Bush Doktrini etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Bush Doktrini etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

7 Ekim 2020 Çarşamba

11 EYLÜL ÖRTÜSÜNDE, ABD NİN ZORA DAYALI ORTADOĞU POLİTİKASINDA SÖYLEMSEL BİR DEĞİŞİM., BÖLÜM 4

 11 EYLÜL ÖRTÜSÜNDE, ABD NİN ZORA DAYALI ORTADOĞU POLİTİKASINDA SÖYLEMSEL BİR DEĞİŞİM.,  BÖLÜM 4


ABD Irak hükümetinin terör örgütleriyle işbirliği yaptığı, kitle imha silahlarının bulunmadığından emin olunması ve Saddam yönetiminin devrilerek yerine demokrasinin yerleştirilmesi gibi gerekçelerle müdahalesini başlatmıştır. Bunula birlikte, pek tabii ABD’den bazı yetkililer dâhil pek çok kişi petrol kaynaklarının kontrolünü de gerekçe olarak göstermiştir (Çakmak, vd. 2011: 355).Uluslararası toplumun operasyonun durdurulması yönündeki taleplerini dikkate almayan ABD ve İngiltere, Afganistan’da olduğu gibi Irak’ta da benzer şekilde özgürlük getirmekten çok uzak kalmışlardır (Arı, 2012: 469). Operasyon nedeniyle çok sayıda sivil hayatını kaybetmiş ve tüm dünyanın tepkisine neden olan ağır insan hakları ihlalleri yapılmıştır. Üstelik ABD’nin iddia ettiği gibi demokratik bir rejim de tahsis edilememiştir. Ayrıca bu savaş sonuçları itibari ile ABD için de sansasyonel olmuştur. Zira savaştan sonra kitle imha silahlarının izine rastlanamamış ve dahası kitle imha silahlarının varlığına dair istihbaratların yanlış olduğu ortaya çıkmıştır. Irak’ta kurulan ve sadece kararları onaylama yetkisi verilen geçici karma hükümete Irak bankalarının dış denetime açılması, kamu kurumlarının özelleştirilmesi ve neredeyse bütün ticari sınırlamaların kaldırılması gibi neoliberal düzenlemeler dayatılmıştır (Juhasz, 2004: 27-37). Bu nedenlerle ABD’nin politikalarının meşruiyeti hem ABD’li bazı yetkililer hem de dünyanın neredeyse tamamı nezdinde sorgulanmıştır (Okur, 2012: 255).

ABD iki başarısız operasyonuna ek olarak bölgeye angajmanını devam ettirmek için, henüz Irak Savaşı devam ederken 2004’te Büyük Ortadoğu Projesi ya da Genişletilmiş Ortadoğu Projesi fikrini ortaya atmıştır. ABD demokrasiyi yerleştirilmek ve ekonominin liberalizasyonunu gerçekleştirmek amacıyla siyasal olarak bölgeyi yeniden modellediğini iddia etmiştir (Lacoste, 2008: 83). ABD bu proje ile bölgeye yönelik pek çok hedef belirlemiştir: ABD’nin değerlerinin yurtdışında savunulması, bölge halklarının diktatör yönetimlerden ve kısıtlamalardan korunması, ekonomik kalkınmayı ve açık toplumu sağlayacak stratejilerin geliştirilmesi, İslami kaynakları referans gösteren teröre karşı bölge ülkeleriyle kapsamlı bir koalisyon oluşturulması, kitle imha silahlarının geliştirilmesi ve yaygınlaştırılmasının engellenmesi (Kongar, 2012: 60). Dolayısıyla bu açıdan bakıldığında söz konusu projenin bir uygarlık projesi ya da İslam dünyasını çağdaşlaştırma ve demokratikleştirme projesi olarak görülmektedir (Kongar, 2012: 61). Ancak bununla birlikte, reel politikte Afganistan ve Irak operasyonlarında olduğu gibi ciddi sapmaların olma ihtimali çok yüksektir. Ek olarak, ABD’nin bu projeyi uygulamasına yönelik olarak, sahip olduğu kötü imaj nedeniyle bölge halkı direnç göstermektedir. Zira Endonezya’dan Türkiye’ye kadar olan bölgede yapılan bir araştırmaya göre, bu ülkelerde yaşayan kişilerin üçte ikisi Amerika’nın kendilerine saldırmasından korkmaktadır (Kongar, 2012: 59). Fakat bölge halkının yaşadığı mağduriyet ya da sahip oldukları olumsuz tutum gibi etkenler, dış politika pratiklerini sadece çıkarları doğrultusunda tanzim ABD’nin bölgeye yönelik ilgisini azaltmaya yetmeyecektir.

SONUÇ

ABD kuruluşundan itibaren önce ulusal bütünlüğünü ve güvenliğini sağlayarak gücünü arttırmaya odaklanmıştır. Bunu gerçekleştirmeye çalışırken de hem kıta üzerinde hem de kolonyal güçlere karşı zora dayalı yöntemlere başvurmuştur. Gücünün artmasına paralel olarak dış politik tutumu da değişmeye başlamış ve şiddet kullanımı derinleşmiştir. ABD önceleri sadece kıtası üzerinde hâkimiyet sağlamaya çalışırken, 1898 İspanya Savaşı’yla dışarı açılmaya başlamıştır. Dolayısıyla ABD’nin zora dayalı dış politikası aslında bu tarihlerde başlamıştır, zira kolonileştirme faaliyeti köleleştirme, katliam ve asimilasyon gibi tamamı yapısal veya fiziksel şiddet içeren birtakım eylemler silsilesi ile uygulama bulmaktadır. Ancak bu süre zarfında ABD tüm dünyaya kendi çıkarlarını dayatacak güçte değildir ki zaten kuruluşundan itibaren benimsediği izolasyonist politika nedeniyle böyle bir önceliğe de sahip değildir.

ABD’nin bir dünya hegemonu olma yönündeki gücü ilk olarak I. Dünya Savaşı’nda kendini belli etmiştir. I. Dünya Savaşı’ndan sonra Avrupa’nın dünya üzerindeki etkisinin azalmaya başlaması, ABD’nin daha fazla izolasyonist politikasını sürdüremeyeceği izlenimini yaratmıştır. Nihayetinde II. Dünya Savaşı’nın yaşanması bu izlenimleri haklı çıkarmıştır. Bu savaş sonrasında ABD yine geleneksel politikasına dönmek istemişse de bu dönüş Soğuk Savaş nedeniyle mümkün olmamıştır. Bu dönemde ABD izolasyonist karakterinin aksine, tüm dünyayı komünizm tehdidinden koruyacak bir jandarma görevini üstlenmiştir. Bu bağlamda II. Dünya Savaşı sonrasında ABD dış politikasında bir dönüm noktası oluştuğu aşikârdır. Bu dönüşüm çıkarları gereğince sınırlı bölgelerde zora başvurmak yerine şiddetini istediği her bölgeye götürmek yönünde radikal bir duruşu içermektedir. Ancak bu tarihi izleyen dönemlerde buna benzer başka bir büyük kırılma daha yaşanmamıştır. Nitekim Soğuk Savaş bittikten sonra da ABD, Yeni Dünya Düzeni sloganıyla tüm dünyada etkili olmaya devam edeceğini, dolayısıyla hegemonyasını ilan etmişti. Bu ilandan sonraki dış politika çıktılarının şekli ve söylemi değişmekle birlikte temelde motivasyonunda bir değişiklik olmamıştır.

Bu bağlamda bir kırılmaya neden olduğu şeklinde geniş bir kanı oluşturan 11 Eylül saldırıları esasında ABD’nin dış politikasında ciddi bir değişiklik yaratmamıştır. Öncelikle 11 Eylül saldırıları, Soğuk Savaş’tan sonra ABD’nin ortadan kalkan ideolojik düşmanının yerine bir yenisini getirmiştir: Terör (Chomsky, 2003: 21). Bu görünmez düşman üzerinden geliştirdiği söylem ve sloganlarla ABD dünyanın herhangi bir yerinde yapacağı çıkarları için gerekli müdahalelerini meşrulaştırmaya çalışmıştır. Zira ABD’nin küresel bir meşruiyete sahip olmadan dünyaya hükmetmesi ve kendi iradesini kabul ettirmesi tepki çekecektir (Yılmaz, 2012: 418). Bu nedenle ABD 11 Eylül saldırılarının ardından, bu saldırıların asıl nedenini anlamak için ciddi bir öz eleştiri yapmaktan ziyade, sorunun kaynağını terör ve haydut devletler gibi söylemler ile izah etmeyi tercih etmiştir. Dolayısıyla 11 Eylül olaylarını hegemonyasını pekiştirmek için kullanmıştır. Bir anlamda 11 Eylül saldırılarının ABD’nin çıkarlarını Ortadoğu’ya tahkim etmesi açısından elini rahatlatan bir söylem haline gelmiştir.

Benzer şekilde, 11 Eylül sonrasında güvenlik algılamalarında merkezi bir kavram olarak ortaya çıkan demokratikleşme kavramı ve özgürleşmeye dair yapılan geleneksel atıflar da ABD’nin reelpolitiği için ideolojik bir araç görevinde olmuştur. Edward Said’in belirttiği gibi “demokrasi ve özgürlük gibi hayati kavramların rehin alındığı akıl almaz bir suçtur işlenen; bu kavramlar talanın, işgalin ve sömürünün maskesi haline gelmiştir” (Said, 2005:299). Bununla birlik, demokrasi ve özgürlük gibi kavramların araçsallaştırılması ABD’nin dış politikası açısından bir yenilik değildir. Demokrasinin teşviki Woodrow Wilson’un başkanlığından itibaren ABD’nin dış politika öncelikleri arasında her zaman yer almıştır. Sadece 11 Eylül sonrasında bu teşvikin yoğunluğu, ABD’nin çıkarları gereği, Ortadoğu coğrafyasında artmıştır.

Bu iddiaların gerçekliği özellikle Irak müdahalesinden sonra anlaşılmıştır. Bu müdahaleyi gerçekleştirirken ABD ne BM’nin gerçekleştirdiği denetleme eylemlerini ne de müdahaleye karşı olan uluslararası toplumun görüşlerini dikkate almayarak, tek taraflı bir tavırla hareket etmiştir. Savaştan sonra ise, ABD’nin tutumundan dolayı bu savaşın daha önceden Muhafazakâr elitlerce planlanmış olduğu ve teröre karşı bir müdahaleden ziyade stratejik bir hamle olduğu yönünde güçlü iddialar gündeme gelmiştir (Yılmaz, 2012: 418; Bozarslan, 2010: 328; Johnson, 2005: 248-252). Nitekim savaş öncesinde alındığı iddia edilen istihbaratların spekülasyon olduğunun ortaya çıkması bu iddiaları güçlendirmiştir.

Üstelik her iki müdahalede de demokrasinin konsolidasyonunun çok uzağında kalınmıştır. Örneğin Irak’ta kurulan geçici karma hükümete karar yapma ve değiştirme yetkisi verilmeyip sadece önceden yayımlanmış kararları onaylama yetkisi verilmiştir. Bu hükümetin getirdiği başlıca düzenlemeler is kamu kurumlarının özelleştirilmesi, yabancı şirketlerin Irak-Amerikan işletmelerinde mülkiyet haklarının tamamına sahip olması, Irak bankalarının dış denetime açılması, yabancı şirketlerin ulusal işlem görmesi, neredeyse bütün ticari sınırlamaların kaldırılması, bu düzenlemelerin ulaşım, medya, üretim, hizmetler, kamu hizmetleri, finans ve inşaat da dahil tüm ekonomiye uygulanmasıdır (Juhasz, 2004: 27-37). Geçici karma hükümetin Iraklı bir üyesi olan Ali Abdul-Amir Allawi, işsizliğe ve politik istikrarsızlığa neden olacak hızlı bir değişiklik olarak “serbest piyasa köktenciliğinin” zorla kabul ettirilmesini protesto etmiş fakat ABD’nin çıkarlarıyla uyumlu neo-liberal bir devlet aygıtı kurulmasına engel olamamıştır (New York Times, 14 October 2003).

Nihayetinde 11 Eylül Saldırıları bir kırılmayı temsil etmemektedir. Çünkü ABD’nin dış politika önceliklerinde, amaçlarında ve yöntemlerinde bir değişim yaratmamıştır. Temelde yine II. Dünya Savaşı’ndan sonra sinyallerini verdiği ve SSCB’nin dağılmasından sonra Yeni Dünya Düzeni adı altında ilan ettiği hegemonyasını tahkim etme motivasyonu ile hareket etmiştir. Kırılmanın aksine bu olay, “teröre karşı savaş” sloganı gibi meşrulaştırma amacı taşıyan söylemler için bir neden olmuş ve bu açıdan da sadece söylem bir değişim haline gelmiştir. Dolayısıyla 11 Eylül saldırıları, ABD’nin zora dayalı mevcut politikasını izlemesine zemin hazırlayan meşrulaştırma materyali olma noktasından öteye gidememiştir.


KAYNAKÇA


“9/11 Adress to the Nation”, American Rhetoric, 11 September 2001, http://www.americanrhetoric.com/speeches/gwbush911addresstothenation.htm (08.08.2017)

“Adress to Joint Session of Cougress Following 9/11 Attacks”, American Rhetoric, 20 September 2001,http://www.americanrhetoric.com/speeches/gwbush911jointsessionspeech.htm (08.02.2016)

“Bush Radio Adress Text”, CNN, 15 September 2001, http://edition.cnn.com/2001/US/09/15/bush.radio.transcript/ (08.08.2017)

“George Bush’s Speech To The UN General Assembly”, The Guardian, 12 September 2002, http://www.theguardian.com/world/2002/sep/12/iraq.usa3 (08.08.2017)

“Iraqi Official Urges Caution on Imposing Free Market”, New York Times, 14 October 2003, http://www.nytimes.com/2003/10/14/business/iraqi-official-urges-caution-on-imposing-free-market.html?mcubz=0 ( 20.08.2017)

“Preseden Bush Delivers Graduation Speech at West Point”, The White House, 1 June 2001, http://georgewbush-whitehouse.archives.gov/news/releases/2002/06/20020601-3.html (10.08.2017)

“President Bush Outlines İraqi Threat”, The White House, 7 October 2002, http://georgewbush-whitehouse.archives.gov/news/releases/2002/10/20021007-8.html (08.08.2017)

“Selected Speeches of President George W. Bush”, The White House, http://georgewbush-whitehouse.archives.gov/infocus/bushrecord/documents/Selected_Speeches_George_W_Bush.pdf (08.08.2017)

“Text of Bush’s Speech”, The Guardian, 21 September 2001,http://www.theguardian.com/world/2001/sep/21/september11.usa13 (08.08.2017)

“The 9/11 Commission Report”, 27 November 2002, http://www.9-11commission.gov/report/ (08.08.2017)

“The National Security Strategy”, The White House, 17 September 2002), http://georgewbush-whitehouse.archives.gov/nsc/nss/2002/ (08.08.2017)

“Vice President Speaks At VFW 103rd National Convention”, The White House, 26 August 2002,http://georgewbush-whitehouse.archives.gov/news/releases/2002/08/20020826.html (08.08.2017) 154

“Washington’s Farewell Adress”, US Printign Office, 2000,https://www.gpo.gov/fdsys/pkg/GPO-CDOC-106sdoc21/pdf/GPO-CDOC-106sdoc21.pdf (08.08.2017)

Ağır, B. S., (2007) “Bush Doktrini: Küresel Bir Hegemonik İstikrar Arayışı mı?”, Uluslararası İlişkiler, 3 (12).

Ahmed, E. (2001), Hayatımı İslam’ın İmajını Onarmaya Çalışmakla Geçirdim. Hepsi Boşuna Mıydı?, Sever, M. ve Kılıç E. (der.), Düşmanını Arayan Savaş, İstanbul Everest Yayınları.

Akçay, E. ve Akbal, Ö. (2013), ABD Güvenlik Politikasında Söylem ve Pratik, Yönetim Bilimleri Dergisi, 11 (22).

Allison, R. J. (2012), Amerikan Devrimi, Kocabaşoğlu, U. (çev), İstanbul: İletişim Yayınları.

Arı, T. (2009), Uluslararası İlişkiler ve Dış Politika, Bursa: Mkm Yayıncılık.

Arı, T. (2012), Geçmişten Günümüze Ortadoğu Siyaset, Savaş ve Diplomasi, Bursa: Mkm Yayınları.

Arı, T. ve Pirinçci, E. (2010), 11 Eylül’ün Gölgesinde Orta Asya’ya Yönelik Amerikan Politikası, Arı, T. (der.), Orta Asya ve Kafkasya, Bursa: Mkm Yayıncılık.

Ataman, M. ve Gökcen, E. (2012), Bush Dönemi Amerikan Dış Politikası: Bir Aşırı-Yayılmacılık Çağı, Akademik İncelemeler Dergisi, 7 (2).

Aydın, M. (2003), Amerika Dünyadan Ne İstiyor? ABD’nin Yeni Güvenlik Stratejisi ve Dış Politikası, Stradigma Aylık Strateji ve Analiz e-Dergisi, (4).

Bacık, G. (2007), Modern Uluslararası Sistem, İstanbul: Kaknüs Yayınları.

Benjamin, D. andKirby, A. (2006), TheEvolvingThreat Of Terrosism, Smith, J. andSanderson, T. (ed.), FiveYearsAfter 9/11 An Assessment Of America’sWar On Terror, Washington D.C.:TheCsisPress.

Bozarslan, H. (2010), Ortadoğu: Bir Şiddet Tarihi, Berktay, A. (çev), İstanbul: İletişim Yayınları.

Brzezinski, Z. (2005), Büyük Straç Tahtası, Türedi, Y. (çev), İstanbul: İnkılap Yayınları.

Byers, M. ve Nolte, G. (2007), ABD Hegemonyası ve Uluslararası Hukukun Temelleri, Denk, E. (çev. ed.), Ankara: Phoenix Yayınevi.

Chomsky, N. (2002), 11 Eylül ve Sonrası Dünya Nereye Gidiyor?, Doğan, T. vd. (çev), İstanbul: Aram Yayıncılık.

Chomsky, N. (2003), Amerikan Müdahaleciliği, Doğan, T. ve Zeren, B. (çev.), İstanbul: aram Yayıncılık.

Chossudovsky, M. (2005), America’s War On Terrorism, Canada: Global Press.

Cumhuriyet Gazetesi, 12 Eylül 2001.

Cural, A. (2011), Bush Doktrini ve Askeri Gücün Önalıcı ve Önleyici Savaş Kapsamında Kullanılması, Yayınlanmış Doktora Tezi, Ankara Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Ankara.

Çakmak, C.,v.d. (2011), Yakın Dönem Amerikan Dış Politikası Teori ve Pratik, İstanbul: Nobel Akademik Yayıncılık.

Çakmak, H. (2013), ABD’nin Askeri Müdahaleleri, İstanbul: Kaynak Yayınları.

Çelik, H. (2014), Oratadoğu’da ABD Politikaları ve Büyük Ortadoğu Projesi, Yayınlanmış Yüksek Lisans Tezi, Ufuk Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Ankara.

Çiftçi, K. (2009), Soğuk Savaş Sonrasında AB: “Rıza”ya Dayalı “Hegemonya”dan “İmparatorluk” Düzenine, ZKÜ Sosyal Bilimler Fakültesi Dergisi, 5 (10).

Davutoğlu, A. (2002), Felsefi ve Stratejik Boyutlarıyla 11 Eylül Sonrası Dönem, Kürkçügil, M. (der.), Sahibini Arayan Barış, İstanbul: Everset Yayınları.

Dedeoğlu, B. (2008), Değişen Dünyada Yeni Dengeler, İstanbul: İlgi Kültür Sanat Yayıncılık.

Dorel, G. (2007), Amerikan İmparatorluğu Atlası, Altuğ, A. (çev), İstanbul: NTV Yayınları.

Erhan, Ç. (1996), Ortaya Çıkışı ve Uygulanışıyla Marshall Palnı, Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Dergisi, 5 (1).

Ertan, F. (2003), Amerika’nın Dönüşümü, İstanbul: Kızılelma Yayıncılık.

Fisk, R. (2011), Büyük Medeniyet Savaşı Ortadoğu’nun Fethi, Uyurkulak, M., İstanbul: İthaki Kitap.

Fukuyama, F. (2011), Tarihin Sonu ve Son İnsan, Dicleli, A. (çev), İstanbul: Profil Yayıncılık.

Galeano, E. (2001), İyi’nin ve Kötü’nün Tiyatrosu, Sever, M. ve Kılıç, E. (çev), Düşmanını Arayan Savaş, İstanbul: Everest Yayınları.

George W. Bush, “AddressBefore United Nations General Assembly”, Departmentof State, 8 October1990,http://dosfan.lib.uic.edu/ERC/briefing/dispatch/1990/html/Dispatchv1no06.html (08.02.2016)

Gerger, H. (2005), Kan Tadı: Belgelerle ABD’nin Kara Tarihi, İstanbul: Yordam Yayınları.

GoldschmidtJr., A. and Davidson, L. (2010), A Concise History Of The Middle East, Boulder: Westview Press.

Gönlübol, M. (2000), Uluslararası Politika, Ankara: Siyasal Kitabevi.

Gülmez, N ve Tahanvı, B. (2014), Soğuk Savaş Dönemi Çekişmemelrinden Bir Örnek: U-2 Uçak Krizi, Çağdaş Türkiye Tarihi Araştırmaları Dergisi, 14 (28).

Hook, S.W. ve Spanier, J. (2014), Amerikan Dış Politikası, Zihnioğlu Tanırlı, Ö., (çev.) İstanbul: İnkılap Kitabevi.

Huntington, S. P. (1993), TheClash of Civilization, Foreign Affairs, 72 (3).

Irmak, F. ve Kahya, Y. (2014), Amerika Birleşik Devletleri’nde Terörizm ve Terör Korkusu: 11 Eylül Terör Saldırılarının Öncesine ve Sonrasına İlişkin Bir Analiz, Uluslararası Sosyal Araştırmalar Dergisi, 7 (33).

Johnson, C. (2005), Amerikan Emperyalizminin Sonbaharı, Kösebalaban, H. (çev), İstanbul: Küre Yayınları.

Juhasz, A. (2004), “Ambitions of Empire: The Bush Administration Economic Plan For Iraq (And Beyond)”, Left Turn Magazine, January 20.

Kalyon, L. (2010), Truman Doktrini Üzerine Bir Analiz, Güvenlik Stratejileri Dergisi, 6 (11).

Kandemir, E. (2011), ABD Başkanları G.W. Bush ve B. Obama Dönemlerinde Yayımlanan Ulusal Güvenlik Stratejilerinde İttifak Söylemleri ve S.Walt’un İttifak Teorisi, Savunma Bilimleri Dergisi, 10 (2).

Kantarcı, Ş. (2012), Soğuk Savaş Sonrası Uluslararası Sistem: Yeni Sürecin Adı “Koalisyonlar Dönemimi Mi?”, Güvenlik Startejileri, 8 (16).

Karaosmanoğlu, A. L. (1996), Nükleer Stratejinin İlk On Yılı, Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Dergisi, 5 (1).

Kenneth Weisbrode, “Üç Soğuk Savaşçı”, NATO Dergisi, 2006, http://www.nato.int/docu/review/2006/issue1/turkish/special.html (08.08.2017)

Kibaroğlu, M. (2004), NATO’nun Kuruluş Misyonu ve Türkiye’nin Rolü, 2023 Dergisi, Nisan.

Kissinger, H. (2006), Diplomasi, Kurt, İ. H. (çev), İstanbul: Türkiye İş Bankası Yayınları.

Kongar, E. (2012), ABD’nin Siyasal İslam’la Dansı, İstanbul: Remzi Kitabevi.

Kurt, S. (2014), Soğuk Savaş Sonrası ABD’nin Ortadoğu Politikası, Tarih Okulu Dergisi, 7 (8).

Kurtbağ, Ö. (2007), Eleştirel Uluslararası İlişkiler Yaklaşımları Çerçevesinde Amerikan Dış Politikası’nın Analizi, Yayınlanmış Doktora Tezi, Ankara Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Ankara.

Lacoste, Y. (2008), Büyük Oyunu Anlamak, Akça, İ. (çev), İstanbul: NTV Yayınları.

LahurKırtunç, A. (2005), Kim Bu Amerikalı, Bu Yeni Adam?,Doğu Batı, 8 (32).

Lewis, B. (1990), TheRoots of MuslimRange, TheAtlanticMonthly, 266 (3).

Nevins, A. ve Commager, H. S. (2011), ABD Tarihi, İnalcık, H. (çev), Ankara: Doğu Batı Yayınları.

Okur, M. A. (2012), Emperyalizm, Hegemonya, İmparatorluk, Ankara: Ötüken Neşriyat.

Owen, R. (2006), Power and Politics In The Making Of The Modern Middle East, New York: Routledge.

Özerkemen, N. (2004), Terör, Terörizm ve Radikal İslamcı Terör, Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakülte Dergisi, 44 (2).

Parla, T. (2002), 11 Eylül Yeni Birşey Mi? , Kürkçügil, M. (der.), Sahibini Arayan Barış, İstanbul: Everset Yayınları.

Polat, İ. (2006), 11 Eylül Terör Saldırıları ve Amerika Birleşik Devletlerinin Afganistan Müdahalesi, Yayınlanmış Yüksek Lisans Tezi, Süleyman Demirel Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Isparta.

Primakov, Y. (2010), Rusyasız Dünya, Esenkanova, A. (çev), İstanbul: Timaş Yayınları, 2010.

Robbins, J. (2011), The Cost Of Overreaction, Michael, B. and Godges, J. P. (ed.), The Long Shadow 9/11: America’s Response To Terrorism, Santa Monica: RAND Corporation.

Said, E. (2001), İslam ve Batı Yetersiz Bayraklardır, Sever, M. ve Kılıç E. (der.), Düşmanını Arayan Savaş, İstanbul: Everest Yayınları.

Said, E. (2005), Oslo’dan Irak’a ve Yol Haritası, Uyurkulak, M. (çev.), İstanbul: Agora Kitaplığı.

Sander, O. (2008), Siyasi Tarih 1918-1994, Akara: İmge Kitabevi.

Sander, O. (2009), Siyasi Tarih İlk Çağlardan 1918’e, Akara: İmge Kitabevi.

Selamoğlu, A. (2007), ABD’nin Büyük Ortadoğu Politikası ve Küresel Yansımaları, Yayınlanmış Yüksek Lisans Tezi, Atılım Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Ankara.

Sontag, S. (2001), Katiller Korkak Değildi (Amerika Şokta: Yorumların Sahte Tek Sesliği), Sever, M. ve Kılıç E. (der.), Düşmanını Arayan Savaş, İstanbul Everest Yayınları.

Stein, K. W. (2002), The Bush Doctrin: SelectiveEngagement in theMiddle East, Middle East Review of International Affairs, 6 (2).

Sümer, G. (2008), Amerikan Dış Politikası’nın Kökenleri ve Amerikan Dış Politik Kültürü, Uluslararası İlişkiler, 5 (19).

Şahin, M. (2008), ABD’nin “Müslüman” Savaşçıları, Akademik Ortadoğu, 3 (1).

Taşkın, T. (2010), 11 Eylül Saldırıları Sonrası ABD Dış Politikasında Ortadoğu ve ABD-Türkiye İlişkileri, Yayınlanmış Yüksek Lisans Tezi, Trakya Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Edirne.

Tellis, A. J. (2004), AssessingAmerica’sWar On Terror: ConfrontingInsurgency, CementingPrimacy, NBR Analysis, 15 (4).

Toman, M. ve Akman, H. (2014), Tarihi Süreç İçerisinde Amerikan İmparatorluğu, Tarih Okulu Dergisi, 7 (20).

Ülker Erkan, A. (2010), Amerika Birleşik Devletleri ve Sovyetler Birliği Arasındaki Soğuk Savaş Yıllarında Amerikan Dış Politikası, Sosyal Bilimler Dergisi, 8 (1).

Yıldızoğlu, E. (2003), Hegemonya’dan İmparatorluğa, İstanbul: Everest Yayınları.

Yılmaz, A. (2012), Küresel Dünyada Uluslararası İlişkiler, Ankara: Kadim Yayınları.

Yılmaz, S. (2012), ABD, Monroe Doktrini’ne Dönebilir Mi?,Teori Dergisi, Aralık.

ALINTI

https://www.researchgate.net/publication/320256257


***

11 EYLÜL ÖRTÜSÜNDE, ABD NİN ZORA DAYALI ORTADOĞU POLİTİKASINDA SÖYLEMSEL BİR DEĞİŞİM., BÖLÜM 3

 11 EYLÜL ÖRTÜSÜNDE, ABD NİN ZORA DAYALI ORTADOĞU POLİTİKASINDA SÖYLEMSEL BİR DEĞİŞİM.,  BÖLÜM 3


11 Eylül Örtüsünde, ABD Zora Dayalı Ortadoğu Politikası, Afganistan,Irak,Suriye,Örnek,Enerji,Petrol,Doğalgaz,Şeyda GÜDEK,ABD, 11 Eylül Saldırıları, Terör, Dış Politika,Bush Doktrini,


II. 11 EYLÜL SALDIRILARI SONRASI ABD’NİN ZORA DAYALI DIŞ POLİTİKASINI GEREKÇELENDİREN SÖYLEMLER VE ÇIKTILARI.

11 Eylül terör saldırılarının ABD’nin dış politikasında önemli değişikliklere neden olduğu sıklıkla dile getirilmiştir. Her şeyden önce ABD’nin güvenlik algısı değişmiş, başlıca tehdit unsuru ya da düşman olarak, uluslararası terör görülmeye başlanmıştır (Irmak ve Kahya, 2014: 322). Bununla birlikte, terör saldırılarının El Kaide ile bağlantılı Müslüman simgeler taşıyan Ortadoğu kökenli kişiler tarafından yapılması nedeniyle radikal İslam da tehdit kaynağı olarak görülmüştür (Şahin, 2008: 48; Özerkmen, 2004: 257). Bu nedenle ABD bundan sonraki süreçte dış politikalarını (ya da dış politikasını meşrulaştırmak adına kullandığı söylemleri) bu unsurları merkeze alarak üretmiştir.

ABD, uluslararası alanda hiç bir tartışmaya izin vermeyecek kadar açık olan bu olay sonrasında, saldırıya uğrayan ülke durumu gereğince, bir meşru müdafaa hakkı ve bazı ayrıcalıklar kazanmıştır (Dedeoğlu, 2008: 82). ABD saldırıların doğrudan kendisini hedef aldığını belirtmekle birlikte, bu saldırının uygarlık ve özgürlük merkezine yapılması bakımından da aslında, tüm uygar ve özgür toplumlara yapıldığı şeklinde bir genellemeye gitmiştir (Dedeoğlu, 2008: 82). ABD’nin bu tutumu saldırılar sonrasında George Bush’un ifadelerinden açıkça anlaşılabilmektedir. Zira saldırıların hemen sonrasında yaptığı konuşmada, Bush aslında bu saldırıların ABD’ye açılmış bir savaş olduğunu ifade etmiştir (American Rhetoric, 11 September 2001). 15 Eylül’de yaptığı konuşmada ise Bush, teröristlere karşı çok daha güçlü ve etkili bir zafer için halktan sabırlı, güçlü ve azimli olmasını istemiştir (CNN, 15 September 2001). Bu konuşmada, teröristlerin ABD’ye saldırarak kendi yıkımlarına neden olacağını belirtmiş ve ayrıca terörist ülkelere kucak açan ve onları destekleyen ülkelere karşı da bir dizi kararlı eylemlerin icra edileceğini ifade etmiştir (CNN, 15 September 2001). Yine başka bir konuşmasında, Bush bu saldırıların özgürlüğün en parlak işaret ışığı olan Amerikan halkını korkutmak için yapıldığını, ancak başarılı olamadığını belirtmiştir (The Guardian, 21September 2001). Ayrıca bu saldırıların içlerini öfkeyle doldurduğuna da dikkat çekmiştir (The Guardian, 21September 2001). 148

  Bu doğrultuda ABD, sınırlarının muğlaklığı nedeniyleözellikle Ortadoğu bölgesinin geleceğini ipotek altına alacak olan, küresel ölçekte “teröre karşı savaş” ilan etmiştir (American Rhetoric, 20 September 2001). Bu savaşın nasıl yürütüleceğine dair çerçeve, 27 Eylül 2001 tarihli Kongre konuşmasında Bush tarafından çizilmiştir. Aynı zamanda bu konuşma daha sonra Bush Doktrini olarak anılacak stratejinin temel hatlarına dair ipuçları vermiştir. Bu konuşmada Bush teröre karşı izlenecek savaşın yol haritasını şöyle ifade etmiştir:

    “Emrimizdeki tüm kaynakları, her türlü istihbarat aracını, her türlü hukuki yaptırımı, her türlü mali etkiyi ve gerekli her türlü silahı, küresel terör şebekesini yok etmek ve ele geçirmek için kullanacağız. Teröristlerin mali kaynaklarını kurutacağız, onları birbirlerine düşüreceğiz, sığınacak ve dinlenecek bir yer kalmayıncaya kadar onları bir yerden başka bir yere takip edeceğiz. Terörizme yardım eden ve onu barındıran devletleri takip edeceğiz. Dünya üzerindeki tüm devletler şimdi bir karar vermek zorunda: Ya bizimlesiniz ya da teröristlerle. Bugünden itibaren, terörizme yataklık eden veya destek sağlamaya devam eden her devlet Birleşik Devletler tarafından düşman bir rejim olarak görülecektir. Milletimiz uyarılmalı. Saldırılardan muaf değiliz. Fakat Amerikalıları korumak için terörizme karşı savunma önlemleri alacağız”(Stein, 2002: 59).

Bundan sonra da Bush sürekli olarak terör ve terör kaynakları ile ilgili konuşmalar yaparak, özellikle savunma ve güvenlik konusunda yapacağı değişimleri meşrulaştırmaya çalışmıştır. Bu yaklaşım hem iç hem de dış politikada etkili olmuştur. Nitekim bu konuşmadan önceki gün terörle mücadelede artan izleme ve baskı yetkisi veren “Patriot Act” yasası yürürlüğe girmiştir. Bu konuşmalarla diğer taraftan da, hem ABD halkını hem dünyayı binlerce sivilin hayatını kaybedeceği Afganistan operasyonuna hazırlamaktadır. ABD artık, “teröre karşı savaş” sloganı ile kendi çıkarlarıyla çatışan odaklara yönelmeye, operasyonların çapını genişletmeye ve maruz kaldığı trajediyi stratejik ve ekonomik kazanımlara çevirmeye başlamıştır (Cural, 2011: 143).

Bu söylemlerden sonra uygulamadaki ilk somut adım, 7 Ekim 2001’de aceleyle başlayan Sürekli Özgürlük Harekâtı olmuştur. ABD El Kaide’nin Afganistan’da konuşlandığını düşündüğünden, ilk hedef doğal olarak burası olmuştur (Benjamin and Kirby, 2006: 1) . ABD Taliban lideri Molla Ömer’in, El Kaideli Usame bin Ladin ve diğer üyeleri teslim etmesini istemiş ve bunun gerçekleşmemesi üzerine, Taliban hükümetini El Kaide’yi desteklemekle suçlamıştır (The 9/11 Commission Report, 27 November 2002: 66-67). Fakat esasında ABD’nin bu konuda net bir kanıtı bulunmamaktadır ve hatta bugün bile bu konuya ilişkin bir konsensüs sağlanmış değildir (Chomsky, 2002: 96).

Bununla birlikte, hem NATO hem de BM bu harekâtın yanında ABD’yi desteklemiştir. 

Öyle ki, ABD öncülüğündeki operasyona NATO üyesi 40 ülke iştirak etmiştir.

7 Ekim günü hava saldırılarının başlamasından sonra, ABD ve İngiltere 51. madde gereğince bireysel ve ortak meşru müdafaa hakkını kullandıklarını belirttikleri bir mektupla BM’ye başvurmalarına rağmen, BM’nin bu harekâtı desteklemesi ilginçtir (Çamak, 2013:530). Ayrıca operasyondan önce ABD, Rusya’nın da aralarında bulunduğu pek çok ülke ile temasa geçerek onaylarını almıştır. Dolayısıyla uluslararası kamuoyunda harekâtın meşruiyeti büyük oranda sağlanmış gibi görünmektedir. Meşruiyetin sağlanması önemlidir, zira geleneksel yöntemlerle sürdürülemeyecek olan bu savaşın başarısı diğer devletlerle geliştirilen istihbarat paylaşımı ve diplomatik ilişkilere de bağlıdır (Hook ve Sapanier, 2014: 281-282).

7 Ekim’de başlayan operasyonun öncelikli hedefi El Kaide lideri Ladin’i ele geçirmek ve terör örgütünü etkisiz hale getirmektir. 

Dolayısıyla ABD daha önce Sovyetler’in işgalinde CIA aracılığıyla eğitip desteklediği ve komünizme karşı “özgürlük savaşçıları” olarak gördüğü El Kaide üyelerini, şimdi terörist olarak aramaktadır (Galeano, 2001:174). Ayrıca ABD bu operasyon ile demokrasiyi tesis edeceğini de belirtmiştir. 

Ancak resmi olarak 31 Aralık 2014’te nihayet biten savaş uygulamada söylendiği gibi olmamıştır. İşgalci güçler “meşru müdafaa” haklarını, vakum bombası ve halı bombardımanı gibi orantılılık ilkesine dayanmayan hukuk dışı yöntemler ile aramışlardır (Polat, 2006: 105). Çok sayıda sivilin hayatını kaybettiği bu operasyonda aynı zamanda işkence ve tecavüz gibi çok sayıda başka insan hakları ihlalleri de yapılmıştır (Ertan, 2003: 367).Üstelik bütün bunlara rağmen 

El Kaide lideri Ladin’i ele geçirmek uzun bir süre sonra, 2011 yılında mümkün olabilmiştir.

Bu operasyonun seyrindeki ve sonuçlarındaki tüm olumsuzluklara rağmen, Bush’un benzer yöndeki ifadeleri gittikçe sertleşerek devam etmiştir. 

Bu anlamda Bush’un 1 Haziran 2002’de West Point (Kara Harp Okulu) mezuniyet töreninde yaptığı konuşma önemli olmaktadır. Bu konuşmada kısa süre sonra açıklanacak olan Ulusal Güvenlik Stratejisinin ipuçlarını vermiştir. Konuşması boyunca sık sık 11 Eylül olaylarına ve terörizmin tehlikesine değinen 

Bush, Soğuk Savaş döneminde uygulanan çevreleme ve caydırıcılık gibi stratejilerin hala bazı durumlarda uygulanabilir olduğunu, fakat yeni tehditlere (yani teröre karşı) yetersiz kaldığını ifade etmiştir. Bush’a göre muhtemel düşmanların kullanacakları silahların yaratacağı yıkımın büyük olması nedeniyle somut bir saldırı beklemek yerine, savaşları o devletlere götürmek gerekmektedir. Dolayısıyla hâlihazırda bir saldırı yokken potansiyel tehditlere karşı önleyici olarak reaksiyon geliştirilmelidir. Bunu yaparken de gerekirse tek taraflı olabileceğinin sinyallerini vermiştir. (The White House, 1 June 2002)

Nihayetinde Bush’un bu politik söylemlerini somutlaştıran ve Bush Doktrini’ni teşkil eden belge ABD’nin 2002 Güvenlik Strateji Belgesi olarak vücut bulmuştur. 

Söz konusu belge dokuz ana başlık ve bir giriş belgesinden oluşmaktadır. Belge’nin içeriği ve ana hatları Bush’un imzasını taşıyan giriş bölümünde yer almaktadır. Bu bölümde Bush daha çok ABD’nin üstünlüğüne, üstü kapalı bir biçimde “öteki” olarak tanımlanmış İslam ülkelerinin özgürleştirilmesine, diğer devletlerle işbirliği ve ittifakların geliştirilmesine dikkat çekmiştir (The White House, 17 September 2002).

Bush Doktrini temelde Amerika’nın üstünlüğünün yararları ve ülkenin algılanan tehditlere karşı ön alıcı savaş açma hakkı olmak üzere iki ayak üzerine 

kurulmuştur. İlk olarak Amerika’nın üstünlüğünden, Soğuk Savaş’tan zaferle çıkan ABD modeli kastedilmektedir. Buna göre ABD özgürlük, demokrasi ve serbest girişimle temellenen modelini dolayısıyla da hegemon konumunu sürdüreceğini ifade etmektedir (Hook ve Spanier, 2014: 288). ABD bu amacı insan özgürlüğünü koruyan bir güç dengesi ile biçimlendirerek, evrensel çıkarlara hizmet etmek için gerçekleştireceğini belirtmiştir (Hook ve Spanier, 2014: 288). Doktrinin ikinci ayağı olan önleyici savaş, yakın zamanda ABD’ye zarar vermeye potansiyel ya da kararlı düşmanlara karşı önceden vurma çağrısını içermektedir (Aydın, 2003: 5). Burada da büyük oranda tek taraflılık dikkat çekmektedir (Kandemir, 2011: 137).

Bush yönetimi uluslararası sistemdeki diğer aktörlerin varlıklarını ve tercihlerini dikkate alan bir hegemonyada ziyade ABD’nin kendi çıkarları etrafında şekillenen ve tek taraflılığı ön plana çıkaran küresel tek merkezli hegemonik istikrar arayışında olmuştur (Ağır, 2007: 72). Bu arayışın temel amacı ise, ABD hegemonyasına rakip olabilecek potansiyel aktörleri mutlak bir denetim altına almak ve uluslararası sistemi ve gündemi kendi önceliklerine ve tercihlerine göre şekillendirmektir. Dolayısıyla ABD’nin önceliği ya da temel problematiği terörizm ve onun neden olduğu sorunlar olmamış, terörle mücadeleyi amacına ulaşmak için araçsallaştırmıştır.

Bush Doktrini’ne göre, ABD’nin başlıca amacı karşı karşıya olduğu en ciddi güvenlik tehdidi olan terörle mücadele ederek hem kendinin hem de müttefiklerinin güvenliğini sağlamaktır (Kandemir, 2011: 134). Bu nedenle teröre karşı savaş ilan etmiş ve aynı zamanda terörü destekleyen ülkeleri de bu kategori içine almıştır. Ayrıca ABD diktatör yönetimlerle de mücadele ederek, dünyanın her yerinde özgür ve açık toplumları yaygınlaştıracaktır, çünkü terörün başlıca kaynağı olarak buradaki otoriter rejimler görülmektedir (Dedeoğlu, 2008: 86-87). ABD’nin Ulusal Güvenlik Belgesi’nin ilk cümlesi, özgürlük ve totalitarizm arasındaki 20. yüzyılın büyük mücadelesinin, özgürlük güçlerinin kesin zaferi ile sona erdiğini ve ulusal barış için tek bir modelin kaldığını ve bu modelin de özgürlük, demokrasi ve serbest girişim kavramları etrafında oluştuğunu belirtmektedir (The White House, 17 September 2002). Dolayısıyla Bush Doktrini “tarihin sonu”nun geldiğini belirterek Batı tarzı demokrasilerin yer kürenin geneline yayılmasını bir görev olarak telakki etmektedir. Devletlerin demokratikleşirken ABD değerlerini paylaşacakları ve bunun neticesinde de dış politika ve güvenlik konularında ABD ile işbirliği yapmaya yaklaşacakları düşünülmektedir. Demokratik barış teorisi olarak adlandırılan bu paradigmaya göre iç politik faktöler barışın tesisindeki temel belirleyicilerdir ve bu nedenle uluslararası alanda liberal demokrasiler yaygınlaştırılmalıdır.

Fakat demokratik barış teorisinin uygulama bulacağı yer olarak daha çok Ortadoğu’nun öne çıktığı görülmektedir. 

Aslında Ortadoğu devletlerinin demokratikleştirilmesi söylemi ABD dış politikası için yeni bir kavram değildir, yeni olan bu amaca ulaşmak için kendisine iç işlerine müdahale etme serbestisi tanımış olmasıdır (Primakov, 2010: 37-38). 

Bush’a göre Ortadoğu bölgesinde demokratik rejimlerin olmayışı birtakım sosyal, siyasal ve ekonomik sorunlara neden olmaktadır. Mevcut rejimler halkların özgürlük taleplerini ve küreselleşmenin gereklerini yerine getirememektedir. Bu kötü ekonomik, siyasal ve sosyal koşullar da aşırılığa ve ABD düşmanlığına neden olmaktadır. Bu nedenle Bush yönetimi saldırgan bir tarzda uygulanacak olan demokratik barış teorisinin terörizme koruma ve destek sağlayan devletlerin oluşmasını önleyeceğini düşünmüştür. Zira demokratik rejimlerin kurulması istikrarlı bir düzenin oluşmasına yardımcı olacaktır.

Bush ayrıca terörle mücadele ederken, diğer büyük güçlerle (Rusya Federasyonu ve Çin Halk Cumhuriyeti) ilişkiler kurmayı, ittifakları güçlendirmeyi ve bölgesel çatışmalara son vermek için diğer ülkelerle (Hindistan, Pakistan ve Japonya gibi bölgesel çatışmaların uzlaştırılmasında önemli devletler) işbirliği yapmayı da amaçlamıştır (Dedeoğlu, 2008: 85; Cural, 2011: 146). Bu sayede, terörün başka bölgelerde de ortaya çıkması önlenerek daha etkili bir savunma sağlanacaktır (Tellis, 2004: 16). Bununla birlikte, ABD düşmanlarının kendisini kitle imha silahlarıyla tehdit etmesini engellemek için radikal grupların bölgeyi kullanmasının önüne geçmek istemektedir (Arı ve Pirinçci, 2010: 300). Bu nedenle bu silahların yayılmasının önüne geçilmelidir. ABD bu amaçlarına ulaşmak için askeri güç kullanabileceğinin de sinyallerini vermiştir.

Ulusal Güvenlik Stratejisi’nde dikkat çeken bir diğer husus, Bush’un “ya bizimlesiniz ya da bizim karşımızda” diyerek dünyayı bir ayrıma tabi tutmasıdır (Chomsky, 2002: 18). Bu durumda dünya, ya ABD’ye katılması ya da kesin bir ölüm ve yıkım olasılığıyla yüzleşmek arasında tercih yapmak zorunda olacakları, katı bir seçime itilmiştir (Chomsky, 2002: 18). Bu baskı devam ederken Bush “haydut devlet” olarak nitelendirdikleri bazı devletleri bu seçimde bir taraf olarak ilan etmiştir bile (Çelik, 2014: 34). Bush, kitle imha silahlarına sahip oldukları ve teröre destek verdikleri gerekçesiyle Irak, Kuzey Kore ve İran’ı “şer ekseni” olarak anmıştır (Robbins, 2011: 15). Dolayısıyla önleyici savaş eylemi daha çok bu devletler ile terörist grupları hedefine oturtmaktadır (Chossudovsky, 2005: 267-268).

Diğer taraftan bu belgenin yayınlanmasıyla birlik, Afganistan işgalinden sonra gündeme gelmeye başlayan Irak’ın kitle imha silahları programına dair iddialar sıklaşmaya başlamıştır. Aslında 2002 Ağustos’undan itibaren art arda gelen beyanlarla hem kamuoyu hazırlanmaya çalışılmış, hem de BM’den işgali meşrulaştıracak bir karar çıkartması için çalışmalar yürütülmeye başlanmıştır (Okur, 2012: 249).

Başkan Yardımcısı Cheney 26 Ağustos 2002’de yaptığı bir konuşmasında Irak yönetiminin kimyasal ve biyolojik silahlar alanındaki çalışmalarını geliştirmekte olduğunu belirtmiştir. Saddam Hüsseyin’in nükleer silah elde etmeyi hedefleyen girişimlerinden haberdar olduklarını söylemiştir. Ayrıca ona göre bu silahların elde edilmesi için sadece biraz daha zamana ihtiyaç vardır (The White House, 26 August 2002).

Bush, 12 Eylül 2002’de Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nda Irak’ın terörizme ve terörist gruplara destek olduğunu ve bunun tüm dünyayı tehdit ettiğini belirtmiştir. Bununla birlikte, Bush kitle imha silahları konusuna değinmiş ve Irak’ın bu konuda çalışmalar yapmak için gerekli malzemeleri elde etmeye çalıştığını söylemiştir. Ayrıca bu girişimlerinin kayıtları ve nükleer materyallerinin dökümü gibi konuyla ilgili önemli belgelerin ellerinde olduğunu da eklemiştir (The Guardian, 12 September 2002).

Yönetimin bu yöndeki konuşmaları Irak müdahalesi başlayana kadar devam etmiştir 

(The White House, 7 October 2002; The White House, Selected Speeches...). 

    Bu arada BM nezdinde yürütülen çabalar sonucunda 8 Kasım 2002’de alınan 1441 Sayılı kararla Irak’ta kitle imha silahlarının denetimi ve imha edilmesi ön görülmüştür (Arı, 2012: 468). Bu karara bağlı olarak 7 Aralık’ta Irak, 27 Ocak’ta ise Uluslararası Atom Enerjisi Başkanı ve BM Özel Komisyonu silah denetçileri BM’ye konuyla ilgili bir rapor sunmuşsa da bu ABD’yi tatmin etmeye yetmemiştir. 

Üstelik özellikle BM tarafından hazırlanan raporda, Irak’ta kitle imha silahlarının varlığına işaret eden herhangi bir bulguya rastlanmadığını ve dolayısıyla ABD’nin olası bir müdahalesini haklı çıkaracak bir kanıtın bulunmadığı belirtilmiştir. Bu rapordan dolayı Güvenlik Konseyi üyeleri de ABD’nin müdahalesine karşı bir tutum benimsemişlerdir (Arı, 2012: 468). Diğer taraftan Irak’ta Yaptırımlara Karşı Kampanya adlı sivil toplum örgütünün web sitesinde yayınlanan ve BBC tarafından doğrulanan BM raporuna göre olası bir müdahalenin bilançosu çok ağır olacaktır (Yıldızoğlu, 2003: 203). 

Bu Rapora göre, Dünya Sağlık Örgütü’nün hesaplamalarına dayanarak, savaş Irak’ta 100 bini ölü ya da ağır yaralı en az 400 bin zayiat yaratacaktır (Yıldızoğlu, 2003: 203). Üstelik Afganistan örneğinden anlaşıldığı üzere, böyle bir savaştan sonra Irak’ta demokratik bir yönetimin kurulmasına imkân yoktur (Yıldızoğlu, 2003: 204). Fakat tüm muhalefete rağmen ABD Irak’ı Özgürleştirme Operasyonu adı altındaki müdahalesine 20 Mart 2003’te başlayarak tek taraflı hareket etmiştir (Chomsky, 2003: 13).

4. CÜ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR..,,

***


11 EYLÜL ÖRTÜSÜNDE, ABD NİN ZORA DAYALI ORTADOĞU POLİTİKASINDA SÖYLEMSEL BİR DEĞİŞİM., BÖLÜM 2

 11 EYLÜL ÖRTÜSÜNDE, ABD NİN ZORA DAYALI ORTADOĞU POLİTİKASINDA SÖYLEMSEL BİR DEĞİŞİM.,  BÖLÜM 2



I. ABD DIŞ POLİTİKA GELENEĞİNİN OLUŞUMU VE ÇERÇEVESİ

I. I. Kuruluşundan II. Dünya Savaşı’na Kadar ABD Dış Politika Yaklaşımı

4 Temmuz 1776 tarihinde İngiltere’ye karşı yayınladığı Bağımsızlık Bildirgesi’yle bağımsızlığını kazanan ABD, devletleşen tüm diğer koloniler gibi oldukça zayıf bir şekilde uluslararası sahneye çıkmıştır (Allison, 2012). 

Fakat bununla birlikte, ABD’yi diğer tüm devletlerden ayıran şahsına münhasır özellikleri de vardır. Öncelikle ABD’nin siyasal bir felsefeyle kurulmuş olması, onu herhangi bir değer içermeyen dış politikadan farklı kılmıştır (Sümer, 2008: 122). Bununla birlikte din ABD’nin siyasal kültüründe çok önemli bir faktördür, zira ABD halkı kendilerinin Tanrı tarafından seçilmiş özel bir halk olduğun inanmaktadır (Sümer, 2008: 122-123). ABD’nin eşsiz olduğu inancı dış politikasına da yansımıştır. Nitekim bu yaklaşım, ABD’nin ilk başkanı George Washington’ın 1796 tarihli veda konuşmasında öne çıkmaktadır. Bu konuşmada, Washinton diğer ülkelerle ekonomik ilişkilerini mümkün olduğunca geliştirilmesi gerektiğini, fakat diğer taraftan, siyasi ilişkilerin asgari seviyede tutulması gerektiğinin altını çizmiştir (US Printing Office, 2000). Ona göre Avrupalı ülkelerin siyaseti ABD’ye yabancıdır ve bu nedenle Avrupalı devletlerle kalıcı ittifaklara girilmemelidir (US Printing Office, 2000). ABD bu nedenlerle ve kıtasal avantajı sayesinde uzunca bir süre izolasyonist kabuğuna çekilerek, önceliğini ulusal bütünleşmesine vermiştir. Ayrıca ABD’nin tüm dünyaya özgürlüğü yayması için Tanrı tarafından seçildiği inancı, ABD’nin kıta üzerindeki yayılmacılığını doğal görmektedir (Lahur Kırtunç, 2005:101).

Bu minvalde ABD, kuruluşundan itibaren uzunca bir süre bağımsızlığını tam olarak sağlayabilmek için kıta üzerindeki Avrupalı kolonyal güçlerin varlığına son vermek istemiştir. ABD, savaş veya toprak satın alma yoluyla kıta üzerindeki İngiltere, Fransa ve İspanya gibi dönemin kolonici güçleriyle karşı karşıya gelmiştir (Gerger, 2012: 28-30). Bununla birlikte ABD mücadeleyi sadece yabancı güçlere karşı değil, aynı zamanda egemenliğini tahkim etmek adına kıtanın yerlileri olan Kızılderililere karşı da vermiştir (Gerger, 2012: 31-32). Her ne kadar kıtasal sınırlar içerisinde gerçeklemiş de olsa ABD’nin dış politikasındaki güç kullanımı ilk sinyallerini burada vermeye başlamıştır. Bu güç kullanımı hem kıtanın yerli ve yerleşimcilerine hem de kolonyal güçlere karşı gerçekleştirilmiştir.

1800’lü yıllarda ABD, ulusal bütünlüğünü ve bağımsızlığı sağlama saikiyle hareket ederken, kıtasal anlamda savunmacı bir dış politika benimsemiştir. 1823 tarihinde Kongrede Başkan James Monreo tarafından deklare edilen Monroe Donktrini bu yaklaşımın kurumsal temelini oluşturmuştur. Bu doktrin ile bir anlamda, ABD kıta üzerinde hâkimiyetini ilan etmiştir. Nitekim doktrine göre, ABD Amerika kıtası üzerine yönelik Avrupalı güçlerin kolonyal girişimlerinin karşısında durmaktadır (Yılmaz, 2012: 1). Doktrinde ABD, Avrupa siyasetine karışmayacağını ifade ederek, buna karşılık Avrupalı devletlerin de Amerika siyasetine müdahil olmamalarını istemiş aksi takdirde, askeri müdahaleyi hak olarak görmüştür (Yılmaz, 2012: 1).

Monreo Doktrini, esasında ABD’ye izolasyonizmi ve emperyalizmi (dolayısıyla şiddeti) benimseyen bir dış politika yaklaşımı edindirmiştir. Zira bu doktrinin amacı, Amerika kıtasında, ABD için güvenlik koridoru oluşturan ve ticaretin gelişmesine imkân veren bir çeşit “kapalı deniz” oluşturmaktır. Zaten bu amacına 1867’de Rusya’dan Alaska’yı alarak ulaşan ABD, bundan sonra önemli oranda ekonomik gelişme kaydederek, 1896 yılına geldiğinde dünyanın en büyük ekonomik gücü olmuş ve ticaret dengesi fazla vermeye başlamıştır (Ataman ve Gökcan, 2012: 205). Ekonomideki bu gelişme ve kıtasal hakimiyetin sağladığı motivasyon ile, ABD bir kez daha yeni pazarların arayışına girmiştir. Ancak bu sefer kıtasının dışına adım atacaktır.

Bu bağlamda, 1898’de İspanya ile yaşanan savaş ABD için bir milat noktasına işaret etmektedir. Çünkü bu savaş koloniciliğe karşı kurulan ABD’nin, paradoksal bir biçimde, ilk kolonyal girişimi olmuştur (Gerger, 2012: 95). Dört ay süren savaş sonrasında ABD, açık askeri üstünlüğü sayesinde, Küba, Porto Riko, Guam ve Filipinleri ele geçirmiştir (Gerger, 2012: 98-100). Bu savaştan sonra ABD bu eğilimde devam ederek, yüzünü Pasifik’e dönmüştür. Buradaki genişlemeden sonra, Çin’e yönelik olarak uygulanan Açık Kapı politikası ile izolasyonist yaklaşımdan uzaklaşılmaya devam edilmiştir. ABD’nin, Çin’de diğer büyük güçlerle eşit imkânlarda ticaret yapabilme hakkına sahip olması anlamına gelen bu politika, ABD’nin Çin’in ekonomik kaynaklarını mümkün olan en az maliyetle elde etmesini sağlamıştır (Akçay ve Akbal, 2013: 11). Bu sürecin devamında 1914’te başlayan I. Dünya Savaşı ise izolasyonist gelenekten tam anlamıyla bir sapmaya neden olmuştur. Fakat belirtmek gerekir ki, Çin ve İspanya örneklerinde olduğu gibi, ABD izolasyonizmi, çıkarları gerektiğinde sınırlı biçimde müdahale etmeye, tehdit etmeye ve askeri güç kullanımına izin verecek ölçüde esnek tutulmuştur.

1914 yılında I. Dünya Savaşı başladığında, aslında ABD tercihini izolasyonist çizgiden tamamen ayrılmamak yönünde yapmıştır. Ancak Almanya’nın Fransa ve İngiltere’ye karşı açtığı denizaltı savaşının ABD’nin uluslararası ticaretini tehdit etmesi, Meksika’yı ABD aleyhinde savaşa girmeye teşvik etmesi ve bunun Amerikan basınında yer alması, Alman denizaltılarının Amerikan gemilerine saldırması ABD’nin bu duruşunu değiştirmiştir (Sander, 2009: 385-386). Bunun sonucunda da Amerikan Kongresi 6 Nisan 1917’de Almanya’ya savaş ilan etmiştir. ABD savaştan güçlü bir konumda çıktıktan sonra, BaşkanWoodrow Wilson, savaş sonrası düzene ilişik bağlaşıklarından farklı görüşlerini 14 ilke altında toplayarak ortaya koymuştur. Bu ilkeler savaş sonrasında toplanan barış konferansını etkilemiş ve iki savaş arası dönemde Avrupa’nın kolonici devletlerini zor durumda bırakan birtakım sonuçlar doğurmuştur. Fakat bu gelişmelere rağmen ABD’nin MonreoDoktrini’ne dönmesi uzun zaman almamıştır (Nevins ve Commager, 2011: 474-475). Bununla birlikte, savaş kısa süreli sonuçları itibariyle ABD’nin daha uzun süre izoloasyonist politika sürdüremeyeceğini ortaya koymuştur (Sander, 2009: 399).

Dolayısıyla ABD kuruluşundan itibaren II. Dünya Savaşı’na kadar olan süreçte, zaman zaman kopuşlar yaşamakla birlikte, genel anlamda izolasyonist bir dış politika yaklaşımı benimsemiştir. Ancak I. Dünya Savaşı’nın sinyallerini verdiği gibi, bu politikayı sürdürmek 20. yüzyılın sonlarında zorlaşmaya başlamıştır. Öyle ki, II. Dünya Savaşı’na taraf olduğu 1941 yılından sonra da izolasyonist politikaları ikinci plana atarak, küresel bir hegemon olmaya başlamıştır (Dorel, 2007: 19-20). Bundan sonraki süreçte, izolasyonist politikaların aksine, ABD dünyanın tüm alanlarına gittikçe daha fazla müdahil olan ve bunu yaparken de sık sık uluslararası hukuku göz ardı eden bir hegemon haline gelecektir (Byers ve Nolte, 2007: 221-226). Kuruluşundan itibaren dış politikasında farklı ölçülerde ve şekillerde etkili olan zora dayalı yöntemler bu tarihten sonra daha açık bir hal almaya başlamıştır.

II. II. Dünya Savaşı Sonrasında ABD Dış Politikasında Değişim: İzolasyonist Kabuktan Çıkış

BD II. Dünya Savaşı’ndan dünyanın en güçlü devleti ve nükleer silaha sahip tek gücü olarak çıkmıştır. Buna rağmen ABD savaştan hemen sonra yeniden geleneksel izolasyonist dış politikasına dönmek istemiştir (Gönlübol, 2000: 66). Fakat II. Dünya Savaşı’ndan sonra, dünya en az yirmi yıl kesin çizgileriyle ABD ve Sovyetler Birliği’nin çevresinde iki kutuplu bir nitelik kazanmıştır (Sander, 2008: 201). Soğuk Savaş olarak adlandırılan bu dönemde, ABD kaçınılmaz olarak bu sisteme göre şekillenen yeni bir dış politika yaklaşımı benimsemiştir. Bunun neticesinde de ABD, küresel hegemon olduğunu ilan ederek, dış politikası açısından yeni bir döneme giriş yapmıştır (Ataman ve Gökcan, 2012: 206).

Soğuk Savaş döneminin başında ABD 1949’da NATO’nun kurulmasına önderlik ederek izolasyonist politikasını terk etmiş ve bu dönem boyunca, Sovyet karşıtlığını merkeze alan bir dış politika geliştirmiştir (Gönlübol, 2000: 66). 

Bu politika, 1947 yılında Amerikalı diplomat George F. Kennan’ın kavramsallaştırdığı “Çevreleme Politikası” ile temellendirilmiştir (Weisbrode, 2006). 

Bu politikanın amacı Sovyetler Birliği’nin belirli sınırlar içine hapsederek yayılmasını engellemektir (Weisbrode, 2006). Bununla birlikte ABD’nin geliştirdiği yeni bir yaklaşım da “Caydırma Politikası”dır. Bu politika ile de ABD’nin hâkimiyetine meydan okuyan Sovyetler Birliği’nin ve onun gibi potansiyel devletlerin karşı duruşları önlenmeye çalışılmıştır (Ülker Erkan, 2010: 191). NSC-68 belgesi de bu noktada ayrıca öneme sahiptir. Bu belge ABD’nin komünizme karşı sonuna kadar mücadele edilmesini savunduğu bir manifesto niteliğindedir (Karaosmanoğlu, 1996: 335-336). Nihayetinde Soğuk Savaş dönemi boyunca, bu politikalar uyarınca pek çok eyleme doğrudan ya da dolaylı olarak iştirak edilmiştir. Örneğin, ABD Sovyet tehdidi altında olduğunu iddia ettiği ülkeleri, Truman Doktrini ve Marshall Planı gibi programlarla desteklemiş ve NATO ittifakında kurucu üye olarak yer almıştır (Kalyon, 2012: 10; Kibaroğlu, 2004:1; Erhan, 1996: 227).   

 Ayrıca bu dönemde Sovyetler Birliği ve ABD dünyanın pek çok yerinde birbirlerine karşı askeri güç kullanmaktan çekinmemişlerdir  (Gülmez ve Tahancı, 2014: 226-231). 

Bununla birlikte ABD, ilk defa özellikle Ortadoğu olmak üzere dünyanın geneliyle yakından ilgilenmeye başlamıştır   (Kurt, 2014: 168).

    1991 tarihinde Sovyetler Birliği’nin resmen dağılmasıyla birlikte Soğuk Savaş sonra ermiştir. 

Buna mukabil ABD’nin Sovyet merkezli politikaları anlamını yitirmiştir. Bu nedenle ABD oluşacak düzene yönelik olarak dış politika yaklaşımını yeniden gözden geçirmek zorunda kalmıştır. Zira ABD diğer aktörlere oranla nispeten güçlü de olsa, bu dönem devlet dışı aktörlerin belirginlik kazandığı, ideolojilerin ön plana çıktığı ve pek çok değişkenin etken olduğu bir istikrarsızlık ile karakterize edilmiş gibi görünmektedir (Arı, 2009: 174-177; Bacık, 2007: 327-331). Daha sonra ABD tarafından Yeni Dünya Düzeni adı altında yapılandırılmaya çalışılan bu sistemde, 11 Eylül terör saldırılarının bir kırılmaya neden olduğu şeklinde bir kanı oluşmuştur (Çiftçi, 2009: 208). 

Bu saldırılardan sonra genel anlamda dünyanın tamamında devletler gücünü arttırırken, ABD Bush Doktrini ile tek taraflı ve şiddet eğilimli, özellikle Ortadoğu’ya yönelik olarak, daha agresif ve antagonisttik bir dış politika yaklaşımı edinmiştir (Çiftçi, 2009: 216).

3. CÜ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR..,,

***


20 Mayıs 2020 Çarşamba

11 EYLÜL ÜN ABD GÜVENLİK POLİTİKASINA ETKİLERİ. BÖLÜM 4

11 EYLÜL ÜN ABD GÜVENLİK POLİTİKASINA ETKİLERİ. BÖLÜM 4



ABD’nin çıkarları süreklilik arz etmektedir. 


Bu çıkarlar:

- ABD’nin, vatandaşlarının, müttefiklerinin ve ortaklarının güvenliği,
- Fırsat ve refahı artıran serbest bir uluslararası ekonomik sistemde, güçlü, yenilikçi ve büyüyen bir ABD ekonomisi,
- Evrensel değerlere yurtiçinde ve yurt dışında saygı duyulması,
- Güçlü işbirliği aracılığıyla, küresel sınamalarla mücadelede barışı, güvenliği ve fırsatları artıran bir uluslararası düzenin ABD liderliğiyle geliştirilmesidir.
   ABD stratejik yaklaşımı, istediği dünyaya kavuşmak için dört ulusal çıkarın elde edilmesi yönünde uygulamalıdır. Bu dört çıkar ise;
- Güvenlik: ABD’nin, vatandaşlarının ve müttefikleri ile ortaklarının güvenliği.
- Refah: Fırsat ve refahı artıran açık bir uluslararası ekonomik sistemde, güçlü, yenilikçi ve büyüyen ABD ekonomisi.
- Değerler: Evrensel değerlere yurtiçinde ve yurt dışında saygı duymak.
- Uluslararası Düzen: Küresel sınamalarla mücadelede daha güçlü işbirliği aracılığıyla barış, güvenlik ve fırsatları artıran ABD liderliği tarafından uluslararası düzenin geliştirilmesi.

  ABD, El-Kaide ve yandaşlarına karşı küresel bir kampanya sürdürmektedir. 

Bu bağlamda

ABD, El - Kaide ve yandaşlarına karşı, ülkeyi koruyan, dünyanın en tehlikeli silahlarını ve materyallerini emniyet altına alan, El-Kaide’yi güvenli sığınaktan mahrum bırakan ve Müslüman toplumlarla olumlu ortaklıklar kuran bir strateji izlemektedir. Başarı, aynı düşüncede olan ülkelerin ve çok uluslu kuruluşların çabalarının yanı sıra ABD gücünün bütün unsurlarının uygulanmasını gerektirmektedir.

ABD, terörizmin kullanılmasını gayri meşru sayacak ve bunu kullananları izole edecektir. Bu bir taktiğe - terörizme ya da dine – İslam’a yönelik küresel bir savaş değildir. ABD, ABD’ye, ortaklarına ve müttefiklerine karşı saldırı çabalarını destekleyen El-Kaide ve onun terörist yandaşlarını içeren spesifik bir ağla savaş içindedir. ABD’nin Ortadoğu’da önemli çıkarları bulunmaktadır. Bunlar: birçok konuda ABD’nin yakın dostu olan İsrail’le kapsamlı işbirliği ve İsrail’in güvenliğine yönelik sarsılmaz taahhüt; Filistin halkının devlet olmaya yönelik
meşru amacının elde edilmesi; Irak’ın bütünlüğü ve güvenliği, demokrasisinin güçlendirilmesi ve bölgeye entegre edilmesi; İran’ın nükleer silah elde etme amacına, terörizme destek vermesine ve komşularına tehdit oluşturmasına ilişkin politikalarının değiştirilmesi; yayılmanın önlenmesi; terörizmle mücadelede işbirliği, enerjiye ulaşım ve bölgenin küresel
pazarlara entegre edilmesidir.”92

SONUÇ

11 Eylül sonrası yapılan yorumlar hiçbir şeyin eskisi gibi olmayacağı yönündeydi.

    Çünkü dünya hegemonu büyük bir saldırıya uğramış ve dünya çapında yeni bir güvenlik algısı oluşturmaya başlamıştı. Zira en ileri istihbarat ağına ve nükleer güce sahip olan bir güç bile kendini tam olarak güvende hissetmemekte dir. Eskiden toprak bütünlüğüne yönelik savunma politikası artık bireylerin tek tek güvenirliği anlamında ele alınır olmuştur. Amerika oğul Bush ile güvenlik politikasını Bush Doktrinine yani tehdidi aktif hale gelmeden yok etmeye, terörü destekleyen ülkelere de bir düşmanmış gibi karşılık vermeye ve iç politikada sıkı
tedbirler ile yozlaşmaya dış politikada ise tek taraflılığa yöneltmiştir. Zira uluslar arası terörizmin yöntemi değişmiş asimetrik tehdit ile zayıfın güçlüye dayatması ortaya çıkmıştır.

G. Bush 2002 ve 2006 ulusal güvenlik belgelerinde küresel terörle mücadeleyi ele almış, bunun salt ABD ulusal güvenliği için değil dünya da barışı ve güvenliği sağlamak için de savunulacağını belirtmiştir. Zira bu bağlamda yönünü önce Afganistan sonra Irak’a çevirmiş ve terörün beslendiği diğer ülkelere de sıranın geleceğini açıklamıştır. Duygusallık bağlamında ele aldığı güvenlik kavramı ile aslında ABD’nin amacı dünya imparatorluğuna giden yolu tutmaktı. Zira soğuk savaş dönemi karşısındaki belirgin güç olan SSCB yıkılmış ve tek kutuplu bir ortamın içinde yer almıştır. Askeri ve ekonomik alandaki hegemonyasını siyasi bir zemine oturma çabalarını güden ABD bunu 11 Eylül saldırıları üzerinden meşrulaştırma yoluna gitmiş, güvenlik politikasına, terörizmle mücadele, demokrasi ve insan haklarını yayma(!) ilkelerini alıp dünyaya müdahalelerde bulunma halini göstermiştir. Artık barışa yöneltilen tehdidin kaynağı merkezi ve hedefi belli olmayan küresel terördür. Bununla beraber uluslar arası jeopolitik batıdan doğuya, Avrupa’dan Avrasya’ya ve Ortadoğu’ya kaymıştır. ABD yeni güvenlik politikası; siyasi ve ekonomik özgürlükler aracılığı ile insanlık onurunu yüceltmek ve terörizm, kitle imha silahlarına karşı dünyanın güvenliğini sağlamak olarak değiştirilmiştir. Asıl amaç ise ABD askeri gücünü dünyaya yayarak olası rakip durumlarını engellemekti. Zira Çin, Hindistan, Brezilya ülkeleri hızlı bir gelişim içindeydi. Brezinski’nin dünyaya hâkim olmak için Avrasya’ya hâkim olmak gerekir tezi hayalden gerçeğe kaymıştı. Çünkü bölge enerji ve doğal kaynaklar bakımından yeni büyük oyuna sahne olabilecek duruma gelmişti. Uniletaralismden yola çıkan ABD 21. yüzyılda Yeni Roma imparatorluğunu kurma hayalini gerçekleştirmek için bu alanda hâkim
olmalıydı. Uluslararası terörizm de ABD’ye bu yönde yardım edecek bir araç konumunda görülebilirdi. İşgalci söylemine ahlaki/felsefi bir özellik kazandırmak isteyen ABD kılıf olarak Büyük Ortadoğu Projesini sunmuştur. Şahinlerden olan Bush ise sert politikalarıyla nefretleri üzerine çekmiştir. İşkenceler, mahkeme izni olmadan yapılan dinlemeler, illegal düşman savaşçıları ilanları, Guantanamo ve Ebu Garip Hapishanesinde yaşanan işkence skandalları, BM ve uluslararası hukuk ilkelerinin ihlali, önleyici savaş doktrini ile belirsiz tehdidi kendince belirleyip müdahale etme, tabii mahkeme ve masumiyet karinelerinin ihlali, askeri komisyonlarla yapılan yargılamalar, Afganistan ve Irak işgali, tek taraflı müdahale politikaları G. Bush dönemi güvenlik alanında yaşanan gelişmelerdir. ABD’nin 21.yüzyılda kurmayı planladığı dünya imparatorluğu bağlamında BM bir engel oluşturmakta idi. Zira BM devletlerarası siyasi eşitliği ve çok taraflı diplomasiyi öngörürken 11 Eylül sonrası ABD tek taraflılık politikasını benimsemişti. Bu bağlamda yapılması gereken Başkan Bush’un da belirttiği gibi BM ve NATO’nun geleceğinin yeniden değerlendirilmesiydi. ‘Artık BM uluslar arası siyaset sahnesinde etkin bir aktör olma konumunu yitirme durumuyla karşı karşıyadır.’93

   Amerika’nın işi ise zordur, zira terörist grupların merkezleri ABD ‘ye dost olmayan ülkelerdedir, ABD’ye nefret artacak ve karşı-terör stratejisi sonucu saldırılar hız kanacak, terörist eylemlerin yeri, zamanı ve metodu farklı olduğu için önceden tahmini zor olacak ve son olarak ABD kamuoyunun tepkilerine mazur kalacaktır. Amerika açısından ilginç olan diğer husus Reagan dönemi SSCB’ye karşı eğittikleri mücahitlerden saldırıya uğramalarıydı. ABD terörden en az etkilenen ülke iken neden bunu politikasının en başına koymuştur?

Çünkü terör ilk kez bir hegemon güce dayatılmış ve Amerikan sermayesine zarar vermiştir.

   Zira ABD küreselleşme ve sömürünün merkezi olarak algılanan bir ülkeydi. Obama daha yumuşak bir söylemle iş başına gelmiştir ki ABD’nin olası rakipleriyle eşitler arasında birinci ancak tek olmadığı düşünülürse bu yöntem gerekli ve doğru görülebilir. Lakin bir yıl içinde Obama’nın söylemlerinin uygulamada başarısız olduğu görülmektedir. Robert Gates oğul Bush döneminden kalan önemli bir mirastır. Bu da savunma alanında çok büyük değişmeler olamayacağının en önemli göstergelerindendir. Ayrıca Afganistan’a 30 000 ek gönderilen asker bölgede çıkmazın derinleşmesine neden olmuştur.

Obama bölge halkı tarafından savaş başkanı olarak görülmektedir. Obama bölgedeki halk üzerinden sempati kazanıp halk üzerine çalışmak yerine askeri yöntemleri kullanmayı tercih eder gözükmektedir.

Washington yönetiminin 2009 bütçesinde Afganistan ve Irak operasyonları için harcadığı para 175 milyar dolar olarak yer almış. Guantanamo üssü kapanmadı askerler tamamen çekilmedi. Obama insan haklarına saygılı olacağını açıkladı. Bunun yanında Irak’taki işkenceleri destekleyen CIA emeklisi John Brennan’ı terörle mücadelenin başına getirdi. Kudüs’ün İsrail’in bölünmez başkenti olacağını vurgulayarak ise Filistin-İsrail sorununu körüklüyor.

11 Eylül saldırıları, ABD güvenlik politikaları üzerinden imparatorluğa yönelen konumun meşrulaştırma aracı olarak görülebilir.

Sonuç olarak G. W. Bush ile militarizm fetişizmi olarak görülen 11 Eylül sonrası güvenlik politikası Obama döneminde (1 yıl içinde) sadece söylem bazında değişmiş uygulama bazında ise devam eder nitelikte gözükmektedir.


KAYNAKÇA


“ABD’nin Ulusal Güvenlik Stratejisi”,
http://www.mgk.gov.tr/calismalar/calismalar/001_abd_ulusal_guvenlik_stratejisi.pdf
(16.09.2013).
“Çok Kutuplu Dünya Düzeninde Güvenlik Algısı”,
http://www.tasam.org/index.php?altid=2941&syf=2. (12.11.2009).
“Soğuk Savaş ve 11 Eylül Sonrası Uluslararası Sistemdeki Değişimin Güvenlik
Algılamalarına Etkisi ve Türkiye”,http://www.tasam.org/images/tasam/tepebas.pdf,
http://209.85.229.132/search?q=cache:EoJatI2nJDYJ:www.tasam.org/images/tasam/tepebas.p
df+So%C4%9Fuk+Sava%C5%9F+ve+11+Eyl%C3%BCl+Sonras%C4%B1+Uluslararas%C4
%B1+Sistemdeki+De%C4%9Fi%C5%9Fimin+G%C3%BCvenlik+Alg%C4%B1lamalar%C4
%B1na+Etkisi+ve+T%C3%BCrkiye&cd=1&hl=tr&ct=clnk (12.11.2009).
“Soğuk Savaş ve 11 Eylül Sonrası Uluslararası Sistemdeki Değişimin Güvenlik
Algılamalarına Etkisi ve Türkiye”, http://www.tasam.org/images/tasam/tepebas.pdf
S4.(12,11,2009).
AKGÜN Birol, “Amerika’nın Yeni Dünya Vizyonu Ya da Yaklaşan Küresel Anarşi”,
Stratejik Analiz Dergisi, Mayıs 2003.
AKGÜN Birol, 11 Eylül Sonrasında Dünya, ABD ve Türkiye, Konya, Tablet Yayınları, 2006.
ARI Tayyar, Amerika’da Siyasal Yapı Lobiler ve Dış Politika, İstanbul, Alfa Yayınları, 1997.
ARSLAN Zühtü, “11 Eylül Sonrasında Yeni Güvenlik Anlayışı, İnsan Hakları ve Demokratik Kolluk”, Polis Bilimleri Dergisi,Cilt 8(2).
ATAMAN Muhittin, GÖKCAN Özkan, “Bush Dönemi Amerikan Dış Politikası: Bir Aşırı Yayılmacılık Denemesi”, Akademik İncelemeler Dergisi (Journal of Academic Inquiries) Cilt/ Volume: 7, Sayı/Number: 2, Yıl/Year: 2012.
ATVUR Senem, “21. yüzyıl için ABD Güvenlik Politikası ve Büyük Orta Doğu
Girişimi”, Savunma Bilimleri Dergisi, Cilt 6, Sayı 2,Kasım 2007.
BAL İhsan, “Küresel Terörle Mücadelede ABD Modeli Mi ABD Çıkmazı mı”,
http://www.usak.org.tr/makale.asp?id=107 (4,12,2009).
BAL İhsan, LAÇİNER Sedat, “Küresel Terörle Mücadelede ABD Güvenlik Politikalarının Türkiye’nin İç Güvenliğine Yansımaları”,(ed) İdris Bal, 21. yüzyılda Türk Dış Politikası, Ankara, Nobel Yayınları, 2004.
BAL İhsan, Terörizm, Terör, Terörizmi, Küresel Terörle Mücadelede Ulusal ve Bölgesel Deneyimler, Ankara, USAK Yayınları, 2006.
BALİ Aslı , “11 Eylül Sonrasında ABD’de Güvenlik Politikaları Ve İnsan Hakları Üzerine Aslı Bali İle Söyleşi”, Kültür Ve Siyasette Feminist Yaklaşımlar Dergisi, Ekim 2006, Sayı 1.
BİLİCİ Mücahit, “Terörle Savaş, Amerika’da Yeni Muhafazakar Düşüncenin Entelektüel Kaynakları Üzerine”, Köprü Dergisi,
http://www.koprudergisi.com/index.asp?Bolum=EskiSayilar&Goster=Yazi&YaziNo=760,
(5,12,2009).
BOZKURT Enver, “ Bush Dönemi Ulusal Güvenlik Stratejisi’nin Obama Döneminde Sürdürülebilirliği”, http://idc.sdu.edu.tr/tammetinler/teror/teror14.pdf. (12,11,2009).
BOZKURT Enver, “Bush Dönemi Ulusal Güvenlik Stratejisi’nin Obama Döneminde
Sürdürülebilirliği”, http://idc.sdu.edu.tr/tammetinler/teror/teror14.pdf,
http://209.85.229.132/search?q=cache:fo8xubLKyZMJ:idc.sdu.edu.tr/tammetinler/teror/teror1
4.pdf+Enver+Bozkurt,+Bush+D%C3%B6nemi+Ulusal+G%C3%BCvenlik+Stratejisi%E2%8
0%99nin+Obama+D%C3%B6neminde+S%C3%BCrd%C3%BCr%C3%BClebilirli%C4%9Fi
&cd=1&hl=tr&ct=clnk (12.11.2009).
BOZKURT Enver, Bush Dönemi Ulusal Güvenlik Stratejisi’nin Obama Döneminde
Sürdürülebilirliği, http://idc.sdu.edu.tr/tammetinler/teror/teror14.pdf.(12.11.2009).
CHOMSKY Noam, çev. Taha Cevdet, Terörizm Kültürü, ABD Terörü, İstanbul, Pınar Yayınları, 2000.
CHOMSKY Noam, çev. Taylan Doğan, Nuri Ersoy, Mehmet Kara, Ali Kerem, 11 Eylül ve Sonrası, İstanbul, Aram Yayıncılık, 2002.
CİVELEK Mehmet Ali, Küreselleşme ve Terör, Terör Kavramı ve Gerçeği, Ankara, Ütopya Yayınevi, 2001.
ÇAM Esat, Siyaset Bilimine Giriş, 7.baskı, İstanbul: Der Yayınları, 2000.
ÇAŞİN Mesut Hakkı, “Uluslararası Hukuk Açısından Terör Ve Organize Suçlar”, Türk Dış Politikası, İhsan Bal (ed).
DOĞAN Nejat, Uluslararası İlişkilerde Güç Kullanımı Ve New Heaven Ekolü, Eleştirel Bir Giriş, C.Ü. İktisadi ve İdari Bilimler Dergisi, Cilt 7, Sayı 1, 2006.
ERHAN Çağrı “Küreselleşme Döneminin Tehditleriyle Mücadele”, Stradigma Aylık Strateji ve Analiz e-Dergisi, http://www.stradigma.com/turkce/haziran2003/makale_01.html,
(12.11.2009).
ERHAN Çağrı, “ABD’nin Orta Asya Açılımları ve 11 Eylül Sonrası Yeni Açılımları”,
Stradigma Aylık Strateji Analiz Dergisi, Ekim 2003, Sayı 9.
GÖKÇE Orhan, AKGÜN Birol, Değişen Dünya Politikasında Türkiye’nin Rolü, 11 Eylülün Getirdiği Fırsatlar, Riskler Ve Tehditler, (ed) Uğur Demiray, Orhan Gökçe, Edibe Sözen, Türkiye’nin ABD ve AB Denklemi, Konya, Çizgi Kitabevi, 2006.
HALATÇI Ülkü, “11 Eylül Terörist Saldırıları Ve Afganistan Operasyonunun Bir
değerlendirilmesi”,Uluslararası Hukuk ve Politika Dergisi (UHP), Cilt: 2, Sayı: 7, 2006.
http://www.feministyaklasimlar.org/magazine.php?act=viewall&cid=20 (5,12,2009).
İZMİR M. Ali İzmir, Yeni Dünya Dizaynı, Amerikan İmparatorluğunun Yayılmacılığı,
İstanbul, Gündem Yayınları, 2003.
KAÇAR İzzet, BOP ve Küresel Terör, Polis Bilimleri Dergisi,
http://www.emniyet.gov.tr/egitim/dergi/eskisayi/42/makale/Dr_Izzet_KACAR.htm, (15,11,2009).
LEFEBORE Maxime, çev. İsmail Yerguz, Amerikan Dış Politikası, İstanbul, İletişim Yayınları, 2005.
ÖZEN Çınar, TAŞDEMİR Hakan, Yeni Muhafazakâr ABD Dış Politikası ve Türkiye, Ankara, Odak Yayınları, 2006.
ÖZER Ahmet, “11 Eylül Bölünen Dünya ve Çatışma”, İnsan Bilimleri Dergisi, Cilt 4 Sayı 2, Yıl 2007.
SEVER Metin, KILIÇ Ebru, Düşmanını Arayan Savaş, İstanbul, Everest Yayıncılık, 2001. 
TANIYICI Şaban, AKGÜN Birol, Amerikan Başkanlığı, Cumhuriyetten İmparatorluğa, Ankara, Orion Yayınları, 2008.
TAŞDEMİR Fatma, Uluslararası Terörizme Karşı Devletlerin Kuvvete Başvurma Yetkisi, Ankara, Usak Yayınları, 2006.
TURAN Aslıhan P., “ABD’nin Yeni Ulusal Güvenlik Stratejisi ve Türkiye’ye Olası Etkileri”,
http://www.bilgesam.org/tr/index.php?option=com_content&view=article&id=1710:abdyeni-
ulusal-guevenlik-stratejisi-ve-tuerkiyeye-olas-etkileri&catid=175:analizler-abd
(02.09.2013).
UZGEL İ., “Yıldız Savaşları”, Baskın Oran (ed), Türk Dış Politikası, Cilt 2, , İstanbul, İletişim Yayınları,2002.
VOLTEN Peter, Küreselleşmenin Amerika ve Avrupa Güvenlik Stratejilerine Yansımaları, Genel Kurmay Başkanlığı, Birinci Sempozyum Bildirileri, Ankara, Genel Kurmay Askeri Tarih Ve Stratejik Etüt Başkanlığı Yayınları, 2003.
YAMAN Didem, “Nato’nun Yeni Görevi: Terörizmle Mücadele Ve Bu Eksenle Atılan
Adımlar”, Uluslararası Hukuk ve Politika Dergisi (UHP), Cilt: 2, Sayı: 7, 2006.
YILDIZOĞLU Ergin, Dinazorun Kuyruğu, 11 Eylül Ve Yeni Roma, İstanbul, Remzi Kitabevi, 2002.
YILMAZ Sait, ABD Silahlı Kuvvetlerinde Dönüşüm, Stratejik Araştırmalar Dergisi, Yıl 7, Mayıs 2009, Sayı 13.
YİNANÇ Refet, TAŞDEMİR Hakan, Uluslararası Güvenlik Sorunları ve Türkiye, Ankara, Seçkin Yayınları, 2002.


DİPNOTLAR;


1 Fatma Taşdemir, Uluslararası Terörizme Karşı Devletlerin Kuvvete Başvurma Yetkisi, Ankara, Usak Yayınları,
   2006, s. 9.
2 İhsan Bal, “Küresel Terörle Mücadelede ABD Modeli Mi ABD Çıkmazı mı”,
   http://www.usak.org.tr/makale.asp?id=107 (4,12,2009).
3 Muhittin Ataman, Özkan Gökcan, “Bush Dönemi Amerikan Dış Politikası: Bir Aşırı Yayılmacılık Denemesi”,
   Akademik İncelemeler Dergisi (Journal of Academic Inquiries) Cilt/ Volume: 7, Sayı/Number: 2, Yıl/Year: 2012, s. 204.
4 a.e, s, 204-205.
5 “Soğuk Savaş ve 11 Eylül Sonrası Uluslararası Sistemdeki Değişimin Güvenlik Algılamalarına Etkisi ve Türkiye”,  
    http://www.tasam.org/images/tasam/tepebas.pdf,
    http://209.85.229.132/search?q=cache:EoJatI2nJDYJ:www.tasam.org/images/tasam/tepebas.pdf+So%C4%9Fuk
+Sava%C5%9F+ve+11+Eyl%C3%BCl+Sonras%C4%B1+Uluslararas%C4%B1+Sistemdeki+De%C4%9Fi%C5
%9Fimin+G%C3%BCvenlik+Alg%C4%B1lamalar%C4%B1na+Etkisi+ve+T%C3%BCrkiye&cd=1&hl=tr&ct=
clnk (12.11.2009).
6 Tayyar Arı, Amerika’da Siyasal Yapı Lobiler Ve Dış Politika, İstanbul, Alfa Yayınları,1997, s.124
7 Refet Yinanç, Hakan Taşdemir, Uluslararası Güvenlik Sorunları ve Türkiye, Ankara, Seçkin Yayınları,2002,s.62–63.
8 Şaban Tanıyıcı, Birol Akgün, Amerikan Başkanlığı, Cumhuriyetten İmparatorluğa, Ankara, Orion Yayınları, 2008,s.111.
9 a.e, s.113.
10 Maxime Lefebore, çev. İsmail Yerguz, Amerikan Dış Politikası, İstanbul, İletişim Yayınları, 2005, s.50.
11 İ. Uzgel, “Yıldız Savaşları”, Baskın Oran (ed), Türk Dış Politikası, Cilt 2, , İstanbul, İletişim Yayınları,2002, s. 36.
12Tanıyıcı, Akgün, a.e,s.119.
13 Noam Chomsky, çev. Taha Cevdet, Terörizm Kültürü, ABD Terörü, İstanbul, Pınar Yayınları, 2000,s47.
14 Noam Chomsky, çev. Taylan Doğan, Nuri Ersoy, Mehmet Kara, Ali Kerem, 11 Eylül Ve Sonrası, İstanbul, Aram Yayıncılık,2002, s 206.
15 Nejat Doğan, Uluslararası İlişkilerde Güç Kullanımı Ve New Heaven Ekolü, Eleştirel Bir Giriş, C.Ü. İktisadi ve İdari Bilimler Dergisi, Cilt 7, Sayı 1, 2006 s 107-108.
16 Ülkü Halatçı, “11 Eylül Terörist Saldırıları Ve Afganistan Operasyonunun Bir değerlendirilmesi”,Uluslararası
    Hukuk ve Politika Dergisi (UHP), Cilt: 2, Sayı: 7, 2006, s. 80-98.
17 Esat Çam, Siyaset Bilimine Giriş, 7.baskı, İstanbul: Der Yayınları, 2000, s.300.
18 Birol Akgün, 11 Eylül Sonrasında Dünya, ABD ve Türkiye, Konya, Tablet yayınları,2006, s.15.
19 “Soğuk Savaş ve 11 Eylül Sonrası Uluslararası Sistemdeki Değişimin Güvenlik Algılamalarına Etkisi ve Türkiye”, http://www.tasam.org/images/tasam/tepebas.pdf S4.(12,11,2009).
20 Akgün, 11 Eylül Sonrasında Dünya, ABD ve Türkiye, s.17-18.
21 Çağrı Erhan, “Küreselleşme Döneminin Tehditleriyle Mücadele”, Stradigma Aylık Strateji ve Analiz e-Dergisi,
http://www.stradigma.com/turkce/haziran2003/makale_01.html, (12.11.2009).
22 M. Ali İzmir, Yeni Dünya Dizaynı, Amerikan İmparatorluğunun Yayılmacılığı, İstanbul, Gündem Yayınları, 2003, s.168.
23 Akgün, 11 Eylül Sonrasında Dünya, ABD ve Türkiye, s .14.
24 Akgün, 11 Eylül Sonrasında Dünya, ABD ve Türkiye, s.15.
25 Çınar Özen, Hakan Taşdemir, Yeni Muhafazakâr ABD Dış Politikası ve Türkiye, Ankara, Odak Yayınları,2006, s.1.
26 İzmir, a.e, s.170.
27 Chomsky, 11 Eylül ve Sonrası, s. 174.
28 Mesut Hakkı Çaşin, “Uluslararası Hukuk Açısından Terör Ve Organize Suçlar”, Türk Dış Politikası, İhsan Bal (ed), s.923.
29 Akgün, 11 Eylül Sonrasında Dünya, ABD ve Türkiye, a.e, s 12.
30 Özen, Taşdemir, a.e, s.5.
31 Enver Bozkurt, “Bush Dönemi Ulusal Güvenlik Stratejisi’nin Obama Döneminde Sürdürülebilirliği”,
http://idc.sdu.edu.tr/tammetinler/teror/teror14.pdf,
 http://209.85.229.132/search?q=cache:fo8xubLKyZMJ:idc.sdu.edu.tr/tammetinler/teror/teror14.pdf+Enver+Boz kurt,+Bush+D%C3%B6nemi+Ulusal+G%C3%BCvenlik+Stratejisi%E2%80%99nin+Obama+D%C3%B6nemin
de+S%C3%BCrd%C3%BCr%C3%BClebilirli%C4%9Fi&cd=1&hl=tr&ct=clnk (12.11.2009).
32 Akgün, 11 Eylül Sonrasında Dünya, ABD ve Türkiye, a.e, s.11-12.
33 Orhan Gökçe, Birol Akgün, Değişen Dünya Politikasında Türkiye’nin Rolü, 11 Eylülün Getirdiği Fırsatlar, Riskler Ve Tehditler, (ed) Uğur Demiray, Orhan Gökçe, Edibe Sözen, Türkiye’nin ABD ve AB Denklemi, Konya,  Çizgi Kitabevi, 2006,s.149.
34 İzmir, a.e, s.171.
35 Mehmet Ali Civelek, Küreselleşme Ve Terör, Terör Kavramı Ve Gerçeği, Ankara, Ütopya Yayınevi, 2001,s. 142.
36 Özen, Taşdemir, a.e, s.39.
37 İhsan Bal, Sedat Laçiner, “Küresel Terörle Mücadelede ABD Güvenlik Politikalarının Türkiye’nin İç Güvenliğine Yansımaları”,(ed) İdris Bal, 21. yüzyılda Türk Dış Politikası, Ankara, Nobel Yayınları, 2004, s.917.
38 Ayrıntılı Bilgi İçin bkz: Birol Akgün, 11 Eylül Sonrasında, Dünya ABD ve Türkiye, s.71.
39 Akgün, 11 Eylül Sonrasında Dünya, ABD ve Türkiye, s.79.
40 a.e, s.35.
41 Metin Sever, Ebru Kılıç, Düşmanını Arayan Savaş, İstanbul, Everest Yayıncılık, 2001, s.29.
42 Ataman, Gökcan, s. 216-217.
43 a.e, s. 217.
44 Ataman, Gökcan, a,e, s.201.
45 Zühtü Arslan, “11 Eylül Sonrasında Yeni Güvenlik Anlayışı, İnsan Hakları ve Demokratik Kolluk”, Polis Bilimleri Dergisi,Cilt 8(2),s 121.
46 Akgün, 11 Eylül Sonrasında Dünya, ABD ve Türkiye, s.14.
47 Sait Yılmaz, ABD Silahlı Kuvvetlerinde Dönüşüm, Stratejik Araştırmalar Dergisi, Yıl 7, Mayıs 2009, Sayı 13, s.24.
48 Özen, Taşdemir, a.e, s.14.
49 Tanıyıcı, Akgün, Amerikan Başkanlığı, Cumhuriyetten İmparatorluğa, a.e, s.140.
50 Mücahit Bilici, “Terörle Savaş, Amerikada Yeni Muhafazakar Düşüncenin Entelektüel Kaynakları Üzerine”, Köprü Dergisi, 
http://www.koprudergisi.com/index.asp?Bolum=EskiSayilar&Goster=Yazi&YaziNo=760,  (5,12,2009).
51 Özen, Taşdemir, a.e,s.35.
52 İzmir, a.e, s.189.
53 a.e, 184.
54 a.e, s.184.
55 Sait Yılmaz, a,e, s. 25-26.
56 İzmir, a.e, s.182.
57 Halatçı, a.e, s. 80-98.
58 Çağrı Erhan, “Küreselleşme Döneminin Tehditleriyle Mücadele”, Stradigma Aylık Strateji ve Analiz e-Dergisi,
 http://www.stradigma.com/turkce/haziran2003/makale_01.html, (12.11.2009).
59 Senem Atvur, “21. yüzyıl için ABD Güvenlik Politikası Ve Büyük Orta Doğu Girişimi”, Savunma Bilimleri Dergisi, Cilt 6, Sayı 2,Kasım 2007, s.1-14.
60 Civelek, a.e, 145.
61 Ergin Yıldızoğlu, Dinazorun Kuyruğu, 11 Eylül Ve Yeni Roma, İstanbul, Remzi Kitabevi, 2002,s.55.
62 Özen, Taşdemir, a.e, s. 5.
63 Halatçı, a.e, s. 80-98.
64 “Çok Kutuplu Dünya Düzeninde Güvenlik Algısı”, http://www.tasam.org/index.php?altid=2941&syf=2. (12.11.2009).
65 Enver Bozkurt, “Bush Dönemi Ulusal Güvenlik Stratejisi’nin Obama Döneminde Sürdürülebilirliği”,
http://idc.sdu.edu.tr/tammetinler/teror/teror14.pdf.(12.11.2009).
66 Enver Bozkurt, “Bush Dönemi Ulusal Güvenlik Stratejisi’nin Obama Döneminde Sürdürülebilirliği”,
http://idc.sdu.edu.tr/tammetinler/teror/teror14.pdf. (12.11.2009).
67 Enver Bozkurt, “Bush Dönemi Ulusal Güvenlik Stratejisi’nin Obama Döneminde Sürdürülebilirliği”,
 http://idc.sdu.edu.tr/tammetinler/teror/teror14.pdf.(12.11.2009).
68 İzmir, a.e, s. 239-241.
69 a.e, s 253.
70 Peter Volten, Küreselleşmenin Amerika ve Avrupa Güvenlik Stratejilerine Yansımaları, Genel Kurmay Başkanlığı, Birinci Sempozyum Bildirileri, Ankara, Genel Kurmay Askeri Tarih Ve Stratejik Etüt Başkanlığı Yayınları, 2003, s.169.
71 Özen, Taşdemir, a.e,s.102.
72 Sait Yılmaz, a,e, s.33.
73 Didem Yaman, “Nato’nun Yeni Görevi: Terörizmle Mücadele Ve Bu Eksenle Atılan Adımlar”, Uluslararası Hukuk ve Politika Dergisi (UHP), Cilt: 2, Sayı: 7, 2006, s. 41-53.
74 Ahmet Özer, “11 Eylül Bölünen Dünya ve Çatışma”, İnsan Bilimleri Dergisi, Cilt 4 Sayı 2, Yıl 2007.
75 Atvur, a.e, s.1-14.
76 a,e, s. 1-14.
77İzzet Kaçar, BOP ve Küresel Terör, Polis Bilimleri Dergisi,
http://www.emniyet.gov.tr/egitim/dergi/eskisayi/42/makale/Dr_Izzet_KACAR.htm, (15,11,2009).
78 Özen, Taşdemir, a.e, s. 133.
79 Gökçe, Akgün, Değişen Dünya Politikasında Türkiye’nin Rolü, 11 Eylülün Getirdiği Fırsatlar, Riskler Tehditler, (ed) Uğur Demiray, Orhan Gökçe, Edibe Sözen, Türkiye’nin ABD Ve AB Denklemi, a.e, s.158.
80 Çağrı Erhan, “ABD’nin Orta Asya Açılımları ve 11 Eylül Sonrası Yeni Açılımları”, Stradigma Aylık Strateji Analiz Dergisi, Ekim 2003, Sayı 9, s.12.
81 Erhan, a.e, s.15.
82 Tanıyıcı, Akgün, a.e,s. 124.
83 Sait Yılmaz, a.e, s. 29.
84 Tanıyıcı, Akgün, a,e, s.133.
85 a.e, s.150.
86 İhsan Bal, Terörizm, Terör, Terörizmi, Küresel Terörle Mücadelede Ulusal Ve Bölgesel Deneyimler, Ankara, USAK Yayınları,2006, s.178.
87Aslı Bali, , “11 Eylül Sonrasında ABD’de Güvenlik Politikaları Ve İnsan Hakları Üzerine Aslı Bali İle Söyleşi”, Kültür Ve Siyasette Feminist Yaklaşımlar Dergisi, Ekim 2006, sayı 1.
 http://www.feministyaklasimlar.org/magazine.php?act=viewall&cid=20 (5,12,2009).
88 Enver Bozkurt, “ Bush Dönemi Ulusal Güvenlik Stratejisi’nin Obama Döneminde Sürdürülebilirliği”,
    http://idc.sdu.edu.tr/tammetinler/teror/teror14.pdf. (12,11,2009).
89 Ataman, Gökcan, a,e, s. 219.
90 Aslıhan P. Turan, “ABD’nin Yeni Ulusal Güvenlik Stratejisi ve Türkiye’ye Olası Etkileri”,
    http://www.bilgesam.org/tr/index.php?option=com_content&view=article&id=1710:abd-yeni-ulusal-guevenlikstratejisi-
ve-tuerkiyeye-olas-etkileri&catid=175:analizler-abd (02.09.2013).
91Nuray Sancar, “Obama’nın ikinci döneminde 'yumuşak güç'ün sonrası”,
    http://www.ozgurlukdunyasi.org/arsiv/257-sayi-236/650-nuray-sancar (03.09.2013).
92 “ABD’nin Ulusal Güvenlik Stratejisi”, s.1-8,
http://www.mgk.gov.tr/calismalar/calismalar/001_abd_ulusal_guvenlik_stratejisi.pdf (16.09.2013).
93 Birol Akgün, “Amerika’nın Yeni Dünya Vizyonu Ya da Yaklaşan Küresel Anarşi”, Stratejik Analiz Dergisi, Mayıs 2003, s.84.


***

11 EYLÜL ÜN ABD GÜVENLİK POLİTİKASINA ETKİLERİ. BÖLÜM 3

11 EYLÜL ÜN ABD GÜVENLİK POLİTİKASINA ETKİLERİ. BÖLÜM 3 



   Zira asıl amaç 11 Eylül ile yeni bir düzeni oluşturmak, askeri ve ekonomik yönden güçlü olan ABD’nin bu üstünlüğünü siyasi ranta ulaştırmaktır. Irak’ın seçilmesinin nedenleri ise şer ekseni içinde olmasının yanı sıra Körfez savaşı ile iyice yıpranmış olması ve zengin petrol kaynaklarından yararlanarak olası rakiplere karşı elini güçlendirme isteğidir. Fakat ABD’nin tartışılmaz tek hedefi dünya imparatorluğudur. Irak savaşı Dünyayı ve Ortadoğu’yu yeniden biçimlendirecek sürecin ilk adımı sayılabilir “Afganistan ve Irak’taki savaşlar mükemmel tugaylar kadar uzun süreli olarak bölgede kalacak ve hedef ülkede rejim değişikliği ve ülke inşası kapsamındaki görevlerini de yerine getirecek bir yapılanmaya ihtiyaç olduğunu göstermiştir Irak’ta yürütülen savaşın başarısızlığı üzerine ABD Savunma Bakanlığı hedeflerini yeniden belirlemeye başladı. Söz konusu hedefler öncelikler ve buna uygun kabiliyetler listesi hâline getirildi. Hava, deniz, kara ve ISR (istihbarat, gözetleme, keşif) vasıtalarını entegre edecek müşterek bir harekât konsepti çerçevesinde yeni bir kabiliyet edinim planı geliştirildi. Akıllı ve çabuk cevap veren bir lojistik sistem de dâhil olmak üzere daha hafif, çevik, kolayca intikal edebilir ve kullanılabilir askerî birlikler oluşturulması planlanmaktadır. Kilit liderlik kadrolarına müşterek harekât tecrübesi olan askerler yerleştirilmekte, aktif ve ihtiyat kuvvet oranları yeniden dengelenmektedir.”72

“ABD diğer küresel güç odakları ile de işbirliği içinde olmak istemektedir. NATO ve AB küresel terörizmin kurutulmasında önemli rol oynayabilir. NATO müttefikleri 3 Ekim 2001 tarihinde terörizmle mücadelede şu hususları kabul etmişlerdir: “İstihbarat paylaşımı ve terörizm tehditlerine karşı işbirliği, İttifak üyelerinin terörizm tehditlerine karşı mücadele kabiliyetlerini geliştirmelerine yardımcı olmak, Üyelerin topraklarında güvenliği artırmak için gereken önlemleri almak, NATO’nun güvenlik sorumluluğunda olan alanlarda gereken teçhizatı sağlamak, Hava taşımacılığında güvenliği sağlamak, NATO topraklarındaki askeri üslerde üyelerin gereken faydayı sağlamalarına izin vermek.”73

   Büyük Orta Doğu Projesi ve ABD: “ABD hem Orta Doğudaki enerji kaynaklarına ulaşılabilirliği sağlamak hem de burada bulunan, kendince aykırı ilan ettiği ülkeleri yeni uluslar arası düzene uydurmak amacıyla (Büyük Ortadoğu Projesi çerçevesinde) buralara saldırı düzenlemektedir.”74 11 Eylül sonrası yeni düzeni oluştururken önemli bir parçalardan biri de Ortadoğu’dur. “2007 verilerine göre bilinen petrol rezervleri yaklaşık 740 milyon varil, doğal gaz rezervlerinin de yaklaşık 2500 trilyon metreküp olduğunu gösteren Ortadoğu
bölgesi, zengin enerji kaynakları nedeniyle küresel güçler için vazgeçilmez konumdadır.”75

   Bölgenin zenginliğine rağmen ülkeler az gelişmiş ya da gelişmekte olan ülkelerdir ve bu bağlamda istikrarsızlık söz konusudur. Etnik ve dinsel kökenli çatışmalar, düşük refah seviyesi insan hakları ihlalleri bölgeyi müdahaleye açık hale getirmiştir. “Büyük Ortadoğu Projesi politik platformda ilk defa 1995 yılında Clinton döneminde dile getirildi. Yine aynı dönemde 1997’de muhalefetteki cumhuriyetçilerin İsrail lobisi ile birlikte hazırladıkları “Yeni Bir Amerikan Yüzyılı Projesi’’ adlı raporun “ Büyük Orta Doğu’da Çatışma Kaynakları” başlığında ki bölümünde; ABD’nin bölgedeki çıkarlarının yanı sıra, İsrail’in güvenliği, karşı bir bölgesel gücün çıkışının engellenmesi, petrol bölgelerine ulaşım, bölgede yapılması gereken siyasi ve ekonomik reformlar, bölge istikrarının sağlanması, terörizmin engellenmesi ve kontrol altına alınması gibi konulara yer verilmekteydi.”76 Bush Döneminde de bölgeye demokrasi, insan hakları, kadın hakları alanında yenilikler getirmek bağlamında yer verilmiştir. George W. Bush 6 Kasım 2003 tarihinde BOP’ un Amerika’nın yeni Ortadoğu stratejisi olduğunu ilan etti. “Büyük Ortadoğu Projesi ya da Genişletilmiş Ortadoğu Projesi bir taraftan Irak ve Afganistan’da yaşanılan bu başarısızlığın üstünü kapatmaya çalışan bir girişim, diğer taraftan da güvenlik- demokrasi ilişkisini dünyanın siyasal açıdan en istikrarsız, demokrasi açısından en eksik; ama ekonomi açısından da en emperyalist duygulara en açık bölgesine yerleştirmeye çalışan bir proje”77

“GBOP Ve Avrasya’nın Dönüşümü Projesi ile ABD bölgeye yönelik 4 temel strateji gütmektedir.

1-Enerji kaynakları üzerinde güvenlik denetimi ve kesintisiz erişimin sağlanması
2-Çin ve Rusya’nın baskı altına alınması ve kontrolü
3-Bölgede ABD’nin dünya hâkimiyetini sağlamaya yönelik yeni ve kalıcı askeri üslerin temin edilmesi
4-Bölgenin ABD denetiminde demokratik dönüşümünün sağlanması.”78


   Orta Asya ve ABD: “ABD’nin stratejik çıkarları açısından Orta Asya Bush yönetimi ile birlikte Stratejik Partner kavramı yerine rakip kelimesiyle anılan ekonomik büyümesi son yıllarda yüzde 10’lar civarında seyreden, 2020li yıllarda GSMH’ sının ABD’ye yaklaşacağı tahmin edilen, dünyanın sayılı askeri ve nükleer gücüne sahip en muhtemel küresel rakibi Çin’e komşu bir coğrafyaya nüfuz etme fırsatı vererek ABD merkezli tek kutuplu dünya düzeninin yakın gelecekte sürdürülmesinin önemli bir sacayağının Orta Asya oluşturmaktadır.”79 “ABD, Orta Asya Cumhuriyetlerinin demokratik olmayan ve insan haklarına saygı göstermeyen rejimlerinin zarar görmesi halinde, bunların yerine kurulabilecek
demokratik yönetimlerin büyük ölçüde Orta Asya'da giderek güç kazanan İslamî eğilimleri ve Taliban benzeri grupları iktidara getirebileceğinden endişe duyduğundan, Orta Asya ülkelerinin yönetimlerine karsı herhangi bir yaptırım uygulamaktan kaçınmaktadır. Bunun yanı sıra, otokritik yönetimlerin ABD ile yakın işbirliği içine girmeleri halinde ortak düşman olarak nitelendirilebilecek İslami örgütlere karsı birlikte mücadele edilmesi mümkün olacaktı.”80 Maddi kaygılar insan hakları ihlali kontrollerinin önüne geçmişti. Bölgedeki Radikal İslami grupların küreselleşemeye duydukları tepki ABD için rahatsızlık verici bir durumdu. Zira küreselleşme etrafında şekillenen ABD ulusal güvenlik belgeleri bölgeye müdahaleyi gerekli kılıyordu. ABD bölgede Özbekistan, Kırgızistan ve Tacikistan hava sahalarından yararlanarak El-Kaideye karşı konuşlanmıştır. 
“Yeni muhafazakâr görüsü benimseyenlere göre, ABD'nin küresel hâkimiyetini güçlendirebilmesi ve bunu uzunca bir süre devam ettirebilmesi ancak Afganistan operasyonu öncesine kadar giremediği Orta Asya bölgesine girmesiyle mümkün olabilir. Bu atılım, büyük enerji kaynakları nedeniyle jeopolitik ve jeostratejik önemi 20. yüzyılın basına nazaran artan Orta Asya bölgesini denetleme imkânı
sağlayacak, bu denetim de Mackinder'in "merkez bölge" olarak isimlendirdiği Avrasya coğrafyasında söz sahibi olma imkânını yaratacaktır. Diğer taratanda, Rusya, Çin ve  Hindistan'ın birlikte hareket etme eğilimleri içine girdiği bir dönemde attığı bu adımla ABD, kendisine meydan okuyabilecek bir gücün Asya'da yükselmesini engelleyebilecektir.

Brzezinski daha 1998'de"Avrasya bölgesi ABD için baslıca jeopolitik ödüldür" diyerek, bölgenin ABD açısından önemini vurgulamıştı.”81 ABD uluslararası terörizmle mücadele kapsamında, içlerinde Özbekistan ve Pakistan’ın da bulunduğu dokuz ayrı ülkede, 13 Üs oluşturma kararı almıştır. ABD üs oluşturma girişimlerine ilâve olarak yine uluslararası terörizmle mücadele kapsamında Güney Asya ve Pasifik’te birçok ülke ile ikili iş birliğine girmiştir. Amerika’nın güç bağlamında temel hedefleri Orta Asya ülkelerinin zengin petrol kaynaklarını batılı şirketler aracılığıyla dağıtmak, nükleer gücünü arttıran İran’ı kontrol etmek, Hindistan ve Pakistan gibi yeni güçlere müdahale edebilecek alan sağlama, Çin halk cumhuriyeti ile ilişkilerini geliştirmektir.

2006 Ulusal Güvenlik Stratejisi Belgesi: ABD önleyici saldırı politikasını güvenlik stratejisi içerisinde devam ettirmiştir. ABD için en büyük tehdit olarak İran görülmüş ve nükleer hırslarını bıraktırmak için diplomatik ilişkiler kurulması gereğini vurgulamıştır.

Nükleer ve diğer silahların yayılması konusunda diplomasiye önem verdikleri belirtilse de gerekirse güç kullanımının olabileceği de vurgulanmıştır. 2002 politikalarıyla başarısız olduğunu fark eden ülke söylemini insanlık mücadelesi olarak tekrarlayıp işbirliği yollarını aramıştır zira tek başına kaybetmek istememektedir. Belge Genişletilmiş Ortadoğu Projesine  destek aramaktadır. Ulusal Füze Savunma Sistemi Ve Ortadoğu’da yer alan ve NATO üyesi olmayan ülkelerle de gerekirse işbirliği yoluna gidilmesi açıklanmıştır. Despotik ülkeler 
olarak Kuzey Kore, İran, Suriye, Küba, Belarus, Burma sayılmakta Çin etkin demokrasiler içinde tanımlanmadan askeri şeffaflıktan uzak kuşkulu devlet sayılmaktadır. İşbirliği ülkeleri olarak öncelikle batı yarıküreye yer verilmektedir. Latin Amerika, Afrika Ve Ortadoğu bölgelerine düşmanlık kazandığı için önem vermektedir. NATO’nun etkin demokrasi mücadelesinin etkin ortaklarla verilmesi gerektiğini vurgulanmaktadır. Demokrasi açıkları olan Rusya’ya ise her an öteki olabilecek bir bakış açısı ile bakılmaktadır. 2002 belgesinde olduğu gibi bunda da Türkiye’nin adı geçmemektedir. Hindistan bölgesel güç olarak övülmektedir. 2002 belgesindeki saldırıya uğramış ABD’nin meşru müdafaa durumu ve ona
yapılanın tüm müttefiklerine yapıldığı savından insanlığın geleceği savına geçilmiştir. Bu da Ortadoğu ve Ulusal Füze Savunma sistemini sadece ABD’nin güvenlik alanından çıkarmaktadır. 

Bu belgede ABD süreci tek başına sürdüremeyeceğini kapalı da olsa itiraf etmektedir. Kısaca belge küresel sistemdeki çatışmaları ideolojik, topyekûn bir mücadele olarak değerlendirmektedir. George W. Bush ile beraber kuvvetler ayrılığı sistemi çok fazla zara görmeye başladı. Bush kendinden önceki başkanların olağanüstü dönemlerde aldıkları yürütme ayrıcalığını Anayasanın başkana verdiği doğal (inherent) yetkiler olarak görmekteydi. Ve 11 Eylül sonrasında bu yetkilerini terörle mücadele için kullanmıştır.

“Özgürlüğü temsil eden Amerika ile özgürlükten nefret ettiği varsayılan El Kaide arasındaki ideolojik savaşta Amerika’nın Tanrı tarafından verilen görevi dünya uluslarına terör  ideolojisine alternatif oluşturarak özgürlük getirmektir.”82

Nixonla başladığı iddia edilen emperyal başkanlık sistemi Ronald Reagan ile tekrar yükselişe geçmiş ve başkan Bush ile de 11 Eylülden sonra son aşamasına ulaşmıştır. Bush dönemindeki en önemli problemler ise şunlardı: BM ve uluslararası hukuku önemsememek, sanık haklarını ihlal etmek, yasadışı tutuklamalar, Ebu Garip ve Guantanamoda tutuklulara işkencelerin yapılması ya da yapılabilecek ülkelere gönderilmesi. Bush ve ekibinin İslami radikalizme karşı soğuk savaş diye niteledikleri mücadelelerinde başkan tavrını dini
boyutlarla da belirlemiştir kendisine bu görevin Tanrı tarafından verildiğini belirmiştir. Bu iddianın önemi ise Tanrı tarafından görevlendirilen birinin hata yapmayacağı ve diğer devlet organlarına ihtiyaç duymayacağıdır. Böylece ulusal güvenlik ve dış politika alanında Bush kendisi tek yetkili göstermek için meşruiyet kazanma yollarına da gitmiştir.

11 Eylül 2001 sonrası ABD Savunma Bakanlığı, savunma kurumlarının dönüşümünü amaçlayan altı aşamalı bir stratejiyi uygulama kararı almıştı. 
Bu altı aşama sırası ile; “

1. ABD anavatanı ve yurtdışındaki üslerini korumak. 
2. Uzak tehditler için kuvvet tasarlamak ve takviye etmek. 
3. Tehdit neredeyse oraya odaklanarak düşman sığınaklarını belirlemek. 
4. Enformasyon ağının korunmasını sağlamak. 
5. Daha etkin müşterek operasyonlar için bilgi teknolojisinin kullanılması ve 
6. Uzaya engelsiz çıkışın sağlanması ile uzayla ilgili imkân ve kabiliyetlerin korunması” idi.”83

“Bush döneminde hukuki danışmanlık yapan avukatlar başkanın gücünü artırmak amacıyla Anayasayı yeniden yorumlayarak yeni paradigma adında bir anlayış ortaya attılar.”84 Buna göre başkan başkumandanlık yetkisinden kaynaklanan otoritesi ile kongre ve yargının denetimine tabi olmadan ulusal güvenlik için her türlü eylemi yapabilir. Aynı zamanda üniter yürütme teorisi denilen ve terörle mücadele sınırsız yetkisi olan başkanı yürütme içinde tek yetkili gördüler. Kongrenin başkanın ulusal güvenlikle ilgili konularda bu
kadar yetkili olmasına ses çıkaramamasının nedenleri ise; seçmen ve kongre üyelerinin dış politikadaki bilgisizliği, abartılan tehlikeler yüzünden başkanla işbirliği yapmak zorunda hissedilmesi, kriz dönemleri başkanı destekleme tavrı, ulusal güvenliğin siyasallaşması.

Amerika’nın güvenlik politikasını etkileyen diğer konuda Mesihçi militarizmdir. Buna göre; demokratik olmayan ülkelerle savaş ulusal çıkarlar için gerekli ve iyi görülür.

Emperyal Başkanlık Dönemleri Araçları

G.W Bush dönemi emperyal başkanlığın zirvesidir. Emperyal başkanlık başkanın iç ve dış siyasaette tek taraflı ve gizlilik içinde hareket etmesidir. Bunun iç politikaya yansıma halleri; ulusal güvenlik nedenleri, yürütmeden bilgi saklanması, kongre fonlarının harcanmaması, basının sindirilmesidir. Terimi ilk kez Schkesinger kullanmış ve bu yapının 2. Dünya Savaşı ile başladığını belirtmiştir. Bu yapılanma kuvvetler ayrılığına zarar verir. Bush dönemi iç politika yozlaşırken dış politikada tek taraflılık artmıştır. Masumiyet karinesi, Tabii mahkeme ve sanık hakları ihlalleri örülmüştür.

1-“İmza Beyanları: Yasanın uygulamasını kısıtlamak için başkan tarafından oluşturulan araç. Yasama organının yasa yapma yetkisi gasp edilir. Bush bu aracı en çok kullanan başkan olmuştur. İşkenceyi yasaklayan yasada imza beyanı ile işkence ile ilgili kısım çıkarılmıştır. Zira Bush’a göre terörle mücadelede ülke güvenliği için işkence yapılabilir.

2-İdari Emir: Yasa hükmündeki başkanlık direktifleridir.”85 İç güvenlik bakanlığını kurulması ve Amerikan vatandaşı olmayan terör şüphelilerinin yakalanması idari emirler yoluyla yapılmıştır. Bush 2005 yılında Ulusal Güvenlik Teşkilatına uluslar arası elektronik posta ve telefon görüşmelerinin denetlenmesi emrini de bu düzenleme ile vermiştir.

3-Gizlilik: Amerika’dan yurt dışına yapılan telefon görüşmelerinin dinlenmesi mahkemeden gizli yapılmıştır. Bunu kongrenin 11 Eylülden sonra başkana verdiği güç kullanma ve anayasanın verdiği başkumandanlık yetkisine dayandırmıştır.

Bush işkence yapma hakkının olduğunu ve Cenevre Sözleşmesini uygulamayacağını açıkça belirten ilk başkandır. Bunu da ülkeyi terörden kurtarmak amacıyla yapacağını belirtmiştir.

2007 yılında Bush yönetiminin baskısıyla kongre ‘dış istihbarat takip yasasını’ değiştirip mahkeme kararı olmadan dinleme yapılmasına izin vermiştir. Bu da insan hakları ihlallerinin kongre tarafından göz yumulduğuna örnektir. 

Terörle mücadelede teröre destek veren ülkelerin kaynaklarının dondurulması ve bu türeden eylemlerinin yasaklanması stratejilerin ekonomik boyutunu vurgulamaktadır, Hazine bakanlığı bu alanda yetkilendirilmiştir. 1953’ten bu yana cumhuriyetçiler yasama ve yürütmede etkili olan cumhuriyetçiler başkanın güçlenmesini sağlamıştır.Tüm bunlara karşın kongrenin tepkisiz kalmasının nedenleri ise; Yürütmenin bilgi saklamaları yapması, Cumhuriyetçilerin başkanı
eleştirmemesi, kongrenin dış ve güvenlik politikası hatalarını denetlemedeki etkisinin azalması ve kurumsal kimliğinin kaybolmaya başlaması gösterilebilir.

ABD’de Yeni Reformlar

1-Patriot (Yurttaşlık)Yasası, “Terörle mücadele anlayışında yaşanan adli ve idari anlayışın değiştiğinin en bariz göstergelerinden birisidir.”86 Amerika’yı Terörizmi Önlemek Ve Engellemek İçin Gerekli Uygun Araçları Sağlayarak Güçlendirme Ve Birleştirme Yasasının kısaltılmış adıdır. Ülke içinde geniş haber toplamak için FBI’ı görevlendirmiştir. Yasa terörle mücadelede arama ve el koymalara, dinlemelere yapılacak sınırlandırmaları azaltmaktadır.

Yeni yasayla beraber UGT mahkeme izni olmadan dinleme süresini üçten kırk beşe çıkarmıştır. Yönetim terörle mücadele bağlamında yakalanan esirlere illegal düşman savaşçısı tanımlamasını yapıp Başkanın yetkileri altına vermiştir.

2-İç Güvenlik Örgütü: 2003 yılında faaliyetine başlamıştır. Sınır içinde terörist saldırılarını önlemek, ülkeyi terör saldırılarına kapalı hale getirmek, verilen zararları düşürmek gibi hedefleri vardır.

3-İstihbarat Reformu Ve Terörizmi Engelleme Kanunu: 

   Bu yasayla tüm istihbarat kurumlarının organize edecek yeni Ulusal İstihbarat Müdürlüğü oluşturulmuştur. 
Amaç istihbarat örgütleri arasındaki iletişimi sağlamak ve 11 Eylül saldırıları gibi terörist saldırılarını engellemekti.

   Guantanamo ABD toprağı görülmediği için federal mahkeme yetkilerinin uygulanmadığı bir alanken deniz üssü Amerikan üssü olduğundan uluslararası antlaşma hükümleri de geçerli görülmemektedir. Böylece esirler hiçbir sınırlama olmadan sorgulanacaktı. Bush’un gerekçesi yine terörle dünya çapındaki mücadelesi idi. Bush ayrıca sorgulamaları askeri komisyonlarla yürütüp kariyer bürokrasisini dikkate almamıştır.

   Memolar yani hukuki mütalaalar işkenceyi meşrulaştırmıştır. Zira 9 Ocak 2002 tarihli bilgi notunda John Yoo ve J. Delahunty Cenevre konvansiyonunun devlet olmayan bu nedenle uluslar arası anlaşmalara taraf olmayan El Kaideye uygulanamayacağını belirtir. Ya da 1 Ağustos 2002 tarihinde Jay S. Bybee işkenceyi ancak bir organın işlevini yitirmesi ya da ölüme eşlik eden bir acının şiddetiyle tanımlayabileceklerini belirtmesi de meşruluk araçlarındandır. El Kaide ile Saddam arasındaki bağlantı da Bush yönetimi tarafından Irak ı işgal etmek ve halkı buna hazırlamak içim kurulmuştur.

   Amerika da 11 Eylülden sonra yapılan tüm insan hakları ihlalleri Başkanın başkumandanlıktan kaynaklanan doğal yetkileri olarak gösterilmiştir. Özellikle sanık hakları ihlal edilmiştir. “Gözaltına alınan kişileri özellikle ceza yasasına tabi tutmadılar; çünkü bu durumda gözaltı süresi sınırlıdır. Bu hakkı yok etmek için vatandaş olmayanlar göçmenlik yasasını ihlalden gözetim merkezlerine alındılar ve böylece içeride yıllarca tutulabilmelerinin yolu açıldı. Daha sonra “Özel Kayıt Yasası” adı altında 25 ülkeden —tabii çoğunluk Arap ülkesi— erkeklere (bu yasa havaalanlarında kadınlara da uygulanabiliyor) yaşadıkları Amerikan şehirlerin deki göçmen bürolarına gidip kayıt olmaları şartı getirildi. Kayıt sürecinde konu hakkında hazırlıksız ve hayli bilgisiz memurların gazabına uğrayan binlerce kişi yanlışlıkla sınırdışı edildi.”87

OBAMA Dönemi Amerikan Güvenlik Politikası

“ 4 Temmuz 2009 da Obama Kahire konuşmasında, tamamı Bush dönemin ulusal güvenlik stratejileri belgelerinde yer alan yedi temel konuya değinmiştir. Bunlar Afganistan ve Irak’taki durum, Filistin sorunu, başta nükleer olmak üzere kitle imha silahlarının yayılması problemi, demokrasinin dünyaya yayılmasının sağlanması, din özgürlüğünün dünyadaki herkes için korunması, kadın haklarının korunması ve küreselleşmenin ekonomik fırsatlarından yararlanılmasıdır.”88 Küresel ekonominin serbest piyasa ile şekillenmesi noktasında Bush ile aynı fikirde olan Obama farklı olarak ABD’nin çevreye açılması gerektiğini vurgulamış tır. Bush dönemi ulusal güvenlik stratejisinin en önemli konusu olan terörle mücadele konusunda Obama Bush hükümeti ile hem fikirdir. Ancak sadece sert güvenlik önlemleri değil aynı zamanda ekonomik ve refah artırıcı önlemelere de ağırlık verileceğini vurgulamıştır. Bu hedefle Obama Amerika’nın askerlerini Afganistan’da tutmak istemediğinin yanında orada askeri üs de bulundurma niyetinde olmadıklarını, şiddet yanlısı aşırı uçların Afganistan’da daha fazla bulunmadıklarından emin olunduğunda Amerika’nın her bir askerini memnuniyetle geri çekmek istediğini belirtmiştir. Küresel terörle mücadele
devam edecek iken yöntemler değişmiştir. Obama daha çok diyalog ve çok taraflılık yanlısı gözükmektedir. Kitle imha ve nükleer silahların kimseye yarar sağlamayacağını belirten Obama engellenmeleri konusunda Bush ile aynı fikirde olmakla beraber yöntem konusunda daha yumuşaktır. Diğer taraftan Obama Irak’taki bütün kuvvetlerini 2012 yılına kadar geri çekeceklerini belirtmiştir. Obama bilhassa nükleer silah üretimi konusunda çalışmaları nedeniyle Bush hükümeti döneminde sertleşen İran- Amerika ilişkilerini düzeltmek için adım
atmaya hazır olduğunu bildirmiştir.

ABD 2001’den bu yana Afganistan, Irak ve diğer bölgelerde hegemonyasını tam anlamıyla yerleştirebilmek adına yaptığı askeri operasyonlar için 1,2 trilyon doların üzerinde para harcamıştır. Bu rakam içinde, ABD’nin Ortadoğu ülkelerine savaşa desteklerinden dolayı yaptığı yardımlar, gizli ödenekler, imha edilen askeri araçlar ve hükümetin yaralı askerlere yaptığı sağlık harcamaları yer almamaktadır. Bunlarla birlikte bu rakamın 4,5 trilyon dolara ulaştığı tahmin edilmektedir. Ancak yapılan tüm harcamalara rağmen ABD, Irak ve Afganistan ve diğer Ortadoğu ülkelerindeki askerlerinin ve üstlerinin güvenliğini sağlamayı başaramamıştır. Zira 2001’den bu yana yürütülen operasyonlar neticesinde Irak ve Afganistan’da resmi rakamlara göre 5.881 ABD askeri ölmüştür. ABD’nin Irak ve Afganistan’da gerçekleştirdiği operasyonların yarattığı maliyet, ABD ekonomisinde büyük bir gerilemenin yaşanmasına ve ABD bütçesinin sürekli açık vermeye başlamasına neden olmuştur.89

22 Mayıs 2010’da, West Point Akademi de, ABD Başkanı Barack Obama tarafından çeşitli unsurları açıklanan ulusal güvenlik strateji belgesinde şu husular yer almaktadır: "Radikalleşen şiddetle mücadele, nükleer silahların yayılmasının önlenmesi ve nükleer maddelerin güvenliğinin sağlanması, iklim değişikliği ve sürdürülebilir küresel büyüme, ülkelerin kendi kendilerine yetmeleri için destek verilmesi, çatışmaların önlenmesi ve yaraların sarılmasına yardım edilmesi Obama tarafından öncelikli politikalar olarak sıralanmıştır.90

Obama’nın ilk başkanlık döneminde aldığı sonuçlar şunlar olmuştur:

Birinci dönemin ilk üç yılında Irak’taki asker sayısı aşamalı olarak artırıldı ve askerlerin bir bölümü ancak 2011 Aralık ayında tahliye edildi. Afganistan’da ise hâlâ 60 bine yakın ABD askeri bulunduruluyor. Guantanamo Hapishanesi ise kapatılmadı. Yine de işgal edilmiş ülkelerden çekildi çekilecek bir ABD profili ile, Fransa’nın başı çektiği ama ABD’nin gizliden destek verdiği Libya saldırısı dışında kaydadeğer başka bir sıcak temas yaşanmaması Obama’ya, başka faktörlerin yanısıra ikinci dönem Başkanlık imkânını yaratan etkenler arasındadır. Bu başka faktörlerin arasında öne çıkan ise, 2011’de Arap Dünyasında meydana gelen halk ayaklanmalarının sonrasında gelişen politik atmosferdir.

Arap dünyasındaki beklenmedik gelişmeler, diktatörleri devirmek için ayağa kalkmış halkların, bir rejim değişikliği gündeme gelmese de burjuva demokratik sistemin; seçim, yeni bir anayasanın hazırlanması gibi kimi süreçlerinin işler hale gelmesinin yolunu açan eylemleri; bu eylemlerin sonuçlarını fazla sorun yaşamadan kendi lehine çevirme imkânı bulan Obama’ya ek bir fırsat sağlayabilmişti. ABD ekmek, onur ve hürriyet için ayaklanan ancak politik bir programdan ve gelecek hedefinden yoksun Tunus ve Mısır halkının devirdiği
diktatörlerden sonraki boşluğu, herhangi bir askeri müdahaleye gerek duymaksızın maniple edebilmiş, üstelik bu ayaklanmaları destekler göründüğü için de saldırgan ülke imajının özgürlük yanlısı bir ülkeye dönüşmesi için bu süreci olabildiğince kullanmıştı.91

27 Mayıs 2010 tarihinde yayımlanan Ulusal Güvenlik Strateji Belgesi 52 sayfadan oluşmaktadır. Ve içeriğinde şu hususlar yer almaktadır:

“ABD’nin önündeki savaşlarla mücadele ederken, bunun ötesindeki ufku da görmesi gerektiğini, sınamaların üstesinden gelmek ve daha güçlü ve güvenli bir dünyaya ulaşmak için ABD’nin, ulusal yenilenmeye ve küresel liderliğe ilişkin bir strateji izlemesi gerektiği üzerinde durmuştur. ABD ordusunun ABD’nin güvenliği için bir köşe taşı olduğunu ancak, güvenliğin diğer unsurlarla da tamamlanması gerektiğini belirten Başkan Obama, genç bir yüzyılın yükünün ABD’nin omuzlarına bırakılamayacağını, eski ittifakları güçlendirerek, yeni sınamalarla mücadele için modernleştireceklerini, uluslararası standartları ve kurumları güçlendireceklerini, yeni ve daha derin ortaklıklar tesis edeceklerini kaydetmiş tir. 
Ulusal güvenlik stratejisi, uzun dönemde liderliğin canlandırılmasına odaklanırken, öncelikler konusunda acil eylemleri de kolaylaştırmaktadır

4. CÜ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR..,,

***