Mahmut Özyürek etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Mahmut Özyürek etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

17 Kasım 2017 Cuma

Camisiz Üniversite Kalmayacak.

Camisiz Üniversite Kalmayacak.



Diyanet İşleri Başkanı Mehmet Görmez, Türkiye genelinde üniversitelerde cami inşaatlarının devam ettiğini belirterek; "Şehirlerdeki üniversite camilerini önemsiyoruz. Onların manevi yönden gelişmesini, camilerden istifade etmesini istiyoruz" dedi.

Diyanet İşleri Başkanı Mehmet Görmez, Türkiye’de 80’i aşkın üniversitede cami inşaatlarının sürdüğünü belirterek, "15’ini ibadete açtık, 50’sini de 2015’te açacağız" dedi.

Üniversite gençliğinin camilerle buluşmasını önemsediklerini söyleyen Görmez şu bilgileri verdi:

“Türkiye’de yaklaşık 20 milyon genç var. Bu gençlerimize ulaşmak istiyoruz. Şehirlerdeki üniversite camilerini önemsiyoruz. Onların manevi yönden gelişmesini, camilerden istifade etmesini istiyoruz. Türkiye’de 80’i aşkın üniversitede cami inşaatları sürüyor. 15’ini ibadete açtık, 50’sini de 2015’te açacağız. Camiyi yeniden hayatın içine, şehrin ve insanın kalbine almak istiyoruz. Başkanlık olarak bunu başarmamız lazım. Camilerin, milletimizin Müslüman kimliğini keşfedeceği, ruhlarında cami sevgisini yaşayabilecekleri mekanlar olmasını istiyoruz.”   

21 Kasım 2014 
BİR MİLLETİN HAKİKİ KURTULUŞU

Sömürgeleştirilmiş İslam dünyasında sömürge olmamış, milli kimliğe sahip, laik, kadını özgür, okuma yazma oranı en yüksek, ordusu en güçlü tek ülke Türkiye Cumhuriyeti Devleti iken, bugün hüküm süren karanlığa nasıl geldiğimiz sorusu hepimizin vicdanlarında cevaplanması gereken bir sorudur.
Her Türk artık görmelidir ki memleketimiz rehin, rehin memleketimizde gurbetteyiz. Ancak her şeye rağmen Cumhuriyet yolundan vazgeçmeyeceğiz.
Başbuğ Atatürk'ün izinde, gerektiği zaman, en büyük armağan olmak üzere Türk milletine canımızı vereceğiz. 
Parolamız Ya İstiklal! Ya Ölüm!
Öğretmenler günümüz kutlu olsun.

Nuray Türk Günay 23.11.2013

"Bugün hüküm süren karanlığa nasıl geldiğimiz sorusu hepimizin vicdanlarında cevaplanması gereken bir sorudur."
Atatürkten sonra, başta siyasetçilerimiz ve aydınlarımız olmak üzere, yetkili, sorumlu kimselerin pek azı irtica tehlikesinin büyüklüğünü, ciddiyetini kayrayabildi. Aynı aymazlık, gaflet uykusu, hatta ihanet (CHP'nin içinde bile) günümüzde de devam etmektedir. (MHP zaten iflah olmaz şekilde "Allahlıktır"!)
Kemal Rastgeldi


Emperyalizm ve beslemelerinin iştahları kursaklarında kalacak!

“24 Kasım Öğretmenler Günü” kutlamalarının yapılmaya başlandığı günlerdeyiz. Türkiye’de 5 Ekimler-24 Kasımlar artık kutlama günleri değil, Kemalist,  devrimci, yurtsever, demokrat ve namuslu öğretmenlerimizin ve eğitim çalışanlarının ortaçağ karanlığına, işbirlikçiliğe ve emperyalizme karşı mücadele azim ve kararlılığının bilendiği günlerdir.

Günümüzde 5 Ekimler 24 Kasımlar, Eğitim emekçilerinin emek, ekmek, demokrasi, bağımsızlık ve özgürlük mücadelesinin, kazanımlarının, eğitimci ve eğitim sorunlarının tartışıldığı günler olmaktan çıkartıldı. Bu günlerin devrimci Özü, aydınlık yüzü, ne yazık ki öğretmenlerin bir kısmının hediye beklediği  (takı, kravat, çiçek) akşamları ise düzenlenen yemeklerde eğlendiği bir gün haline dönüştürüldü..

Ülkemiz 2014 yılında, ABD Emperyalizminin Büyük Ortadoğu Projesi doğrultusunda Ortaçağ karanlığına hızla yol almaktadır.

Asıl amacı küçücük kızlarımızı okuldan uzaklaştırmak, çocuk gelinler yapmak; küçücük bedenleri Para babalarına ucuz işgücü olarak pazarlamak, İmam Hatipleri çoğaltmak, soran, sorgulayan değil itaat eden, kulluğa rıza gösteren bir kuşak yetiştirmek olan, 4+4+4 ucube modelinin öğretmeni öğretmenlikten, öğrenciyi de öğrencilikten çıkardığı,

Milli Eğitime bütçeden ayrılan payın Cumhuriyet döneminin en düşük seviyesine indirildiği, Eğitim alanına hiçbir yatırım yapılmayarak sınıfların eğitim yapılamayacak kadar kalabalıklaştırıldığı,  çocuklarımızın okulsuz ve bin bir güçlükle okuyup öğretmen diploması sahibi olmuş yüz binlerce öğretmeni atamayarak öğrencilerimizin öğretmensiz bırakıldığı, atanamayan onlarca genç öğretmenimizin intihara sürüklendiği,

Kadının özgürlüğü değil, esaretinin simgesi olan türbanı ilkokullara kadar sokan, TEOG uygulamasıyla halk çocuklarını, gençlerimizi İmam Hatiplere mahkûm ederek Bilimsel ve Laik eğitimin zerresini dahi bırakmak istemeyen, eğitimde özelleştirmenin önünü fütursuzca açan hainane politikaların uygulandığı,

   7 bine yakın okul müdürünün görevine son vererek, yerine yandaş (Eğitim-Bir Sen’li) müdürleri getiren, okul yönetimlerini ele geçirip, okulları da şirketleri gibi yönetmenin yolunu açan; aday öğretmenlere sözlü mülakatın uygulanacağı, başarılı olunamazsa mesleklerinin ellerinden alınacağı, yandaş öğretmen seçmenin taşlarının döşendiği; öğretmenlere de rotasyon uygulamasının bir nevi cezalandırma sistemi olarak kullanılacağı Torba Yasa’ların çıkartıldığı, 

Köy Enstitülerinin günümüzdeki son izi olan Öğretmen Liselerinin kapatıldığı; bakkal dükkanı açar gibi Eğitim Fakültelerinde devşirme personelle “öğretmen eğitimi” yapıldığı; öğretmenlik mesleğinin hiçbir şey yapma becerisi ve yetisi olmayan herkesin yapabileceği bir iş konumuna indirgendiği, böylece eğitim sisteminin iğdiş edildiği,

Bir sürecin yaşandığı bir ülkede “24 Kasım Öğretmenler Günü” kutlaması yapmak Kemalist,  devrimci, yurtsever, demokrat ve namuslu öğretmenlerimize yapılabilecek büyük bir değerbilmezlik olduğu kanısındayız.

Bu Nedenle 24 Kasım’da;

Her çocuğun kaliteli, devletçe finanse edilen, laik, demokratik ve uluslararası normlara sahip eğitim hakkının güvence altına alınması,

Her yurttaşın eşit ve özgürce  yararlanacağı bir eğitim ortamının sağlanması,

Eğitimin pazar odaklı  değil insan odaklı olması, 

Eğitime daha çok yatırım yapılması, kaliteli öğretmen yetiştirilmesi ve her öğretmene kalıcı iş garantisi verilmesi,

Öğretmenlerin kendi mesleğinde özgür davranmasını kısıtlayan yasaların kaldırılması ve eğitimle ilgili kararların alınmasında öğretmenin ve sendikasının aktif katılımını sağlayan yeni yönetmelik ve yasaların çıkartılması, mücadelesinde “örgütlü öğretmen örgütleri” ile omuz omuza olduğumuz bilinmelidir.

Tüm dünyada Emperyalizm, hakimiyet kurmaya çalıştığı ülkelerde toplumsal gericiliğin en büyük destekçisi olarak öne çıkar. Böylelikle sömürgeleştirilmeye çalışılan ülkelerde emperyalist hegemonyaya karşı çıkacak bir milliyetçi direniş, Şeriatçılığın kozmopolit, ulus düşmanı ve vatan savunmasını umursamayan anlayışı sayesinde engellenmiş olur. Bu nedenle  Eğitim alanını iğdiş eden  AKP faşizminin en  büyük destekçisi emperyalizmdir.

AKP faşizminin  Şeriat hayallerinin önünde en büyük engel olarak gördüğü eğitim alanı tümüyle ele geçirilmiştir. AKP faşizminin bu pervasız hayallerini durduracak ve engelleyecek gerçek örgütlenmenin  temel programı;  dinci gericilikle mücadeleyi, emperyalizmle mücadelenin olmazsa olmaz gereği sayan Atatürk’ün Altı Ok programıdır. 

Bizler, hainin korkak olduğunu, haklı bir mücadeleyi veren gerçekten örgütlü bir gücün eninde sonunda kazanacağını  7 düvel’e karşı verdiğimiz Kurtuluş Savaşımız da gördük.

Biz bu topraklarda “Sömürü, İşgal Varsa; Ya İstiklal Ya Ölüm diyen de vardır” sözünü haykıran ve bu uğurda kan ve can verenleri gördük. Mustafa Kemal’i gördük. Kubilay’ı gördük. Tonguç’u, Baykurt’u, Apaydın’ı gördük.

Emperyalizm ve beslemesi siyasal iktidarlara,  emperyalizmin oynaşı sömürge aydını zavallılara bir kez daha hatırlatalım,

Biz biliyoruz ki,  Emperyalizmin ve beslemelerinin iştahları  kursaklarında  kalacak!... Yürekleri şayak kalpaklı yüz binlerce Kemalist  eğitim emekçisinin bilincinde çoğalan  tam bağımsızlık meşalesi  ülkemizin üstüne abanan karanlıkları aydınlatacaktır.… 

BİZ YİNE  İYİ BİLİYORUZ Kİ ; KEMALİST DEVRİM MUTLAKA KAZANACAKTIR  BU TOPRAKLARDA!..22.11.2014  

YÖNETİM KURULU ADINA:                                                                 

Mahmut ÖZYÜREK
ULUSAL EĞİTİM DERNEĞİ ISPARTA ŞUBE BAŞKANI

Neredeyse bütün dinler en temel içgüdü olan korku üzerine kurulmuştur ve hepsi de bilimsel düşüncenin, akılcılığın henüz gelişmemiş olduğu çağlarda ortaya çıkmıştır. Doğadaki olaylar gerçeklere uygun şekilde anlaşılamadığı için (nerede, ne biçimde olduğu pek kestirilemeyen) esrarengiz doğaüstü güçlerin gazabından korkulmuş, onlara yaranmak için törenler, ritüeller, ibadetler düzenlenmiştir. Ölüm korkusu ve öldükten sonraki belirsizliğin yarattığı korku dinlerin ana unsurunu oluşturmuştur. Bu korkuları ustaca kullanıp insanları kendi görüş ve istekleri doğrultusunda yönlendirmeyi beceren, geniş hayal ve ikna gücüne sahip olan bazı "üstün yetenekli" kimseler kendilerini tanrının temsilcisi (hatta oğlu) şeklinde kabul ettirmeyi başarmışlardır. Koydukları kuralların sorgulanmadan, körü körüne kabullenilmesi için de "Allahın kelamı" olduğuna insanlar inandırılmıştır. Yaşam koşulları, gereksinimler, bilimin gelişmesiyle dünyaya bakış şekli zamanla değiştiği halde "Allahın kelamına" dayalı kurallar, emirler, yani kör inançlar değişmemiştir. Zihnen insanların kendilerini adeta karanlık bir hapishaneye (mistik inanç alemine) gönüllü olarak kapatmasına benzer durumlar (gelişmiş ülkeler dışında) pek çok yerde görülmektedir. Hapishanenin aydınlığa, bilimsel gerçeklere, özgürlüğe açılan kapısının anahtarı (biraz cesaret ve) meraktır, yani o tılsımlı(!) "acaba" sözcüğüdür. Onun sayesinde inançla bilim arasında sağlıklı bir seçim yaparak doğruya, gerçeğe erişebiliriz. Bu merakın son aşaması "acaba Allah varmıdır?" şeklindeki sorudur, ki bilimin bu denli ilerlemiş olduğu günümüzde bile buna kesin bir yanıt vermek henüz kolay değildir, zira en temel içgüdümüz olan korkudan kendimizi arındırabilmemiz için çok meraklı ve yürekli olmamız gerekir. O sorunun beni getirdiği noktayı naçizane şu soruyla özetleyebilirim: Eğer Allah varsa o nereden geldi, evrende sınırsız miktardaki maddeyi, enerjiyi nereden, niçin, nasıl getirdi, önce kendi kendini mi yarattı? Gördüğünüz gibi, karanlık cehalet hapishanesinden kurtulmak hiç de kolay değildir, ama inanç adına yapılan (cihat gibi) çılgınlıklara, savaşlara, (masum profesörleri bile mahkum edebilen tesettür, türban gibi) aptallıklara bakarak "o zahmete değer" diyorum!!..
21.11.2014              

Kemal Rastgeldi

NOT: Bu çok önemsediğim ve sağduyuyla, iyi niyetle tartışılmasını gerekli gördüğüm hassas din konusunda beni en çok üzen, ürküten, aydınlarımızın sessisliği, çekingenliğidir. Meydanı boş bulan dincilerin yaptıkları telafisi zor tahribat karşısında daha fazla gecikmeden çareler aramaktan, görüş ve önerilerimizi paylaşmaktan ve olabildiğince çevremize yansıtmaktan lütfen çekinmeyelim.

..
   _ Pazartesi Öğretmenler günümüzdür. Kutlu olsun. Ama bu gün için bir kaç acı söz etmeyenin ya vicdanı yok ya insafı yok ya da gözü kulağı yok. Türkiye her geçen gun Türk milleti iki şeyi kaybediyor. Parasını ve eğitimini. Daha doğrusu gaflet ve dalalet ve hatta hiyanetle kaybettiriliyor. Nuray Hocamızın yazdıkları aynen  geçerlidir.

 Mustafa Kemal Paşamızın harbin en koyu bir sürecinde maarif şurasını toplayarak eğitimin yabancı fikirlerin etkisinden kurtarılmasını ön görmesi. Şimdiki gafillere acaba ders olur mu? "Şimdiye kadar takip olunan tahsil ve terbiye usullerinin milletimizin gerileme tarihinde en önemli bir etken olduğu kanaatindeyim.

Onun için bir milli terbiye programından bahsederken, eski devrin batıl inançlarından ve doğuştan sahip olduğumuz özelliklere hiç ilgisi olmayan yabancı fikirlerden Doğudan ve Batıdan gelebilen tüm etkilerden tamamen uzak, milli ve tarihi özelliğimize uyumlu bir kültür anlıyorum" 

Bu cümle ile Atatürk milli eğitimimizin esaslarını da belirlemiş ve ifade etmiştir. Eğitimimizdeki yabancı fikirlerden o yıllarda bahsediyor. Bu gun maalesef haçlı düşüncesi eğitimimizi işgal etmiştir. 14 Mayıs 1950 eğitimimizin yıkılması için dahili ve harici bedhahların iktidari ele aldıkları acı bir tarih yıldönümüdür.
O diyordu ki:

" Muallimler yeni nesil sizlerin eseri olacaktır.

" Yetiştireceğimiz gençlerimize vereceğimiz eğitimin sınırı ne olursa olsun evvela onlara Türk milletinin anasırına ( Ananelerine) düşman unsurlarla mücadele lüzumu öğretilmelidir." 
Atatürk bu gün sağ olsaydı Türk milletinin en büyük düşmanı Açık bütçe ve enflasyon canavarını Yurttaşlık Derslerinde mutlaka okuturdu.
Türk milletinin ve Türk Öğretmenlerinin "Öğretmenler günü" kutlu olsun

BİR MİLLETİN HAKİKİ KURTULUŞU

BİR MİLLETİN HAKİKİ KURTULUŞU

Başbuğ Atatürk, 23 Nisan 1920'de Ankara'da TBMM'ni açmış ve yeni Türk Devletini fiilen kurmuştur.
Yunan ordusu, Anadolu içerilerine doğru ilerlemektedir. 1921 yazında Eskişehir'i de ele geçirmiştir. Muntazam Türk ordusu kuruluş döneminde ve yeterli güçte değildir. Mustafa Kemal Paşa ordumuzu plânlı bir şekilde Sakarya Nehri gerisine çekmektedir.

Temmuz 1921. Tarih, yeni Türkiye'nin kaderinin tayin edileceği Sakarya Savaşına gebedir. Yunan ordusu Eskişehir'den çıkmış, doğuya doğru ilerlemektedir. Durumun çok kritik olduğunu herkes bilmektedir. Ankara'da sinirler gergindir. Kayseri'ye doğru göç başlamıştır.

23 Ağustos ve 13 Eylül 1921 Sakarya Savaşı, Atatürk'ü hayatta en fazla sarsan, bir ölüm kalım savaşıdır. Çok kuvvetli bir asker ve stratejist olarak kendisi bu olayı çok önceden bilmektedir.

İşte böyle, hassas ve kritik bir dönemde, ülke gayet normal şartlar içindeymişçesine, 15-21 Temmuz 1921 tarihlerinde Ankara'da "I. Maarif Kongresi"ni toplar. Bu kongre yapıldığı günlerin şartları bakımından değil, içeriği yönünden de en önemlisidir. Yurdun her tarafından gelen 250'den fazla erkek ve kadın öğretmeni bir araya getirmiştir. Kongreyi Mustafa Kemal cepheden gelerek açmış ve çok önemli bir açış konuşması yapmıştır.


Ayrıca öğretmenlerin teker teker elini sıkmıştır. Cumhuriyet döneminin eğitimine esas olacak temel ilkeleri çizer. Mustafa Kemal Kongreden "Türkiye'nin milli maarifini kurmasını" ister ve "milli maarifi" şöyle açıklar: 

"Şimdiye kadar takip olunan tahsil ve terbiye usullerinin milletimizin gerileme tarihinde en önemli bir etken olduğu kanaatindeyim.

Onun için bir milli terbiye programından bahsederken, eski devrin batıl inançlarından ve doğuştan sahip olduğumuz özelliklere hiç ilgisi olmayan yabancı fikirlerden Doğudan ve Batıdan gelebilen tüm etkilerden tamamen uzak, milli ve tarihi özelliğimize uyumlu bir kültür anlıyorum" demiştir.

Bu konuşmasıyla öğretmenlerin gelecekteki kurtuluşlarımız olduğu vurgulanmıştır.Maarif Kongresi için, 18 Temmuz 1921 tarihli Hâkimiyet-i Milliye gazetesi şunları yazacaktır: "Cephelerde felah ve istiklal ordusu Yunanla mücadele ederken, Ankara da muallimler ordusu cehalete karşı müdafaa programı hazırlıyor. Harb ve Maarif cephelerinin ikisinde de faaliyetler var. Milli ordu vatandan düşmanı, muallimler ordusu da cehalet ve zulmeti kovacak, iki hizmetin aynı anda tecellisi ulvi bir tesadüftür..."

Geç kalmış olanlarda,evet, bilmelidir ki,
Gazi'nin ufuklardan uzanmış elidir ki
Toptan verilen şeyleri bir bir geri aldı;
Türk'ün koca tarihi bugün yoksa masaldı.

Şiir : Mithat Cemal Kuntay  ?  

Sömürgeleştirilmiş İslam dünyasında sömürge olmamış, milli kimliğe sahip, laik, kadını özgür, okuma yazma oranı en yüksek, ordusu en güçlü tek ülke Türkiye Cumhuriyeti Devleti iken ,bugün hüküm süren karanlığa nasıl geldiğimiz sorusu hepimizin vicdanlarında cevaplanması gereken bir sorudur.
Her Türk artık görmelidir ki memleketimiz rehin, rehin memleketimizde gurbetteyiz. Ancak her şeye rağmen Cumhuriyet yolundan vazgeçmeyeceğiz.
Başbuğ Atatürk'ün izinde, gerektiği zaman, en büyük armağan olmak üzere Türk milletine canımızı vereceğiz. 

Parolamız Ya İstiklal! Ya Ölüm!

Öğretmenler günümüz kutlu olsun.

Nuray Türk Günay 23.11.2013

www.ciddiyizbiz.com

***

22 Şubat 2017 Çarşamba

BEN ÖLÜRSEM,




BEN  ÖLÜRSEM,





Mahmut Özyürek,
09.02.2004/Sayı:49


Gazi Mustafa Kemal Paşa1926 yılında kendisine yapılan suikast girişiminden sonra Atatürk, geçmiş olsun demeye gelen İzmirlilere şöyle seslenir: “Ben ölürsem ulusumuzun birlikte yürüdüğümüz yoldan asla ayrılmayacağına güveniyorum... Düşmanlarımızın alçakça eylemleri bizim devrim ateşimizi söndüremez...” Onunla birlikte yürüdüğümüz yoldan ayrıldık mı yoksa ayrılmadık mı?

80 yıllık Cumhuriyet, tarihinde bu denli ağır, sinsi, hain saldırıyla karşı karşıya kalmamıştı. Dışarıdan ve içeriden kuşatılmış, refleksleri, direnç noktaları kırılmış bir Türkiye Cumhuriyeti fotoğrafıdır yaşadığımız.

Artık saldırılara karşı direnecek örgütlü toplumsal dinamikler olmadığı için önceden milli bilincimize Türk kimliğine, Atatürk’e, Atatürkçü Düşün sistemine gizli yapılan saldırılar açıkça yapılmaya başlanmıştır. Türkiye’yi Türklüğe yok etme planı silahsız, süngüsüz, tek bir mermi bile harcanmadan uygulanmaktadır.

Ülkemizin ekonomik, mali, askeri, siyasi direnç noktaları, dinamikleri birer birer yok edilmekte ulusal bilincimiz silinirken yerine “Avrupa yurttaşlığı” bilinci, olmadığı yerde “ümmet” bilinci yerleştirilmektedir.

Küreselleşmenin öncelikli hedefi ulus devletleri parçalamak yerine askeri, ekonomik, siyasal gücü, direnç odakları olmayan devletçikler yaratmaktır. Bu amaca ulaşmanın yolu ise ulusal bilinci, toplumsal demokrasiyi içeriği, özü boş anlamsız hale getirmektir. Bireyi, cemaati, etnik grubu ön plana çıkartan sistem başta eğitim olmak üzere toplumun tüm katmanlarında uygulamaya sokulmaktadır. Şimdi bu zehrin bedelini ödüyoruz. Artık insanlarımızda “ben nasl katkı yapabilirim?” değil, “ben ne alabilirim?” anlayışı ön plandadır. 40 bine yakın üniversite öğrencisi arasında yapılan bir anket sonucunda öğrencilerimizin %85’i geleceklerini yurtdışında arayacaklarını söylüyor. Bu ülkeyi yönetenlerin üzerinde düşünmesi gereken acı bir tablo. Biz 1919 koşullarından daha ağır bir dönem yaşıyoruz. Bir düşünün; o günkü insanlarımız, gençlerimiz “ülke işgal altındaysa ben de geleceğimi başka ülkede ararım” deselerdi?

Ulusal bilincimize, ulusal değerlerimize, ulus devlete yapılan hain saldırılar o denli arsızlaştı ki Sait Mollalar, Ali Kemaller, Refik Halitler, Refi Cevatlar bugünkülerin yanında vatansever(!) bile sayılabilirler.

Mecliste Atatürk’ün resmine, Türk askerine tahammülü olmayanın hedefi laik demokratik Türkiye Cumhuriyeti’dir. Keşke yanılsaydık, bu bir kaç kendini bilmezin hezeyanı diyebilseydik.

Devleti eline geçiren siyasal kadroyu sahneye süren güçler aynı kadro aracılığıyla gündeme getirdikleri “Kamu Reformu yasası” ile Türk devletini fedaral bir yapıya, sanal bir devlete dönüştürmenin temellerini atıyor.

Bir kısım mütareke medyası, Kürtlerden sonra Çerkezleri de dil istemi olan yeni bir etnik grup olarak manşetlere taşıyor.

Yabancı elçilikler bünyesindeki yabancı istihbarat elemanları Anadolu’da her türlü bozgunculuğu yaparak Türkiye’yi etnik tabanlı ayrıştırmanın altyapısını herkesin gözleri önünde oluşturuyor.

Kerkük’te Türkmenler haklarına sahip çıkıyor diye ABD korumasındaki silahlı Kürtler tarafından katlediliyor.

Kıbrıs’ta Denktaş yalnız bırakılıyor, adadaki Türkler dış güçler tarafından toplumsal mühendislikle yok ediliyor. Türk askeri işgalci sayılıyor.

İsrail Güneydoğu topraklarımızı silahsız, direnişsiz işgal ediyor.

Türkiye, Türksüzleştirme operasyonu içimizde at oynatıyor.

Güneyimizde ABD’nin denetim ve gözetiminde Kürdistan devleti kuruluyor. Özelleştirme, peşkeş çekme, kadrolaşma hareketleri son hızla sürüyor.

Bu denli büyük çapta bu kadar vahim, sinsi kuşatma ve saldırı karşısında bulunan ülkemizin yüz akları, ulusal bilincimizin, ulusal direncimizin, ulusal onurumuzun ödünsüz savunucuları, aydınlarımız; Uğur Mumcu, Muammer Aksoy, Bahriye Üçok, Ahmet Taner Kışlalı, Gaffar Okan, Necip Hablemitoğlu ve adını sayamadığımız niceleri aramızdan alınıyor ve biz hala seyirciyiz!

Halen sanki çok gerekliymiş gibi kurumları, görüşleri değil, kişileri tartışıyoruz. Öyle yaptıkça da bölünüyoruz. Adına ister milli deyin, ister ulusal güçlerin birleşmesini engelleyici, önleyici, ayrıştırıcı her tür görüş, düşünce ve anlayış kelimenin tam anlamıyla hainliktir. Sağ-sol, Alevi-Sünni, Kürt-Türk değil sizleri vatan savunmasına çağırıyorum.

Yineliyoruz “devletin tekliğini, ulusun birliğini, ülkenin tümlüğünü” korumak ve kollamakla yasal olarak görevlendirilen tüm kadroları, ulus ve yurt bilinci taşıyan herkesi onur ve namus görevlerini yerine getirmeye çağırıyoruz. Çünkü vatanı, bağımsızlığı kaybetmek, en büyük onursuzluk ve namussuzluktur. Sözlerimi Yüce Önder Atatürk’ün 1920’de Meclis’te ve 1923 Mart ayında Konya Türk Ocağı’nda yaptığı iki konuşmadan kısa alıntılarla noktalamak istiyorum.

“Türkiye’nin, Türk halkının nasılsa başına geçmiş bir takım insanlar galip düşmanlar karşısında susmaya mahkummuş gibi Türkiye’yi atıl ve çekingen bir halde tutuyorlardı. Memleketin ve milletin çıkarlarının gerektidiğini yapmakta korkak ve mütereddid idiler. Türkiye’de fikir adamları adeta kendi kendilerine hakaret ediyorlardı. Diyorlardı ki ‘biz adam değiliz ve olamayız, kendi kendimize adam olmamıza ihtimal yoktur’ Bizim canımızı tarihimizi, varlığımızı bize düşman olduklarından hiç şüphe edemeyen Avrupalılara kayıtsız şartsız bırakmak istiyorlardı. Onlar bizi idare etsin diyorlardı.”

“... Derim ki ben şahsen onların düşmanıyım. Onların olumsuz yönde atacakları bir adım, yalnız benim kişisel inancıma değil, yalnız benim amacıma değil, o adım benim tüm ulusumun hayatıyla ilgili, o adım ulusumun hayatına karşı bir kasıt, o adım ulusumun kalbine yöneltilmiş zehirli bir hançerdir. Benim ve benimle aynı biçimde düşünen arkadaşlarımın yapacağı şey, mutlaka ve mutlaka o adımı atanı tepelemektir; sizlere bunun da üstünde bir söz söyleyeyim. Eğer bunu sağlayacak yasalar olmasa, bunu sağlayacak meclis olmasa, öyle olumsuz adımlar atanlar karşısında herkes çekilse, ben kendi başıma yalnız kalsam, yine tepeler ve yine öldürürüm.”


http://www.turksolu.com.tr/49/ozyurek49.htm