KOPENHAG VE ABERYSTWYTH EKOLLERİ ÇERÇEVESİNDE 21. YÜZYILDA GÜVENLİĞİN DEĞİŞEN KAPSAMI VE BOYUTU. BÖLÜM 5
2. ABERYSTWYTH EKOLÜ: GÜVENLİĞİN DERİNLEŞMESİ VE GENİŞLEMESİ
Bütünsel bir düşünce sistemi olmayan “eleştirel güvenlik çalışmaları”80, temel olarak iki ana akımdan oluşmaktadır. Bu akımlardan birincisi, realizme karşı çıkmaları ve epistemolojik olarak post-pozitivizmi benimsemiş olmaları dışında, söylem ve vizyon yönünden aralarında ortaklık bulunmayan farklı yaklaşımların bir araya gelmesiyle oluşmuştur.81
Eleştirel Güvenlik Çalışmalarında güvenliğin başlıca öznesi devlet yerine, bireydir; zira devlet bireyin güvensizliklerine çare olamamaktadır. Bireyler, artık esas olarak savaşlarla değil, ekonomik, çevresel ve gıda güvenliği sorunlarıyla karşı karşıyadır.
Bireyleri bu atmosferden uzaklaştırabilecek tek çare özgürleşmedir (emancipation) . Bu kavram, insanların birey ya da grup olarak özgürce yapmayı tercih ettikleri şeyleri yapmalarını engelleyen fiziki ve insani engellerden kurtulmaları anlamına gelir. Savaş ve savaş tehdidi, yoksulluk, eğitimsizlik, siyasi baskı vb. konularla birlikte bu sınırlamalardandır.
Eleştirel güvenlik çalışmalarında entelektüel çoğulculuğa sahip bu akımın dışındaki ikinci ana akım ise Welsh/Aberystwyth Ekolü’dür. Bu akıma göre, eleştirel güvenlik düşüncesi, özgürleştirme (emancipation) temelinde yeni bir güvenlik söylemi ve pratiği şekillendirmeyi amaçlayan inşa halinde bir projedir. Bu ekolü, Galler’deki Aberystwyth Üniversitesi Profesörlerinden Ken Booth ve Richard Wyn Jones’un çalışmalarının temsil ettiği kabul edilir. Ancak Ken Booth kendisini Krause ve Williams çizgisindeki Eleştirel Güvenlik Okulu’ndan ayrıştırmaktadır. Ona göre Eleştirel Güvenlik Okulu’nun eleştirel yaklaşımların harmanlandığı ve ifade edildiği üst başlık veya geniş şemsiye olması fikrine
karşı çıkmaktadır. Eleştirel Güvenlik Okulu’nun tek bir duruşunun, tutarlı ve bütünsel bir yaklaşımının olması gerektiğini iddia etmektedir.
Ken Booth editörlüğünde hazırlanan Critical Security Studies and World Politics, Welsh Ekolü entelektüel gelişiminde önemli bir köşe taşı olarak kabul edilmektedir. Booth, bu kitapta, Krause ve Williams’ın çalışmasından farklı olarak post-pozitivist bir çoğulculuğa karşı çıkmaktadır. Booth’a göre, çoğulculuk, teorik gelişme önünde büyük bir engel teşkil ettiğinden, temel kavramların belirsizliğini aşabilmek, çalışma alanı açıkça tanımlanmış bir araştırma projesi ortaya koymak ve siyasa bağlantılı bilgi üretebilmek için teorik kesinliğe ve açıklığa sahip olunmalıdır. Genel bir değerlendirme yapıldığında Ken Booth’un akademik çalışmalarının büyük oranda Frankfurt Okulu 82 ve Neo-Marxism’e dayanmaktadır.
Öyle ki
Booth, Eleştirel Güvenlik Okulu’na Post-Marksist kuramdan sekiz öğe eklemlenmesi gerektiğini belirterek bu yöndeki görüşünü iyice belirgin oluşturulmaktadır. Booth’un eleştirel kuram içine alınmasını istediği söz konusu bu unsurlar şunlardır.83
Bilgi toplumsal bir süreçtir ve toplumsal olarak üretilir.
Siyasi olarak bilginin çıkarları söz konusudur yani yararları ve dezavantajları vardır.
Eleştirel Teori siyasi ve sosyal gelişme için zemin hazırlar.
Kuramın sağlaması özgürleşmedir.
İnsan, toplumu kendisi icat eder.
Uluslararası politikaları gerileştirici kuramlar etkilemiştir.
Devlet ve diğer kurumlar doğalmış gibi gösterilmekten kaçınılmalıdır.
Dünya güvenliğine katkıda bulunacak araç ve amaçları ortaya koyan ilerici dünya düzeni değerleri inşa edilmelidir.
Her ne kadar kendi içinde bütünsel bir yapı olarak görülse de Aberystwyth Ekolü kendi içinde de çoğulcular ve dayanışmacılar olarak ikiye bölünmüş durumdadır. Bu bölünmeye rağmen ekolün genel itibariyle üç temel özelliğinin olduğunu söylemek mümkündür.84
Bu ekolü savunan düşünürler güvenliğin araç değil kendi başına bir değer olduğunda uzlaşmaktadır.
Ekol güvenliğin değişmez ve sabitlenmiş bir tanımının olmadığını kabul ederek toplumsal olarak kurgulandığından ve yapılandırıldığından bahseder.
Güvenliğe dair söylem, siyasal bir topluluk tarafından geliştirilmektedir; bununla birlikte bu siyasal topluluk sadece devletin kendisi veya devletçi kesimlerden oluşmaz.
Siyasal topluluk, uluslararası kurumları, ulus-aşırı ve ulus-ötesi sivil toplum kuruluşlarını ve yerel/küresel norm, değer ve çıkar paydaşlarını kapsar.
Yukarıdaki bu üç temel özellikten hareketle Aberystwyth Ekolünü savunan akademisyenlerin çalışmalarında çoğunlukla öne çıkardığı ve bu teorinin temeli olarak görülen temel kavramların güvenlik, toplum ve özgürleştirme oldukları görülmektedir. Bu bakımdan bu kavramları incelemek faydalı olacaktır.
Aberystwyth Ekolü’nün Güvenlik Kavramına Getirdiği Yeni Yaklaşımlar Aberystwyth Ekolünün güvenlik çalışmalarına en önemli etkisi, “türetilmiş bir
kavram” olarak güvenliği yeniden teorileştirmiş olmasıdır. Güvenlik perspektifini iki analitik düzlemde meydana getiren Aberystwyth Ekolü’nün ilk kuramsal girişimi, kavramın genişlemesi (broadening security) ve ikinci kuramsal girişimi ise kavramın derinleşmesini (deepening security) sağlamak olmuştur. Güvenliğin genişlemesi ve derinleşmesi çerçevesinde, “çevresel, ekonomik, toplumsal güvenlik” gibi güvenlik türlerinde çeşitlenme ve “birey, ulus, uluslararası güvenlik” gibi seviyeler oluşmuştur.
Öncelikle, güvenliğin derinleşmesi hususunda, dikey hareketlenmeler yaşanmış; yani, güvenliğe yönelik tehditler olarak adlandırılan toplumsal, ekonomik, çevresel faktörler kavrama dâhil olmuştur. Bu şekilde devlet düzeyinin üstünde (mesela çevre güvenliği) ve altında (mesela toplumsal güvensizlikler) kalan diğer güvensizliklerin de değerlendirilebilmesi sağlanmıştır. Bu hareketlenmeler, klasik realist bakışa bir eleştiri niteliğinde oluşmuş, aynı zamanda alternatif bakış açıları oluşturması bakımından da önemli bir rol üstlenmiştir.
Booth’a göre, güvenlik çalışmalarında temel sorun, hâkim güvenlik anlayışı olan realizmin “problem çözücü” niteliği dolayısıyla güven(siz)lik sorununun parçası haline gelmesidir.
Realizm, her ne kadar uluslararası güvenlikte “gerçek”leri tarafsız bir metodolojiyle analiz ettiği iddiasında olsa da, Booth, “etrafımızdakileri oldukları gibi değil, kendimiz gibi gördüğümüzü” belirtmektedir.85 Bu bakımdan, realizm, uluslararası politikada değişimi dışlayan söylemiyle, bilimsellik görüntüsü altında savunduğu varsayımların gerçekleşmesine ve tarif ettiği gerçekliğin yeniden üretilmesine katkıda bulunmaktadır. Booth’a göre, Soğuk Savaş boyunca hakim olan güvenlik anlayışı, güvenliğintemel parametrelerinin devlet merkezci, askeri kaygıları dikkate alacak şekilde, erkeklere özgü bir bakış açısından, metodolojik olarak pozitivist, felsefi olarak realist ve yukarıdan aşağıya tanımlandığı Anglo-Amerikancı dünya görüşünün ürünüdür.86
Bu tanımlamayla, Booth, eleştirel güvenlik çalışmalarının amacını, bu dünya görüşünden kaynaklanan güvenlik kavramlaştırmalarına karşı çıkmak olarak göstermektedir.
Eleştirel güvenlik çalışmaları, “akademik uluslararası politika disiplini içinde geliştirilen ve dünya politikasında güvenliğe yönelik eleştirel bilgi arayışında olan bir alan çalışmasıdır. Güvenlik, bireyden başlayıp insan topluluklarına uzanarak toplumun farklı aşamalarını kapsayacak şekilde, teorik ve pratik boyutlarıyla bir bütün olarak düşünülür. “Eleştirel” kavramı, güvenlik kavramsallaştırmalarının belirli siyasi ve teorik duruşlardan kaynaklandığının farkındalığı çerçevesinde, hakim yapıların, süreçlerin, ideolojilerin ve yerleşmiş anlayışların dışında durmaya çalışan bir bakış açısını ifade eder. Eleştirel bakış açısı, objektif bilgi iddiasında değildir; insanların yapısal hatalarını aşma umuduna yönelik fikirleri geliştirmek amacıyla, hakim tutum ve davranışların daha derin bir şekilde anlaşılmasını sağlama çabasındadır. Tıpkı Booth’un aşağıda ifade ettiği gibi.
“Ne çalışacağımızı ve bunu nasıl çalışacağımızı seçerek, ya milyonlarca insanın yararına çalışmayan bir dünyanın yeniden üretilmesine katkıda bulunacağız ya da dünya politikasını bu kadar lekeleyen insan yanlışlarının ortadan kaldırılması için uğraşacağız”87 Güvenliğin genişlemesi çerçevesinde ise, aktörlerin karşılaştığı birçok güvenlik tehdidi ele alınabilmiştir.1980’lerle birlikte modern silahların yayılması, devlet-dışı aktörlerin faaliyet alanlarının genişlemesi, çevresel tehditler, uluslararası göç, kaynak kıtlıkları gibi etkenler nedeniyle güvenlik gündeminde yaşanan genişlemeler, geleneksel güvenlik anlayışının ortaya çıkarttığı sorunların giderek gözle görülür hale gelmesiyle açıklanabilir.88
Bir başka deyişle bu dönemde aktörlerin karşılaştığı bir dizi güvensizliği ele almak için güvenlik anlayışının genişletilmesi (broadening security) gerekmiştir. Bu konuda BM’nin 1987 yılı kalkınma konferansında güvenlikle ilgili şu ifadeler yer alması oldukça dikkat çekicidir. “Güvenlik tüm milletler için egemen (overriding) bir önceliktir. Güvenlik ayrıca kalkınma ve silahsızlanma için de esas önem arz eder. Güvenlik yalnızca askeri değil, onun yanı sıra siyasi, ekonomik, sosyal, insanlığa dair ve insan hakları ve çevresel yönleri içerir.
Az gelişmişlik ve kalkınma hızının düşmesi; yönetememe ve kaynak israfı kadar güvenliğe engel bir durum ortaya koyar.”89
Bu bağlamda düşünülecek olursa, yeni güvenlik çalışmaları sorunları kendisi “güvenlik” sorunu hâline getirmez (yani güvenlikleştirmez). Yapılan bir bakıma “güvenliğin siyasiliğini” ortaya çıkarmaktır. Bunu, güvenlik üzerine düşünmenin siyasi ve kurucu karakterini açığa çıkarıp kadın erkek bütün insanların karşılaştıkları tehditlere işaret etmekle yapar.90 Kuşkusuz bu yaklaşım sorunları güvenlik dışılaştırma (desecuritization) söyleminde bulunan Kopenhag Ekolü ile taban tabana zıtlık teşkil etmektedir.
Aberystwyth Ekolünün, sorunları “güvenlik dışına çıkarma” yerine “güvenliğin siyasiliğini ortaya koymayı tercih etmesi stratejik, etik-politik ve analitik olmak üzere üç temel argümana dayanır.
Stratejik Argüman
Aberystwyth Ekolü, sorunları güvenlik meselesi olmaktan çıkarmanın, güvenliği, insanların güvenlik kaygılarına her zaman duyarlılık göstermeyebilen güvenlik elitinin (devlet adamları ve sivil-askeri bürokrat) tekeline bırakıldığı anlamına geleceğini iddia eder. Bu açıdan bakıldığında güvenliğin siyasiliğini ortaya koymak, güvenlik politikalarının esasının sorgulanmasını sağlar. Siyasiliğini ortaya koymak ise, güvenlik politikalarının sorgulanmasını gerektirir. Bir başka deyişle güvenlik siyasileştiği zaman sorgulanabilir duruma gelmektedir.
Etik – Politik Argüman.,
Geleneksel olarak güvenlik devlet ve devletin kaygıları ile ilgili olmuş olsa da, bu hep böyle kalacak değildir. Siyasi tercihler çerçevesinde güvenliğin insanların endişelerini içerecek şekilde tartışma, müzakere ve diyalog süreci oluşturularak ortak bir zeminde güvenlik kaygıları ele alınarak genişlemesi mümkündür. Tarihsel-siyasi bağlama bağlı olarak devletlerin güvenlik gündemleri gerçekten de bir tarafın kazancının diğer tarafın kaybı olduğu (zero sum), militarist, devletçi ve zaman zaman insanlıktan çıkaran uygulamalara çevrilebilir.
Başkaları tarafından (çevre ile ilgili sivil toplum kuruluşlarında olduğu gibi) tanımlandığında ise güvenlik küresel olarak kavranabilir ve yerel olarak uygulanabilir. Bazılarının güvensizliklerini dile getirme konusunda diğerlerinden daha başarılı olması son derece normal olsa da diyalog, tartışma, fikir ayrılığı ve ortak zemin aramak için fırsat bulunabilir.
Bu noktada akademisyenin rolü “sesi duyulmayanların sesinin duyulmasına yardım etmek” olmalıdır.91
Analitik Argüman
Mevcut bir sorunu güvenlik dışına çıkarmak mı, yoksa siyasi boyutunu ortaya koymak mı insanların ve devletlerin güvensizlik sorununu gidermek için çaredir. Bu husus ancak, sorunun “ampirik, tarihsel, söylemsel olarak” ele alınması ile anlaşılabilir. Örneğin Ampirik bulgular, HIV/AIDS’in küresel bir güvenlik konusu olarak ifade edilmesinin, Afrika’daki ölümcül etkilerinin dile getirilmesine çok büyük faydalar sağladığını ortaya koymuştur.
Ancak diğer taraftan Batı Avrupa’ya başka ampirik bulgular göçün güvenlik diliyle söylemleştirilmesinin “tehlikeli yabancı(lar) ile kurucu bir siyasi ve toplumsal ilişki kurulmasını daha da zorlaştırdığına” işaret etmektedir.92
Aberystwyth Ekolünde Toplum Kavramı
Ekolün ikinci temel kavramı olan toplum, Andrew Linklater tarafından incelenmiş ve bir bakıma yeniden tanımlanmıştır. Linklater, kimlik-inşa sürecini, sınır-inşa süreci olarak tanımlayarak, insanlar arasında biz ve onlar ayrımına yol açan kimlik konusunun dünya politikasında çok büyük etkileri olduğunu öne sürmektedir.93 Bu noktada Linklater’in bir bakıma ulus-devleti uluslararası ilişkilerin temel siyasi birimi olarak idealleştiren ve böylece bireyi “ulusal” alana hapsedip sınırların dışında kalan diğer bireylerden yabancılaştıran geleneksel toplum anlayışını eleştirerek, Habermasçı iletişimsel etik (discourse ethics) ve Kantçı felsefe çerçevesinde yeni bir toplum anlayışını yeniden şekillendirmeye çalıştığını söylemek mümkündür. Bunu yaparken Linklater, hakim devletçi toplum anlayışının dışarsayıcı yapısını sorgulayarak, özgürleştirme (emancipation) politikaları ve kozmopolitan etik ışığında içerseyici topluluklar inşa etme vizyonu çizmektedir.
Bununla birlikte, Linklater’in devleti dışarsayıcı bir siyasi birim olarak eleştirmesi, devletin varlığını sorguladığı ve “devlete dayalı bir anarşi” yerine “devletsiz
bir anarşi”yi desteklediği anlamına gelmemektedir. Linklater’in eleştirisi, sınırların insanlar arasında yarattığı yapay bölünmüşlüğe yöneliktir. Dolayısıyla, Linklater’in toplum anlayışında varlığı sadece kendi ulusal sınırları dâhilinde ve vatandaş kimliği altında kabul edilen insanların, kendi başlarına değerli kabul edildikleri ortak bir küresel toplumun üyesi “birey”lere dönüştürülmesi hedeflenmektedir. Bu anlayıştan yola çıkarak, eleştirel güvenlik düşüncesindeki toplum-güvenlik bağlantısının hedefi, devlet ile birlikte gerçekleştirilecek, sadece devletler için olmayan ve gerektiğinde devlete karşı çıkan bir toplumcu güvenlik anlayışı oluşturmak olarak ifade edilebilir.
Aberystwyth Ekolünün Ana Teması: Özgürleştirme (Emancipation)
Aberystwyth Ekolü’nü diğer post-pozitivist eleştirel güvenlik yaklaşımlarından ayıran belki de en temel özellik, özgürleştirme (emancipation) kavramına yaptığı vurgudur. Ekole göre Özgürleştirme, birey ve grupları normal koşullar altında yapabileceklerinden alıkoyan sosyal, fiziki, ekonomik, siyasi ve diğer kısıtlamalar dan kurtarmak olarak tanımlanır.94
Özgürleştirme politikaları, aşılması gereken kısıtlamaları ve özgürleştirme potansiyeline sahip sosyal güçleri tanımlayan ve geleceğe yönelik bir özgürleştirme senaryosu çizen eleştiri mekanizması (immanent critique)95 ile somutlaşır.
Genel olarak ifade etmek gerekirse, Ken Booth, özgürlük ve güvenlik arasındaki bağıntıyı güvenlik çalışmalarının merkezine yerleştirerek klasik güvenlik
paradigmasında bir kırılma meydana getirmiştir. Ken Booth, Security and Emancipation başlıklı makalesinde dünya politikalarını belirleyen kelimeler ve imgelerden yola çıkarak içinde bulunduğumuz yapısal dönüşümü vurgulamış; realizmin entelektüel hegemonyası altında şekillenen geleneksel güvenlik düşüncesini ve çalışmalarını sorgulamaya açmıştır.96
Bir başka deyişle Ken Booth, güvenliği askeri-politik konuların baskınlığından çıkararak, insan yaşamına karşı gündelik tehditleri de güvensizlik kapsamı içine dâhil etmiştir. Nitekim onun için güvenliğin genişletilmesi ve kavramın güncellen mesi; kıtlık, etnik rekabetler, politik baskı, cinayetler, terörizm, devlet içi çatışmalar, ekonomik krizler gibi bir dizi sorunun güvenlik kapsamına eklemlenmesini ifade etmektedir.
Realizmin devlet merkezli güvenlik perspektifine karşı çıkan Booth, klasik anlayışın devlete yüklediği amaçsal işlevi eleştirmiş ve bu amaçsal rolü araçsallaştırmaya çalışmıştır. Ona göre devlet, güvenliği sağlama aracıdır.
Bu nedenle de devlet güvenliği yerine birey güvenliğini öncelemiş ve bireylerin güvenliklerini özgürlükle ilişkilendirmiştir. Tehditlerin yokluğu anlamında kullanılan geleneksel güvenlik kavramsallaştırmasını yetersiz bulan Booth, özgürlük eksenli yeni bir güvenlik kodlaması yaparak hem yerel hem de küresel
düzlemde güvenliğin tanımını genişletmiş ve derinleştirmiştir. Dolayısıyla Booth’un yeni güvenlik çalışmalarındaki farklılığı, güvenliği özgürlükle ilişkilendirerek kavramı yeniden formüle etmesindedir.97 Kısaca söylemek gerekirse Booth, birey güvenliğini özgürleşme olgusuyla derinleştirmiş ve kapsamlı bir boyuta taşımıştır.
Booth, güvenliği salt “tehditlerin olmadığı bir durum” ile sınırlandırmamış; gelecekle ilgili beklentilerin garanti altına alınabilmesi veya isteklerin gerçekleştirilmesi önündeki engellerin kaldırılması olarak tanımlamıştır. Güvenlik ile özgürleşme arasında korelasyon kurmaya çalışan Booth’a göre özgürleşme, “bireyler ve gruplar olarak insanların özgürce seçtikleri şeyleri yapmasını engelleyen fiziksel ve insani kısıtlamalardan kurtulmasıdır. Booth, fiziki ve insani kısıtlamaları savaş, savaş tehdidi, yoksulluk, politik kısıtlamalar ve eğitim imkânlarından yoksunluk gibi sorunlarla örneklendirmektedir. Dolayısıyla ona göre özgürleşme ve güvenlik, bir madalyonun iki yüzüdür ve biri diğeriyle anlamlıdır.98
Diğer bir deyişle Booth’un terminolojisinde özgürlük ve güvenlik, birbirinin karşıtı değil, aksine birbirinin tamamlayıcısı ya da birbirinin bütünleştiricisi iki kavramdır. Bu açıdan yorumlandığında Booth’un ortaya koyduğu eleştirel güvenlik anlayışına göre özgürlüğün olmadığı yerde güvenlik yoktur; ya da tam tersi güvenliğin olmadığı yerde özgürlükten bahsedilemez. Ne özgür ne de güvende olan Irak toplumunun içinde bulunduğu durum, Booth’un bu tespitine örnek teşkil etmektedir. Zira özgürleşmesi hedeflenen bir toplumun güvenliği, adına “sonsuz özgürlük” konulan bir Amerikan müdahalesiyle derinden sarsılmıştır. Güvenlik ve özgürlük arasındaki bağın ne denli güçlü olduğunu yalnızca uluslararası güvenlik kapsamında değil, aynı zamanda ulusal güvenlik politikaları ve uygulamalarında da görmek mümkündür. Nitekim devlet güvenliğinin sağlanması adına sıkı kontrol koşulları ve baskı rejimi altında yaşayan toplumların özgürlükleri kısıtlanmakta ve bu toplumlar “güvende ama özgürlüğünü arayan yabancılaşmış toplumlara dönüşebilmektedir.99
Booth’a göre güvenlik, klasik anlayışın ileri sürdüğü gibi yalnızca güç ve düzen değil, aynı zamanda özgürleşmedir. Özgürleşme ise hakların karşılıklılığı fikridir. Booth’un bu noktada altını çizdiği “benim özgürlüğüm senin özgürlüğüne bağlı” ve “herkes özgür olana kadar ben de özgür değilim” cümleleri, güvenlik ile özgürlük arasındaki ontolojik ilişkiyi karşılıklılık mantığında yeniden inşa etmektedir. Dolayısıyla “ben” ve “öteki” arasındaki sınırlar, karşılıklı güvene ve özgürlük haklarına saygı ile kaldırılabilir ki böylece ötekileş(tir)melerin önüne geçilerek bütünleşme sağlanabilir.100
Diğer taraftan Ken Booth, eleştirel teorinin bizatihi “güç” kavramını incelemeden ya da onunla hesaplaşmadan bir teori kurmasının çok zor olduğunu belirterek, kendi teorisini de üç seviyede kurmuştur:101
Transandantal Teori: Booth geleneksel teorilerin aksine transandantal teori ile “insan sosyolojisi” kavramını tartışmaya başlar. Bununla insanın karmaşık kurumları kurma ve yönetebilme kabiliyetinin olduğunu, sınırlı olmadığını ve kendisi için potansiyel özgürlük alanlarının olduğunu kabul eder.
Pür Teori: Pür teori seviyesine geldiğimizde artık mevcut teorilerin sorunları ile beraber eleştirel teorinin ne yapması gerektiğini tartışır. Booth’a göre eleştirel teori, mevcut kurumlardaki sorunların ne olduğunu ortaya çıkarmalı ve bunları eleştirmeli.
Pratik Teori: Pratik teori seviyesinde ise Booth yeni bir kavramsallaştırmaya giderek “emancipatory realism”102 kavramını ortaya koyar. Booth’a göre realizm güç ile ilişkili insanlara ihtiyaç duyar. Bu zamana kadar birçok ütopyada var olan insan, güç ile ilişki kurulmadan tanımlandı. Bu anlamda Booth insanlığın dünyayı değiştirmek gibi bir kaygısı varsa, öncelikle gücün nasıl bir kavram olduğunu anlaması gerektiği tezini savunur.
Özgürleştirme kavramının tartışmalı yapısından dolayı bu kavramı derinlemesi ne analiz etmek için Ekolün diğer önemli isimlerinden Richard Wyn Jones On Emancipation: Necessity, Capacity and Concrete Utopias başlıklı makaleyi kaleme almıştır. Söz konusu makalede Özgürleştirmeyi hedefleyen güvenlik politikalarının büyük ölçüde Frankfurt Ekolünün eleştirel teorisi üzerine inşa edilmiş olması nedeniyle Jones’un, Aberystwyth Ekolü ve genel olarak eleştirel teori hakkında felsefi ve entelektüel bir farkındalık oluşturmayı hedeflediği görülmektedir.
Jones’a göre Frankfurt Ekolü, gerek insanlığın özgürleştirme potansiyelini gerekse bu hedefi gerçekleştirmeye yönelik sorunları ortaya koyması sebebiyle, eleştirel güvenlik düşüncesinin gelişiminde önemli bir analitik araç olarak ortaya çıkmaktadır. Bu bağlamda, her ne kadar kavrama yönelik eleştiriler, özgürleştirmenin hiçbir zaman gerçekleştirilemeyecek ütopik bir hedef olduğunu iddia etseler de, Frankfurt Ekolünün bıraktığı miras, eleştirel teorisyenin gerçek dünyadan uzakta kumdan kaleler inşa etmek yerine, sağlam bir şekilde
yere basarak analiz yapmasını sağlamaktadır.
Eleştirel güvenlik düşüncesi, her ne kadar farklı yaklaşımların İngiliz Ekolü, Gramşiyan, Barış Çalışmaları, Frankfurt Ekolü birlikteliğiyle ortaya çıkmış olsa da, Wyn Jones’un makalesi, eleştirel güvenlik düşüncesinin entelektüel gelişiminde Frankfurt Ekolünün ayrı bir yeri olduğunu gözler önüne sermektedir.
Aberystwyth Ekolüne Yöneltilen Eleştiriler
Son dönem güvenlik çalışmalarında oldukça önemli bir yere sahip olan Galler Ekolü’ne getirilen eleştiriler çoğunlukla özgürleştirme kavramına olmaktadır. Çünkü özgürleştirme kavramının belirsizliği ve eleştirilerin özünün farklı bağlamlarda değişmesi, özgürleştirme politikalarının ekole yöneltilen eleştirilerin merkezinde yer almasına neden olmaktadır. Bu eleştiriler karşısında, Booth, özgürleştirmeyi “eleştirel güvenlik çalışmalarının tartışmalı özü” olarak tarif etmektedir.103
Diğer taraftan özgürleştirme kavramına yöneltilen eleştiriler temel olarak, etnik farkındalığın arttığı bir dönemde, özgürleştirme politikalarının ayrılık taleplerini
meşrulaştırdığı ve bu sebeple kaos ve çatışma ortamının şiddetlenmesine zemin hazırladığı yönündedir. Bununla birlikte, özgürleştirmenin gerçek hayatın siyasi
gerçekliklerinden uzakta, teorik bir ideal olduğu da iddia edilmektedir. Ancak Bu eleştiriler karşısında, Joseph Ruane ve Jennifer Todd, özgürleştirme politikalarının, şu ana kadar “çözümün çözümsüzlükte arandığı” birçok etnik anlaşmazlığa çözüm sağlayabileceğini Kuzey İrlanda örneğinden yola çıkarak göstermektedirler. Ruane ve Todd, çatışma koşullarını “dönüştürmeyi” hedefleyen 1998 Belfast Anlaşması ile Kuzey İrlanda sorununda önemli bir ilerleme sağlandığını öne sürmektedirler. Kuzey İrlanda sorununun çözülememiş olmasını, sorunun şu ana kadar tarafların çıkarlarını ve kimliklerini değişmez kabul eden realist bir çerçevede ele alınmış olmasına başlayarak, özgürleştirici politikalar ışığında kimliklerin, hedeflerin ve beklentilerin dönüşümü sürecini başlatan Belfast Anlaşması’nın çatışmayı besleyen koşulları ortadan kaldırarak çözüm yolunda büyük bir ilerleme sağladığını iddia etmektedirler. Böylece, özgürleştirmenin gerçekleştirilemeyecek bir ideal olarak sadece teorik çerçevede anlamlı olmadığı, farklı tarihi ve sosyal bağlamlarda sorunların çözümüne yönelik farklı rotalar çizerek güvenliğin tesisinde önemli bir yere sahip olabileceği gösterilmektedir.104
6. CI BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR..,,
***
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder