GÜÇ VE POLİTİKA KAVRAMSAL BOYUTLAR. BÖLÜM 4
Siyasi İdeolojiler, Politika,liberalizmin yükselişi, Muhafazakar, demokrasi, Küreselleşme, Güç İlişkileri,Sait Yılmaz,
1.3.3. Küresel Güç Dengesi:
Güç dengesi kavramı değişik anlamlarda kullanıldığından tek bir tanımı yapılamamaktadır. Realist yaklaşıma göre, her biri mevcut statükoyu sürdürmek veya yıkmak arzusunda olan devletlerin güç kazanmak istemelerinden dolayı, zorunlu olarak güç dengesi denen bir durum buna uygun politikalar ortaya çıkmaktadır . Genel olarak güç dengesine; bir durum, bir politika ve bir sistem olarak üç şekilde bakılabilir. Güç dengesi ya ağır tarafı hafifleterek ya da hafif tarafa ağırlık kazandırarak uygulanır.
Tarihin çeşitli dönemlerinde ya tek bir hegemon güç olmuş ve o dönem bu gücün etrafındaki gelişmelere göre biçimlenmiştir. Bazen birden fazla birbirine benzer güç merkezi olmuş ve bunlar arasındaki çekişme ve rekabet tarihsel olayların belirlenmesinde etkin olmuştur. Bazen de tek hegemon güç çeşitli olaylara rağmen üstünlüğünü korumuş ve konumunu sürdürebilmiştir. Ya da yeni ortaya çıkan güç merkezleri, hızla gelişmiş eski hegemon gücün üstünlüğüne son vererek kendilerinin merkezinde olduğu yeni bir dünya düzeni kurmuşlardır. Hegemon güç kendisinden daha etkin bir güç istemediği için, diğer hegemon güç adaylarını ortadan kaldırana kadar bölme ve parçalama sürecine itmiştir.
Tablo 10: 19. Yüzyıldan Günümüze Hegemonya ve Güç Dengesi
Uluslararası güç dengesi sıralaması 1900’de sırasıyla, İngiltere, Almanya, Fransa, Rusya ve ABD şeklindeydi. 1945’te liderlik ABD ve Rusya (SSCB)’ya kaydı. Bu yıllarda Japonya, Çin ve İngiltere çok geride kaldı. 2000’de ABD tek başına tepede, Çin, Almanya, Japonya ve Rusya onu izlemektedir . 19’ ncu Yüzyılın başlarında Almanya’nın, 20’ nci Yüzyılın başlarında ABD’nin dünya dengelerini etkileyecek şekilde ortaya çıktığı gibi, 21’ nci Yüzyılda küresel güç olma yolunda ilerleyen ülkelerin dünyanın jeopolitik dengelerini değiştirebileceği ve bunun potansiyel etkilerinin bütün dünyayı etkileyeceği tahmin edilmektedir.
II nci Dünya Savaşı sonunda İngiltere hegemonyayı ABD’ye devretmiştir. Soğuk Savaş’ın 2 + 3 (ABD – Sovyetler Birliği + Çin – Japonya - Almanya) dengesinin yerini son 15 yıldır Rusya’nın bir alt kademeye düşmesi ile 1 + 4 (ABD + Rusya – AB – Japonya – Rusya) dengesi almıştır . Soğuk Savaş sonrası dönem tek süper gücü daha müdahaleci yaparken, büyük güçleri ise bölgesel güvenlik ortamlarındaki konumlarını güçlendirmeye itmiştir. 1990’da Sovyetler Birliği’nin dağılmasıyla birlikte iki kutuplu dünyadaki ideolojik ve stratejik temel tehditler ortadan kalkmıştır.
Soğuk Savaş sonrası oluşan global güç dengesini aşağıdaki şekilde özetleyebiliriz ;
(1) ABD, uluslararası sistemin merkezi, ekonomik, politik ve stratejik süper gücüdür.
(2) Almanya, Avrupa Birliği’nin merkezi ekonomik gücüdür. Ancak nüfusu gerilemeye devam etmektedir.
(3) İngiltere, Atlantik-Avrupa ekseninin denge ve köprü gücüdür.
(4) Fransa, Avrupa’nın BM’deki daimi temsilcisi ve nükleer gücüdür. Etkinliği giderek azalmaktadır.
(5) Rusya, Avrasya Ana Kıtası’nın jeopolitik ve merkez askeri gücüdür.
(6) Çin, Asya-Pasifik ekseninin demografik ve ekonomik, denge gücüdür.
(7) Japonya, uluslararası ekonomi-politiğinin denge gücüdür.
1.3.4. Güç Kategorileri:
Güç kategorisinin belirlenmesinde Buzan’ın yukarıdan aşağıya; süper güç – büyük güç – bölgesel güç sıralaması bugün için geçerli bir yaklaşım sağlamaktadır. Buzan’a göre süper güç; sahip olduğu birinci sınıf askeri-politik kabiliyetler ve bunları destekleyen ekonomisi ile uluslararası güvenliğin aktif oyuncusu, her istediği bölgede tehdit, garantör, müttefik veya müdahaleci konumundadır. Bu yönünün dışında uluslararası toplumu kendi yanına çekecek evrensel değerleri sahiplenmiştir. Büyük (great/major) güç ise bütün sektörlerde süper güç ile yarışacak kabiliyetlere sahip değildir ve küresel ile karşı karşıya gelme riski olduğunda güç kullanımı ve isteklerinde orantılı olmak zorundadır.
Şekil 2 : 21. Yüzyılda Güç Dengesi Piramidi
Bölgesel güçler ise kabiliyetleri ancak belirli bir bölge için etkili olan, küresel gelişmelerin pek çoğuna katılamayan güçlerdir. Bu güçlerin konumları ve ne istedikleri küresel hesaplamaların dışında tutulur. Örneğin Soğuk Savaş döneminin Vietnam, Kore ve Mısır’ı böyle bir konuma sahipti. Bölgesel güç olma konumunda olmamakla birlikte sınırlı da olsa bölgesinde etkili olan ülkeler için ‘alt bölgesel güç’ diyebiliriz. Buzan böyle bir kategoriye yer vermemekte ve bu ülkeleri bölge içi (domestic) ülkeler olarak adlandırmaktadır. Buzan ayrıca bazı ülkeleri birkaç bölgenin güçlerini ayırması nedeni ile tampon (buffer) ya da birkaç bölgeye ait olmakla birlikte tecrit edici (insulator) olarak tanımlamakta ve Türkiye’yi bölgesel güç olmamakla beraber tecrit edici kategorisine koymaktadır .
Güç dengesi piramidinin en üstünde askeri-politik konular ile ilgili askeri gücü temsil eden tek bir kutup ve bu tabakada hegemon olan ABD bulunmaktadır. Ancak orta tabakadaki ekonomik boyutta Amerika hegemonyayı özellikle Avrupa ile paylaşmaktadır. Ulusaşan konuların yer aldığı en alt tabakada ise gücün dağılımında kaotik bir durum söz konusudur. Burada gücünü kullanma kabiliyetini kaybetmiş güçsüz güçler ve devlet dışı aktörlerin yer aldığı kaotik bir güvenlik ortamı söz konusudur. Nye’e göre eğer ilk üç kategorideki tabakalardan birini ihmal ederseniz oyunu kaybedersiniz. Öte yandan El-Kaide ağı (en alttaki) ulusaşan tabakadaki oyunu kazanma kabiliyetini artırmaktadır .
1.3.5. Güç Merkezleri ve Güvenlik Bölgeleri:
21’ nci Yüzyılda güç merkezi veya egemenlik bölgesinde hegemonya olma şartları değişerek gelişmiş; parayı kontrol etmek, gündemi belirlemek, düğüm noktalarında askeri güç bulundurmak, cazibe merkezi olmak gibi stratejik ve politik etmenler gücün olmazsa olmazları içine girmişlerdir. Bu bağlamda güç merkezi olma şartlarını, her alanda diğerlerine göre fazlasıyla sağlayan, hatta diğerlerini kendine mecbur eden, muhtaç eden, bağımlı hale getiren aktör bölgesel hegemonyasını ilan edecek, bu şartları dünya çapında sağlayabilirse küresel bir güç merkezi haline gelecektir.
Bazı kaynaklara göre güç merkezi olabilmek için, bir ülkenin aşağıdaki yedi genel kuralı sağlamış olması gerekmektedir ; (1) Ekonomik Alan: Yeteri kadar zengin olmak. (2) Teknolojik Alan: Enerji ve iletişim alanındaki gelişmelere hakim olmak. (3) Parasal Alan: Uluslararası alanda itibarı olan ve tasarruf edilebilir olarak değerlendirilen bir paraya sahip olmak. (4) Askeri Alan: Nükleer silahlara ve deniz aşırı kullanılabilecek düzeyde 10 kadar Piyade Tümenine sahip olmak. (5) Coğrafi Alan: Hayati bir müttefiki, esas deniz ulaştırma yollarını, içilebilir su rezervlerini ve enerji kaynaklarını ülke sınırları dışında koruyabilecek pozisyona sahip olmak. (6) Kültürel Alan: Ulusal ya da dinsel boyutta, diğerlerinin menfaatleri ile işbirliği yapmaya müsait ve eserleri ile diğerlerini kendisine çeken evrensel bir kültüre sahip olmak. (7) Diplomatik Alan: Emperyalist bir dış politikayı tasarlayan ve uygulamaya koyan, uyumlu ve yeteri kadar kuvvetli bir devlet yapısına sahip olmak.
Güç merkezleri ile ilgili çeşitli kategorik (jeopolitik, ekonomik vb.) veya coğrafi (küresel, kıtasal vb.) sınıflandırmalar yapılmaktadır.
Jeopolitik güç merkezleri; “Kendi coğrafyası içerisinde ve dışında sahip olduğu ve kontrolü altında bulundurduğu güç kaynaklarını, diğer ülkelere oranla geliştirerek bu kaynakları kendi lehine etkileyebilen devletler veya devletler topluluğu” olarak tanımlanmaktadır. Bu kapsamda jeopolitik güç merkezlerini aşağıdaki gibi tasnif edilmektedir ;
(2) Kıtasal (Çin, Rusya Federasyonu),
(3) Bölgesel (Hindistan, Brezilya, İran, Japonya),
(4) Birleşik (NATO, Şangay İşbirliği Örgütü),
(5) Sınırlı (Kanada, Meksika, Türkiye, İsrail, G.Kore).
Ekonomik güç merkezleri arasında ise AB, NAFTA ve APEC’e yer verilmektedir.
Son dönemde oluşan dünya ekonomik güç merkezleri üç kutuplu bir görünüm yansıtmaktadır.
Birinci kutup, bütünleşme sürecine girmiş olan
Avrupa Birliği’dir. 27 ülkeden oluşan bu ekonomik blok, kendi içinde entegrasyon ile birlikte, genişlemeyi amaçlamaktadır .
İkinci kutup, Kuzey Amerika Serbest Ticaret Bölgesi (NAFTA)’dir. ABD, Kanada ve Meksika’dan oluşan NAFTA, bu üç ülke arasında giderek gümrük
duvarlarını indirmeyi ve zamanla diğer Latin Amerika ülkelerini de kapsayacak gerçek bir serbest ticaret sistemi oluşturmayı hedeflemektedir.
Üçüncü kutup ise, henüz ilk tohumları ekilen APEC, yani Asya Pasifik Ekonomik İşbirliği’dir. ABD ve Japonya dahil 17 ülkeyi bir araya getiren bu forum,
ileride Pasifik Havzası’nın bir nevi Serbest Ticaret Bölgesi’ni veya ekonomik topluluğunu oluşturma gayesi gütmektedir.
Güvenlik bölgeleri de kendi güç merkezlerine ve güç dengelerine yani kutupluluk çeşidine sahip olabilirler. Güney Afrika; tek kutuplu, Güney Asya;
iki kutuplu, Orta Doğu, Güney Amerika ve Güney Doğu Asya ise çok kutupludur. Güvenlik bölgeleri standart (birden çok bölgesel gücün bulunduğu)
veya tek merkezli bölgeler olarak ikiye ayrılmaktadır. Buzan’ın güç dengelerine göre güvenlik bölgesi yapısı analizi Tablo 11’de verilmiştir.
Bazen yapısız güvenlik bölgeleri de meydana gelebilir. Bunun nedeni bölgedeki güçlerin yetersiz kabiliyetleri ve diğer bölge dışı güçlerin isteksizliği olabileceği gibi güçlü bir uluslararası düzenlemenin bölgedeki güçlerin işlevlerini engellemesi de olabilir. Tablo 12’de güvenlik bölgelerinde yer alan güç aktörleri ve muhtemel trendlere yer verilmektedir.
ABD, dünyanın tüm bölgelerine her türlü müdahalede bulunabilecek tek süper devlettir. Dünyanın tek kutuplu hale gelmesinin iki temel sonucu; ABD’nin hegemonik gücünün kontrol edilemez ve sınırlandırılamaz hale gelmesi ve diğer ulusların, ulusal çıkarlarına yönelik dış politika uygulama olanağına kavuşmalarıdır . Ne var ki, diğer ülkelerin ulusal dış politikalara yönelmelerinin ABD’nin kontrolü dışında olamayacağı kısa sürede anlaşılmıştır. Güç dengesindeki bu tarihsel dönüşümle ABD, dünyayı yeniden şekillendireceği, tarihin en büyük fırsatını yakaladığını görmüş ve vakit kaybetmeksizin kurallarını kendi koyduğu bir yeni dünya düzenini şekillendirmeye başlamıştır.
Mevcut aktörlerden ABD; sert, yumuşak ve askeri güç açısından en üst seviyededir. Ancak yapısı çatırdamaktadır. ABD gibi hegemon bir gücün uluslararası ilişkilerdeki etkisinin artması ve politikalarını uygulamasının daha az maliyetli olması, yumuşak gücünü sert gücü kadar etkili kullanabilme yeteneğine bağlıdır. Irak savaşı ve ardından yaşanan gelişmeler ABD'nin diğer ülkelerle kıyaslandığında çok ileri olan yumuşak gücünü özellikle Orta Doğu'da kullanamadığını ve üstelik kontrolsüz bir şekilde kullanılan sert gücünün, yumuşak gücüne zarar verdiğini göstermektedir. Oysa yumuşak gücün kaynakları olan kültür ve politik değerler açısından ABD büyük bir çekim gücüne sahiptir. ABD kendisini zorlayan takipçilerine rağmen yapısındaki gerekli onarım ve geliştirmeleri yaparak yerini korumaya devam etmektedir.
Yükselen güçlerin ABD’nin rakibi olması henüz kesin değildir. Avrupa, Japonya ve belki de Rusya’nın, yaşlanan nüfuslarının etkilerine rağmen, güçlerinde herhangi bir değişim olmayacağı tahmin edilmektedir. ABD’nin en yakın rakibi AB’dir, ancak AB’nin de bu yüzyılın ilk çeyreğinde, mevcut problemlerini, askeri ve siyasi alanlardaki eksikliklerini gidererek ABD’nin karşısına bir süper güç olarak çıkması pek mümkün gözükmemektedir. Avrupa’nın ABD’nin rakibi olabilecek bir siyasi güç için gerekli bütünlüğe ulaşması çok zaman alacaktır. Eski ana Avrupa güçleri olan İngiltere, Almanya ve Fransa; ABD ile aradaki güç boşluğunu kapatamayacak kadar zayıftırlar.
21’ nci Yüzyılda tek başına sıçrama yapma şansı olan ülkeler arasında dört ülkenin ismi öne çıkmaktadır. Bunlar dünya imalat sanayinin en büyük gücü olma yolunda ilerleyen Çin, yazılım alanında başlattığı atılımı ekonomik büyümesiyle hızlandıran Hindistan ile atılım yapmaları halinde bu ülkelere katılma potansiyeli olan Rusya ve Brezilya’dır. Brezilya ve Rusya; Çin ve Hindistan gibi benzer politik etkiler yaratacak olmamalarına rağmen, ekonomik gelişimlerini sağlayacaklardır . Brezilya, Güney Afrika, Endonezya ve hatta Rusya’nın Çin ve Hindistan’ın yükselen rolünü destekleyecekleri öngörülmektedir.
20’ nci Yüzyıla Amerikan yüzyılı denildiği gibi, 21’ nci Yüzyıla -başta Çin ve Hindistan olmak üzere, yeni gelişen bazı ülkelerin güç merkezi olarak ortaya çıkış zamanı denilebilir. Politik ve ekonomik gücü hızla artması beklenen Çin ve Hindistan’ın hızlı ekonomik gelişimi, büyüyen askeri kapasitesi, yüksek teknolojiyi etkin kullanmaları ve artan nüfusları bu değişimin temel faktörleri olacaktır. Ekonomisi giderek gelişen Asya kaplanı Çin’in de diğer aktörlere rağmen yumuşak ve sert gücünü geliştirerek bir süper güce dönüşme ihtimali en azından bu yüzyılın ilk çeyreğinde gerçekleşmeyecektir.
Küresel güç merkezi olma arzusundaki Çin’in, askeri gücünün etkisine paralel olarak ekonomik büyümesi de bölgedeki diğer ülkeleri etkileyecektir. Doğu Asya ülkeleri, yakın ekonomik ve politik bağ kurarak güçlenmiş Çin’in gelişimine adapte olurken, ABD, Çin’in yükselişini engelleyecek arayışlar içerisinde olacaktır . Çin’in rekabet edecek bir güce ulaşması için en az iki nesil zamana ihtiyaç vardır. Çin, yüksek oranlı ekonomik büyümesini ve iç siyasi istikrarını korusa bile alt yapı sorunları ve sınırlı cazibesinden dolayı ancak bu dönemde büyük bir güç olarak kalabilir.
Rusya’nın enerji kaynaklarının ekonomik büyümesinde etkin rol oynayacağı öngörülürken, Rusya’nın küresel bir oyuncu olmasının önündeki engeller şu şekilde öngörülmektedir; (1) Düşük doğum oranı, yetersiz sağlık hizmetleri ve AIDS hastalığının yayılma riski sebebiyle Rusya’nın nüfusunda muhtemelen büyük oranda azalma yaşanacaktır. (2) Rusya’nın güçsüz güney komşularında ortaya çıkan radikal İslami terör ve etnik sebebe dayalı çatışmaların, gelecek on beş yılda daha da artacağı tahmin edilmektedir. (3) Kafkaslardaki özerk devletlerin bağımsızlık istekleri ve yıkılma riski, bölgedeki gerilimi ve çatışmaları kalıcı kılacaktır.
Rusya’nın ana hedefi doğudaki sınırlarını Çin’e kaptırmamak için sosyo-ekonomik olarak kendine gelmektir. Hali hazırdaki nüfus, ekonomi ve askeri alanlardaki problemlerine çözüm bulamayan RF’nin bu yüzyılda büyük güç konumundan yukarıya çıkması zor görülmektedir. Bütün bu sosyal ve politik faktörler dahilinde 2020’nin kompleks dünyasında, Rusya eğer hem ABD ve Avrupa hem de Çin ve Hindistan ile ortaklık kurabilirse önemli bir güç olabilecektir. Bununla beraber Asya’da ABD’yi bekleyen en büyük tehlikenin Çin-Rusya ittifakı olacağı açıkça görülmektedir.
Siyasal ve askeri bir cüce olan Japonya’nın da ABD hegemonyasına rağmen gelişerek süper bir güç olma ihtimali yoktur. Japonya, dalgalanan ekonomisini yeniden yapılandırmada yaşlanan nüfus krizi ile karşılaşacaktır. Ancak Japonya bölgede statüsünü ve rolünü artıracak bir güce de sahip olacaktır. Japonya’nın ilgi alanı Güney Doğu Asya’dan; Çin, Japonya ve Kore üçgeninden oluşan Kuzey Asya’ya doğru yer değiştirecektir . Bu bölgede ABD için en büyük tehlikelerden birisi Japonya’nın önümüzdeki dönemde Batı ittifakı yerine Çin ile gücünü ve konumunu güçlendirme seçeneğini kabul etmesidir.
Hindistan’ın yükselişi ise bulunduğu coğrafyada stratejik komplikasyonlar oluşturacaktır. Hindistan bölgesinde ekonomik cazibe merkezi olacak ve onun gelişimi sadece Asya’da değil aynı zamanda Merkezi Asya, İran ve diğer Orta Doğu ülkelerinde de etkiler yaratacaktır. Uzun vadeli olarak ulusal bütünlüğü ile ilgili sorunlarla karşı karşıya olan Hindistan’ın bir süper devlet olması zor görünmektedir . Diğer bölgesel güç merkezi durumundaki aktörler de boy olarak ne uzayacak ne de kısalacaklardır. Ancak bu çeyrekte mevcut statükoları değişmeyecektir .
Türkiye’nin ekonomik boyutları, eğitim düzeyi ve teknoloji birikimi ile küresel olarak yükselen ülkeler arasında yer alması zor gözükmektedir. Türkiye’nin ulusal gücünü artırması küreselleşmeden ağır darbe almadan gelişebilmesi ve küresel ekonomide ağırlığı olan bir grup içerisinde yer almasına bağlı olacaktır . Türkiye’nin gerçekten bir güç merkezi olabilmesi ise ulus-devlet yapısı, egemenliği ve bağımsızlığı ile birlikte ülke bütünlüğünü koruyarak; ulusal gücünü artırmasına ve kendi ulusal çıkarları doğrultusunda bağımsız güç politikaları uygulayabilme yeteneğini elinde bulundurmasına bağlıdır.
1.3.7. Amerika Birleşik Devletlerinin Gücü:
A. Tarihsel Süreç:
II nci Dünya Savaşı’nı izleyen dönemde uluslararası sistemde uzun dönemli güç ilişkilerini inceleyen bazı modelleme çalışmaları yapılmıştır. Bunlar arasında ‘güç geçişi (power transition)’, ‘hegemonik istikrar (hegemonic stability)’ ve ‘uzun döngü (long cycle)’ gibi çalışmalar büyük güçlerin zamanla yükselip düşüşe geçtikleri ve aktörlerin güç konumlarının sürekli değiştiğine ilişkin fikirler ortaya koymuşlardır. Örneğin Doran, herhangi bir gerileyişin ancak aktörün kaydettiği ortalama büyüme oranının sistemin kaydettiği ortalama büyüme oranını geçmesi halinde aksi yöne döndürülebileceğini ortaya koymuştur . 1990’lı yıllar bu düşüncenin en önemli argumanı olmuş çünkü ABD tekrar yükselişe geçmiştir.
Ortaya konan teoriler bir aktörün güç döngüsündeki konumunu üç temel faktörün belirlediğini göstermektedir. Bunlardan birincisi aktörün gücü ve rolü arasındaki farktır. Güç ve rol arasında önemli bir fark varken kritik bir noktadan geçilmesi riski çok yükseltir . İkinci faktör birçok aktörün aynı zaman diliminde farklı da olsa kritik noktalardan geçmesidir. Bu da büyük bir savaşın çıkması ihtimalini yükseltmektedir. Üçüncü önemli faktör ise içinde bulunulan güvenlik ortamında karar alıcıların esnek olmayan tutumlarıdır ki bu da çatışma riskini artırmaktadır. Ancak risklerden uzaklaşmak fırsatların da kaçması anlamına gelir .
19’ ncu Yüzyılda güçler dengesine katılan ABD’nin uluslararası sistemdeki payı 1930’larda en üst düzeyine ulaşmış, sonrasında başlayan düşüş süreci Soğuk Savaş sonuna kadar devam etmiştir. Ancak düşüş sürecinde güç eğrisi üç dönemde yeniden toparlanma dönemine girmiştir; İkinci Dünya Savaşı ile birlikte 1960’lara kadar olan dönem, Reagan dönemi ve Clinton dönemi. ABD gücünün gerilemesi için tam başlangıç tarihi 1938’dir. II nci Dünya Savaşı dönemindeki rakiplerinin zayıflığı bu gerilemeyi gizlemiş ancak 1970’lerde en belirgin konumuna gelmiştir. İkinci Dünya Savaşı’nın savunma sanayini körüklemesi ve edinilen hegemon rol ile artan ABD güç kapasitesi özellikle Avrupa ve Japonya’nın ekonomik toparlanması ve sisteme 1950 yılında giren Çin’in baş döndürücü yükselişi ile düşüşünü hızlandırmıştır .
Nixon ve Carter dönemleri ABD’nin en çok sendelediği dönemler olmuş, Reagan ile birlikte gerek güvenlik gerekse ekonomi alanında uygulanan stratejiler ile yeniden toparlanan ABD; Sovyetler Birliği’nin çöküşü ile tarihi bir fırsat daha yakalamıştır. Bu fırsat dünyanın şekillendirilmesi için değil Amerikan kapasitesinin iyileştirilmesi içindi. Ancak bu iyileştirme oranı Çin kadar başarılı olamadı. ABD’nin Soğuk Savaş sonrası sistemdeki payı %30’dan % 33’e çıkarken Çin aynı dönemde % 18’den %25 civarına yükselmiştir .
B. ABD Gücünün Kaynakları:
ABD, küresel gücün belirleyici dört alanında en üstün durumdadır. Askeri olarak eşi olmayan bir küresel erişime sahiptir. Ekonomik olarak, her ne kadar Japonya ve Almanya bazı bakımlardan rakip olsalar da küresel büyümenin lokomotifi olmaya devam etmektedir. Teknolojik olarak yeniliğin tüm ileri uçlarında önderliği elinde tutmaktadır ve kültürel olarak, bazı aşırılıklara karşın, özellikle dünya gençleri arasında rakipsiz bir cazibeye sahiptir. Tüm bunlar Amerika’ya başka hiçbir devletin yakınlarına bile yaklaşamadığı siyasi bir nüfuz sağlamaktadır. Amerika’yı tek kapsamlı küresel süper güç yapan bu dördünün birleşimidir .
Bir Amerikalı yazara göre: "Bugünün uluslararası sistemi güç dengesine göre değil, Amerikan hegemonyasına göre oluşturulmuştur.” ABD, İkinci Dünya Savaşı’ndan, o zaman kadarki en öncü güç olarak çıktı. Teknolojik ve üretimde üstünlüğü ele geçirdi. Dünya altın arzının desteğini arkasına alan dolar en değerli para ve bu paranın askeri aygıtı diğerlerine en güçlü ordu haline geldi. Uluslararası ilişkilerde ABD, kendisini özgürlüklerin ve özel mülkiyet haklarının baş savunucusu olarak sundu. “Özgür Dünya” içinde ABD, ticaret, ekonomik kalkınma ve hızlı sermaye birikimi için açık bir uluslararası düzen oluşturmaya çalıştı. ABD onyıllardır olduğu gibi bugün de dünyanın, kendisini sonsuz sermaye birikimine adamış kesimine liderlik etmektedir.
Amerika’nın dünyadaki rolü zamanımızın iki yeni ana gerçekliğinden kaynaklanmaktadır; daha önce benzeri görülmemiş amerikan askeri gücü ve küresel karşılıklı iletişim . Bunlardan ilki Amerikan hegemonyasının uluslararası ilişkiler tarihinde tek kutuplu dönemini, ikincisi ise küreselleşmenin ulus-devletleri aşındırdığı süreç ile tanımlanmaktadır. ABD, sahip olduğu idealler, uyguladığı diplomasi ve askeri gücü ile dünya olaylarına şekil verecek güç ve kudrete sahip bulunmaktadır . Demokrasiyi yayma, güçlü bir ekonomi ve silahlı kuvvetlere sahip olma ve serbest pazar ekonomisini yaygınlaştırma politikasını etkinlikle uygulamaktadır. Uluslararası sorunlardaki rolü işbirliği rolünden ''dünya polisi'' rolüne doğru kaymaktadır.
Soğuk Savaş döneminde kurulan siyasi ve askeri bölgesel ittifaklar ile ABD’nin resmi güç projeksiyonu ABD’nin askeri gücünün temel çerçevesini oluşturmaktadır. Atlantik-Batı Avrupa-Türkiye arasında kalan bölgede; NATO, Güney ve Doğu Asya başta olmak üzere çeşitli ikili ve çoklu anlaşmalara dayanan savunma ittifakları (Japonya, Filipinler vb.) ABD askeri gücünün denizaşırı varlığına meşruiyet sağlamaktadır. ABD, terörizm ve kitle imha silahlarına karşı kampanyada kendisine destek veren ve yardım edenlere koruma sağlamaktadır. Kitle imha silahlarının peşinde olanlar ve teröristlere yardım edenler ise, düşman tarafındadır. Onlara verilen tek şans ise, kitle imha silahı üretme hırsı olmayan ya da ABD ile dost olan bir hükümete sahip olmak için “rejim değişikliğine” gitmeleridir.
Amerikan ekonomisi dünyanın en büyük ekonomisidir. Dünya üretiminde %27'lik bir paya sahiptir ki bu oran Amerika'yı izleyen üç ülkenin (Japonya, Almanya, Fransa) toplam üretimine eşittir. Dünya nüfusunun yirmide birinden az bir nüfusa sahip olmasına rağmen dünyadaki ekonomik faaliyetlerin dörtten birinden fazlasını yapmaktadır. Dünyadaki merkez bankalarının üçte ikisi dolar ile rezerv yapmakta ve 60 yıldır ABD uluslararası finans pazarlarına hakimdir. Dünyadaki 500 büyük şirketin 219'u Amerikandır. Piyasa değeri açısından dünyanın en büyük yüz şirketinin elli dokuzuna sahiptir. Doğrudan dış yatırımda ABD ikinci sıradaki İngiltere'nin iki kat önündedir. 100 büyük markadan 62'si Amerikandır.
Diğer ülkeleri etkilemede ABD’nin göreceli avantajları bulunmaktadır ; karşı konulmaz askeri kabiliyetleri, ekonomisi, bilim ve teknolojik yenilikler konusunda lider rolü bunların başında sayılabilir. ABD, uluslararası siyasi düzende BM Örgütü ve G-8’ler vasıtasıyla, uluslararası ekonomik politik düzende ise finans kuruluşları IMF, Dünya Bankası ve Dünya Ticaret Örgütü (DTÖ) vasıtasıyla hegemonyasını sürdürmektedir. ABD, ekonomik ve politik bölgesel ittifaklar; NAFTA, APEC, ve AB-Transatlantik ittifakı’nda da son derece güçlü bir konumdadır. DTÖ’nün yardım toplantılarındaki gündem, dünya ticaretinin yaklaşık üçte ikisini oluşturan ABD, Kanada, Japonya ve AB’nin oluşturduğu “dörtlü” tarafından belirlenmektedir. Dünya Bankası’na başkanlık eden kişi antlaşma gereği Amerikalıdır. ABD oy kullanma gücünün en yüksek oranına sahiptir. IMF’de önemli kararların çıkması için %85 oy gerekmekte ve ABD %17 oy gücü ile etkili ve tek veto gücüne sahip ülkedir. Bu yüzden IMF ve Dünya Bankası’na ‘ABD Hazine Bakanlığı’ yakıştırması yapılmaktadır .
ABD kültür ve değerleri Hollywood sayesinde tüm dünyayı etkilemektedir. Amerikan popüler kültürü İkinci Dünya savaşından sonra tüm Avrupa'ya yayılmış ve Avrupa'nın demokratikleşmesini hızlandırmıştır. İngilizce dünya dili ve Amerikan kültürü bir mıknatıs gibi herkesi çekmektedir. Amerika eğitimde ve idari becerilerde olduğu kadar film, popüler müzik, internet, markaların bilinirliği, mutfak, dil ya da kısaca bilim adamlarının Amerikan hegemonyasının “acıtmayan gücü” dedikleri alanların tamamında dünyanın her yerinde egemen durumdadır. Amerika’nın geniş çaplı kültürel egemenliğinin ne benzeri ne tarihsel anlamda öncülü ne de ufukta bir rakibi vardır .
Bugünün jeopolitiğinin ana gerçeği, Amerikan askeri gücüdür. ABD, dünyanın askeri gücünün % 38’ine ve askeri kapasitesinin büyük bölümüne sahiptir. 2002 yılı verilerine göre 347.9 milyar dolarlık savunma bütçesiyle ABD rakipsizdir. Dünyada Amerika’ya savaş açıp kazanabilecek bir konvansiyonel güç bulunmamaktadır. Dünyanın tüm güçleri bir araya gelse bile ABD’yi yenmeleri garanti değildir. Amerika; askeri güç açısından, hem nükleer silahlara hem de dünyanın her yerine ulaşabilen Konvansiyonel kuvvetlere sahip dünyanın tek ülkesidir. Amerikan askeri gücü dünyaya yayılmış üsleri ile küresel olarak yayılmıştır. Bölge komutanları bulundukları coğrafyaların valisi gibidir.
Dünyada ABD’ye karşı savaş kazanabilecek hiçbir konvansiyonel güç olmadığından, onu ilgilendiren tehditlerin her ikisi de konvansiyonel silah sahası menzilinin üstünde ve altında kalmaktadır; bir yanda kitle imha silahları, diğer yanda terörizm. ABD’nin caydırıcılık politikası her iki tehdidi de önlemeye yöneliktir. Kitle imha silahları olan ülkeler, özellikle nükleer silahları var ise ve bu silahları New York’a ulaştırabiliyorlarsa potansiyel tehlike yaratmaktadır. İkinci tehdit, bu silahların daha geniş bir alan yayılması ve terörist grupların eline geçmesi olasılığıdır. 11 Eylül saldırıları iyice belirginleşen uluslararası terörizmle mücadele de yaşanan başarısızlıklar; Irak, Afganistan ve Filistin’de sonu gelmeyen intihar saldırıları ve terörist faaliyetlerdeki artış; caydırıcılığın, hiçbir sabit adresi olmayan ve inandıkları amaç uğruna ölmeye hazır olan insanların üzerine etkili olmasının zor olduğunu gösterdi.
C. Amerikan Gücünün Düşüşü:
Bazı düşünürlere göre, ABD İmparatorluğu doğanın normal akışında oluşan bir gerekliliktir. Ancak ABD’nin üstlendiği görevlerin şüphesiz ki bir sonu vardır ve bu uzun vadeli değil orta vadeli bir gelecekte gerçekleşecektir. Tarihçi E.H. Carr’ın bir zamanlar belirttiği gibi geçmişte dünya toplumu yaratma çabalarının hepsi mevcut olan tek gücün çöküşüyle gerçekleşmiştir. Bu düşüşler, dünya genelinde her türlü bağlantının düzen ve istikrar ortamında yapılabilmelerini sağlamıştır.
1990’ların sonu ve 2000’lerin başında ABD, yumuşak gücünün zirvesinde idi. Amerikanın bilgi teknolojisindeki üstünlüğü ekonomisine güç vermiş, internet ve bilgi teknolojisi devriminin keskin uçlarındaki liderlik iş dünyasına yerleşmişti. Amerikan müzik, sinema ve televizyonları dünyanın her yerindeki yerel piyasalara hakimdi. İş, turizm veya çalışmak için ABD’ye yapılan yasal ve yasal olmayan göç zirvedeydi. Doğu Avrupa, Doğu Asya ve Afrika’daki demokratik değişimler Amerikan demokratik kültürü ve kurumlarına olan küresel ilginin bir tezahürü idi. Amerikan sembolleri ve ABD liderlerinin karşılanış biçimi tüm dünyada ABD’nin temsil ettiklerinin ve etkisini kabullenişin görülmemiş örnekleri idi.
Ancak bu dönemde bir yandan yumuşak gücün azalışının tohumları ekilmekteydi. II nci Dünya Savaşı’ndan beri hükümet destekli kamu diplomasi programları yurt dışında kamuoylarının ABD dış politikası yönünde etkilenmesi için önemli bir vasıta olmuştu. Radyo Free Europe Sovyet Bloku’nda yaşayanlara yönelik olarak Batılı haberlerin verildiği ve değerlerinin teşvik edildiği bir araçtı. Dışişleri Bakanlığı uluslararası değişim programları Margaret Thacther’dan Hamid Karzai’ye kadar geleceğin liderlerini yetiştirmekte kullanılmıştı.
Amerikan Tanıtma Ajansı (USIA) tarafından çalıştırılan Kütüphaneler ve Amerikan Merkezleri ile ABD Elçilikleri hükümet desteği ile yabancılara Amerikadan pop, caz ve diğer sanat faaliyetleri için programlar düzenlemekteydi. Ancak gücünden çok emin olan Clinton yönetimi USIA’nın bütçesini kısmanın yanında bu organı bakanlığın Eğitim ve Kültür Dairesi’ne katınca değişim programları yıllık 1995’de 45.000’den 2001 yılında 29.000’a düştü. Kamu diplomasisi personeli dörtte bire düşerken kütüphanelerin çoğu kapandı .
Yumuşak gücünün azalmasının diğer faktörleri ise Amerikanın çirkin yüzünün ortaya çıkışı ile ilgili idi. Sovyetlerin çöküşünden sonra tek süper güç olarak kalan ABD 1990’larla birlikte dışarıdan göçlere karşı çok sıcak bakmamaya başladı. Küresel ısınmayı önleme konusunda Kyoto Protokolünü onaylamaması, Uluslararası Ceza Mahkemesi kararlarını tanımaması gibi gelişmeler imajını olumsuz etkilemeye başladı. Küreselleşmenin vahşi kapitalizm nedeni ile Amerikan sosyal modelinden kaynaklandığı düşüncesi de ABD imajını olumsuz etkilemeye devam etti. Bunu Dünya Ticaret Örgütü, IMF ve Dünya Bankası ile ilgili küreselleşme ve ABD karşıtı protestolar izledi. Amerikan kültürünün yayılması, iş dünyası ve politik liderlerde Amerikan film ve medyasının kendi yerel sanayilerine hakim olacağı korkusu ile birlikte istenmezliğe katkıda bulundu. Ancak hepsinden öte Irak Savaşı ABD’nin dünyadaki rolü ve meşruluğunun küresel kabul oranını keskin bir şekilde düşürdü.
ABD yönetiminin uluslararası forumlardaki girişimleri ABD’nin dünyayı düşünmekten çok kendi çıkarları peşinde olduğu imajına katkıda bulundu. Ekim 2003’de yapılan Asya Pasifik Ekonomik İşbirliği Konseyi’ne katılan Bush’un getirdiği ticari kısıtlamalar yerine kendi güvenlik sorunlarına odaklanmasının yarattığı memnuniyetsizlik buna örnek olarak verilebilir. Colin Powell, Dışişleri Bakanı olduğu dönemde öncekilere göre çok daha az yurt dışı ziyaret yaptı, Avrupa ve Asya’daki çokuluslu forumların çoğuna katılmadı. Bu trende devam eden Rice’da 2005 yılı yazındaki ASEAN toplantısına katılmadı.
Son on yılda ABD 95 ülke veya bölgeye tek taraflı ekonomik yaptırım uyguladı . Bunların en sonuncuları olarak Filistin bölgesinde bankacılık faaliyetlerinin durdurulması, İran’a uygulanan ciddi sınırlamalar ve Sudan ile ticarette dolar kullanımının önlenmesi sayılabilir. Ancak bugün bu zorlayıcı dış politika uygulamaları ABD’nin politik saygınlığını, ekonomik dayanıklılığını ve rekabet gücünü olumsuz etkileyecek hale geldi. Artık uluslararası kuruluşlar dolardan, New York ile bankacılık işlemi yapmaktan ya da ABD’ye dayalı finansal kuruluşlarla işbirliği yapmaktan kaçmanın yollarını aramaktalar. Finansal gücünün istismarı ABD’yi kaybedenler yoluna soktu. Amerikalı yatırımcılar bile dolar dışındaki dövizleri ve borç araçlarını kullanmaya eğilimliler. İhracat kontrolörleri de yabancı alıcıları tetkik etmesi ABD’de yabancı korkusunun nasıl bir ulusal paranoya halini geldiğinin göstergesi oldu. Usame Bin Ladin ülke içinde istihdam yaratan ülke dışında ise Amerikan mallarını almayın diyen en büyük faktör konumuna geldi.
Abu Garip ve Guantanamo hapishaneleri ile ilgili haberler ABD’nin küresel sahnede insani ve adaletli bir aktör olduğunu imajını yok etti. Bu imajın oluşumunda Arap ve Asya uydu TV.leri de etkili oldu. Beyaz Saray’da hatalara kamu diplomasisi alanında Amerikanın Sesi Radyosu’nu (VOA) artan şekilde siyasileştirerek yaptı. VOA’nın Irak savaşı ile ilgili şüpheli hikayeleri Amerika’da özgürlük ve hukukun üstünlüğü ile ilgili algılamaları olumsuz etkiledi. Bush yönetimi dış işleri çalışanlarının gazetecilerle temaslarına sıkı tahditler koydu. Arap ülkelerini etkilemek için kurulan VGA ise Amerikan değerleri ve politikalarını geliştirmek için iletişim kurmakta başarısız oldu. Bush’un Kamu Diplomasisi’nin başına getirdiği Karen Hughes Orta Doğu’ya yaptığı ziyaretler ve yoğun medya kullanımına rağmen yerel yönetimlerden sınırlı karşılık alabildi.
11 Eylül saldırıları sonrası ABD’nin göçmenlere Kongre’de getirdiği sıkı kontroller Amerikanın iş, öğrenim ve turizm için ne kadar iyi bir fırsatlar ülkesi olduğu sorusunu tetikledi. ABD üniversitelerine uluslararası öğrenci başvuruları 2003-2004 yıllarında %28, 2004-2005 yıllarında ise %5 düştü. 2000-2003 yılarındaki turist gelişi de 10 milyon civarında azaldı. 2000 yılından beri yasal göçlerin de azaldığı dikkat çekmektedir . ABD’nin cazibesinin azalması başka yönlerden de daha belirgin ve yaygın hale gelmektedir. Amerika’ya gelmek için çoğu bilim adalarına ait vize başvuruları ile ilgili güvenlik tedbirleri 20 kat arttırıldı. Artık dünyanın hemen hiçbir yeri Amerikalılar için de güvenli değil ve Amerikalıları da her yerde can sıkıcı güvenlik tedbirleri beklemektedir.
ABD, uygulamaya çalıştığı dış politikanın yanında iç problemlerle de karşı karşıya bulunmaktadır. Clinton yönetimi ile kıyaslandığında Bush yönetiminin ekonomik güç kapasitesi de oldukça sönüktür. Artan bütçe açıkları ve sallanan ekonomik dengeler bir yandan savunma harcamaların da gittikçe alarm vermektedir. Hazine Bakanı’nın kabinedeki ağırlığı Savunma ve Dışişleri Bakanları yanında oldukça azdır. Birçok etnik grubun yanı sıra lobicilik en önemli sorunları arasındadır . Lobicilik ve savunma harcamalarının giderek sosyal programları daha fazla göz ardı etmesi ABD içinde etnik ve sosyal kapsamlı sorunların iç çatışmalara yol açma riskini artırmaktadır. 2000-2004 yılları arasında ABD savunma harcamalarının ve ülke içi gelişim programlarının GDP içindeki yüzdesi Tablo 13’de olduğu gibi gerçekleşmiştir.
Sert güç kapsamında ABD savunmasının dönüşümü kritik bir safhaya girmektedir. Savunma Bakanlığı 1950’li yıllardan beri dünya genelindeki üs ve kuvvet kullanımları ile ilgili en zor değişikliklerin yapılmakta olduğu bir dönemde bulunmaktadır. Bununla beraber en zor konu savunma harcamalarının artan soysal bütçe ihtiyaçları karşısında nasıl yerine getirebileceğidir. Örneğin yaşlanan nüfusa karşın sosyal güvenlik sistemi için gerekli olan emeklilik ve sağlık reformları bütçe beklemektedir.
Savunma Bakanlığı’nın öngörüleri ise 2005-2009 arasında ortalama 500 milyar dolar olacak yıllık savunma harcamalarının 2010-2022 yılları için yıllık 550 milyar dolardan daha fazla olacağını söylemektedir . Buna karşılık ABD bütçe açığı 2002-2004 yıllarında toplam 950 milyar dolara ulaşmışken açığın 2005-2009 yılları sonunda yaklaşık 1.4 trilyon dolara ulaşacağı hesaplanmaktadır. Savunmaya bütçesinin % 16’sını harcayan ABD dış ilişkilere %1'ini harcamaktadır.
Amerika’nın hegemonyasını sadece sert güç ile devam ettiremeyeceği Irak Savaşı ile daha açık olarak ortaya çıkmıştır. Irak harekatının ABD hegemonyasını ne kadar etkilediği ABD yumuşak gücü kapsamında analiz edilmelidir. ABD yumuşak gücünün üç unsuru bulunmaktadır ; (1) Amerikan değerlerinin ve kültürünün cazibesi, (2) AB hegemonyası algılamasının yaygın olması, (3) Amerikan güç uygulamalarının meşruiyeti. Irak’ta zor kullanma politikası yeni düşmanlar yaratmakta ve Amerika hegemonik bir bataklığa saplanmaktadır. ABD’nin teröre odaklı Irak savaşında özellikle işkenceye varan uygulamalarında uluslararası normları ve kurumları göz ardı etmesi yabancılaşmasına yardım etmektedir.
D. ABD’nin Yumuşak Gücünün Rakipleri:
1990’ların aksine Amerikan Rüyası vizyonunun yerini bugün yabancılar için Avrupa Birliği almaktadır. Genişleyen AB, Amerika’dan daha fazla nüfusa ve eşit iç üretim hasılasına sahiptir. Bankacılık, mobil telefon, uzay ve diğer keskin uçlu endüstri alanlarında, Nokia gibi Avrupa şirketleri ile ABD şirketlerine meydan okumaktadır. Avrupa’nın genişlemesi AB’yi Doğu Avrupa, Balkan ve Eski Sovyet Ülkeleri için daha nüfuz edilebilir ve cazip hale getirdi.
Brüksel’in yumuşak gücü Türkiye’yi radikal siyasi değişiklikler için ikna etmekte, Balkanları kanlı geçmişinden sıyırmakta, Eski Sovyet Ülkelerini ekonomik ve sosyal reformlar için razı etmektedir. AB bir yandan kamu diplomasisi ve ekonomik yardımlar için kaynak ayırarak dünyanın en büyük kalkınma yardımı sağlayıcısı olmaktadır. Artık yeni demokrasiler bu nedenle Amerikanın değil Avrupa’nın parlamentolarını, kurumlarını ve yasama sistemlerini örnek almaktadır. Yakın zamandaki göç kısıtlamaları, pahalı sosyal refah bütçeleri ve AB Anayasası’nın reddi bile AB’nin cazibesini azaltmadı.
Orta Doğu’da Amerikan yumuşak gücünün azalması İslamcı alternatiflerin cazibesini artırmaktadır. Asya’da ise Çin, Amerikan yumuşak gücünün potansiyel rakibi olarak ekonomisini geliştirmekte, kendi değerlerini, kurumlarını ve kültürünü pazarlamaktadır. Çinli yetkililer ve diplomatlar Asyalı komşularına Çin’in çok kutuplu bir dünyada güçlü bir merkez olacağını söylerken diğer ülkelerin işine saldırgan bir biçimde karışmayacakları mesajını da vermektedir. Bunun için Çin Uluslararası Radyosu, Güney Asya’ya 24 saat yayın yaparken, Pekin Asya’nın pek çok ülkelerine yardım bütçesi uygulamakta, artan bir şekilde öğrenci ve akademik çalışma gruplarını ülkeye çekmektedir.
Kamu diplomasisi, kalkınma yardımı, ASEAN gibi uluslararası kuruluşlar ile artan ilişkiler Çin’in çok kutupluluk temasını ve bölge hakimiyeti niyetini desteklemektedir. Çin, Asya ülkesi olmayan ABD’nin Asya’nın çıkarlarını ve gündemini göz ardı eden tek taraflı politikalarına karşı en iyi politikayı uygulamaktadır. Nitekim Çin’in istenirliği artma eğilimi göstermekte ve şirketleri kendi isimleri ile diğer ülkelere girmektedir. Anketlere göre Avustralyalıların %70’i, Taylandlıların % 76’sı Çinlilere pozitif baktıklarını ifade ettiler. 2005 yılında BBC’nin 22 ülkede yaptığı anketler Çin’in ABD’den daha olumlu bir imaja sahip olduğunu gösterdi.
Çin ve AB’nin cazibesi artarken ABD’ye terörist gruplar ile mücadele kalmaktadır. 2004 yılında yapılan bir anket Fransız ve Alman tüketicilerin %60’ının Amerikan markalarına olumsuz baktığını sonucunu ortaya koydu. Bundan Barbi bile etkilenmektedir. Washington’un kötü şöhreti nedeni ile Kuzey Kore gibi kritik konularda Çin Asya’da daha merkezi bir rol oynamakta, tarafsız ve arabulucu konumu edinmektedir. Aynı durum İran karşısında ABD’nin BM’yi harekete geçirmesinde veya Pakistan ve Tayland’ı teröre karşı mücadelede işbirliği sağlamada da ortaya çıkmaktadır.
Bununla beraber ABD henüz oyunu kaybetmemiştir. 2004 yılında Asya’da meydana gelen Tsunami olayındaki ABD kamu diplomasisi Amerikanın imajına olumlu yönde yardım etmiştir. ABD hala dünyanın en büyük ekonomik gücü ve yumuşak gücünü takviye etmek için gerekli sert güç unsurlarına ve paraya sahiptir. Hükümet dışı kuruluşlar, sanat ve kültür vakıfları, özel sektörü ile yumuşak gücü uygulayabilecek en iyi vasıtalara sahiptir. Yeni ve etkili bir strateji ile cazibesini yenileyebilir. Hatta Çin ve AB’ye uyuşturucu trafiği, nükleer silahların yayılması gibi ABD çıkarlarını da tehdit eden bölgesel sorunlarda liderliği bırakabilir. Kyoto ve Uluslararası Ceza Mahkemesi ile ilgili kötü şöhretini yenebilir. Aksi takdirde bir gün İngiltere ve Avustralya da ABD operasyonlarına asker göndermek istemeyebilir.
5. BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR..
***
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder