GÜÇ VE POLİTİKA KAVRAMSAL BOYUTLAR. BÖLÜM 5
Siyasi İdeolojiler, Politika,liberalizmin yükselişi, Muhafazakar, demokrasi, Küreselleşme, Güç İlişkileri,Sait Yılmaz,
1.4. GÜÇ, POLİTİKA VE STRATEJİ:
Realizmin kurucusu Hans Morgenthau’ya göre ülkeler uluslararası politikada şu üç genel politikadan birini seçerler ; (1) Statüko politikası. (2) Emperyalizm politikası. (3) Prestij politikası. Statükocu ülkelerin mevcut barış ortamını korumaya çalıştıkları bunların karşısındaki ülkelerin ise yeni barış şartlarının öncesine dönmek için ‘revizyonist politika’ izleyecekleri dikkate alınırsa kategorilendirme bu hali ile eksik olarak kabul edilebilir. Diğer bir sınıflandırma ise uluslararası ilişkilerde genel olarak iki tür politika izlendiğini öngörmektedir ; (1) Yalnızlık, tarafsızlık veya bağlantısızlık şeklinde bağımsız politika veya (2) Koalisyonlar ve ittifaklar. Güç dengesinin değiştirilmesine yönelik politikalar ise; (1) Böl ve yönet. (2) Toprak kazanımı. (3) Silahlanma ve (4) İttifak kurma şeklinde sıralanmaktadır. Yukarıda sıralanan tüm politika türleri uluslararası sistem ile birlikte evrimleşmekte ve yeni düzene uygun biçimler almaktadır.
Güç politikalarının en klasik ve en ün kazanmış yöntemi, rakipleri bölmeyi veya bölünmüş vaziyette tutmayı öngören “böl ve yönet” yöntemidir. Bugün bu yöntem daha değişik bir versiyon ile 21’ nci Yüzyılın güç ve politikalarına uydurulmuştur; dönüşüm – ufalama (bölme) – eklemleme - yönetme. Demokrasi ve iyi yönetişim gibi Batılı değerlere yumuşak güçle dönüştürülmeyen ülkeler sert güç ile (ülke yapıcılık) dönüştürülmekte, azınlık ve kültürel haklar söylemi ile başlatılan reformların sonucunda ülke kalıcı çizgiler ile bölünmekte ve nihayet bu ülke Batılı diye adlandırılan ülkeler arasında (ABD’nin müvekkili veya AB’nin ortağı) yerini almaktadır. Bu güç sistematiğinin nasıl çalıştığı ABD ve AB’nin güç ve politika uygulamaları başlığı altında incelenecektir.
1.4.1. Güç ve Politika:
İktidarların nihai olarak iki kaynağı vardır: güç ve meşruiyet. Güç ve meşruiyetin araçları zaman ve teknoloji ile değişmekte ise de hem güç hem de meşruiyet düzen için gerekli olmayı sürdürür. Meşru olmayan güç kaos getirir; gücü olmayan meşruiyet ise alaşağı edilir . Devlet adamı sadece günlük olaylarla, sorunlarla uğraşmaz, ileride ortaya çıkabilecek gelişmeleri, sorunları tahmin ederek çeşitli olasılıklara göre çözüm önerileri de hazırlar. Uluslararası ilişkilerde başarının anahtarlarından biri uzun vadeli düşünerek sabırlı olmaktır. İkincisi ise hedefi ikna etme ve gerektiğinde zorlama gücüdür.
Her devlet ulusal çıkarlarının bulunduğu bölgelerde ortaya çıkan yeni eğilimleri, tehditleri ve hareketlilikleri zamanında tespit etmek, bu tehditlere yönelik politikaları oluşturacak ve sürdürecek haber ve bilgi alma (istihbarat) sürecini oluşturmak zorundadır. Aksi takdirde sürprizlere açık olur ve kendi coğrafyasında güvenliğini, siyasi ve bölgesel egemenliğini koruyamaz hale gelir. İstihbarat sadece bilgi-eylem ilişkisi için değil gerçekçi politikalar izlenebilmesi için de zorunludur. Ulusal politikanın gerçekçi olmasının birinci şartı uluslararası sistemin gerçeklerine uygun olması, ikincisi de yeterli güce sahip olmaktır . Yeterli bir güce sahip olmak uygun bir güç projeksiyonuna ve gücü kullanma iradesine de sahip olma yanında güç kullanmanın siyasi, ekonomik ve hukuksal çerçevesini hazırlamayı da gerektirir.
Politika, devletin güç ve kaynaklarını ulusal çıkar doğrultusunda hazırlama ve kullanma sanatıdır . Politika, uygulama alanına strateji ile girer. Yani uygulamanın başladığı yerde politika biter. Politika, politik hareket tarzı üretilmesi, üretilen hareket tarzları arasında seçim yapılması ve seçilen hareket tarzının uygulanmasının takibi ile ilgilenir, uygulamayı stratejiye bırakır . Stratejiye göre ise bir üst hareket tarzıdır. Ulusal politika, ulusal hedeflerin elde edilmesi için uygulanacak genel hareket tarzlarıdır. Bu amaçla yürütülecek bütün faaliyetler için düzenleyici ve sınırlayıcı bir rehber vazifesi görür . Bu yönüyle ulusal politika, ulusal gücün ulusal çıkarlar doğrultusunda hazırlanması ve kullanılması sanatıdır.
Politika süreci; politikanın belirlenmesi, onay, uygulama ve geri besleme olmak üzere dört safhadan oluşmaktadır . Politikanın belirlenmesi, öncelikle problemin tanımlanması ve değerlendirme süreci içinde bu probleme karşılık verecek politikanın formüle edilmesi ve ilgili güç unsurlarının görevlerinin belirlenmesini kapsar. Onay süreci, icra makamlarının ve yasama mekanizmasının bazen de medyanın veya diğer baskı gruplarının tartışmalara katılımını gerektirebilir. Uygulama safhası ise kimlerin, ne yapacağı ile ilgilidir ve bürokrasi bu dönemde kilit mekanizmadır. Gücü kullananlar politikaları doğru algılamak, uygun güç tatbik etmek ve bazen de planlarını revize etmek zorundadır. Geri besleme, uygulanan politikanın görünen sonuçlarına göre yeni politikaların ve revizelerin yeniden doğru karışımlarla enjekte edilmesi veya yeni politik vasıtaların devreye sokulmasını sağlayan bir geri dönüşüm sürecidir.
Doğal olarak devletlerin yönetiminde, siyasal otoriteyi temsil, dış ve iç politikayı düzenlemekle sorumlu hükümetler devletin başlıca öğesidir. Devletlerin devamlılık ilkesine karşılık, demokratik ülkelerde hükümetlerin seçime dayalı ömürleri vardır. Devlet içerisinde siyasal iktidar, demokratik sistemler her zaman değişebilir. Bu nedenle, hükümet politikası ile devlet politikası arasındaki başlıca farkı bu süreklilik veya uzun ömürlülük oluşturur. Oransal olarak bir değerlendirmeye gidilecek olursa, hükümetlerin kısa vadeli politikaları vardır.
Devletler çıkarlarını sağlamak ve korumak, belirledikleri hedeflerine kavuşmak için diğer devletleri belli davranışlara yöneltmek veya olası davranışlardan caydırmak için çeşitli araç ve yöntemlere başvurur. Klasik yöntemler şunları kapsamaktadır ; diplomasi ve diplomatik yöntemler, propaganda, ekonomik araçlar, iç işlerine karışma, güç kullanma tehdidinde bulunma veya silahlı güç kullanımı.
Uluslararası ilişkilerde en geçerli yöntem öncelikle müzakeredir. Devletlerin temsilcileri bir araya gelerek mevcut sorunları tartışırlar, ülkelerinin çıkarlarının örtüştüğü noktaları saptayıp anlaşmaya varmaya çalışırlar . Ancak müzakerelerde ikna gücünü; oluşturulan politik savlardan ziyade ulusal güç ve bu gücün etki yeteneği oluşturur. Ulusal liderlere düşen görev ülkenin ulusal gücünü özellikle gizli ve örtülü gücü geliştirmek ve etkin kılmaktır.
Öte yandan, uluslararası sistemde yer alan bütün uluslararası aktörlerin karar alıcıları, potansiyel bir propaganda yapımcısı durumundadırlar. Gerçeklere yakın, kanıtlanabilen ve karar alıcıların davranışları ile uyumlu bir propagandanın inandırıcılığı daha fazla olacaktır . Propagandanın temelinde, belirli olgu, olay veya fikirlerin, bağlamlarından koparılarak propaganda amacı doğrultusunda şekillendirilmesi ve belirlenen hedef kitleye aktarılması yatar. Bununla beraber, gelişen teknoloji ve karar alma süreçlerinin daha karmaşıklaşması propaganda yapıcılığını, büyük ölçüde uzmanlaşmış kuruluşların üstlenmesini gerekli kılmaktadır.
Uluslararası sistemin etkin güç merkezlerinde iktidar ve bilginin iç içeliği en önemli güç çarpanıdır. ABD’de devletin eğitim ve bilgiye ihtiyacı olduğunu savunan, istihbarat işlevini ön plana çıkarmış ve bu alanda öğretim için devletin ulusal güvenlik kuruluşlarıyla ortak çalışmalar yürüten önemli bir akademik topluluk bulunmaktadır. 1992 yılında çıkarılan “Ulusal Güvenlik Eğitimi Yasası (NSEA )” ile üniversitelere yeni burslar için fon ayrılması ve ulusal güvenlik görevleri olan Amerikan bakanlık ve kuruluşlarında çalışmak için çok yoğun bir talep sağlanmıştır . Bilgi ve iktidar ya da devlet ve üniversite arasındaki etkileşim, sosyal, ekonomik ve politik hayata oldukça belirleyici olabilmektedir.
1.4.2. Güç ve Strateji:
Siyasi gücün icra organını temsil eden iktidar önce ulusal çıkar ve hedeflerini tayin eder, sonra buna uygun olarak ulusal politikasını belirler ve nihayet ulusal hedefin elde edilişinde ulusal güç unsurlarını kullanır. Ulusal politika olarak ortaya çıkan kararın uygulanması için uzun süreli bir plan yapmak gerekir, yapılan bu planın adı ulusal stratejidir. Strateji, siyasi başarı olasılığını artırmak ve bu başarıdan daha istenen sonuçlar çıkarabilmek için hedefler, konseptler ve kaynakların sinerji ve simetrisini yaratmaya çalışır. Bu ise stratejik düşünmeyi genişletmek ve disipline etmek için stratejik teori ihtiyacını ortaya çıkarır.
Stratejik teori: gücün bütün kombinasyonlarını; muhtemelen kararın risk ve sonuçlarını: rakiplerin, müttefik ve diğerlerinin tartılmasını sağlayacak bir düşünce çerçevesi sağlar . Böylece ülke karmaşık ve hızla değişen bir geleceğe giderken, ulusal strateji; ulusal çıkarları maksimize edecek ve kayıpları en aza indirecek bir istikamet bulur. Strateji oluşturma süreci; ülke liderliğinin ulusal politikaya uygun olarak ulusal hedefleri (sonuçları) elde etmesi maksadıyla, ulusun mevcut gücünü (kaynaklar, vasıtalar) kullanarak, stratejik ortamın koşullarını ve coğrafi yerleri nasıl (konsept, yöntem) kontrol edeceğini belirler.
Devletler ve örgütler stratejilerini geliştirirlerken sadece rakip örgütleri ve devletleri göz önüne almaz; sistemin ekonomik, mali, ekolojik, sosyal ve siyasal tüm dinamiklerini ve aktörlerini esas alırlar. Bu haliyle strateji, bilgiye, algıya ve olguya dayalı güvenlik anlayışlarıyla doğrudan ilişkili bir anlam içermektedir. Stratejik başarı aşağıdaki koşullara bağlıdır;
- Güç bileşkesinin, amaca ve zamana göre uygun kullanımı,
- Enformasyon kapasitesi ve entelektüel birikim,
- Teknik, ekonomik, sosyal ve kültürel özelliklere uygun taktikler geliştirilmesi,
- Açık ve bilinen yöntemlerin yanı sıra, açık olmayan ve tanımında güçlükler bulunan yaratıcı mücadele yöntemlerinin (örneğin terör, propaganda, kitle iletişim araçlarını manipüle etme) kullanılması.
Uygulanacak stratejinin başarısı için ortaya konan koşulların her biri bilgi, algı ve olgu (eylem) düzeyinde mutlaka istihbarat işlevleri ile iç içe olmak, hatta onun kendisi olmak zorundadır. Gerek karar alıcı ve analizcilerin doğru ve zamanında bilgi ile donatılması, gerek güvenlik ortamı ile ilgili algılamaların amaç doğrultusunda yönlendirilmesi (propaganda), gerekse doğrudan askeri güç yerine veya onu destekleyecek politika ve eylemler olarak örtülü yöntemlerin kullanılması istihbarat fonksiyonlarının strateji içindeki yeri ve önemini ortaya koymaktadır.
Uluslararası sistemde yer alan büyük güçlerin uygulayabilecekleri büyük stratejiler şunlar olabilir ; (1) Yalnızcılık (Olaylar kendi topraklarını tehdit ettiğinde müdahale). (2) Dengeleme (Güç dengesi bozulduğunda eski haline getirmeye çalışmak). (3) Seçici çatışma (Güç dengesi bozulma riski ile karşılaşıldığında proaktif müdahale). (4) Üstünlüğü koruma (Tek kutuplu düzende hegemonun üstünlüğünü koruması). (5) Yayılmacılık (Emperyalizm; Tek kutuplu düzende yeni toprak edinme ve ülke kontrolü de dahil olmak üzere üstünlüğün sürdürülmesi).
Yukarıda sıralanan stratejilerin her biri ABD tarafından bir şekilde test edilmiş olmakla birlikte büyük stratejilerin bunlarla sınırlı kalacağını söylemek mümkün değildir. Büyük stratejilerin yanında her zaman alternatif stratejiler de söz konusu olmuştur. Tarihsel süreçte ABD tarafından kullanılan alternatif stratejiler aşağıdaki gibi sıralanmaktadır ; (1) Yıpratma – tüketme - yok etme (attrition – exhaustion - annihilation), (2) Reddetme – cezalandırma - zorlama (denial - punishment-coercion), (3) Lideri hedef alarak rejimi değiştirmek (decapitation).
Güç ve strateji arasındaki ilişki güç kullanımın nasıl sorusuna ve yöntemine odaklanmaktadır. Gücün kullanımı ile ilgili çalışmalar eski ve yeni güç kullanım vasıtalarını inceleyerek bazı değişimlere gerek olduğunu belirlemiştir. Örneğin askeri güç gelecekte konvansiyonel ve nükleer vasıtalara değil asimetrik tehdide odaklanmalıdır. Ekonomik vasıtalar ise tek başına pazarları ele geçirmeye ve yenilikleri bulmaya yeterli olmayacaktır. Üçüncü vasıta olan diplomasi ise ABD yaşam tarzını satmak yerine artık ABD çıkarları ile uyumlu yerel gruplar, kurumlar ve politikaları destekleyecektir .
Asimetrik güç dengesi bugün güçsüz devletleri, etnik ve dini grupları baş edemeyecekleri düşmanları karşısında terörizm stratejisine sevk etmektedir. Terörizme genellikle daha büyük bir savaşın ilk safhası olarak veya bir ayaklanmanın parçası olarak da başvurulabilir veya bizzat kendisi bir strateji veya hedef olabilir. Terörizmin stratejisi; zayıf, devlet dışı aktörün şiddeti tesadüfi veya planlı olarak sivil hedeflere yönelterek korku ve yılgınlık yaratması üzerine kurulmuştur. Böylece yaratılan güvenliksiz ortamında devlet, eninde sonunda teröristlerin isteklerine cevap verecektir. Güçsüzlerin stratejilerine güçlülerin karşı stratejileri ise genel olarak gerilla ya da teröristlerin yerinin tespit edilmesi ve yok edilmesi ile halk desteğinin önlenmesine yöneliktir.
Tablo 14: Tarihte Güçlü ve Güçsüz Stratejileri
Tablo 14’de yer alan stratejiler dışında yazdıkları eserlerinde; liderlere ve karar alıcılara kapsamlı bir strateji veya teorik paradigması olmaksızın neyi veya nasıl yapması gerektiği ile ilgili stratejik tavsiyelerde bulunanlar da olmuştur. Bunlar arasında 16’ ncı Yüzyıl liderlerini etkileyen Niccolo Machiavelli’nin; “Savaş Sanatı”, “Söylevler”, “Prens” adlı kitapları ile David Chandler’in “Napolyon’un Askeri Vecizeleri” adlı eserleri sayılabilir. Geçmişten bugüne önemli strateji çalışmaları genellikle caydırıcılık, kara gücü, deniz gücü ve hava gücü ile ilgili öngörü ve tavsiyelerde bulunmuşlardır.
Caydırıcılık, “sonuçlarından korkarak hareket etmekten kaçınmak” olarak tanımlanmaktadır. Caydırıcılık teorisinin mimarları arasında Albert Wholstetter , Bernard Brodie ve Herman Kahn sayılabilir. Caydırıcılık konseptinin içinde; bir yanda cezalandırma tehdidi ve bunun için kuvvet kullanma kabiliyeti ve kararlılığı, karşı tarafta ise bu hareketi yaparak amacına ulaşamayacağına ikna olmak vardır. Soğuk Savaş süresince nükleer silahların varlığı caydırıcılık teorisine dayalı çeşitli nükleer stratejilerin gelişmesine yol açmıştır. Nükleer stratejiler arasında şunlar sıralanabilir; karşılıklı imha, mukabil değerde hedef, ikaz için atışa hazırlama, ilk vuran olma, misilleme.
Konvansiyonel caydırıcılığın ne kadar işe yaradığı tartışmalıdır. Herman Kahn’a göre üç tür caydırıcılık vardır ; (1) Devlete karşı doğrudan saldırıyı caydırmak, (2) Rakip ülkeyi doğrudan saldırı dışındaki provakatif saldırı metotlarını kullanmaktan caydırmak için stratejik tehdit yöntemlerine başvurmak (Soğuk savaş süresince ABD’nin Sovyetlere karşı uyguladığı yöntem), (3) Daha küçük ölçekli provokasyonları önlemek için göreceli caydırma, (Sınırlı askeri veya askeri olmayan yollara başvurulacağı tehdidi). Soğuk savaş süresince Doğu ile Batı arasındaki caydırıcılık daha çok nükleer silahlara dayalı idi. ABD, güç kullanma yetisinin Sovyet liderleri üzerinde önemli etkisi olduğunu düşünüyordu. Ancak yakın zamanda yapılan bilimsel çalışmalar o dönemdeki Sovyet liderlerinin nükleer silah kullanımı ile ilgili ABD caydırıcılığını gerçekçi ve inandırıcı bulmadıklarını gösterdi .
Kara stratejilerinin önemli bir özelliği deniz ve hava gücünün aksine düşmanın yok edilmesi ya da etkisiz hale getirilmesi yanında belirli bir toprak parçasını ele geçirmek veya korumaya yönelik olarak yüksek yoğunluklu kaba güç kullanımını gerektirmesidir. Ancak 1900’lü yıllardan itibaren yaşanan teknolojik gelişmeler ve stratejik değişimler yaşanan savaşlarda kara gücü stratejilerinin de pek çok evrim geçirmesine tanıklık etti. İlk savaş teorisyenleri sayıca çok ordular ve yeni silahların önemine inanmıştı. I nci Dünya savaşı ise teknik ve taktik yeteneklerin daha önemli olduğunu ortaya çıkardı. Kara gücü insan sayısı azalırken mekanize ve tank unsurları ile simgelenen ateş ve hareket kabiliyetleri II nci Dünya Savaşı’nda önemli rol oynadı. Körfez Savaşı ise karşı konulamayan (tek taraflı savaş) üstün teknoloji ile koalisyon savaşları için bir devrim oldu.
Deniz gücü stratejistleri içinde en çok tanınan Alfred Thayer Mahan, deniz gücü üstün olan ülkelerin dünya üstünde hakimiyet kurabileceğini ve refahını sağlayabileceğini ifade etmektedir . Mahan’a göre okyanuslar ticaretin otobanıdır ve deniz gücü bu yolların sürekliliğini sağlamalı yani korumalıdır. Mahan, büyük muharip unsurlardan oluşan, global olarak yayılmış ve reaksiyon gösterebilen, dünyanın her yerinde emniyetli ikmal üsleri olan bir deniz gücü önermektedir. İngiliz Julian S. Corbett ise denizcilik ve deniz kuvvetleri stratejilerini birbirinden ayırmakta, denizcilik stratejisinin sadece askeri değil politik, ticari vb. unsurları da olduğuna dikkat çekerek deniz gücünü bu unsurlarla da ilişkilendirmekteydi . Corbett’e göre deniz gücü ‘deniz’de hakimiyet için değil ‘kara’da olanları etkilemek içindi. Bu doktrin halen ABD Deniz Doktrini’nin büyük ölçüde temelini teşkil etmektedir.
Klasik hava gücü teorisini 1921 yılında yazan İtalyan General Giulio Douhet hava kuvvetlerinin karşı konulmazlığı ve etki gücü karşısında düşmanın eninde sonunda teslim olacağını söylemekteydi . Douhet’i takip eden hava stratejistleri hava kuvvetinin oluşumu, rolü, hava üstünlüğü sağlanması, hava savunma doktrini, yakın hava desteği, stratejik bombardıman gibi alt-strateji konularının gelişmesine yardım ettiler.
1.4.3. Güç ve Müdahale:
Uluslararası politika alanında müdahale, uluslararası bir aktörün bir diğerini etkileme sürecinde, belirli bir süre için, mevcut alışılagelmiş biçimlerden belirgin bir şekilde ayrılan, farklı bir tutuma yönelmesi ve esas olarak hedefin siyasal otorite yapısını değiştirme veya korumayı amaçlayan bir nitelik taşımaktadır . Müdahalelerin geleneksel olarak dört çeşidi bulunmaktadır; (1) İnsani müdahale. (2) Önleyici müdahale (önleyici diplomasi vb.). (3) Reaktif veya güç kullanmaksızın müdahale (yumuşak güç kapsamında ekonomik, diplomatik veya psikolojik yöntemler). (4) Klasik askeri müdahale veya doğrudan müdahale (askeri güç kullanımı, yasak bölgeler oluşturma vb.). Geleneksel müdahalelerin bugünkü sivil savaşlar, demokrasi geliştirme, self-determinasyon desteği veya kendini savunma gibi pek çok güvenlik sorununu çözmekte yetersiz kaldığı görülmektedir.
Yeni müdahale anlayışı müdahalenin başarısı için en azından şu hususların yerine getirilmesinin avantaj sağladığını göstermektedir; (1) Siyasi meşruluk (uluslararası hukuka uygunluk). (2) BM’nin müdahale senaryolarında lider rol. (3) Uluslararası aktörlerin (devletler, medya, NGO’lar, uluslararası örgütler vb.) müdahalenin doğru ve kabul edilebilir olmasına ikna edilmesi. (4) Müdahale ile ilgili ulusal çıkarların uluslararası toplumun çıkarları ile de uyumlu olması. (5) Askeri müdahalenin bir zafer olmaktan çok sivil kuruluşlar ve halk için uygun koşulların yaratılması ve kalıcı bir barışa yönelik olduğu imajının yaratılması.
Geleneksel ve yeni müdahale anlayışı kapsamında geçmişteki tecrübelere bakılarak uygun bir müdahale ortamı için gerekli kriterler şu şekilde sıralanabilir ;
- Müdahale; BM Şartnamesi, Cenvre Sözleşmesi, bunların protokolleri ve devletler arası silahlı çatışmalar ile ilgili diğer uluslararası anlaşmalara uygun olarak icra edilmelidir.
- Daha fazla destek ve daha az şüphe için çokuluslu müahaleler tercih edilmelidir.
- Müdahale eden en çabuk bir şekilde amaç birliğini ve açık maksadını göstermelidir. Bunun için daha karar aşamasında ön istişare ile uzlaşma sağlanması önemlidir.
- Krizler daha çok siyasi ve acil durum kapsamında olduğundan askeri olmayan yöntemler askeri operasyonlardan önce gelmelidir.
- Askeri operasyonların başarısında muharip kuvvetlerin kabiliyetleri önem kazanmaktadır.
- Etkili askeri müdahaleler; uluslararası hükümetler arası kuruluşlar, bölgesel kuruluşlar, NGO’lar gibi pek çok aktörün koordineli katkısını gerektirmektedir.
- Müdahale sonrası stratejileri; normalleşmeyi ve askeri müdahaleleri tekrar gerekli kılmayacak şartları sağlamalıdır. Başarısız bir devlete yapılan müdahalede ‘ülke inşası’ nihai hedef olmalıdır.
Müdahalenin gerekçesinin uygun olması (The Jus ad Pacem) için şu kriterler aranır; (1) Ciddi ve kitlesel insan hakları ihlalleri. (2) Savaş tehlikesi veya terörist faaliyetler. (3) İhlallere müdahalenin uygun kolektif uluslararası kuruluşlar tarafından onaylanması ve insani niyet ile yapılıyor olması. Müdahalelere karar verilirken önemli bir karar noktası da zamanlama yani ne zaman müdahale edileceğidir. Bu karar içinde müdahale tipine uygun olarak aşağıdaki kriterler kullanılabilir ;
- Doğru otorite; bağımsız ulus-devletin iç güvenliği ile ilgili müdahale hakkı vardır ama kendine halkına karşı savaşıyor durumuna düşerse egemenliğini tehlikeye atar.
- Kendini savunma hakkı (just cause); saldırgana karşı kendini koruma ve diğerlerine yardım etmeyi kapsar.
- Haklı niyet; sadece kendi çıkarı için değil evrensel adalet için savaşılmalıdır.
- Oranlılık; nihai sonuç ve kullanılan vasıtalar orantılı olmalı, aşırıya kaçılmamalıdır.
- Son seçenek; askeri kuvvet son seçenek olarak kullanılmalıdır.
- Makul başarı şansı olmalıdır.
1.4.4. 21’ nci Yüzyılda Müdahale:
21’ nci Yüzyıl müdahalelerin kapsam ve yöntem değiştirdiği bir hegemonya düzeni içinde evrilmektedir. Bu müdahalelerin hedefi ulus-devlet yapıları ve ağ stratejisi ile ulus-devletlerin etki ve kontrol altına alınmasıdır. Ulus-devlet yapısı ile toplum arasına örülen istihbarat fonksiyonlu (istihbarat üretimi, propaganda, örtülü faaliyetler ile devlet yapısına paralel bir egemenlik kuran sivil toplum örgütleri gibi devlet dışı aktörlerin oluşturduğu) iç ağ ve pratikte çok merkezli dünyanın (ulus egemenliği ve otoritenin ulus aşan aktörler tarafından paylaşıldığı tabaka) ördüğü dış ağ ile birlikte çifte yapılı bir dünya ortaya çıkmıştır. Yeni küresel düzende ulus-devletler önemini yitirirken ağların egemenliği başlamaktadır.
Dünya, bir ulus-devletler topluluğundan ağlar topluluğuna doğru gitmektedir .
Bu sadece küresel ekonominin getirdiği bilgisayarlar, yatırımcılar ve şirketler ağı değil; ulus-devlet ile halk arasına gizlice örülen vakıf-araştırma merkezi-sivil toplum örgütü vb. yapılanmaların söze demokrasi adına ancak, ulus-devlet egemenliği aleyhine ittifakları ile de ilgilidir. Bu ağ, -demokrasi projesi ile ilgili üçüncü bölümde açıklanacağı gibi, hegemon güçlerin diğer ülkelerde ulus-devlet egemenliğini istismar etmek, etkilemek, yıkmak, sınırlamak için kendilerine hizmet edecek kurum ve etki ajanlarını ihtiva eden bir yapılanmadır. Buna Echelon, Promis, uydular gibi ulus-devlet güvenliğini etkileyen ve karşı konulamayan istihbarat teknolojileri ve vasıtalarının ağını da ilave etmek gereklidir.
Geleneksel devlet merkezli dünyanın devletleri yanına; uluslar ötesi devlet dışı aktörler (NGOs, şirketler ve küresel sivil toplum) ve küresel yönetim yapıları (BM, IMF, Dünya Bankası) eklenmiştir. Bunların küreselleşmeyi kontrol etme ve yönetmedeki rolleri ulus-devletleri, değişen küresel normlara uymayı sağlayan ince ayarlar yapmaya ve yeni yönetim rolleri üstlenmeye zorlamaktadır . Ülkeler ya baskılar karşısında içlerinde ağa müsaade edecek ve müvekkil (uydu) bir devlet olmayı kendiliğinden kabullenecek (rejim restorasyonu) ya da bu sert güçle (ulus yapıcılık) yerine getirilecektir.
Uluslararası politikanın gerçeği birbirine geçmiş ilişkiler biçimindeki çoğunlukla örtülü ve nadiren açık müdahalelerdir. Televizyonlarda ve yazılı basında izlenen devlet adamlarının güler yüzlü görünüşlerinin arkasında verilen diplomatik mesajlar, şantajlar, baskılar ve ülke çıkarları yönünde diğer ülkeden istediği davranış değişiklikleri bulunmaktadır. Bunları destekleyen ise ülkenin caydırıcılık unsurları (yumuşak, sert ve ekonomik gücü) ile güvenlik ortamını şekillendirilmesi ile ortaya çıkan güvenlik sorunları ve risklerdir. Geri planda ise bir müdahale saati işlemeye devam etmektedir.
6. BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR..
***
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder