Doğu Akdeniz’de Türkiye’nin Kaybettiği Fırsatlar
Prof. Dr. Sema Kalaycıoğlu
14 Mart 2021
Milli Güvenlik ve Dış Politika Araştırmaları Merkezi.
İkili ticaret ve yatırımın önemsenmeyecek kadar az, buna karşılık çoğu hesabı kapanmamış tarihi husumetin siyasete hala hükmettiği bir coğrafyada, sektörel işbirliğine kapı aralayan en önemli fırsatlar, 2003 yılında Mısır-Güney Kıbrıs arasında imzalanan Deniz Yetki Alanı(DYA) veya Münhasır Ekonomik Alan(MEA) Anlaşması ile başladı.
Bunu 2007 da Lübnan ve Güney Kıbrıs arasında imzalanan MEA izledi. 2003 yılı Türkiye için bir ekonomik krizin hala nekahet dönemiydi. Ama 2007 ekonominin 2005 den itibaren yakaladığı büyümeye sıkıca tutunduğu bir yıl olduğu için bu tarihten itibaren olan gelişmelere kayıtsız kalınması ve Yunanistan’dan sonra en uzun kıyı şeridine sahip olduğu Akdeniz’de olanı biteni uzaktan seyretmekle yetinilmesi affedilir gibi değil. Ama asıl Türkiye’nin artan ekonomik gücünü ve siyasi itibarın ıideolojik tercihlerin emrine vermesinin, Mısır ve İsrail’le ipleri germesi ve Suriye ile aradaki uçurumları derinleştirmesi nedeni ile kaybettirdiği fırsatlar büyük, maliyet ise yüksek.
Evet, 2000'li yılların başından itibaren Doğu Akdeniz ittifakları ivme kazandı. İsrail, Mısır ve Güney Kıbrıs, önce kendi kara suları ve iddia ettikleri kıta sahanlıklarında doğal gaz aramalarına hız verdi. Sonra ikili veya çoklu anlaşmalarla birbirlerinin nasırına basmamayı güvence altına aldıktan sonra uluslararası petrol ve gaz şirketlerinin ilgisini bölgeye çekerek, güç ve pahalı sondaj faaliyetlerinin maliyetlerini paylaşma formülleri buldular. Buna karşılık, 2005 yılı Türkiye’nin ideolojik tercihleri ile Mısır’ı ve daha sonra İsrail’i yeni yeni ittifakların kucağına itmeye başladığı dönemin başlangıcı oldu. Oysa aynı yıl Mısır ile 2007 yılında hayata geçecek serbest ticaret anlaşması imzalanmış ve bu anlaşmanın ivmesiyle iki ülke arasında ticaret ve karşılıklı yatırımların gelişmesi öngörülmüştü. Buna rağmen Türkiye,Mısır ile arasındaki köprüleri güçlendirecek yerde, Müslüman Kardeşlere destek verdiği için, daha o tarihte Mübarek yönetimini rahatsız etmeye başladı. Belki de kısmen bu nedenle Mısır o yıl TPAO’nun uluslararası şirketi olan TIPC nın Batı çölündeki petrol arama lisanslarını iptal ederek yeni anlaşmalar yaptı.
Türkiye, 2007 yılında Güney Kıbrıs Afrodit kuyusunu uluslararası ihaleye açtığı zaman elbette bir şey yapamazdı. 2011 de Güney Kıbrıs Afrodit kuyusunda gaz bulduğunu ilan edince bölgeye savaş gemileri gönderilmişti. Ama Güney Kıbrıs’ın, kuyudan çıkacak kaynaktan kuzeye de pay vereceğini taahhüt etmesi karşısında, bu ülkeyi resmen tanımamış olduğu için kuzeyin hakkını yazılı bir anlaşmayla güvence altına alamadı. Buna karşılık aynı yıl KKTC ile bir MEA anlaşması imzaladı, ancak bu da bölgede Türkiye’nin sadece sert güç gösterisine devam etmesi için bir başka bahane oldu. Tabii 2010 da, Mavi Marmara filotilla krizinin yarattığı gergin atmosferde Güney Kıbrıs ve İsrail arasında imzalanan MEA'ı da umursamazlık içinde izledi. O tarihlerden bu yana kendi başına üstlendiği sismik araştırma ve sondaj gibi yüksek gerçek maliyet bir yana, Akdeniz işbirliği fırsatlarını kaçırmanın fırsat maliyetini, şimdi Mısır’ın kapısına yeni bir sayfa açmak için gittiğinde daha iyi anlıyor mu pek emin değilim.Sert güç ile yüreklere korku salma, 2011 den sonra Türkiye’nin bölge itibarına gölge düşürmeye başladı da bu bile umursanmadı.
Evet, İsrail ile Mısır arasında resmen imzalanan bir DYA veya MEA anlaşması yok. Ama bu her iki ülkenin de Müslüman Kardeşler endişesinden, Sina yarım adasındaki yeni terör eylemlerinin hedefi olmak istememekten ve özellikle Ürdün’e bağlanan Arap Gaz boru hattına bir saldırı düzenlenmesini göze almadıklarından dolayı yapılan bir tercih. Aslında hala mükemmel çalışan işbirliği orada.
Türkiye, 2007 yılında Güney Kıbrıs Afrodit kuyusunu uluslararası ihaleye açtığı zaman elbette bir şey yapamazdı. 2011 de Güney Kıbrıs Afrodit kuyusunda gaz bulduğunu ilan edince bölgeye savaş gemileri gönderilmişti. Ama Güney Kıbrıs’ın, kuyudan çıkacak kaynaktan kuzeye de pay vereceğini taahhüt etmesi karşısında, bu ülkeyi resmen tanımamış olduğu için kuzeyin hakkını yazılı bir anlaşmayla güvence altına alamadı. Buna karşılık aynı yıl KKTC ile bir MEA anlaşması imzaladı, ancak bu da bölgede Türkiye’nin sadece sert güç gösterisine devam etmesi için bir başka bahane oldu. Tabii 2010 da, Mavi Marmara filotilla krizinin yarattığı gergin atmosferde Güney Kıbrıs ve İsrail arasında imzalanan MEA'ı da umursamazlık içinde izledi. O tarihlerden bu yana kendi başına üstlendiği sismik araştırma ve sondaj gibi yüksek gerçek maliyet bir yana, Akdeniz işbirliği fırsatlarını kaçırmanın fırsat maliyetini, şimdi Mısır’ın kapısına yeni bir sayfa açmak için gittiğinde daha iyi anlıyor mu pek emin değilim.Sert güç ile yüreklere korku salma, 2011 den sonra Türkiye’nin bölge itibarına gölge düşürmeye başladı da bu bile umursanmadı.
Evet, İsrail ile Mısır arasında resmen imzalanan bir DYA veya MEA anlaşması yok. Ama bu her iki ülkenin de Müslüman Kardeşler endişesinden, Sina yarım adasındaki yeni terör eylemlerinin hedefi olmak istememekten ve özellikle Ürdün’e bağlanan Arap Gaz boru hattına bir saldırı düzenlenmesini göze almadıklarından dolayı yapılan bir tercih. Aslında hala mükemmel çalışan işbirliği orada.
Neden Kaçan Fırsatlara Uzaktan Bakmakla Yetinildi?
Aynı yıl Arap Baharı aniden bastırdığında Ankara hala Mısır’a Müslüman Kardeşler ’den yana ağırlık koyuyor ve radikal dini akımları destekliyor izlenimi vermeye devam etti. Bu tutum Kahire yönetimi ile arayı açtığında, 2005 yılından beri hem Mısır, hem de Türkiye’de iki ülke arasında bir MEA anlaşması çabası içinde olan bazı kesimlerin umudu da suya düştü. Oysa böyle bir MEA mümkün olsaydı bugün Türkiye Doğu Akdeniz’de oyun bozucu değil, oyun kurucu bir konumda olabilecekti. Aynı tutum Şam ile köprülerin atılmasında da etkili ideolojik boyut oldu. Ama tabii Suriye topraklarından Katar gaz boru hatlarının geçmesine izin vermeyen Esat ile başlayan kutuplaşmanın etkisini de yabana atmamak gerek. Oysa Ankara, 1998 Seyhan anlaşmasıyla Suriye ile ilişkilere çeki düzen vermiş ve o ivme ile 2000 den sonra, önce Esat hükumeti ile sınır boyundaki mayınlar temizlenmiş, sonra AB “Akdeniz yeni komşuluk politikası” çerçevesinde 2007 yılında bu ülke ile bir serbest ticaret anlaşması bile imzalamıştı. İşte 2007 ile 2011 arasında, Esat ile çok yakın ve samimi kişisel ilişkiler kurulduğunda, neden İskenderun Körfezi ötesinde bir MEA imzalanmasına tevessül edilmediği de bir muamma. Kaddafi ile anlaşarak yine o tarihlerde, neden Libya ile bir DYA veya bir MEA imzalamak için girişim bulunulmadığı konusunun da anlaşılır bir tarafı yok.Libya anlaşması 2020 ye mi kalmalıydı? Bu nedenle, şimdi Akdeniz’de tüm kıyıdaş ülkeler birlikte, Türkiye ise yapayalnız. Çok yakın bir tarihte İsrail-Lübnan MEA anlaşması imzalanabilir. Uzlaşmazlık alanında görüşmeler yanı sıra deniz yatağındaki gazın ortak değerlendirilmesine yönelik teknik imkânlar halen denenmekte. ENI, Total ve NOVATEC gibi şirketler orada. Chevron, Katar Oiland Gas Company, Korean Gas Company zaten Güney Kıbrıs’ın yeni kuyularında.
Yunanistan Doğu Akdeniz’e İnerken Türkiye Neredeydi?
2015 yılında Güney Kıbrıs, İsrail ve Yunanistan arasında Enerji Üçgeni(Energy Triangle) adıyla bir Doğal gaz çıkarımı anlaşması imzalandı ve bu anlaşma ile Tamar, Leviathan ve Afrodit kuyularından çıkarılacak doğal gazın birlikte pazarlanması amaçlandı. Türkiye bu anlaşma ile kaçınılmaz olarak Yunanistan’ın Doğu Akdeniz’de giderek daha fazla söz sahibi haline geldiğini fark etmedi mi? Bunun Ege denizi sorunlarını da Akdeniz’e taşıyabileceği Ankara tarafından tahmin edilemedi mi?
Ama asıl 2019 yılında gayri resmi olarak Kıbrıs, Mısır, Fransa, Yunanistan, İsrail, İtalya, Ürdün ve Filistin arasında oluşturulan Doğu Akdeniz Gaz Forumu (EMGF veya EGF), çoklu ve güçlü ittifakı, 2020 yılının Eylül ayında resmi kimlik kazanınca, Türkiye yine kılını kıpırdatmadı. Daha sonra kerhen yapılan davete de icabet etme niyeti beyan etmeyince, bu ayın 9 unda yürürlüğe giren anlaşmanın nimetlerinden de kendini mahrum bırakmış oldu.
Sert çıkış, haşin tavır, kaba kuvvet sadece ülke içinde, o da kısa dönemde etkili olabiliyor. Uluslararası ilişkilerde, hele geçmişin hala gölgesinde olan bölgesel ilişkilerde, kaçan fırsatları yakalamak için Türkiye sert üslup denemesinden bir şey kazanamaz. Oyun bozayım derken daha da kaybedecektir.Ama ortasında debelendiği denizde hangi yılana sarılacağına dikkat etmek zorunda. Mısır’a sarılmaya çalışmak mı? Hiçbir şey için genç değil. Ama Mısır, bu saatten sonra Doğu Akdeniz’de kurduğu düzeni, Türkiye’nin hatırı için bozmaktan kaçınacaktır.Tabii bir hatırı kaldıysa.
***
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder