19 Mayıs 2020 Salı

KOPENHAG VE ABERYSTWYTH EKOLLERİ ÇERÇEVESİNDE 21. YÜZYILDA GÜVENLİĞİN DEĞİŞEN KAPSAMI VE BOYUTU. BÖLÜM 4

KOPENHAG VE ABERYSTWYTH EKOLLERİ ÇERÇEVESİNDE 21. YÜZYILDA GÜVENLİĞİN DEĞİŞEN KAPSAMI VE BOYUTU. BÖLÜM 4






Diagram 1: Sorunların Güvenlikleştirme Sürecinin Diagramı

Genel olarak Kopenhag Ekolü incelendiğinde bir sorunun güvenlikleştirilmesi olumlu bir durum olarak değerlendirilmez. Çünkü Ekol güvenlikleştirmeyi kaçınılması gereken bir süreç olarak görür. Eğer bir sorun güvenlik sorunu olarak tanımlanmışsa, onun doğasından kaynaklanan bir otorite ortaya çıkar, ortaya çıkan bu otorite, özgürlüklerin kısıtlanması, şiddet içeren yöntemlerin meşrulaştırılması gibi araçların uygulanması sonucunu doğurabilir.

Kopanhag Ekolü’nün bu anlamda önerdiği, sorunların güvenlik gündeminden çıkarılarak (desecuritization) “normal” politik süreçlerde tartışmak ve çözüm bulmaktır. Güvenliği genişletmekten daha çok minimize etmeye çalışmak amaç olmalıdır.52

Diğer taraftan güvenlikleştirme yaklaşımında en önemli aşama, tehditle mücadele için kaynakların mobilizasyonu dur. Bu daha çok olağanüstü önlemlerin alındığı aşama olup, bu aşamada, gizlilik, vergi koyma, zorunlu askerlik, toplumun enerji ve kaynaklarını bir amaca yönlendirme haklarının sınırlandırılması gibi politikalar acil ve olağanüstü kararlar alırlar ve devlet çıkarları için devlet dışı aktörlerin çıkarı ikinci plana itilir. Ayrıca normal siyasetin ötesinde sorunlar güvenlikli oluşturulduğu zaman tartışma alanı daralır ya da bu alan yok edilir. Tartışmayı sürdürecek siyasal aktörler, sorunların tartışma bağlamı “özel güvenlik söylemi” ile dramatize edildiği için siyasi pozisyonlar ın meşruluk sahasını da kabul ettirmek gittikçe güçleşir. 

Artık sorunların çözümü için olağanüstü süreçler, uygulandıkça yeni ortaya çıkan durum olağanlaşacaktır.53 Diğer taraftan güvenlikleştirme sadece güvenlik sorunu için varoluşsal tehdidin tanımlamasını yapmaz, aynı zamanda güvenlik oluşturma adımına öncü olan aktörü, sorunun güvenlik sorunu olması için
olayların açıklanmasını kabul edecek alımlayıcı kitle ihtiyacını ve hangi karşılıkların alınacağını da açıklar.54

Güvenlikleştirme yaklaşımı, genel olarak bakıldığında sosyal inşacılık perspektifi ni kullanarak, siyaset teorisinin unsurlarından yararlanarak ve “dil kuramının yardımı ile” “yeni ve kapsayıcı bir çerçeve oluşturmayı” amaçlamıştır. Bu amacı gerçekleştirmek için, “güvenliğin ve güvenlikleştirme sürecinin tartışmalı doğasının analitik soruşturmasının nesnesi yapılabileceği” ve “geleneksel güvenlik çalışmalarının tek boyutlu ve devlet merkezci yapısının aşılabileceği” varsayımından hareket etmiştir.55 Çünkü Arnold Wolfer’in çerçevesini çizdiği klasik güvenlik yaklaşımlarında objektif-subjektif (nesnel-öznel) güvenlik yaklaşımında, nesnel güvenlik “kazanılmış değerlere yönelik tehdidin olmayışı”; öznel güvenlik ise, “değerlere karşı herhangi bir tehdit korkusunun olmaması” olarak tanımlanmıştı.

Nesnel güvenlikte algılamanın ötesinde gerçekten belirli bir politikanın üretileceği bir tehdit vardır. Sübjektif güvenlikte ise, güvenlik algılamasında devlet yöneticilerin algılamaları ve düşünceleri çerçevesinde bir değerlendirmenin sonucunda tehdit algılaması üretilir. Bir başka deyişle devlet yönetiminde bulunan ve karar almaya yetkili devlet adamlarının bir konu üzerinde sahip oldukları bireysel düşünceler veya hisler sonucunda bir tehdit algısı üretilir. Örneğin çocukluğunda kötü bir savaş tecrübesi yaşamış olan bir devlet adamı karar alma pozisyonuna geldiği bir zamanda savaşın kötü olduğunu düşünerek ülkesinin savaşa girmememsi için tavır alabilir. Burada önemli olan kişilerin sahip oldukları kişisel tehdit algılamalarıdır.

Bu tip güvenlik yaklaşımında “bir konuyu güvenlik sorunu olarak tasnif eden herhangi biri, siyasi bir karar vermiş olur.”56 Sonuçta da herhangi bir konu güvenlikli oluşturulduğu  zaman önemli sonuçlar doğuracağından, güvenlik  ediminde bulunanların eylemlerinden dolayı sorumlu tutulacakları “apaçık bir siyasal seçim ve tasarruf” ortaya çıkar.57 

Bir başka deyişle karar verici durumda olan hükümet ya da hükümetin bakanı yaptığı bu tercih sonucunda ödüllen dirilebileceği gibi cezalandırılabilir de. Demokratik sistemlerde bir konunun siyasallaşması sonucunda karar vericilerin aldıkları kararlar eğer hatalı ise bu alımlayıcı (audience) olan halk tarafından protesto edilir ve seçimlerde ilgili kişi veya kişileri seçmeyerek cezalandırır ya da kamuoyu baskısı oluşturularak istifa etmeye zorlanır. Ancak karar vericilerin aldıkları kararlar eğer halk tarafından olumlu karşılanırsa bu durumda tepkisini söz konusu kişi veya kişileri tekrardan seçerek gösterir.

Kopenhag Ekolünün ortaya koyduğu güvenlikleştirme yaklaşımı güvenlik çalışmalarına yeni bir bakış açısı getirmiştir. Geleneksel güvenlik anlayışında güvenliğin ana aktörleri ve politikalarının sınırları genelde belirlidir, yani tehdidin var olması ve onun ciddiyeti temelinde alınacak karşı önlemlerin niteliği bellidir. Güvenlikleştirme yaklaşımı ise, güvenlik çalışmaları alanında güvenlik aktörünün temel işlevlerinin yanında ikincil yönlerinin de ortaya çıkarılmasını benimsemiş tir. Bu bağlamda, güvenlik sorunlarının aktörler tarafından nasıl üretildiği, güvenliğine kastedilen obje için (referent object) varoluşsal tehdidin kimler tarafından dile getirildiği ve varoluşsal tehdide karşı olağan üstü önlemleri
kullanma süreçleri güvenlikleştirme çalışmalarının merkezini oluşturur.58 

Konuşma (Söz) Edimi (Speech – Act)

Kopenhag Ekolünün temel kavramlarından olan söz edimi esasında John L.Austin ve Jacques Derrida’nın görüşlerinin bir sentezidir. Bu bağlamda, güvenlikleştirme teorisi, bir yandan, “söz edimleri kuramından yararlanan ve bu kuramı siyaset teorisi unsurları ile harmanlayan özel bir tür söz edimi” iken; aynı zamanda “epistemolojik olarak söylem analizinden yararlanan ve güvenliğin sosyal inşa olduğunu vurgulayan bir edimsellik anlayışı”nın sonucudur.59

Kopenhag Ekolü’nun, güvenlikleştirmeyi, “siyasi bir toplulukta değerli bir öznenin varlığına yönelik bir tehdit olarak kabul edilen ve bu tehdide karşı acil ve olağanüstü önlemler alınması çağrısında bulunmayı sağlayan özneler arası bir anlayışın inşa edildiği başarılı bir söz edimi olarak tanımlamaktadır.60 

Bu tanım dikkate alındığında, teorinin merkezinde söz ediminin önemli bir yer tuttuğu aşikârdır. Çünkü Ekole göre güvenlikleştirmeyi anlamanın
yolu siyasi göstergeleri ve söylemi ele almaktır.

“Güvenlik kendinden daha gerçek olan bir şeye ait bir gösterge (sign) değildir; telaffuz etmek eylemin kendisidir. Eylem söylemek yolu ile gerçekleşir (bahse girmek, söz vermek ya da bir gemiye isim vermek gibi). Devlet yetkilisi güvenlik kelimesini telaffuz ettiği anda belirli bir gelişmeyi özel bir alana kaydırır ve bu gelişmeyi engellemek için her yöntemi kullanma hakkını talep eder.”61

Söz ediminde öncelikle, bir sorun varlığa dair bir tehdit olarak sunulur. Bu, elitlerin sorunu güvenlik sorunu olarak ilan etmesiyle başlar.62 Ardından, tehdit olarak sunulan sorun aciliyet arz ettiği için rutin siyasi süreçlerin ötesinde olağandışı önlemler alınmasını gerektirir.

Bu gereklilik varlığa yönelik tehdidin sunulmasıyla onunla mücadele etmek için meşruiyet sağlayacaktır (Buzan, Son olarak da alımlayıcı kitlenin olağandışı önlemelerin alınmasına ikna olarak bu önlemelere rıza göstermesi gerekir Bu süreç, güvenlikleştirme yaklaşımında başarılı güvenlikleştirme olarak adlandırılır. Ancak güvenlikleştirme her zaman başarıya ulaşmaz. Ancak başarıya ulaşmayan güvenlikleştirme adımları da kamusal alanda bir takım amaçlara hizmet eder ve sonuçlar doğurur.63

Bölgesel Güvenlik Yapıları

Kopenhag Ekolü’nün üzerinde durduğu diğer bir önemli konu bölgesel güvenlik yapılarıdır. Bölgesel güvenlik yapıları anarşik uluslararası sistem içerisinde, uluslararası güvenliğin ilişkiselliğinden ve güvenliğin karşılıklı bağımlılığından hareketle incelenmektedir.64 

Bu tanıma göre Buzan’ın bir bakıma Karl Deutch’un ileri sürdüğü güvenlik toplumundan (security community) yararlandığını söylemek mümkündür.

Bazı durumlarda devletler, güvenlik icabı, doğal olarak kendi çevrelerinde güvenlik bölgeleri (çemberleri) oluşturmak isteyebilirler. Buralar, istikrarsızlığın giremeyeceği ya da girmemesi gereken bölgelerdir. Dolayısıyla, sözü edilen bölgelerdeki problemlerin tabiî ki diğer ülkelerle birlikte hareket ederek çözümlenmesi hedeflenmektedir. Bu çerçevede uluslararası bölgesel güvenlik stratejileri gerek politik, ekonomik; gerekse askerî araçlarla uygulanmaktadırlar. Buzan bunlara, bölgesel güvenlik kompleksleri (security complex)
demektedir.65 

Bu yaklaşımın esası, süper güçler dışındaki devletlere yönelik tehditlerin büyük ölçüde komşularından veya komşuları üzerinden geliyor olmasına dayanmakta dır. Bilindiği üzere, tehdidin kaynaklandığı üç seviyeden bahsedilebilir. 

Bunlar:

Devletin içi İçinde bulunulan bölge Genel uluslararası sistem.

Bu nedenle devletler, zaman zaman maruz kaldıkları tehdidi, içinde bulundukları bölgeyle bağlantılı görebilirler. Aynı bölge içinde bulunan devletler grubunu birbiriyle alâkadar eden unsur, büyük ölçüde ortak güvenlik algılamalarıdır. Dolayısıyla bölge ülkeleri, ulusal güvenliklerini birbirlerinden ayrı sağlaya mayacak durumdadırlar. Buzan’a göre, bölgesel güvenlik komplekslerinin oluşumunda etkili olabilen unsurlar.66

Coğrafî yakınlık (doğal fiziksel faktörler), Politik yapı

Kurumsallaşmış faktörler kategorisini oluşturan ekonomi ve stratejik vizyon, kültürel faktörler (dil, din, etnisite, ideoloji vb.)

Tarihsel faktörlerdir.

Bir güvenlik kompleksi bölgesinin dışındaki çevre ülkeler (özellikle süper güçler) de, bu bölgeler üzerinde etkide bulunabilmektedirler. Bölge ülkeleri, çevrelerinde algıladıkları tehditlere karşı aynı/benzer algılamalar içinde komşularıyla yakınlaşarak daha kolayca entegre olabilirler. Örneğin, Orta Doğu’da, ortak tehdit algılaması, tarihte ve bugün, İsrail’in komşuları arasında (Mısır, Ürdün, Suriye, Lübnan) bir bölgesel güvenlik kompleksinin oluşmasına yol açmıştır. 

Öte yandan, yine Orta Doğu coğrafyasında, bilhassa enerji güvenliği  bağlamın da, Basra Körfezi çevresinde bir başka bölgesel güvenlik kompleksinin varlığı (İran, Irak, Kuveyt, Birleşik Arap Emirlikleri, Suudi Arabistan, Umman arasında) ileri sürülebilir.

Ancak, bu ikinci bölgesel güvenlik kompleksi, hâliyle bölge dışından ilgili büyük aktörleri (ABD, AB, Rusya, Çin, Japonya gibi) de içine çekmektedir.67

Güvenlik kompleksi’nin kurulmasında coğrafi yakınlık esas olmakla birlikte, olmazsa olmaz bir kriter değildir.68 Coğrafi yakınlığın ötesinde Buzan’a göre; bölgenin rastgele bir tanımı yoktur. Bölge tanımının yapılabilmesi için ortak noktaların olması, güvenlik önceliklerinin ve güvenlik dinamiklerinin örtüşmesi gerekmektedir. 

Ancak bu bölgesellik bir coğrafyadan ve bir güvenlik algısından çok ötede bir anlayıştır. Bu unsurlar devletlerin arasında bir bağlayıcılık ve bağımlılık meydana getirmektedir. Örneğin NATO savunma örgütü; aslında bir bölgeyi temsil etmektedir. Coğrafyası ve belli sınırları yoktur fakat bölgesel güvenliğe hizmet etmektedir. NATO ekseninde bir araya gelen ülkeler belli bir dünya görüşünü, serbest piyasa ekonomisi ve uluslararası topluma ait olan devletleri temsil etmektedir. Böylece bir güvenlik toplumu ve bir bölgesel güvenlik tanımı oluşturulmuştur.

Geliştirilmiş ortak güvenlik duygusu ve biz kimliği ülkelerin birbirleriyle çatışmasına izin vermez. Örneğin; Türkiye- Yunanistan ilişkileri birçok gerilimli dönemler geçirse de bu ülkeler arasında şimdiye kadar sıcak çatışmalar yaşanmamıştır.69

Bölgesel güvenliğin önemli olduğu coğrafyalarda; güvenlik kompleksinin oluşturulmasının ana hedefi; devletleri işbirliğine teşvik ederek; çatışmaların
azaltılmasını sağlamaktır. Bununla birlikte Kopenhag Ekolü; bir devletin aynı anda birden fazla kompleks içerisinde yer alabileceğini de savunur. Çünkü ülkelerin paylaştıkları güvenlik ihtiyaçları çeşitlilik göstermektedir. Özellikle küreselleşme ile birlikte artan farklı tehdit kaynakları devletleri bu işbirliklerine yöneltmiştir. Uluslararası güvenlik çalışmaları içerisinde; bölgesel güvenlik tehditleri genel itibariyle şu başlıklar altında toplanabilir. Çok boyutlu tehditler (Toplumsal, ekonomik, askeri)

Ülkeler arası problemler (Sınır problemleri, su problemleri, diplomatik sorunlar) Göç hareketleri (yasadışı göçler, iç savaş veya diğer yaşamsal ihtiyaçlar nedeniyle yapılan göçler)

Çevre sorunları (Hava ve su kirliliği, kuraklık, iklim değişikliği) Etnik milliyetçilik (bir ülkede yaşayan insanlar arasındaki etnik veya dinsel sorunlara dayalı
problemler örneğin Myanmar’da yaşayan Rohingyaların Budistlerce bu ülkeden sürülerek Bangladeş, Tayland ve Malezya’da yaşamaya zorlanması) Düşük yoğunluklu savaşlar (Mısır ve Suriye’de yaşanan çatışmalar)

Güvenlik kompleksi; içerisinde yer alan devletlerin güçlerine göre düzeyi değişmektedir. Yüksek güvenlik kompleksi: bir süper güçle birden fazla devletin bir araya gelmesi ile oluşan bir yapıdır. Soğuk Savaş dönemi şartları ve NATO’nun kurulma sürecinde bu bağlamda değerlendirebiliriz. Alçak güvenlik kompleksi; gelişmekte olan bir kavramdır. Daha küçük devletlerin bir araya gelmesi ile oluşturulan yapılardır. Buzan’a göre; küçük devletlerin ulusal güvenlik stratejileri izlemekten sakınmaları gerektiğini ve daha üst bir düzlemde güvenlik ihtiyaçlarını karşılamaları gerekmektedir. Reel dünyada takip edilen güvenlik politikaları, ulusal ve uluslararası güvenlik stratejilerinin bir karışımı
görünümündedir. Dolayısı ile bütünlükçü bir güvenlik anlayışından bahsedilebilir. Nitekim pek çok ülke, ulusal güvenlik stratejilerinin uluslararası güvenlik stratejisine bağlı olduğunu kabul etmektedir.70

Devletler; kurulan bölgesel güvenlik kompleksleriyle bir bakıma ulusal güvenliklerini tehdit eden bir düşmana karşı; daha üst düzlemde bir koruma sağlamaktadır. Güvenlik kompleksine üye olan her devlet bu yapıya girdiği andan itibaren ortak güvenliği sağlayan bir yapının parçası haline gelmektedir. Sadece devletin kendi ulusal güvenliğinin maksimizasyonu değil; ortak platformun bütününün çıkarları önemli hale gelmektedir.

Dolayısıyla farklı bölgelerde kurulan farklı güvenlik yapıları genel olarak uluslar arası sistemin güvenliği ve barışın korunması noktasında büyük katkılar sağlamaktadırlar. Bu nedenle Güvenlik kompleksi yaklaşımı; Soğuk Savaş sonrası dönemi güvenlik problemlerini açıklamak için faydalı olmaktadır.

Kopenhag Ekolüne Yöneltilen Eleştiriler

Kopenhag Ekolü’nün güvenliğe yaklaşımında olumlu taraflar olduğu gibi olumsuzluklar da mevcuttur. Nitekim bir yaklaşım ortaya koyup, tüm dünya devletleri üzerinde bunu test etmek, her bir devletle ilgili belirli bir uzmanlığı gerektirecektir. Birkaç araştırmacıdan oluşan bir ekibin dünyanın her köşesinde derin ve gerçekçi analizler yapabilmesi pek mümkün görünmemektedir. Bir başka deyişle, Ekolün savunduğu düşünceler tek tek tüm devletler veya tüm toplumlar için geçerli görünmemektedir.

Bunun yanında Ekole yapılan eleştirilerin çoğunlukla güvenlikleştirme kavramına olduğunu söylemek mümkündür. Söz konusu bu eleştirileri kısaca şu şekilde özetlemek mümkündür.

Güvenlikleştirme yaklaşımıyla öne sürülen görüş, Soğuk Savaş sonrası dönemden ziyade Soğuk Savaş yıllarındaki güvenlik politikalarına uygundur. Askeri yapıların ve karar vericilerin altın çağı çoktan bitmiştir.71

Ekol güvenlik gündeminin belirlenmesi veya acil önlemler gerektiren tehditlerin tanımlanması süreci konusunda, demokratik rejimleri baz almaktadır.72 Otoriter rejimler konusunda bir açıklama getirmemektedir.

Kopenhag Ekolü, güvenlikleştirme yaklaşımını, mevcut bir tehdidin dile getirildiği farklı rejim türleri için analitik açıdan kullanışlı olarak görmektedir. Ancak güvenlikleştirme teorisi esas olarak liberal-demokratik toplumun kuralları bağlamında açıklanmaktadır.73

Kopenhag Ekolünun aslında hem güvenlikleştirme hem de güvenliksizleştirme süreçleri açısından demokratik sistemleri/siyaseti veri aldığı görülmektedir. Çünkü başarılı bir güvenlikleştirme için rızası alınması gereken alımlayıcı kitleye atfedilen bu etkin rol, ancak demokratik bir siyasi sistemde anlamlı olabilir. Ancak bu rızanın gösterilme şekli ve niteliği konularının muallâkta kalması, yaklaşımı otoriter rejimlerdeki işleyişler açısından daha açıklayıcı hâle getirmektedir. Zira demokratik ülkelerde yönetici elitler, önce kamuoyu
oluşturup sonra karar almayı tercih ederlerken (ya da buna mecburlarken), tersi durumlarda önce karar alınmakta ve gerek duyulması hâlinde de sonra kamuoyunun buna intibakı sağlanmaya çalışılmaktadır.74

Kopenhag Ekolüna yöneltilen eleştirilerin tamamının temelindeki neden, güvenliğin “gerçekliği”ne gösterilmesi gereken dikkatin yeterince gösterilmemiş olmasıdır. Knudsen, Kopenhag Ekolünun yaklaşımındaki “devletlerin diğer devletlerden ya da gruplardan gerçek tehlikelerle karşılaşıp karşılaşmadıklarının önemsiz olduğu yönündeki gizli imaya” tepki göstererek tehditlerin esasen “aktörlerin kendi korkularından ya da bireylerin korkularının paranoyak siyasi eyleme dönüşmesi sonucu ortaya çıkan şeylerden kaynaklandığı yönündeki
varsayıma” da karşı çıktığını belirtmektedir.75

Güvenlikleştirme yaklaşımının öznellik üzerine yaptığı vurgu, “tehdit olarak algılanan şeyin bağımsız varlığını hesaba katmadığı için tehdidin yanıltıcı bir şekilde oluşturulmasından başka bir şey değildir. Tehditlerin üstesinden gelmek için hem algıların hem de tehdit edici olarak görülen fenomenlerin birlikte değerlendirilmesi gerekirken güvenlikleştirme yaklaşımında nesnel etkenler kasıtlı olarak dikkate alınmamış ve tehdit fenomeni tamamen bir iç politika sorununa indirgenmiştir.76

Güvenlikleştirme yaklaşımının zayıf olarak görülen yönlerinden biri de nesnel ve dışsal gelişmelerin yer aldığı sosyal bağlamı göz ardı ederek güvenliği söz-eylemlere indirgeme eğilimidir. Diğer bir ifadeyle, “güvenlik söz-eylemleri, neden ve hangi koşullar altında ortaya çıkar” sorusunu gözden kaçırmasıdır.77 Buradaki eleştirilerin esas vurgusu, gerçek bir tehdidin varlığı ya da yokluğundan ziyade, tehdit algısının ve buna dönük söylemin güvenlikleştirme eylemi açısından nasıl ve ne zaman işlevsel hâle gelebileceği konusu üzerinedir.

Son bir eleştiri de güvenlikleştirme sürecinin, Kopenhag Ekolü’nün öne sürdüğü kadar mekanik bir süreç olmadığıdır. Yani, güvenlikleştirici aktörün bir güvenlikleştirme söz ediminde bulunması ve alımlayıcı kitlenin buna olumlu ya da olumsuz bir tepki göstermesi ile bütün bu süreci açıklamak mümkün değildir. Çünkü güvenlikleştirmenin başarısı, kabul edici bir çevreye bağ(ım)lıdır. Bu nedenle, güvenlikleştirmenin güçlü ya da zayıf olsun olumlu sonuç vermesi, güvenlikleştirici aktörün söyleminin tanınması/kabul edilmesi için uygun
zamanı belirleme seçimine dayanmaktadır.78

Ancak şunu da belirtmekte fayda vardır. Güvenlik(siz)leştirme yaklaşımı, bütün eksik ve tartışılabilir yönlerine rağmen güvenlik gibi hayatî ve meşrulaştırıcı niteliğe sahip bir kavramın tanımlanması sürecine yapısalcı bir temelde yaklaşması ve analizine iktidar perspektifini dâhil etmesi bakımından oldukça değerlidir. Nesnel ve genel geçer bir güvenlik tanımı yapmaktan kaçınmaları, bu yaklaşımın temsilcilerine, analizin güvenlikle ilişkilendirilen neredeyse bütün sektörlerdeki süreçleri açıklama kapasitesine sahip olduğu yönünde bir iddiada bulunma imkânı sunmaktadır. Buna rağmen yaklaşımın, analizin hangi siyasi sistemler açısından geçerli önermelere ve açıklayıcılığa sahip olduğu konusunu
tartışılabilir bırakması, güvenlikleştirme sürecinde nesnel tehdit öğelerinin öznel tehdit algılarına kıyasla ne gibi farklılaşmalara yol açabileceğini tartışmaktan kaçınması, güvenlikleştirmenin içinde gerçekleştiği sosyal bağlama içkin bazı faktörleri analiz dışında tutarak güvenlikleştirme eylemini mekanik bir sürece indirgemesi gibi kuramcılar tarafından göz ardı edilen ya da fark edilmeyen bazı kısıtları mevcuttur. Her ne kadar söz konusu kısıtlar ve bu bağlamda yöneltilen eleştiriler, güvenlik(siz)leştirme yaklaşımının üzerinde daha çok düşünülmesi ve tartışılması gerektiğine işaret etse de, yaklaşım mevcut hâliyle bile güvenlik gündeminin oluşturulması sürecindeki siyasi unsurları ortaya çıkarması ve güvenliğe ilişkin bazı pratikleri sorgulatması bakımından oldukça işlevseldir.79

5. Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR..,,

***

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder