25 Şubat 2017 Cumartesi

KIBRIS'TA Ortak Üyelikten Müzakere Takvimine


  KIBRIS'TA Ortak Üyelikten Müzakere Takvimine: Kayıtsızlık Dönemi 

Kıbrıs’ın AB serüveni, Avrupa Ekonomik Topluluğu ile 19 Aralık 1972’de imzaladığı Ortaklık Anlaşması ile başlar. Aslında Kıbrıs, AET’ye ortak üyelik müracaatını 1962 yılında yapmıştır ancak Ada’da yaşanan gerginliklerden dolayı anlaşma on yıl sonra gerçekleşir. Ortaklık Anlaşması, Kıbrıs’ın iki aşamalı olarak on yıl içinde AET ile Gümrük Birliği’ne girmesini öngörmektedir. İkinci aşamanın uygulanması için kabul edilen Katma Protokol nedeniyle, Gümrük Birliği süreci ancak 22 Mayıs 1987’de tamamlanır111. 

Türkiye, 1972’de Kıbrıs’ın, AET ile Ortaklık Antlaşması imzalamasına çok sınırlı tepki göstermiştir. O dönemde kendi içindeki siyasi sorunlarla uğraşan Ankara, herhangi bir resmi itirazda bulunmamış, sadece sürece Kıbrıslı Türklerin de dahil edilmesi gerektiğini söylemekle yetinmiştir (Hasgüler ve İnatçı, 2003: 17) Görüldüğü kadarıyla, Ankara o dönemde Londra Antlaşmalarını gündeme getirme gereğini duymamıştır. Kıbrıs gibi Türkiye ve Yunanistan’ın da AET ile Ortaklık Antlaşmaları imzalamış oldukları için bu itirazın dile getirilmemiş olduğu iddia edilebilir. Diğer bir deyişle, “Kıbrıs’ın Türkiye ve Yunanistan’ın birlikte üye olmadıkları bir uluslararası birliğe üye olamayacağı” maddesi ihlal edilmemiştir. Ne var ki bunun Türkiye’nin daha sonraki yıllarda öne sürmeye başlayacağı itirazları gideren bir yorum olduğunu söylemek zordur. Zira Ankara’nın en önemli itirazlarından biri Rum tarafının Ada’nın tamamını temsil etmediğidir. Oysa Türkiye’nin de altına imza attığı 4 Mart 1964 tarihli Birleşmiş Milletler 
kararının Kıbrıs’ın resmi hükümeti olarak Rum kesimini kabul ettiği bilinmektedir112. Nitekim ilgili BM kararından sonra Rum kesimi, Kıbrıs Cumhuriyeti’nin tek temsilcisi olarak uluslararası kuruluşlara üyeliğini devam ettirmiş, uluslararası toplumla ilişkilerini geliştirmeyi sürdürmüştür113. Dolayısıyla 19 Aralık 1972’de AET ile Ortaklık Anlaşması imzalayan tarafın, Ada’nın tümünü temsilen Rum hükümeti olduğu bir sır değildir. Buna karşılık Ankara’dan son derece cılız bir ses çıkmış, “Ortaklık Anlaşmasını imzalayan Rum hükümeti Ada’nın tamamını temsil etmemektedir” yerine “Kıbrıslı Türkleri de alın” demekle yetinilmiştir. 

Türkiye’nin tam üyelik başvurusunda bulunduğu114 ve Kıbrıs’ın AET ile Gümrük Birliği’ni gerçekleştirmeye yönelik olarak Ortaklık Antlaşmasının ikinci aşamasını hayata geçiren Protokol’ün imzalandığı115 1987 yılına kadar yaşanan en önemli gelişme Yunanistan’ın 1981’de AET’ye üye olmasıdır. AET, Türkiye’nin tam üyelik başvurusunu siyasi ve ekonomik bazı çekincelerin yanı sıra 1993’e kadar yeni bir genişleme olmayacağı gerekçesiyle 1989’da geri çevirir. Geri çevirme gerekçelerinin arasında Kıbrıs sorunu da gösterilmiştir (Vardar, 2004: 448). Türkiye’nin başvurusunun reddedilmesine rağmen, 12 Eylül nedeniyle yıllardır dondurulmuş olan Türkiye-AB Ortaklık Konseyi ve İşbirliği Konseyleri çalışmaları yeniden canlandırılır116. 

22 Mayıs 1987’de Kıbrıs ile Gümrük Birliği’nin tamamlanmasına yönelik olarak imzalanan Ortaklık Konseyi Protokolü için ikili görüşmeler 21 Kasım 1985’te başlamıştır. O dönemde Türkiye’de iktidar, 1983 seçimlerini kazanmış olan ANAP hükümetidir. Başbakan Turgut Özal’ın AET ile ilişkilere çok önem verdiği, “Tam üyelik olmasa bile mutlaka Gümrük Birliği’ne gireceğiz” sözlerinden de anlaşılmaktadır (Manisalı, 2004b: 75). Aynı zamanda Özal, Kıbrıs ile ilgili politikalarda da “alçak profil” sergileyen bir politikacı olarak nitelendirilmiştir (Özcan, 2004: 868). AET ile ilişkilerini rayına oturtma çabasında olan Türkiye’nin, Kıbrıs’ın Gümrük Birliği yolunda attığı adımlara karşılık 
hiçbir resmi tepki vermemesini özellikle Özal’ın temsil ettiği bu görüşle açıklamak gerekir (Fırat, 1998: 264-266). Oysa Türkiye’nin resmi tezleri gereği, Kıbrıs’ın AB ile ilerde gerçekleştireceği Gümrük Birliği hem Türkiye’nin üye olmadığı bir birliğe Kıbrıs’ın üye olması hem de “en yüksek müsaadeye mazhar ülke” ilkelerine aykırı düşmektedir. Çünkü böylelikle Kıbrıs, AET’ye Türkiye’ye tanıdığı ayrıcalıklardan daha fazlasını tanımış olacaktır. Aynı zamanda, Gümrük Birliği yolunda adımlar atan tarafın bütün Ada’yı temsilen Rum tarafı olduğu bilinmektedir. Buna rağmen bu konuların hiçbiri resmi bir tepki olarak dile getirilmemiştir117. Anlaşıldığı kadarıyla Ankara, Birleşmiş Milletler 
Genel Sekreteri Perez de Cuellar’ın çözüm planlarının masada olduğu118 ve AET ile köprüleri yeniden kurma çalışmalarının yoğunlaşmaya başladığı bir dönemde, Kıbrıs konusunda sivri bir çıkış yapmaktan kaçınmıştır119. 

Kıbrıs, 4 Temmuz 1990’da AET’ye tam üyelik başvurusunda bulunur. Başvurunun yapıldığı tarihten bir gün sonra, KKTC Bakanlar Kurulu, Ledra sınır kapısını 24 saatliğine geçişlere kapattığını bildiren bir karar alır. 6 Temmuz’da KKTC Cumhurbaşkanı Denktaş, “Rumların AB başvurusu üzerine “toplumlararası” görüşmeler artık ölmüştür” açıklamasını yapar. Türkiye’nin bütün bu gelişmelere ciddi bir tepki verdiğini söylemek mümkün değildir. 7 Temmuz 1990’da Türkiye Başbakanı Yıldırım Akbulut, “Başvuruyu isabetli ve hukuki bulmuyoruz” diyerek hükümetin görüşünü açıklar. Aynı gün bir basın toplantısı düzenleyen Dışişleri Bakanı Ali Bozer, “Başvuru, Birleşmiş Milletler Güvenlik Kurulu kararları ile çelişiyor ve toplumlararası görüşmeleri güçleştiriyor” açıklamasını yapar. Bozer, 19 Temmuz 1990’da AT dönem başkanı Gianni de Michelis’e gönderdiği 
mektupta, “Rum kesiminin başvurusunun iki toplumun geleceği açısından problemler çıkardığını, başvuruyu işleme almamaları gerektiğini” ifade eder120.

Yukarıdaki beyanlardan da anlaşılacağı gibi, Türkiye, Kıbrıs’ın tam üyelik başvurusuna bu bölümün en başında sıralanan resmi itirazlarının hiçbirini yöneltmemiştir. Ne 1960 antlaşmalarından ne de Kıbrıs’ın “Ada’nın tamamını temsil edemeyeceğinden” söz edilmektedir. Üstelik bu dönemde artık Yunanistan AET üyesidir. Dolayısıyla Kıbrıs, “Türkiye ve Yunanistan’ın birlikte üye olmadıkları” uluslararası bir kuruluşa, tam üyelik başvurusunda bulunmaktadır. Oysa Ankara, “Başvuruyu isabetli ve hukuki bulmadığını”, çünkü bunun “BMGK kararlarıyla çeliştiğini” muğlak bir biçimde söylemekle yetinmiştir. Bunu ifade ederken de daha çok sürecin “toplumlararası görüşmeleri güçleştirdiğine” 
vurgu yapılmıştır. 

Dikkat edilecek olursa, Ankara bu konuda temkinli davranmaya devam etmektedir. Hatırlanacağı üzere Denktaş’ın Kıbrıs’ın AET ile Gümrük Birliği konusunda başlattığı adımların De Cuellar aracılığında yürütülen müzakereleri tehlikeye düşürdüğüne ilişkin yaptığı 14 Aralık 1985 tarihli açıklamanın sonrasında Ankara sessiz kalmış, hatta müzakerelerin devam etmesini desteklemişti. Benzer bir durum burada da yaşanmaktadır. 

Ankara’nın beyanatlarından bir gün önce Denktaş’tan “ Toplumlararası görüşmelerin öldüğü ” yönünde bir açıklama gelmesine rağmen, Ankara’nın bu konuda herhangi bir yorumdan kaçındığı görülmektedir. Türkiye’den destek alamayan Denktaş’ın “ Toplumlararası ” görüşmelerden çekilmeyi, Aralık 1997 Lüksemburg zirvesi sonrasına ertelemesi gerekecektir121. 

11 Eylül 1990’da AB Bakanlar Konseyi, Kıbrıs’ın başvurusunu Komisyon’a iletme kararı aldığını, bir başka deyişle “değerlendirilebilir” bulduğunu ilan eder. Bu gelişme, Kıbrıs’ın tam üyelikle sonuçlanan AB yolculuğu açısından son derece kritiktir; çünkü Türkiye’nin tam üyelik teklifinin reddedilmesinden bir yıl sonra, 1992’ye kadar herhangi bir genişleme olmayacağı söylenmesine rağmen, AET, Kıbrıs’ın teklifini değerlendirmeye almak amacıyla kabul etmiştir. Bu gelişme karşısında 17 Eylül’de Dışişleri Bakanlığı’dan daha net bir açıklama yapılır: “Başvuru, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin 649 sayılı kararına aykırıdır”122. 649 sayılı BMGK kararına baktığımızda Kıbrıs’ın AET süreci 
ile ilişkilendirilebilecek tek bir madde olduğu görülmektedir. 


Bu da “Kıbrıs’ın bağımsızlığını, egemenliğini, toprak bütünlüğünü ve bağımsızlığını güvence altına alan ve başka herhangi bir ülkeyle tamamen veya kısmen birleşmeyi ve her türden taksimi veya ayrılmayı dışlayan iki toplumlu federal bir Kıbrıs Cumhuriyeti kurulmasını öngören” birinci maddedir. Madde, içeriği itibarıyla Türkiye’nin itirazlarında sık sık başvurduğu 1960 Güvenlik antlaşmasının birinci maddesine çok benzemektedir; diğer bir deyişle enosisi ve taksimi yasaklamaktadır. Türkiye’nin bu süreçte hala Kıbrıs’ın Ada’nın tek temsilcisi olamayacağı ya da Türkiye’den önce üye olamayacağı gibi tezleri öne sürmediğine bakılırsa, Kıbrıs’ın AET üyeliğini, dolaylı olarak Yunanistan ile bir birleşmeye, enosise yol açacağı endişesiyle protesto ettiği anlaşılmaktadır123. 

Tabii bu durumda Türkiye’nin KKTC’nin kurulmasına ses çıkarmayarak ve daha sonra bu devleti tanıyarak, Kıbrıs’ın Yunanistan ile “enosise” yol açacağı düşünülen AET’ye başvurusundan yıllar önce Ada’yı doğrudan “taksime” götürdüğü iddia edilebilir. Dolayısıyla Türkiye’nin buna benzer iddialarının ve çıkışlarının, uluslararası toplum tarafından inandırıcı bulunmasını beklemek pek de gerçekçi olmayacaktır. 21-22 Haziran 1993 tarihlerinde gerçekleşen AB Kopenhag Zirvesi’nin sonunda yayınlanan Başkanlık Bildirgesinde124 “Genişleme” başlığı altında, Kıbrıs’ın başvurusuna ilişkin bir paragraf bulunmaktadır. Burada “Malta ve Kıbrıs’la ilgili Komisyon’un görüşlerinin her iki ülkenin özel durumları da dikkate alınarak ivedilikle değerlendirileceği” belirtilmiştir. Türkiye ile ilgili paragraf ise Lizbon kararlarına atıfta bulunarak “Türkiye ile olan ilişkilerin 1964 Ortaklık Antlaşması ve 1970 protokolünde öngörüldüğü gibi gümrük birliğine yönelik olarak geliştirilmesi” ifadelerine yer 
vermektedir. Zirveden kısa bir süre sonra, 30 Haziran 1993’te, Avrupa Birliği Komisyonu Kıbrıs’ın başvurusu ile ilgili olumlu yöndeki görüşünü (avis) yayınlar125. Komisyon bu görüşünü 19-20 Temmuz tarihlerinde gerçekleşen AB Bakanlar Konseyi toplantısında sunar. 

Bunun üzerine Konsey, 4 Ekim 1993’te Komisyon’u desteklediğini belirten ve “Kıbrıs Hükümeti” ile müzakerelerin başlamasını hızlandıracak hazırlık sürecinin bir an önce hayata geçirilmesi tavsiyesinde bulunan bir karar alır126. Bu tarihten itibaren Kıbrıs, AT ile ilişkilerini, üyelik başvurusu kabul edilmiş bir aday ülke statüsünde yürütecektir. 

Türkiye’nin bu karara sert bir tepki verdiğini söylemek yine mümkün değildir. 

KKTC’nin Rum Yönetiminin AB’ye başvurusunun hukuki olmadığı ve müzakereleri yürütmeyi güçleştirdiği yönündeki açıklamasının ardından Dışişleri Bakanı Hikmet Çetin 1 Temmuz’da basın toplantısı düzenleyerek Türkiye’nin KKTC’nin açıklamalarını desteklediğini ifade etmekle yetinir127. Ancak AB nezdinde herhangi bir girişimde bulunulmadığı dikkati çekmektedir. Bu durum, Türkiye’nin 1992 sonundan bu yana AB ile yürüttüğü Gümrük Birliği müzakerelerini sekteye uğratmak istememesiyle açıklanabilir. 

Zira 12 Kasım 1982’den beri toplanmayan Gümrük İşbirliği Komitesi on yılı aşkın aradan sonra 3 Aralık 1992’de ilk toplantısını gerçekleştirmiş, 1993 yılında da bu toplantılar çeşitli aralıklarla devam etmiştir128. Türkiye’nin ilişkileri düzeltme konusunda gösterdiği çabaların meyvelerini toplamaya başladığı sırada AB ile bir sürtüşmeye girmek istemediği anlaşılmaktadır. Dönemin Başbakanı Tansu Çiller’in Gümrük Birliği konusundaki düşünceleri Turgut Özal’dan farklı değildir. O nedenle Ankara, KKTC’nin açıklamasını desteklemenin ötesinde bir adım atmaya yanaşmamıştır129. Komisyonun olumlu görüşünü Konsey’e sunması ve Konsey’in 4 Ekim’de bu görüşü destekler nitelikteki kararına Ankara yine herhangi bir itirazda bulunmamıştır. Oysa bu kararda, adaylık başvurusu kabul edilen taraf, açıkça “Kıbrıs Hükümeti” olarak tanımlanmaktadır. 

Buna rağmen Ankara’nın suskun kalması, Gümrük Birliği sürecinin yanı sıra Yunanistan’ın Türkiye’nin yararlanması öngörülen 4. Mali Protokole koyduğu 
veto ile de açıklanabilir. 

Zira AB Konseyi’nin resmi kararının açıklanmasını izleyen günlerde Yunanistan Ankara Büyükelçisi Alexander Philon, yaptığı basın açıklamasında, “Kıbrıs sorununun alacağı çözüm şekline bağlı olarak, AT’nin Türkiye için öngördüğü 4’üncü mali protokolün serbest bırakılması yönündeki Yunan engeli sürecektir” demiştir130. Türkiye’nin bu dönemde ne AB ile ne de Yunanistan ile ilişkileri zedelememe isteğinde olduğu, bu nedenle Kıbrıs’ın adaylık başvurusunun kabul edilmesini sineye çektiği anlaşılmaktadır. 

24 Haziran 1994 AB Korfu Zirvesi’nin sonunda yayınlanan Başkanlık Bildirgesi’nde Kıbrıs artık “Aday Ülkeler” başlığı altında ele alınmaktadır131. Bildirgede “Kıbrıs’ın AB’ye katılımı konusunda son derece önemli adımlar atıldığı” ve “Bir sonraki genişleme dalgasının Kıbrıs ve Malta’yı kapsayacağı” vurgulanmaktadır. Bunun dışında metinde Kıbrıs’ta çözümün hangi ölçütler çerçevesinde olması gerektiğine vurgu yapılmaktadır. Ulaşılacak herhangi bir çözümde, “Birleşmiş Milletler kararları ve Üst-Düzey132 antlaşmalarına uygun olarak egemenlik, bağımsızlık, ülkenin birliği ve toprak bütünlüğü” ilkeleri gözetilmelidir. Türkiye ile ilgili olan tek cümlede ise “1964 Ortaklık 
Antlaşmasında öngörülen Gümrük Birliği’ni gerçekleştirmek için AT-Türkiye Ortaklık Konseyi’nin toplanmış olduğundan” söz edilmektedir. 

Ankara, Korfu Zirvesi kararlarına kayıtsız kalır. Hatta Başkanlık Bildirgesi’nin yayınlanmasından kısa bir süre sonra, 28 Haziran 1994’te Adana Genç İşadamları Derneği’nin İkinci Kuruluş Yıldönümünde bir konuşma yapan Denktaş’ın, “Güney Kıbrıs AB’ye kabul edilirse, biz de Türkiye ile entegrasyona gideriz” açıklaması133 bile Ankara’nın sessizliğiniz bozmaya yetmez. Ankara ne AB’yi tutumundan dolayı eleştirmiş, ne de Denktaş’a destek verdiğini beyan etmiştir. Böyle bir ortamda, 3 Temmuz 1994’te, Türk-Metal İş Sendikası düzenlediği “Hükümete İhtar” mitinginde konuşma yapan sendika başkanı Mustafa Özdek, Kıbrıs’ın elden gitmek üzere olduğunu ve hükümetin bir an önce 
istifa etmesi gerektiğini söyler134. 

Bu gelişmeler olurken 5 Temmuz 1994’te Avrupa Adalet Divanı bir karar alır. Güney Kıbrıs’ın Kıbrıs Cumhuriyeti olarak bir kez daha tescil edilmesi ve KKTC’ye ambargo uygulanması sonucunu doğuran bu karar da Ankara’da yeterince yankı bulmaz135. Dışişleri Bakanlığı sözcüsü Ferhat Ataman, Adalet Divanı’nın aldığı karara ilişkin olarak 13 Temmuz’da düzenlediği basın toplantısında “Ambargo çözümü zorlaştırıyor ve AB’nin de kabul ettiği Güven Artırıcı Önlemler ile çelişiyor” demekle yetinir136. KKTC’ye uygulanan ambargolar 1994’ten beri sürmektedir. 

20 Temmuz 1994’te, Barış Harekatı’nın yıldönümünde konuşma yapan Denktaş’ın Kıbrıs’ın AB üyeliği yolunda attığı adımlara cevap verdiği, “Türkiye’ye bağlanma adımlarını sıklaştırmalıyız. Kurtuluş buradadır. Sahte barış görüşmeleriyle vakit geçirmeyelim” diyerek “bütünleşme” önerisini bir kez daha yinelediği görülür137.

 Ancak Ankara, Denktaş’ın bu sözleri karşısında sessiz kalır. KKTC Meclisi, 24 Ağustos 1994 tarihli kararında federasyonun tek çözüm olduğu yönündeki kararını iptal etmekle kalmaz aynı zamanda Kıbrıs’ın Türkiye ile bütünleşmeye gideceğini söyler. 30 Ağustos 1994’te Dışişleri Bakanlığından yapılan açıklamada KKTC Meclisi’nin kararının desteklendiği söylenmektedir ancak Türkiye’nin federasyon tezinde herhangi bir değişiklik yaptığına dair herhangi bir ifade yer verilmemektedir Rumların AB üyeliği doğrultusunda attığı adımlardan ise, “Rum tarafının tek yanlı girişimleri” olarak söz edilmekte ve bu duruma, “sorunu çözümsüzlüğe mahkum edebileceği” gerekçesiyle karşı çıkılmaktadır. 

Açıklamada KKTC’nin Türkiye ile bütünleşmesi konusunda net ifadeler kullanılmamıştır; bunun yerine Türkiye’nin, “Kıbrıs Türk halkını bu durumun sakıncalı etkilerine maruz bırakmayacak önlemleri kararlılıkla alacağı” vurgulanmıştır138.

9 Aralık 1994’te AB Essen Zirvesi gerçekleşir. Zirve sonunda yayınlanan Başkanlık Bildirgesinde139 “Bir sonraki genişleme dalgasının Kıbrıs ve Malta’yı kapsayacağı” bir kez daha teyit edilmiştir. Türkiye ile ilgili olarak ise “Gümrük Birliği’ni gerçekleştirmeye ve tam olarak uygulamaya yönelik olarak müzakerelerin tamamlanmasına ve bu “ Ortak ” ( Partner ) ile ilişkilerin güçlendirilmesine karar verildiği” belirtilmektedir. 

Görüldüğü gibi AB, Korfu’da olduğu gibi Essen’de de Kıbrıs’ın tam üye olacağını açıkça ortaya koymuştur. Türkiye ise Gümrük Birliği hedefiyle ilerleyen bir “ortak” konumundadır. Buna rağmen Türkiye kabuğunda kalmayı tercih eder. Zaten Gümrük Birliği müzakereleri Yunanistan’ın vetosu nedeniyle resmi olarak tamamlanamamaktadır. Böyle bir dönemde ilişkileri bulandırmaya hiç gerek yoktur140. 

1995 yılının ilk günlerinde Dışişleri Bakanlığı’ndan Kıbrıs’ın AB üyeliği ile ilgili bir açıklama yapılır. Bakanlık müsteşarı Özdem Sanberk, “AB’nin Kıbrıs sorununa çözüm bulmadan Rum tarafına müzakere takvimi vermesinin, Ada’yı böleceğini” söylemektedir. 

Bu açıklamanın ardından iki hafta geçmeden AB ile Kıbrıs’ın bütünleşme girişimlerine paralel olarak Türkiye’nin KKTC ile bütünleşmesi gerektiğini söyleyen ve bunu bir Meclis kararı ile tescil ettiren Denktaş’ın, Rum lideri önkoşulsuz olarak müzakereye çağırması dikkat çekicidir. Ankara’nın çözüm bulmadan Kıbrıs’ın AB’ye alınmasını engelleyemeyeceğini görmeye başladığı, dolayısıyla en azından bunun çözüm bulunduktan sonra gerçekleşmesi için Denktaş’tan inisiyatif almasını istediği yorumu yapılabilir141. 

Ancak AB’den tam üyelik için müzakere takvimi almaya çok yaklaşmış olan Rum lideri, görüşme masasına dönmek istemez. 


111 http://www.mfa.gov.cy/mfa/mfa2006.nsf/eu01_en/eu01_en?OpenDocument.
112 Bkz. Birinci bölüm, s. 13-14. 
113 1972 yılı itibariyle Kıbrıs Rum kesimi, Kıbrıs Cumhuriyeti adı altında yalnızca AET ile değil pek çok uluslararası kurumla ilişkilerini sürdürmektedir. Birleşmiş Milletler’e, Bağlantısızlar’a Commonwealth’e ve 
Avrupa Konseyi’ne üyedir; Dünya Bankası, IMF, UNESCO gibi kuruluşlarla normal bir devlet statüsünde temaslarda bulunmaktadır. Dolayısıyla AET ile ilişkiler Kıbrıs’ın uluslararası ilişkilerinin yalnızca bir 
boyutunu oluşturmaktadır. Türkiye’nin, Kıbrıs’ın bu kuruluşlarla olan ilişkilerine herhangi bir itirazda bulunmamış olması dikkat çekicidir. 
114 Türkiye 14 Nisan 1987’de AET’ye tam üyelik başvurusunda bulunmuştur 
http://www.abhaber.com/belgeler/blg_00043.asp. 
115 Kıbrıs AET ile 22 Mayıs 1987’de Gümrük Birliği anlaşmasını imzalamıştır. 
http://www.kypros.org/Cyprus_Problem/europeanunion.html 
116 AB-Türkiye Ortaklık Konseyi ve İşbirliği Konseyi çalışmalarının ayrıntılı kronolojisi için, 
http://www.abhaber.com/belgeler/blg_00043.as. 
117 Kıbrıs-AB Gümrük Birliği müzakere sürecinin ayrıntılı bir analizi için, Soyalp Tamçelik, “Kıbrıs ve 
Avrupa Birliği İlişkileri”, Dünden Bugüne Kıbrıs Meselesi, der. Ali Ahmetbeyoğlu ve Erhan Afyoncu 
(İstanbul: Tatav Yayınları, 2001), s. 171-254. 
118 De Cuellar çözüm belgelerinin müzakere süreci ile ilgili ayrıntılı bilgi için bkz. Birinci bölüm, s. 21. 
119 KKTC Cumhurbaşkanı Rauf Denktaş Rumların AET ile Gümrük Birliği müzakerelerin başlamasından 
sonra 14 Aralık 1985’te Lefkoşe’de yaptığı açıklamada “AET’nin Güney Kıbrıs ile Gümrük Birliği 
kurulması amacıyla başlattığı yol, Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri Perez de Cuellar’ın girişimlerini sona 
erdirecek bir nitelik almaya başlamıştır” demektedir. Türkiye, Denktaş’ın bu açıklamasını destekler nitelikte 
resmi bir tepki vermediği gibi Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri de Cuellar aracılığıyla yürütülen görüşmelere desteğini sürdürmüştür. Hatta AET Güney Akdeniz Sorumlusu Claude Cheysson’ın 24 Aralık 1985’te Lefkoşe’de düzenlediği basın toplantısında “Biz Güney Kıbrıs’ı tanıyoruz. KKTC hiç kurulmamalıydı” açıklaması bile Ankara’yı harekete geçirmeye yetmemiştir. 
http://www.byegm.gov.tr/YAYINLARIMIZ/AyinTarihi/1985/aralik1985.htm. Ankara zaman zaman Kıbrıs’ı 
tanıması anlamına gelebilecek gelişmelerin uzağında da kalamamıştır. Örneğin 18 Mart 1986’da İstanbul’da 
toplanan Birleşmiş Milletler Gıda ve Tarım Örgütü (FAO) Konferansı’na Türkiye’nin verdiği vize sayesinde 
Kıbrıs Cumhuriyeti temsilcisi de katılmıştır. Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Yalım Eralp, “Toplantıya katılan Kıbrıs Rum Yönetimi Tarım Bakanı Andreas Papastolomontos'a vize verilmesinden, Türkiye'nin Kıbrıs Rum 
Yönetimini tanıdığı sonucunun çıkarılamayacağı, kendisinin Türk hükümeti değil, toplantıyı düzenleyen FAO örgütü tarafından davet edildiği” açıklamasını yapmıştır. 
http://www.byegm.gov.tr/YAYINLARIMIZ/AyinTarihi/1986/mart1986.htm. 
120 Kıbrıs’ın AET’ye tam üyelik başvurusunda bulunmasından sonra Türkiye ve KKKTC’den yapılan resmi açıklamalar için, 
http://www.byegm.gov.tr/YAYINLARIMIZ/AyinTarihi/1990/temmuz1990.htm. 
121 Özal’ın Kıbrıs’ın AET yolunda attığı adımların tehlikeli olabileceğini sezerek Rumların tam üyelik başvurusunda bulunmasından birkaç ay önce Mayıs 1990’da
 dörtlü konferans önerisini getirdiği bilinmektedir. Özal “Biz bugün bu sorunu kendi istediğimiz şekilde çözebiliriz. 
Eğer şimdi çözmezsek ilerde bize çözdürürler” sözleriyle bu konudaki endişelerini dile getirmiş, ne var ki önerisine destek bulamamıştır (Hasgüler, 2004b: 74). 
Ancak en azından müzakerelerin sürdürülmesi için Denktaş’ı masada tutmak amacıyla elinden geleni yaptığı görülmektedir. 
Nitekim 1990’larda De Cuellar aracılığıyla yürütülen müzakereler daha sonra da aralıklarla devam etmiş ve 1992 yılında Ghali Fikirler Dizisi ortaya atılmıştır. 
Bu dönemde Türkiye’nin AET boyutunu da dikkate alarak sert çıkışlar yapmaktan ziyade çözümü zorlama konusunda adımlar atmaktadır. Bkz. Birinci bölüm, s. 22-23. 
122 Dışişlerinden yapılan 17 Eylül 1990 tarihli açıklama için, 
http://www.byegm.gov.tr/YAYINLARIMIZ/AyinTarihi/1990/eylul1990.htm. 
123 Hükümet bu gelişmeler üzerine özellikle muhalefet partilerinin ağır eleştirilerine uğramıştır. SHP Genel 
Başkanı Erdal İnönü 18 Eylül 1990’da yaptığı açıklamada, “Hükümet dış politika konularında Türkiye’nin 
çıkarlarını gözetmiyor” demektedir. Aynı gün Meclis’te muhalefet partileri hükümeti Rum kesiminin AET 
başvurusu konusunda uyarmıştır. 
http://www.byegm.gov.tr/YAYINLARIMIZ/AyinTarihi/1990/eylul1990.htm 
124 21-22 Haziran 1993 AB Kopenhag Zirvesi’nin Başkanlık Bildirgesi için, 
http://www.consilium.europa.eu/ueDocs/cms_Data/docs/pressData/en/ec/72921.pdf. 
125 Komisyonun görüşünün ayrıntıları için, http://www.kypros.org/Cyprus/cy_republic/europe.html. 
126 Kararın ayrıntıları için, http://www.hri.org/Cyprus/Cyprus_Problem/eudocs/C1.html. 
127 “Kıbrıs'ın Avrupa Topluluğu'na üyeliği konusunun yöntemine ve özüne ilişkin olarak KKTC'nin açıkladığı görüşler Türkiye tarafından paylaşılmaktadır” 
http://www.byegm.gov.tr/YAYINLARIMIZ/AyinTarihi/1993/ temmuz1993.htm 
128 Türkiye-AB Gümrük Birliği müzakerelerinin açıklamalı tarihçesi için, 
http://www.abhaber.com/belgeler/blg_00043.asp. 
129 Hatırlanacak olursa, bu tarihler aynı zamanda Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri Butros Ghali’nin önerdiği Güven Artıcı Önlemler nedeniyle Ankara’da yoğun 
tartışmaların yaşandığı tarihlerdir. Denktaş, Kopenhag zirvesinden kısa bir süre önce 10 Haziran 1993’te Ankara’ya gelerek TBMM’ye hitaben bir 
konuşma yapmış, bu konuşmanın hemen ardından TBMM Kıbrıs Deklarasyonu kabul edilmişti. 
TBMM Deklarasyonunda Kıbrıs’ın Avrupa Birliği yolculuğu konusunda herhangi bir ifade yer almamıştı. Bkz. Birinci bölüm, s. 23-24. Ayrıca 1993-1994 yılları arasında 
barış müzakereleri belirli aralıklarda devam etmiştir. 
130 http://www.byegm.gov.tr/YAYINLARIMIZ/AyinTarihi/1993/ekim1993.htm. 
131 24 Haziran AB Korfu Zirvesi’nin Başkanlık Bildirgesi için, 
http://www.consilium.europa.eu/ueDocs/cms_Data/docs/pressData/en/ec/00150.EN4.htm. 
132 Üst Düzey antlaşmaları şeklinde tanımlanan antlaşmalar 1977 Denktaş-Makarios Dört Nokta Antlaşması 
ve 1979 Denktaş-Klerides On Nokta Antlaşmasıdır. Bkz. Birinci bölüm, s. 19. 
133 Denktaş’ın 28 Haziran 1994 tarihli açıklaması için, 
http://www.byegm.gov.tr/YAYINLARIMIZ/AyinTarihi/1994/haziran1994.htm 
134 Mustafa Özdek’in açıklamasının ayrıntıları için, 
http://www.byegm.gov.tr/YAYINLARIMIZ/AyinTarihi/1994/temmuz1994.htm. 
135 Avrupa Adalet Divanı kararının ayrıntıları için, bkz. Birinci Bölüm. 
136 Ferhat Ataman’ın açıklamalarının ayrtıntısı için, 
http://www.byegm.gov.tr/YAYINLARIMIZ/AyinTarihi/1994/temmuz1994.htm. 
137 Denktaş’ın 20 Temmuz 1994 tarihli açıklamaları için, 
http://www.byegm.gov.tr/YAYINLARIMIZ/AyinTarihi/1994/temmuz1994.htm. 
138 Bkz. Birinci bölüm, s. 24-25. 
139 9 Aralık 1994 tarihli AB Essen Zirvesi’nin Başkanlık Bildirgesi için, 
http://www.consilium.europa.eu/ueDocs/cms_Data/docs/pressData/en/ec/00300-1.EN4.htm 
140 Yunanistan, Essen Zirvesi’nde Türkiye’nin Gümrük Birliği’ni veto etmiştir. 
141 İki lider arasında görüşmelerin yeniden başlatılması konusundaki girişimin Türk tarafından gelmesi bu dönemde yaşanan diğer iki gelişmeyle de açıklanabilir. 
15 Aralık 1994’te Avrupa Parlamentosu, insan hakları ihlalleri gerekçesi ile Türkiye-AB Karma Parlamento Komisyonu çalışmalarını askıya alınmasını, 
Ortaklık Konseyi toplantısının ertelenmesini ve Türkiye’de hak ihlalleri sürdükçe Gümrük Birliği’nin tamamlanmamasını tavsiye eden bir karar almıştır 
(Tekeli ve İlkin, 1993: 389). 19 Aralık 1994’te toplanan AB-Türkiye Ortaklık Konseyi, AP’nin kararı ve Yunanistan’ın vetosu nedeniyle Gümrük Birliği görüşmelerini 
6 Mart 1995’e ertelemiştir 
http://www.ikv.org.tr/pdfs/kronoloji5.pdf. 
Bu iki gelişme Ankara’yı bir hayli endişelendirmiştir. Dolayısıyla Ankara’nın, Ada’da barış görüşmelerinin sürmesini desteklediği görünümünü vererek, 
AB nezdinde puan toplamaya çalıştığı görülmektedir. 


***

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder