KOPENHAG VE ABERYSTWYTH EKOLLERİ ÇERÇEVESİNDE 21. YÜZYILDA GÜVENLİĞİN DEĞİŞEN KAPSAMI VE BOYUTU. BÖLÜM 2
Askeri Güvenlik
Buzan, askeri güvenliği devletlerin saldırı-savunma yetenekleri ve birbirlerinin niyetlerini algılamalarıyla açıklamaktadır. Buna göre Soğuk Savaş sonrasında nükleer silahların azaltılmasına dönük girişimlerden nükleer silaha sahip olan ve olmayan devletler arasındaki tansiyon, sistem boyutunda askeri güvenliği tartışmanın ne kadar algılamalara bağlı ve sübjektif olduğunu ortaya koymuştur. Buna göre bir devletin askeri güvenlik kapasitesinin ne ifade ettiği Alexander Wendt’in şu ünlü çıkarımında en iyi şekilde ortaya konulmuştur.
“İngiltere’nin 500 nükleer silahı ABD için Kuzey Kore’nin 5 nükleer silahından daha az tehlikelidir.”12
Çünkü ABD için İngiltere bir tehdit olarak algılanmadığından bu nükleer
silahların İngiliz devlet adamları tarafından ABD’ye karşı kullanılması veya bu yönde bir siyasi karar alınması günümüz şartlarında mümkün görünmemektedir. Bu nedenle İngiltere’nin sahip olduğu 500 nükleer silah bir tehdit olarak algılanmazken, ABD’nin bir tehdit olarak gördüğü Kuzey Kore’nin elindeki örneğin 5 nükleer silahı ABD’ye karşı kullanması daha olası bir durum olduğun dan büyük bir tehdit olarak algılanmaktadır. Yani burada asıl önemli olan söz konusu nükleer silahların miktarı veya kapasitesinden çok siyasi anlamda meydana getirdiği tehdit algısıdır.
Bu tanımlamalardan hareketle Buzan’ın realist bir terminoloji olan askeri ve siyasal güvenliği, güvenlik tanımının içinde ayrıştırarak, askeri ve siyasal güvenliğin merkeziliğini sorgulamaya açtığı ve diğer güvenlik alanlarıyla aralarındaki karmaşık ağı ortaya koyduğu söylenebilir.
Siyasal Güvenlik
Herhangi bir kamusal sorun siyasal alanın dışından (nonpoliticized), siyasal alana (politicized), oradan da güvenlik alanına (securitized) uzanan geniş bir spektruma yerleştirilebilir. Sorun siyasal alanın dışında iken devlet bu sorunla ilgili değildir ve bu sorun kamusal tartışmanın ve kararların konusu değildir. Sorunun siyasal alana dahil olması yani siyasallaşması kamu politikasının bir parçası haline gelmesiyle olur. Burada siyasallaşan sorunla ilgili hükümet bir seçim yapar ve bu seçimin sonucuna göre karar alır, soruna kaynak aktarır ve böylece sorun toplumsal kesimleri de ilgilendirir. Sorun güvenlik alanına dahil olması ise, “sorunların acil ve istisnai/olağanüstü önlemler gerektiren olağan siyasi prosedürlerin sınırları dışındaki, filleri meşru kılan ve var oluşsal tehditmiş gibi sunulmasıyla” olur.13
Bunun ardından “bir sorun devletin güvenlik gündemine yerleştirildiği an o soruna öncelik (priority) verilmek zorunluluğu doğar.”14 Dolayısıyla güvenlik idealleştirilen bir durum değildir. Çünkü anti demokratik sonuçlara yol açtığından sorunların bir an önce siyasal alana tekrar dahil edilmesi gerekmektedir. Diğer bir ifade ile güvenliğin genişlemesini savunanların belirttiği “daha çok güvenlik daha iyidir” anlayışı demokratik idealler açısından sorunludur. Dolayısıyla güvenlik, normal siyaset sınırları içinde sorunlar ele alınamadığından negatif bir olgudur.15 Bu yönüyle güvenlikleştirme (securitization) bir bakıma siyasallaşmanın aşırı ucu olsa da, başka bir anlamda siyasallaşmanın karşıtı olduğunu söylemek mümkündür.
Bunu bir örnekle açıklamak gerekirse Fransa’da devlet okullarında dini sembollerin (başörtüsü, kippa, haç gibi) kullanılmasının yasaklanması başlangıçta bir sorun olarak ifade edilmezken ve siyasal alanın dışında olmasına rağmen bir anda örneğin medyada bir tartışma konusu haline gelip ardından da hükümetin gündemine gelmesi bu sorunun siyasallaşmasına ve dolayısıyla devlet açısından da güvenliğe yönelmesine neden olmuştur.16 Bu sorunun çözümü noktasında alınan kararlar ve çıkarılan kanunlar ise konunun devlet gündeminde öncelikli hale gelmesine neden olmuştur. Bu konuda bir başka örnek olarak Türkiye’de yaşanan türban tartışmaları verilebilir. Buna göre 1990’lı yılların son dönemlerinde yüksek öğretim kurumlarına girişte yaşanan türban sorunu başlangıçta Türkiye devleti için yüksek öncelikli bir güvenlik sorunu olmasa da, konu bir anda ülkedeki laik kesimlerce ve medya tarafından
devlet için en önemli güvenlik sorunlarından biri haline getirilmiştir.
Öyle ki bu dönemde türban konusu irtica faaliyetleri içinde değerlendirilmiş ve irticada uzun yıllar Milli Güvenlik Kurulu tarafından en önemli ulusal güvenlik sorunu olarak tanımlanmıştır. Ancak türban sorunu 2002’den sonra iktidara gelen AKP hükümeti ile birlikte siyasal alan dışına çıkartılarak devlet için bir güvenlik sorunu olmaktan kurtarılmış, yani bir bakıma güvenlik dışında kalmıştır.
Yukarıdaki örneklerden de anlaşılacağı gibi siyasallaşma esasında bir sorunu açığa çıkarma görünür hale getirme anlamındadır, yani bir seçim meselesidir, üzerine karar verilen durum bir sorumluluğu da gerektirir. Güvenlik birçok ülkede ulusal güvenlik bağlamında idealleştirildiği için, iktidarı elinde bulunduranlar “tehdit” tanımlamasını iç politik amaçlar için kullanarak demokratik alanı daraltarak, kısıtlamalar ve kontroller için hak iddiasında bulunurlar.17 Ancak siyasetin amacı, olağanüstü “özel tehditlerin” öne çıkarılmaksızın siyasal süreçlerin rutin kurallarında işlemesidir.18
Ekonomik Güvenlik
Sosyal hayatın yüzyıllardır süren bazı boyutlarının (yoksulluk, savaş ve çatışmalardan kaynaklanan ekonomik sorunlar ve hatta devlet müdahalesine bağlanan ve gayet iyi bilinen piyasa istikrarsızlıklarının) ekonomik güvenlik olarak isimlendirilmesi nin önemi nedir?
Güvenlik kavramının kullanılmasının, güvenlikleştirme sürecinin sonucu olduğu bir yaklaşımın benimsenmesi, ekonomik güvenlik açısından daha ayrıntılı bir açıklamayı gerekli kılmaktadır. Bir başka deyişle Kopenhag Ekolünden ekonomik güvenlik olgusunu incelediğimizde ortada olağanüstü bir durum olmalı ve bu durumun güvenlikleştirilmesi gerekmektedir. Ekonomi sektöründeki güvenlikleştirme, iki analiz düzeyini gerekli kılar.
Bunlar;
Farklı aktörlerin (kuruluşlar ve bireyler) tüm iktisadi faaliyetlerinin sistemsel (siyasal, toplumsal, ekonomik ve kültürel) bağlamını incelemelidir.
Tüm aktörlerle (referans özneleriyle) ilgili tehdit ve hassasiyetlerle ilgilidir.
Daha yalın bir ifadeyle, güvenlikleştirme, şu ikilemi ifade etmektedir: ekonomik olarak sistem düzeyinde veya ulusal düzeyde daha güvenli olan nedir? Devlet veya devlet dışı kuruluşların müdahalelerinin dozunu arttırmak mı iyidir; yoksa her şeyi piyasanın akışına bırakmak mı?
Herhangi bir aktörün (referans nesneleri) ekonomik eylemleri ile bir ülke/devletin güvenliği üç açıdan birbirine bağlıdır.
Saf ekonomik güvenlik, bir ülkenin refah ve işleyişini tehlikeye atabilecek potansiyele sahip, ekonomisine yönelmiş tehditlerle ilgilenir.
Gelişmiş bir ekonomi askeri güç için bir zemin olarak düşünülür Askeri eylemler (askeri harcamalar, savaş ve çatışmalara dâhil olmak) bir ülkenin güvenli işleyişini tehdit edebilir.
Ekonomik araçlar, uzun süredir devletlerin diğer devletleri ve onların politikaları nı etkilemek üzere kullanabileceği araçlar arasında yer almıştır. Geleneksel anlamıyla ekonomik güvenlik, bu araçları kullanan diğer hükümetler in idaresinden bağımsız olmaktır. Güvensizlik, diğer devletlere karşı hassas durumda bulunmaktır. Ekonomik bağımlılık bu tür bir hassasiyetin ortaya çıkmasına sebep olabileceğinden, ekonomik bağımsızlık meselesi, özellikle yeni bağımsız devletler tarafından ve gelişmekte olan ülkeler açısından büyük önem taşımaktadır.19
Ekonomik güvenliğin sistemsel tanımları, çoğunlukla piyasa mekanizmalarının işleyişi, kaynak varlığı ve tüketim düzeyleri gibi iktisadi eylemlerin bağlamına vurgu yapar. “Kopenhag Ekolü”nün ekonomik güvenlik değerlendirmeleri, ekonomik güvenlik kavramının evrensel kabul görmüş herhangi bir tanımını içermez. Kopenhag Ekolü, ağırlıklı olarak küresel ve yerel bağlamda piyasanın rahat işleyişini göz önünde tutar. Barry Buzan’ın yaptığı tanımlamaya göre “Ekonomik güvenlik konuları kaynaklara, finansmana ve kabul edilebilir
derecede refah ve devlet iktidarını destekleyebilecek piyasalara yoğunlaşır. Ekonomi sektörü ticaret, üretim ve finans ilişkileri üzerine kuruludur.”20 Bunun yanında “Günümüz ekonomik güvenlik söylemi ise istikrarsızlık ve eşitsizlik üzerine kuruludur.”21
Ekonomik güvenlik kapsamında oluşan sistemler sorunlar özellikle küreselleşme sürecinde büyük önem kazanmıştır. Bu noktada öne çıkan başlıca konuları 3 başlık altında incelemek mümkündür.
Bireylerin Ekonomik Güvenliği
Ekonomik güvenlik, bireylere ve ailelere, toplumlarına ekonomik, politik, sosyal, kültürel açılardan zorlanmadan katılabilecekleri yeterli düzeyde kaynaklar sunacak garantili ve istikrarlı bir yaşam düzeyi demektir. Bu noktada Güvenlik, salt fiziksel olarak ayakta kalmanın ötesinde, topluma katılmayı sağlayan birtakım kaynakları kapsayacak şekilde genişlemiştir. Bir başka deyişle ekonomik güvenlik bireylerin temel ihtiyaçlarının karşılanması olarak görülmektedir. Bunun dışında Ekonomik güvenlik, Birleşmiş Milletler
Kalkınma Programı’nın 1994 Bireysel Kalkınma Raporu’nun birey güvenliği tanımını kullanarak, bireyler için belli bir miktar gelirin garanti edilmesi durumu olarak ta tanımlanabilir.
Bu tanım, ekonomik güvenliği bireylerin hayatlarını etkileyen güvenlikle ilgili diğer unsurlara (yiyecek güvenliği, sağlık güvenliği, topluluk ve siyasal güvenlik) bağlar. Birey güvenliğinin temel ifadeleri olan “yokluktan bağımsız olmak” ve “korkudan bağımsız olmak”, ülkeler arasında bir kıyaslama yapabilme ve değişen eğilimlerin çalışılmasını kolaylaştırma amacıyla ölçülmüştür. Günümüzde birey güvenliğinin basit bir ölçüsü olarak, Bireysel Kalkınma İndeksi (Human Development Index–HDI) kullanılmaktadır.22 Görüldüğü gibi Toplumsal hayatın ekonomik boyutuna dair ekonomik göstergeler, birey güvenliğinin
önemli bir kısmını oluşturmaktadır.
Ulusal ve Uluslararası Finans Sisteminin Güvenliği
Güvenliğin güvenlikli gelişmeyi de içerecek şekilde ekonomik olarak anlaşılması, şirket seviyesinden başlayıp devlete ve oradan da uluslararası düzeye kadar uzanan bir düzlemde daha da karmaşık hale gelmektedir. Finansta dinamiklerin hem olumlu hem olumsuz anlamda anahtar bileşeni risktir. Finans dünyasında, risk ve zenginlik madalyonun iki yüzünü oluşturur. Ekonomik güvenlik söylemine ne tür olay ve süreçler dâhil edilebilir? Ekonomik güvenlik, makro düzeyde büyük krizlerin yokluğuyla tanımlanır ve bir bakıma tüm piyasa oyuncuları tarafından arzulanılan bir durumdur. Finans literatüründe, bu arzulanan durum, “mali istikrar” olarak bilinir ve esasında mali denge denilen bazı ekonomik bileşenlerin dengede (balanced) olmasına dayanır.23
İdeolojik ve siyasal yorumlamalara rağmen güvenlik, sistem düzeyinde genellikle piyasaların işleyişindeki istikrarla özdeşleştirilir. Bu noktada Kopenhag Ekolü’nün ekonomik güvenliğe yönelik şu tanımı önerdiğini söylememiz mümkündür.
Temel mesele küresel düzeyde malların, paranın, hizmetlerin ve insanların dolaşımındaki istikrardır. İstikrar değişikliklerin yalnızca bilinen sınırlar dâhilinde
gerçekleştiğini (yani, bireysel aktör veya ilişkilerin kötü kaderinin sistemi tehdit eden bir zincir etkiye neden olmamasını) ifade eder. “Bilinen sınırlar” ekonomik girişimlerin toplumsal olarak kabul edilmiş veya hesaplanmış riskleri olarak yorumlanabilir.24
Diğer taraftan Dünya finans piyasalarının kıyamet senaryoları genellikle 1929 Büyük Buhran’ı gibi dünya çapında büyük bir mali kriz üzerine kuruludur. Bu durumda, temel ikilemin belirlenmesi kolay olsa da, uzun vadeli öngörülerin yapılması zordur. Mali piyasalara dâhil olanlar, ne kadar hırslı olurlarsa, o kadar çok kar elde edebilirler. Fakat aynı zamanda, bu piyasaların çökme riski de artmış olur. Kısacası bir devlet uluslararası liberal ekonomik sisteme ne kadar çok eklemlenirse bu onun için hem bir fırsat hem de büyük bir risktir. Bu
duruma en güzel örnek olarak Yunanistan verilebilir. Yunanistan’ın 2008’de ABD’de başlayan ve tüm dünyaya yayılan ekonomik krizden bu kadar çok etkilenmesine liberal ekonomik sisteme aşırı derecede eklemlenmesinin etkisi büyük olmuştur. Dünya deniz ticaretinde büyük söz sahibi olan ülke ülkelerin dış ticaretinde azalan taleple birlikte Yunanlı armatörler iş yapamaz hale gelmiş ve bunun sonucunda art arda gelen iflaslarla ülke iyice zarara uğramış ve zaten kamu borç yükü fazla olan ülke AB üyesi olmasına rağmen bir anda
iflasla yüz yüze kalmıştır.
Günümüzde yaşanan yerel veya küresel mali krizlerin en kötü özelliklerinden biri, bunların fakir ülkelerin genel ekonomik durumunu ve halkların zaten düşük olan yaşam standartlarını daha da kötüleştirmesidir. Bu durum çoğu zaman açlık veya kıtlık felaketleriyle kendini gösterir ve hem bölgesel anlamda hem de küresel anlamda bir sorun teşkil eder.
Küreselleşme Kapsamında Ekonomik Güvenlik
Değişik şekillerde tanımlanan ve günümüz insan yaşamının kalkınmadan yaşam standartlarına kadar her boyutunu etkileyen küreselleşmenin, güvenlik sektörleriyle ilgili söylemin en ateşli unsurlarından biri haline geldiğini söylemek mümkündür. Genel olarak incelendiğinde küreselleşme ve ekonomik güvenlik arasındaki ilişkiler 3 alanda görülmektedir.
Bunlar:
Küreselleşmiş piyasanın işleyişi
Devletlerin ekonomik güvenlikleri
Küreselleşmenin insanların yaşam standartlarına etkisi
Diğer taraftan küreselleşmenin hayatın her alanı üzerindeki etkisine yönelik bölgeden bölgeye, devletten devlete ve insandan insana değişen ciddi farklılıklar bulunmaktadır. Örneğin Küreselleşme, özellikle gelişmekte olan ülkelerde, hem gelişmenin aracı hem de birçok haksızlığın kaynağı olarak görülürken, gelişmiş ülkelerde sahip oldukları zenginliğin daha da artması ve daha da gelişmeleri için bir araç olarak görülmektedir. Ekonomik küreselleşmenin avantajları ve dezavantajları üzerine tüm görüşleri birleştiren bir yaklaşım, yakın zamanda Joseph E.Stiglitz tarafından ortaya konularak 5 ilgi alanında tanımlanmıştır.25
Gelişmiş toplumlara fayda sağlatacak, fakir ülkeleri daha da fakirleştirecek biçimde tasarlanmış küreselleşme oyununun kuralları haksızdır.
Küreselleşme, çevreye yönelik ilgi veya hayatın kendisi gibi değerler yerine maddi değerleri ilerletir.
Küreselleşme, gelişmekte olan ülkelerde egemenlik ve demokrasiyi zayışatmış ve sonuç olarak, bu ülkelerin kendi vatandaşlarının hayat standartlarını yükseltme yeteneklerimi kısıtlamıştır.
Küreselleşme, herkes için kazançlı bir girişim değildir. Hem gelişen hem de gelişmekte olan ülkelerde kaybedenler bulunmaktadır.
Küreselleşme, gelişmekte olan ülkelere kendileri için zararlı olacak çözümler dayatmaktadır.
Ekonomik güvenlik kapsamında, ekonomik güvenlikle ilgili ve toplumsal söylemde güvenliği sağlayabilecek olguların gösterilmesi önemlidir. Ekonomik eylemler açısından sistemsel bağlamda, üç mesele önemli gözükmektedir. Bunlar:26
Serbest piyasaya ile devlet tarafından yapılması zorunlu olmayan müdahale arasındaki ikileme yanıt oluşturur. Bilgi dağılımındaki yetersizliklere bağlı olarak, piyasanın etkinliğinde şüphe vardır.
Tüm bildirilere rağmen, gelişmekte olan ülkeler lehine gelişmiş ülkeleri destekleyen ticarettir (serbest ticaret ile adil ticaret arasındaki ikilem).
Washington uzlaşısı, IMF uyum politikaları gibi piyasa eğilimli kuralların etkisinde kalan dünya mali piyasasının işleyişidir. Bu noktada özellikle “spekülatif sermaye nin dizginlenmemiş akışı son derece risklidir.
Küreselleşme, devlet düzeyinde ekonomik güvenliğe yönelik yukarıda belirtilen potansiyel tehditlerin yanı sıra, gittikçe artan bir karşılıklı bağımlılık da yaratmaktadır. Ancak Ekonomik karşılıklı bağımlılığın ortaya çıkardığı genel sonuç, geçmişte birbiriyle savaş halinde olan devletler arasındaki çatışmaların azalmasını ve hatta ortadan kalkmasını sağlamış olmasıdır. Silahlı çatışmaların (savaşların ve iç savaşlar) sayısı, gelişmekte olan ülkelerde de azalmıştır.
Diğer taraftan, ülkeler arasında artan karşılıklı bağımlılık ülkeleri, uzak bölgelerdeki ticari ve mali sorunlar karşısında hassas hale getirmiştir. Bu süreçte, zayıf olanın daha hassas hale geldiği açıktır. Büyüyen karşılıklı bağımlılık ve birbirine bağlanan devlet-dışı birimlerin (piyasa, kamu kurumları ve sonuç olarak bireylerin yaşam standartları) işleyişini de etkilemektedir. Örneğin Latin Amerika’da kauçuk üretiminde meydana gelen bir sorun kısa sürede Bangladeş’te yaşayan binlerce düşük ücretli işçinin işini kaybetmesine neden
olabilmektedir.
Küreselleşmenin insan hayatına etkisi başta da belirtildiği gibi olumlu veya olumsuz olabilmektedir. Liberaller açısından küreselleşme pozitif bir bakış açısıyla değerlendirilirken karşıt görüşler küreselleşmeyi negatif olarak yorumlamaktadırlar. Çünkü süreçten mevcut zenginlerin aşırı kazanç elde ettiği; buna karşılık, sürecin neden olabileceği yoksulluk ve diğer olumsuz sonuçların; dışlanmışlık, güvensizlik ve güçsüzlük özellikle gelişmekte olan ülkeleri etkilediği vurgulanmaktadır. Bu durumda, güvenlik yönelimli bir yaklaşım, yaşam standartlarını küreselleşmenin insan ihtiyaçları doğrultusunda yeniden yönlendirilmesinde temel mesele haline getiren öneriler ve birey güvenliği kavramının kullanımı ile daha bağlantılı gözükmektedir.
Toplumsal Güvenlik
Her ne kadar Toplumsal güvenlik, siyasi güvenlikle yakından bağlantılı olarak görülse de, esasında ondan farklıdır. Çünkü Toplumsal güvenlik bir kimliğin algılanan bir tehdide karşı savunulmasıdır, ya da daha açık söylemek gerekirse, bir topluluğun kimliğine yönelik algılanan bir tehdide karşı savunulması olarak tanımlanmaktadır.27 Bu noktada toplumsal güvenliğin neden dikkate alınması gerektiğinin dört önemli nedeni bulunmaktadır.
Bunlar:
Devletin sınırlarıyla toplumun sınırları ancak çok nadir olarak birbiriyle uyuşmaktadır. Çünkü sadece devlet güvenliğiyle sınırlanmak, devletsiz halkların ve azınlıkların güvenlik endişelerini baskı altına almak ve yanlış anlamak anlamına gelmektedir.
Aynı halkların devleti ve toplumu bile iki farklı şeydir ve güvenliğin referans nesneleri olduklarında, iki farklı mantık meydana getirmektedirler. Örneğin “Alman güvenliği” nasıl tanımlandığına bağlı olarak farklı anlamlara gelebilir. Öncelikle Almanya (Deutschland) devletinin güvenliği olarak algılanabilir ya da daha geniş olarak Alman ulusu kavramına karşılık gelebilir veya farklı devletlerin içinde yaşayan (Avusturya, İsviçre, İtalya, Namibya vb.) halkları ve tarihsel bağları ifade edebilir. Bir devletin coğrafi sınırlarıyla ulusun sınırlarının birbirine denk geldiği nadir durumlarda bile, ulus açısından güvenlikleştirmenin devlet güvenliği geliştirmesinden farklı anlamları vardır çünkü farklı dil oyunlarının parçasıdırlar ve farklı talimatlar gerekebilir. Toplumsal güvenlik bağlamında kimliğe tehdit olarak ifade edilmişse; dil politikası, eğitim reformu veya kültürel çabalar anlamlıdır. Ancak tehdit, devlet egemenliği açısından değerlendirildiğin de bu anlamsız gelebilir. Diğer taraftan söz konusu bu iki neden uluslarla ilgilidir, çünkü ya coğrafi olarak devlet haritasıyla çatışmaktadır veya toplumsal birimler, devletlere paralel olsalar da, toplumsal dinamiklerin farklı etkileri vardır.
Uluslara veya ulus benzeri topluluklara benzemeyen diğer alt kimliğe dayalı gruplar varlıklarını sürdürmelerine yönelik tehditler olduğunu iddia etmekte ve buna göre hareket etmektedir. Örneğin çok kültürlü bir devlette yaşayan ırka dayalı azınlıklar (Almanya’da yaşayan Türkler gibi) ve yaşam stili açısından tanımlanan alt kültürler (eş cinseller, hippiler gibi) Bu durum özünde toplumsal olsa da nihayetinde ulusa dayalı değildir.
Toplumsal sektörde ana kavram kimliktir. Herhangi bir topluluk bir gelişmeyi veya potansiyel bir durumu, kendi varlığına yönelik bir tehdit olarak tanımlarsa toplumsal güvensizlik oluşmuş demektir. Kavramın tanımı, uluslara göre yapılmamaktadır. Toplumsal güvenlik, tanım olarak, devletten bağımsız olarak kendi kendilerini yeniden üretebilen büyük ve kendi varlıklarını devam ettiren kimlik gruplarıdır. Bu grupların neler olduğu, ampirik açıdan zaman ve mekana göre değişmektedir. Bugünkü Avrupa’da bu gruplar çoğunlukla ulusaldır, ancak diğer bölgelerde dini veya ırksal gruplar da olabilir. Toplumsal güvenlik
kavramı ayrıca “kimlik güvenliği” olarak da anlaşılabilir.
Diğer taraftan toplumsal güvenlik, sosyal güvenlikle aynı şey değildir. Sosyal güvenlik bireylerle ilgilidir ve büyük ölçüde ekonomiktir. Toplumsal güvenlik ise kolektif yapılar ve onların kimlikleriyle ilgilidir. Bireyin yaşamının sosyal koşulları, kolektif kimlik süreçlerini etkilediğinde ampirik bağlantılar sıklıkla bulunmaktadır. Toplumsal güvenlik kavramı ise bireysel seviyeye ve ekonomik olaylara değil, kolektif kimlikler seviyesine ve “biz kimlikleri”ni savunmak için alınan önlemlere işaret etmektedir.28
Kimlik temel olarak bireysel seviyede bir kavram olduğundan bazı araştırmacıların kolektif kimliğe (bu kimliğin savunmasına) dayalı bir yaklaşıma ihtiyatlı yaklaşmaktadırlar.
Bu aşamada öne çıkan bireysel seviye dinamikleri, bir grubun kimlik politikasının bazı çeşitlerine neden yakın olduğuyla ilgili “niceliksel” boyutu açıklamaktadır. Ne kadar fazla sosyal yer değiştirme, statü değişikliği ve bireysel güvensizlik olursa, kimlik de o kadar siyasileştirilir veya güvenlikleştirilir. Ancak bu durum, ne tür kimlik politikasının, kimin adına ve dolayısıyla hangi yönde (sağ radikalleşme, sol radikalleşme, dini, milliyetçi, ayrılıkçı v.b.) uygulandığını açıklamamaktadır.
Kimliğin ele alındığı niteliksel sorun ise sadece toplum seviyesindeki birbiriyle bağlantılı kolektif kategoriler analiz edilerek anlaşılabilmektedir.
Bu nedenle, sosyal psikolojik bir açıklama asla siyasi, söylemsel bir analizin yerine geçemez. Tüm kimlik analizlerinde kolektif varlık imajı ve bireylerin kolektif içinde bütünü oluşturan öğeler olduğu düşüncesinden kaçınılmalıdır.
Asıl dinamikler, bireyin içindeki kolektifte bulunmaktadır. Siyaset seviyesindeki hareketlenmeler yüzünden kolektif kimlik siyasi açıdan işin içine dahil olmaktadır. Bunun mümkün olmasının nedeni, bireylerin genellikle bireysel kimliği arzulaması ve kolektif kategorilerin bireysel seviyedeki soruları cevaplamaya yardımcı olmasıdır.29
Bireysel seviyedeki Ben kimim? Sorusuna, kolektif kategoriler yardımıyla, örneğin “bir İngiliz”, “bir Müslüman” veya “bir erkek” şeklinde, cevaplana bileceği gibi şu şekilde de cevaplanabilir. “Bir Kanadalı” “Afrika kökenli siyah” “Katolik Hıristiyan” “bir kadın” “bir Doktor” “bir anne” şeklinde de kendisini tanımlayabilir.
Yani, kolektif kimlik, bir bakıma bireyin içindedir ve kolektif kimlikler sadece bu seviyede işlevsel oldukları ölçüde gerçek ve etkilidirler. Kısaca bir birey kendisini ne şekilde görüyorsa veya hissediyorsa, kolektif anlamda kendi kimliğini o kolektif kimlik içinde görür. Örneğin Pakistanlı bir baba ve Kübalı bir anneden, İsveç’te doğan bir çocuk kendisini İsveçli olarak görebilir veya hissedebilir. Ancak bu birey İsveçliler tarafından bir İsveçli olarak kabul edilmeyebilir.
Toplumsal güvenliğe tehdit olarak görülen unsurlar bir bakıma toplumsal güvenliğin ana gündemini de oluşturmaktadır. Söz konusu bu gündem farklı dönemlerde ve bölgelerde farklı aktörler tarafından belirlenmektedir. Toplumsal güvenliği tehdit eden bu unsurları kısaca özetlemek gerekirse şu unsurların öne çıktığını söylememiz mümkündür.
3. CÜ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR..,,
***
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder