19 Mayıs 2020 Salı

KOPENHAG VE ABERYSTWYTH EKOLLERİ ÇERÇEVESİNDE 21. YÜZYILDA GÜVENLİĞİN DEĞİŞEN KAPSAMI VE BOYUTU. BÖLÜM 3

KOPENHAG VE ABERYSTWYTH EKOLLERİ ÇERÇEVESİNDE 21. YÜZYILDA GÜVENLİĞİN DEĞİŞEN KAPSAMI VE BOYUTU. BÖLÜM 3



Göç: 

Bir bölgede yaşayan insanların başka bir bölgede yaşayan diğer insanlar tarafından istila edilmesi veya dışarıdan gelen insanlar yüzünden kendi özellikleri
kaybetmeleri olarak ifade edilebilir. Bu durumda istila edilen bölgedeki insan topluluğu değişime uğrayarak eskisi gibi var olamayacaktır. Çünkü nüfusun çoğunluğunu dışarıdan gelen halk oluşturacaktır. Bu durumda bu bölgede yaşayan insanların demografik yapısındaki değişiklik nedeniyle farklılaşma olacaktır. Örneğin Çinlilerin Tibet’e veya Rusların Letonya’ya göç etmesi bu bölgelerdeki demografik yapının değişmesine neden olmuştur.

Yatay Rekabet: 

Bir bölgede yaşayan belirli bir insan topluluğu yaşamaya devam etse de o bölgeye yakın komşu kültürün dilsel ve kültürel etkileri yüzünden yaşam şekilleri
değişime uğrayacaktır. 
Örneğin İrlandalıların İngilizleşmekten (Protestanlaşmaktan) korkması veya Avrupalıların Müslüman olmaktan korkması gibi

Dikey Rekabet: Belli bir bölgede yaşayan insanlar kendilerini o bölgenin halkı veya ulusu olarak görmekten vazgeçeceklerdir. 

Bu iki şekilde görülebilir.

Bir entegrasyon projesi kapsamında ise Örneğin AB projesi gibi bir bütünleşme projesinde Avrupa Birliğine üye olan devletlerin vatandaşları kendilerini Alman, Fransız, Yunan görmek yerine Avrupa Birliği ya da genel itibariyle Avrupalı olarak görmeye başlayacaklardır.

Ayrılıkçı veya Bölgeselci bir proje kapsamında ise daha önce ait oldukları devletin vatandaşı yerine ayrılmak istedikleri bölgenin vatandaşı olarak görmeye başlayacaklardır.

Örneğin Katalonya veya Bask Bölgeleri İspanya’dan ayrılarak kendi devletlerini kurmak istemektedir. Benzer şekilde Kanada’nın Qeubec eyaleti de bağlı olduğu Kanada federal sisteminden ayrılarak bağımsız olmak istemektedir.

Doğal Afet, Savaş, Açlık, Salgın Hastalık veya yok etme politikaları nedeniyle nüfusun azalması: Soykırım (genocide) veya etnik temizlik (ethnic cleansing) politikalarında olduğu gibi bir kimliği veya grubu yok etme arzusunun ortaya çıkardığı yok etme politikaları dışında nüfusun azalması, toplumsal güvenliğin kimlik mantığının bir parçası değildir. Diğer taraftan toplumsal güvenliğin gündemi olması açısından şimdilerde devletlerin doğum oranları da iki sebepten dolayı dikkate alınması gereken bir husus olarak görülebilir. Buna göre;30

Rakiplerle kıyaslandığında daha düşük olabilir. (geçen yüzyılın sonunda Fransa’nın durumu; bugünkü Japonya, Rusya ve Avrupa) Doğum oranları geçmişte askeri güvenlik sorunu olarak görülüyordu, bugün ise esas olarak ekonomik ve belki de siyasi güvenlik problemi olarak düşünülmektedir.
Doğum oranları, sosyo-ekonomik istikrarı bozma tehdidi taşıyabilir ve de ya sosyal güvenlik planlarını devam ettirmede sıkıntılar yaratır. (ekonomik güvenlik olarak güvenlik oluşturulabilir) ya da daha fazla göç için baskı yaratır (sosyal güvenlik endişelerini arttırır).

Demokratik veya emperyal olsun, devletle eşleşecek ortak bir kültür oluşturmaya çalışan entegrasyon projeleri, kültürel yeniden üretim mekanizmalarının bir kısmını ya da hepsini kontrol etmeye çalışabilir (örneğin okullar, kiliseler, camiler, dil hakları). Baskının daha fazla olduğu durumlarda ise azınlıklar, kendi kültürlerini yeniden üretme yeteneğini kaybedebilirler, çünkü çoğunluk, kendi kültürünü kayırmak için eğitim, medya ve diğer sistemleri yapılandırmak amacıyla devleti kullanmaktadır. Bu nedenle, toplumsal güvenlik konularının bazı çeşitleriyle, bireylerin kalplerinde ve beyinlerinde mücadele edilmekteyken; diğerleri, kimliği etkileyen daha somut konular üzerinde mücadele olarak ifade edilmektedir. İlk durumda, tehdit dönüşmeyle ilgilidir. İnsanlar kendilerini başka bir şey olarak düşünmeye başlarlar. İkincisinde, siyasi kararlar kimliği etkilemektedir, örneğin bir kültürün yeniden üretilmesini engellemek için göç veya siyasi yapılar kullanılmaktadır.

Söz konusu kültür, yeniden üretim için gereken kurumları kontrol etmemektedir. Toplumsal güvenlik konuları her zaman en nihayetinde kimlikle ilgilidir; bazı durumlarda, toplumsal güvenlik mücadelesinin yapıldığı araç da kimliktir (yatay ve dikey rekabet). Diğer durumlarda ise bu araç kimlik değil çoğunlukla göç, yeniden üretim altyapısı gibi unsurlardır.

Kimliklerinin nasıl inşa edildiğiyle bağlantılı olarak, farklı toplumların farklı zayıf noktaları bulunmaktadır. Eğer bir kişinin kimliği farklı olmak, uzak olmak ve yalnız olmak üzerine kurulmuşsa, çok az sayıda yabancının gelmesi bile Finlandiya örneğinde olduğu gibi sorunlu olarak değerlendirilecektir. Zira bugün için yaklaşık 5.4 milyonluk bir nüfusa sahip olan bu ülkede yabancıların oranı yaklaşık %3,4 ile Avrupa ülkeleri içinde en düşük düzeydedir. Finlandiya ayrıca kendi ülke sınırları içinde doğan çocuklara doğrudan vatandaşlık hakkı vermemektedir.31 Diğer taraftan Letonya32 ve Kazakistan’da 33 veya Makedonya’da34 olduğu gibi küçük bir sayısal üstünlüğe sahip oldukları için devleti kontrol eden uluslar olabilir. Nüfus’un geriye kalan yarısından yaklaşık %10–15 gibi fazlalığa sahip olan bu uluslar devleti kendi kontrollerine almışlardır. Söz konusu bu ülkelerde şu an çoğunlukta olan uluslar elbette kendilerinden sonra ikinci çoğunluk olan rakip nüfusun göç yoluyla akın etmesine veya daha fazla doğurganlık oranına sahip olmasına karşı hassas olacaklardır. Örneğin Letonlar kendi ülkelerinde Rusların, Makedonlar kendi ülkelerinde Arnavutların ve Kazaklar da kendi ülkelerinde Rusların sayısının artmasını ve çoğunluk haline gelmelerini istemeyeceklerdir.

Günümüzde sabit tek bir kimliği “savunmak” çelişkili bir şeydir. Çünkü insanların sahip oldukları kimlikleri çoklu dur ve bunlarda sürekli değişmektedir. 
Bunun yanında bu çoklu kimlikler asla istikrarlı ve objektif değildirler. 
Ancak güvenlikli oluşturulduğunda , verili (given), başlangıçtan itibaren var olan ve derin olarak inşa edilmiş bir şeyi savunursunuz.

Ancak güvenlikleştirme durumunda tümü kapsayan kimlik inşası (ulusal kimlik) gerçekleşmektedir. Aktörlerin kimlikleri savunması, özellikle ulusal kimliklerini savunması çoğu durumda tehlikeli bir özelliktir.35 Çünkü ulusal kimlik diğer kimliklerin aksine, sadece içerik değil, aynı zamanda diğer her şeyin anlaşıldığı genel çerçevedir. Bu yüzden, ulusal kimlik çok kolaylıkla güvenlikli olabilmektedir ve çatışma durumlarında diğer tüm kimlikleri içine alabilmektedir.

Çevresel Güvenlik

Çevresel güvenlik yaşamın idamesinde olmazsa olmaz role sahip bir sistem olarak bölgesel ve küresel biyosferin korunmasıdır. Yirmi birinci yüzyılın ilk yıllarında, fakir ve marjinal halkların hassasiyetlerinin karmaşık kaynaklarına odaklanılmasına paralel olarak, aslen fosil yakıt tüketiminden kaynaklanan iklim bozukluklarının neden olduğu geniş ölçekli biyosfer sorunlarına dönüş yaşanmış tır. Olağanüstü hava olaylarının (örneğin, Bangladeş’deki hortum ya da Afrika’daki kuraklığın etkilediği insanların yaşadıkları sıkıntılardan kısmen sorumlu olan antropojensel36 faaliyetlerin, doğal tehlike ve afetlerin (fırtına, hortum, kasırga, kuraklık) nicelik ve şiddetlerinde yol açığı artışla bağlantılı olan küresel iklim değişikliğinin etkileri de “insan güvenliği” ne yönelik tehditler ortaya koymuştur. Bu olaylar, dahili yer değişimleri ve göçe yol açmış ve böylece Kuzeye yeni “yumuşak” güvenlik sorunları olarak ulaşmıştır.
Küresel çevresel değişimin neden olduğu gelişmeler yeryüzü tarihinde, 

Güneydeki birçok insan için yeni güvenlik tehlikeleri ve kaygıları ortaya koyan yeni bir evrenin, ortaya çıkmasına yol açmıştır.

1990’daki küresel dönüşe ek olarak, bazı bölgesel ve ulusal yapısal değişiklikler, küreselleşmenin etkileri ve küresel çevresel değişiklikler nedeniyle insanlığın güvenlik ve bekasına ilişkin yeni tehlike ve kaygılar gelişmektedir. Bu yeni güvenlik tehlikelerinin uluslararası, bölgesel, ulusal güvenliğe ve insan güvenliğine yönelik tehditler olarak algılanması ya da güvenlikleştirilmesi güvenliğin yeniden kavramsallaştırılmasına katkıda bulunmuştur. Çünkü gelinen noktada Çevre, kalkınma ve birey güvenliği, aynı meselenin farklı boyutları olarak anlaşılmaktadır.

1.6.1 Güvenlik Sektörlerinin Öncelik Durumları

Kopenhag Ekolünün ortaya koyduğu yukarıdaki güvenlik sektörlerinin günümüzde hangisinin diğerlerinden daha öncelikli ya da hangisinin diğerlerinden daha tehlikeli olabileceğini önemli bir konudur. Bu konuda aşağıda yer alan grafik sektörler bazında meydana gelen güvenlik sorunlarının olasılık ve meydana getirebileceği potansiyel yıkıcılık bakımından değerlendirme imkanı sunmaktadır.



Grafik 1: Gerçekleşme İhtimali ve Yıkıcılık Derecesine Göre Güvenlik Sektörleri37 Uluslararası sistemin dengesinin ve BM’nin etkinliğinin önemli olmasına rağmen, askeri ve politik tehditlerle doğrudan ilgili seviye devlet seviyesidir. Ekonomik güvenlik devletin politikalarına ve uluslararası pazarın durumuyla ilgilidir. Çevre güvenliği küresel bir sorundur ve bu tehditle ilgili olarak uluslararası düzeyde çalışmalar yapmak gerekmektedir.

Devlete doğrudan etkisi olmayan tek sektör çevre güvenliğidir. Toplumsal güvenlik devlet içindeki topluluklar ve bireylerle ilgilidir, insan hakları gibi uluslar arası düzenlemelerin bir
takım etkileri olsa da, hem birey hem de devlet seviyesindeki etkiler daha fazladır. Birey, devlet ve uluslararası sistem ayrı ayrı referans nesne olarak alındığında, sektörlerden en fazla
etkilenenin devlet olduğu açıkça görülmektedir.




Tablo 2: Güvenlik Sektörlerinin Farklı Seviyelerdeki Etkileri38

Güvenlik sektörleri ile ilgili olarak üzerinde durulması gereken bir diğer husus, hangi sektörün ya da sektörlerin öncelikli olduğudur. Bu sorunun cevabı her bir devlet için farklılık arz etmektedir. Örneğin İç savaşta yaklaşık bir milyon insanın hayatını kaybettiği Ruanda ile Norveç’in öncelikleri aynı olmayacaktır. Askeri ve politik güvenliğin içerisindeki tehditlerin etkileri devletler için yaşamsaldır. Bu tehditlerin varlığı söz konusu olduğunda, ekonomik, çevre ve toplumsal güvenlik geri planda kalmaktadır. Askeri ve politik güvenlik konularında kendini güvenli olarak algılayan devletler ise diğer güvenlik sektörlerine öncelik vermektedir.

Devletlerin farklı sektörlere kendilerince öncelik vermesinin en önemli nedeni devlet içerisindeki ve dışarısındaki tehditlerin varlığıdır. Devletin bulunduğu coğrafya, çevresindeki ülkeler güvenlik algılarını doğrudan etkileyecektir. Ruanda ve Norveç örneğinde olduğu gibi, bir Afrika devleti ile Avrupa devletinin güvenlik algıları farklı yöndedir.  Devletlerin güvenliği, bulundukları coğrafyanın güvenlik dinamikleri ile doğrudan bağlantılıdır. 

Bu durumda devleti referans almak güvenlik analizleri için yeterli olmayacak, devletleri, içerisinde bulundukları bölgeler ile birlikte değerlendirmek gerekecektir.39

Güvenlikleştirme Yaklaşımı ve Unsurları

Kopenhag Ekolünün üzerine kurulduğu ve belki de en çok tartışılan ve eleştirilen konu ise güvenlikleştirme (securitization) yaklaşımıdır. Esasında Kopenhag Ekolünün güvenlik yaklaşımının özünü güvenlikleştirme (securitization) kuramı ve bu kuramın bir bakıma anti tezi olarak görülen güvenlik dışılaştırma (de-securitization) kuramının oluşturduğunu söylemek yanlış olmayacaktır. 

Bu noktadan hareketle; “Güvenlikleştirme bir şeyin ya da bir konunun değerli olduğu kabul edilen bir öznenin varlığına yönelik bir tehdit/tehlike biçiminde kurgulanması ve bu kurgulamanın, normal siyasi sürecin dışına çıkılarak alınan istisnai tedbirleri desteklemek için kullanılmasıdır.”40 Bu doğrultuda
güvenlikleştirme girişimleri; tamamen başarılı olabilir tıpkı 1947 sonrasında Batı’daki komünist/Sovyet tehdidi örneğinde olduğu gibi, sınırlı bir başarı sağlayabilir (tıpkı ABD’nin Irak’ı tehditleştirmeye yönelik son girişiminde olduğu gibi, ya da 1960’ların sonunda ABD’de Vietnam Savaşı’na yönelik halk desteğinin azalması örneğinde olduğu gibi başarısızlığa uğrayabilir.41 

Diğer taraftan güvenlik dışılaştırma (de-securitization) kuramı ise daha önce tehdit olarak kabul edilen bir şeyin artık tehdit olarak inşa edilmemesi şeklinde ifade edilmektedir. Örneğin Soğuk Savaş’ın bitişi ile daha önce bloklar arasında tehdit olarak görülen birçok şey artık tehdit olarak görülmemektedir. Genel olarak bakıldığında söz konusu bu iki kuramın Kopenhag ekolünün tüm diğer argümanlarının açıklanmasında da anahtar görevi gördüğü söylenebilir.

Güvenlikleştirme kuramının önemli bir katkısı Avrupa’nın İkinci Dünya Savaşı sonrasında geçirdiği dönüşüme yeni ve daha ikna edici bir açıklama getirmek olmuştur. Avrupa örneğinden hareket eden Kopenhag Ekolü, sorunların ve ilişkilerin güvenlik dışına çıkarılması (desecuritization) stratejisinin yaygınlaşması ve sadece devletin bekasını ilgilendiren acil konuların güvenlik konusu olarak kabul edilmeye devam edilmesini önermektedir. Bu şekilde Kopenhag Ekolü dar bir güvenlik tanımından yana tercih belirtmektedir. Ekolün öneri ve katkıları tarihsel, kuramsal ve etik-politik olmak üzere üç başlıkta toplanabilir.42 

Buna göre; Tarihsel Argüman

Yüzyıllardır ismi savaşlarla anılan bir kıta olan Avrupa’nın artık barışla anılmaya başlamasının ardında yatan dinamikleri, Kopenhag Ekolü AB’li devlet adamlarının İkinci Dünya Savaşı sonrasında yürüttüğü güvenlik dışına çıkarma çabaları ile açıklar.43

Bu açıdan değerlendirildiğinde günümüzdeki AB projesi bir güvenlik projesi olarak ortaya çıkmaktadır. Yani askerî yöntemlere başvurmadan da barışın korunabildiği ve potansiyel saldırganların caydırılabildiği bir güvenlik topluluğunu (security community) ifade etmektedir. Avrupa’nın savaşçı tarihi düşünüldüğün de 2. Dünya Savaşı sonrası Avrupa kıtası genelinde elde edilen yaklaşık 70 yıllık savaşsız refah dönemi bir bakıma devletler arası sorunların güvenlik dışına çıkarılması sonucu elde edilerek kıta genelinde neredeyse tüm devletleri içine alan bir güvenlik topluluğu elde edilmiştir.

Kuramsal Argüman

Kopenhag Ekolü’nün kuramsal argümanı siyaset teorisi ve sosyal inşacılık yaklaşımlarını kullanan ve söz edimi (speech act) kavramı üzerine inşa edilmiştir. Bu kavram günümüzde çok geniş alanlardaki sorunların açıklanmasında bir model olarak kullanılmaktadır. Buna göre söz edimi kısaca; güvenliğe yönelik tehditlerin öznenin “bilgisi” ve “tespiti” olmasa da var olabileceği kabulünü tartışmaya açan bu yaklaşım, sorunların ancak biz bildiğimiz ve tespit ettiğimiz nispette “güvenlik” tehdidi olarak
ortaya çıktığını, aksi takdirde herhangi “sorun” olarak değerlendirilebildiğini hatta “sorun” olarak bile görülmeyebildiğini ortaya koyar.44 Waever’in finans dünyasından ödünç alarak adına “güvenlikleştirme (securitization)” dediği bu süreç, güvenliğin siyasiliğine işaret eder.45 Başka bir deyişle sorunlar tek başlarına ve durduk yere güvenliğe tehdit teşkil etmezler. Bilakis aktörler sorunları güvenlik sorunu haline kendileri getirirler. Bu noktada aktörler açısından anahtar kelime “seçim (choice)”dir. Yani güvenlik siyasetini belirlemenin ve aktörlerin sorunlar karşısında gösterdikleri tepkinin siyasiliğidir. Bir sorunun güvenlik sorunu olması “objektif” değil, ancak öznel de değil özneler arası (intersubjective) bir değerlendirme süreci ile varılan bir sonuçtur. “Sorunların güvenlikleştirilmesinin siyasi bir tercih olmasının ardında yatan gerekçe, güvenlik kelimesinin telaffuz edilmesinin verdiği otoritedir; bu otorite aksi hâlde mümkün olmayabilecek uygulamaları (mesela kaynak transferi, özgürlüklerin kısıtlanması, şiddet içeren yöntemlerin meşrulaştırılması) mümkün
kılar.”46

Etik-Politik Argüman

Kopenhag Ekolü, mevcut sorunları güvenlik sorunu olmaktan çıkarmak (konuları güvenlik gündeminden çıkarmak ve “normal” politik süreçler aracılığıyla dile getirmek ve çözmek) için kanıtlar ortaya koymayı tercih etmektedir. Bu noktada etik-politik olarak sorumlu olan seçimin güvenliğin sadece devletin bekası ile ilgili konularla sınırlı (narrowed) tutulması gerektiğini ve diğer konuların hayati bir konuma getirilmemesini savunur. Bu nedenle devletin varlığını tehlikeye atacak örneğin başka bir devletten gelen yüksek askeri tehdit, iç savaş, toplumsal şiddet olayları vb. doğrudan devletin varlığını doğrudan etkileyen konular dışındaki diğer konular güvenlikleştirilmemeli, “normal” siyasi
süreçler içinde tartışılarak çözülmesi gerektiğini savunur. Aksi takdirde eğer güvenlik konuları genişletilirse güvenlik sarmalı başka konularda da çözümü zorlaştırır hâle gelir, şiddet içeren yöntemler başka sorunların çözümünde de kullanılmaya başlanır.

Güvenlikleştirmenin Oluşum Süreci

Güvenlik “bir güvenlik sorunu ve bu soruna karşı alınan önlemlerin varlığını ortaya koyan bir durum”, güvensizlik ise, “güvenlik probleminin olduğu ve buna karşı bir cevabın olmadığı bir durum” olarak alındığında her iki durumda da sorun benzerdir.47 Bir sorunun ne zaman güvenlik sorunu oluşturduğuna yönelik olarak Kopenhag Ekolü, güvenliğinde “bizatihi kendisinin yeniden siyasallaştırıldığı” yeni bir “güvenlik ve siyaset” gündemi önerirler. Önerilen bu gündemde güvenliğin yeniden kapsamının inşası süreci güvenlikleştirme olarak adlandırılır.

Güvenlik beka ile ilgili bir durum olduğundan yani “varlığa kastedilen tehditler karşısında acil ve olağanüstü önlemlerle beka sağlanmasına ilişkin olduğu için” tehdidin varlığı olağan üstü yöntemleri kullanmayı gerektirmektedir. 

Bu durumda güç kullanımında bulunmak bir bakıma durumu meşrulaştırmanın bir aracı olarak kabul edilmektedir. Bu açıdan genel olarak eğer bir devlet yetkilisi örneğin başbakan, bakan, bürokrat güvenlikle ilgili bir konuşma yaptığında acil ve olağanüstü önlem alınması gereken bir durumdan bahsetmiş olur.

Böylece tehdidi önleme gerekliliği güç kullanımı hakkı iddiasını ortaya çıkarır.

Güvenlikleştirme ile sorunların siyasal alanın dışına itilmesi öncelikli amaç olsa da güvenlikleştirici aktörün kimliği bunun tam aksine sorunu siyasi mesele haline getirir. Bu bir anlamda, güvenlikleştirmenin siyasallaşmanın uç bir biçimde tanımlanmasının da gerekçesidir. Bu aynı zamanda iktidarı kullananların güvenlikleştirmeyi “belirli ve kendi çıkarlarına hizmet eden amaçlar doğrultusunda” yürürlüğe koymalarının bir sonucudur.

Ancak Kopenhag Ekolü açısından İdeal olan, sorunların güvenlik dışına çıkarılması stratejisinin yaygınlaşmasını savunmaktadır. Çünkü eğer bir sorun belirli bir süre politikacıların dikkatini çekmez ise daha sonra sorun siyasal alandan siyaset gündeminin dışında kalarak depolitize olur.48

Bir konunun siyasallaşma süreci veya siyasal sürecin dışına çıkarılma süreci aşağıdaki şekilde detaylı olarak gösterilmiştir. Buna göre bir sorunun ortaya çıkmasının ardından, devlet bu sorunu bekası için tehdit olarak algıladığı zaman, artık devlet o soruna müdahil olmuş demektir. Bu aşamadan sonra devlet eğer söz konusu sorunu bir beka sorunu olarak kabul ederse bu sorunu çözmek için kendisinin özel haklara sahip olduğunu iddia ederek devletin devamı için tehdit olan sorunun üstesinden gelebilmek için olağan üstü yöntemlerle ve öncelikli olarak mücadele etmeye başlar. Bu aşamada esasında en can alıcı nokta mücadele noktasında alımlayıcı (audience) kitleyi ikna etmesidir. Eğer devlet alımlayıcı kitleyi ikna ederse söz konusu sorun için güvenlikleştirme işlemi başlamış demektir. Bir başka deyişle Güvenlikleştirici aktör (a securitizing actor), referans nesnesinin (referent object) bekası için herhangi bir olayı varoluşsal tehtit (existential threats) olarak sunarsa, (bu konuşma edimi yoluyla olur-speech act) burada söz konusu olay güvenlik sorunu olarak etiketlenir / tanımlanır.

Güvenlik sorunu olarak tanımlanan gelişme alımlayıcı kitle (audience) tarafından da, benimsenirse, artık bu sorun için olağanüstü önlemlerin (extraordinary measures) alınması yolu açılmıştır. Olağanüstü önlemlerin alınması normal siyasetin kurallarının askıya alınması sürecini doğurur. Normal siyasi süreçlerin işlememesi ise, demokratik gelişmelerin yaşanmasının önüne set çeker, demokrasinin kurallarının işlemesi çeşitli gerekçelerle sürekli ertelenir.49




Grafik 2: Sorunların Güvenlikleştirme Süreci50

Güvenlik dışılaştırma kavramı (a-security-güvenliğin konusu olmama?) güvenlikleştirme yaklaşımının bir çıktısıdır. Çünkü geleneksel güvenlik anlayışında güvenlik ve güvensizlik (insecurity) ters yönlü bir ilişki içindedir. Güvenlik arttığında güvensizlik azalır ya da tam tersidir. Ancak güvenlikleştirme perspektifinden bakıldığında ikisi de güvenlik çerçevelemesi bağlamında inşa edilmiştir ve tehdit-güvenlik kaygısının bir sonucudur. Yani güvenlikleştirme perspektifinden bakıldığında, güvensizlik (insecurity) tehdit olduğu zaman ona karşı bir savunmanın olmaması durumu; güvenlik, tehditle birlikte ona karşı savunmanın da olması, güvenliğin konusu olmama ise (a-security) güvenlik dışı oluşturma ya da hiç güvenlikleştirmenin olmaması yani herhangi bir tehdit durumunun olmamasıdır.51


Bu noktada yukarıdaki şekilde yer alan sorunların güvenlikleştirme sürecini başka bir şekilde diagram üzerinde de ifade etmek mümkündür.


4. CÜ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR..,,


***

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder