ORTA DOGU’DA SU SORUNU VE TÜRKİYE AÇISINDAN İNCELENMESİ, BÖLÜM 1
Metin SALTÜRK*
*Stratejik Arastırmalar Enstitüsü Uluslararası İliskiler ABD, Ögretim Elemanı.
Özet
Dünyanın birçok bölgesinde suların tahsisi ve kullanımı ile ilgili çesitli uyusmazlıklar bulunmaktadır. Söz konusu uyusmazlıklar, havzaların
degisik özellikleri ve ilgili ülkelerin jeopolitik konumları itibarıyla birbirinden ayrı nitelikler arz etmekle birlikte, genel olarak ortak sorun, suyun ilgili ülkeler arasında hangi ölçü ve ilkelere göre tahsis edilecegi konusunda odaklanmak tadır. Günümüzde bazı sınır asan sular için komsu ülkeler arasında varılmış anlasmalar yapılmış olmakla beraber, her birinin özelliginin farklı olması nedeniyle, bu anlasmaları baska bir sınır asan suya aynen uygulamak mümkün görülmemektedir. Bu çalısmada, sınır asan sularla ilgili antlasmalara yön veren konular incelenmistir. Gelecekte ciddi su sıkıntılarının beklendigi Ortadogu bölgesine komsu olan ve kendi su ihtiyaçlarını karsılayabilmek için büyük yatırım ve fedakârlıklara katlanan Türkiye'nin, su kaynaklarının mevcut durumu üzerinde durulmuş ve Türkiye'nin Güneydogu komsuları Suriye ve Irak ile komsu olmayan
İsrail'in su konusunda son zamanlardaki politikaları ile Türkiye'nin rolü arastırılmıştır.
Anahtar kelimeler: Türkiye, Ortadogu, Su, Sınır Asan Su, politika
ORTA DOGU’DA SU SORUNU VE TÜRKİYE AÇISINDAN İNCELENMESİ
Canlıların en temel ihtiyaç kaynaklarından birisi ve dogal kaynakların en önemlisi olan su, aynı zamanda yasamın ana kaynagıdır. Günlük ihtiyaçların
yanı sıra; tarım, sanayi, ulasım gibi alanlarda da sudan ve onun meydana getirdigi imkânlardan istifade edilmektedir. 20'inci yy'ın ikinci yarısından itibaren su ve suyun paylasımı; özellikle, sınır asan sulara kaynaklık eden ülkeler tarafından uluslararası platformlarda tartısma konusu haline getirilerek, lehte
kamuoyu olusturulmaya çalısılmıstır. Dünya su kaynakları kıt, su döngüsü degismezdir. Buna karsılık, hızlı nüfus artısı, yükselen yasam standardı ve
ülkelerin sanayilesme çabalan; su gereksinimini artırmıs, su kaynaklarının paylasımı sorununu ortaya çıkararak, suyu 21'inci yy'ın en stratejik
maddelerinden biri haline getirmistir.
Dünya yüzeyinin yaklasık yüzde 70'i sularla kaplıdır. Mevcut suyun %97'sini okyanuslar ve denizlerdeki tuzlu su olusturmaktadır. Geriye kalan %3'lük kısmını ise canlıların ihtiyaçlarını karsılayan tatlı sular olusturmaktadır. Bu %3'lük su miktarının dünya üzerindeki dagılımı da son derece dengesizdir.
Su kaynaklan ile ilgili gelenek ve yasaların insanlık tarihi ile birlikte dogdugu çesitli kaynaklarda ifade edilmektedir. Uygarlıgın dogup gelistigi bölgelerden biri
olan Anadolu ve Ortadogu; M.Ö. 3000 yıllarından itibaren insanlara sagladıgı su kaynagı ve su ulasım yollan ile temel yerlesim ve uygarlık alanlarından birisi
olmustur.1 Su özellikle bu bölgede varlıgı ile medeniyetin besigi olurken, yoklugu da bu medeniyetlerin yıkılmasına yol açmıstır. Bilinen en eski uygarlık,
ilk kez Fırat ve Dicle kıyılarında (Mezopotamya) kurulmustur. Arkeologlar bu bölgede 4200 yıl önce, 300 yıl boyunca etkisini gösteren bir kuraklıgın,
Ortadogu'nun ilk uygarlıklarından Akad Uygarlıgı'nı çökerttigini belirlemislerdir.2
Su ve suyun kullanımı tartısmalarını bir bakıma erteleme görevi yapan soguk savaş kosulları ortadan kalkınca konu 1990'lı yıllardan sonra tekrar
tartısılmaya baslanmıstır. Su günümüzde önemini artırarak yasamsal kaynak olma özelligini sürdürmektedir. 1992 yılında Dublin'de toplanan Su ve Çevre
Konferansında; suyun ekonomik bir deger, meta oldugu ve su kaynaklarının korunması ve gelistirilmesi gerektigi kabul edilmistir. 1995 yılında ise B.M.
Dünya Gıda Örgütü (FAO) Dünya Gıda Günü için " Hayat için Su " baslıgını seçmistir.3 2000 yılı Dünya Su Gününün teması ise "21 Yüzyılda Su" konusu
olarak seçilmistir. Dünya Su Forumunun ikincisi 17-19 Mart 2000 tarihleri arasında Lahey'de gerçeklestirilmistir.4 Bu toplantılar ve alınan kararlar, suyun
genel olarak dünya için artan önemini göstermektedir. Kisi basına düsen su miktarı açısından kıtaların durumuna bakıldıgında; Asya' da 3000, Batı Avrupa'
da 5000, Afrika1 da 7000, Kuzey Amerika' da 18000, Güney Amerika' da 23000 m3 dür. Dünya ortalaması ise 7600 m3 civarındadır.5 Türkiye'de ise 1735 m3
olup, bu miktarla toplam ve faydalanılabilir su varlıgı arasındaki fark büyüktür.6
Tablo 1'de ülkemizin akarsu havzaları belirtilmistir.
Tablo -1 Türkiye'nin Akarsu Havzaları
Kaynak: Mehmet Tomanbay, Dünyanın Su Bütçesi ve Ortadogu Gerçegi, (Ankara: Gazi, 998), 139.
Ülkemizin diger ülkelerle su varlıgı mukayesesinde kisi basına faydalanılabilir su varlıgının esas alınması daha dogru bir yaklasım olacaktır. Çok düzensiz yagış
ve akıssartları, su kaynaklarının ekonomik olarak degerlendirilmesini sınırlayan bir faktördür.
Dolayısı ile kisi basına düsen toplam su potansiyeli ile faydalanılabilir su potansiyeli arasında önemli bir fark bulunmaktadır.7 Bu açıdan Türkiye,
sanılanın aksine su zengini bir ülke degildir. Bütün nehirlerimizden, çaylarımızdan ve derelerimizden bir yılda ortalama olarak 186 milyar m3 su
akarken, Tuna Nehri'nin yıllık ortalama su potansiyeli 206 milyar m3'tür.8 Su zengini olmayan ülkemizde kisi basına düsen yenilenebilir su potansiyeli, 2000
yılı nüfusu temel alındıgında yaklasık 3500 m3'dür. Kisi basına düsen teknik ve ekonomik olarak kullanılabilir yıllık su miktarı ise 1500 -1735 m3 civarındadır ve
ülkemiz su azlıgı yasayan bir ülke konumundadır. Dünya ortalaması olan 7600 m3'e göre, ülkemiz su fakiri olmamakla birlikte, su kısıtı bulunan ülkeler
arasında sayılmaktadır.9
Dünya' da 261 civarında uluslararası nehir ve göl havzası bulunmaktadır. Bunların 145 adedi iki veya daha fazla ülke tarafından paylasılan nehir havzalarından olusmaktadır.10 iki ülke arasında paylasılan nehirler ile ilgili sorunların çözümü digerlerine nazaran daha kolaydır. Nehirleri paylasan ülke sayısı arttıkça, paylasan ülkeler arasındaki sorunlar daha karmasık hale gelebilmekte ve çözümleri ise güçlesmektedir.11
Suların Tanımı ve Bu Tanımlardaki Farklılıklar
Dünyadaki sınır asan sularla ilgili anlasmalar incelendiginde; aralarında anlasmazlık olan kıyıdaş ülkelerin genellikle "hakça paylasım" ilkesini
uygulayarak, sorunu çözdükleri ve hatta ortak sulama ve enerji üretim projeleri gelistirdikleri görülmektedir. Fakat bu çözümlerde uygulanan yöntemler,
uluslararası hukuk alanında genellestirilemedigi gibi, kıyıdaş devletlerin haklarını ve yükümlülüklerini belirleyen nitelikte uluslararası kurallar da
bulunmamaktadır. Bununla birlikte bu ülkeler, Birlesmiş Milletler Genel Kurulu'nun "Devletlerin Ekonomik Hak ve Yükümlülükleri" hakkındaki 12 Aralık
1974 tarihli kararın 3'ncü maddesini dikkate almakla yükümlüdürler.12
Uluslararası bir kural haline gelen bu madde hükmüne göre; bu kaynakları paylasan ülkeler diger kıyıdaş ülkelere nehir sularından hakkaniyet ölçüleri
içerisinde faydalanma ve paylasılmasına dikkat etmek zorundadırlar.13
Sınırasan akarsular konusunda, uluslararası hukuk açısından dört yaklasım söz konusu olmustur.14 Bunlar:
1. Mutlak Egemenlik Görüsü (Harmon Doktrini): İlk kez 1895 yılında ABD ile Meksika arasındaki Rio Grande nehri uyusmazlıgına uygulanmış olup yukarı kıyıdaş devletin mutlak egemenligini kabul eden bir görüstür. Bu görüş olumsuz yönleri içerdiginden artık terkedilmistir.
2. Dogal Bütünlük Görüsü: Bu görüs, tamamen asagı kıyıdaş ülkenin yararına bir görüş olup mutlak egemenlik görüsüne bir tepki olarak dogmustur.
3. Kullanımda öncelik: Bu görüş mutlak egemenlik görüsünün biraz daha esnek seklidir ve yukarı kıyıdaş devlet tarafından kullanılmasında asagı kıyıdaş ülkeninde önceliginin oldugunu kabul etmektir.
4. Hakkaniyete uygun kullanım: Bu görüş de, ülkeler tarafından en fazla ragbet gören, benimsenen bir görüstür.
Sınırasan sulara iliskin kabul edilen en son hukuksal belge, 17 Haziran 1999'da Londra'da gerçeklestirilen III. Çevre ve Saglık Bakanları Konferansında
imzalanan "Su ve Saglık Protokolüdür. 35 ülkenin imzaladıgı Protokol, 1992 tarihli BM Avrupa Ekonomik Komisyonu (AEK) "Sınır asan Sular ve Uluslararası
Göllerin Korunması ve Kullanımı Sözlesmesine ek olarak hazırlanmıstır. Temelde AEK Sözlesmesi ile aynı anlayısı yansıtan ve hatta sınır asan
suyollarının kullanımına iliskin kısıtlayıcı bazı yeni ifadeler içeren Protokol ülkemiz tarafından imzalanmamıstır.
Avrupa sularının ortak bir standarda göre korunmasına yönelik kapsamlı bir politika; 2000/60/EEC sayılı "Su politikaları alanında Topluluk için bir çerçeve su
kanunu olusturmaya yönelik, 23 Ekim 2000 tarihli" Su Çerçeve Direktifi (SÇD) ile belirlenmistir. Ayrıca, sınır asan sular konusunda hukuksal olarak baglayıcı olan,
" Sınır aşan Sular ve Uluslararası Göllerin Korunması ve Kullanımı Sözlesmesi" BM (AEK) tarafından hazırlanmış ve 1997'de yürürlüge girmistir.
Fırat-Dicle nehir havzası, AEK Sözlesmesi kapsamına girmemektedir. Ancak AEK Sözlesmesi; sınır asan su kaynaklarını, su kaynagının havzasında yer alan
ülkelerden olusan bir ortak organ marifetiyle yönetilmesini öngörmektedir. Ayrıca memba ülkelerinin su kaynaklarının gelistirilmesine iliskin olarak gerçeklestirecekleri projeler konusunda mansap ülkelerini önceden haberdar etme ve onaylarını alma zorunluluklarımda getirmektedir. Bu nedenle, özellikle henüz tamamlanmayan GAP göz önüne alınarak AEK Sözlesmesi bu asamada çevresel açıdan degil, stratejik ve uluslararası politikamız açısından degerlendirilmelidir.15
BM Kalkınma ve Çevre Dünya Zirvesi (1992) ve 22 Mart Dünya Su Günü nedeniyle 1994'te hazırlanan BM Su Raporu'nda Türkiye, 2005 yılından
itibaren kuraklıgın baş gösterecegi, 2025’te ise ekonomik olarak su sıkıntısını çekecek ülkeler arasında gösterilmektedir.16
Birlesmiş Milletlerin 21 Mayıs 1997'de kabul ettigi, "Uluslararası Suyollarının Ulasım Dısı Amaçlarla Kullanımları Kanunu Hakkındaki Sözlesmesi" baslıgını tasıyan kararı, sınır-asan veya sınır-olusturan suların yer aldıgı havzaları "uluslararası suyolları" olarak tanımlamaktadır. Kıyıdaş ülkeler ile bu ülkelerle ekonomik anlasmaları olan ülkelere de görüsmelere katılma ve suların "hakça" (equitable) ve "makul" (reasonable) biçimde kullanılması ve "önemli zarara sebebiyet verilmemesi" (not to cause significant harm) esasını benimsemistir.17 AB'de 14 Nisan 2003 tarihli Türkiye Katılım Ortaklıgı Belgesi'nde Fırat ve Dicle nehirlerinden bahisle, AB Çerçeve Su Direktifi (SÇD) ve AB'nin taraf oldugu uluslararası sözlesmelere uygun olarak Türkiye'nin su sorunlarının çözülmesini öngörmektedir. Türkiye, AB'nin atıfta bulundugu sulara iliskin üç sözlesmenin hiçbirine taraf degildir. Sözlesme "uluslararası sular" kavramı temeli üzerine oturtulmustur. Türkiye, bu kavram yerine "sınır asan sular" kavramını kullanmaktadır. Bu yönü ile Fırat ve Dicle Irmakları Suriye ve Irak için "Uluslararası Su" Türkiye için ise "Sınır Asan Su" (Transboundary rivers) dur.
Uluslararası sular ve sınırasan sular kavramları çok zaman birbirine karıstırılmıstır. Sınırasan su; Fırat ve Dicle gibi bir ülkeden dogan, beslenen ve
bu ülkede bir müddet aktıktan sonra bir veya birkaç ülkeye akan sulardır. Uluslararası su ise iki devletin sınırlarını çizen sular olup iki ülke tarafından esit
sekilde paylasılanlardır. Bu durumdaki sular Talveg hattı denen bir orta çizgi ile paylasıma tabidir ve ulasımda ortak kullanılır. Meriç (Türkiye-Yunanistan),
Arpaçay (Türkiye-Ermenistan) bu türden sulardır.
Meriç aynı zamanda sınırasan sudur. Bunun gibi bazı sular hem sınırasan hem de uluslararası su kavramına girmektedir.18
Uluslararası Akarsu: iki ya da daha fazla sayıda devletin ülkesinden geçerek denizlere ulasan veya bu devletlerarasında dogal sınır olusturan akarsulardır.
Genelde 20 Nisan 1921 "Barcelona Sözlesmesi" ile belirlenen hukuki statüleri geregi geçiş serbestlikleri vardır.
Kıyı devletleri ulasımı engelleyecek önlemler alamaz ve özel hizmetleri karsılıgı dısında hiçbir ücret talep edemezler.19 Bu kural baska bir görüse göre ise su
sekilde ifade edilmektedir; "Bir ülkenin topraklarından dogan, iki veya daha çok ülkenin topraklarını kat ederek bir denize veya göle dökülen akarsuların kollarını da kapsayan sulardır."20 Bir nehrin "uluslararası su" olarak kabul edilmesi durumunda, nehirdeki suyun kullanılmasında nehirden yararlanan tüm ülkeler
söz sahibidir. Bir nehrin "sınırasan su" olarak kabul edilmesi durumunda, belirleyici olan nehrin dogdugu ve beslendigi ülkedir.21 Ulusal Akarsu ise,
Kaynagından denize aktıgı yere kadar aynı devletlerin sınırları içinde kalan akarsulardır.22 Devletlerin kendi ülkeleri içerisindeki su kaynaklarını isletmesi ve bundan faydalanması "ulusal yetki" kavramı içerisinde ele alınmaktadır. Uluslar arası hukuk bu konuda ülke devletine tam bir hareket özgürlügü tanımaktadır.23
Sınıraşan sular ile ilgili hukuksal çerçeve ile yapılan anlasmalara yönelik yaklasımlar
Faydalanma hakkı; dayandıgı ilke "ülke egemenligi" kavramıdır. Bu kavrama göre olusturulmuş olan; Kanada ile ABD arasında Colombia Nehri'nin kullanılması hakkında çıkan bir uyusmazlıkla ilgili olarak ABD Dısisleri Bakanlıgı'nın, 1958 tarihli muhtırasında, kıyıdaş devletlerin faydalanma hakkı su
sekilde teyit edilmektedir: ".... kıyıdaş bir devletin, uluslararası akarsu sistemlerinin egemenligi altında bulunan kesimlerinden, egemenlige dayanan azami faydalanma hakkı vardır...."24 oysa sınır asan sular ile ilgili olarak uluslar arası iliskiler açısından genel kabul görmüş olan husus; "Adil Kullanım
Doktrini" ve "Akılcı, Hakça ve Optimum Kullanım" görüş ve doktrinidir.
Uluslararası Suların Ortak idaresi Doktrini (Adil Kullanım Doktrini): Bu doktrin, suyun hakkaniyete uygun sekilde kullanılması gerektigi düsüncesinden
hareketle, sınır asan nehirlerin üzerinde ortak yönetim kurulmasını saglamayı ve gerçeklestirilecek projelere tüm havza ülkelerin maddi destekte bulunması
yolunda isbirligine tesvik etmeyi amaçlamaktadır. Bu fikirdeki anahtar nokta, suyun kıyıdaş ülkelere hakkaniyet ölçülerinde tahsis edilmesi ve kullanılması dır.25
Aslında " Hakkaniyet " sübjektif bir kavram olarak degerlendirilirse taraflara anlasmazlık kapılarını açık tutmaktadır.
Karsılıklı Haklar Doktrini (Akılcı, Hakça ve Optimum Kullanım Görüsü):
Amerika'da toprak sahipleri arasında yeraltı su kaynaklarının kullanımı ile ilgili iç hukuk davalarında sıkça yer verilmiş bir doktrindir. Bazı hukukçular, bu
doktrinin, uluslararası havzalar içinde uygulanabilir özellikte oldugunu savunmaktadırlar.26 Bu doktriner yaklasım Lozan da da benimsenmiş olup
karsılıklı menfaati ön planda tutmustur. Buna göre; Lozan Barış Antlasması'nın 109’uncu maddesi söyledir27,28 "Tersine hükümler olmadıkça, eger yeni bir sınırın çizilmesi yüzünden bir devletin sularının düzeni (kanallar açılması, su baskınları, sulama, drenaj, ya da benzeri isler) öteki bir devletin topragında yapılacak islere baglı bulundugu, ya da bir devletin topraklan üzerinde, savastan önceki yapılan isler geregince, öteki bir devletin topraklarından çıkan sular ya da hidrolik enerji kullanılıyorsa, ilgili devletler arasında, her birinin çıkarlarını ve kazanılmış haklarını koruyacak nitelikte, bir anlasma yapmaları gerekir." Söz konusu bu madde ile getirilen hüküm, sınırların yeniden tespiti nedeniyle, / 2.ci Dünya Savası'nın baslamasından önce Türkiye-Suriye-lrak arasında mevcut bulunan su rejimlerinin devamını temin için bu üç devlet arasında anlasmalar yapılmasını öngörmektedir. Yapılacak anlasmalarla ilgili devletlerden birindeki su rejiminin, diger bir devletteki tesislere baglı olması halinde bunların degistirilme mesi, l nci Dünya Savası'ndan önce ilgili devletlerin kullandıkları su miktarının kazanılmış hak seklinde saklı tutulması saglanacak ve antlasmalar yapılırken, ilgili devletler birbirinin menfaatlerini de gözeteceklerdir. Kısaca ülkemiz açısından sınır asan sular ile ilgili olarak kabul edilen yaklasım Lozan'da da benimsenmiş olan yaklasımdır.
Avrupa Birligi Komisyonu'nun, 06.10.2004 tarihinde, Brüksel'de açıkladıgı, Türkiye ile ilgili 2004 lerleme Raporu çalısma belgelerinden birisi olan, " Türkiye'nin Muhtemel Üyeliginin Avrupa Birligi'ne Etkileri " baslıklı belgede; Ulus asırı Konular baslıgı altında " Bölgede önemi bulunan konulardan biri kalkınma ve sulama için gerekli suya erisimdir. Ortadogu'da su konusunun stratejik önemi önümüzdeki yıllarda artacaktır. Dolayısıyla AB Fırat ve Dicle nehirlerine uluslararası bir kaynak ve sorun olarak bakma egilimindedir.29,30 Fırat ve Dicle nehirlerini uluslararası su olarak tanımlayan bir düzenleme yoktur. Türkiye sahip oldugu su kaynakları itibariyle Ortadogu’da belirleyici bir role sahiptir. Bu rol, Ortadogu'da suların paylasımında; " Su insanlıgın ortak malıdır " veya " Paylasılan kaynak " (shared resource) "Irak ve Suriye'nin daha fazla suya ihtiyacı oldugu, bu gerçeklesmez ise su savasının kaçınılmaz olacagı" gibi söylemleri tarihsel faktörleri de göz önüne alarak degerlendirerek; strateji ile politikaların olusturulmasını gerektirmektedir.
Türkiye'nin Fırat ve Dicle'den yararlanma çabaları, karsılıklı güvenin çok güçlü olmadıgı bu bölgede daima kuskuyla karsılanmıstır. Genellikle Fırat,
Dicle, Nil havzalarını da kapsayan, "su savaslarına yol açabilecek "kriz" senaryoları ile barış için alınacak önlemler konusunda çalısmalar ve yayınlar;
1980'li ve 1990'lı yıllarda yaygınlasmaga baslamıs, GAP projeleri siyasal açıdan da uluslararası alana tasınmıstır. Türkiye'nin bölgesinde istikrar unsuru
olarak kalkınmasını devam ettirebilmesi için mevcut su kaynaklarını en verimli sekilde kullanması ve koruması sarttır. Suyun dogal bir kaynak olarak;
degerlendirilemeyen belli bir kısmının ihtiyacı olan ülkelere geçici bir süreyle pazarlanması da düsünülmesi gereken konulardan biridir.31 Çünkü Türkiye,
GAP çerçevesinde yaptıgı barajlarla suyu düzenlemekte ve debi farklarından etkilenmeyecek bir sekilde komsu ülkelere su saglamakta, dolayısıyla dogal
kaynagı verimli sekilde kullanılabilir hale getirerek büyük ölçüde onlara yararlı olmaktadır. Fırat ve Dicle'nin debileri kurak dönemlerde çok azalmaktadır. Bu
yönü ile Türkiye'nin yürüttügü GAP aynı zamanda bölgesel bir barış yatırımıdır.
Ortadogu da kıskırtılmaya egilimli bir yapı mevcuttur. Nitekim suyolu konusunda Sattül-Arap'taki anlasmazlıktan dolayı ran ve Irak 8 yıl savasmıs, ancak bu
ülkelerin hiç birisi kazanç saglamamıstır. Savaş bu iki ülkenin petrollerine egemen olmalarını engellemis, silah satan ülkelerin cirolarını yükseltmistir.
Fırat-Dicle havzasında Türkiye, mutlak egemenlik görüsünü esas almakla birlikte, G.A.P.'da yapılan çalısmalarla suyun kontrolünü bölgesel bir kalkınma
projesine dönüstürdügü dikkate alındıgında, su ihtiyacının, hakça ve makul kullanım görüsü ile örtüstügü görülecektir. Bu yaklasım, hakça ve makul
kullanımın temel felsefesine uygun oldugu gibi, havza bütününden en iyi yararlanma görüsünün de en iyi örneklerinden biridir.32
Bölgemizde Su Sorununu Yaratan Etkenler:
Ortadogu bölgesindeki beş önemli sınır asan nehir sisteminden üçü Türkiye topraklarından dogmakta veya denize dökülmektedir. Bu sular Fırat, Dicle ve Asi nehirleridir.
Sınır asan sular konusu Türkiye Cumhuriyeti'nin ilk kuruluş yıllarında 1920 Gümrü, 1921 Moskova, 1921 Ankara ve 1924 Lozan Antlasmalarında da gündeme gelmiş ve anlasma maddelerinde yerini almıstır. Bu anlasmalardaki sular, Türkiye'nin sınırlarını çizmek için ele alınmıstır. Türkiye'nin Güneydogu komsuları Irak ve Suriye, Dicle Nehri'nin su rejimiyle ilgili ilk talepleri Türkiye'nin 1950 ” lı yıllarda Fırat ve Dicle üzerinde barajlar insa etmeye baslaması ile ortaya çıkmıstır. 1970'lerden sonra Güneydogu Anadolu Projesinin (GAP) gelistirilmesinden sonra, Irak ve Suriye, Türkiye'nin suyu kendilerine karsı silah
olarak kullanacagı endisesiyle; gerek uluslararası ortamda, gerekse de Türkiye'ye hasım unsurları ve terör odaklarını destekleyerek karsı taarruza
geçmislerdir. Nihayet Türkiye ve Irak arasında imzalanan bir protokol uyarınca bölgesel sular sorununu görüsmek amacıyla 1978 yılında bir ortak teknik komite
kurulmus, Suriye'de bu komiteye 1983'te katılmıstır. Bu komite de defalarca
toplanmasına ragmen, 1992 yılına kadar bir sonuç alamamıstır. Görüsmelerin
besincisinde Türkiye üç asamalı bir plan ileri sürmüstür. Bu plana göre;
1. Su kaynakları envanter çalısmaları yapılmalı,
2. Toprak kaynaklarının envanter çalısmalarını kapsamalı,
3. Su ve toprak kaynaklarının envanter çalısmalarının sonuçları bu asamada degerlendirilerek bir sonuca varılmalıdır.
Ancak Irak ve Suriye bu planı da kabul etmemiş ve buna karsı da bir alternatif sunmamışlardır.33
Toplantılardan sonuç alınamamasının temelinde, Irak ve Suriye'nin Fırat ve Dicle üzerinde söz sahibi olmak istemeleri ve bu konuda uzlasmaz tutumları
olmustur. Türkiye ise kendi topraklarından kaynaklanan bu sularda kimsenin bir hak iddia edemeyecegini; fakat hakça kullanım çerçevesinde komsularını
magdur etmeyecegini belirtmistir.34
Ortadogu'da su varlıgı konusunda tam bir görüş birligi yoktur. Yazar ve kaynaklara göre su miktarı çok çesitlilik göstermekte ve bu nedenle de sürekli
tereddütleri beraberinde getirmektedir. 1990 yılı itibarıyla yapılan bir mukayesede; kisi basına düsen su miktarının ABD'de 10.000 m3, Kanada'da
12.000 m3, Irak'ta 5.500 m3, Türkiye'de 4.000 m3, Suriye'de 1800 m3, Mısır'da 1100 m3, İsrail'de 460 m3 ve Ürdün'de 260 m3 oldugu belirtilmektedir. Bahse
konu olan rakamlar dikkate alındıgında, bugün Ürdün ve srail'de ciddi bir su sorunu oldugu, Suriye ve Mısır'ın su anda normal durumda oldugu, Irak ve
Türkiye'nin ise ihtiyacından fazla suya sahip ülkeler sınıfına girdigi görülmekte dir. Diger taraftan Ortadogu'daki mevcut suyun % 83'ü tarımda kullanılmak ta ve çiftçiler gereginden %70 daha fazla su kullandıkları da diger bir gerçektir. Petrol zengini bölge ülkelerinin (S.Arabistan, Kuveyt ve BAE) tarımda
kendi kendilerine yeterli olma amacıyla yürüttükleri tarım projeleri de eklenildiginde var olan su kaynakları hızla azalmaktadır. Kaynaklar açısından
yeterli suya sahip olmayan Ortadogu ülkeleri; var olan sulardan faydalanma hakkı konusunda da farklı düsündükleri için paylasımda zorluk çekmektedirler.
Dokuz ülkenin topraklarından geçen "Nil" nehri özellikle Mısır, Sudan ve Etiyopya arasında ciddi sorunlar yaratmaktadır.35 Ortadogu'da bölgesel ve genel
anlamda su sorunu, ülkelerin kendi içlerinde bulunan su rezervlerinin kullanılmasından degil, ülkeler arasında ortak kullanıma açık olan su
rezervlerinin paylasımında sınırsız ve mantıksız isteklerden kaynaklan maktadır.36 Söz konusu olan bu rezervler, iki ve ya daha çok ülke
toprakları içinde akan akarsulardır. Ortadogu'da sorun yaratan beş su havzası vardır. Bunlar;
1. Türkiye'den kaynaklanıp, önce Suriye'yi sonra Irak'ı geçen Fırat ile Türkiye'den kaynaklanan Irak'ı geçerken Fırat'la birleserek Sattülarap'ta Basra
Körfezine dökülen; Dicle nehirlerinin olusturdugu havza,
2. Golan tepelerinin batısından kaynaklanıp önce Teberiya Gölü'ne, oradan İsrail isgali altındaki toprakları geçerek Ölü Deniz'e dökülen Ürdün Nehri'nin
oluşturdugu havza,
3. Bir kolu Viktorya Gölü'nden, öteki kolu Habesistan'dan baslayarak Sudan'da birlesen Nil Nehri havzası,
4. Asi Nehri havzası,
5. Batı Seria ve Gazze seridi ile güney Ürdün'deki yeraltı su kaynaklarının olusturdugu havzalardır.
Fırat ve Dicle Havzaları'nın toplam yıllık ortalama dogal akım miktarı 3’ü veya su potansiyeli "85.26 milyar m3"dür. Bunun da 56.80 milyar m Türkiye'de, 5 milyar m3'ü Suriye'de 23.30 milyar m3'ü de Irak’tadır.37 Türkiye'nin elde edilebilir toplam su potansiyeli 205 km3 (193 +12), ekonomik olarak tüketilebilir su potansiyeli ise 110 ( 98 + 12 ) km3'tür.38 Türkiye 26 adet hidrolojik havzaya ayrılmıstır. Tablo-1 de görüldügü gibi havzaların verimleri son derece farklıdır. Fırat-Dicle Havzaları toplam ülke potansiyelinin %28,5'ini olusturmaktadır. Fırat-Dicle Havzaları ile Asi nehrini bu anlamda ele alırsak:
Fırat nehri: Dogu Anadolu ve Toroslar kaynaklı Karasu ve Murat suyu tarafından beslenmekte, daha sonra Peri suyu, Pülümür çayı, Eski köprü çayı, Tohma Çayı ve Munzur çayı ile desteklenmektedir. Suriye'den Fırat'a katılan Balik ve Habur Irmaklarının da Türkiye'den dogdugu göz önüne alınırsa Fırat'ın %98 oranında Türkiye Kaynaklı oldugu söylenebilir. Basra Körfezi'ne dökülmeden 110 kilometre önce, Dicle ile birleserek Satt-ül Arap suyolunu olusturmaktadır. Fırat yıl boyunca oldukça düzensiz akan bir ırmaktır. Baharda artan suları yazın ve sonbaharda cılızlasmaktadır.
Dicle Nehri: Dicle'nin Fırat'tan farkı Dicle'ye Anadolu'dan sonra Iran ve Irak’tan önemli ırmakların katılmasıdır. Dicle'yi olusturan kollar, Berkilin çayı, Batman çayı, Bitlis çayı, Ilısu, Botan çayı, Garzan çayı olarak sayılabilir. Dicle'nin akısında da Fırat gibi mevsimsel düzensizlikler gözlenmektedir.
Asi nehri: Lübnan'da Bekaa vadisinden dogmakta, Suriye'yi geçtikten sonra Hatay'dan denize dökülmektedir. Sularının büyük çogunlugu Suriye tarafından kullanılan Asi nehrinden Türkiye ancak %2'lik kendi topraklarından kaynaklanan oran kadar yararlanmaktadır.
Fırat-Dicle Havzaları konusunda bölge ülkelerinin Tezleri:
Suriye'nin Tezleri:
Suriye, Dicle ve Fırat'ın sınır asan degil uluslararası sular kategorisinde bulundugu ve bu nedenle kıyıdaslar arasında paylasılması gerektigini öne
sürmektedir. Burada bir matematiksel formüle dayanarak payların hesaplanmasını önermektedir. Ayrıca Türkiye'nin suyu siyasal baskı amacıyla
kullanmak istedigini savunmakta ve sorunun uluslararası kuruluslar hakemliginde çözülmesini talep etmektedir. Suriye ayrıca GAP'ın Fırat'ın
sularında kirlenme ve tuzlanmaya yol açarak suyun kalitesini düsürdügünü savunmaktadır.
Irak'ın Tezleri:
Irak'ın öne sürdügü en önemli tez kazanılmış tarihsel haklar üzerinedir.
Irak, yüzyıllardır. Mezopotamya bölgesi insanı tarafından kullanılan Fırat ve Dicle sularının kullanımının artık kazanılmış bir hak oldugunu ve Türkiye
tarafından kısıtlanamayacagını öne sürmektedir. Ayrıca Suriye gibi 1987 protokolünün geçerliligini yitirdigini ve Türkiye'nin Fırat'tan bıraktıgı su
miktarının yeniden saptanması gerektigini savunmaktadır.
2 Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR,
***
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder