11 EYLÜL ÜN ABD GÜVENLİK POLİTİKASINA ETKİLERİ. BÖLÜM 2
11 Eylül’ün ABD Güvenlik Politikasına Etkileri
“El Kaide militanlarının 11 Eylül 2001 günü New York’taki dünya ticaret merkezine iki uçakla düzenlediği saldırıdan birkaç saat sonra, Amerikan ekonomik gücünün sembolleri yıkıldı. Hemen hemen aynı dakikalarda bir başka uçak Amerikan askeri gücünün simgesi Pentagon’u hedef aldı. Kaçırılan üçüncü yolcu uçağı ise muhtemelen Beyaz Saray olarak belirlediği hedefine ulaşmadan düştü. Böylece ABD’nin politik sembolü zarar görmedi.”22 “Artık şu söylenmekte dir: soğuk savaş döneminde güvenlik yoktu fakat istikrar vardı geçen
on yılda ise güvenlik vardı fakat istikrar yoktu.11 Eylülden sonra ise bu denklem güvenlik yok istikrar da yok şeklini almıştır.”23 “Denilebilir ki 11 Eylül saldırılarından sonra özgürlük güvenlik dengesinde denge güvenlik lehine bozulmuştur.”24 “ABD‘nin saldırgan dış politikası, tüm dünyada ABD ‘nin hegemonya siyasetinden imparatorluk siyasetine geçmekte olduğu yönünde analizler yapılmasına yol açmıştır.”25 “ABD, 11 Eylül sonrası dış politika rotasını yeniden belirledi. Uluslararası ilişkilerin merkezine terörle mücadeleyi koyan ABD, önce ‘’Şer Ekseni’ni çizdi. Ardından teröre karşı ilan ettiği top yekûn savaşla, dış ilişkilerinde yeni bir dönem başlattı.”26 “11 Eylülden sonra, ABD 20 yıl önceki Reagan yönetimiyle aynı retoriği benimseyerek yeniden terörizme karşı savaş ilan etti.”27 “11 Eylül saldırısı ABD’nin kendi topraklarında istisnalar hariç olmak üzere ilk kapsamlı saldırı olarak değerlendirilebilir.”28 11 Eylül 2001 terörist saldırılarından sonra ABD’de Bush yönetimi Amerikan ulusal güvenlik stratejisinin dayandığı temelleri 2002 ve 2006 ulusal güvenlik stratejisi belgeleri ile tüm dünyaya açıklamıştır. “Yeni ulusal güvenlik stratejisi siyasi ve ekonomik özgürlükler aracılığı ile insanlık onurunu yüceltmek, terörizm ve kitle imha
silahlarına karşı dünyanın güvenliğini sağlamak olarak tanımlanan Bush doktrini üzerine kuruludur.”29
Dünyadaki terör ağlarının çökertileceğini söyleyen Bush, teröre destek veren herkesi, ABD’nin düşman listesine ekledi. İlk hedef olarak saldırıların arkasında olduğu Usame Bin Ladin ve örgütü El Kaide’ye destek verdiği belirtilen Afganistan’daki Taliban rejimi belirlendi. Ardından kitle imha silahlarına sahip olduğu gerekçesiyle İran, Irak, Kuzey Kore’yi ‘şer ekseni’ olarak tanımlayarak bu ülkeleri dünya barışı için bir tehdit olarak nitelendirdi. Asimetrik tehdit olarak adlandırılan ve uluslararası sistemde terörist gruplar gibi küçük aktörlerin büyük güçlere ağır kayıplar verdirmesini ifade eden yeni tehlikeyle mücadele edebilmek için dünyanın tek hegemonik gücü olan ABD güvenlik politikalarında değişikliğe
gitmiştir. “11 Eylülden sonra ABD, NATO dâhil olmak üzere uluslararası kurum ve kurallara daha az bağlı bir şekilde hareket edeceğini açıkça ortaya koymuş tur.”30 “ABD’nin yeni tehdit algılamalarında terör ilk sıraya yerleşirken teröre destek veren ülkelerde şer ekseni olarak nitelendirilerek acımasızca mücadele edileceği vurgulanmıştır. Diğer bir değişle Soğuk Savaş döneminde “özgür ulusların komünizme karşı desteklenmesi” biçiminde formüle edilen Truman doktrini yerini, “özgür ulusların terörizme karşı korunması” şeklinde formüle
edilebilecek Bush doktrinine bırakmıştır.”31 Bu doktrin ve Irak ı Özgürleştirme Operasyonu kolektif güvenlik sistemini yeniden düzenlenmiş ve ikincilleştiril miştir. “Kısaca Bush doktrini denilen ve potansiyel tehditleri aktif hale gelmeden yok etmeyi amaçlayan önleyici saldırı konsepti ABD’nin ulusal güvenlik strateji belgelerine de girmiştir.”32 “Yeni tehdit sıralamasında liste başını çeken asimetrik teröre karşı Amerika’nın hegemonik liderliğinde girişilen mücadele de Türkiye gerek sahip olduğu jeopolitik konum ve gerekse Batıyla kurduğu stratejik-askeri ittifaklar nedeniyle Balkanlardan Ortadoğu ve Orta Asya’ya uzanan dünyanın en karışık bölgesinde, istikrara katkı sağlayan bir ülke konumu kazanmıştır.”33
Zira Türkiye haydut devlerle sınırı olan tek NATO üyesi ülkedir.
“Bush yeni stratejiyi; bundan böyle ABD, nükleer, biyolojik ve kimyasal silah üreten ve tehdit oluşturduğuna inanılan ülkelere karşı, konvansiyonel ve nükleer silahları da kullanarak, önleyici darbe indirilicek. Ayrıca askeri ve siyasi yöntemler birlikte uyumlu bir strateji haline getirilip, terörle mücadelede kullanılacak sözleriyle duyurdu.”34 “ABD çevrelerinin, 11 Eylül yeni bir dönemin başlangıcıdır diye bir milat ortaya koymaları, ABD’nin sürdürülebilir üstünlük için düğmeye bastığını gösteriyor.”35 “Bush’un 11 Eylül sonrasında yeni muhafazakâr akımın etkisine açık bir şekilde gelişen dış politikası 2004 seçimleriyle Amerikan halkının da onayını almıştır. Özgürlük yanlısı ve ahlakçı söylemin tek başına bir siyasal hedef olmaktan çok tek taraflı ve saldırgan dış politikasını meşrulaştıran bir araç olarak kullanıldığı görülmektedir.”36 Başkan Bush’un yeni muhafazakâr dış politika stratejisi Amerika’nın tek taraflı ve güce dayalı bir müdahaleci politika izleyerek dünyada birçok rejim değişikliğinin gerçekleştirilmesi esasına dayanır. 11 Eylül sonrası gelişmeler ABD’nin 20.yy sonunda dünya çapında yitirmeye başladığı liderlik pozisyonunu yeniden güçlendirmek için kullandığı bir çıkış noktası olmuştur.
“Terörle kendi topraklarında yeni tanışan ABD dünyanın günümüze kadar olan ve insan merkezli kazanımları ifade eden bu değerler sistemini Avrupa’dan ve Türkiye’den farklı olarak yorumlamaktadır.”37 “Bunun nedeni saldırılarla gelen kızgınlıkla yenidünya güvenlik politikalarını şekillendirme isteği, vurulmaz sanılan hegemon gücün vurulması, Narsist merhametle”38 gelen kozmopolit burjuva yaşam tarzının saldırılarla yıpratılmasına olan tepki ve uluslar arası terörün ABD çıkarlarını doğrudan etkiler hale gelmesi ve Amerikan sermayesine yönelmesidir. Zira terörist saldırılara en çok maruz kalan küreselleşme ve sömürünün aracı kurumları görülen iş çevreleridir. “Amerikan sermayesi hızlananan küreselleşme sürecinde Dünya Bankası Ve IMF gibi uluslararası kuruluşlarında desteği ile sürdürdüğü dünyayı parselleme ve ülke pazarlarını fetih etme mücadelesinde terör örgütlerinin direniş ve saldırıları ile karşılaşmıştır.
Bunun karşılığında ise 11 Eylül saldırıları bahane gösterilerek ABD’deki siyasi ve askeri karar mercileri ticari, sermaye, silah sanayicileri ve onların medyadaki iş birlikçilerince kışkırtılarak, Amerikan ordusunun gücü küreselleşmeye karşı direnen ülkelere karşı kullanılmaktadır.”39 “Yaratılan terör mitinin arkasında yatan neden dünya imparatorluğudur. 11 Eylül güvenlik sorunlarını yeniden hortlatmıştır. ABD terörle mücadele kapsamında çıkmazı iki noktaya dayanmıştır birincisi saldırının şoku ikincisi düşmanın tanımlanmasındaki belirsizliktir. Aslında Soğuk Savaş sonrası dönemde devletlerin ulusal güvenliklerine en büyük düşmanlarsan biri de terörizmdi.
Ancak bu 11 Eylül’ e kadar anlaşılamadı. ‘Saldırı sonrası batılı başkentlerde yapılan değerlendirmeler sonucunda terörizm 21.yüzyılın en büyük tehdidi ilan edilmiş ve hatta henüz tanımlanamamış bir düşmana karşı NATO ülkeleri ilk defa ittifak anlaşmasının 5. Maddesini harekete geçireceklerini açıklamışlardır.”40 “ABD’nin Soğuk Savaş sonrası terörü baş düşman ilan ettiği bu konuda müttefiklerini de iknaya çalıştığı bilinen bir durumdu ama burada yeni olan bir taraf vardır: O da, terörü destek veren teröristleri destekledikleri düşünülen
ülkelerinde düşman ilan edilmesiydi.”41 ABD kanıt toplayıp yargı önüne çıkmak yerine saldırıyı dünyaya savaş olarak empoze etmeyi yeğledi ve ciddi kanıtların bugün olup olmadığı da hala bilinmiyor. Teröre karşı savaş için meşru bir zemin hazırlandı ve BM Güvenlik Konseyi uluslararası terörün mali ve lojistik kaynaklarının kurutulmasını hedefleyen kararı kabul etti üyelerin de kabul etmesi zorunlu kılındı.
“Soğuk Savaş sonrası dönemde, ABD hegemonyasının küreselleşmesi ve devam ettirebilmesi önünde engel olarak görülen büyük devletlerin yerini, 11 Eylül’den sonra terörist şebekeler ve onlara destek olan haydut rejimler almıştır. ABD bu yeni tehdit algılamasına paralel olarak ulusal güvenliğine potansiyel tehdit ve tehlike teşkil edenlere yönelik önleyici saldırı (preventive attack) yöntemini kullanmaya başlamış, bunu aynı zamanda tüm dünyanın güvenliği için yaptığını söyleyerek meşrulaştırmaya çalışmıştır. Ancak gerek 11 Eylül saldırılarından yaklaşık bir ay sonra başlayan Afganistan’ın işgalinin, gerekse Mart 2003’te başlayan Irak’ın işgalinin siyasal, ekonomik ve toplumsal sonuçları, yapılanların ABD’nin hegemonyasını küreselleştirmeye ve pekiştirmeye yönelik stratejinin adımları olduğunu tüm dünyaya göstermiştir.”42
“ABD’nin 11 Eylül saldırılarının ardından izlediği dış politikanın amacı; sadece hegemonyasının önünde engel olan rakip güçlerin gelişmesini engellemek değil, aynı zamanda tüm uluslararası sisteme mutlak egemenliğini kabul ettirmek olmuştur. Bu amaç doğrultusunda oldukça saldırgan ve tek yanlı bir dış politika yönelimi içine giren ABD, tarihinde ilk defa aşırı yayılmaya başlamıştır.”43
“Saldırıların ardından teorik açıdan olmasa da pratik açıdan önemli bir değişim gösteren Amerikan dış politikası, daha “saldırgan” ve “tek yanlı (unilateral)” bir eğilim sergilemiştir. Bu yeni dönemde, ulusal çıkarlarına yönelik potansiyel veya gerçek olarak algıladığı herhangi bir tehdide karşı eylemde bulunabilme anlayışını benimseyen ABD, “önleyici (preventive)” ve “önlem alıcı (pre-emptive)” saldırı düşüncelerini dış politika eğiliminin merkezine oturtmuştur.”44
11 Eylülle gelen kırılma noktası şudur: “11 Eylül sonrasında güvenlik kavramı geleneksel anlamından uzaklaşmış, iç ve dış güvenlik ayrımı buharlaşmış ve güvenliğin daha militarize edildiği bir süreç başlamıştır. Bu süreçte güvenlik uğruna temel hak ve özgürlüklerden vazgeçilebileceği inancı yaygınlaşmıştır.”45 Güvenlik fetişizmi denilen bir boyuta ulaşan bu aşırı güvenlikçi anlayışın temel haklar üzerindeki hasarını azaltabilmek için demokratik kolluk anlayışı yerleştirilmeliydi. ABD 11 Eylül olayı sonrasında hegemonik bir güç olmaktan çıkıp sömürü ve kontrol politikasına yönelen bir ülke haline gelmiştir. Bunun nedeni olarak da küresel terörle mücadele ve demokrasi yayma gerekçe gösterilmiştir.
“Nitekim iş başına geldiğinde Amerika’yı füze savunma sistemleri ile donatmayı hedefleyen Bush yönetimi terör eylemlerinden sonra savunma stratejisini global menzilli terörizmle mücadele etmeye yönelmiştir.”46
“Yeni savunma politikası 31 Aralık 2001 tarihinde Kongreye verilen Nükleer Tertiplenme Gözden Geçirme (NPR) dokümanında, yeni nükleer doktrin ile birlikte ifade edilmişti. NPR, nükleer ve konvansiyonel tüm silahlı kuvvetlerin kullanımı ile ilgili bir strateji ortaya koymakta idi. ABD savunma sisteminde yeni bir dönemi ifade eden bu stratejinin üç kurgusundan ilki saldırgan vuruş sistemleri idi. Diğer ikisi ise ortaya çıkacak tehditlere karşı zamanında karşı koymak için yeni kabiliyetler sağlayacak savunma sistemi ve savunma alt yapısı idi. Yeni dönemin bu üç kurgusu komuta ve kontrol, istihbarat ve analiz sistemleri ile yeni kurulan Stratejik Komutanlık (STRATCOM) bünyesinde yer alacaktı.”47
Neo-conların/Yeni Muhafazalkarların Etkisi: “Yeni muhafazakâr grup, Soğuk savaş yıllarında ABD’nin dış politikasında sergilediği sert politikayı 1990lı yıllarda Amerikan iç siyasetinin temel konularında göstermeye başlamıştır.”48 1970’lerden itibaren Amerikan siyasetinde etkili olmaya başlamıştır ve liberal politikaların ahlaki çöküşe, suç ve çözülmeye yol açacağından yola çıkarak ahlaki içerikli bir siyasetin oluşumuna neden olmuşlardır.
“Başkanlık kurumunun gücünün artması ve siyasi partilerin öneminin azalması ile halkın çoğunluğunun istekleri dışında özel hedefleri ve çıkarları olan gruplar Amerikan yönetiminde oldukça güç sahibi olabilmektedirler. Bunlara en iyi örnek son yıllarda dış politika alanında etkin olan yeni muhafazakârlardır.”49 “Reagan döneminde Sovyetlere "şer imparatorluğu" denmesini sağlayan onlardır. Clinton döneminde güçlerini arttıran ancak istedikleri etkinliği gösteremeyen bu ekip için George W. Bush iktidarı büyük bir fırsat oldu.”50
Yeni muhafazakârlar uluslararası siyasette iyi kötü ayrımı yaparlar ve Amerikan değerlerinin iyi olduğunun dünyaya demokrasi ve insan haklarını getirirken gerekirse askeri güç kullanabileceğini savunurlar. Bu yüzden ABD dış politikası aktif olmalı ve Başkan dış politika ve asker kullanma konularında tek yetkili olmalıdır. Zira Yeni muhafazakârlar güçlü bir başkanlık kurumundan yanadırlar. Onlara göre ABD dünyaya hegemonyasını kurarak barışı getirebilir. Yeni muhafazakârlar Irak işgalinde etkili olup özel hedefleri olan gruplardır.
Avrupa çok fazla idealist olduğu için uluslar arası kuruluşlarda ABD’nin hareket alanını sınırladığı için eleştirilir. Bu bağlamda emperyal başkanlığın gelişimine de katkıları olmuştur.
Savunma bakanlığı ve beyaz saray ulusal güvenlik konseyinde çeşitli görevlere gelmişlerdir.
Bush un seçilmesi ile cumhuriyetçiler hem yasama hem de yürütme organında etkili olmuşlardır böylece bölünmüş hükümet meydana gelmiş ve başkan yasama ve yürütme eğilimlerini ele almıştır. Richard Cheney ve Donal Rumsfeld Amerikan hegemonyasının özellikle Ortadoğu’ya genişletilmesini savunup başkanlık kurumunun ulusal politikada hâkim olmasını istemiş, emperyal başkanlığa katkılarda bulunmuştur. Oğul Bush denemi yeni muhafazakâr ekibine göre ABD Soğuk Savaştan galip çıkmış tek devlettir ve bu gücünü kullanmaktan çekinmemeli engel çıkarsa ortadan kaldırmalıdır. Oğul Bush ilk dönem başkanlığında Kyoto Protokolünü imzalamaması tek taraflı Ulusal Füze Savunma Sistemini oluşturması bu politikayı izleyeceklerinin bir örneğidir. Ayrıca 2002 Ulusal Güvenlik Strateji belgesi de bunun açık bir ilanıdır. Yeni muhafazakârları geleneksel muhafazakârlardan ayıran devlet müdahaleciliğine verdikleri büyük önemdir. “Bush’un 2002 Ulusal Güvenlik Stratejisinin başında belirttiği gibi ABD’nin iddiası basit bir ulusal savunma ölçütünün çok ötesindedir. Bu iddia dünyada özgürlüğü hâkim kılacak bir hakça barışın tesis edilmesidir. Bu açıdan dünyada sadece barış ortamının varlığı yeni muhafazakâr siyaset için yeterli değildir.
ABD hakça barışı tesis etmek için mevcut barış ortamına müdahale edebilir. ABD yine aynı belgede belirtildiği gibi yeni bir güç dengesi kurma iddiasındadır.”51
G.W. Bush dönemi dış politikasının üç önemli hedefi güvenlik ve askeri tavırda değişimlere neden olmuştur. Bunlar; 1-terörle savaş, 2-askeri potansiyelin modernizasyonu ve geliştirilmesi, 3-yeni petrol miktarlarının ihracatıdır. Tüm bunlar tek bir güvenlik konsepti altında birleştirilmiştir. Bu değişimin etkilerini görebilmek için ABD’nin bazı bölgelerdeki aktiviteleri incelenmelidir.
1-Küresel Terörle Savaş:
Bush’un temel teoremi şuydu: “Terörle olan mücadelemiz El Kaide ile başlamaktadır, ancak küresel çapta hareket eden her terörist grubu bulup, durdurana ve yenene kadar devam edecektir. Bu sefer kesinlikle bazı ceza aksiyomları veya büyük bir muharebe ile bitmeyecek.
Tam tersine çeşitli muharebe alanlarında ve açık yahut gizli aksiyonlarla sürdürülen uzun bir sefer olacak.”52 Bush teröristleri sonuna kadar kovalayacaklarını da eklemiştir.
2-Askeri Düşüncede Devrim:
“Bu yeni yapılanma için iki stratejik temel açıklandı. Birincisi; ABD askeri gücünün yenilmezliğini garanti altına almak ki bunun için etkili bir roket savar sisteminin üretilmesini ve ABD’nin ileri teknoloji silahları alanındaki üstünlüğünün korunmasını sağlamak gerekiyordu. İkincisi ise; ABD’nin İran, Irak ve Kuzey Kore gibi bölgesel düşman ülkelere saldırma ve yenme yetisini geliştirmek.”53 Bush birinci hedefe ulaşmak için ‘NATİONAL MİSSİLE DEFENSE’ olarak adlandırılan program ile ABD’nin 50 eyaletini korumayı amaçladı. Ayrıca gelişmiş sensorik enstrümanlara sahip olunması gerektiğini vurguladı. İkinci hedefe ulaşmak içinse ‘POWER PROJECTİON’ yani her potansiyel düşmanı yenecek düzeyde olan ABD ordularının uzaklardaki savaş alanlarına gönderilmesi yapısal gelişimini formüle etti. Bunun için yeni yüksek teknolojili silahlar alınmalı ve insansız uçaklar geliştirilmeli idi. “Bush’a göre ABD silahlı kuvvetleri gelecek yüzyılda hızlı, hareketli ve ölümcül olmalıydı.”54
“ABD savunma stratejisine temel teşkil eden tehditler dört ayrı grupta tanımlanmıştır:
1. Askerî kabiliyet ve kuvvetleri ile rakip ve çatışma olasılığı olan devletlerin oluşturduğu geleneksel tehdit.
2. Konvansiyonel olmayan (klasik savaş dışı) metotlar kullanan kuvvetli rakiplerin oluşturduğu düzensiz tehdit.
3. Kitle imha silahlarını edinme gayreti, sahip olma ve kullanma şeklinde ortaya çıkan tehdit.
4. ABD’nin sahip olduğu temel operasyonel üstünlüklere meydan okuyacak teknolojileri geliştirme ve kullanma gayreti içindeki ülkelerden gelen tehdit.”55
3-Petrol Kaynakları
a- Körfez Bölgesi: “Washington, körfez bölgesinden gelen sürekli petrol teslimatının herhangi bir şekilde tehlikeye girmesini engellemede kararlıdır. Ayrıca Iraktaki petrol rezervlerinden Rus, Çin ve Avrupa tekellerinin yararlanması yerine ABD tekellerinin faydalanabilmelerini güvence altına almak istemektedir.”56
b- Orta Asya Ve Kafkaslar: Amaç bölgeye ABD güçlerinin konuşlandırılması ve Taliban rejimine karşı operasyonlar düzenlemenin yanı sıra bölge doğal gaz ve petrolünü Batı piyasalarına aktaracak olan boru hatlarının korunmasıdır da. Bu bağlamda ABD Gürcistan ve Kazakistan da askeri birliklerini konuşlandırdı.
c-Kolombiya: Siyasi şiddet ve gerilla örgütleriyle mücadelenin yanı sıra ülke içinden çıkarılan petrolü taşıyan boru hatlarının korunması ABD tarafından sağlanmıştır Afganistan Müdahalesi: “ABD ve İngiltere 7 Ekim 2001’de Afganistan’a karşı ‘Kalıcı Özgürlük’ (Operation Enduring Freedom) adı altında askeri bir operasyon başlatmış; BM Güvenlik Konseyi’nin açık bir yetkilendirmesi olmaksızın başlattıkları operasyonu, BM Antlaşması’nın 51. Maddesinde yer alan meşru müdafaa hakkına dayandırmışlardır. Ancak saldırılar sonrasında, durum ile ilgili Güvenlik Konseyi tarafından çeşitli kararlar alınmış olmakla birlikte, ilgili kararlarda ne operasyona izin veren ne de saldırıların faillerini belirleyen açık bir ifade kullanılmıştır. Belirtilen gelişmelerin cevabı Bush Doktrini’nin içinde gizlidir.
ABD Başkanı Bush döneminin dış politikasında izlenen yeni strateji; kitle imha silahlarına sahip olanlar ya da kitle imha silahlarına sahip olan devletlere ve teröristler ile terörizme yataklık yapan devletlere karşı daha henüz tehditler tam olarak oluşmaksızın kuvvet kullanılmasını öngörmektedir. Bush Doktrini olarak nitelendirilen söz konusu durum, saldırı yeri ve zamanı belirli olmasa da önleyici askeri müdahalenin varlığını kabul etmektedir.”57
Uluslararası toplum destekli bir hükümet kurulur ve ABD askerlerini bölgede konuşlandırır. Bush Doktrininin Reagan Doktrininden farkı 2/4. maddenin ihlali olmayan durumlarda bile, önceden öngörülmesi mümkün olmayan tehditlere karşı da meşru müdafaa hakkının kullanılabileceğini ileri sürmektedir. Bush doktrini meşru müdafaa hakkının ötesine geçmiş ve uluslararası hukuk kuralı ihlali yapmıştır. Ve bu kararına meşruluk kaynakları aramıştır. Güvenlik Konseyi, 1368 sayılı karar ile uluslararası barış ve güvenliğin tehdit edildiğini saptayarak 39. maddenin kendisine verdiği yetkiyi kullanmış; fakat bunun dışında Anlaşma’nın diğer hükümlerine göre bir yetkilendirme yapılmamıştır. Bununla birlikte hem 1368 hem de 1373 sayılı kararda, Anlaşma’nın 51. maddesinde düzenlenen bireysel ve ortak meşru müdafaa hakkı doğrulanmıştır. “Birleşmiş Milletlerde yürütülen çalışmalar, dünya çapında terörist faaliyetlerin sona erdirilmesi yönünde etkili olmakla birlikte, bu etkinin derecesi beklentileri karşılamaktan uzaktır. Teşkilatın hazırladığı sözleşmelerin hiçbirinde ve
oluşturulan çalışma gruplarının raporlarında, terörizmin kapsamlı bir tarifinin hala yapılamamış olması düşündürücüdür.” 58
Artık 11 Eylülle, soğuk savaş sonrası dönemde yürürlükte olan “barışı sağlama ve muhafaza etme” güvenlik yaklaşımlarını geride kalmış, içeriğinde kimyasal ve biyolojik silâhların üretimi ile kitle imha ve nükleer silâhların kontrolü
gibi konuların bulunduğu güvenlik yaklaşımlarının ön plâna çıkmıştır. Afganistan savaşından sonra uluslar arası yeniden yapılanma süreci ve Demokrasi İhracı Projesi önem kazanmıştır.
ABD’nin güvenliği açısından önemli belge bir belge olan (QDR2001) de şu konulara yer verilmiştir: ‘Dört Yıllık Savunma Değerlendirme Raporu, yeni küresel sistemi tehdit edecek durumlarda ABD’nin zorla girme, işgal etme, siyasi müdahalede bulunma, rejim değiştirme gibi yöntemlere başvurmasını benimsemekte ve tüm coğrafi alanların küresel çıkar yönünde hareket eden ABD’ye açık olması gerektiğini vurgulamaktadır. 59
Yeni stratejik ortamda düşmanın belirsizliği ve buna karşı durabilmenin önemini vurgulamaktadır.
QDR1997’den farklı olarak ABD’nin hegemon konumu kalıcı ve müttefiklerinin refahı için gerekli görülüyor. Yeni konsept bilinmeyen bir düşmana bir hazırlık hem de küresel düzeyde ve uzayda ABD’nin hegemonyasının kurulmasına dikkat çeker. “ QDR2001 ABD’nin ulusal çıkarlarının global olduğunu saptıyor.”60Yeni Stratejik Çerçeve bölümündeki yeni caydırıcılık prensibi, var olan düşmana değil de olası bir düşmanın yaratabileceği olası tehditlere karşı konuşlanmayı, sürekli bir militarizmi gündeme getiriyor. Çünkü ABD esas olarak belirgin bir
düşmana değil belirsiz bir düşmanın olası olanaklarına ilişkin kendi tasarımlarına göre hazırlık yapmayı hedefliyor.
Raporda sürekli olası düşmanlardan bahsedilmesi silah satıcılarına gün doğuruyor. “QDR2001 de ilginçlikler de var.
Bunlardan biri ABD’nin dünyanın geri kalanına adeta kutsal bir savaş açmış olmasıdır. Düşman özgürlüğe karşı bir düşmandır ve ABD idealini korumak
için kutsal savaş açıyor, düşman soyut bir düşmandır.
İkincisi: ABD eşittir dünya ve ABD’nin ulusal çıkarları küresel. Bu küresel bir hegemonya, bir imparatorluk anlamına gelir. “61
“20 Eylül 2002 de Başkan Bush Ön Alıcı Güç Kullanımı Stratejisine geçildiğini resmen açıklamıştır. Bu doktrin ABD’nin istediği zaman istediği yere ya NATO ile ya da tek başına müdahale edebileceğidir.”62 ABD Başkanı Bush, 20 Eylül 2002’de yeni Ulusal Güvenlik Stratejisi’ni açıklamış ve Başkan Clinton’ın stratejisinden ciddi bir kopma meydana gelmiştir. Söz konusu belgede, “ABD’nin yeni dış politikasının neleri kapsadığı açıkça ifade edilmiştir. Öncelikle, düşman devletlere ve kitle imha silahlarına sahip olmak isteyen teröristlere karşı askeri müdahalede bulunulacağı açıklanmıştır. İkinci temada, stratejik olarak Amerika’nın kendi askeri gücü ile başka herhangi bir yabancı gücün rekabet edemeyeceğini belirtmiştir. Üçüncü olarak, ABD stratejisine göre çok taraflı uluslararası işbirliğine taraf olunmakla birlikte kendi güvenliği ve ulusal çıkarlarını korumak adına tek taraflı hareket etmekte tereddüt edilmeyeceği açıklanmıştır. Son stratejik amaç ise, özellikle Müslüman ülkeler başta olmak üzere demokrasi ve insan haklarını dünyaya yaymaktır.”63 “Adı geçen
stratejide 4 ana başlık oluşturulmuştur:
1-Önleyici Savaş
2-Askeri müdahale ve öncecilik
3-Yeni karşılıklılık
4-Demokrasiyi Yayma.” 64
ABD, ulusal güvenliğini NATO zemininde, dost ve müttefikleri çerçevesinde küreselleştirmiştir. 2002’deki Afganistan işgali küresel terör tehdidine dayandırılmış, uluslararası kamuoyunda kabul görmüştür. ABD, Eylül 2002 Ulusal Güvenlik Stratejisi kapsamında, uluslararası hukukta yer almayan ‘önleyici savaş’ kavramını, Afganistan ve Irak işgali dâhil, uluslararası pek çok operasyonda ulusal güvenliği açısından meşrulaştırıcı bir araç olarak kullanmış tır. “Bush dönemi Ulusal güvenlik stratejisi kendisine koymuş olduğu bu amaca ulaşmak için de sırası ile şunları yapmayı öngörmektedir:
1-İnsan onurunun her şeyden önce gözetilmesi,
2-Küresel terörizmi bertaraf etmek için ittifakları güçlendirmek ve Birleşik Devletler ve dostlarına karşı olan terörist saldırıları önlemeye çalışmak,
3-Bölgesel çatışmaları yatıştırmak için başkaları ile birlikte çalışmak, düşmanların Birleşik Devletleri, müttefiklerini ve dostlarını kitle imha silahları ile tehdit etmelerinin önüne geçmek,
4-Serbest piyasalar ve serbest ticaret ile küresel ekonomik büyümenin yeniçağını başlatmak,
5-Toplumları dışa açarak ve toplumların içlerinde demokratik kurumlar inşa ederek gelişmişlik dairesini genişletmek,
6-Küresel gücün diğer başlıca odakları ile ortak eylemler için gündemler geliştirmek,
7-Amerika’nın Ulusal güvenlik kurumlarının yirmi birinci yüzyılın şartlarına ve meydan okumalarını karşılayabilecek şekilde dönüştürmek ve küreselleşmenin zorlukları ile mücadele ederken sunduğu fırsatları da değerlendirmek.” 65
“Bu stratejiler hakkında ayrıntı verecek olursak; İlk madde bağlamında, ABD insan onurunun savunucusu olacağını, insan haklarını yok sayan hükümetlere baskı uygulayacağını, demokrasi yolunda ilerleyen ülkeleri ödüllendireceğini belirtmiştir. İkinci madde içerisinde; küresel teröre karşı uzun dönemli mücadele edileceği, sadece Afganistan’da değil Kuzey Amerika, Güney Amerika, Avrupa, Ortadoğu ve Asya boyunca teröristlere karşı savaşılacağını, terörizmin finans kaynaklarını keseceğini, destekleyen ülkelere de karşı olacağını ulusal ve uluslararası her güç öğesinin kullanılacağını, kitle imha silahlarının arındırılmasını sağlayacağını, gerektiğinde yalnız başına da hareket edeceğini, FBI’ ın yeniden düzenlenmesini içeren anavatanı koruma planını uygulayacağını belirtir. Üçüncü madde ise yerel kriz dönemlerinde bunlar için kaynak hazırlanacağını belirtir. Bu bağlamda ‘İsrail-Filistin anlaşmazlığı ABD için önemlidir çünkü bölgede insanlar acı çekmektedir, bunun ötesinde ABD ’nin İsrail ve anahtar konumdaki Arap devletleri ile yakın ilişkileri vardır ayrıca bölge Birleşik Devletlerin diğer küresel öncelikleri açısından bir öneme sahiptir.
Birleşik Devletler İsrail ile yan yana yaşayan bağımsız demokratik Filistin’in yanında yer alacaktır. İsrail’in de Filistin’de demokrasinin güçlenmesinde çıkarları olacaktır.”66
“Stratejide Güney Asya da Hindistan ve Pakistan üzerinde durulmuştur. Bu ülkelerle güçlü ilişkiler kurulası gerektiğinin altı çizilmiştir Zira Bush hükümeti Hindistan’ın 21.yüzyıl’ın güçlü demokrasilerinden olacağını düşünmektedir. Endonezya etnik azınlıklara saygı gösteren ve hukuk kurallarına saygı duyan, serbest piyasaları kabul ederek içinde bulunduğu bölgede bir güç haline gelmekte olan bir ülke olarak kabul edilmiştir. Meksika, Brezilya, Kanada, Şili, Kolombiya gibi müşterek öncelikleri olan devletler ile esnek koalisyonlar gerçekleştirilmesi öngörülmüş Bu bölgenin demokrasinin yuvası haline gelmesini desteklemiştir. And Dağları uluslarını ekonomilerini iyileştirmeleri kendi kanunlarını uygulayabilmeleri terörist örgütleri ortadan kaldırmaları ve uyuşturucu teminine son vermelerine yardım edebilmek için etkin bir strateji geliştirmiştir. Kolombiya’ya kendi demokratik kurumlarını güçlendirmesi kanundışı silahlı gruplar ile mücadele etmesi için yardımcı olunmaya çalışıldığı belirtilmektedir. Afrika bağlamında ise Avrupa devletleri ile birlikte açlık, salgın ve terörizmin önlenmesi için çalışmalar yapılacağı belirtilmiştir. Yakın tehlike konseptini bugünkü düşmanların hedef ve imkânları na uyarlanmalıdır. ABD gerekirse önleyici eylemlerde bulunacak, istihbarat yetenekleri inşa edecek, askeri kuvvetlerini hızlı ve etkin hareket etmeleri için dönüştürecek.
Dördüncü maddeye göre; ulusal güvenlik için küresel ekonomik büyümenin serbest ticaret ile sağlanmasıdır. Zira güçlü bir ekonomi ABD’nin güvenliğine katkıda bulunacaktır. Bu nedenle Japonya ve Avrupa’nın da güçlü ekonomiye sahip olması küresel güvenliğe ve ABD’nin güvenliğine hizmet edecektir. Kriz çıkmadan önlemesi ve IMF’nin destek verici olacağı vurgulanmıştır. ‘Bu plan küresel anlamda girişimciliğin desteklenmesi, yerel endüstri ve işçilere yardım edilmesi, çevrenin ve işçilerin korunması, enerji güvenliğinin tesisi, iki taraflı
serbest ticaret antlaşmaları yapılması vb öngörüleri içinde barındırmaktadır.”67 “Beşinci maddeye göre; Dünya kalkınma çemberi genişletilmelidir. ‘Ulusal reformlarda güçlükler yaşayan ülkelere kaynak temin edilmeli, hayat standartlarının artırılması için Dünya bankası ve diğer kalkınma bankaları etkinliklerini artırmalı, kamu sağlığını korumak, çocukların daha iyi eğitim almasını sağlamak, tarımsal kalkınmaya yardımı sürdürmek.”68Altıncı maddeye göre; NATO transatlantik demokrasi ittifakının kolektif savunucusu haline gelecek, stratejiler özgürlükten yana ülkelerle koalisyon kurularak sürdürülecek bu bağlamda özellikle Avrupa ve Kanada’nın işbirliği önemlidir, ortak amaçları güden ülkelere NATO üyelik yolu açılmalı, Asya’daki dostlukları ilerletmek için Japonya’nın öncü bir rol oynaması için bastırmaya devam edilmeli, Kore’de istikrar sağlanmalı, ASEAN gibi kurumlarla bölgesel ya da ikili stratejiler kurulmalıdır. Soğuk savaşın aksine ABD-Rusya ilişkileri terörizme karşı savaşta kesişmekte ve Rusya’nın DTÖ girişi kolaylaştırılmalı, ABD ve Rusya’nın artık stratejik rakipler olmadığı gerçeği görülmüştür. Moskova Stratejik İndirim Antlaşması ve bu yeni gerçeğin simgesidir. Çin’in demokratik gelişimi büyük öneme sahiptir. Çin ile terörizme karşı diyalog başlamıştır ancak ortak sağlık ve çevre tehditleri konusunda tehlikeler sürmektedir.
Çin’in komünist parti yönetimi altında olması da özgürlükler için bir engeldir. Son Madde;
Ulusal güvenlik kurumlarının 21. yüzyılın şartlarına göre geliştirilmesinin gerekliliği üzerinde durulmuştur. ‘Kişisel ve ulusal görüşlere göre kullanılabilen, hatta kullanılması gereken karşı konulamaz bir askerî güce küresel anlamda ulaşma emeli, yeni güvenlik stratejisinin bir parçasıdır. Silahlı kuvvetler müttefik ve dostları sağlama almalı, gelecekteki askeri rekabetleri önlemeli, Batı Avrupa ve Kuzey Doğu Asya da üsler kurulmalıdır. Başkan Bush iktidara geldiğinde ABD 300 milyar dolar civarında harcama yaptı. Böylece, büyük savunma giderleri herhangi bir yerde herhangi bir kimseyi caydıracak güveni sağlayacaktır. Başka hiçbir güç Amerika’nın askerî üstünlüğüne meydan okuyabilecek durumda olamayacaktır. Dolayısıyla, bu durum açıkça kendi üzerine bir silâh yarışı alan bir süper güç tarafından alkışlanmaktadır. Dahası, bu strateji açık bir şekilde ön almaya, hatta önlemeye yönelik askerî eylemin olanaklılığına değinmektedir. “ABD’ li personel ve resmi görevlilerin korunmasını temin etmeyi ve arttırmayı hedefleyen Amerikan Askerlerini Koruma Yasa’sını sonuna kadar uygulayaca ğız” 69 Kısacası, yeni strateji üstünlük, ön alma ve önleme unsurlarının küresel bir bağlamda ulusal haklar ve sorumluluklar olmasını talep etmektedir.70
Irak Savaşı: “ABD 25 Ekim 2002 de teröre yataklık ettiği veya edeceği ve silahsızlanma konusundaki yükümlülüklerini ihlal ettiği ve elindeki kitle imha silahlarını sorumsuzca kullanacağı gerekçeleri ile BM Güvenlik Konseyinin izni olmaksızın oluşturulacak bir koalisyon ile Irak’a karşı kuvvet kullanabileceğini resmen açıklamıştır.”71 Güvenlik konseyi ise alternatif yollar aramış ve ihlalleri kabul edilebilir bir davranış gibi gösteren ‘yatıştırma’ teorisini kullanmıştır. Konsey 1483 sayılı kararla ABD ve İngiltere’nin birleşik bir komutanlık altında işgalci güç statüsünde bulunduğunu ve işgal gücü olarak uluslararası hukuk uyarınca özel yetkilere sahip oldukları açıklanmıştır. BM ve uluslararası hukuk ABD tarafından sçici ve ayrımcı bir biçimde işletilmiştir. Bu gelişme insanlık yararına yürütülen terörle mücadelenin Pax Romana’ ya benzeyen Pax Americana ile yani hegemon bir uluslararası hukuk sistemiyle sonuçlana bileceğini vurgulaması açısından önemlidir. 2003’teki savaşın nedenleri şunlar olarak gösterilmiştir: Irak’ın kitle imha silahları bulundurması(ispatlanamadı), El Kaide örgütü ile bağının bulunması ve demokrasi getirmek istenmesi. Demokrasi önemli bir konudur lakin uluslararası barış ve güvenliğin sağlanması demokrasi den daha önemlidir. İşgali insani müdahale ile açıklamak BM Antlaşması, örf ve hukukuna aykırı olduğu için doğru değildir. Lakin ABD’nin asıl niyeti bu değildir.
3. CÜ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR..,,
***
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder