30 Ekim 2018 Salı

İMAMOKRASİ., BÖLÜM 2


İMAMOKRASİ.,  BÖLÜM 2




Emniyet ve Savcılık ifadelerimde de bu konuyu anlattım, ama ısrarla işin 
içinde TSK, asker, örgüt vs arandığı için havada kalmış. Ultra Türkler 
yazısı, Kurtlar Vadisi filmi, metaforu üzerinden kaleme aldığım bir 
başkent değerlendirme yazısıdır. Çünkü Ankara'ya ayak bastığım 2003 
yılında, kırmızı çizgiler ortadan kalkmıştı. Kamuoyunda devlete olan 
güvenin kalmadığı bir ortamda, ekranda Kurtlar Vadisi dizisi 
oynatılıyordu. Dizinin yapımcısı, oyuncusu, senaryo yazarları da AKP'li 
idi. Yani, AKP Kurtlar Vadisi dizisi üzerinden, kamuoyuna devletin 
olmadığını, derin devletin var olduğunu, onların bu ülkenin kurtuluşu 
için mücadele ettiği mesajını veriyordu. Bende, ABD'nin, İsrail'in 
ortalık yerde, 2005'te "tüm operasyonlarımızı Ultra Türkler bozuyor, 
herkesten önce haber alıp önümüzü kesiyorlar" dediği bir oluşumdan 
yakındığını duydum, şahit oldum. Bunun üzerine star Medya Grubu'nun 
Ankara Temsilcisi ve Başyazarı olarak, başkent Ankara'da MİT'inden 
Genelkurmay'ına, Emniyet'inden Jandarması'na, iktidarından muhalefetine 
kadar yaptığım ziyaretler sonucu elde ettiğim görüşmeler ışığında bir 
yazı kaleme aldım. Yazıyı yazarken de, Kurtlar Vadisi'nde anlatılan 
derin devlet konseptini kullandım. Yazı, BOP'çuların şikayetçi oldukları 
kişilerin aslında bu devleti yöneten kişiler olduğunu anlatıyor. Yazının 
bu yönü birçok kişi tarafından eleştirildi, jeep vs... Kaldı ki, Ankara'da 
yaptığım tüm ziyaretlerde, muhataplarıma ülkenin büyük bir parçalanma, 
yıkılma sorunu ile karşı karşıya olduğunu, kendilerinin de hiçbir şey 
yapmayarak buna ortak olduklarını, ülkeyi sattıklarını anlatarak sohbete 
başladım. Yaptığım genel değerlendirmeler üzerine muhataplarım da bana 
Türkiye'nin artı ve eksilerini kendi bulundukları makam, yükseklik 
üzerinden anlattılar. Yazı, genel bir değerlendirmenin neticesinde 
ortaya çıkmıştır. Devlete inancın sıfıra yakın olduğu bir ortamda kaleme 
alınmıştır. Bir yönü ile Postacı filmindeki gibi bir inancı taşır.


(...)

Yazı diğer yönü ile Panama Terzisi hüviyeti taşır! 

(...)

Çünkü yazı yayınlandıktan sonra, birçok yerli ve yabancı servis bu 
örgütün peşine düştü. Yazıyı okuyan kimi okurlar da beni örgütü deşifre 
etmekle suçladı. Oysa ki, bu yazı sadece  kaybolmakta olan bir inancın, 
devlete olan güvenin korunması gerekliliği üzerine kurulu idi. Sonraki 
yazılarda da, böylesi bir örgütün olmadığının altı hep çizildi. Derin 
devlet zannedilen şeyin, devletin kendisi olduğu ısrarla anlatıldı. Buna 
rağmen bu yazı, ABD, AB, Rusya denkleminde gerçekliği ya da 
gerçeküstülüğü ispat edilememiş bir yazı olarak hala güncelliğini 
korumaktadır! Bakalım Savcılarımız, mahkemede Ultra Türkler'e dair ne 
gibi yeni kanıtlar (!) ortaya koyacak!?



(...)

Kaldı ki, birçok AKP'liden, Bakan'dan, parti yöneticisinden, "Bize 
kızıyorsun ama 1 Mart Tezkeresi'ni TBMM'den bizim geçirmediğimizi 
atlıyorsun" yollu sitemler işitmiş bir gazeteci olarak diyeceğim şudur: 
Kurtlar Vadisi dizisi hala oynamaya devam ediyor. Dizide "Polat" 
karakteri şimdilerde Erdoğan'a, "İskender Büyük" Veli Küçük'e; "Zafer", 
Muzaffer Tekin'e denk düştüğü söyleniyor. Buradan hareketle Emniyet'in 
bir kurmaca yani "Kurtlar Vadisi" fenomeni üzerinden kamuoyu oluşturup, 
ardından da iddianame hazırladığını söyleyebilir miyiz?! Benim yazdığım 
yazı suç ise Kurtlar Vadisi dizisinde yapılan derin devlet 
yönlendirmelerinin de suç olması gerekmez mi?! Kaldı ki, Kurtlar 
Vadisi'nin tüm senaryolarında siyasileri değil, güvenlik bürokratlarını 
suçlayan, hedef tahtasına oturtan bir anlatım vardır.

(...)

Savcı Öz, "Ultra Türkler, Derin devlet tartışmaları" başlıklı kitap 
çalışmamı dahi incelemeye gerek görmeden iddianameye eklemiş. Ortada 
olmayan örgütün medya kolunda görev yapmakla itham edilirken, nasıl 
geçindiğim, AKP iktidarında nasıl bir zulme tabii tutulduğum, bir 
gazetecinin işsiz bırakılsa dahi günümüz dünyasında internet üzerinden 
iktidara muhalefet edebileceği gerçekliğini atlamış. Kaldı ki, bu 
soruşturma başlamadan önce bu kitabı Alfa yayınevine teslim etmiş, 
basılması için de benden son düzeltmeleri tamamlamam için biraz daha 
zaman vermelerini rica etmiştim. Bu soruşturma, kitabı yayınevine teslim 
ettikten 2 ay sonra başlatıldı! Soruşturmanın çok öncesinde kitabın 
önsözü bir internet sitesinde (Süperpoligon) yayınlandı.

(...)

Savcı Öz, ifademi alırken ısrarla asker ismi istedi. Ona da gerçekleri 
yukarıdaki kelimeleri tekrarladım. Emniyet ifademde de! Emniyet'te zaman 
darlığından "ver ifadeni, sonra Savcılıkta düzeltirsin" dediler. O 
yüzden konu tam açıklık kazanamadı. Savcı Öz ise Çuwall kitabı ile 
ilgili yaptığım bir görüşmeye top-secret devlet belgesi muamelesi 
yapmaya kalkıştı. Orada işin doğrusunu anlatmama rağmen, iddianamede 
özel kuvvetlerde görev yapan bir komutan ile irtibatlı olduğu için 
örgütle bağlantısı vardır diyor. Birincisi, ne diyorum özel kuvvetlerde 
görevli olduğunu söyleyen biri, aşırı şüpheci! Bunları anlattı ve gitti. 
Adam belki de Emniyet İstihbarat'ın elemanı nereden bileceksin, 
araştırdın mı?! Hayır! O iddiaların teyid edilmesi mümkün mü?! Zor! 
Savcı Öz ve AKP Medyası ise iddianameden dışarı taşan bilgi, belge, 
iddiaları teyid etme ihtiyacı hissetmeden sayfalarına, ekranlarına 
taşımakta hiçbir sakınca görmüyor!

(...)

Savcı Öz'e ifade verirken, AKP ile ilgili düşüncelerimi açık ve net 
olarak tekrarladım. Gözaltı sonrası yaptığım açıklama:


(...)

Buna rağmen Savcı Öz, işin asker boyutundaydı. Israrla benden komutan, 
asker ismi istedi. Bende o zaman resmi, kayıtlı olarak görüşme yaptığım 
isimlerden birkaçını saydım, hemen iddianameye ekledi. Kayda geçmesini 
istediğim diğer sözlerim kayda geçirilmedi. Bunun üzerine Savcı'ya minik 
bir test yapmaya karar verdim; "Çuwall kitabı için görüştüğüm o özel 
kuvvetler mensubunun iddialarının bir kısmı bugünkü Yeni Şafak'ın 
manşetinde! Doğrulanmış" dedim. Savcı hemen bu sözlerimi tutanağa 
geçirtti. Oysa ki, gözetim altındayken gazete okumak, tv izlemek, 
birileri ile konuşmak yasaktı. Peki o gazeteyi ben nasıl okumuştum!? 
Savcı bu soruyu bana hiç sormadı. Tabii ki, Savcı Öz'ün masanın üzerinde 
duruyordu, bende oradan Yeni Şafak'ın manşetine göz gezdirdim. Savcı, 
asker ile ilgili her türlü ithamı, dedikoduyu kayda geçirirken ne kural 
tanıyordu ne de en basit soruşturma kaidesine uymayı aklından 
geçiriyordu! Bu basit örnek dahi, Savcı Öz'ün soruşturma şekli hakkında 
fikir vermeye yeterlidir sanırım. Bir başka örnek: Çantamda arkasını 
karalama kağıdı olarak kullanmak için tuttuğum kağıtlardan birinin ön 
yüzünde Turgay Ciner'e yazdığım bir mektup vardı. AKP'ye destek 
olmalarına rağmen Sabah'ı kaybedeceklerini anlatıyordum. Enerji bazlı 
operasyona uğrayacaklarını iddia ediyordum. Savcı Öz, kağıttan o 
bölümleri okuyup "bunları nereden biliyorsun" diye sordu. Bende 
iddialarınızın aksine bir gazeteciyim, bürokrasiyi de iyi takip ederim 
dedim. Tamam, deyip konuyu kapattı. Misal, o yazı ve bir başkası "DD"nin 
derin devlet değil, Erdoğan'a İsmail Yıldız'ın "Deli Dumrul" diye 
taktığı bir lakabın kısaltması olduğunu söylemiş olmama rağmen bu 
ifadelerim kayda geçirilmedi!

(...)

Kitapta, sanık Orhan Tunç, AKP'nin Azrail'le randevusu başlıklı bir 
yazımı beğendiği için alıp internetteki köşesine koyduğunu açıklamış. 
Olabilir, normal bir şey!


(...)

Kaldı ki, Emniyet ifadesinde beni tanımadığını da söylemiş. Daha sonra 
Savcılık ifadesinde bu yazımla ilgili olarak şöyle denilmiş. Bu yazıda 
Gülen'e, Erdoğan'a suikast düzenlenmiş, ancak başarılı olunamadığı için 
Ergenekon operasyonu başlatılmış. Tunç da, yazının kurgu olsa da ilginç 
gelmesi sebebiyle, Savcılar görsün, yazı yazan kişi hakkında gereğini 
yapsınlar niyeti ile bu yazıyı alıp köşesinde yayınlandığı beyanında 
bulunmuş. Peki yazımda böyle bir bölüm olmadığı halde, ifade kısmında 
bunun ne işi var ya da aradan geçen zaman içinde Savcılar neden 
görevlerini yapmamışlar!? Veyahut, tüm ifadeler böyle alındı ise diğer 
ifadelerin güvenirliği ile ilgili ne düşünmeliyiz?! Savcı bir de diyor 
ki, o yazıda İsmail Yıldız ve Hayrullah Mahmud'un tutuklanması 
eleştirilmiştir! Ben o yazıda böyle bir satır da göremedim.

(...)

İfademde "Emin Çölaşan aleyhine yazılar yazıyordum", diye bir bölüm var! 
Niye, ruh hastası mıyım Çölaşan aleyhine durduk yerde yazı yazayım. 
Çölaşan, biz star'dan hukuksuzca kovulunca, arkamızdan bir yazı yazdı. 
Aziz Nesin bizim gibi adamlar için kendilerini sermayeye satanlar dermiş 
diye... Bende bunun üzerine kendisini sermayeye satmayan Çölaşan'ı 
AKP'ye karşı neden sustuğu konusunda eleştirmiştim. Yazdığı yazılar ile 
AKP'ye tersten destek attığını iddia etmiştim. Bunun üzerine Çölaşan'ın 
arkadaşı, haber kaynağı Ergun Poyraz ile bir defa buluşup, konuştuk, 
tartıştık. Daha sonra bu görüşmemizi de e-mail zincirlerinde okurlarımla 
paylaştım. Poyraz da karşı cevabını yazdı, yayınladı.

(...)

Konjonktürel muhalif Emin Şirin ifadesinde "SESAR'da çalışan Hayrullah 
Mahmud, benimle ilgili bir yazı yazdı, bunun üzerine İsmail Yıldız'la 
telefonda konuştum" diyor. Birincisi ben SESAR'da hiç çalışmadım. Fahri 
başdanışmandım. Bu İsmail Yıldız ile aramızdaki bir espridir. Bir 
insanın bir yerde çalışıyor olması için oradan maaş alıyor olması ve 
sigorta kaydının bulunması vb gibi basit işlemlerin de gerçekleşmiş 
olması gerekmez mi?! Ne var ki, İsmail Yıldız da o görüşmeden sonra, 
gelip benden özür diledi, böyle bir konuşma yaptığı, Şirin'i dinlediği 
için! Hatta istersem sitede bir açıklama yazısı yayınlayabileceğini 
söyledi! Ben gerek görmedim. İkincisi İsmail Yıldız dostum olur ama iş 
yazı yazdırma kısmına gelince o ya da başkası kim oluyor ki, bana yazı 
yazdıracak!? Şirin şimdi Cem Uzan'ın yanında sorsun bakalım Cem Uzan 
bana kaç yazı yazdırmış? The İmam'ın İki Emin'i başlıklı yazımda, Emin 
Şirin'in Hanefi Avcı'nın projesi, Erdoğan'ın talimatı ile AKP'ye muhalif 
yerlerde özel olarak dolaştığı, bilgi topladığı, yeminli muhalif 
olduğunu iddia ediyordum. Bir de o yazıda Hilmi Özkök için Fetullahçı 
yaftalaması yapmaya kalkışan, kendisini devlet yerine koyup önüne gelen 
hakkında akılmaz sıfatlar yapıştıran Çölaşan'ı kendisi hakkında 
kulislerde dolaşan iddialardan yola çıkarak, bir ayna tuttum. O da dava 
açtı! Eski dostum Şirin o yazıma bozulmuş. Olabilir. Kaldı ki, şu anda 
da yazmaya devam ediyorum, peki Hayrullah Mahmud'a kim emir veriyor ya 
da yönlendiriyor yazı yazarken?! Savcı, mahkemede bu iddiasını da ispat 
etmekle mükelleftir.

(...)

İsmail Yıldız'ın "Bülent" kod adlı olduğunu AKP Medyası ve iddianameden 
öğrendim. Bu kod adı iddiası üç özel harekatçı ile yaptığı görüşmeye 
dayanıyor. Bu iddiaya göre Yıldız, "Ben derin devletim, askerle özel 
ilişkilerim var" demiş. Bir de bu iddiayı Emin Şirin seslendiriyor! Bir 
adamın kod adı var ise örgütte herkesin o adamı o kod ismi ile anması, 
çağırması gerekmez mi?! Bu anlamda bir başka soru: Emin Şirin'in, 
Emniyet İstihbarat'ta "istihbarat elemanı" olarak resmi ya da gayr-ı 
resmi bir görevi var mıdır?! Hanefi Avcı döneminde böylesi bir 
görevlendirme yapılmış mıdır?! Emniyet'ten de bu anlamda bir açıklama 
almak gerekecek!

(...)

Behiç Gürcihan'ın evrakları arasında benim, İsmail Yıldız'ın, İBDA-C'li 
Fazıl Duygun ile sık sık görüştüğüm yazıyor. Adil Serdar Saçan öyle not 
vermiş. Fazıl Duygun "Baran" dergisinin editörü. Eğer Fazıl Duygun, 
iddia edildiği gibi bir kişi ise neden gerekli yasal işlemler 
yapılmamış, tutuklanmamış?! Fazıl ile benim aramda bir görüşme trafiği 
var mı?! Fazıl'ı SESAR'a kim yollamış?! Yoksa Fazıl, MİT'in saha 
elemanlarından biri midir?! Fazıl Duygun, Haşmet Babaoğlu ile söyleşi 
yaptığını referans gösterdiği halde, benimle söyleşi yapma isteğini hep 
geri çevirdim. Böyle bir not neden iddianamede yer alır, amaç AKP'ye 
muhalif bir gazeteciyle ilgili kafalarda soru işareti yaratıp, 
yaftalamak, marjinalleştirmek mi?!

(...)

"Hayrullah Mahmud'un yazıları SESAR sitesinde SESAR imzası ile 
yayınlanır" gibi bir ifade var. Bunu, İsmail Yıldız'ı aşağılamak için 
bilerek yapıyorlar. Çünkü daha önce de bu dedikoduyu yaymak istediler. 
Tutmadı! İsmail Yıldız, Özal'ın danışmanı! Mesut Yılmaz'a raporlar 
yazmış bir isim! 160'ın üzerinde IQ'su olan bir adam! Ben bu tür 
iddiaları bazı mevkideki insanların içindeki İsmail Yıldız kıskançlığına 
veriyorum. Altın hapishaneye düşse de değerinden bir şey kaybetmez, 
altındır. AKP birilerine kaftan, makam verse de, teneke tenekedir. 
Zorlasan da, parlatsan da çeyrek altın etmez.

(...)

Fehmi Koru, AKP'ye kapatma davası için "Google İddianamesi" adını 
koymuştu. Mevcut iddianameye bakılacak olursa, içinde Ergenekon adı 
geçen her şey soruşturma kapsamı altına alınmış. İddianamede özel olarak 
altı boltlanmış bir cümle var: Aydın Doğan'ın ipi çekildi! Burada Aydın 
Doğan'a "Ayağını denk al, yoksa seni de bu listeye dahil ederiz" diye 
gizli bir mesaj mı var?! Açıkçası sayın savcı heyetinin bu konuya da 
açıklık getirmesini bekliyorum.

(...)


Sayın Başkan,


Bu iddianame kapsamında içinde bulunduğum durumu özetleyecek olursam:

Emniyet'teki ve Savcılık'taki ifademde de anlattığım gibi sözde 
Ergenekon terör örgütü isimli bir oluşumdan haberdar değilim.

Böyle bir örgütün varolduğuna da inanmıyorum.

Aynı zamanda hiçbir legal/illegal örgütün de üyesi değilim!

AKP iktidarında işe iade davası hala yargıda bekletilen, medya 
patronlarına baskı yapılarak çalışma hürriyeti engellenmiş, evine 
defalarca haciz gelmiş, kiracısı olduğum evden borcumu ödeyemediğim için 
çıkarılmış, bankalara olan kredi kartı borcu kayıt altında olan bir 
Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olarak, şimdi ben sormak istiyorum:

AKP'ye muhalif bir gazeteci olmasaydım, şimdi karşınızda terör örgütüne 
üye olmak iddiası ile bulunur muydum?!

Şu anda AKP engeli yüzünden çalışmıyor değilim, çalışamıyorum. Hiçbir 
gelirim yoktur. Eşimden dostumdan aldığım küçük harçlıklarla, borç 
paralarla ayakta kalmaya çalışıyorum. 4 yıl önce boşandığım eski eşimden 
bir kızım var, onun da nafakasını ödeyebilmiş değilim!

Sayın Öz'ün bilmesi ve görmesi gerekli husus şudur:

AKP, bir siyasi partidir.

Devlet değildir!

Onun için AKP'ye karşı halkı uyarmakla, hükümete/devlete karşı halkı 
ayaklandırmaya kalkışmak çok farklı konulardır!

Kaldı ki, seçimlerde sandıktan bir gün AKP çıkar, bir gün MHP, bir gün 
ANAP vb!

Ben bir gazeteci olarak AKP'li, MHP'li, CHP'li, DSP'li vb olmak zorunda 
değilim!

AKP ve diğer iktidar partileri hakkında gördüğüm yanlışları okurlarımla 
paylaşabilirim.

Eleştirilerimi en sert şekilde de yapabilirim!

Yargıtay kararı ile de sabittir ki, ağır eleştiri hakaret değildir!

İşsiz bıraktırılmış olsam da, kamuoyunu bilgilendirmek amacı ile görev 
yapan gazetecilerden biri olarak, bu benim en doğal hakkım!

Bu eleştirilerim sırasında haksızca suçlamalar, hakarete varan ifadeler 
kullanmış isem AKP için yargı yolu açıktır!

Rahatlıkla özür/düzeltme yoluna gidebilir, tazminat davası açabilir!

Ama bu yolları kullanmak yerine "tüm muhalifler teröristtir" iddiasını 
gündeme getirerek, AKP'ye karşı olan muhalefeti sindirmeye çalışmak 
doğru değildir.

Sözün özü, AKP demokrasi özürlü bir siyasi parti!

Tek partili sisteme, demokrasi denilmez!

Dense dense, otokrasi, tiranlık, "İmamokrasi rejimi" denilir!

Hülasa, hakkımdaki tüm iddialar mesnetsiz iddialardır!

40 yıllık ömrü hayatımda, hiçbir yasadışı işe karışmamış bir Türkiye 
Cumhuriyeti vatandaşıyım!

20 yıllık gazeteciyim.

KKTC'de yayın yapan Birlik gazetesinde köşe yazarlığı ile başladığım 
meslek hayatımda, haftalık ekonomi gazetesi Gözlem'de genel yayın 
müdürlüğü, başyazarlık, Sabah'ta yazarlık, yayın koordinatörlüğü, Star 
Medya Grubu'nda Medya Grup Ankara Temsilciliği, Başyazarlık vb 
görevlerde bulunmuş, muhabirliğinden, yazarlığına, yöneticiliğine kadar 
her bölümünde çalışmış bir gazeteci olarak, AKP iktidarında, AKP'nin 
yanlışlarını büyük harfle ilk yazanlardan olduğum için işsiz bırakıldım.

İlk olmanın verdiği tüm sıkıntılara maruz kaldım, çok rüzgar yedim.

Sözün özü, sözde terör örgütünün üyesi de değilim!

Sayın savcı heyetinin iddia ettiği gibi "Terörist" de değilim!

AKP iktidarında olsa olsa benim için "Hororist" denilebilir!

Terörist asla!

Yani, BOP'çulara, BOP Eş Başkanı partiye korku veren, korku saçan bir 
gazeteci olabilir!

Bu iddiada bulunanlara iddialarını aynen iade eder, sayın Başbakan 
Erdoğan'ın deyişi ile "İddianızı sevsinler" derim.

Ezcümle, BOP'a, BOP Eş Başkanı AKP'ye muhalif bir gazeteciyim.

Bir gazeteci olarak düşüncem şudur:

Kanunen bu iddianame kabul edilmiş olsa bile, gerçekler bir bir ortaya 
çıktıkça hukuken reddedileceğine inanıyorum.

Sayın Başkan,

Bu anlamda mahkeme huzurunda soruşturmayı yürüten Savcı Zekeriya Öz, 
Mehmet Ali Pekgüzel ve Nihat Taşkın'a birkaç soru sormak ve gözden kaçan 
birkaç hususu, mahkeme huzurunda kamuoyu ile paylaşmak istiyorum:

1- Eğer, "Bu vadi başka vadi, Ultra Türkler geliyor" başlıklı yazımda 
dolayı burada sanık olarak bulunuyorsam, neden bu yazıya konu olan ve 
Türk halkının kafasında "Devlet yoktur, devleti yönetenler satılmıştır, 
devleti kurtarsa kurtarsa ancak derin devlet kurtarır" olgusunu 
yerleştirmeye çalışan "Kurtlar Vadisi"nin yapımcıları, senaryo ekibi de 
bulunmuyor? Kaldı ki, dizinin çekilen son bölümlerinde (Kurtlar Vadisi -- 
Pusu) bu dava ile ilgili kamuoyunda belli bir kanaat oluşmasına katkıda 
bulunmaya dönük "dezenformasyon içerikli" diyaloglara yer veren bölümle 
çekiliyor. Ezcümle, "Kurtlar Vadisi" ekibi hiç sorgulandı mı?!

(...)

2- Kurtlar Vadisi ekibine Başbakan Recep Tayyip Erdoğan ve eşi Emine 
Erdoğan sahip çıkıyor! Bir Başbakan'ın, kamuoyunun kafasına derin devlet 
olgusunu yerleştiren bir diziye ve o dizinin kahramanlarına sahip 
çıkması ve daha sonra bu soruşturma sürecini başlatmış olması ne derece 
samimi, gerçekçi bir yaklaşımdır? Sorgulamayı yapan ve benim de ifademe 
başvuran sayın Savcı Öz ve mesai arkadaşları, bu konuyla ilgili olarak 
Erdoğan'ın da görüşünü alma ihtiyacı hissetmiş midir?! Öte yandan, 
uluslararası terörist Yasin El Kadı'ya AKP'nin, Erdoğan'ın sahip 
çıkması, kefil olması karşısında ne düşünmeliyiz?!

(...)

3- Sorgulamaya konu olan ve şimdi de sanık olarak karşınızda bulunmama 
neden olan yazı ve yazılarımla ilgili olarak, iddia makamının elinde 
herhangi bir terör örgütüne üye olduğuma dair somut bir belge, bilgi var 
mı?! AKP iktidarında 24 saati ile gözetlenmiş, izlenmiş bir gazeteci 
olarak, iddia makamının mahkemenize bu anlamda somut bilgi ve belge 
sunmasını talep ediyorum! Kaldı ki, AKP'ye muhalif olduğum için 5 
parasız bırakıldığım bir ortamda, sözde örgütten bana herhangi bir para 
transferi olmuş mudur? Bu sorunun cevabı da önemli! Erdoğan'ın, Gül'ün, 
Unakıtan'ın, Yıldırım'ın çocuklarının AKP iktidarında ilişkiler 
üzerinden para kazandıkları, gemicik sahibi oldukları bir konjonktürde, 
sayın Savcı heyetinin somut belgelerle bu soruma cevap vermesini 
istiyorum, bekliyorum!

(...)

4- Soruşturmayı yürüten Savcı heyeti bu soruşturma kapsamında, gazeteci 
olarak beni sorgularken, haber dahi yazamadığını itiraf eden sözde 
gazeteci Tuncay Güney'i, 1 numaralı iddia sahibini neden 
sorgulamamıştır?! Fetullah Gülen'i hakkındaki iddialarla ilgili olarak 
neden sorgulamamıştır?! Eğer, Fetullah Gülen adına Zaman gazetesinde 
başyazılar yazan Hüseyin Gülerce'nin iddia ettiği gibi "Ergenekon" üst 
başlığı altında Susurluk soruşturması yapılıyor ise neden Mehmet Ağar, 
Tansu Çiller, Doğan Güreş vb isimlerin ifadelerine başvurulmamıştır?! 
Eğer bu isimlerin ifadesi alınmadı ise neden ihtiyaç duyulmamıştır?! 
Kaldı ki, Susurluk yargılaması yapıldı ve bazı isimler ceza aldı diye 
biliyoruz. Şimdi yeni bir Susurluk soruşturması yapmak için sayın Savcı 
heyetinin elinde ne gibi yeni belge, bulgular var, açıklamalarını talep 
ediyorum.

(...)

5- AKP'ye muhalif olan, BOP'a muhalif olan, AKP'nin yolsuzluklarını, 
vurgunlarını yazan herkes terör örgütü üyesi midir?! Bu iddianame bu 
hali ile hasım/hısım iddianamesidir! AKP'nin hasım olanlar sözde terör 
örgütüne üye olmakla itham ediliyorlar, hısım olanların ise "lütfen" 
olarak dahi ifadesine başvurulmuyor! AKP'ye, BOP'a muhalif isimleri 
kamuoyu önünde küçük düşürmeye, karalamaya, sindirmeye, töhmet altında 
bırakmaya dönük bir iddianamedir! Kaldı ki, eğer ortada iddia makamının 
iddia ettiği gibi son derece tehlikeli ve güçlü bir örgüt ile karşı 
karşıyaysak, sayın savcılar bu soruşturmayı nasıl gerçekleştirmişler, 
gerçekten merak ediyorum?! Sözün özü, en korkunç örgütü çökertmiş (!), 
en olmadık isimleri gözaltına almış, sorgulamış, ama ... buna karşılık 
Fetullah Gülen'in ve onun adamı Tuncay Güney'in ifadesini alamayan bir 
sorgulama ekibi ile karşı karşıyayız! Bu anlamda sormak istiyorum, iddia 
makamı içinde, yani sayın savcı heyeti içinde AKP Özel Örgütü'ne üye 
olanlar var mıdır?! Sorgulamayı yapan Savcı heyetinin, birinci, ikinci, 
üçüncü aile bireyleri dahil olmak üzere malvarlıklarını açıklamalarını 
talep ediyorum! İddianamede tüm özel kişisel bilgileri açık edilmiş 
sanıklardan biri olarak, bu istekte bulunmamın bir sakıncası yoktur 
sanırım! Ezcümle, hesap soranların da, her an hesap verecek durumda 
olmaları gerekir, değil mi?!

(...)

6- Türkiye'de bir darbe sürecinden bahsedilecek ise bu AKP iktidarında 
gerçekleştirilmeye çalışılan, Atatürkçü kurum ve kuruluşları hedef alan, 
tüm milli değerlerimize yönelik "Post modern Turkuvaz darbe" sürecidir. 
AKP de BOP planının taşeron yüklenici partisidir. Maalesefki Emniyet 
(MİT ve emekli askerlerden bazıları) içindeki bir yapı da, bu taşeron 
unsurlara özel hizmet vermektedir. Bu noktada sorgulamayı yapan sayın 
iddia makamına ve heyetinize sormak istiyorum: Büyük Ortadoğu Projesi'ne 
taraftar mısınız, yoksa karşı mısınız?! BOP operasyonuna maruz kalan tüm 
ülkelerde Türkiye'dekine benzer (Ergenekon) operasyonların yapıldığı 
hatırlanacak olursa, bu sorgulamayı yapan Savcı ve hakimlerin hangi 
tarafta/safta oldukları sorusunun cevabı da, bu noktada büyük önem 
kazanıyor! Çünkü bu dava siyasi bir davadır!

(...)

7- Bazı makamlardaki insanlar bazı soruları sormazlar. Misal, bir 
Cumhuriyet Savcısı, "BOP'çuların operasyonlarımızı bozuyorlar, teşhis 
ettiğimiz ama tespit edemediğimiz ultra Türkler var" diye görünmeyen bir 
yapıdan şikayetçi olduğu bir ortamda, onlara adına bu sorunun cevabını 
arıyor olması karşısında ne düşünmeliyiz?! Savcı heyeti bu yapının 
varolup olmadığını öğreneceği, soruşturtacağı adres bellidir: 
Genelkurmay, MİT, Emniyet, zabıta teşkilatı! Bunun ötesinde benim var ya 
da yok demem neticeyi değiştirmez! Kaldı ki, Savcı heyetinin, benim 
cevaplarımın ötesinde, Ultra Türkler hakkındaki anlatımımı mahkeme 
huzurunda dinleme, izleme belgeleri ile delillendirmesi gerekirdi. Zira, 
iddia makamının iddia ettiği yönde bir bilgiye vakıf olsaydım, bu 
bilgileri sayın Savcı Öz'den önce BOP operasyonu yapan Yahudi ABD, 
İsrail, bazı AB Büyükelçileri ile paylaşırdım! Ki, Türkiye'yi parçalama, 
Atatürk Türkiyesi'ni sonlandırma yönündeki amaçlarına bir an önce 
ulaşabilsinler! Sözün özü, Cumhuriyet Savcıları'nın istekleri, cevabını 
aradıkları soru, zaten BOP'çuların da cevabını merak ettikleri soru! 
Aynı anlama gelen istekler! Bu anlamda savcı heyetine son bir soru daha: 
Sayın Savcılar, siz kimin savcısısınız?! Eğer Atatürk Türkiyesi'nin 
Savcıları iseniz, bilmenizi isterim ki, bende o ülkünün savunucusu bir 
gazeteciyim. Ezcümle, "Ultra Türkler var mı yok mu" sorusunun cevabını 
eğer Emniyet İstihbarat içindeki "F Tipi" yapı veremiyor, BOP'çular o 
adresi bulamıyor ise sayın savcı heyeti de bu soruyu sorup kendilerini 
komik duruma düşürmekten vazgeçsinler! En doğru olan hareket, bu sorunun 
cevabını zamana bırakmaktır! Sözün özü, en doğru cevabı nasılsa zamanı 
gelince tarih verir, yazar!

(...)

Ve...

Son olarak...

Bu iddianame, çamur at izi kalsın mantığı ile hazırlanmış, hasım/ hısım 
iddianamesidir ya da "Televole mantığı" ile hazırlanmış bir iddianamedir!

Bu iddianameyi okuyan ve ortalama hukuk bilgisine sahip gözler 
tarafından rahatlıkla görülmektedir.

Bu bağlamda bir Türk atasözü şöyle der:

"Her şerde bir hayır, her hayırda bir şer vardır".

Düşüncem odur ki, bu davanın "şer"rindeki "hayır" da, AKP'nin elinden 
"mazlum"iyet ve de "masum"iyet kartlarını bir bir düşürmüş, geçersiz 
kılmış olmasıdır!

Sözün özü, acısız zafer olmaz!

Artık herkes görmüştür ki, AKP eline iktidar gücünü geçirince rahatlıkla 
zorbalaşabiliyor.

Gizli gündemini açık edip, yüzündeki maskeyi kendi elleri ile 
indirebiliyor!

Bu vesile ile buradan, bu soruşturma süreci içinde ölenlerin yakınlarına 
başsağlığı, sağlığını yitirenlere acil şifa, özgürlüğünü yitirenlere 
acil hürriyet, bu dava nedeni ile işini, eşini kaybedenlerin de 
mağduriyetlerinin bir an önce sonlandırılmasını dilediğimi bir kez daha 
açıklamak istiyorum.

Kaldı ki, hakkımdaki terör örgütüne üye olma iddiasını da reddediyor, 
mahkemenizden bu vesile ile AKP Medyası'nda yerden yere vurulmak istenen 
itibarımın iadesini talep ediyorum.

Çünkü ben Atatürk Türkiyesi'ne sahip çıkma, gazetecilik mesleğinin 
gereklerini yerine getirme dışında "kanundışı" hiçbir şey yapmadım: 
"Eğer Türkiye'de rejim değişmedi ise" kaydını düşerek bu cümleyi 
kurduğumu da önemle hatırlatmak isterim.

AKP iktidarında iftiraya uğradım, mağdur edildim, BOP'çuların, BOP Eş 
Başkanları'nın hoşlarına gitmeyecek yazılar yazdım, bu yüzden de 
karşınızdayım.

Ezcümle, burada davanın küresel ve yerel siyasi amaçlarının altını 
çizmeye gayret ettim. Önünüze getirilmiş davanın, (gerek şeklen, gerek 
içerik bakımından) hukuki noksanlarını da yüce heyetinizin hukuki 
takdirlerine sunuyorum.

Saygılarımla...

9 Aralık 2008
Hayrullah Mahmud ÖZGÜR




***

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder