Hac Yolu etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Hac Yolu etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

15 Mart 2021 Pazartesi

SURİYE SİYASİ TARİHİ. BÖLÜM 4

SURİYE SİYASİ TARİHİ. BÖLÜM 4


SURİYE SİYASİ TARİHİ,Zafer YILDIRIM,Sykes-Picot, Hac Yolu, Mekke,  Medine, Memluklular,



Bu engellemelere rağmen oluşan her türlü başkaldırıda şiddetle bastırılmıştır. 1936’da Leon Blum hükümetiyle yükselen bağımsızlık heyecanı Fransa’da sağ Milliyetçi Cephe’nin iktidarı yüzünden üç yıl sonra kaybolmuştur. “Hür Fransa”nın mimarı olan General Charles de Gaulle 1941’de vermiş olduğu sözü 1945’te tutmak istememiş ve bu yine Suriyelilerin canına mal olmuştur. Nihayet Fransa İngiltere karşısında zayıf bir durumda olması ve dünyada değişen konjonktür nedeniyle daha fazla direnememiş ve 1946’da Suriye’nin bağımsızlığını kabul etmek zorunda kalmıştır.

Fransa’nın Suriye’de sivil bir bürokrasinin oluşmasına müsaade etmemesi, ülkenin 
bekasında söz sahibi olan kesimlerin geçmişten getirdikleri iktidarlarını muhafaza etme gayretleri ve etnik kaygılarla hareket eden azınlıkların ulus fikrine mesafeli durmaları istikrarlı ve sürdürülebilir bir siyasi yapının oluşturulmasına engel olmuştur. İçerideki bu sorunlara İsrail’in kuruluşu ve Amerikan gizli servisi CIA’nın Arap-Amerikan Petrol Şirketi’nin (Aramco) çıkarlarını korumak için Albay Hüsnü el Zaim’e 1948’de yaptırdığı askeri darbe de eklenince Suriye darbelerle hükümet lerin değiştiği bir ülke haline gelmiştir. 

Sonuç olarak ifade etmek gerekirse, günümüz Suriye’sinin ve Hafız el Esed’i iktidara getiren siyasi ortamın sorumlusunu Fransa’nın çıkarları doğrultusunda Suriye’de oluşturduğu manda rejiminde aramak gerekir.


DİPNOTLAR

1 Albert Hourani, Arap Halkları Tarihi, Çev. Yavuz Alagon, İstanbul: İletişim Yayınları 1997, 121-122.
2 Niels Peter Lemche, “The History of Ancient Syria and Palestine: An Overview”, s.1200-1203 
http://www.usc.edu/dept/LAS/wsrp/information/REL499_2011/The%20History%20of%20Ancient%20Syria%20and%20Palestine.pdf   
(Çevrimiçi: 28 Nisan 2016)
3 Peter Mansfield, Ortadoğu Tarihi, Çev. Ümit Hüsrev Yolsal, Ankara: Say Yayınları 2012, s.18-19.
4 Clyde E. Fant, Mitchell G. Reddish, Lost Treasures of the Bible: Understanding the Bible 
Through Archaeological, Michigan: Wm B. Eerdmans Publishing Co. 2008, s.57-58.
5 Helene Sader, “History”, The Aramaeans in Ancient Syria, ed. Herbert Niehr, Leiden: Koninklijke Brill NV 2014, s.29-36.
6 Laura Etheredge, Syria, Lebanon, and Jordan, New York: Britannica Educational Publishing 2011, s.42-45.
7 Mansfield, a.g.e., s.21-22.
8 L. Garland, “The Persians, the Greeks, and Seleucids in the Fertile Crescent”, World and Its Peoples, ed. Clive Carpenter, New York: 
Marshall Cavendish Corporation, 1. cilt, s.181-182. 
9 Gürhan Bahadır, “Anadolu’da Büzans-Sasani Etkileşimi (IV.-VII. Yüzyıllar)”, Turkish Studies, Cilt 6/1 Kış 2011, s.693-695.
10 Hakkı Dursun Yıldız, “Ecnadeyn Savaşı”, http://www.diyanetislamansiklopedisi.com/ecnadeyn-savasi/ 
(Çevrimiçi: 13 Nisan 2016), Abdülkadir Özcan “Yermük Savaşı”, 
http://www.diyanetislamansiklopedisi.com/yermuk-savasi/   (Çevrimiçi: 13 Nisan 2016), 
11 Hourani, a.g.e., s.50-52.
12 “The Abbasid Dynasty: The Golden Age of Islamic Civilization”, 
http://www.saylor.org/site/wp-content/uploads/2012/10/HIST101-9.3.1-AbbasidDynasty-FINAL1.pdf    (Çevrimiçi: 27 Nisan 2016)
13 Mansfield, a.g.e., s.37-38.
14 Nesimi Yazıcı, “İlk Türk-İslam Devletleri Tarihi”, Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Yayınları, No: 192, s.43-44. 
http://kitaplar.ankara.edu.tr/dosyalar/pdf/579.pdf ( Çevrimiçi: 27 Nisan 2016)
15 İhşid Eki Farsça’dan üretilmiş olup, zeki, parlak hükümdar, emir anlamına gelmektedir.
16 Yazıcı, a.g.e., s.57-61.
17 “Hamdaniler”, İslam Tarihi Ansiklopedisi, 
http://www.ehlisunnetbuyukleri.com/Islam-Tarihi-Ansiklopedisi/Detay/HAMDANILER/304. (Çevrimiçi: 29 Nisan 2016)
18 Yazıcı, a.g.e., s.57-61. 
19 Yaacov Lev, State and Society in Fatimid Egypt, Leiden: E.J. Brill 1991, s.23-25.
20 Ayşe D. Kuşçu, “Büyük Selçuklu Devletinin Suriye, Filistin ve Mısır Politikasına Dair Bazı Tespitler”,  Türkiyat Araştırmaları Dergisi, s. 637-660. 
file:///C:/Users/BENQ/Downloads/500-987-1-SM.pdf (Çevrimiçi: 21 Nisan 2016)
21 Hourani, a.g.e., 114-115.
22 “Abbasiler”, http:// www.islamansiklopedisi.info/dia/pdf/c01/c010050.pdf. (Çevrimiçi: 21 Nisan 2016)
23 Fatma Akkuş Yiğit, Memluk-Ermeni İlişkileri, Akademik Bakış, Cilt 8, Sayı:16, Yaz 2015, s.171-201.
24 Garland, a.g.e, s.191-192.
25 Hourani, a.g.e., s.269
26 Karl K. Barbir, Ottoman Rule in Damascus, New Jersey: Princeton University Press 1980, s.124-139.
27 Yusuf Çağlar, “Mahmil-i Surre-i Hümayun’la İstanbul’dan Harameyn’e Hac Yolculuğu”, Dersaadet’ten Harameyn’e Surre-i Hümayun, 
ed.Salih Gülen, İstanbul: Yitik Hazine Yayınları 2009, s.8-23.
28 Barbir, a.g.e., s.140-142.
29 Hourani, a.g.e., s.300-301.
30 Vahhabilik, Muhammed bin Abdülvahhab tarafından 1738 yılında ilan edilmesiyle ortaya çıkmıştır. 
Kendisini Hanbeli olarak kabul eden Abdülvahhab 1744’de De’riyye hakimi Abdülazziz bin Muhammed 
bin Süud ile yaptığı bir antlaşma neticesinde Suud ailesi Vahhabiliği benimseyerek siyasi 
güç elde etmiş, Vahhabi’de mürit bulmuş ve böylece Vahhabi Suud iktidarının da temeli atılmıştır.
31 Garland, a.g.e., s.195.
32 Derek James Overton, Some Aspects of Induced development in Egypt Under Muhammad Ali 
Pasha and Khedive Ismail, (Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi), Simon Fraser University, 1971, 
s.8-9. summit.sfu.ca/system/files/iritems1/3037/b11716915.pdf (Çevrimiçi: 4 Mayıs 2016).
33 Ahmet Gündüz, “XIX. Yüzyılda Ortaya çıkan Mısır Meselesi ve Kadı Kıran Olayı”, International 
Journal of Social Science, Cilt: 5, sayı: 6, Aralık 2012, s.222.
34 Mansfield, a.g.e., s.81-82.
35 William L. Cleveland, Modern Ortadoğu Tarihi, çev. Mehmet Harmancı, İstanbul: Agora Kitaplığı, 2008, s. 83.
36 Mansfield, a.g.e., s92.
37 Cleveland, a.g.e., s.85.
38 Mansfield, a.g.e., s.92-94.
39 “Muhammad Ali, 1805-48”, http://countrystudies.us/egypt/21.htm
40 Cleveland, a.g.e., s.85.
41 PAN Guang, “Revelations of Muhammad Ali’s Reform for Egyptian National Governance”, Şangay 
Sosyal Bilimler Akademisi, s.34. http://mideast.shisu.edu.cn/_upload/article/17/97/058890ea45b39793cc9f469b4c5f/96d54666-efdb-4dba-989c-cb90dec711e3.pdf 
(Çevrimiçi: 25 Nisan 2016)
42 Afaf Lutfi Sayyid-Marsot, A Short History of Modern Egypt, Cambridge: Cambridge University Press 1985, s.62-64.
43 Mansfield, a.g.e., s.96-98.
44 Hourani, a.g.e., s.360-361.
45 11. yüzyılda İslâmiyet’in Şiîlik mezhebinin İsmâîlîyye kolundan köken alarak ortaya çıkmış olan tek tanrılı bir dinî inanç topluluğudur.
46 Adil Baktıaya, “19.Yüzyıl Suriyesinde Hıristiyan-Müslüman İlişkilerinde Değişim 1860 Şam Olayları” s.29-32. 
file:///C:/Users/BENQ/Downloads/7122-18644-1-SM.pdf (Çevrimiçi: 25 Nisan 2016)
47 John McHugo, Syria: A Recent History, Londra: Saqi Books 2014, 
https://books.google.com.tr/books?id=aUAhBQAAQBAJ&printsec=frontcover&dq=Political+History+of+Syria&hl=tr&sa=X&redir_esc=y#v=onepage&q=Political%20History%20of%20Syria&f=false
48 Baktıaya, a.g.e., s.26.
49 Maruniler Lübnan ve Suriye’de yaşayan, Katolik kilisesinin Doğu ayin usulüne bağlı Hıristiyanlardan bir grup. 
Roma papazlarından Jan Maron veya Suriyeli Keşiş Aziz Marun’a nisbetle Maruniler diye anılan bu topluluğun tarihi 
M.S 4. yüzyılın sonlarıyla 5. yüzyılın başlarına kadar gitmektedir.
50 McHugo, a.g.e., 
51 Michael Provence, The Great Syrian Revolt and the Rise of Arab Nationalism, Austin: University of Texas Press 2005, s.5-6.
52 Hourani, a.g.e., s.345-346., 
53 İlber Ortaylı “Osmanlı İmparatorluğu’nda Milliyetçilik (En Kalıcı Miras)”, XIII Türk Tarih 
Kongresi 4-8 Ekim 1999, s.12. http://www.arnavutcasozluk.com/download/book/OSMANLI%20
%DDMPARATORLU%D0UNDA%20M%DDLL%DDYET%C7%DDL%DDK%20-EN%20KALICI%
20M%DDRAS-%20%DDlber%20ORTAYLI1347.pdf
54 Arthur Goldschmidt JR. ve Lawrance Davidson, Kısa Ortadoğu Tarihi, Çev: Aydemir Güler, İstanbul: Doruk Yayımcılık 2007, s.274.
55 Cleveland, a.g.e., s.146.
56 a.g.e., s.147.
57 Mehmet Derviş Kılınçkaya, Arap Milliyetçiliği ve Milli Mücadele’de Türkiye-Suriye İlişkileri Hacettepe Üniversitesi Atatürk İlkeleri ve 
İnkilap Tarihi Enstitüsü, (Yayınlanmamış doktora tezi) Ankara: 1992, s.38
58 Selçuk Günay, “II. Abdülhamid Döneminde Suriye ve Lübnan’da Arap Ayrılıkçı Hareketlerinin Başlaması Devletin Tedbirleri”, s.88-89. 
http://dergiler.ankara.edu.tr/dergiler/18/24/96.pdf (Çevrimiçi: 1 Mayıs 2016)
59 Goldschmidt ve Davidson, a.g.e., s.276.
60 Günay, a.g.e., s.90. 
61 A.e.
62 Goldschmidt ve Davidson, a.g.e., s.277.
63 Kılınçkaya, a.g.e., s.39.
64 Hourani, a.g.e., s.303-304.
65 Goldschmidt ve Davidson, a.g.e., s.278.
66 Ortaylı, a.g.e., s.13.
67 Goldschmidt ve Davidson, a.g.e., s.279.
68 Ali Bilgenoğlu, Osmanlı Devleti’nde Arap Milliyetçi Cemiyetleri, Antalya: Yeniden Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Yayınları 2007, s.136.
69 Cleveland, a.g.e., s.159.
70 Goldschmidt ve Davidson, s.274, 279.
71 Deniz Doğru, “I.Dünya Harbi Sırasında Şerif Hüseyin’in Siyasi Faaliyetleri”, s.52. 
http://www.aku.edu.tr/aku/dosyayonetimi/sosyalbilens/dergi/II2/5-deniz-dogru.pdf (Çevrimiçi 9 Mayıs 2016)
72 David Fromkin, Barışa Son Veren Barış, Çev. Mehmet Harmancı, İstanbul: Sabah Yayınları 1989, s.134, 140.
73 A.e., s.85.
74 Cleveland, a.g.e., s.176.
75 Mansfield, a.g.e., s.185-186.
76 Mustafa Bostancı, “Birinci Dünya Savaşı’nda Osmanlı Devleti’nin Hicaz’da Hâkimiyet Mücadelesi” Akademik Bakış, Cilt 7, Sayı: 17, Yaz 2014, s.121-122.
77 A.e., 122.
78 Edward Peter Fitzgerald, “France’s Middle Eastern Ambitions, the Sykes-Picot Negotiations, and the Oil Fields of Mosul, 1915-1918”, TheJournal 
of Modern History, Cilt. 66, No. 4, Aralık 1994, s.714-715.
79 Muriel Mirak-Weissbach, “Shades of Sykes-Picot Accord Are Cast Over Southwest Asia” 10 Şubat 2006, s.10 
http://www.larouchepub.com/eiw/public/2006/2006_1-9/2006_1-9/2006-6/pdf/06-15_606_intsykes.pdf    (Çevrimiçi:29 Nisan 2016)
80 Fitzgerald, a.g.e., s.714-719.
81 William M. Mathew, “McMahon, Sykes, Balfour: Contradictions and Concealments in British Palestine Policy 1915-1917”, 17 Nisan 2016, 
http://www.balfourproject.org/mcmahon-sykes-balfour-contradictions-and-concealments-in-british-palestine-policy1915-1917/ 
(Çevrimiçi:29 Nisan 2016)
82 “Syria under Cemal Pasha’s Governorship”, University of California Press, 
http://publishing.cdlib.org/ucpressebooks/view?docId=ft7n39p1dn&chunk.id=s1.6.5&toc.depth=1&toc.id=ch06&brand=ucpress (Çevrimiçi: 7 Mayıs 2016)
83 Deniz Doğru, “I.Dünya Harbi Sırasında Şerif Hüseyin’in Siyasi Faaliyetleri”, s.54. 
http://www.aku.edu.tr/aku/dosyayonetimi/sosyalbilens/dergi/II2/5-deniz-dogru.pdf (Çevrimiçi: 9 Mayıs 2016)
84 Fromkin, a.g.e., s.212-214.
85 Mansfield, a.g.e., s.233.
86 “Sykes-PicotAgreement”, 
http://www.saylor.org/site/wp-content/uploads/2011/08/HIST351-9.2.1-Sykes-Picot- Agreement.pdf (Çevrimiçi 28 Nisan 2016).
87 Fromkin, a.g.e., s.337-338.
88 Dan Simonds, “WWI &the Partition of the Ottoman Empire: Mandates as a Pretext for Imperial Domination”, Binghampton University, 16 Mayıs 2007, 
https://www.binghamton.edu/history/resources/journal-of-history/simonds-ottoman.html (Çevrimiçi 28 Nisan 2016)
89 Yahya Akyüz, Türk Kurtuluş Savaşı ve Fransız Kamuoyu (1919-1922), Ankara, 1975, s.123-124. 
90 Anthony J. Kuhn, “Broken Promises: The French Expulsion of Emir Feisal and the Failed Struggle for Syrian Independence”, Carnegie Mellon University, 
s.25-26. 
http://repository.cmu.edu/cgi/viewcontent.cgi?article=1125&context=hsshonors(Çevrimiçi: 2 Mayıs 2016)
91 Kristian Ulrichsen, Kristian Coates Ulrichsen, The First World War in theMiddle East, Londra: Oxford UniversityPress, s.189.
92 Elizabeth Williams, “Mapping the cadastre, producing the fellah: Technologies and discourses of rule in French Mandate Syria and Lebanon”, 
The Routledge Handbook of the History of the Middle East Mandates, ed. Cyrus Schayegh, Andrew Arsan, New York: Roudledge 2015, s.248.
93 Kuhn, a.g.e., s. 27-46. 
94 Williams, a.g.e., s.248. 
95 Kuhn , a.g.e., 38-46. 
96 A.e., s.48 -54.
97 Fromkin a.g.e., s.436-437.
98 Cleveland, a.g.e., s.198.
99 Daniel Neep, Occupying Syria under the French Mandate: Insurgency, Space and State Formation, New York: Cambridge University Press, 2012, s.31-33.
100 Philip Shukry Khoury, Syria and the French Mandate: ThePolitics of Arab Nationalism, 1920-1945, New Jersey: Princeton University Press 1987, s.57.
101 Ayşe Tekdal Fildiş “The Troubles in Syria: Spawned by French Divide and Rule”, Middle East Policy Council, Kış, 2011, Cilt XVIII, Sayı: 4 
http://www.mepc.org/journal/middle-east-policy-archives/troubles-syria-spawned-french-divide-and-rule?print (Çevrimiçi: 1 Mayıs 2016)
102 Fildiş, a.g.e.
103 Kais M. Firro, “The Alawis in Modern Syria: From Nusayriya to Islamvia Alawiya”. Universityof Haifa, s.16-17. 
http://www.degruyter.com/dg/viewarticle.fullcontentlink:pdfeventlink/$002fj$-002fislm.2005.82.issue-1$002fislm.2005.82.1.1$002fislm.2005.82.1.1.xml?t:ac=j$002fislm.
2005.82.issue-
104 Şii mezhebi olan İsmaililik 765’de İmam Cafer’in ölümünün ardından gelen oğlu İmam Musa’nın
imamlığını kabul etmeyerek İmam Cafer’den önce ölen büyük oğlu İsmail’in soyundan gelenleri
imam olarak kabul eden mezhebtir.
105 Matti Moosa, Extremist Shiites: The Ghulat Sects, New York: Syracuse University Press, s.282-283.
106 Dick Douwes “Modern History of the Nizari Ismailis of Syria”, Modern History of the Ismailis:-Continuity and Change in a Muslim Community ed.Farhad Daftary, Londra: I.B. Touris&Co Ltd.2014, 
       https://books.google.com.tr/books?id=sf9fAwAAQBAJ&pg=PT39&dq=Ismaili-+Alawis++-
relation+under+French+mandate+in+Syria&hl=tr&sa=X&ved=0ahUKEwj675f-kdrMAhVFGCwKHRS9DgMQ6AEIIzAB#
v=onepage&q=Ismaili-%20Alawis%20%20relation%20under%20
French%20mandate%20in%20Syria&f=false
107 Moosa, a.g.e., s.283
108 Daniel Pipes, Greater Syria: The History of an Ambition, New York: Oxford University Press 1990, s.166-168.
109 Neep, a.g.e, s.33.
110 “French Syria, (1919-1946)”, Central Arkansas University http://uca.edu/politicalscience/dadm-project/
middle-eastnorth-africapersian-gulf-region/french-syria-1919-1946/(Çevrimiçi: 8 Mayıs 2016)
111 Cleveland, a.g.e., s.270.
112 Joshua Landis, “Shishakli and Druzes: Integration and Instransigence”, a.g.e., s.370.
113 Birgit Schaebler, “State(s) Power and the Druzes: Integration and the Struggle for Social Control”,
TheSyrian Land: Processes of Integration and Fragmentation: Bilād Al-Shām, ed. Thomas
Philipp, Birgit Schäbler, Stuttgart: Franz Steiner Verlag 1998, s.354-356.
114 Joshua Landis, “Shishakli and Druzes: Integration and Instransigence”, a.g.e., s.370.
115 Cleveland, a.g.e., s.249.
116 K. Fieldhouse. Western Imperialism in the Middle East 1914-1958, New York: Oxford University
Press, 2006, s.293.
117 “French Syria, (1919-1946)”, Central Arkansas University http://uca.edu/politicalscience/dadm-project/
middle-eastnorth-africapersian-gulf-region/fre nch-syria-1919-1946/(Çevrimiçi: 8 Mayıs 2016)
118 David Commins, David W. Lesch, Historical Dictionary of Syria, Maryland: Scarecrow Press 2014, s.137.
119 Fieldhouse, a.g.e., s.295.
120 “Syrian citizens general strike against France, 1936”, 
       http://nvdatabase.swarthmore.edu/content/syrian-citizens-general-strike-against-france-1936 (Çevrimiçi: 8 Mayıs 2016)
121 “Syrian citizens general strike against France, 1936” 
http://nvdatabase.swarthmore.edu/content/syrian-citizens-general-strike-against-france-1936 (Çevrimiçi: 8 Mayıs 2016)
122 “French Syria, (1919-1946)”, Central Arkansas University, 
http://uca.edu/politicalscience/dadm-project/middle-eastnorth-africapersian-gulf-region/french-syria-1919-1946/(Çevrimiçi:8 Mayıs 2016)
123 Jörg Michael Dostal, “Post-independence Syria and the Great Powers (1946-1958): How Western Power Politics Pushed the Country Toward the Soviet Union” 
http://acuns.org/wp-content/uploads/2013/01/Syria-Paper-1946-1958-for-ACUNS-Conference-Website-12-June-2014.pdf (Çevrimiçi:3 Mayıs 2016)
124 Fieldhouse, a.g.e., s.296.
125 Leon Goldsmith, Cycle of Fear: Syria’s Alawites in War and Peace, New York: Oxford University Press 2015, s.64.
126 David Commins, David W. Lesch, Historical Dictionary of Syria, Maryland: Scarecrow Press 2014, s.32.
127 Hükümet merkezi Alman işgal döneminde Fransa’nın Vichy kentine alındığı için bu isim verilmişti.
128 “French Syria, (1919-1946)”, Central Arkansas University 
http://uca.edu/politicalscience/dadm-project/middle-eastnorth-africapersian-gulf-region/french-syria-1919-1946/ (Çevrimiçi: 8 Mayıs 2016)
129 “French Syria, (1919-1946)”, Central Arkansas University 
http://uca.edu/politicalscience/dadm-project/middle-eastnorth-africapersian-gulf-region/french-syria-1919-1946/ (Çevrimiçi: 8 Mayıs 2016)
130 Mansfield, a.g.e., s.324.
131 Cleveland, a.g.e., s.256-257.


***

SURİYE SİYASİ TARİHİ. BÖLÜM 3

                         SURİYE SİYASİ TARİHİ. BÖLÜM 3



SURİYE SİYASİ TARİHİ,Zafer YILDIRIM,Sykes-Picot, Hac Yolu, Mekke,  Medine, Memluklular,



Fransa’nın 1923’de resmi olarak manda rejimini kurmasını müteakip karşılaştığı 
önemli ikinci isyan ise. Cebel Dürüz bölgesi lideri Sultan Atraş’ın (Paşa) başlattığı ve iki yıl devam ederek ülkenin büyük bir bölümüne yayılan isyan olacaktı. İsyan 18 Temmuz 1925’de başlayacak ve tüm ülke geneline yayılacak 1 Haziran 1927’de isyanlar bastırılacaktır. Atraş’ın isyanının temel nedeni Osmanlı zamanında fiili özerk konumlarını geri alabilmektir. Yabancı bir yönetimin Dürzi bölgesine müdahale etmesine tepki göstermişlerdir. 

Ancak bu isyanın önemli bir nedeninin de Cebel Dürüz’ü yöneten Yüzbaşı Gabriel 
Carbillat’ın son derece sıkı yönetim anlayışı olduğu ileri sürülecekti109.
Dürziler Temmuz ayında Salkhad’ı Ağustos ayında ise bölgenin başkenti Suwayda’yı ele geçirirler. İsyanın genişlemesinde Şam ve Humus’un siyasi önderlerinin de bu isyana katılmasının etkisi olacak, şehir eşrafının da bu isyana destek vermesiyle Dürziler Ekim’de Şam’ı ele geçirirler. Fransız hükümeti 20 Ekim 1925’de Şam’da sıkıyönetim ilan eder.110 Fransa isyanı sert bir şekilde bastırmayı dener ve. Şam, havadan ve karadan yoğun bombardıman altına alınır. Bunun neticesinde 1400’ün üzerinde Suriyeli can verir. 

Ancak bu kıyım isyanın daha da genişlemesine neden olur. 1927 yılında Fransa’dan gelen takviye güçlerle bastırılabilen isyan, Fransa içinde can ve mal kaybına neden olur.111 
Ancak isyanda beş bin Suriyelide öldürülür.112 Bu isyan ülkenin kendi kendini yönetmesi anlamında atılmış ilk adım olarak görülmektedir. Bu isyan ayrıca Suriye’de yabancı desteği almadan yapılan bir isyan olması nedeniyle önemlidir. Bu isyan sonrasında bölgenin yönetimi Fransız askeri otoritelerinden alınmış yerel yöneticilerin etkin olduğu özerk bir sisteme kavuşturulmuştur. Bunun yanı sıra 1930 anayasasında bölgenin diğer bölgeler karşısında özerkliği kabul edilmiş, kendi hukukunu oluşturmasına müsaade edilmiştir. 

Bölgenin yönetimi konusunda yerele yetki tanınmıştır. Eğitim dilinin Arapça ve Fransızca olması öngörülmüştür. Ancak buda yine Dürziler tarafından kabul görmemiştir.113 

Dürziler 1942’de Suriye’ye dahil edildikten sonra 1944’ten itibaren Ulusal Blok ile ilişkilerini geliştirdiler ve Blok’a Suriye ile tam katılım konusunda öneri götürdüler. Buna karşın Dürziler Suriye’nin bağımsızlığından sonrada merkezin bölge siyasetine müdahalesine sürekli direnmişlerdir.114

Çıkan isyanlar sonunda Fransa yalnızca askeri yöntemlerle ülkenin yönetilemeyeceğini görerek siyaset değişikliğine gitti ve ülke ve yerel yönetimde siyasilerle işbirliğine girmeye çalıştı. Artık Suriyeliye rağmen Suriye’yi yönetmek yerine, ülke Suriyeli ile işbirliği içerisinde yönetilmeliydi. Bu politika çerçevesinde 1928 yılında Suriyeli yerel eşrafın ve bu eşrafa mensup siyasilerin oluşturduğu Ulusal Blok, bağımsızlığa kadar olan süreçte siyasal hayatta halk ve Fransız manda yönetimi arasında aracı kurum olarak önemli rol üstlenmiştir.115 Bu grubun mensupları milliyetçiydiler, ancak ülkenin geleceğindeki yerlerini ve mevcut konumlarını garanti altına almak istemekte ve bunun yolunu da Fransa ile sınırlıda olsa işbirliğinin devamında görmekteydiler. Bu çerçevede kendilerine rakip olabilecek örgütlenmelere müsaade etmeyeceklerdi.116 Ancak Fransa’nın kendi 
personeli dışında hiçbir kesime bağımsız karar alma yetkisi vermemiş olması, bu grupları devlet tecrübesinden yoksun bırakıyordu.

“Büyük İsyan” yalnızca Fransız manda rejimini zora sokmamış, devlet yönetiminde de krize neden olmuştu. İsyanın başlamasının ardından aynı yılın Aralık ayında Subhi Bey devlet başkanlığı görevinden istifa etti ve yerine Nisan 1926’da Ahmad Nami seçildi. Fransız Yüksek Komiseri Auguste Henri Ponsot Tac al Din al-Hasani’yi başbakan olarak atadı.117 İsyanın bastırılmasının ardından siyasi ortamı yumuşatmak gayesiyle Fransa yeni meclis seçimlerine ve anayasa hazırlanmasına onay verdi. Nisan 1928’de Meclis seçimi yapıldı ama Anayasa Komisyonu’nun Ağustos 1928’de meclise sunduğu anayasa teklifi Fransız Yüksek Komiseri tarafından kabul edilmeyince Mayıs 1930’da komisyon dağıtıldı. Kısa süre sonra Fransız Yüksek Komiserinin sunduğu seçilmiş bir meclis ve meclisin seçtiği bir cumhurbaşkanını esas alan anayasa teklifi kabul edilince Aralık 1931 
ve Haziran 1932 tarihinde seçimler yapılarak Muhammed Ali al-Abid Haziran 1932’de cumhurbaşkanı oldu.118 Aynı yılın Temmuz ayında Suriye Devleti’nin adı “Suriye Cumhuriyeti” olarak değiştirildi. Ancak Ülkedeki ekonomik sorunlar ve artan işsizliğe Ulusal Blok’un çözüm üretememesi 1930’da Milliyetçi Hareketler Birliği’nin kurulmasına neden oldu. Milliyetçi görüşleriyle öne çıkan Birlik, Ulusal Blok’un Fransa ile olan ilişkisine karşı çıkarak onları Fransa ile olan ilişkilerde daha sert tutum takınmaya zorladı.119

Ulusal Blok toplumun gözünde kan kaybederken Ocak 1936’da manda rejimi de 
tutumunu sertleştirerek Blok’un Şam ofisini kapatıp iki üyesini tutukladı.120 Bu tutum, Ulusal Blok’a toplum gözünde kaybolan etki ve prestijini yeniden kazanma şansı verdi. 
Bundan cesaret alan Ulusal Blok’un genel grev çağrısında bulunmasıyla başlayan grevler Mart ayına kadar devam etti. Ülkenin Şam, Hama, Humus, Deyr el Zur başta olmak üzere farklı bölgelerinde çıkan gösterileri Fransız güçlerinin şiddet kullanarak bastırmayı tercih etmesi yüze yakın Suriyelinin ölümüne neden oldu. Fransız hükümeti aynı yıl içerisinde Şam, Hama, Humus ve Halep’te sıkıyönetim ilan ederek gösterileri durdurmaya çalıştı. 

Daha sonra Ulusal Blok’un önde gelen iki lideri Cemil Merdam ve Nasil al-Bakri’yi tutuklayarak sürgün etmesine karşın manda rejimi olayları kontrol altına alamadı. Bunun üzerine Fransızlar siyaset değiştirerek uzlaşma yönünde adım atmaya karar verdi. 

Bu amaçla Hasani hükümeti istifa ettirilerek yerine Ata al-Atasi liderliğinde milliyetçi bir kabine kurduruldu.121 Bu tutuklamalardan bir ay sonra Fransa’da yeni kurulan sosyalist Leon Blum hükümeti Ulusal Blok’la görüşmeyi kabul edince Paris’te konuyla ilgili görüşmeler yapılarak bir uzlaşıya varıldı. Bunun üzerine Mart başında Ulusal Blok grevlerin sonlandırılması çağrısında bulundu.122 Böylece aynı yılın Eylül ayında Fransa ve Suriye hükümetleri arasında Fransa-Suriye Dostluk ve İttifak Antlaşması imzalandı. 

Antlaşmaya göre Fransız mandası üç yıl içerisinde kaldırılacaktı.123 Manda yönetiminin kalkmasıyla birlikte 30 Kasım’da yeni meclis seçimleri yapılarak Aralık’ta Ulusal Blok lideri Haşim al Atassi devlet başkanı olarak seçildi.124 Attaside Cemil Merdam Bey’i hükümeti kurmakla görevlendirdi.

Ancak Alevi bölgelerinin de Suriye sınırlarına dahil edilmesi Aleviler arasında tepkiye neden olacaktı. Alevi önderleri Şubat 1936’da Suriye ile birleşme konusunu görüşmek için Tartus’da bir araya gelerek Fransa yardım etmese dahi Suriye ile birleşmeye karşı direnme yönünde karar aldılar. Buna karşın dini önderler uzlaşma yanlısı tavır aldıkları, hatta birleşmeye destek veren bir fetva yayınladıkları için ciddi bir Alevi direnişi olmadı. 

Ancak bu fetvayı tüm Alevi aşiret liderleri kabul etmeyecekti. Bu birleşmeye karşı olanlar Haziran 1936’da Leon Blum’a mektup göndereceklerdi. Mektuba imzalarını koyanlar arasında Süleyman al Murşid ve Hafız al Esed’in babası Süleyman el Esed’de bulunmaktaydı.125 

Daha sonra Aleviler Süleyman al Murşid önderliğinde Temmuz 1939’da 
ayaklandılar. Bu ayaklanma sonuç verdi ve Fransız Yüksek Komiserinin Alevi bölgesinin Suriye’ye dahil edilmeyeceğini açıklamasıyla isyan son bulacaktı.126
Suriye Ulusal Meclisi’nin Aralık 1936’da kabul ettiği antlaşma, Fransa Ulusal Meclisinde koloni yanlılarının engeline takılır, ardından Haziran 1937’de Blum hükümeti iktidardan düştü. Yeni hükümet bu antlaşmaları eleştirirken 1939’da II. Dünya Savaşı’nın yaklaşmasını gerekçe göstererek antlaşmanın mecliste reddedilmesini sağladı. Aynı yıl içerisinde Hatay’ın Türkiye’ye katılması nedeniyle Suriye’de hükümet istifa etti. Bunu 7 Temmuz 1939’da Attasi’nin istifası takip edecekti. Bunun üzerine Suriye Yüksek Komiseri Gabriel Puaux meclisi feshetti. 
Bu sırada Fransa Almanya tarafından işgal edilmiş ve Almanların atadığı Mareşal Philippe Petain’in Vichy127 (Fransız Devleti) tarafından yeni bir hükümet kurulmuştu. Dolayısıyla Suriye mandası Temmuz 1940’ta Vichy Fransa’sına  bağlandı ve Aralık başında da Henri Dentz yeni yüksek komiser olarak atandı.128 

Bundan bir yıl sonra 1941’de General Charles de Gaulle’e bağlı “Hür Fransa” ordusu ve İngiliz ordusu Vichy hükümetine bağlı güçleri yenince Suriye yeniden manda rejiminin kontrolüne girdi. Charles de Gaulle-Winston Chirchill görüşmesin de de Gaulle Suriye konusunda “beklemeksizin” bağımsızlık sözü verince eylülde Fransız Yüksek Komiseri Georges Catroux Suriye’nin bağımsızlığını ilan etti.129

Mart 1943’te Anayasanın düzenlenmesi ve yeni meclis seçimlerinin yapılması kabul edildi. Yapılan seçimlerden milliyetçi kesimler zaferle çıkacaklardı.130 
Meclis Şükrü el Kuvvetli’yi devlet başkanı olarak seçti; ancak de Gaulle için Suriye ve Lübnan’da Fransız hâkimiyetine son veren bu gelişmeler kabul edilebilir değildi. Fransızlar çıkarları korunmadan iki ülkeyi de terk etmek niyetinde değildi. Bu nedenle Fransa’nın Mayıs 1945’te ülkedeki askeri mevcudiyetini artırma gayreti halkın tepkisine neden oldu. Bunun üzerine Fransa 1925’te yaptığına benzer şekilde, Şam’ı yine bombardımana tuttu. Bombardımanda 400 kişinin hayatını kaybetmesi İngiltere’nin tepkisini çekince Fransa her iki ülkedeki askeri varlığını sona erdirmeye karar verdi. Böylece Suriye ve Lübnan 1946’da bağımsızlıklarını kazanmış oldular.131 

Bağımsızlık milli bir uyanış neticesinde oluşan milliyetçi bir direnişin sonucu olmamış, ülke dışında oluşan yeni siyasi dengelerin sonucu olmuştur. 

Sonuç

Ortadoğu tarihten günümüze önemli uygarlıkların kurulduğu yer olmuştur. Uygarlıkların gücü, bölgeye sahip olmalarıyla tanımlanmıştır. Toplumlara sunduğu bolluk nedeniyle Suriye’nin de içinde olduğu bölgeye Bereketli Hilal adı verilmiştir. Bu nedenle bölge tarihin en eski ve uzun uygarlıklarına ev sahipliği yapmıştır. Üç semavi din bu bölgede doğmuş, bölgenin bereketine sahip olma isteği büyük ve kanlı savaşlarında nedeni olmuştur. Bölgenin uygarlık tarihi MÖ 3500’lerde Sümer kent devletleriyle başlamış, kurulmuş olan medeniyetlerin ihtişamı bölgeye yeni uygarlıkları çekmiştir. Semavi dinler için kutsal olan yerlerin bu topraklarda, hatta Kudüs gibi aynı yerde bulunması güçlü uygarlıkların bölgeye hâkim olma isteklerinin önemli bir nedeni olmuştur. Bölge “doğunun zenginliğine” ulaşmak isteyen insanların güzergâhında yer alması nedeniyle de çeşitli mücadelelere sahne olmuştur.

Suriye Bereketli Hilal’in merkezinde yer alan coğrafi konumu itibarıyla tarih içerisinde önemini sürekli muhafaza etmiştir. Akdeniz’e açılan kıyılarıyla denizci kavimlerin ilgisini çekerken stratejik konumuyla da doğudan batıya ve batıdan doğuya doğru ilerleyen fatihlerin güzergâhı olmuştur. Suriye, kutsal yerlere ulaşmadaki önemli konumu nedeniyle Hıristiyanlar ve Müslümanlar için hayati öneme haiz olmuştur. Hz. İsa ile birlikte Hıristiyanlıkla tanışan bu bölge altıncı yüzyılın son çeyreğinde İslamiyet’in doğuşuna ve kısa süre içinde Bereketli Hilal’in tümüne yayılmasına şahit olmuştur. Yine bu bölge Müslümanlar için kutsal olan Mekke ve Medine’nin yolu üzerinde olması ve Kudüs’ü kontrol edebilir konumu nedeniyle tüm İslam uygarlıklarını buraya sahip olmaya ve muhafaza etmeye sevketmiştir. Sekizinci yüzyıldan itibaren İslam coğrafyasında Sünni-Şii mücadelelerinin de merkezinde yer alan Suriye, sekizinci yüzyılın ikinci yarısında Emeviler’e ev sahipliği yapmıştır. Emeviler’den sonra farklı Müslüman devletlerin kontrolüne geçen bölge onbirinci yüzyılın son çeyreğinde bu toprakları geri almak isteyen Hıristiyanlara karşı İslam dünyasının verdiği savaşın en stratejik alanı olmuştur. Dini gerekçeler kadar “doğunun zenginliğine” ulaşma hayaliyle iki asır kadar devam eden Haçlı Seferleriyle sürekli el değiştiren Suriye, 13. yüzyılın ikinci yarısından itibaren ise Mısır Memlukluları’nın hâkimiyetine girmiştir. Suriye 16.yy’ın ilk çeyreğinden itibaren ise dört asır boyunca Osmanlı egemenliği altında kalmıştır.

Osmanlı döneminde Blad üş Şam, (Şam şehri) Büyük Suriye’nin merkezi olarak 
devletin önem verdiği bir yer olmuştu. Bunun farklı nedenleri vardı: Osmanlının kutsal mekanlara gösterdiği hassasiyet ve haccın güvenliğinin sağlanması açısından Şam önemliydi. Ayrıca doğu-batı ticaretinin güzergahında bulunması ve Akdeniz’e hakim olmak ve kontrol etmek açısından taşıdığı stratejik önem nedeniyle Suriye, merkezin doğrudan kontrolünde tutulmaya çalışılıyordu. Osmanlının zayıflamasına paralel olarak 19. yüzyılda bölgeye Batılı ülkelerin ilgisi artmış ve misyonerlik faaliyetleri bu dönemde etkin olmuştu. Fransız İhtilali ile Avrupa’yı etkilemeye başlayan milliyetçi fikirler, 19. yüzyılda Osmanlı Ortadoğu ’suna doğru yayılım gösterdi. Hiç kuşkusuz bu fikirlerden ilk olarak Osmanlıya dini bir bağlılık hissetmeyen Hıristiyan halk etkilendi. 
Rusya ve Fransa Hıristiyan halk üzerinden bölgeyi sömürgeleştirmeye çalışıyorlardı. 
Osmanlı devletinin bu girişimlere karşı önlem olarak ilan ettiği Tanzimat Fermanı 
ve Islahat Fermanı gibi dönem Avrupa’sının değerlerini ülke halkına kazandırma gayreti olumlu sonuç vermemiş, aksine ülkedeki uygulamalara Batının daha fazla müdahil olmasına yol açmıştı. Ancak bu yenileşme adımları Hıristiyan halkın Batı ile daha sıkı ilişki içine girmesine, ticaret yoluyla ekonomik durumunun Müslüman halka göre daha iyi konuma ulaşmasına yardımcı olmuştu. Bu ıslahatlarla Müslüman halkın gayrimüslimlerle özellikle vergilendirmede eşit hale gelmesi tüm kamu yükümlülüklerinin kendileri tarafından yerine getirildiğini düşünen Müslüman halkın tepkisini çekti ve bunun sonucu olarak 1860 Lübnan olayları meydana geldi. Lübnan olayları, Batının daha fazla müdahalesine zemin hazırlamış, Hıristiyanlar arasında artan milliyetçi fikirler yanında, ayrılık isteyen görüşlerde dile getirilmeye başlanmıştır. Arap halkı arasında her ne kadar 20. yüzyılın başına kadar ayrılık yönünde fikirler dile getirilmese de milliyetçi görüşler belirli aydın çevreler arasında bu dönemde gündeme getirilmiştir. Yalnız bu fikirler ayrılık etrafında oluşmamış Arap kimliğinin de tanındığı, dinin birleştirici yönüne atıfta bulunulan Batı karşısında Doğu’nun savunulması yöntemini İslam Kardeşliğinde arayan bir milliyetçilik olmuştur. 

Kuşkusuz bu fikirler Suriye’de de aydın çevreleri etkiliyordu. II. Abdülhamid’in 
Panislamizm çerçevesinde halifelik makamını kullanarak, en azından Müslüman halkı bir arada tutma gayretinin bazı olumlu sonuçları olsa da İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin ülkedeki sorunu II. Abdülhamid’in idare şeklinde görerek müdahale etmesi, yönetimde sorunlara neden oluyordu. 20 yüzyılın başından itibaren etkinliğini artıran İTC’de panislamist bir politika takip etmeye çalıştı, ancak iktidarı ele geçirdiği 1908’den sonra bu siyasetten uzaklaşmaya başladı. Bunda Müslüman halkın bir arada tutulmasında bu siyasetin etkisini yitirdiğini düşünerek Türkçülük yanlısı fikirlere dönmesi kadar, özellikle Cemal Paşa’nın ayrılık yönündeki fikirleri şiddetle bastırmaya çalışmasının da etkili olduğu yönünde görüşler vardır. Bu dönemde Suriye’deki milliyetçi söylemler Arap kimliği ve Müslüman birliği etrafında gelişmekteydi. Bu söylemlerden cesaret alarak gerçekleştirilen Şerif Hüseyin’in faaliyetleri ve yereldeki diğer milliyetçi eylemler, bu kesimlerin kendi çıkarları etrafında geliştiği için genel bir milliyetçi başkaldırı veya örgütlenme  boyutuna ulaşamamıştır.

Osmanlı’dan Mondros Mütarekesi ile ayrılan Suriye bağımsızlığını elde edememiş 
ve 1920’de Fransız manda rejimi altına girmiştir. Fransa’nın “böl ve yönet” siyaseti kapsamında ülkeyi ayrı küçük devlet ve birimlere ayırması ulus bilincinin oluşmasına kuşkusuz engel olmuştur. Ancak bu yönetim anlayışı Sünni çoğunluk karşısında kimliklerini korumak isteyen başta Aleviler olmak üzere diğer etnik azınlıklardan destek görmüştür. 

Buna karşın Fransız manda yönetimini sarsan 1925 isyanı bir Dürzi isyanı iken, 1919 ve 1939 isyanları ise Alevi isyanları olmuştur. Dürzi isyanı Osmanlı yönetimi döneminde de facto bir bağımsızlık içerisinde yaşayan Cebel Dürüz’de Fransızların otorite kurmak istemesinden kaynaklanmıştır. 

1919 Salih al-Ali isyanının milliyetçi bir yönü olsa da asıl amaç etnik kaygılarla 
bölgenin korunmasıydı. 1939 isyanı ise Suriye’nin birleşmesiyle konumlarını kaybedeceklerini düşünen Aleviler tarafından mevcut bölünmüş yapının savunulması amacıyla çıkarılmıştır. Osmanlı döneminde yerelde söz sahibi olan büyük ailelere mensup Suriyeli siyasetçiler, her ne kadar milliyetçi fikirleri savunsalar da Suriye’nin geleceğinde de konumlarını muhafaza etmeye çalışmışlardır. Bu siyasi kaygılar onları Fransa ile işbirliği içerisinde hareket etmeye sevketmiş, buda zaten etnik kaygılarla bölünmüş olan toplumun topyekün milliyetçi bir irade ortaya koymasına, örgütlenmesine ve başkaldırmasına mani olmuştur.

Fransa manda rejimi sayesinde Suriye’yi istediği gibi yönetmiş, yöntem olarak da 
diğer ülkelerde de kullandığı “böl ve yönet” siyasetinden faydalanmıştır. Esasında manda rejimi Milletler Cemiyeti’nin kurucu sözleşmesinin 22. Maddesinde yer alan bir yönetim sistemidir. Üç tip manda sistemi öngörülmüş ve Osmanlı’dan ayrılan toplumlar (A1 Tipi) “bağımsızlık düzeyine erişmiş olan devletler” olarak tanımlanmış ve bunların kendi kendini yönetecek olgunluğa erişine kadar bir mandater devletin tavsiye ve yardımlarını almaları öngörülmüştür. Yani manda sistemi bu durumdaki ülkelerin bağımsızlığa geçişlerinde bir aşama olarak kabul edilmişti. Ancak Fransa’nın Suriye ve Lübnan’daki uygulamaları bunun tam aksi olmuş, sivil bürokrasinin oluşmasına imkân verilmemiş, ulusal bilincin uyanmasına mani olmak için mevcut etnik bölünmüşlük kalıcı hale getirilmiştir. 

SURİYE SİYASİ TARİHİ. BÖLÜM 2

SURİYE SİYASİ TARİHİ. BÖLÜM 2


SURİYE SİYASİ TARİHİ,Zafer YILDIRIM,Sykes-Picot, Hac Yolu, Mekke,  Medine, Memluklular,İttihat Terakki Partisi,


3. Sykes-Picot’dan Bağımsızlığa Suriye

3.1. 1916-1920 Dönemi Suriye


Osmanlı devleti I. Dünya Savaşına dahil olmadan önce İngiltere’nin bölgeyle ilgili 
bir planının olmadığı anlaşılmaktadır. 1912 yılında Şerif Hüseyin’in oğlu Abdullah 
Kahire’de İngiltere’nin Mısır Büyükelçisi Horatio Herbert Kitchener’la görüşmesinde Osmanlı ile yaşadıkları sorunu dile getirerek bu sorunun Şeriflik makamının yetkilerinin alınmak istenmesinden kaynaklandığını ileri sürdü. Lord Kitchener’in buna cevabı ise mevcut yapıya olan desteklerini yinelemek, ama daha ileri bir destek vaadinden kaçınmak şeklinde oldu. Ancak iki yıl sonra İngiltere’nin Osmanlı siyasetinde değişiklik olacaktı. 

Abdullah ile İkinci defa, bu kez Mısır Yüksek Komiseri olarak Kahire’de 1914’te 
görüşen Lord Kitchener, kendi iktidarını muhafaza ve genişletme gayretinde olan Şerif Hüseyin’e daha sıcak mesajlar verdi. Görüşmede Hüseyin kendisine destek verildiği takdirde Osmanlı’ya karşı isyan edebileceği mesajını vermişti.71

I. Dünya Savaşı başlamadan önce İngiliz yönetiminin Ortadoğu ile ilgili planlarında aşılması gereken iki sorun vardı: İlki Fransa’nın da Ortadoğu’yu istemesi, ikincisi ve belki de daha kolayı halife karşısında denge oluşturabilecek etkili bir isim bulmak. İngiltere, Fransa’nın Büyük Suriye’yi istediğini bilmekte ancak bunu çıkarına uygun görmemekteydi. 

Çünkü Ortadoğu’da Fransa gibi güçlü bir devletin varlığını istemiyordu. Kitchener 
Kasım 1914’de, Savaş Bakanı olduktan üç ay sonra yazdığı bir raporda Fransızların bölge konusundaki beklentilerinden vazgeçirilmesi karşılığında onlara Kuzey Afrika’dan tatmin edici bir yer verilmesini ve buranın İngiltere’nin himayesinde kurulacak Arabistan merkezli, halifelik yetkileriyle de donatılması düşünülen Arap krallığına bağlanmasını önerdi. Muhafazakâr Parti’den Avam Kamarası üyesi Mark Sykes Suriye konusunda Fransa’nın ikna edilebileceğini, ancak Fransa’nın Lübnan Dağı’ndan, yani Maruni bölgesinden vazgeçmeyeceğini düşünüyordu. Ona göre Rusya’nın baskısını üzerinde hisseden İstanbul’daki halife yerine İngiltere’nin himayesinde Arabistan’da bir halife olması İngiliz çıkarlarına daha uygundu.72 Fransa ise bu dönemde İngilizlerin Suriye’yi işgal planı olduğuna inanıyor ve Suriye’yi onlardan önce işgal etmeyi düşünüyordu. İki ülke arasındaki bu yanlış algılamalar Fransa Dışişleri Bakanı Theophile Delcasse’nin İngiltere 
Dışişleri Bakanı Edward Grey ile Şubat 1915’teki görüşmesinde düzeltilecekti. Görüşmede İngiliz tarafı, Fransa’nın Suriye’deki emellerine karşı çıkmayacaklarını belirtirken bütünlüğünün halen iki ülkenin de çıkarına olduğu konusunda görüş birliğine vardılar.73

İngiltere’nin bölgeyle ilgili ikinci adımı ise halife karşısında denge oluşturabilecek 
etkili bir isim aramak oldu. Mekke Şerifi Hüseyin aranılan niteliklere uygun gözükmekteydi. 
Şerif Hüseyin İbn Ali Mekke Emiri’ydi. Emirler Osmanlı padişahı tarafından peygamber soyundan geldiği düşünülen aileler arasından seçilirdi. Seçilen kişi Şerif unvanını alarak Mekke ve Medine’nin koruyucusu olurdu. Esasında bölgenin yönetimi Hicaz valisinin elindeydi. Valiye verilen ayrıcalıklı yetki bu iki kente duyduğu saygıdan kaynaklanıyordu.74 

II. Abdülhamid’in tehlike oluşturabilecek kişileri ya güç yoluyla etkisiz hale 
getirme ya da mevki vererek bağlılığını sağlama siyaseti kapsamında Haşimi olan, yani Mekke Şerifleri ailesinden gelen Hüseyin ibn Ali üç oğlu; Ali, Faysal ve Abdullah ile uzun bir süre İstanbul’da yaşamak zorunda kalmıştı.75 Ardından 1908 yılında Mekke-Medine emirliğine getirilmişti. Emirliğe getirildikten sonra Hüseyin mevcut iktidar boşluğundan yararlanarak daha fazla özerklik ve yetki peşinde koşmaya başladı. Onun hedefi elindeki yetkinin sürekli olarak ailesinde kalmasını sağlamaktı. 1908’de yönetimi doğrudan ele geçirecek olan İTC Hüseyin’in faaliyetlerinden şüphelenirken, Hüseyin de İTC’ye mesafeli duruyor ve zaman kazanmaya çalışıyordu. Hüseyin, oğlu Abdullah’ı İngiltere’nin Mısır Yüksek Komiseri Lord Kitchener’la Osmanlı savaşa katılmadan önce görüştürerek kendi iktidarı için siyaset belirlemeye çalıştı. Görüşmede Hüseyin destek verildiği 
takdirde isyan edebileceği mesajını verdi. Bu görüşmeyi Mısır İngiliz Yüksek Komiseri Henry McMahon’la sekiz ay içinde yazılmış toplam on altı mektuptan oluşan bir yazışma trafiği takip etti.76 Hüseyin bu mektuplarda Büyük Suriye, Irak’ın bir bölümü ve Türkiye’den de Mersin ve İskenderun’un da içinde olduğu bir bölgeyi isteyecekti. İngiltere Büyük Suriye içerisinde yer alan Lübnan, Suriye, Mersin ve İskenderun’u Fransa’nın da istemesi nedeniyle vermeye yanaşmazken Suriye’nin batısındaki bölgelerin de verilemeyeceğini belirtti. Burada kastedilenin Filistin mi yoksa Lübnan mı olduğu belirsiz kaldı.77 

Hüseyin eğer isterse İngiltere’nin Fransızları bölgedeki taleplerinden vazgeçirebileceğini düşünüyordu. Oysa McMahon-Hüseyin mektuplaşmaları başladıktan iki ay sonra Mayıs 1916’da İngiliz Mark Sykes ve Fransız Georges Picot savaştan sonra Ortadoğu’yu nasıl paylaşacakları konusunda gizli bir antlaşmaya varmışlardı.78 Sykes-Picot antlaşmasına göre, bugünkü Lübnan ve Suriye Fransız nüfuz alanına bırakılıyordu. Picot Suriye’yi ve Filistin’i “Ortadoğu’nun Fransa’sı” olarak görüyordu. Fransızlara göre Ortadoğu’nun üçüncü kutsal kenti Şam’dı, başka bir gücün eline bırakılamazdı ve zaten Suriyeliler de Fransız yönetimini istiyorlardı.79 Oysa Suriye halkı Maruniler hariç Fransızları kesinlikle istemiyordu.  Picot Suriye kıyıları ve Lübnan’ı isterken, Suriye’nin iç bölgeleri için de 
Fransa’nın himayesinde bir yönetim arzuluyordu. Sykes ise Hüseyin’in isyan başlatması için Suriye’de bir Arap krallığı kurulması konusunda Picot’un onayını almayı ve Fransa’yı Musul’a kadar sokarak kendi İngiliz bölgeleri ile Rusya arasında tampon bir Fransız bölgesi bulunmasını istiyordu. Antlaşma her iki tarafı da tatmin edici nitelikteydi. Fransa kendi etki sahasında bir Arap krallığına evet derken, Lübnan’ın ve Suriye kıyılarının kontrolünü ele alıyordu.80 İngiliz hükümeti bu antlaşmayı Şerif Hüseyin’den gizleyecekti. 

Şerif Hüseyin’i kaygılandıracak ikinci gelişme de yine aynı ay içinde gerçekleşecekti. 
İngiliz Dışişleri Bakanı Arthur Balfour’un tarihe Balfour Deklarasyonu diye geçecek olan Siyonist İngiliz vatandaşı Lord Rorthchild’e gönderdiği mektuptu. Mektupta Yahudilere Filistin’de “ulusal yurt” kurmaları konusundaki hükümetinin kararını dile getiriyordu. 
İngiltere Hüseyin’i Yahudilere yurt verilmesinin devlet kurma anlamına gelmeyeceği ve İngiltere’nin bu yönde bir siyaseti olmadığı yönünde ikna edecekti.81   McMahon-Hüseyin görüşmelerinin başladığı dönemde Suriye valiliğine atanan Cemal Paşa, Ocak 1915’te bölgeye geldiğinde Türklerin ve Arapların kardeş olduğuna vurgu yaptı. Bu yumuşak güç siyaseti, Arapların Osmanlı’ya karşı faaliyetlerini artırdıkları haberleri sonrasında gelmiş ve bu faaliyetlerin azalmasında olumlu etkileri olmuştur. 

Ancak Fransız konsolosluğunda ele geçirilen belgeler delil gösterilerek Ağustos 1915 - Mayıs 1916 arasında Şam ve Beyrut’ta halkın önünde otuzdan fazla idam gerçekleştirildi. Ordudaki Araplar bölgenin dışına çıkarılırken bunların yerine Türk birlikleri getirildi.82 

Cemal Paşa’nın bu idamları müteakip Şerif Hüseyin’le irtibatlı olduğu düşünülen el Ahd ve el-Fatat’ın Şam’daki örgütlenmelerini dağıtması ve tutuklamalara başlaması Hüseyin’i daha da kaygılandırdı; çünkü oğlu Faysal Mayıs 1915’de yaptığı Suriye gezisinde bu örgüt mensuplarıyla bir araya gelmişti. Tutuklananların kendisinin faaliyetleri hakkında bilgi vermesinden korkuyordu.83 

Tutuklananların bırakılması konusundaki girişimleri kendisi üzerindeki şüpheleri 
artırdı. Cemal Paşa’nın Beyrut ve Şam’da yirmi bir kişiyi daha idam etmesi üzerine isyana karar vererek İngilizlerden aldığı elli bin altın lira ile Haziran 1916 başında isyan başlattı. Hüseyin’in İngilizlere kendi liderliğinde yüz binden fazla kişiyi toplayabileceğini iddia etmesi gerçeği yansıtmıyordu. Etrafında toplanan birliklerin sayısı birkaç bini geçmezken, bu birlikler eğitimden ve teçhizattan yoksundular. İngilizler bu birliklerin düzenli ordu karşısında başarı şanslarının olamayacağını görüyorlardı. Birliklerin teşkili için bile önemli miktarda bir para harcanmıştı. Bu miktarın bugünkü değerle 400 milyon sterlin olduğu tahmin edilmektedir. İngiltere şunu da anlıyordu: Hüseyin milliyetçi değildi, kendi iktidarını genişletme peşinde koşan, ancak gücü olmayan bir liderdi.84 Şerif 
Hüseyin’in başlattığı isyan Arap halkında bir coşku yaratmasa da Hicaz demiryolunun korunması açısından önemli miktarda bir askeri ki bunun 30.000 olduğu ifade ediliyor, bölgede tutarak İngiltere’ye yardım etmiş oldu.85
1917 sonbaharında General Edmound Allenby komutasında Filistin üzerinden başlayan ve bir yıl süren İngiliz saldırısı sonucunda Eylül 1918’de Suriye, İngilizlerin eline geçti. Ancak, Şerif Hüseyin’in Suriye sevinci uzun sürmedi. 1917’de savaştan çekilen Rusya’da yeni Bolşevik rejim Sykes-Picot antlaşmasını deşifre etti. Cemal Paşa bu durumu Kasım 1917’de Araplara bildirince Şerif Hüseyin’in kaygıları arttı. İngiltere ise bunun Rusya’nın da dahil olduğu eski bir metin olduğunu iddia ederek Şerif Hüseyin’i iknaya gayret etti. Bu gelişmeler Şerif Hüseyin’in oğlu Faysal’ı ve onu destekleyenleri fazla mutsuz etmeyecekti. 86 Suriye’nin yolu açılmış görünüyordu. General Allenby Faysal’a bağlı birliklerin Suriye’ye önden girmesine ve bayraklarını dikmelerine izin vererek Faysal’ın coşkusuna yardımcı olurken bu bayrak daha sonra Beyrut’ta Fransa’nın isteği 
ve Allenby’nin emriyle indirilecekti.87 

Ancak İngiltere bölgeyi Fransa’ya değil, Şerif Hüseyin’e verme gayretindeydi. 
İngiltere Başbakanı Llyod George, Sykes-Picot antlaşmasıyla Fransızlara verilen Suriye’nin Faysal’a verilmesini ister ve bu antlaşmansın artık geçersiz olduğunu savunacaktı. 
Ancak onun amacı bağımsız Faysal’ın yönetiminde ama İngiltere kontrolünde bir Suriye görmekti. Dönemin İngiliz Dışişleri Bakanı ve Hindistan eski valisi Lord Curzon’da, Suriye’nin Fransa elinde olmasının Hindistan için bir tehdit olduğunu dile getirecekti. İngiltere’de basına verilen bir bildiride Suriye’ye giren birliklerin Faysal’a bağlı gönüllü Suriyelilerden oluştuğu bilgisi veriliyordu. Amaç, Wilson prensipleri doğrultusunda halkın Faysal liderliğinde bağımsızlık istediğini vurgulamaktı.88 Fransız basınında ise İngilizlerin bölgeyi ellerinde tutabilmek için süreci olabildiğince uzattıkları yönünde haberler yer alacaktır.89 Savaş sonrası dünyanın konuşulduğu Paris Barış Konferansı’a zoraki davet edilen Faysal istediği desteği alamayacaktı. Lloyd George’un ABD Başkanı Woodrow Wilson’ın “kendi kaderini tayin” ilkesini öne sürerek Fransa’yı zorlama gayreti Fransa’nın tepkisini çekecekti. Faysal’ın yerli halkın isteklerinin tespiti için komisyon kurulması önerisi ABD’nin baskısıyla kabul edilecek, ancak daha sonra ABD hariç diğer ülkeler komisyondaki üyelerini geri çekeceklerdi. Amerika’nın komisyon üyeleri Henry 
King ve Charles Crane çalışmalarına devam edecektir. Komisyon çalışmalarının sonunda halkın bölgede bir manda rejimi istemediği, İngiltere ve ABD’nin dışarıdan desteğine sıcak bakabilecekleri ancak Fransa’nın varlığına ve desteğine ise karşı oldukları sonucuna varacaktı. Ayrıca mevcut Yahudi yerleşim politikasında acilen değişmesi gerektiği sonucuna varacaklardı. Rapor İngiltere ve Fransa tarafından görmezden gelinecek, ABD’de II. Dünya Savaşı’na kadar kıtasına döneceği için İngiliz-Fransız bölge siyasetinin önünde engelde kalmayacaktı.90
İngiltere Suriye içine Fransız birliklerin girmesine engel olurken Suriye de Faysal 
taraftarları onun yokluğunda seçim yapacaklardı ve toplanan Genel Suriye Kongresi Sykes-Picot antlaşmasının hükümlerinin ve Balfour Deklarasyonu hükümlerinin yok sayılması çağrısında bulunacaktı. İngiltere Faysal’a konuyu Fransa ile görüşmesini tavsiye edecek ve 6 Ocak 1920’de Paris’te Fransa Cumhurbaşkanı Georges Clemenceau ile yaptığı görüşmede kıyıların Fransa’ya ait olacağını ve iç bölgelerde ise Fransa desteğinde bir devletin kurulması konusunda anlaşmaya varacaklardı.91 

Ancak Faysal’ın yokluğunda Suriye’de yerel eşraftan ileri gelenler ve Osmanlı döneminde yönetimde yer alanlar kesimler bir parti kurmuşlardı. Kurulan Ulusal Parti, Suriye Kongresi’nde ağırlıklı grubu oluşturuyor ve tam bağımsızlık istiyordu. Milliyetçilerin baskısı karşısında Faysal, Suriye Kongresi’ni 6 Mart’da toplantıya çağıracak, toplantı sonunda 8 Mart 1920’de Lübnan ve Filistin’in de dahil edildiği “Suriye’nin Bağımsızlık Deklarasyonu” alkışlar arasında kabul edilecektir. 

Suriye’nin yeni hükümeti de Ali Ridha al Rikabi’nin başbakanlığında 
kurulacaktı.92 Fransa ve İngiltere’nin sert tepkisine neden olan bu bağımsızlık ilanı karşısında 22 Mart’da Lübnanlı Hıristiyanlarda, Lübnan’ın Suriye’den bağımsız olduğunu ve Lübnan’da Fransız mandasını kabul ettiklerini ilan ederler. 25 Nisan 1920’de San Remo Konferansı’nda Suriye ve Lübnan’ın Fransız mandası Filistin’in Suriye’den ayrılarak Irak ile birlikte İngiliz mandasına bırakıldığı kararı alınacaktır. Bu Faysal’ın Fransa’ya karşı siyasi olarak mücadele etme yönündeki ümitlerini bitirirken her iki taraf içinde sorunun çözümü için yalnızca askeri alternatif kalacaktır.93 San Remo’da alınan kararlara 8 Mayıs’da Suriye Kongresi Suriye’nin tam bağımsızlığı yönünde yeniden karar alarak cevap verir. Bu dönemde 2 Mayıs’ta hükümet değişmiş ve Fransa karşıtlığıyla bilinen Haşim al Atasi kabinesi kurulmuştur.94 Fransa bu dönemde genelde bekle gör siyaseti takip etmiştir. Bunun nedeni askeri olarak yeterli birliğinin olmaması ve Türkiye’de Güneydoğu Anadolu’da başlayan direnişte zorlanmaları ve iki cephede birden savaşmak 
istememeleridir. 1 Haziran 1920’de Ankara hükümeti ile ateşkes konusunda antlaşmaya varmaları Fransa’yı Suriye konusuna daha ağırlık vermelerine imkan sağlamıştır.95 
Fransa Beyrut’da bulunan Suriye Yüksek Komiseri General Gourad tarafından Faysal’a birbirini takip eden dört ültimatom verilecektir. Faysal, Suriye Kongresi’nin kınamaları ve sokak gösterilerine karşın Fransa’ya savaş ilan edemez. Ancak Faysal’a bağlı yaklaşık altı bin kişilik ordu Şam’a doğru yürüyüşe geçen Fransız kuvvetlerine küçük bir direniş gösterebilirler ve Faysal 30 Temmuz’da Suriye’den ayrılmak zorunda kalır.96 İngiltere’nin ve Lloyd George’un Suriye’yi Fransa’dan koparma gayretleri dokuz ay sürecek ve Osmanlıya dayatılacak antlaşmanın yapılmasını da bu durum geciktirecekti. Faysal İngiltere tarafından terk edilirken, Ağustos 1920’de Sevr kentinde Osmanlı topraklarının paylaşıldığı Osmanlıya dayatılan antlaşma imzalanacaktı.97

3.2. Fransız Mandası Altında Suriye 

Fransa’nın Suriye’i istemesinin iki nedeni vardı: İlki, Suriye’ye Fransızların yaptığı 
yatırımlar ve Levant’da bir sömürge elde etme isteğiydi. Fransa’nın Suriye siyaseti kendisinin idaresini kolaylaştırma amacı taşırken, bu siyaset ulusal bilincin uyanmasına engel olmak üzerine kurulmuştu. Ulusal bütünleşmeye engel olmak için etnik olarak Suriye’yi bölecek ve “böl ve yönet” siyaseti takip edecekti.98 Fransa’nın bölgede uyguladığı bu model Mareşal Hubert Lyautey’in 1912-1925 yılları arasında Fas’da uyguladığı bir modeldi. 

“Böl ve yönet” stratejisine dayanan bu modeli General Gouraud’da Suriye-Lübnan Yüksek Komiseri olarak atanmadan önce Lyuatuy’in yardımcısı olarak çalışırken öğrenecek ve yeni görev bölgesinde uygulayacaktır.99 Bu siyaset Suriye’de Sünni çoğunluk karşısında Nuseyri ve Dürziler içinde tercih edilen bir yapılanmadır. Bu aynı zamanda Suriye’nin siyasi geleceği içinde önemli olmuş, Fransızların Alevi ve Dürzileri koruması ve Alevilerin Fransız manda yönetimine verdikleri destek, daha sonraki dönemde Alevilerin iktidara gelmesini sağlamıştır. Özellikle Alevi gençlerin Fransa’nın açtığı askeri okullara olan ilgisi daha sonraki dönemde Suriye yönetimine hâkim olmalarına imkan sağlamıştır.

“Fransa, “böl ve yönet” siyasetinin ilk uygulamasını Lübnan’da yapacaktır. Lübnan’ın sınırları Suriye’nin aleyhine genişletilir. Bekaa vadisi ve Sayda Lübnan’a dahil edilir, ancak bu Suriye de tepkiye neden olur. 31 Ağustos 1920’de General Gouraud, Sayda, Trablusgarp, Sidon, Bekaa Vadisi ve Lübnan Dağı’nı kapsayan Lübnan’ın kurulduğunu ilan edecektir.100 Suriye’de ise Fransa Aralık 1920’de Şam, Halep devletleri ve otonom Alevi bölgesinin kurulduğunu ilan eder. Bu iki devlet Fransız danışman gözetiminde yerel yönetici tarafından idare edilecektir. 1 Mayıs 1921’de Şam’ın güneyinde Dürzi otonom bölgesi ilan edilir. Fransa’nın korumasında yerel yöneticisini seçebilecek ve seçilmiş bir meclisi olacaktır. Büyük oranda Alevi’nin yaşadığı Lazkiye ise Fransa’nın korumasında ayrı bir devlet olacaktır. Hatay Sancağı’da ise otonom bir yönetim öngörülür. 

1922’de Cebel Dürüz bölgesi Suriye Federasyonu ile birleştirilir ancak bu federasyonda 1924’de dağıtılacak ve yerine Halep, Şam ve otonom Hatay’ın dahil edildiği Suriye devleti oluşturulur.101 1936-1939 dönemi hariç Dürzi ve Alevi devletleri Suriye devletinin dışında kalacaklardır. Ancak bu iki devlet ancak 1942’de Suriye’ye dahil edilir. 

Fransa’nın önem verdiği bu iki devlet diğer bölgelerden siyasi olarak ayrı tutulmuştur. 

Böylece bu iki bölgenin Fransız karşıtı duyguların yoğun olduğu diğer bölgelerle birleşmesine mani olunmuş, yani bir Suriye birliğinin oluşması engellenmiş, diğer yandan da bu siyasetle iki azınlık bölge halkının isteği yerine getirilmiştir.102 Ancak Suriye’de Fransız manda rejimi tehdit eden önemli isyanlarda yine bu iki azınlık tarafından çıkarılacaktır. 

Bunlardan ilki Alevi aşiret reisi Salih al-Ali’nin henüz Fransa manda rejimi Suriye’de resmi olarak başlamadan çıkardığı isyandır.

Lazkiye ve etrafında yaşayan Alevilerin (Nuseyri) temel kaygısı Suriye’de Sünni 
bir yönetimin gelmesi ihtimalidir. Bu nedenle Alevilerin önceliği, Arap veya Suriye milliyetçiliğinden ziyade güvenlikleri ve sosyal yaşamlarının garanti altına alınması olmuştur. Faysal’ın Suriye krallığına da bu nedenle karşı çıkmışlar, Suriye Kongresi’ne temsilci göndermemişlerdi. 1919 sonunda önemli Alevi aşiret liderleri General Gouroud’a telgraf göndererek Fransa’nın korumasında ayrı bir Alevi devleti talebinde bulunmuşlardır. Ancak Alevi önder Salih al-Ali yine aynı yıl içinde Fransızlara karşı başkaldırır. Bu isyan Fransızlara yönelik ilk isyan olarak tarihe geçer. Genelde bu başkaldırı Fransızlara karşı iki yıl süreyle direnebilen milliyetçi bir hareket olarak kabul edilmektedir.103 Ancak bazı yazarlar ise isyanda etnik kaygıların etkin olduğunu savunmaktadırlar. İsyanın milliyetçi karakterine dikkati çeken yazarlar al-Ali’nin direnişinin sahili işgale başlayan Fransız güçlerine yönelik milliyetçi bir direniş olarak Aralık 1918’de başladığını, Ali’nin İsmaililere 104 saldırısının ise 1919’da gerçekleştiğini savunmaktadırlar.105 Başkaldırıda etnik mücadelenin etkili olduğunu düşünen yazarlar ise direnişin nedenini İsmaili- Alevi çekişmesi etrafında izah etmektedirler. İsyanın nedeni, Tartus’un kuzeydoğusunda Kadmus’da (al-Qadmus) Alevilerin bölgeyi paylaştıkları İsmaililerle tarihten süregelen mücadeledir. Salih al Ali Mart 1919’da İsmailililere saldırıda bulunur. Mayıs ayında mücadelenin alanı genişler ve Sünnilerinde desteğini alan Alevilerin saldırısı Yunan Ortodoks ve Maruni köylerine kadar yayılır. Bunun üzerine Fransa’nın müdahalesi gelir. Böylece isyan “Şeyh Salih al Ali” nin Fransızlara karşı yaptığı bir isyan halini alır. 1919’da bir Fransız birliğini yenmesiyle ünü yayılır ve saldırıları Banyas ve Tartus’a kadar yayılır.106 Ancak direnişin kaderi Aralık 
1920’den sonra değişecek ve Haziran 1921’den sonra Fransızlar karşısında tutunamayan al-Ali dağlara sığınacak, gıyabında idam cezası verilecektir. Ancak 1922’de cezası General Gouroud tarafından affedilir.107 Fransa’nın Alevilerin ayrı bir devlet kurmasına müsaade edilince tekrar Fransa ve Aleviler arasındaki ilişkiler düzelir. Aleviler 1 Temmuz 1922’de kendi devletlerine, mahkemelerine, Sünni kontrolünde olmayan devletlerine kavuşacaklardır. 

Daha düşük vergi verecek, bayrakları olacaktır 1936’ya kadar Aleviler Fransızlara 
karşı hiçbir direnişe dahil olmayacaklar aksine Fransız yönetimine destek verirler.108


***

SURİYE SİYASİ TARİHİ BÖLÜM 1

SURİYE SİYASİ TARİHİ. BÖLÜM 1


SURİYE SİYASİ TARİHİ,Zafer YILDIRIM,Sykes-Picot, Hac Yolu, Mekke,  Medine, Memluklular,


Zafer YILDIRIM*
* Yrd. Doç. Dr.; Kocaeli Üniversitesi İİBF Uluslararası İlişkiler Bölümü Öğretim Üyesi.

Giriş

Ortadoğu tarihi insanoğlunun tarihi olmuş ve ilk uygarlıklar bu bölgede ortaya çıkmıştır. 
Ortadoğu kelimesi yerel bir adlandırma olmamış, İngiliz çıkar alanlarını belirlemek 
üzere 20.yüzyılın başında kullanılmaya başlanmıştır. İlk uygarlıklar bir ucu Verimli 
Hilal olarak adlandırılan Suriye Çölü’nden Fırat nehrine, diğer ucu doğu Akdeniz’den Nil’in suladığı vadiye kadar uzanan, yarım ay şeklindeki bölgede ortaya çıkmıştır. Verimli Hilal’in batısını ise Suriye oluşturmaktadır.1 Lübnan, İsrail, Suriye ve Ürdün’ün batısını içine alan bölgeye daha sonra Levant adı verilmiştir. Toprağının verimliliği ve yağışlarının bolluğu ile bu toprakların sunduğu imkânlara sahip olmak isteyen farklı yerlerden halklar bölgeyi ele geçirmeye çalışmışlardır. Çalışmada Dicle ve Fırat’ın sularıyla bereketli topraklara sahip Suriye’nin siyasi tarihi analiz edilecektir. 

Suriye MÖ 3500’den günümüze farklı uygarlıklara beşiklik etmiştir. MS 9.yüzyıl dan itibaren Suriye’de Memluklular ve Osmanlılar uzun süreli hâkimiyet kurmuşlardır. 19. yüzyıldan itibaren bölgede yabancı etkisi ve buna paralel olarak gelişen milliyetçi faaliyetler görülmeye başlanmıştır. 20. yüzyıldan başlayarak ise bölge Alman-İngiliz rekabetine sahne olacaktır. Osmanlının Almanya ile ilişkilerini geliştirmesine paralel şekilde İngiltere’nin bölgedeki milliyetçi ve etnik gruplara destek verdiği görülmektedir. I. Dünya Savaşı’na giren Osmanlı Devleti’nin savaştan mağlup ayrılmasıyla Suriye ve Lübnan’da Fransız manda rejimi başlayacaktır. Arap Ortadoğu’sunda Osmanlı’ya yönelik milliyetçi faaliyetlere destek olan İngiltere ve Fransa bölgenin mandateri olarak Arap milliyetçiliğinin 
hedefi haline gelecektir. Fransa iki dünya savaşı arası dönemde Suriye ve Lübnan’daki milliyetçi ayaklanmaları şiddetli bir şekilde bastıracak ancak İngiltere’nin baskısıyla 1946 yılında Suriye ve Lübnan’dan eş zamanlı olarak çekilecektir. Çalışmanın ilk bölümünde Suriye’de kurulan önemli uygarlıklar incelenecektir. Bu bölüm iki alt başlık etrafında analiz edilecektir. İlki Suriye’de İslam medeniyetinin hakimiyetine kadar olan dönem ki, bu bölüm Sümerlerden Arap Egemenliğine Suriye Siyasi Tarihi başlığı altında verilmeye gayret edilecektir. Bölümün ikinci alt başlığı ise Arap ve Müslüman Rejimleri Altında Suriye olacaktır. Çalışmanın ikinci bölümünde Osmanlı Egemenliğinde Suriye siyasi tarihi 
incelenecektir. Bu bölümde 16-19. Yüzyıllar Arası Suriye Siyasi Tarihi, 19. Yüzyılda Suriye: Siyaset ve Sosyal Yaşam ve 19. Yüzyıl Suriye’sinde Milliyetçilik olmak üzere üç alt başlık altında analiz edilecektir. Çalışmanın son bölümünde ise Sykes-Picot’dan Bağımsızlığa Suriye başlığı altında analiz edilecektir. Bu bölümde 1916-1920 Dönemi Suriye ve Fransız Mandası Altında Suriye olmak üzere iki alt başlığa ayrılmıştır.

1. Suriye’de Uygarlıklar (MÖ 3500-MS 1800)

1.1. Sümerlerden Arap Egemenliğine Suriye Siyasi Tarihi Suriye ve çevresinin insanoğlunun yaşaması için verimli alanlara sahip olması, bölgede önemli kültürlerin ortaya çıkmasını sağlamıştır. Sümerler buraya MÖ 3500 yılında 
sahip olmuşlar ve bu konumlarını sekiz asır korumuşlardır. Bölge MÖ 2300’lerde Akad Kralı I. Sargon tarafından kontrol altına alınmıştır. Akadların zayıflamasıyla MÖ 2150-1950 yılları arasında yeniden Sümerlerin hâkimiyetine girmiştir. Bölge MÖ 1950-1800 arası küçük kent devletleri tarafından paylaşılırken Babil kralı Hammurabi Suriye dahil tüm Mezepotamya’yı denetimine almıştır.2 Bölgeye MÖ 16.yüzyılda gelen Kenanlılar, buraya yeni gelen halklarla kaynaştı. Bölge MÖ 14. yüzyılda ise denizci bir kavim olan Fenikelilerin eline geçer.3 Suriye’ye MÖ 15. asırda Anadolu’dan gelen Hititler hâkim olmaya çalışmış, ancak rakip Mısırlılarla savaşmak zorumda kalmıştır. Asi nehri kıyısındaki Kadeş kentinin Hitit kralı Mutavallis tarafından ele geçirilmesiyle başlayan gerginlik dört gün süren bir savaşa neden olur. 
Bu savaşta Mısır kralı II. Ramses’in ordusunu geri çekmesiyle MÖ 1258 yılında tarihin ilk yazılı antlaşması olan Kadeş Antlaşması imzalanır. 
Antlaşmayla Suriye bu iki ülke arasında paylaşılır.4 MÖ 12. yüzyılda Arabistan’dan 
Aramiler gelerek Suriye’ye de hüküm sürdüler. Kullandıkları dil Sami diliydi. MÖ 13. yüzyılda Mısır’dan kaçarak gelen İbraniler kendileriyle aynı dönemde gelen Filistinlilerle bölgeyi sahiplenme mücadelesine girdiler. İbraniler bölgede egemenliklerini ilan ederek iki ayrı krallık kurdular. Kurulan İsrail ve Yahuda krallıkları MÖ 8. yüzyılın ilk çeyreğinde Irak’tan gelerek bölgeye hakim olan Asurlular tarafından yıkıldı.5 Asurluları Babil (Kalde) kralı Nabukednezar yenilgiye uğratıp bölgeyi ele geçirse de bu kontrol uzun süreli olmadı. Bölge MÖ 6. yüzyılın ilk çeyreğinden itibaren Ege denizi ve Mısır’a kadar olan bir bölgeyi ele geçirecek olan Perslerin kontrolüne geçti.6 

Bugün yöre halkının Sami ırkından geldiğinin söylenmesinin nedeni bu insanların soylarının Hz. Nuh’un büyük oğlu Sam’dan geldiğine inanılmasıdır. 
Arapların atalarının ise iki farklı kabilenin, Adnanlılar ve Kahtanlılar kabilelerinin kaynaşmasıyla meydana geldiği kabul edilmektedir.7 
Bölge MÖ dördüncü yüzyılın ikinci çeyreğinde Makedonya Kralı Büyük İskender’in kontrolüne girdi. İskenderin’in ölümüyle parçalanan imparatorluğun doğu tarafları Selekousların egemenliğine girdi. Ancak kültürel anlamda Helen etkisi daha uzun bir süre varlığını devam ettirdi. Bölge kısa sürelerle Partlar, ardından Nebatiler ve ardından yeniden Partların kontrolüne girse de hâkimiyetleri kalıcı olmadı. Ardından MÖ 15’li yıllarda Roma’nın egemenliğine geçti. Roma yönetimindeki Suriye’nin liman kentleri diğer Akdeniz kültürleriyle karışarak, önemli kültür ve entelektüel merkezler haline geldiler. Roma imparatorlarının bir kısmının Suriyeli olması, Suriye’nin Roma imparatorluğundaki öneminin anlaşılması açısından önemlidir.8 Roma’nın çöküşünü takiben MS 4. yüzyılın ikinci çeyreğinin başında kurulan Doğu Roma veya Bizans Suriye’nin hakimi oldu. Bu hakimiyet de uzun sürmeyecekti. Partların yerine MS 224’de kurulan Sasaniler tarafından tehdit 
edilmesiyle yapılan savaşlarda Suriye’nin bazı kentleri Sasanilerin eline geçti. Sasani kralı II. Hüsrev’in komutanı Şahbaraz MS yedinci yüzyılın başında kısa süreli de olsa Suriye’nin büyük bir bölümünü başkent Şam da dahil olmak üzere ele geçirdi.9

1.2. Arap ve Müslüman Rejimleri Altında Suriye

İslamın Arap coğrafyasının tümüne yayılma mücadelesinin verildiği Hz Ebubekir 
döneminde, 634 Ecnadeyn ve 636 Yermük savaşları neticesinde Suriye, Halid bin Velid tarafından İslam coğrafyasına dahil edildi.10 Hz Ömer tarafından Suriye’ye vali olarak atanan Muaviye tarafından 661 yılında kurulan Emeviler devletinin merkezi Şam idi. Suriye toprakları Akdeniz kıyısında olması nedeniyle Akdeniz’in diğer kıyılarına ulaşmaya imkan veriyordu. Emeviler döneminde Şam ve Halep camiler, kervansaraylar ve külliyeleriyle Mekke, Medine ve Kudüs’ün ardından önemli merkezler haline gelecekti. 11 

Emeviler başkentlerini Şam olarak belirlerken Suriye bu dönemde entellektüel bir 
kimliğe kavuştu. Emevilerin Arap milliyetçisi tutumları İslam toplumunda olduğu kadar devlet yönetimine ve bürokrasiye de yansıyordu. Emevilerin bu ayırımcı siyaseti 750 yılında ortaya çıkan isyanlar neticesinde yıkılırken yerini Abbasiler aldı. 
Yeni devletin başkenti ise Bağdat oldu.12 Abbasiler döneminde İslam daha geniş coğrafyaya yayılırken Emeviler döneminde belirleyici olan Arap milliyetçiliğinin etkisini yitirmesiyle Abbasilerin topraklarına başka uluslar da dahil oldu; böylece İslam çok geniş bir coğrafyaya yayılmış oldu. Abbasi döneminde birleştirici unsur artık Arap olmak değil, Müslüman olmak olarak belirirken Arapça İslam coğrafyasının ortak dili haline geldi.13 Abbasiler döneminde önce orduda, ardından bürokraside Türkler etkindi. Halife Mutez Billah’ın Mısır’a vali olarak 868’de gönderdiği Ahmed bin Tolun Abbasilerin etkisizliğini fırsat bilerek Tolunoğulları devletini kurdu ve 875’de bağımsızlığını ilan etti. 878 yılında ise  Suriye’yi de Mısır’a dahil etti. Ancak Tolunoğulları devleti de uzun ömürlü olmadı ve 905’te Abbasiler tarafından yıkıldı.14 Bölgeye Abbasilerin hizmetinde olan bir başka Türk Muhammed bin Toğaç hakim oldu. Halife Razi tarafından Mısır’a vali tayin edilen Toğaç’a halife tarafından 939’da İhşid15 ünvanı verilerek İhşid devleti kuruldu. Böylece 941 yılında Suriye, Mekke ve Medine İhşidlerin kontrolüne geçti.16 Şam, Halep ve Humus 945’te kısa bir süre için Halep Hamdanilerinin Emiri Ali Seyf ül-Devle tarafından ele geçirildi. Suriye de Hamdanilerin kontrolüne girdi, ancak Toğaç Halep hariç olmak üzere bölgeyi, birkaç sene içerisinde yeniden ele geçirmeyi başardı.17 İhşidlerin ömrü de Tolunoğulları gibi kısa oldu ve Fatimiler tarafından 969’da yıkıldı.18 Mısır’da kurulan Şii Fatimiler 993’te Suriye’yi kontrolleri altına alarak ve Şam’ı devletin önemli bir merkezi haline getirdiler. 

Ancak Halep, Hamdanilerin elinde kalmaya devam etti.19 1040 yılında 
Gaznelileri yenerek Büyük Selçuklu Devleti’ni kuran Tuğrul Bey, 1055 yılında Bağdat’a giderek Abbasi halifesini koruması altına aldı ve Sünni halifeyi tehdit eden başka bir Şii devleti olan Beveyhoğullarına son verdi. Ancak, Tuğrul Bey Suriye’nin bazı kentlerini ele geçirse de bölgeyi tamamen ele geçiremedi. Tuğrul Bey’den sonra Alparslan ve Melikşah’ın Fatimiler devletine son verme ve Suriye, Mısır ve Filistin’i ele geçirme gayretleri sonuç vermedi.20 Fatimilere Selahhatin Eyyubi son vererek 1171’de Mısır’da Eyyubiler devletini kurdu. Selahaddin Eyyubi, Haçlı istilalarına karşı Büyük Suriye topraklarını korumaya çalışarak, 1169’da kontrolüne aldığı Suriye’yi 1252’ye kadar yönetmeyi başardı.21 

Cengiz Hanın torunu Hülagu 1258 yılında Bağdat’ı ele geçirerek halife Mustasım’ı 
idam ettirdi. Böylece Abbasi dönemi kapanmış oldu.22 Ancak Hülagu hâkimiyetinin ilk yüzyılında bölgenin kontrolü için bir dizi savaş vermek zorunda kaldı. Suriye 1198-1375 yılları arasında Memluklular ile İlhanlıların desteklediği Ermeni krallığının savaş alanı olurken Suriye kentleri sürekli el değiştirerek yağmalanıyor, halkı da esir ediliyordu.23 

Eyyubiler tarafından ülkeye savaşmak üzere getirilmiş olan Memluklular 1250’de hükümranlıklarını ilan ettiler. Ancak bölge 1380-1405’te Timur’un kontrolüne girse de Timur’un ölümünden sonra yeniden Memlukluların kontrolüne geçti ve bu durum 1516 yılına kadar sürdü.24

2. Osmanlı Egemenliğinde Suriye

2.1. 16-19. Yüzyıllar Arası Suriye Siyasi Tarihi

1516 yılında Mercidabık Savaşı sonucunda Osmanlı hâkimiyetine giren Suriye merkez için önemli bir bölgeydi. Osmanlı sultanlarının gururla ifade ettikleri “iki Mabet’in hizmetkârı” olarak Mekke ve Medine İslam dünyasında padişahlara büyük bir saygınlık kazandırıyordu. Bu saygınlığın devamı için hac görevini yerine getirmeye bölgeye gelen hacıların güvenliklerinin sağlanması ve ihtiyaçlarının karşılanması açısından haccın başlangıç yeri olan Şam önemliydi.25 

Hac kafilelerinden İstanbul’un özel olarak atadığı Şam valisinin denetiminde olan kişiler sorumlu olurdu. 18. yüzyıldan itibaren ise bu görevi Şam valisi bizzat yerine getirmeye başladı. Bu nedenle Kudüs, Mekke ve Medine’ye giden yolların denetimi açısından Suriye merkezin kontrolü altında tutuluyordu. Hac için yapılan harcamalar Suriye’den alınan vergilerle karşılanıyordu.26 

Ayrıca İstanbul’dan genelde padişah tarafından uğurlanan büyük bir kervan her hac mevsiminden önce yola çıkardı. Surre Alayı denilen bu kervan Mekke ve Medine’ye hediyeler ve para götürür, bununla ilgili hazırlıklar aylar öncesinden başlardı. Bu kervan Mekke ve Medine’ye varmadan önce uzunca bir süre Şam’da ağırlanır, burada çeşitli şenlikler ve törenler yapılırdı.27 

Şam’ın ayrıca doğuya giden kervanların merkez yeri olmasıyla Halep’de artan 
ticaret bu kentlerin nüfusunun ve şehirleşme oranının yükselmesini sağlıyordu. Mevcut tüm cami, külliye ve okulların masrafları bunlarla birlikte yapılmış olan ticarethanelerin gelirleriyle karşılanıyordu.28 Osmanlı’da 18. yüzyılda merkezin gücündeki azalma yerelin gücündeki artmaya neden oluyordu. Merkeze daha yakın olan Halep halen kontrol edilebiliyor olsa dahi diğer bölgeler için aynı şey geçerli olmuyor, yönetimle uyumlu yerel aileler, Şam’ın yönetimini ellerinde tutuyorlardı. 29 

Osmanlı 18. yüzyılda savunma konumunda kalarak mevcut topraklarını koruma mücadelesi verecekti. Avrupalıların bu yüzyılda Osmanlı’yla yaptıkları savaşlar bir yüzyıl sonra yapacakları istilaların öncüleri olacaktı. Batılılar bu yüzyılda Osmanlı’nın güçsüzlüğü anlayacaklardı. 

2.2. 19. Yüzyılda Suriye: Siyaset ve Sosyal Yaşam 

19. yüzyılda bölgede Osmanlı hakimiyetinin zayıflamasıyla merkeze karşı ama birbirine rakip iki güç odağı ortaya çıktı. Bunlardan ilki Necd’ de 18.yy’dan itibaren ortaya çıkan ve Necd’i kontrol eden Vahhabi30 Suud ailesiydi. Diğeri ise 19.yy’ın ilk çeyreğinden itibaren bölgede varlığını sürdüren ve payitahta karşı ciddi bir tehdit olan Mısır valisi Mehmet Ali Paşa’ydı. Mehmet Ali padişahın isteği üzerine Mısır’da Vahabilere karşı büyük bir başarı göstererek gücünü ortaya koymuştu. Vahhabiler 19. yüzyılın başında Kerbela’ya, ardından Suriye ve Filistin’e yönelik saldırılar düzenliyordu.31 Mehmet Ali, Napolyon Bonapart’ın Mısır’ı işgal girişimi sırasında Mısır’a gönderilen Osmanlı ordusunda subay olarak buraya gelmişti. 

III. Selim’in yerel Memluk beylerinin yönetimini kırma gayreti İngilizlerce engellenirken Arnavut askerlerinin mevcut vali Hurşit Paşa’ya karşı direnişe geçmesiyle ülke kargaşa ortamına girdi.32 Mehmet Ali Memluk beylerine 
dost bir görüntü veriyordu. III. Selim Ali’nin faaliyetlerinden şüphelenerek onu Cidde’ye vali atadı, fakat yerel eşrafın şiddetli karşı çıkışı neticesinde Ali’yi Mısır’a vali olarak atamak zorunda kaldı.33 Ali 1811’de Memluk beylerini öldürterek iktidarını sağlamlaştırmayı başardı.34 II. Mahmut’un 1821’de Mora isyanını bastıran Ali’ye Girit valiliğini verme arzusu sultanın valisiyle savaşmasına neden oldu. İki kez Osmanlı’yı yenen İbrahim Paşa komutasındaki Mısır ordusu Rusya ve İngiltere’nin müdahalesiyle durdurulunca karşılık olarak Sultan’da Paşa’ya Suriye valiliğini vermek zorunda kaldı.35

Ali Paşa, Suriye’yi buranın ele geçirilmesini sağlayan büyük oğlu İbrahim’e verdi. 
İbrahim Paşa, Mısır benzeri merkezi Batı sistemlerini bölgede uygulamaya çalıştı, ancak bu kolay olmadı, çünkü Osmanlı’nın güçlü merkezi yapısı şeklen bölgede vardı. Suriye fiili ve etnik olarak bölünmüşlük içindeydi. Her bölge kendi kurallarını uygulamaktaydı ve yönetime yakın yerel eşraf da kazandıkları makamlardan mutluydu.36 

Bu dönemde Suriye’de üretilen pamuk ve ipeğe pazar olarak Mısır’ın tekel konumuna getirilmesi Suriyeli zanaatkârları zarara uğratıyordu.37 İbrahim Paşa’nın getirmeyi istediği merkezi sistemin onları kaygılandırması kaçınılmazdı. Yenilenen vergi sistemi ve tarıma açılan yeni alanlar dış ticareti artırdı. Ancak İbrahim’in istediği Avrupa benzeri yapılanma için ne bölge halkı ve ne de yerel seçkinler istekli ve hazırdı. Atılan tüm adımlar yerel direncin sert bir şekilde kırılmasıyla gerçekleşiyordu. Bunun üzerine Paşa Hıristiyanlardan alınan 
cizye vergisinin karşılığı olan ve halk arasında “kelle vergisi” denen Ferde Vergisi’ni Müslüman halka da getirdi. Paşa Hıristiyan halktan gerekli gördüklerine makamlar verirken yabancı tacirler için de kolaylaştırıcı önlemler alıyordu. Hıristiyan halkın Müslümanlarla eşitliğini sağlamaya yönelik yeni düzenlemeler de yapmak istiyordu. Müslüman ve yerel toplumun bu uygulamalardan duyduğu hoşnutsuzluk Mehmet Ali’nin oğlundan Mısır için Suriye’den asker devşirmesini istemesiyle daha da arttı.38 

İçeride artan bu hoşnutsuzluk yanında Mehmet Ali’nin Doğu Akdeniz’deki yükselişi 
de Avrupalı güçleri tedirgin edecekti. Bölgede Osmanlı’dan daha güçlü bir Müslüman devletinin ortaya çıkması ihtimali kaygı vericiydi.39 1938’de İngiliz Başbakanı Lord Palmerston döneminde İngiltere ile %3’lük bir gümrük vergisi karşılığında Osmanlı topraklarının tüm yabancıların ticaretine açılmasını öngören bir antlaşma imzalandı.40 Elbette ki bu vergi Mehmet Ali’nin ülkesinde de geçerli olacaktı. Bu durum Mehmet Ali’nin güçlü devlet projesi için ihtiyaç duyduğu kaynaktan vazgeçmesi demekti. Bu nedenle kararı tanımadı.41 Ancak İngiltere için Mehmet Ali, ekonomik olarak İngiliz çıkarlarına zarar vermekle kalmıyor, Hindistan yolunun güvenliği açısından da tehdit oluşturuyordu. 

Ali’nin güçlü bir devlet kurma düşüncesi engellenmeliydi.42 II. Mahmud da kendi paşasına boyun eğmiş olmaktan mutlu değildi. 1839’da Suriye’yi almak için başlattığı savaş Nizip’te ağır bir yenilgiyle sonuçlandı. II. Mahmud yenilgi haberini almadan ölürken yerine Abdülmecid geçmişti. İbrahim’in önü açık gözüküyordu. Palmerston Rusya, Avusturya, Prusya ve gönülsüz Fransa’yı Londra’da bir araya getirerek Ali’ye kendi ailesinde kalması koşuluyla yalnızca Mısır valiliği verilmesi şeklinde bir karar aldırdı. Vergilere ve zorunlu askerliğe getirilen düzenlemelere zaten tepkili olan halk İngiliz filosunu da Suriye açıklarında görünce ayaklandı. Lübnan topa tutuldu. İngiliz donanmasının İskenderiye’ye doğru yola çıkması üzerine Mehmet Ali Paşa anlaşmayı kabul ederek Mısır ile yetinmeye razı oldu. Böylece Suriye’de on yıl süren (1831-1841) İbrahim Paşa yönetimi de son bulmuş oluyordu.43 

Avrupa’daki topraklarını 19. yüzyılda hızla kaybeden Osmanlı devleti yüzyılın ikinci yarısında büyük oranda bir Türk-Arap devleti haline dönüşmüştü. Ayrıca bu yüzyılda Osmanlı sadece toprak kaybetmekle kalmamış, ticaret alanında da Avrupa’nın açık pazarı haline gelmişti.44 Bu yüzyılın ilk yarısında ortaya çıkan Mehmet Ali sorunu ve Rusya’nın Osmanlı üzerindeki nüfuzunu artırma istekleri Batıdaki güç dengelerinin Osmanlı’nın devamını çıkarlarına görmeleri nedeniyle bertaraf edilmişti. Ancak yüzyılın ikinci yarısının başında Lübnan’da ortaya çıkan olaylar Batının bölgedeki nüfuzunu artırmasına ve uzun vadede bölgede milliyetçi faaliyetlerin başlamasına neden olacaktı. 

1860’da Dürzilerin 45 Lübnan Dağı’nı paylaştıkları Marunilere saldırması ve bazı 
köyleri yakmaları sonucunda Suriye’de tansiyon yükselirken Maruniler Şam’a göç etmek zorunda kaldılar. Ancak burada da Hıristiyanlara yönelik bir hoşnutsuzluk vardı. Suriye’de İbrahim Paşa döneminde getirilen “ferde vergisi” Müslüman ve gayrimüslimi eşit oranda vergi mükellefi yapan bir vergi sistemiydi. Şam’da meyhanelerin açılması, Hıristiyanların sosyal yaşamda en önde yer almaları Müslüman halkın tepkisini çekiyordu. 
Tanzimat’la gelen reform hareketlerini Müslüman kesimler kabulde zorlanırken yapılan reformlar sosyal hayatta dönüşüm-değişim yerine toplum kesimleri arasında kırılmalara neden oldu. Ayrıca Hıristiyan halkın bedel karşılığında askerlikten muaf olmasını sağlayan “bedel-i askeri” ödemelerini Hıristiyanlar yapmıyorlardı.46 
1856 Islahat Fermanı Hıristiyan ve Yahudileri daha imtiyazlı konuma getirmişti. Hıristiyanların Avrupa ile ticareti onlara gelir getirecek ve yaşam standartlarını da Müslümanlara göre yükseltecekti. Buna mukabil Müslüman halkın durumu daha ağırlaşıyordu. 

Okuyan kesimlerin Hıristiyan olmaları nedeniyle kamu görevlerinde onlar daha fazla yer alıyorlardı. Halk arasında ise Fransa’nın Lübnan’a müdahale edeceğine dair haberler yayılıyordu. 

Esasında Hıristiyanlar için Fransa’nın müdahalesi mevcut kazanımların kaybı 
anlamına gelebilirdi, bu nedenle bu türden bir müdahaleden onlar da kaygı duyuyorlardı.47 

Müslümanlar arasında da yabancı müdahalesi tedirginliği yaşanıyordu, hatta Müslüman halk arasında müdahaleyi Hıristiyanların istediği şeklinde bir inanış vardı. Bu kızgınlıklar ve kaygılarla Müslümanların Temmuz 1860’da Şam’da Hıristiyan sığınmacıların bulunduğu kampa saldırması ve yüzlerce Hıristiyan’ın ölmesi üzerine kentin diğer bölgelerinde Hıristiyanlarla birlikte yaşayan Müslümanlar da huzursuz oldular. Vali Ahmet Paşa’nın bu olaylarda ihmali olduğu veya olaylara dair duyum aldığı halde görmezlikten geldiği düşünülmekteydi. Fransa’nın müdahalesinden korkan Osmanlı yönetimi Şam valisini ve bu baskına karıştığı düşünülen birçok kişiyi idam ettirdi, buna rağmen Fransız askerlerinin 
Lübnan’da bir yıl kalmalarına engel olamadı.48 

Bu hadisenin sonucunda Maruniler49 de ayrılık fikri belirgin hale gelirken 1861’de 
Osmanlı hükümetinin Avrupa’nın güçlü ülkeleri ile yaptıkları antlaşmalar sonucunda Lübnan, “Lübnan Mutasarraflığı” olarak ayrı bir yönetim haline geldi, başına da Hristiyan bir vali atandı. Bu durum kendilerini bağımsız devlet amaçlarına yaklaştırdığı için Marunilerce olumlu bir gelişme olarak karşılandı. Ancak bölgenin küçüklüğü bir devlet kurmak için yetersizdi. Fransa ise bölgeyi Fransız imparatorluğuna dahil etme düşüncesindeydi.50 

Bu sorunun temel nedeni Osmanlı’nın yereli kontrol edememesi, buna karşın 
Avrupalı devletlerin bölgeye müdahalelerinin artması neticesinde bölgedeki dengelerin altüst olmasıydı. Oysa Osmanlı Devleti’nin güçlü olduğu dönemlerde Suriye tarım alanları ve ticaret yollarıyla stratejik öneme sahip bir konumdaydı. Ancak devletin zayıflamasıyla bölge yalnızca tarımla anılır hale gelmişti. Merkezin zayıflaması ve tarım programlarının kaldırılması neticesinde oluşan boşluk ise güçlü yerel aileler ve dış güçler tarafından dolduruldu. O dönem Suriye’nin önemli kentleri Şam, Halep, Kudüs ve Hama’ydı. 
Bu bölgeler hem ticaret yolunun üzerindeydi hem de önemli tarım alanları yine 
bu bölgedeydi. Kudüs ve Şam önemli hac istasyonları olmaları nedeniyle önemliydi. 
Osmanlı bölgeyi 19.yy’ın içinde bir dizi reform kapsamında Suriye, Halep ve Beyrut vilayetleri, özel yönetim birimi olarak Kudüs Sancağı ve Lübnan Dağı Mutasarrıflığı olarak üçe böldü. Bu dönemde liman kentleri Beyrut, Hayfa ve Tripoli ithalat ve ihracatın yapıldığı önemli kentler olarak öne çıkacaktı. Ülkede resmi dil Osmanlıca olmasına karşın günlük hayat, ticaret ve hukuk dili Arapçaydı. Arapça aynı zamanda tüm etnik zenginliğin de paylaştığı dildi. Sahilde Sünni Müslümanlar, Lübnan Dağı’nda Maruniler, İsmaili Şii anlayışına inanan Dürziler de yine bu bölgede ikamet ediyorlardı. Aleviler Hama’nın batısında ve kuzey Suriye’de, İsmaili Şii anlayışına inananlar Hama’nın dağ köylerinde ve Şii Onikinci İmam’a inanlar ise Şam bahçelerinde yaşıyorlardı. Ortodoks ve Yunan Katolik Hıristiyanlar tarımla uğraşırlarken, Yahudiler genel olarak kent merkezlerinde yerleşiktiler. Merkez ender olarak yerel yönetime müdahale ederken idari yönetim büyük oranda yerelden yapılmaktaydı. Yönetim elitleri çoğunlukla Sünni ailelerden oluşuyordu. 

Şam’ın önemli ailelerinin çocukları yerel yönetim merkezlerinde yöneticilik görevlerini üstleniyorlardı.51 Hourani ülkedeki sosyal grupları devlette çalışanlar, saygın aileler ve reaya, devlette temsil edilen küçük azınlıklar, yerel yöneticiler ve İstanbul tarafından sürekli değiştirilen garnizon komutanları olarak sıralamaktadır. Saygın ailelerin birden fazla evi bulunuyordu ve genelde Şam’da yerleşiktiler.52 Bu aileler yerel yönetimle iyi ilişkiler geliştirirken, nüfuzlarını taşra üzerinde kendi menfaatleri doğrultusunda kullanıyorlardı. 

19.yüzyılın ortalarından itibaren misyoner okullarında verilen eğitimle Hıristiyan tebaa arasında milliyetçi faaliyetler başlayacak ve bundan sonra Osmanlı doğudaki topraklarını elinde tutma mücadelesi verecekti. Suriye’de Kavalalı dönemi ardından ilan edilen 1856 Islahat Fermanı ve sonrasında Lübnan ve Suriye’de yaşanan gelişmeler Osmanlı’yı daha sonraki yıllarda kaygılandıracak, milliyetçi ve ayrılıkçı fikirlerin gelişmesine neden olacaktı.

2.3. 19. Yüzyıl Suriye’sinde Milliyetçilik

19. yüzyılda Osmanlı’nın Batıya artan oranda bağlılığı, kültürel olarak da özellikle 
Hıristiyan halk üzerinde etkililerini göstermeye başlamıştı. Hiç kuşkusuz bunda Lübnan ve Suriye’de ortaya çıkan Hıristiyan misyonerlerin etkisi büyüktü. 19.yüzyıldan itibaren bölgede Büyük Suriye fikri yayılırken öne çıkan unsur Araplıktı. Arapça yayınlarda artış görülürken bu yayınlarda Avrupa edebiyat üslubunun etkisi de açıkça görülüyordu. 

Ancak ilk milliyetçi fikirler Mehmet Ali Paşa’nın Avrupa’ya gönderdiği genç Arap nesil arasında ortaya çıkacaktı. Bu gençlerden ilkinin Arap ulusçuluğu konusundaki söylemleri nedeniyle Rıfat el Tahtavi (1801-1873) olduğu söylenebilir. Onun söylemleri dönemin ayrıştırıcı milliyetçiliğinden ziyade Osmanlı birliğini destekler nitelikteydi. Bu birlik de ancak İslam altında gerçekleşebilirdi.53

Suriye ve Lübnan’daki ilk milliyetçi söylemler ise Hıristiyan halk içinde ortaya çıkacaktı. 

19.yy’ın ikinci yarısından itibaren Osmanlılarda Hıristiyan halk Müslüman çoğunluğa göre daha koruma altındaydı ve yerleşim yerleri de merkezi yönetimin ulaşması zor olan bölgelerdi. Bu nedenle nispeten rahattılar. Rusya Ortodoksları, Fransa Katolikleri koruyor, Amerikan misyonerler ise Protestanlığı yaymaya çalışıyorlardı. Hıristiyan halk Müslümanlara göre kendilerini merkeze daha az bağımlı görüyordu.54 Beyrut 19.yüzyılın son çeyreğinde Hıristiyanlar arasında edebi ve kültürel eserlerin verildiği yer haline gelirken buralarda daha sonra siyasi konular da tartışılmaya başlayacaktı. Hıristiyan Araplar batılı düşünceleri bir tehdit olarak görmedikleri için misyonerler faaliyetlerini rahatça yürütüyorlardı. Onların Araplık vurgusu Arap Müslümanlar için de örnek oluyor, bu da Arap bilincinin artmasına katkı sağlıyordu.55 

Suriye’de özellikle Kavalalı Mehmet Ali Paşa’nın hâkim olduğu dönemde (1831-
1840) misyonerlik faaliyetlerinde önemli bir artış oldu. ABD’li Protestan, Rus Ortodoks ve Fransız Katolik misyonerler bölgedeki Hıristiyan nüfusu kendilerine çekebilmek için önemli bir çaba içine girdiler. 1866’da Beyrut’ta ve Suriye’de Protestan Koleji (daha sonra Beyrut Amerikan Üniversitesi olacak) açılırken bunu Beyrut, Şam ve Halep’in köylerinde açılan okullar takip etti. Arap edebiyatı, yazı dilinin gelişimi ve milliyetçilik konusundaki yazılarıyla tanınan Butros El Bustani’de misyonerlerin faaliyetleri sonucunda Protestanlığı tercih etmiş Beyrutlu bir Maruniydi.56 Bustani’nin milliyetçilik söylemleri vatan sevgisi, vatana bağlılık ve Suriye sevgisi üzerineydi. 
O dönem Arap aydınlar İslami uygulamadığı gerekçesiyle mevcut sorunlardan Osmanlı’yı sorumlu tutuyordu. İlk dönem Arap aydınlarının genel tutumu mevcut sorunlara çözüm aramaya yönelikti ve Araplık özellikle vurgulanmaktaydı.57 Yine Bustani’nin de üyesi olduğu Sanat ve İlimler Cemiyeti, 1857 yılında kurulan el “Cemiyetül’ı –İlmiyye El Suriye” gibi örgütler Suriye’de halkı milliyetçilik konusun da eğitmeye çalışıyorlardı. Bu örgüt Dürzi ve Müslümanlardan da katılım olması nedeniyle önemliydi.58 

Suriye’de Arap bağımsızlığını savunan ilk örgüt 1875’de Suriye Protestan Koleji’nde okuyan beş Hıristiyan genç tarafından kurulacaktı. Bu gruba daha sonra Dürzi ve Müslüman gençler de dahil oldu. Argümanları ise yönetimin adaletsizliği, Türkleştirme politikalarının uygulanıyor olması ve yöntem olarak da hilafetin kullanılıyor olmasıydı. 

Örgütün istekleri Suriye ve Lübnan’ın bağımsız olması ve Arapçanın resmi dil olarak kabul edilmesiydi.59 Bu hareketin liderliğini El Bustani yapmaktaydı. Örgüt kısa sürede üye sayısını yirmi ikiye çıkarırken Şam başta olmak üzere önemli kentlerde de şubeler açıldı.60

Açılan bu okullarda verilen Protestan ahlakı ve Batı değerleri, Arap milliyetçiliği 
fikirlerinin oluşturulmasına zemin hazırlayacaktı. Ancak milliyetçi fikirler yalnızca Hıristiyan Araplarla sınırlı kalmadı; devleti Türk devleti olarak gören Müslüman Araplar da milliyetçi düşüncelere yöneldiler. Suriye’de bir devlet kurulması düşüncesi ilk olarak Cezayirli Emir Abdülkadir önderliğinde bir grup Arap aydını tarafından 1877-78 Osmanlı-Rus harbini müteakip Şam’da kurulacak şekilde oluşturuldu. Karara Osmanlı’nın savaş sonunda parçalanması durumunda gerçekleştirilmek üzere son şekli verildi. Bu amaçla Suriye’de gizli olarak toplanan kongre savaşın sonucunun parçalanma olmaması üzerine taleplerini özerkliğe çevirerek bu yönde çalışma kararı aldı ve dağıldı. 1880’de ise bu kongre etrafında oluşturulan örgüt, Beyrut başta olmak üzere Suriye’nin farklı kentlerinde 
bir bildiri dağıttı. Bildiride Osmanlı’nın zayıfladığı, Türklerin Arapları ezdiği ve 
birçok Arap gencinin savaşlarda yok edildiği ileri sürülmekte ve isyan çağrısı yapılmaktaydı.61 

Yine aynı dönemlerde Arap bağımsızlığını savunan Abdurrahman el Kavakibi 
1890’larda Arapları Türk hâkimiyetinden kurtarmaya ve halifeliği yeniden Mekke’ye taşımaya dönük düşüncelerini eserlerine konu ediyordu. Ancak görüşleri geniş halk kitlelerinden ziyade Mısır başta olmak üzere, Arap yarımadasındaki yönetici sınıf arasında rağbet gördü.62

Artan bu milliyetçi eylemler karşısında Osmanlı yönetimi, farklı yöntemler kullanarak bunları kontrol altına almaya çalışmıştır. Osmanlı’da milliyetçilik konusunda çalışmaları olan Kılınçkaya, 19. yüzyılda Avrupa’dan ülkeye yayılan bu akımına karşı yönetimin aldığı ilk önlemin 1839’da Tanzimat Fermanı’nı ilan etmek olduğunu iddia etmektedir. Ferman içeriği itibarıyla Osmanlıcılık görüşü etrafında toplumu bir arada tutmayı amaçlıyordu. Yayılan milliyetçilik fikirleri karşısında eşit vatandaş kavramının yerleştirilmeye çalışıldığı gözleniyordu. Ancak eşitlik Müslüman halka yabancı olduğu gibi azınlıkların arasında yayılan ulus anlayışıyla da bağdaşmıyordu.63 Müslüman düşünürler, 20. yüzyılın başında Batı’nın yaydığını düşündükleri milliyetçi akımlara cevap verme gayretine girerek buna “İslam kardeşliği” vurgusuyla cevap vermeye çalıştılar. Bunların başında İranlı Cemalettin Afgani, Mısırlı Muhammed Abduh ve Suriyeli Reşid Rıza gibi düşünürler  vardı. Bu aydınlar İslamın çağın koşullarına uygun olarak yorumlanması gerektiğini savunuyorlar, milliyetçilik faaliyetlerini de Batının İslam dünyasını parçalama gayreti olarak görüyorlardı.64 Bunlardan Cemalettin Afgani’niyi II. Abdülhamid İstanbul’a davet ederek ülkenin İslam etrafında bütünleştirilmesi konusundaki çalışmalarına destek verdi. 

Osmanlı’da ortaya çıkan Osmanlıcılık ve İslam kardeşliği fikirleri hedefi itibarıyla 
birleştirmeye yönelikti. Oysa Avrupa’da milliyetçilik bireyin kendisinin bağlı olduğu 
milletin diğer milletlerden farklı olduğunu anlaması esasına dayanıyordu. Bu yönüyle ayrıştırıcı bir anlamı vardı. Yayılan milliyetçi fikirlere karşı alınan ikinci önlem ise askeri ve idari alanda olacak, önce Mithat Paşa, ardından Hamdi Paşa Suriye valiliğine tayin edilerek bölge kontrol edilmeye çalışılacaktır. Bu alanda alınan diğer bir önlem ise Abdülhamid’in Panislamist düşünceyi yayma gayreti ile önemli Arap din adamlarına ve eşrafa yakınlaşması ve devletin üst kademelerinde Arap kökenli paşalara yer vermesi şeklinde olacaktı.

20 yüzyılın başında artan milliyetçi faaliyetler karşısında Babıali üzerinde etkili olan İttihat Terakki Partisi (İTC) de II. Abdülhamid gibi Araplarla iyi ilişkiler kurmaya gayret ediyordu. İTC bu siyaset dahilinde bir Arap-Osmanlı Kardeşlik Cemiyeti kurulmasına ve cemiyetin birçok şehirde şube açmasına müsaade etti. Ancak İTC’nin tutumu bir yıl sonra değişecek ve bu cemiyet kapatılarak yalnızca siyasete karışmayan derneklere izin verilecekti. İttihat ve Terakki’nin 1909’da İstanbul’daki meşrutiyet karşıtı isyanı bastırarak yönetimi tamamen ele geçirmesinden sonra Parti’nin Arap siyasetinde değişme oldu. 

Enver Paşa’nın “hepimiz kardeşiz” ifadesi Araplar arasında memnuniyet yaratsa da uygulamada Türkçeye dönüş olduğu görülüyordu. Okullarda Türkçe eğitim, mahkemelerde Türkçe kullanılması ve sokak adlarının Türkçeleşmesi Arap toplumlarınca hoş karşılanmadı. 

Ancak genel olarak Araplar arasında Osmanlı’ya karşı bir uyanış yoktu.65 
Ayrıca bu cemiyetlerin örgütlenişleri ve faaliyet şekilleri de dönem Avrupa’sındaki benzer organizasyonlarla mukayese edilemeyecek kadar zayıftı. Dönemin öne çıkan örgütleri Aziz el Mısri liderliğindeki el Kahtaniyye ve 1911’de Paris’te ortaya çıkan el Fatat’dı. İTC önce el Kahtaniyye örgütünün faaliyetlerine müsaade ederken daha sonra örgütün isteklerini sakıncalı bularak üyelerini sürgüne gönderdi.66

Bu dönemde faaliyet içinde olan diğer bir cemiyet de ülkenin rejiminin Türk-Arap 
monarşisi olmasını isteyen bir grup Arap subay tarafından kurulan al-Ahd ( Akit) cemiyetidir. 
Bu cemiyet İstanbul ve Şam başta olmak üzere ülkenin Arap kentlerinde şubeler açtı.67 

Diğer bir örgüt ise 1912’de Mısır’da yaşayan Suriyeliler tarafından kurulan Osmanlı Ademi Merkeziyet Fırkası’dır. İTC’nin merkezileşme gayretlerine karşı çıkan bu partinin başkanın II. Abdülhamid zamanında yerel yönetimde görev almış olan al Azm ailesinden Refik al Azm idi.68 Bu dönemde ön önemli faaliyet El Fatat’ın 1913 yılında Paris Arap Kongresi’ni yapmasıdır. İTC toplantıyı engelleme girişimlerinin sonuç vermemesi üzerine Kongre’de alınan kararları uygulama konusunda toplantıyı düzenleyen gruplarla anlaşma yoluna gitti. İTC Kongre kararlarını uygulama kararı alacak ve Kongre’ye katılanları önemli görevlere getirerek, büyümekte olan önemli milliyetçi hareketi bitiremese dahi etkisini azaltacaktır.69 Elbette ki bunda Arap toplumunun bekasını Osmanlı içinde 
görmesinin payı büyüktür. Tüm eleştirilerine karşın birçok Arap ülkenin bürokrasisinde ve ordusunda görev almaktaydı. Ayrıca Fransa’nın Cezayir’deki, İngiltere’nin Mısır’daki milliyetçilere karşı takındığı tutumlar, ülkede milliyetçi fikirlerin yayılmasına engel olmuştur da denilebilir.70

Görüldüğü gibi, Osmanlı savaşa dâhil olduktan sonra 1915 sonrasında milliyetçi 
faaliyetlerde bir artış görülmektedir. Yalnız bu artış yukarıda izah edildiği gibi sadece milliyetçi kaygılarla gerçekleşmemiş, yereldeki güçlerini kaybeden eşraf da kayıplarının telafisi için bu faaliyetlere dâhil olmuştur. Ayrıca yabancı ülkelerin destekleri ve Cemal Paşa’nın 1915 sonrasında izlediği katı tutum da bu faaliyetlerin artmasında etkili olmuştur.


***