14 Mayıs 2020 Perşembe

NATO’NUN KOSOVA MÜDAHALESİ BÖLÜM 1

NATO’NUN KOSOVA MÜDAHALESİ. BÖLÜM 1 



Caner Sancaktar
* Doç. Dr., Kocaeli Üniversitesi İİBF Uluslararası İlişkiler Bölümü Öğretim Üyesi. 
E-mail: caner.sancaktar@kocaeli.edu.tr 



Giriş 


NATO (Kuzey Atlantik Antlaşması Örgütü), İkinci Dünya Savaşı sonrasında gelişen komünizm hareketini ve SSCB’yi çevrelemek amacıyla kuruldu. Ayrıca ABD, özelde Avrupa kıtasında genelde ise kapitalist dünya sisteminde kendi hakimiyetini tesis etmek için askeri alanda NATO’yu kullandı. 1991’de SSCB’nin resmen yıkılması ve komünist hareketin bu yıllarda dünya ölçeğinde gerilemesi sonrasında NATO’nun yeni işlevi ortaya çıktı: Batılı merkez kapitalist devletlerin (özellikle ABD, İngiltere, Almanya ve Fransa’nın) kapitalist dünya sisteminde hakimiyetini koruma ve güçlendirme.

ABD, İngiltere, Almanya ve Fransa olmak üzere Batılı merkez kapitalist (emperyalist) devletler, kapitalist dünya sisteminde kendi hakim pozisyonlarını muhafaza etmek ve güçlendirmek amacıyla gerektiğinde (yani diğer ekonomik ve siyasal araçlar etkisiz kaldığında) bir askeri araç olarak NATO’yu kullanıyorlar. Bu amaçla NATO’nun askeri kapasitesi, ilk defa SSCB yıkıldıktan sonra yani başka bir ifadeyle iki kutuplu sistem sona erdikten sonra 1991 Irak Savaşı’nda kullanıldı. NATO’nun Balkanlar’daki ilk askeri operasyonu Bosna-Hersek’te ve ikinci olarak Kosova’da başarıyla gerçekleştirdi. Bu operasyonları Asya’da Afganistan ve Kuzey Afrika’da Libya müdahaleleri takip etti. NATO müdahala lerini sadece “askeri operasyon” veya “savaş” olarak değerlendirmek yanlış olacaktır. Çünkü her savaş, Prusyalı General Karl von Clausewitz’in belirttiği gibi, bir “siyasal eylemdir” ve “askeri araçlarla sürdürülen siyasettir”.1 Her savaşın siyasal veya ekonomik nedeni ve amacı vardır. Pek çok savaşta ise siyasal ve ekonomik nedenler ve amaçlar iç içe geçer. Dolayısıyla NATO müdahalesi de, siyasal-ekonomik nedenden kaynaklanır ve siyasal-ekonomik amaca yönelir. Yani NATO’nun gerçekleştirdiği askeri müdahaleler, başlı başına amaç değil, amaca ulaşmak için kullanılan askeri araçtır. Amaç, hedef ülkede / bölgede siyasal-ekonomik yeniden yapılanma gerçekleştirmek ve böylece Batılı merkez kapitalist devletlerin hakimiyetini kurmak, devam ettirmek veya güçlendirmektir.

Şimdiye kadar gerçekleştirlmiş olan her NATO müdahalesini, bir sonraki aşamada geniş kapsamlı siyasal-ekonomik yeniden yapılanma takip etmiştir / ediyor. Dolayısıyla NATO müdahalesi, amaçlanan siyasal-ekonomik yeniden yapılanmanın ön aşamasıdır. Her NATO müdahelesi ve akabinde gerçekleştirilen siyasa-ekonomik yeniden yapılanma, hem hedef ülkede/bölgede hem de kapitalist dünya sistemi ölçeğinde ABD başta olmak üzere Batılı merkez kapitalist (emperyalist) devletlerin hakimiyetini güçlendiriyor. Dolayısıyla
NATO’nun Kosova müdahalesi de, bu bağlamda ele alınması ve açıklanması gerekiyor.

Batı’nın UÇK’ya Desteği

Kosova’da Sırp-Arnavut çatışması 1990’lı yıllarda giderek tırmandı ve sivil kayıplar arttı. Bu durum dünya kamuoyunun dikkatini bölgeye çekti. 1998 yılına gelindiğinde Batılı merkez kapitalist devletler (ABD ve Batı Avrupa devletleri), Kosova sorununu BM Güvenlik Konseyi’ne taşıdılar. Güvenlik Konseyi 31 Mart’ta “Kosova krizinin çözülmesi” için Yugoslavya Federal Cumhuriyeti’ne (yani Sırbistan, Karadağ ve Kosova’ya) 2 silah ambargosu uygulama kararı aldı (1160 sayılı karar). Kosova’da yaşanılan olayların bir “iç mesele” olduğunu söyleyen Çin oylamada çekimser kaldı. Ayrıca 23 Eylül’de BM Güvenlik Konseyi, Sırp ve Arnavut güçlerini silahlı çatışmaları durdurmaya çağırdı (1199 sayılı karar).
Bu oylamada da Çin, aynı gerekçeyle çekimser davrandı.3

Liberal Batı Avrupa ve Amerikan basını sürekli olarak Sırp milliyetçiliğini suçladı. Özellikle de Miloseviç’in tehlikeli ve saldırgan bir cani olduğu yönünde yayınlar yapıldı. Miloseviç’e “Balkan Kasabı” lakabı Amerikan liberal medyası tarafından yapıştırıldı. Ardından bu kasaplık lakabı tüm Sırp ulusuna genelleştirildi. Alman basınında bu işin liderliğini Frankfurter Allgemeine Zeitung gazetesinin yayıncısı Jorg Reismuller ile yazar Viktor Maire üstlendi. ABD, 1989’dan itibaren Kosova’daki ayrılıkçı Arnavut milliyetçiliğini destekledi ve Miloseviç yönetimini, Arnavutların haklarına tecavüz etmekle suçladı. Ayrıca ABD, Sırbistan’ı, uluslararası hukuku çiğneyen, uluslararası barış ve güvenliği tehdit eden “haydut
devlet” ilan etti.4

ABD, İngiltere, Almanya, Fransa başta olmak üzere Batılı merkez kapitalist devletler, sadece Sırp polis ve ordusunun Arnavut sivillere yönelik saldırılarını görüp kınadılar. Ama Kosova Kurtuluş Ordusu (UÇK)’nun Sırp sivillere yönelik saldırılarını görmezden geldiler.

Başlangıçta UÇK’yı terörist sayan ABD, 1998’de bu örgütü kendi terörist listesinden sildi ve örgüt liderleriyle resmi diplomatik görüşmeleri başlattı. Aynı davranışı Batı Avrupa hükümetleri de sergilediler. Batılı önemli basın-yayın organları, UÇK’nın bizzat Batılı devletler tarafından silahlandırıldığı ve eğitildiği yönünde önemli haberler ve makaleler yayınladı. Örneğin; Fransız uzman Roger Falggot, İngiltere’de yayınlanan haftalık The European dergisi için kaleme aldığı makalesinde şunları yazdı:

“Alman sivil ve askeri istihbarat servisleri, Balkan bölgesinde Alman etkisini
güçlendirmek amacıyla isyancıların eğitilmesi ve donatılması çalışmalarına
karıştılar… UÇK’nın 1996’da doğuşu, Hansjoerg Geiger’in BND (Alman gizli
servisi)’nin yeni başkanı olarak göreve atanmasıyla aynı döneme denk geldi... BND adamları, UÇK’nın komuta yapısı için elemanların, Arnavutluk’taki 500.000 Kosovalı arasından seçilmesi sorumluluğunu üstlendiler.”5

Alman parlamentosu danışmanı Matthias Küntzel ise, UÇK’nın kuruluşundan itibaren Alman gizli diplomasisinin bu örgüte yardımcı olduğunu ispatlamaya çalıştı. Yugoslavya, Bulgaristan ve Arnavutluk’ta görev yapmış olan Kanadalı Büyükelçi James Bissett, hazırladığı medya raporuna şu notu düştü:

“1998 başında İngiliz Özel Hava Servisi, Kosova Kurtuluş Ordusu üyelerinin
silahlandırılması ve eğitilmesi için CIA’ya yardım etti… Umut edilen, alevler içinde yanan Kosova’ya NATO’nun müdahale edebilmesi idi.”6

CIA ajanları UÇK militanlarına “sabotaj eğitimi verdi. Telefon hatlarının nasıl devre dışı bırakılacağı, akaryakıt depolarının nasıl kundaklanacağı öğretildi… Amerikan gizli servisinin bu çabaları Kosova’da KFOR gücünde yer alan Avrupalı subaylar tarafından da doğrulandı.”7 Yugoslavya üzerine önemli çalışmalarıyla tanınan Tim Judah, UÇK’lı yöneticilerin Amerikan, İngiliz ve İsviçre istihbarat servisleriyle görüştüklerini yazdı.8 

  The Sunday Times’ın 12 Mart 2000 tarihli baskısında şu çarpıcı haber yer aldı: “Amerikan istihbarat ajanları, NATO’nun Yugoslavya’yı bombalamasından önce UÇK’nın eğitilmesine yardımcı oldukların itiraf ettiler.”9 

    Haberin devamında şu önemli bilgiler yer aldı: NATO bombalaması başlamadan önce AGİT gözlemcileri Kosova’dan ayrıldılar. Gözlemciler,
Kosova’dan ayrılırken ellerindeki uydu telefonlarını ve iletişim sistemlerini gizlice UÇK yöneticilerine teslim ettiler. Bundaki amaç, UÇK’nın, NATO ve Washington ile temas halinde olmasını sağlamak idi. Nitekim UÇK liderlerinin elinde NATO Komutanı General Wesley Clark’nın cep telefonu numarası mevcuttu. CIA ekibi UÇK’ya istihbarat ve silah desteği sağladı. AGİT için çalışmış olan bazı Avrupalı diplomatlar, “Amerikan politikasının Sırbistan’a askeri müdahaleyi kaçınılmaz hale getirdiğini” açıkladılar.

1990’larda UÇK liderlerinden birisi olan ve daha sonradan Başbakanlık (2006-2008) yapacak olan Agim Çeku, Hırvat ordusu vasıtasıyla Amerikalılarla temas kurdu. UÇK komutanlarından Shaban Shala, 1996 yılında Kuzey Arnavutluk’ta Amerikan, İngiliz ve İsviçre ajanlarıyla görüşmeler yaptığını açıkladı. Amerikan “Military Professional Resources” şirketi UÇK’ya eğitim desteği sundu. UÇK’nın en büyük finansçısı, New York’ta yaşayan Arnavut müteahhit Florin Krasniqi idi. Krasniqi, 1990’larda Amerika’daki Arnavut diasporasının UÇK’ya yüklü meblağda para ve silah yardımı yaptığını açıkladı. Krasniqi, sniper ve zırh-delici Barratt marka tüfeklerin Amerika’dan Kosova’ya ihraç edildiğini ve bunu yaparken, “federal yasalardaki boşluklardan” faydalandıklarını itiraf etti.

   Cumhuriyetçi Parti’den ABD Kongre üyesi Dana Rohrabacher, ABD’nin UÇK’ya silah yardımı yapılmasını savundu ve bunun için yoğun çalışmalarda bulundu. Bu “özverili çalışma”, 23 Temmuz 2001’de New Jersey’de düzenlenen törende “Arnavut-Amerikan Sivil Birliği” tarafından ödüllendirildi. Birlik Başkanı Joseph J. DioGuardi, Rohrabacher’ı kastederek, “O, Kongre’nin, Birleşik Devletler’in Kosova Kurtuluş Ordusu’nu silahlandırması konusunda ısrarcı olan ilk üyesidir ve günümüzde Kosova’nın bağımsızlığını açıkça destekleyen birkaç üyeden birisidir” dedi. Ardından mikrofonu eline alan Rohrabacher, çok ilginç bir biçimde, UÇK’nın ABD tarafından silahlandırılmasını, Fransa’nın 1776 Amerikan Devrimi’ni desteklenmesine benzetti.10

UÇK’nın silahlandırılması operasyonuna bir destek de Türkiye’den geldi: ABD Ulusal Güvenlik Ajansı (National Security Agency - NSA)’nda çalışan Wayne Madsen, 10 Ocak 2007’de bir rapor yayınladı. Madsen’in raporuna göre CIA, 1990’lar boyunca UÇK’ya silah verdi. Fethullah Gülen Cemaati ve Yasin El-Kadı, silahların bölgeye ulaştırılmasında aracılık yaptı. Ayrıca aynı rapora göre, Fethullah Gülen’in kitapları Arnavutça’ya çevrildi ve UÇK eliyle bölgedeki Müslüman Arnavutlara dağıtıldı.11

Rambouillet Sözleşmesi ve Askeri Müdahale,

UÇK’nın nihai amacı, Kosova’yı Sırbistan’dan koparmak ve “Büyük Arnavutluk” devletini kurmak idi. Büyük Arnavutluk’un sınırları Arnavutluk, Kosova, Batı Makedonya ve Presova Vadisi’ni kapsayacaktı.12 Bu nedenle UÇK, BM Güvenlik Konseyi’nin ateşkes çağırısına (1199 sayılı karara) kulak verilmedi ve sistematik olarak Kosovalı Sırplara yönelik saldırılar  gerçekleştirdi. 

   Çok sayıda Sırp, UÇK güçleri tarafından katledildi, göçe zorlandı ve çeşitli
baskılara / şiddete (tecavüz, adam kaçırma, işkence, tartaklama gibi) maruz bırakıldı. Hatta UÇK güçleri, bölgedeki Romanlara ve UÇK’ya karşı olan barışçıl Arnavutlara karşı da şiddet uyguladı. Ama buna rağmen Batılı merkez kapitalist devletler, BM Güvenlik Konseyi’nin 1199 sayılı kararını çiğneyen ve sivillere saldıran UÇK’yı hiçbir zaman suçlamadılar ve kınamadılar. Ama Belgrat yönetimi, sürekli olarak Batılı devletler ve liberal basın tarafından, etnik temizlik uygulamakla, Arnavut halkı göçe zorlamakla ve çeşitli insan hakları ihlalleri
yapmakla suçlandı. Yani Sırp hükümetin gerçekleştirdiği insan hakları ihlallerini ve katliamları kınayan / eleştiren Batı, UÇK’nın gerçekleştirdiği ihlalleri ve katliamları görmezden geldi. Batılı liberal basın-yayın kanallarının çoğu, UÇK’nın gerçekleştirdiği insan hakları ihlallerini, organize suç faaliyetlerini ve katliamları haber yapmaktan kaçındı.

Amerikan, İngiliz, Alman ve Fransız hükümetleri, insan hakları ihlallerini, katliamı ve savaşı durdurmak “bahanesiyle”, Sırbistan’a, bölgeden askerlerini ve polisini çekmesi için baskı yaptılar. Sırp lider Miloseviç, bu baskıya direnince Sırbistan’a askeri müdahale yapılması gündeme getirildi. Bunu da, BM Güvenlik Konseyi kararıyla yapmak istediler. Böylece Sırbistan’a yönelik askeri saldırı uluslararası hukuk ve uluslararası toplum nezdinde “meşrulaştırılacaktı”. Ama konseyde veto yetkisi bulunan Rusya ve Çin, “Sırbistan’a askeri müdahale” teklifine kesin olarak karşı çıktılar. Bu nedenle ABD-İngiltere-Fransa ittifakı, BM
Güvenlik Konseyi’nden askeri müdahale kararını çıkaramadı.

Güvenlik Konseyi’nden istedikleri kararı çıkaramayan ABD ve Batılı müttefikleri, Kosova meselesini NATO’ya taşıdılar. 28 Eylül 1998’de “Kosova’da şiddet durdurulmadığı takdirde NATO’nun hava saldırısı düzenleyeceği” şeklinde bir ültimatom verildi.13 Ayrıca 30 Ocak 1999’da NATO Konseyi, “sorunun siyasal çözümünü gerçekleştirebilmek için, Yugoslavya Federal Cumhuriyeti (YFC) topraklarındaki hedeflere hava saldırısı düzenlenebilir” açıklaması yaparak Belgrat’a gözdağı verdi. 

   Bu gözdağından sonra ABD-İngiltere-Almanya-Fransa dörtlüsü, Kosova meselesi hakkında  Güvenlik Konseyi dışında görüşmelerin yapılmasını önerdi. 
Bu öneriye Sırbistan ve Rusya olumlu  karşılık verince Parisyakınlarındaki tarihi Rambouillet Kalesi’nde (Chateau de Rambouillet)  6 Şubat 1999’dagörüşmeler başlatıldı. Arabuluculuk görevini, dönemin NATO Genel Sekreteri Javier Solana
yürüttü.

Yapılan görüşmelerin sonunda Amerikan, İngiliz ve Arnavut delegasyonları 18 Mart’ta “Rambouillet Sözleşmesi”ni imzaladılar. Sözleşme, siyasi ve askeri olmak üzere iki bölümden oluşuyordu. Siyasi bölüme göre; Kosova, YFC içinde özerk eyalet olacak, eyalette özgür ve adil seçimler düzenlenecek, demokratik kurumlar oluşturulacak, adil yargı sistemi kurulacak, azınlık ve insan hakları korunacaktı. Sözleşmenin askeri bölümünde ise, bağımsız bir devletin kabul etmesi mümkün olmayan hükümler yer alıyordu: Kosova’ya 30 bin kişilik NATO gücü yerleşecek, bölgenin güvenliğini NATO sağlayacak, NATO birliklerine YFC topraklarından tam (engelsiz) geçiş hakkı verilecek, NATO ve NATO mensupları YFC yasalarından muaf tutulacak. 23 Mart’ta YFC Meclisi, Rambouillet Sözleşmesi’nin siyasal bölümünü kabul ederek, sorunu “barışçıl ve demokratik” biçimde çözme niyetini açıkça ortaya koydu. 

  Ama tabii ki YFC Meclisi, sözleşmenin askeri hükümlerini, “Sırbistan’ın egemenliğini zedelediği” gerekçesiyle reddetti.14

Amerikan-İngiliz delegasyonu, bu askeri taleplerin YFC tarafından kabul edilmeyeceğini gayet iyi biliyordu. Asıl amaç; YFC’nin önüne “kabul edilmesi imkansız” istekler koymak, bu isteklerin reddedilmesini sağlamak ve böylece NATO saldırısının bahanesini üretmek idi. Nitekim ABD eski Devlet Sekreteri ve Ulusal Güvenlik Danışmanı Henry Kissinger, 28 Haziran 1999’da Daily Telegraph’a verdiği demecinde şunu söyledi:

    “Rambouillet metni… bombalamayı başlatmak için bir provokasyon, bir bahane idi.

Rambouillet, bir melek Sırp’ın dahi kabul edebileceği bir belge değildi. O şekilde hiç bir zaman sunulmaması gereken korkunç bir diplomatik belgeydi.”15

     Yani Rambouillet Sözleşmesi, YFC’ye sunulan bir “savaş ültimatomu” idi. YFC Meclisi bu ültimatomu reddedince NATO kuvvetleri 24 Mart 1999 günü saat 19.00’da Sırbistan’a yönelik hava saldırısını başlattı. Saldırıya 15 NATO ülkesi16 ve Arnavutluk katıldı. UÇK birlikleri saldırı sırasında NATO ile birlikte hareket ettiler. NATO, bu işbirliğine karşılık olarak UÇK’yı “özgürlük savaşçısı” ilan etti.

     Mart 1999’da NATO kuvvetleri Sırbistan’ı bombalamaya başlamadan hemen önce, dönemin ABD Başkanı Clinton hiç çekinmeden şunu söylemişti: “Eğer bütün dünyaya satış yapmamızı da içerecek güçlü ekonomik ilişki kurabilecekse, Avrupa bunun anahtarı olmak zorundadır.

    Bu Kosova davası, baştan aşağı bununla ilgilidir.”17 Clinton, bu konuşmasını yaptığı günlerde Amerikan iş dünyasını, Sırbistan’a askeri operasyon düzenlen mesi konusunda ikna etmeye çalışıyordu. Nitekim aradığı desteği buldu ve saldırı “başarılı” biçimde gerçekleştirildi.

NATO uçakları, sadece askeri değil aynı zamanda sivil hedefleri de bombaladı: Okullar, hastaneler, evler, köprüler, enerji istasyonları, devlet televizyonu binası, bazı siyasi parti binaları… Zastava Otomobil Fabrikası gibi Sırbistan sanayisinin önemli fabrikaları özellikle NATO savaş uçaklarının hedefi oldu. Hava bombardımanı süresince Belgrat halkı, meydanlara çıkıp şehirlerini koruyabilmek için “canlı kalkan” haline dönüştürdü kendisini.

Ama ağır bombardımana fazla direnemeyen YFC yönetimi, NATO’nun taleplerini 3  Haziran’da kabul etmek zorunda kaldı. Bunun üzerine NATO bombardımanı 10 Haziran’da  sona erdirildi. 

İnsan Hakları İzleme Komitesi’nin raporuna göre NATO bombardımanı nedeniyle 488-527 kadar sivil hayatını kaybetti. Ama YFC’nin resmi açıklamasına göre en az 1.200 sivil ve 462 asker NATO bombaları altında can verdi. 1 Ocak 1998 – Aralık 2000 arasında Kosova’da  yaşanılan çatışmalarda hayatını kaybedenlerin sayısı ise 13.421 olarak kayıtlara geçti. Bunun etnik gruplara göre dağılımı şöyleydi: 10.533 Arnavut, 2.238 Sırp, 126 Roman, 100 Boşnak ve diğerleri. ABD’nin resmi açıklamasına göre YFC güçleri 1990’lar boyunca Kosova’da 10.000 kadar sivili öldürdü. Savaş sona erdikten sonra 850.000 kadar sığınmacı Kosova’ya geri döndü. Savaş sırasında 90.000 Sırp, yaşanılan çatışmalardan ve baskılardan dolayı Kosova’yı terk etmek zorunda kaldı. Savaş sona erdikten sonra bu sayı 164.000’i buldu.18
Yani 1990’lar boyunca yaşanılan Sırp-Arnavut çatışmaları ve akabinde gelen NATO saldırısı sonucunda bölgede büyük insani ve maddi yıkım gerçekleşti. Bu yıkımın yaraları halen tam olarak sarılmış değildir. On yıllar boyunca da yıkımın izleri yaşamaya devam edeceğe benziyor…

Ahtisaari Planı ve Bağımsızlık İlanı

YFC Başkanı Miloseviç, NATO’nun isteğine uyarak Kosova’daki askerlerini ve polis gücünü 10 Haziran’da geri çekti.19 İki gün sonra NATO komutasındaki uluslararası Kosova Gücü (KFOR: Kosovo Force) bölgeye girmeye başladı. Ayrıca BM Güvenlik Konseyi kararıyla oluşturulan Birleşmiş Milletler Kosova Misyonu (UNMIK: United Nations Mission in Kosovo) bölgeye yerleşti. Ardından Kosova’nın nihai statüsünün ne olacağı tartışmaya açıldı.

Arnavutlar “tam bağımsızlık” isterken, Sırbistan Kosova için “geniş ve demokratik özerklik” önerdi. BM Genel Sekreteri Kofi Annan, Finlandiya eski Cumhurbaşkanı Martti Ahtisaari’yi 2006 başında “BM Kosova Elçisi” olarak görevlendirdi. Kosova’nın nihai statüsünü belirlemek amacıyla Ahtisaari tarafından “Kosova (Ahtisaari) Planı” hazırlandı.

Şubat 2007’de Sırbistan ve Kosova hükümetlerine sunulan Plan, Kosova’ya anayasa, bayrak, milli marş ve uluslararası örgütlere üye olma hakkı tanıdı. Ayrıca planda AB, NATO ve BM Güvenlik Konseyi’ne “denetim” yetkisi veriliyordu. Başta Kosovalı Sırplar olmak üzere eyalette yaşayan tüm azınlık grupların haklarının korunması yönünde çağrıda bulunuldu.

   Planın uygulanmasını denetlemek üzere bölgeye bir “Uluslararası Sivil Temsilci” atanacaktı.

    Bu temsilci, plana göre, BM Güvenlik Konseyi ve AB tarafından görevlendirilecekti.
Temsilcinin, yasaları veto etme ve Kosova’lı yöneticileri görevden alma gibi son derece geniş yetkilere sahip olması planlandı. 1999 yazından itibaren bölgede bulunan KFOR ve UNMIK ise Kosova’da kalmaya devam edecekti. Ayrıca plan, Kosova’ya bir AB Polis Misyonu yerleştirilmesini önerdi. AB Polis Misyonu, Ahtisaari Planı çerçevesinde oluşturulacak kurumların “etkili, adil ve temsili şekilde çalışmasını” sağlayacaktı. Belli bir süre sonunda  (bu sürenin ne olduğu Ahtisaari Planı’nda belirtilmiyordu), tüm yönetsel yetkiler Kosova Cumhuriyeti kurumlarına devredilecekti.

Yani Ahtisaari Planı; AB, NATO ve BM Güvenlik Konseyi denetiminde Kosova’da adeta bir “uluslararası protektoral yönetim” oluşturulmasını öneriyordu. Bu “uluslararası protektoral yönetim”, plana göre, ABD ve Batı Avrupalı merkez kapitalist devletler tarafından kontrol edilecek ve yönetilecekti. Ne kadar süreceği belirsiz olan “geçiş dönemi”nin sonunda yönetsel yetkiler, Kosova kurumlarına devredilecekti. Yani “uluslararası protektoral yönetim”, belli bir
süre sonra “bağımsız Kosova Cumhuriyeti”ne dönüştürülecekti.

ABD, İngiltere, Fransa, Almanya ve Kosova (Arnavut) hükümeti Ahtisaari Planı’nı büyük bir memnuniyetle kabul etti. Dönemin Sırbistan Devlet Başkanı Boris Tadic ile Başbakan Vojislav Kostunica; planı kesinlikle kabul etmeyeceklerini ve Kosova topraklarının Sırbistan ülkesinin bir parçası olduğunu açıkladılar. Ayrıca Belgrat yönetimi; Sırbistan’ın “ülkesel bütünlüğünü ve egemenliğini” parçalayan planın, BM Kurucu Antlaşması’na aykırı olduğunu ve bu nedenle uygulanmasının “uluslararası hukuk açısından imkansız” olduğunu ileri sürdü.

Kosova’nın Sırbistan’dan ayrılmasına karşı çıkan Sırp yönetimi, bölgeye “geniş demokratik özerklik statüsü” verilmesini önerdi. Arnavut Kosova hükümeti ise, “bağımsızlık dışında her hangi bir çözüm önerisinin kendileri açısından kabul edilemez” olduğunu açıkladı. Plan, Sırbistan ile Kosova’lı Arnavut temsilciler arasında Ahtisaari’nin arabuluculuğu altında görüşüldü. Görüşmelerden sonuç çıkmayınca Ahtisaari, planı, BM Güvenlik Konseyi’ne gönderdi. Güvenlik Konseyi’nde veto yetkisine sahip olan Rusya, “Sırbistan’ın kabul etmediği planlara kendisinin de karşı çıkacağını” açıkladı ve Nisan ayında yapılan BM
Güvenlik Konseyi toplantısında Ahtisaari Planı’nı sert dille eleştirdi.

   ABD - AB ittifakı, Rusya’yı ikna etmeye çalıştı. Ama Moskova ikna edilemeyince ABD Başkanı Bush, Haziran ayında, “Kosova’nın daha fazla gecikmeden bağımsız olması gerektiğini” söyledi. Uzlaşma sağlanamadığı için 20 Temmuz’da Ahtisaari Planı BM Güvenlik Konseyi’nin gündeminde çıkarıldı. ABD-İngiltere-Almanya-Fransa dörtlüsünden destek alan Kosova Meclisi ise, Temmuz ayında, BM’nin yürüttüğü Kosova sürecinin başarısız olduğunu belirtti ve “yılsonuna kadar bağımsızlık ilan edileceğini” duyurdu. Ve nihayet Kosova Meclisi 17 Şubat 2008’de bağımsızlık ilan etti: “Bugünden itibaren Kosova, bağımsız ve hür olmakla gurur duyduğunu ilan eder… Kosova kurumlarının liderleri olarak bizler, Kosova'yı özgür ve bağımsız bir ülke ilan ediyoruz.”20

   UÇK komutanı ve Başbakan Hashim Thaçi tarafından okunan Kosova Bağımsızlık Bildirisi’nde ayrıca “Ahtisaari Planı’na uyma” sözü verildi. Bağımsız Kosova’nın yeni bayrağı mecliste tanıtıldı. Kosova Cumhuriyeti’nin bayrağı, altı yıldızla birlikte mavi fon üzerine sarı renklerde Kosova’nın sınırlarını gösteren bir bayrak olarak belirlendi. Bu zamana kadar Kosova Arnavutları, kırmızı fon üzerine siyah renkli iki kafalı kartal tasviri bulunan Arnavutluk bayrağını kullanıyordu.

Sırbistan Başbakanı Kostunica bağımsızlık ilanı sonrasında radyo ve televizyonlardan naklen yayınlanan konuşmasında şunları söyledi:

“Avrupalı yandaşlarıyla birlikte bu şiddetin sorumlusu ABD Başkanı, Sırp tarihine kara harflerle yazılacaktır. Bugün 17 Şubat’ta, NATO kontrolündeki Kosova kukla devleti Sırbistan toprakları üzerinde yasa dışı biçimde ilan edildi. Bu bir şiddet eylemidir.

   Siyasi tahribatçı, acımasız ve ahlaksız ABD, bu benzersiz yasa dışılığı yarattı ve görüşlerini kabul ettirerek AB’yi aşağıladı. ABD, gücü, hukukun üzerinde tuttuğunu ve kendi çıkarları için uluslararası hukuku ihlal etmeye hazır olduğunu gösterdi. ABD ve AB, uzun vadede olup biteceklerin ve sonuçlarının sorumlusu olacaktır. 

Sırbistan aşağılanmayı ve güce boyun eğmeyi reddediyor.”21

ABD hükümeti, bağımsızlık ilanını “not” ettiklerini, konuyu değerlendirdiklerini ve Avrupalı ortaklarıyla görüşme içinde olduklarını açıkladı. Avrupalı hükümetler ise, Kosova ve Sırbistan hükümetlerini sakin olmaya ve sorumlu davranmaya çağırdı. Buna karşılık Moskova, Kosova konusunda Sırbistan’ı desteklediğini bildirdi. Kosova’nın bağımsızlığını tanımayacağını açıklayan Moskova yönetimi, bağımsızlık ilanının “uluslararası hukuka ve BM Kurucu Sözleşmesi’ne aykırı olduğunu”, ABD ile Batı Avrupalı devletlerin Sırbistan’a haksızlık yaptıklarını ve Kosova konusunda çifte standart uyguladıklarını söyledi. Ayrıca Rusya’ya göre, Kosova’nın bu şekilde bağımsızlık ilan etmesi ve tanınması, dünyanın diğer
bölgelerindeki ayrılıkçı hareketleri cesaretlendirecek ve böylece yeni problemleri,
karışıklıkları, çatışmaları doğuracaktır.

2. Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR..,,

***

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder