ki, burada işte hukuk üyelerinin, hukuk personelinin çalışması da başka bir ironi, hani manidar. Evet, bu İstiklal Mahkemelerinde hâkimler görev almıyor. İstiklal Mahkemelerinde seçilmiş, milletvekili komisyonlarından seçilmiş insanlar görev alıyordu ama... (İstanbul 2)
Bir başka görüşmeci de, özellikle İstiklâl Mahkemelerini örnek göstererek, bu tür
mahkemelerin esasen hukukî olmadığını düşünüyor, ancak o zamanın şartlarında
“maalesef işe yaradığını” da ekliyor:
İstiklâl Mahkemeleri... Onu tabii içinde bulunulan zamanın dinamiklerine göre
belirlemek gerekiyor. İstiklâl Mahkemeleri kurulduğu zamanlarda tam anlamıyla
hani bırakın bağımsızlığı, devlet olduğundan bile söz edilmek tam anlamıyla
mümkün değildi, maalesef kurulma aşamasında olan bir millî iradenin insanı
birtakım, yine zararlı ot diyeceğim, ama ayıklamak için kullandığı bir sistemdi.
Maalesef o zaman işe yaramış.
Hukukî midir sizce?
Hukukî değil ama çok işe yaramış. (İstanbul 3)
Aynı görüşmeci, kanunda işleyişi ve yargılanma koşulları çok sağlam belirlendiği
takdirde, DGM türü mahkemelerin olabileceğini söylüyor:
[...] Ama hani savaş olmasaydı [İstiklâl Mahkemeleri gibi] bir şey olmayacaktı
gibi bir şey. Devlet Güvenlik Mahkemeleri ise normal seyrinde giden bir demokraside de olabilecek bir şey gibi gösteriliyor en azından. Devlet Güvenlik Mahkemesi denen şey, eğer devletin çıkarlarını koruyan bir yargı sistemiyse ya da mekanizmasıysa, olabileceğini düşünüyorum. Ama hani bu sonuçta gazeteleri okuyup da köşe yazarlarının sevmediğimiz ifadelerinden dolayı yargılanabileceği bir şey olmamalı. (İstanbul 3)
mahkemelerin esasen hukukî olmadığını düşünüyor, ancak o zamanın şartlarında
“maalesef işe yaradığını” da ekliyor:
İstiklâl Mahkemeleri... Onu tabii içinde bulunulan zamanın dinamiklerine göre
belirlemek gerekiyor. İstiklâl Mahkemeleri kurulduğu zamanlarda tam anlamıyla
hani bırakın bağımsızlığı, devlet olduğundan bile söz edilmek tam anlamıyla
mümkün değildi, maalesef kurulma aşamasında olan bir millî iradenin insanı
birtakım, yine zararlı ot diyeceğim, ama ayıklamak için kullandığı bir sistemdi.
Maalesef o zaman işe yaramış.
Hukukî midir sizce?
Hukukî değil ama çok işe yaramış. (İstanbul 3)
Aynı görüşmeci, kanunda işleyişi ve yargılanma koşulları çok sağlam belirlendiği
takdirde, DGM türü mahkemelerin olabileceğini söylüyor:
[...] Ama hani savaş olmasaydı [İstiklâl Mahkemeleri gibi] bir şey olmayacaktı
gibi bir şey. Devlet Güvenlik Mahkemeleri ise normal seyrinde giden bir demokraside de olabilecek bir şey gibi gösteriliyor en azından. Devlet Güvenlik Mahkemesi denen şey, eğer devletin çıkarlarını koruyan bir yargı sistemiyse ya da mekanizmasıysa, olabileceğini düşünüyorum. Ama hani bu sonuçta gazeteleri okuyup da köşe yazarlarının sevmediğimiz ifadelerinden dolayı yargılanabileceği bir şey olmamalı. (İstanbul 3)
Bir görüşmeci, sadece siyasî suçlar için özel mahkemelerin olması gerektiğini söylüyor, “onun haricinde normal suçlar için olmamalı” diyor. (Kars 9)
Başka bir görüşmeci ise, bu tür mahkemeleri genel olarak kabul ediyor, ama “daha adaletli karar verebilmek için tarafsız olmak şartıyla” diye ekliyor. (Kars 11)
Karslı görüşmecilerden birisi, “bu tür mahkemelerin işleri daha çok uzattığını”
düşünüyor. (Kars 10)
Ancak, mağdur olduğunu düşünen bir görüşmeci, bu tür mahkemelerin gerekliliği ne inanıyor. Normal mahkemeyi “gevşek”, cezaları yetersiz buluyor. Olağanüstü mahkemelerin daha “sıkı” (dolayısıyla sert) olacağını düşünüyor. (Kars 5)
Tabii hâkim ilkesinin uygulanmasıyla ilgili bir diğer tartışma, Askerî Mahkemelerin
varlığı üzerinden yapılmaktadır. İnsanların bu konuda kafaları oldukça karışık
olmakla birlikte, bu durumun tabii hâkim ilkesiyle bağdaşmadığına ve askerî sistemin kapalılığı yüzünden muhakemenin aleniyeti ilkesini ihlâl ettiğine ilişkin bir
sezgileri mevcuttur.
Mesela özel mahkemeler konusunda ayrıntılı açıklamalar yapan İstanbullu görüşmecinin, Askerî Mahkemelere dair değerlendirmesi, bu tereddütleri ve çekinceleri yansıtıyor:
Askerî Mahkeme’nin [olmasında], yani orada bir yargılama sistemi olmasında bir
sakınca yok bence. Askeriye’nin kendi içinde bir yargılama sistemi olabilir.
Ama bu[nun] diğer yargılama sisteminin bir alt dilimi gibi işlemesi daha normal geliyor.
Yani sonuçta askerlerin yaptıkları her şey [...] Askeriye’deki yargı sisteminin
sorunu, yani onların bakması bu işlere biraz tuhaf geliyor. Ama [...] hani Askerî
Mahkeme bildiğimiz yargı sisteminden bağımsız bir küçük, kendi içine hapsolmuş
ve kendisinden sorumlu yargı sistemi olmasaydı, yani seçilebilseydi rahatlıkla,
o zaman bir sakınca olmazdı yani. İnsanların şöyle bir güvencesi olurdu: Zaten
diğer mahkemede görülecek davalardan farklı bir karar olmayacak orada. Ama...
O izlenimi alamıyorsunuz...
Evet, almıyorum o izlenimi.
Bu izleniminizi güçlendiren ne gibi şeyler var?
Neden onların kendilerine has bir yargılama sistemi olduğu konusu mu? Bir kere
şöyle bir şey var; ben askere gittim, orada kaldım. Orada başıma gelecek herhangi bir şey konusunda Askeriye dışındaki herhangi bir insan müdahale edemezdi.
Başka bir görüşmeci ise, bu tür mahkemeleri genel olarak kabul ediyor, ama “daha adaletli karar verebilmek için tarafsız olmak şartıyla” diye ekliyor. (Kars 11)
Karslı görüşmecilerden birisi, “bu tür mahkemelerin işleri daha çok uzattığını”
düşünüyor. (Kars 10)
Ancak, mağdur olduğunu düşünen bir görüşmeci, bu tür mahkemelerin gerekliliği ne inanıyor. Normal mahkemeyi “gevşek”, cezaları yetersiz buluyor. Olağanüstü mahkemelerin daha “sıkı” (dolayısıyla sert) olacağını düşünüyor. (Kars 5)
Tabii hâkim ilkesinin uygulanmasıyla ilgili bir diğer tartışma, Askerî Mahkemelerin
varlığı üzerinden yapılmaktadır. İnsanların bu konuda kafaları oldukça karışık
olmakla birlikte, bu durumun tabii hâkim ilkesiyle bağdaşmadığına ve askerî sistemin kapalılığı yüzünden muhakemenin aleniyeti ilkesini ihlâl ettiğine ilişkin bir
sezgileri mevcuttur.
Mesela özel mahkemeler konusunda ayrıntılı açıklamalar yapan İstanbullu görüşmecinin, Askerî Mahkemelere dair değerlendirmesi, bu tereddütleri ve çekinceleri yansıtıyor:
Askerî Mahkeme’nin [olmasında], yani orada bir yargılama sistemi olmasında bir
sakınca yok bence. Askeriye’nin kendi içinde bir yargılama sistemi olabilir.
Ama bu[nun] diğer yargılama sisteminin bir alt dilimi gibi işlemesi daha normal geliyor.
Yani sonuçta askerlerin yaptıkları her şey [...] Askeriye’deki yargı sisteminin
sorunu, yani onların bakması bu işlere biraz tuhaf geliyor. Ama [...] hani Askerî
Mahkeme bildiğimiz yargı sisteminden bağımsız bir küçük, kendi içine hapsolmuş
ve kendisinden sorumlu yargı sistemi olmasaydı, yani seçilebilseydi rahatlıkla,
o zaman bir sakınca olmazdı yani. İnsanların şöyle bir güvencesi olurdu: Zaten
diğer mahkemede görülecek davalardan farklı bir karar olmayacak orada. Ama...
O izlenimi alamıyorsunuz...
Evet, almıyorum o izlenimi.
Bu izleniminizi güçlendiren ne gibi şeyler var?
Neden onların kendilerine has bir yargılama sistemi olduğu konusu mu? Bir kere
şöyle bir şey var; ben askere gittim, orada kaldım. Orada başıma gelecek herhangi bir şey konusunda Askeriye dışındaki herhangi bir insan müdahale edemezdi.
Yani orada kendimizi teslim etmişiz, biliyorsunuz ve bu hissi engelleyecek
hiçbir şey yok. O yüzden orada infaz etmeye kalksalardı, sanki yapabilirlermiş
gibi... Mesela orada bir komutan gelip sizi öldürse, ondan sonra da kendi yargı
sistemlerinde bir gerekçeyle bunun suç olmadığını söyleseler kimse buna itiraz
edemez gibi hissediyorum. (İstanbul 3)
hiçbir şey yok. O yüzden orada infaz etmeye kalksalardı, sanki yapabilirlermiş
gibi... Mesela orada bir komutan gelip sizi öldürse, ondan sonra da kendi yargı
sistemlerinde bir gerekçeyle bunun suç olmadığını söyleseler kimse buna itiraz
edemez gibi hissediyorum. (İstanbul 3)
***
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder