GÜÇ VE POLİTİKA KAVRAMSAL BOYUTLAR. BÖLÜM 6
Siyasi İdeolojiler, Politika,liberalizmin yükselişi, Muhafazakar, demokrasi, Küreselleşme, Güç İlişkileri,Sait Yılmaz,Ulusal Güvenlik,
1.5. GÜVENLİK VE GÜÇ:
Şüphesiz güç politikaları uygulamalarının altında yatan temel neden güvenlik ihtiyaçlarıdır. Bu ihtiyaçlar korunma ve savunma gibi edilgen hususlar ile sınırlı değildir. Sadece ülke topraklarını savunmak değil ülkenin çıkarlarının maksimize edilmesi de bir güvenlik sorunudur. Ülkeler sadece çıkarlarını korumak değil sağlamak için de proaktif güvenlik politikaları üretirler. Ülke politikalarını ve güvenlik sistemlerini reaktif ve proaktif olarak sınıflandırmanın temelinde birincisinin (edilgen) güvenlik endeksli olması diğerinin ise ‘çıkar’ endeksli olması yatar.
1.5.1. Güvenlik Kavramındaki Değişimler ve Yeni Boyutlar:
Güvenliğin birey veya grupların temel değerlerine olan tehditten arınma ölçüsüne göre göreceli bir kavram olduğu konusunda birleşen bilim adamları; yeni güvenlik anlayışının bireysel, ulusal ya da uluslararası düzeyden hangisine odaklanması gerektiği konusunda ortak bir fikre sahip değildirler. Soğuk Savaş boyunca güvenlik konularına ulusal güvenlik açısından yaklaşıldı. Akademisyenler ve devlet adamları muhtemel ve mevcut tehditleri karşılamak için daha çok askeri kabiliyetlerin geliştirilmesi eğilimi içerisinde oldular. Son yıllarda bu eğilim etnik merkezli (ethnocentric; kültürel önyargılı) olmakla eleştirildi ve ulusal güvenliği uluslararası güvenlik ve küresel koşullar ile birlikte açıklayacak bilimsel çalışmalar yapılmaya başlandı.
“Güvenlik” kavramını yeniden tanımlama çabası bu disiplin için bir endüstri haline gelmiştir. Bununla birlikte, bu gibi çabaların büyük bölümü güvenlik kavramının kendisiyle ilgili olmaktan çok, ulus devletlerin politika gündemlerinin yeniden tanımlanması ile ilgilidir . Avrupa Birliği Standardizasyon Komitesi 2005 yılında güvenliğin tanımını şu şekilde kabul etmiştir; “Güvenlik, bir kişi, toplum, örgüt, sosyal kuruluş, devlet ve onların vasıtalarını (eşyalar, altyapı vb.); suç faaliyetleri, terörizm ve diğer saldırı veya düşmanca hareketler, afetler (doğal veya insan tarafından) gibi tehlike veya tehditlere karşı korunulmasının gerekli olduğu sanılan veya teyit edilen durumdur.”
Güvenlik, devletlerin takip ettikleri genel politika ve global stratejileri içinde, tıpkı bir ülke sınırları içinde enerji ihtiyacını temin eden güç santralına benzer . Güvenliği sadece askeri yönden ele almak mümkün değildir. Ekonomik, politik, psikolojik ve sosyolojik yönleriyle de güvenlik bir bütündür. Çoğu insanın uluslararası yaşamlarına ve refahlarına yönelik günlük tehditler, geleneksel askeri perspektifin iddia ettiğinden farklıdır. Dünyanın büyük bölümünde güvenlik tehditleri askerlerden değil; ekonomik çöküş, politik baskı, kıtlık, aşırı nüfus artışı, etnik ayrılıklar, doğanın tahribatı, terörizm, suç ve hastalıklar gibi diğer sorunlardan kaynaklanmaktadır .
Uluslararası ilişkilerde güvenlik kavramı, uluslararası sistemin bütünü veya bütününe yakınının güvenliği (evrensel boyut), coğrafi ya da fonksiyonel alt-sistemlerin güvenliği (bölgesel güvenlik), devlet güvenliği, toplum güvenliği, toplumsal alt-grupların güvenliği, bireylerin güvenliği gibi farklı düzlemlerde ele alınabilir . Ancak, günümüzde uluslararası ilişkilerin küresel ve bölgesel yönlerinin öne çıkmasıyla; güvenliğin ulus-devlet boyutu ve küresel boyutu daha çok üzerinde durulan düzlemler olmuşlardır. Güvenliğin küresel boyutu ise silahlanma, nükleer tehdit, çevre kirliliği, az gelişmişlik, uluslararası borç krizi, ulusaşan suç faaliyetleri (terör, mafya, organize suçlar, insan ve değerli madde kaçakçılığı, biyolojik madde kaçakçılığı, AİDS, kara paranın aklanması, göç vb.) gibi birçok yeni tehdit kavramının ortaya çıkması ile şekillenmiştir.
Barry Buzan güvenliğin beş boyutu olduğunu söylemektedir; askeri, siyasi, ekonomik, sosyal ve çevresel . Buzan’a göre askeri güvenlik; silahlı kuvvetler ve devletin savunma kabiliyetlerinin birbirinin niyetleri algılama ve kullanılmalarına göre sağlanmaktadır. Siyasi güvenlik; devletlerin, hükümet sistemlerinin ve ideolojilerinin meşruluğu ve istikrarına dayanmaktadır. Ekonomik güvenlik; devletin gücü ve refahını kabul edilebilir bir seviyede tutmak için kaynaklar, finans ve pazarlara nüfuz edebilmektir. Sosyal güvenlik ise geleneksel dil, kültür, dini ve ulusal kimlik ve adetlerin evrimi için kabul edilebilir koşulların devam ettirilmesidir. Çevresel güvenlik ise bütün insanlığın bağlı olduğu gezegenin biyolojik yapısının muhafazası ile ilgilidir.
Aşağıda yedi yatay ve beş dikey sütun şeklinde sıralanan güvenlik görevleri analizi bir model olarak verilmektedir.
1.5.2. Ulusal Güvenlik:
Ulusal güvenlik, ancak İkinci Dünya Savaşı’nın sona ermesinden beri akademik ve siyasi uluslararası politika ve dış politika tartışmalarında, önemle konu edilmektedir. Hiçbir sosyal bilim kavramı, ulusal güvenlik kadar suiistimal edilmemiş ve yanlış kullanılmamıştır. Ulusal güvenlik kavramının, devletin sınırları içerisinde kalan bireyleri kapsayacak şekilde iç güvenliği, diğer yandan devlete karşı dışarıdan gelebilecek tehlikelere yönelik dış güvenliği kapsadığı genel kabul görmektedir. Bununla beraber, ulusal güvenlik bir bütündür, bu ayırım daha çok güvenliğe yönelik tehditlerin kaynağını işaret etmek içindir.
İktidarların başlıca görevi, ulusal güvenlik çerçevesinde; devletin hayati ve diğer çıkarlarının korunması ve kollanmasıdır . Bu görevin yerine getirilmesinde gerekli araştırma, inceleme, değerlendirme, karar alma, uygulama vb. işlemlerin; demokratik düzen içinde, gizliliğine zarar vermeyecek şekilde ve özelliği dolayısıyla ihtisas kuralına daha fazla uymayı sağlayan bir ulusal güvenlik sistemine ihtiyaç vardır. Ulusal güvenlik sistemi güvenlik ortamının izlenmesinden çıkarların ve fırsatların tespitine, gerekli istihbaratın üretilmesinden durumun değerlendirilmesine, uygun politikaların ve vasıtaların seçiminden kriz yönetimi içerisinde uygun politikaların uygulamasına kadar gerekli fonksiyonları sağlayacak süreç ve unsurları bünyesine entegre etmiş olmalıdır.
Ulusal güvenlik politikasının üç temel unsuru bulunmaktadır ; ulusal güvenliğin sağlanması, ulusal hedeflere ulaşılması ve bu iki unsur için; iç, dış ve savunma hareket tarzlarına ait esasların (politika esasları) tespit edilmesidir. Ulusal güvenlik politikaların uygulanması çerçevesinde ulusal hedeflerin tespiti ve sağlanması için uygulanan yöntem temel olarak aşağıda sıralanan bir dizi faaliyeti gerektirmektedir.
(1) Öncelikle devletin var oluş nedenine ve bulunulan güvenlik ortamının koşullarına uygun olarak ulusal çıkar ve ulusal hedefler tespit edilmelidir.
(2) Müteakiben ulusal hedeflere ulaşmak, korumak veya devam ettirmek için gerekli ulusal politika belirlenmelidir.
(3) Daha sonra ulusal politikanın üst düzeydeki uygulama ilke ve yöntemlerini ortaya koyan ulusal strateji ortaya konmalı ve bu strateji hükümet düzeyinde topyekun stratejiye dönüştürülmelidir.
(4) Topyekûn strateji ise genel uygulama yöntemlerini, ara hedefleri ve önceliklerini, güç oluşturma ve kullanma konularını kapsayan askeri, siyasi, ekonomik, eğitim vb. stratejileri içeren ilgili Bakanlıkların, askerlerin ve kurumların seviyesinde genel stratejilere dönüştürülmelidir.
(5) Genel strateji ilgili Bakanlık, Komutanlıklar ve diğer kurumlar tarafından eylem/operasyon/harekat stratejilerine dönüştürülmelidir.
(6) Son aşama ise hedefe ulaşmak veya ulaşılan hedefleri korumak amacıyla yapılan fiili uygulamaları kapsar. Bu uygulamalar çeşitli güç vasıtalarının kullanılmasını gerektiren yöntemler -çeşitli askeri girişimler veya diplomatik faaliyetler şeklinde olabilir.
Devlete yönelik iç ve dış tehditler ile risklerin sağlıklı bir şekilde tespit edilebilmesi için bir tehdit değerlendirmesi yapılmasına ihtiyaç vardır. Yapılacak tehdit değerlendirmesinde; küresel ve bölgesel güvenlik ortamındaki gelişmeler ile iç güvenlik ortamındaki tüm etkenlerin geçmişten geleceğe doğru bir yaklaşımla ele alınması ve devlete yönelik iç ve dış tehditler ile risklerin mümkün olabildiği ölçüde netleştirilmesi gereklidir. Tehditlerin henüz belirginleşmeden, önlenemez hale gelmeden ve eyleme dönüşmeden algılanması hayati önem taşımaktadır.
Ulusal çıkar, “bir ülkenin kendi güvenlik ve refahı için gerekli olan hususlar ” olarak tanımlanmaktadır. Ulusal çıkar, genel hatları ile devletin güvenliğini, ulusal bütünlüğünün devamını ve ulusun refahını kapsar. Ulusal çıkarlar, ulusal duruma ve uluslararası ilişkilere bağlı olarak sürekli değişmezler; kapsamları kompleks ve geniştir, devamlıdırlar ve sayıları azdır. Ulusal hedef ve ulusal politikanın ortaya konmasında bir hareket noktası ve bir çerçeve vazifesi görürler. Ulusal hedef ise elde edilmesi halinde ulusal çıkarların gerçekleştirilmesini sağlayan sonuçlardır . Ulusal hedef, tamamen ulusal niteliktedir ve ulusun belli bir kesiminin veya belli bir iktidarın değil bütün ulusun ve hükümetlerin benimsediği hedeftir.
Politikacının görevi ülkenin temel çıkarlarını etkileyen belirli bir uluslararası ilişkiler ortamında veya krizde fayda ve zarar analizi yapabilmek, çıkarların önem derecesini tespit etmektir. Daha sonra her temel çıkar için diğer ülkelerin çıkar derecesini tahmin etmelidir. Buradan hareketle çıkar önem derecelerini karşılaştırarak, kendi ulusal çıkarının hangi vasıta ile – görüşmeler yolu ile mi?, silahlı çatışmaya girilmesi mi?, çözüleceğini hesaplamalıdır. Ulusal güvenlik politikasına, ulusal hedefler ile ulusal güç arasında bir ilişki gözü ile bakılmalıdır.
Ülkeler diğer ülke liderlerini etkilemek üzere kullanabilecekleri çeşitli siyasi, ekonomik ve askeri vasıtalara sahiptir.
Bu vasıtalar diplomatik baskılardan topyekûn bir savaşa kadar derecelenebilir. Seçilen vasıta, diğer ülkelerin karar ve eylemlerinin değişmesine yol açabilecek bir baskı ve etki sahibi olmalıdır.
Bu vasıtaların başlıcalarını şu şekilde sıralayabiliriz ;
(1) Yeni bir (üçüncü taraf ile) diplomatik ilişkinin başlatılması.
(2) Bilimsel ve kültür alışverişi ile ilgili yaptırımlar.
(3) İnsani yardım vasıtalarının kullanılması.
(4) Teknik yardım yapılması.
(5) Enformasyon ve propaganda kapsamındaki tedbirler.
(6) Ekonomik ve ticari tedbirler.
(7) Askeri yardım konusunda yardım veya yaptırımlar.
(8) Örtülü faaliyetler.
(9) Başta BM olmak üzere sorunun uluslararası kuruluşların müzakerelerine açılması sureti ile yaptırımlar uygulanması.
(10) Ticaret ambargosu ve ekonomik yaptırımlar.
(11) Askeri güç gösterisi.
(12) Askeri keşif ve gözetlemenin artırılması.
(13) Diplomatik ilişkilerin askıya alınması veya kesilmesi.
(14) Abluka.
(15) Kısmi veya genel seferberlik.
(16) Askeri güç kullanımı.
(17) Topyekun savaş.
Politik vasıtaların tespit, seçim ve kullanılması da karşı tarafın niyetleri ve gücü ile ilgili emarelere göre tayin edilmelidir.
Bu da stratejik istihbarat çalışmalarının politika belirleme ve uygulama ile ne kadar iç içe olduğunu, özetle bilgi-eylem bileşkesinin etkileşim dengesini bir kez daha ortaya koymaktadır.
Emareler belirlendikten sonra belirlenen politika doğrultusunda hangi kurum veya güç unsurunun hangi vasıtayı yürürlüğe koyacağı ve kimlerle koordine edeceği tespit edilir.
1.5.3. Güvenlik Ortamını Şekillendirmek:
Bir devlet veya devletler grubu tarafından, diğer bir devlet veya devletler grubu üzerindeki ulusal çıkar veya çıkarlarının gerçekleştirilebilmesi için içeriden ve/veya dışarıdan gereğinde kullanılmak üzere potansiyel tehdit yaratılması ve bu olgunun mevcut diğer politikalar içine oturtulması tarihsel süreç içinde çok sık rastlanan bir güvenlik politikasıdır. Yaratılan potansiyel tehdidin, ne zaman ve nasıl kullanılacağı hakkında politikalar geliştirilirken, hedef olarak seçilen devletler de kendi politika ve stratejilerini ortaya koymaya çalışmışlar, ülkeler arası uzun dönemli ancak örtülü mücadeleler böylece süregelmiştir.
Uluslararası sistem karmaşık ve karşılıklı bağımlılık içinde devinirken aktörler geleceğe yönelik vizyonları dahilinde bir yandan güvenlik ortamlarını şekillendirme gayreti içindedir. Bu şekillendirme hem çıkarlarını güvenlik ortamında çıkarlarını maksimize edecek şartları oluşturmak ve sürekliliğini kılmak, hem de gelecekte muhtemel politika uygulamalarının alt yapısını hazırlamaya yöneliktir. Güvenlik ortamını şekillendirme faaliyeti demokrasi projelerinde olduğu gibi iç siyasi ağa nüfuz ederek iç parametreleri ele geçirmek ve geleceğin liderlerini bizzat yetiştirmek gibi yumuşak güç parametrelerine yönelik olabileceği gibi, bölgedeki iç karışıklıkları ve terör faaliyetlerini destekleyerek askeri parametrelerle güvenlik ortamında krizlere hazırlamak şeklinde de olabilir.
ABD’nin Afganistan ve Irak Savaşları öncesi bölgede tatbikatlar yaparak bu coğrafya ile ilişkiler geliştirmesi, askeri hedefleri tespit etmesi, koalisyonlar oluşturması, uluslararası kamuoyunu hazırlaması, yerel ajanlar edinmesi, ülke içi etnik gruplar ile işbirliği yapması gibi eylemleri uzun süreli bölgesel olarak güvenlik ortamını şekillendirme gayretlerinin birer parçası olarak görülmelidir. ABD’nin dünyayı şekillendirmekteki çıkarları şu şekilde belirlenmiştir ; (1) Demokratik, serbest piyasa ekonomisine sahip (Batılı) merkezin varlığını ve güvenliğini korumak. (2) Geçiş halindeki devletleri merkeze bağlamak. (3) Merkezin çıkarlarını ve değerlerini tehdit eden serseri devletler veya grupları yenmek veya marjinalize etmek. (4) Başarısız devletlerden gelecek zararı azaltmak.
Devletler, tek başlarına ve aktif dış politika sürdürdüklerinde, diplomatik yöntemleri ve propaganda tekniklerini kullanırlarken, bir yandan da dolaylı ve dolaysız biçimlerde diğer devletlerin iç işlerine müdahale olanaklarını ararlar. İç işlerine müdahale, doğrudan hedef alınan ülkenin çeşitli sınıflarının, gruplarının, azınlıklarının faaliyetlerini destelemek ya da engellemek biçiminde olacağı gibi, devlet kurumlarına yönelik de olabilir. İç işlerine karışmanın, uluslararası hukuk bakımından veya devletler arası bir anlaşmanın sonucu olarak hukuksal meşruiyet kazandığı durumlar da olabilir.
Hiçbir ülke kendisine rakip olarak gördüğü ve çıkarlarının çatıştığı diğer bir ülkenin güçlü olmasını arzu etmez. Fırsatını bulduğu her koşulda onu zayıflatmaya, siyasal ve ekonomik istikrarsızlığa sürüklemeye ve dağılmasını sağlamaya çalışır. Bu çalışmaların amacına ulaşması için en masrafsız ve risksiz yolları denemeye, hedef alınan ülke içerisinde mevcut sorunları kullanmak ve istismar etmek suretiyle “örtülü eylemlere” başlar. Var olan sorunların çözümü engellenerek içinden çıkılmaz bir duruma getirilmeye çalışılır. Bunu başarmak içinde, gerçekte olmayan “suni krizler” oluşturulması hedeflenir. Etnik köken, bölgecilik, din ve mezhep düşüncelerinin önemli ölçüde canlandırılması ve bu düşüncelere uygun hedef ülke yönetiminden yeni talepler yaratılması için her türlü araç kullanılır. Politikaların desteklenmesinde mevcut baskı yöntemleri çeşitlendirilerek kullanılır ve göreceli olarak zorlayıcı diğer eylem organizasyonları desteklenir.
Ülkeler, devam eden ve muhtemel krizleri ve yeni oluşumları yakından takip ederek, ulusal güvenliğe ve çıkarlara gelecek tehdit ve riskleri önceden değerlendirmek, gerekli önlemleri önceden almak ve ulusal güç unsurlarının imkanları dâhilinde inisiyatifli bir politika izlemek zorundadır. Güvenlik endişelerinin uluslararası güvenlik anlayışı içinde ve uluslararası ortamın gerekli kıldığı yapı, hukuk ve düzenlemeler içinde giderilmesi gereklidir. Bu durum bölgesel ittifaklar, stratejik ortaklık gibi çokuluslu işbirliğini geliştirmek için ulusal çıkarları gözeten güvenlik politikaları üretilmesi gereğini dikte etmektedir.
Genel olarak, iç işlerine karışma yöntemine başvuran bir devlet, karıştığı konunun uluslararası alanda karışılması gereken bir konu olduğunu savunmakta ve bu konuda uluslararası bir uzlaşı olduğu izlenimi vermektedir. Bir dini grubun savunulması veya istismar edilmesi, bir etnik grubun ortadan kaldırılması, ırkçılık yapılması, insan haklarının ya da azınlık haklarının ihlal edilmesi gibi nedenlerle uluslararası kuruluşlar tarafından ortaya konan kuralların çiğnendiği gerekçe gösterilerek bu tür müdahaleler meşru gösterilmeye çalışılmaktadır.
İç işlerine karışma yöntemi, en belirgin olarak şu tür örtülü istihbarat faaliyetleri şeklinde görülebilir; (1) Hedef veya rakip devletin iç sorunlarında taraflardan birisini siyasi olarak desteklemek. (2) Diğer devlet içerisinde silahlı çatışma unsuru oluşturmak veya olanları insan gücü, para ve teçhizat olarak desteklemek. (3) İktidara karşı hedef ülkenin askeri yetkilileri ile ilişki kurmak. (4) Hedef ülkenin yasa dışı olarak kabul ettiği faaliyetlere doğrudan taraf olmak ya da geçit vermek. (5) Hedef ülkenin operasyon yeteneğine ve rekabet kapasitesine engel olmak. (6) Askeri-sivil birlikler ya da düşük yoğunluklu çatışma ile siyasi mekanizmayı paralize etmek. (7) Karşı tarafta askeri operasyon gerçekleştirmek. (8) Nihai aşamada ise, bağlı, bağımlı ya da manda türü yönetimler kurmak (rejim restoresi, ulus-yapıcılık).
1.5.4. Uluslararası Güvenlik:
Uluslararası güvenliğin geliştirilmesi ile ilgili kapsam genellikle; güven ve güvenlik arttırıcı önlemlerin geliştirilmesi, silahsızlanma faaliyetleri, askeri işbirliği faaliyetleri, kolektif güvenlik sistemlerinde yer alınması gibi bir çerçeve içerisinde açıklanmaktadır. Ancak, uluslararası güvenlik arayışları genellikle ulusal güvenlik arayışlarının bir üst seviyede buluşmasıdır. Bir ülke çıkarlarını bir kere tanımladığında, onları ilerletebilmenin yollarını arar ve bunlara yönelik tehditleri araştırır. Diğer tarafların ne istediğini öğrenmeye çalışır; benzeri çıkarlara sahip ülkeler içerisinde müttefikler arar, bu ülkeler ile ne çeşit anlaşmalar yapabileceğini sorgular, her iki tarafın çeşitli çıkarlarını birleştirmenin ve uzlaştırmanın yollarını bulmaya çalışır.
Bugünün krizleri küresel terör örneğinde olduğu gibi kimliksiz, devletsiz, tahmin edilemeyen, gerekçesiz, etik olmayan, topraksız ve ulusaşan niteliktedir. Uluslararası kuruluşların kriz yönetimi için kabiliyetlerini idame ettirme, koordine etme ve pratikte uygulama kapasiteleri çok az olduğu için güvenlik alanında uluslararası işbirliği hem kaçınılmaz bir gereklilik hem de dünyanın geri kalan kısmı için bir model olma ihtiyacı olarak karşımıza çıkmaktadır .
Şekil 5: Savaşlar (1946-2002)
Uluslararası güvenlik denilince akla evrensel düzeyde güvenliği sağlama misyonu bulunan BM ise görülebilir gelecekte endişe teşkil eden güvenlik tehditlerini altı grupta toplamaktadır ; (1) Ekonomik ve sosyal tehditler (yoksulluk, bulaşıcı hastalıklar ve çevre sorunları da dahil), (2) Devletler arası çatışmalar, (3) İç çatışmalar (sivil savaşlar, soykırım ve diğer büyük ölçekli karışıklıklar dahil), (4) Nükleer, radyolojik, kimyasal ve biyolojik silahlar, (5) Terörizm, (6) Ulusaşan organize suçlar.
Uluslararası güvenliğe yönelik tehditlerin analiz edilmesine yönelik olarak Uluslararası Gelişme ve Çatışma Yönetim Merkezi tarafından 1949-2004 yılları arasındaki devletler arası ve iç çatışmalar takip edilerek bir istatistik oluşturuldu . Yapılan çalışma sonuçlarına göre devletlerarası çatışmaların 1990’lardan itibaren önemli bir düşüş gösterdiği, buna karşılık ülke içi çatışmaların 1990 yılı civarında zirve noktaya ulaştığı sonra azalmaya başladığı görüldü. (Şekil:5). 1990’lı yıllarda bir yılda 5’den fazla devletlerarası çatışma görülmezken ülke içi çatışmalar 1992’de 50’ye çıktı ve 2002’ye gelindiğinde 30’a düştü. Sonuç olarak geçmişle kıyaslandığında devletlerarası çatışmalardan ziyade ülke içi çatışmalar hala güvenlik endişelerinin başında gelmeye devam etmektedir .
Soğuk Savaş’ın sona ermesi uluslararası güvenlik ve güvensizlik alanında yeni paternlerin doğmasına yol açmıştır. İki kutuplu güç dengesi sona ererken NATO ve AB’nin genişlemesi ile Avrupa’da yeni bir güvenlik ortamı doğdu. 11 Eylül saldırıları ise uluslararası terörizmi gündeme taşıdı; Afganistan ve Irak müdahalelerine neden oldu. İslamcı köktendincilik de Amerikan tehdit sıralamasında yerini aldı. Amerikanın tek taraflılık ve önleyici darbe stratejisi Batılı müttefiklerinin ve Rusya, Çin gibi büyük güçlerin tepkisine yol açarken, uluslararası konsensüs yokluğu güvenlik ortamında yeni bir anarşi doğurdu. Bu anarşinin kaynakları ise uluslararası güvenlik farklı yaklaşımlar, güvensizlik ve belirsizliklerin artması olarak ortaya çıktı. Uluslararası güvenliğin nasıl sürekli ve etkin bir şekilde sağlanacağı hala zor ve ucu açık bir tartışma alanıdır.
Ulusal seviyedeki uyum sorunu ve zayıf hazırlık genellikle uluslararası seviyede daha fazladır. Üstelik uluslararası kuruluşların karar verme sistemleri, çeşitli ülkelerin teknik ve prosedürel kriz yönetim standart farklılıkları ve işlerin sık sık gereksiz yere tekrar edilmesi işleri daha da zorlaştırmaktadır . Bir diplomat sözlüğüne göre uluslararası kuruluşların bir kriz karşısındaki genel tepkisi belirli safhalardan geçer : problemi görmezden gelmek; endişe duyulduğu ile ilgili bir beyanat vermek; bir şeyler yapıyormuş gibi gözükmek; konuya gerekli ilgiyi gösterdiklerini beyan etmek; uzaklaşmak.”
21’ nci Yüzyılın temel zorluğu çağdaş küresel problemlerin kapsamı, ölçeği ve doğası ile uyumlu bir kurumsal çerçeve yokluğudur. Aşağıda sıralanan dört ana kurumsal eksiklik uluslararası düzendeki kurumsal reform gereksinimlerini ortaya koymaktadır ;
- BM Güvenlik Konseyi’nin hala İkinci Dünya Savaşı sonrası dengeleri yansıtması. (Bazıları ülkeler eşitlik isterken Almanya, Japonya ve diğer gelişmiş bazı ülkeler de temsilde ayrıcalıklı konum istemektedir).
- Dünya Ticaret Örgütü (WTO)’nün 1999’daki Seattle toplantılarından beri devam eden Bretton Woods kurumları (Dünya Bankası ve IMF) içinde oy oranlarının değiştirilmesine yönelik artan istekler.
- ABD’nin dış politikasını yürütmede askeri, ekonomi, medya ve politik gücünü tek taraflı olarak uygulama eğilimi.
- Karşılıklı bağımlılığın yarattığı çağdaş problemlerin üstesinden gelmek için uzman ajanslara olan ihtiyaç.
Uluslararası güvenlik stratejilerini; aktörlerin çatışmaya varmayan yöntemlerle güvenliklerini ve çıkarlarını gerçekleştirmeleri yolundaki uygulamaları seçtikleri “barışçı güvenlik stratejileri” ile çatışmayı göze alan “zorlayıcı güvenlik stratejileri olarak ikiye ayırmak mümkündür .
Barışçı yöntemler; - açık bir savaşa başvurulmasa da, şiddet kullanma ve diğer caydırıcı uygulamaların kullanılmayacağı anlamına gelmemektedir. Nitekim barışçı stratejinin temel yöntemi olan “diplomatik yöntemler” içinde barışçı olmayan alt-yöntemler veya araçlar kullanılması yadırganmamaktadır.
Günümüzde uluslararası güvenlik ile ilgili temel stratejilerinden bazıları şunlar olabilir ; (1) Temel ittifaklar ile bölgesel ve küresel işbirlikleri içerisinde yer alma veya bu tür ittifakları tümüyle reddederek dışında kalıp “karşı çıkan” konumunda olma. (2) Çokuluslu harekâtta yer alma ve doğrudan çıkar alanındaki bir harekat söz konusu ise bu harekatın lider ülkelerinden biri olabilme yeteneğini geliştirme veya çokuluslu güçlere karşı çıkan aktörlerin liderliğine soyunabilme. (3) Krizlere müdahale edebilme ve çatışmaları önleyebilmek için diplomatik, siyasal ve hatta askeri önlemler alabilme veya krizlerin gerçek sorumlusu olarak gösterilen aktörlerin “big game”ini bozmaya neden olma. (4) Kitle imha silahlarıyla caydırıcılık sağlama ya da bu tür tehlikelerden korunma yeteneği geliştirme veya nükleer silahlanma karşısında yer alma. (5) Uzayı kullanabilme veya uzayı kullananların karşısında yer alma. (6) Haber alma sistemlerini ve gözetleme yeteneğini geliştirme. (7) Yüksek yoğunlukta bir çatışma ortamında savaşabilme yeteneğini geliştirme veya ilkel yöntemlerle ileri teknoloji uygulamalarını etkisiz kılma. (8) Psikolojik ve sosyolojik unsurları kullanabilme.
1.5.5. Uluslararası Hukuk ve Rejimler:
Devletler işbirliğini artırmak için kurumsal olarak üç seviyede modern uluslararası topluluklar oluşturmaktadır; anayasal kurumlar, temel kurumlar ve belirli bir konu etrafında teşkil edilmiş kurumlar veya rejimler. Uluslararası hukuk, temel kurumların en önemlilerinden biridir. 1789 Fransız devriminden bugüne Batılı tarihsel kökleri nedeni ile uluslararası hukukun temel karakteristiği politik liberalizmin değerleri ile şekillenmiştir. Uluslararası hukukun modern yapısının en önemli karakteristikleri ; çoktaraflı yasama, yasal zorunluluk şekline dayalı rıza, savunma dili ve pratiği, kurumsal otonominin tutumudur.
Uluslararası hukukun dünya düzenindeki konumu hala emekleme aşamasındadır. Uluslararası düzeyden ulus-üstü (supranational) yapı ve kurallara geçmesi için henüz dünya düzeni yeterli olgunluğa sahip değildir. Uluslararası rejimler de uluslararası sistemde düzenleyici bir rol edinmiştir. Rejimler genellikle prensipler, normlar, kurallar ve karar verme prosedürleri olarak ortaya çıkarlar. Rejimi oluşturan anlaşmaların resmiyetine ve beklenti derecesine göre dikkate alınırlar. Güvenlik rejimleri içerisinde silahsızlanma anlaşmaları (SALT-1 vb.), çevre rejimleri içerisinde ozon tabakası ile ilgili Montreal Protokolü, iletişim rejimleri içerisinde Uluslararası Sivil Havacılık Örgütü düzenlemeleri, ekonomik rejimler için ise uluslararası para sistemi düzenlemeleri örnek verilebilir.
Uluslararası sorunların çözümünde genel olarak kullanılan usuller; müzakere (görüşme), istişare, tahkikat, arabuluculuk, uzlaştırma, hakemlik, uluslararası mahkemeye başvuru, BM veya bölgesel kuruluşlar yolu ile çözüm aramak şekillerini içerebilir . Nitekim BM Şartnamesi (Md.133/1) “Sürmesi halinde uluslararası barış ve güvenliği tehlikeye düşürebilecek nitelikte bir uyuşmazlığın tarafları, her şeyden önce müzakere, arabuluculuk, uzlaşma, hakemlik, yargı yoluna başvurma, bölgesel örgütlere ve düzenlemelere başvurma veya kendi seçecekleri başkaca barışçı yöntemlerle bir çözüm arayacaklardır.” ifadesine yer vermektedir.
ABD’nin sık sık kendi çıkarları doğrultusunda uluslararası hukuku göz ardı etmesi bu tür kurumların saygınlığını ve etkinliğini olumsuz etkilemektedir .
Diplomasi, başlıca şu yöntemleri içerir ; müzakere (negotiation), soruşturma (inquiry), dostça girişim (good offices), arabuluculuk (mediation), uzlaşma (conciliation) ve karma yöntemler. Uluslararası bir uyuşmazlığın hukuk yolu ile çözülmesi demek, her şeyden önce o konuda hüküm ifade eden uluslararası hukuk kurallarının bulunması demektir. Mevcut uluslararası hukuk kurallarına aykırı bir davranışın ortaya çıkmış olması karşısında bu olaya mevcut uluslararası hukuk kurallarını uygulayacak yargı yerlerinin veya yargı benzeri kurumların olması gereklidir. Tarafların bu yola gitme konusunda anlaşmış olmaları, çıkacak karara iyi niyetli olarak uyacakları anlamına gelir. Bir uluslararası uyuşmazlığın hukuk yolları kullanılarak çözülmesinde genel olarak iki araç kullanılmaktadır. Bunlardan birincisi hakemlik, diğeri ise yargı yoludur . Her iki yolda tarafların kendi rızaları ile aralarında anlaşarak gidebildikleri birer yoldur.
Hakemliğe gidilebilmesi için, önce uyuşmazlığa taraf olan ülkelerin bir araya gelerek hakemliğin şekli ve içeriği ile ilgili aralarında bir anlaşma yapmaları gerekmektedir. Uluslararası hukuka göre hakemlik kararları genel olarak bağlayıcı nitelik taşır ve daha yüksek makamlara başvuru söz konusu olmamaktadır. Uyuşmazlıkların siyasal yönlerinin daha ağır basması ve pek çok alanda uluslar arası hukuk kurallarının yetersiz kalması gibi nedenlerle, yargı yolu; hakemlik kurumuna göre daha az başvurulan bir yöntem olagelmiştir. BM’de 15 yargıçtan kurulu bir organ olan “Uluslararası Adalet Divanı”, uluslararası uyuşmazlıklara bakmakla görevlendirilmiştir. Lahey Daimi Hakemlik Mahkemesi ise bir mahkeme değil, hakemlik hizmetleri sunan bir kurumdur.
ABD’nin sık sık kendi çıkarları doğrultusunda uluslararası hukuku göz ardı etmesi bu tür kurumların saygınlığını ve etkinliğini olumsuz etkilemektedir. Bush yönetiminin 2002 yılından beri göz ardı ettiği uluslararası düzenlemeler şu şekilde sıralanabilir ; (1) 1949 Cenevre Anlaşmasına rağmen Afganistan’da savaşın tarafı olan kişilere harp esiri muamelesi yapmayarak Guantanamo’da tutmaya devam etmesi. (2) 1972 Anti-balistik Füze Anlaşması (ABM) anlaşmasını tek taraflı bir şekilde göz ardı ederek füze sistemlerini tekrar yerleştirmesi. (3) Küresel ısınma konusunda Kyto Protokolünü yerine ciddi bir öneri getirmeyerek tek taraflı reddetmesi. (4) 1998’de onayladığı Uluslararası Ceza Mahkemesi’ni ABD personelinin istisna tutulması için reddetmesi. (5) BMGK onayı ve ABD’ye doğrudan bir tehdit ile ilgili kanıt olmaksızın Irak’ın işgali. (6) Uyguldığı önleyici doktrin ile herhangi bir tehdit olmadan tek taraflı saldırma hakkını kendine vermesi. (7) BM İşkence Sözleşmesi ve Cenevre Sözleşmesi’ne uymayarak Afganistan, Irak ve Guantanamo’da esirlere kötü muamele ve işkence edilmesine yetki vermesi. (8) Hafif silahlar sivillere en çok zarar veren silahların başında gelmesine rağmen BM’de hafif silahların çatışma bölgeleri dışına çıkarılmasına karşı çıkması.
1.5.6. Nükleer, Biyolojik ve Kimyasal Silah Güvenliği:
Bütün uluslararası silahların yayılmasını önleme ve silahsızlanma rejimlerinin köşe taşı olan ‘Silahların Yayılmasını Önleme Anlaşması (NPT )’ 1968 yılında imzalandı, 1970 yılında yürürlüğe girdi ve 1995 yılında genişletildi. 2000 yılında ise kabul edilen 13 aşama listesi ile topyekun nükleer silahsızlanmayı başarmak için sıkı tedbirler getirildi ve 2003 yılında ilave protokol imzalandı. NPT, ilk beş nükleer güç ve 180'den fazla ülke için önemli bir taahhüttür. Bu konuda 2005'te düzenlenen son BM Konferansına sadece İsrail, Hindistan, Pakistan ve Kuzey Kore katılmadı; ilk üçü gelişmiş nükleer cephaneliğe sahip, Kuzey Kore'ninkilerse doğum aşamasındadır.
2005 yılında yapılan NPT Gözden Geçirme Konferanslarında ile devam eden ihlaller ve anlaşmanın uygulanması ile ilgili yaptırımların geliştirilmesi konuları görüşüldü. Bu alandaki diğer anlaşmaları Stratejik Silah İndirimi Görüşmeleri (START ) anlaşmaları, Anti-balistik Füze Anlaşması (ABM ) ve Geniş Test Yasağı Anlaşması (CTBT ) olarak sıralayabiliriz . Nükleer endişelerin temelinde bu tür silahları edinmeye çalışan ülkelerin sözde enerji maksatlı olarak kurmaya çalıştıkları nükleer reaktörlerde fosil yakıt olarak kullanılan zenginleştirilmiş uranyumun çok kısa bir süre içerisinde nükleer bomba haline getirilmesi riski yatmaktadır.
Kısa vadede NPT için Kuzey Kore ve İran konularına çözüm bulunması gerekmektedir .
NPT’nin bugün karşı karşıya olduğu sorunlar aşağıdaki gibi sıralanabilir ; (1) Anlaşma kurallarına uymayarak bazı ülkelerin nükleer silah edinme gayretlerine devam etmesi ve bu durumun Japonya ve Brezilya gibi ülkelerin tutumlarını da etkilemesi. (2) Kuzey Kore’nin anlaşmadan çekilmesi ve müteakip nükleer testleri. (3) İran’ın nükleer programı ve artan seviyede hassas teknolojilere ve yeni çıkan silah programlarına nüfuz etme gayretleri. (4) Ülkeler arasında ihlallere karşı uygulanacak yaptırımlar ile ilgili sınırlı konsensüs. (5) Nükleer terörizm de dahil devlet dışı aktörlerin faaliyetlerine gerekli hassasiyetin gösterilmemesi.
Kısa vadede NPT için Kuzey Kore ve İran konularına çözüm bulunması gerekmektedir. BMGK, 9 Ekim 2006’da kabul ettiği 1718 sayılı ve Kuzey Kore Nükleer Testlerinin durdurulması ile ilgili Karar Tasarısı’nın uygulanması hem BM hem de NPT’nin geleceği için önemli bir prestij konusu olmaktadır. Altı Taraflı Görüşmeler’in başlangıcında olumlu gelişmeler sağlanmış olsa da anlaşmanın tam olarak uygulanması için Kuzey Kore’nin nükleer silah programına son vermesi gereklidir. İran ise uranyumun zenginleştirme faaliyetlerine son verilmesi ile ilgili isteğe uymayınca, BMGK ilk tedbir paketini yürürlüğe koydu. İran için uygulanan strateji ise görüşmeleri açık bırakarak üzerindeki baskıyı zamanla artırmaktır .
ABD, son 50 yılda müzakere edilmiş nükleer silah anlaşmalarının çoğundan çekilmiştir. Örneğin nükleer silahların test edilmesini ve yenilerinin geliştirilmesini sınırlayan Anti-Balistik Füze Anlaşması'ndan çekildi. Diğer yandan NPT’e rağmen Hindistan'a yapılması önerilen anlaşmalar da nükleer silahların yayılmasını önleme rejiminin altını oymaktadır . Hindistan veya NPT'yi imzalamayan diğer ülkelere nükleer teknoloji veya kontrolsüz yakıt satılmıyordu. Bugün, ABD bu kısıtlamaları terk etme yolundadır. Bu durumda Suudi Arabistan, Brezilya, Mısır ve Japonya gibi NPT imzalayıcıları kendilerini kısıtlamaya devam etme gereğinde görmeyebilir.
Biyolojik ve Zehirli Maddeler Konvansiyonu (BTWC ) 1925 Cenevre Konvansiyonu’nu takiben 1972 yılında imzalandı. 151 üyesi olan BTWC’ye üye olmayan İsrail de dahil 27 ülke bulunmaktadır. Suriye ve Mısır’da dahil 15 ülke ise imzalamış ancak onaylamamıştır. 2002 yılında beşinci konferansını yapmış olmakla birlikte hala pek çok ülke protokol ile öngörülen tedbirleri uygulamaktan uzaktır. Özellikle savunma ve saldırıya yönelik biyolojik maddelerin nasıl ayrılacağı konusu belirsizdir.
Kimyasal Silahları Yasaklama ve Depolama Konvansiyonu (CWC ) 28 Nisan 1997’de yürürlüğe girdi ve 160’dan fazla ülke üye durumdadır. İsrail de dahil 21 ülke ise imzalamış olmakla birlikte henüz onaylamamıştır. 2003 yılında ilk konferansını icra etmiştir. BTWC doğrudan bir denetim sistemine sahip değilken CWC’de bir tarafın isteği üzerine zamana bağlı olmaksızın başka bir ülkede denetim sistemi öngörülmektedir.
2000’li yıllardaki gelişmeler nükleer silahlar konusundaki endişeleri artırmaktadır. NATO Stratejik Konsepti; “ABD stratejik nükleer kuvvetleri tarafından ittifakın güvenliğini sağlama garantisini” ve “İngiltere ve Fransa’nın bağımsız nükleer kuvvetlerinin ittifakın toplam caydırıcılığına katkı sağlayacağını” ifade etmektedir. İngiltere 2002 yılında yayınladığı Stratejik Savunma Gözden Geçirme dokümanında nükleer silah kullanmayı kendi savunma gereksinimlerine bağlamaktadır . Fransa, Haziran 2002’de “muhtemel saldırganın politik, ekonomik ve askeri merkezine ulaşmak için daha isabetli, daha az güçlü ve daha uzun menzilli nükleer silahlar geliştirme” konseptini kabul etti .
ABD ise yeni ‘Üçlü doktrini’ ile (nükleer ve nükleer olamayan vurucu kabiliyetler; aktif ve pasif savunma; karşı koyucu alt yapı) nükleer silahlarını elimine etmemekte, ancak caydırıcılık sağlamada nükleer silahlara bağımlılığını azaltmayı amaçlamaktadır . Diğer bir endişe konusu da ABD’nin geliştirmekte ‘füze kalkanı’ projesidir. ABD ülke topraklarını ve ülke dışındaki kuvvetlerini korumak amacıyla 2000’li yılların başından beri bir “füze kalkanı” oluşturmaktadır. 2004-2005’ten itibaren fiilen hayata geçirilen sistem Kuzey Kore, İran ve Çin gibi ülkelerden gelecek füzeleri tespit ve takip eden bir dizi gözetleme uydusu ve füzesavar radarlarından oluşmaktadır.
Nükleer silahların taşıdığı risk kullanıldığı füze ve savunma sistemleri ile de yakından ilgilidir. Modern kılavuz sistemlerinin isabet derecesi ve stratejik balistik taşıyıcıların kısa uçuş süresi nedeni ile yere konuşlu kıtalararası balistik füzelerin (ICBMs) ikinci bir reaksiyon göstermesi çok zordur. Yüksek vuruş kabiliyetli bu füzeler genellikle ilk vuruş için kullanılır ve bu önleyici darbe taktiği stratejik istikrarın hep tehlikede olması demektir. Denizatlılardan atılan Trident-2 gibi sistemler de güçlü çoklu başlıklara (MIRV) sahip olduklarından karadaki ICBM’ler ile aynı tehlikeyi yaratırlar.
2000-2001 yıllarında Rus hükümetinin stratejik nükleer kuvvetlere ayırdığı bütçesini büyük ölçüde kısıtlaması ile mevcut stratejik nükleer füzelerin % 90’ının 10-15 yıl içinde bulundukları yerlerde kullanılamaz hale gelme riski ortaya çıktı. Bu durumda erken ikaz sistemine güvenmek zorunda olan Rusya’nın mevcut radarlarının pek çoğu NATO’ya girmeye çalışan Eski Sovyet Ülkelerinde kalmıştı. Üstelik Rusya’nın bütçeyi azaltması ABD’yi Rusya ile stratejik silah indirimi (ABM, START 2 ve START 3) görüşmelerinden uzaklaştırdı. 2005 Mart ayında Bratislava’da Rusya-ABD Zirvesi yapıldığında Rus tarafı artık iki tarafın elinde ne olduğunu bilmediği gibi nasıl bir plan yapılacağını bile anlamaktan uzaktı. Nitekim Rus nükleer unsurlarının ABD kontrolüne verileceği söylentileri bile çıktı .
7. BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR..
***
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder