BEN ÖLÜRSEM,
Mahmut Özyürek,
09.02.2004/Sayı:49
Gazi Mustafa Kemal Paşa1926 yılında kendisine yapılan suikast girişiminden sonra Atatürk, geçmiş olsun demeye gelen İzmirlilere şöyle seslenir: “Ben ölürsem ulusumuzun birlikte yürüdüğümüz yoldan asla ayrılmayacağına güveniyorum... Düşmanlarımızın alçakça eylemleri bizim devrim ateşimizi söndüremez...” Onunla birlikte yürüdüğümüz yoldan ayrıldık mı yoksa ayrılmadık mı?
80 yıllık Cumhuriyet, tarihinde bu denli ağır, sinsi, hain saldırıyla karşı karşıya kalmamıştı. Dışarıdan ve içeriden kuşatılmış, refleksleri, direnç noktaları kırılmış bir Türkiye Cumhuriyeti fotoğrafıdır yaşadığımız.
Artık saldırılara karşı direnecek örgütlü toplumsal dinamikler olmadığı için önceden milli bilincimize Türk kimliğine, Atatürk’e, Atatürkçü Düşün sistemine gizli yapılan saldırılar açıkça yapılmaya başlanmıştır. Türkiye’yi Türklüğe yok etme planı silahsız, süngüsüz, tek bir mermi bile harcanmadan uygulanmaktadır.
Ülkemizin ekonomik, mali, askeri, siyasi direnç noktaları, dinamikleri birer birer yok edilmekte ulusal bilincimiz silinirken yerine “Avrupa yurttaşlığı” bilinci, olmadığı yerde “ümmet” bilinci yerleştirilmektedir.
Küreselleşmenin öncelikli hedefi ulus devletleri parçalamak yerine askeri, ekonomik, siyasal gücü, direnç odakları olmayan devletçikler yaratmaktır. Bu amaca ulaşmanın yolu ise ulusal bilinci, toplumsal demokrasiyi içeriği, özü boş anlamsız hale getirmektir. Bireyi, cemaati, etnik grubu ön plana çıkartan sistem başta eğitim olmak üzere toplumun tüm katmanlarında uygulamaya sokulmaktadır. Şimdi bu zehrin bedelini ödüyoruz. Artık insanlarımızda “ben nasl katkı yapabilirim?” değil, “ben ne alabilirim?” anlayışı ön plandadır. 40 bine yakın üniversite öğrencisi arasında yapılan bir anket sonucunda öğrencilerimizin %85’i geleceklerini yurtdışında arayacaklarını söylüyor. Bu ülkeyi yönetenlerin üzerinde düşünmesi gereken acı bir tablo. Biz 1919 koşullarından daha ağır bir dönem yaşıyoruz. Bir düşünün; o günkü insanlarımız, gençlerimiz “ülke işgal altındaysa ben de geleceğimi başka ülkede ararım” deselerdi?
Ulusal bilincimize, ulusal değerlerimize, ulus devlete yapılan hain saldırılar o denli arsızlaştı ki Sait Mollalar, Ali Kemaller, Refik Halitler, Refi Cevatlar bugünkülerin yanında vatansever(!) bile sayılabilirler.
Mecliste Atatürk’ün resmine, Türk askerine tahammülü olmayanın hedefi laik demokratik Türkiye Cumhuriyeti’dir. Keşke yanılsaydık, bu bir kaç kendini bilmezin hezeyanı diyebilseydik.
Devleti eline geçiren siyasal kadroyu sahneye süren güçler aynı kadro aracılığıyla gündeme getirdikleri “Kamu Reformu yasası” ile Türk devletini fedaral bir yapıya, sanal bir devlete dönüştürmenin temellerini atıyor.
Bir kısım mütareke medyası, Kürtlerden sonra Çerkezleri de dil istemi olan yeni bir etnik grup olarak manşetlere taşıyor.
Yabancı elçilikler bünyesindeki yabancı istihbarat elemanları Anadolu’da her türlü bozgunculuğu yaparak Türkiye’yi etnik tabanlı ayrıştırmanın altyapısını herkesin gözleri önünde oluşturuyor.
Kerkük’te Türkmenler haklarına sahip çıkıyor diye ABD korumasındaki silahlı Kürtler tarafından katlediliyor.
Kıbrıs’ta Denktaş yalnız bırakılıyor, adadaki Türkler dış güçler tarafından toplumsal mühendislikle yok ediliyor. Türk askeri işgalci sayılıyor.
İsrail Güneydoğu topraklarımızı silahsız, direnişsiz işgal ediyor.
Türkiye, Türksüzleştirme operasyonu içimizde at oynatıyor.
Güneyimizde ABD’nin denetim ve gözetiminde Kürdistan devleti kuruluyor. Özelleştirme, peşkeş çekme, kadrolaşma hareketleri son hızla sürüyor.
Bu denli büyük çapta bu kadar vahim, sinsi kuşatma ve saldırı karşısında bulunan ülkemizin yüz akları, ulusal bilincimizin, ulusal direncimizin, ulusal onurumuzun ödünsüz savunucuları, aydınlarımız; Uğur Mumcu, Muammer Aksoy, Bahriye Üçok, Ahmet Taner Kışlalı, Gaffar Okan, Necip Hablemitoğlu ve adını sayamadığımız niceleri aramızdan alınıyor ve biz hala seyirciyiz!
Halen sanki çok gerekliymiş gibi kurumları, görüşleri değil, kişileri tartışıyoruz. Öyle yaptıkça da bölünüyoruz. Adına ister milli deyin, ister ulusal güçlerin birleşmesini engelleyici, önleyici, ayrıştırıcı her tür görüş, düşünce ve anlayış kelimenin tam anlamıyla hainliktir. Sağ-sol, Alevi-Sünni, Kürt-Türk değil sizleri vatan savunmasına çağırıyorum.
Yineliyoruz “devletin tekliğini, ulusun birliğini, ülkenin tümlüğünü” korumak ve kollamakla yasal olarak görevlendirilen tüm kadroları, ulus ve yurt bilinci taşıyan herkesi onur ve namus görevlerini yerine getirmeye çağırıyoruz. Çünkü vatanı, bağımsızlığı kaybetmek, en büyük onursuzluk ve namussuzluktur. Sözlerimi Yüce Önder Atatürk’ün 1920’de Meclis’te ve 1923 Mart ayında Konya Türk Ocağı’nda yaptığı iki konuşmadan kısa alıntılarla noktalamak istiyorum.
“Türkiye’nin, Türk halkının nasılsa başına geçmiş bir takım insanlar galip düşmanlar karşısında susmaya mahkummuş gibi Türkiye’yi atıl ve çekingen bir halde tutuyorlardı. Memleketin ve milletin çıkarlarının gerektidiğini yapmakta korkak ve mütereddid idiler. Türkiye’de fikir adamları adeta kendi kendilerine hakaret ediyorlardı. Diyorlardı ki ‘biz adam değiliz ve olamayız, kendi kendimize adam olmamıza ihtimal yoktur’ Bizim canımızı tarihimizi, varlığımızı bize düşman olduklarından hiç şüphe edemeyen Avrupalılara kayıtsız şartsız bırakmak istiyorlardı. Onlar bizi idare etsin diyorlardı.”
“... Derim ki ben şahsen onların düşmanıyım. Onların olumsuz yönde atacakları bir adım, yalnız benim kişisel inancıma değil, yalnız benim amacıma değil, o adım benim tüm ulusumun hayatıyla ilgili, o adım ulusumun hayatına karşı bir kasıt, o adım ulusumun kalbine yöneltilmiş zehirli bir hançerdir. Benim ve benimle aynı biçimde düşünen arkadaşlarımın yapacağı şey, mutlaka ve mutlaka o adımı atanı tepelemektir; sizlere bunun da üstünde bir söz söyleyeyim. Eğer bunu sağlayacak yasalar olmasa, bunu sağlayacak meclis olmasa, öyle olumsuz adımlar atanlar karşısında herkes çekilse, ben kendi başıma yalnız kalsam, yine tepeler ve yine öldürürüm.”
http://www.turksolu.com.tr/49/ozyurek49.htm
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder