27 Şubat 2019 Çarşamba

Kısır Döngü ve Ütopyalar,

Kısır Döngü ve Ütopyalar,




Özdem SANBERK
06 Mart 2010


Tarihte her ülkenin, her halkın ütopyaları olmuştur. Bugün de var. Ütopyalar bazen milletlerin varlık nedenlerini oluşturur. Ermenilerin soykırım iddiaları da bu kategoriye girer. Bu nedenle bu iddiaların yok olacağını düşünmeyelim. Milletler birbirlerinin ütopyalarını bilerek bir arada yaşarlar. Her yıl tekrarlanan senaryo Türkiye, her yıl olduğu gibi bu yıl da, nisan ayı yaklaşırken Amerika ve Ermenistan ile ilişkilerinde yeniden soykırım iddialarının kısır döngüsüne giriyor.
Geçmişte uzun süre nisan ayı gelirken bu girdaba düşmemek için bu konuda artık bir şeyler yapmaktan bahsedilir, ama nisan ayı atlatıldıktan sonra bu konu unutulur ve bir sonraki yıla kadar gündemimizden tamamen çıkardı. Oysa bu yıl öyle olmadı. Yeni Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu, komşularla sıfır sorun ilkesi doğrultusunda bakanlığının yetkin kadrosuyla birlikte bu konunun üzerine nisan ayını beklemeden büyük bir kararlılık ve maharetle gitti. İçerden ve dışardan çok da eleştiri aldı. Yılmadı ve ince bir diplomasiyle Ankara Erivan arasında bilinen protokollerin imzalanmasını sağlayarak Türkiye ile Ermenistan arasında tarihi barış sürecini başlattı. Gel gelelim, Washington ve Erivan’la ilişkilerimizin bu yıl da aynı mukadderata mahkûm olmaktan kurtulamadığını görüyoruz.

Tasarı yine gündemde,
Soykırım tasarısı şimdi yine Temsilciler Meclisi Dış İlişkiler Komitesine getirildi. (**) Sağ duyu galebe çalmazsa, Komite’deki aritmetik, tasarının buradan geçeceğini gösteriyor. Gerçi bu aşamada Temsilciler Meclisi Genel Kurulu’na götürülüp götürülmeyeceği belli değil. Ama götürülür de orada da kabul edilirse, Türk Amerikan ilişkilerinin, Ankara-Erivan barış sürecinin ve Kafkasya’daki kırılgan istikrarın ciddi şekilde zarar göreceği tahmin etmek için dış politika dehası olmaya gerek yok.

Türk Amerikan ilişkileri dibe vurabilir,
Tasarının sırf Komite’den geçmiş olması dahi barış niyetini en açık şekilde ortaya koymuş olan Türkiye üzerinde ciddi bir baskı uygulama girişimi teşkil edecek. Oysa bu baskının neye yarayacağı pek anlaşılmıyor. Minsk Grubu’nda hiçbir ilerleme olmaması ve Ermenistan Anayasa Mahkemesi’nin protokoller hakkındaki gerekçeli kararı, esasen kırılgan hale gelen bu barış sürecini zaten zorluyor. Komite’nin kararı daha da zorlayacak. Karar Genel Kurula gelirse, son bir iki yılda Ankara ve Washington’da sarf edilen çabalara rağmen Amerika’nın Türkiye’de çok yüksek olmayan popülaritesinin yeniden dibe vuracağı kesin.

Kongredeki hava, 
Ne var ki Amerikan iç politikasında bugün mevcut dengeler bu tür mülahazaların kongrede işe yaramasına pek müsait görünmüyor. Dış İlişkiler Komitesi Başkanı Ermeni lobisinin kalbi sayılan Kaliforniya Temsilciler Meclisi üyesi. Önümüzdeki kasım ayında Senatonun üçte birinin yenileneceği kısmi seçimler var. Kongredeki genel siyasi hava, sağlık sigortası tartışmaları, ekonomik kriz ve işsizlik gibi sorunlar nedeniyle son derece bulanık. Kongre üyelerinin seçmelerine verebilecekleri hiçbir iyi haber yok. Böyle bir ortamda etnik lobilerin isteklerine boyun eğmek kongre üyeleri için kolaycılık gibi görünse de, birçok üyenin ve bilhassa oylarını lobilerden alan üyelerin bu kolaycılığa teslim olmaları sürpriz teşkil etmeyecek. İç politikanın dış ilişkileri etkilemesi her ülkede doğal. Amerikan siyasi sisteminin işleyişinde ise iç politik gelişmelerin ve lobilerin dış politika üzerindeki ağırlığı tayin edici özellik taşıyor.

Türkiye’nin bölgedeki politikaları,
Geçmiş yıllarda zaman zaman olduğu gibi belki son anda farklı durumlar ortaya çıkabilir ve kâğıtların yeniden dağılması mümkün olabilir diye iyimser bir düşünceye kapılmak mümkün olabilir mi? Galiba bu kere pek olamayacak. Ve iş eninde sonunda Amerikan başkanına kalacak. Zira Yahudi lobisinin desteğinin eskisi kadar güçlü şekilde yanımızda olması da pek muhtemel değil. Hatta Yahudi çevrelerinde bazı aşırı uçlar, Erdoğan hükümetinin Ortadoğu’da İran ve Suriye’nin izlediği çizgiye yakınlaşma politikaları dolayısıyla, Türk-Amerikan ilişkilerini, İran-Amerikan ilişkileri kadar tartışmalı hale getirme çabası içindeler. Türkiye İran’ın nükleer bombaya sahip olmasının önlenmesi için Amerika liderliğindeki çabalara yardımcı olmakla beraber, İran’ın bölgedeki stratejik emelleri konusunda Amerikan yönetimiyle ayni görüşleri paylaşmıyor. Bütün bu belirsizlikler içinde kongrenin soykırım kararı alması karışısında Obama sessiz kalabilir mi? Kalırsa bu davranışı Model Ortaklık tanımına uyacak mı? Bu soruların yanıtlarını yakında alacağız.

Türk halkı ne düşünüyor?,
Soykırım tasarısının kongrede bu yıl kabul edilmesi halinde bu gelişmenin iki ülke arasındaki ilişkilerde, yansımaları NATO’nun yeni küresel rolüne kadar uzanabilecek olumsuzluklara sebep olacağı muhtemel ise de, böyle bir durumda Türk halkının nasıl bir davranış göstereceği konusu pek bilinmiyor.

Yalnızlık ve radikalleşme,
Muhakkak olan bir şey varsa o da Avrupa Birliği ile toplumumuzda var olan güvensizlik havasından sonra, bir de Türk Amerikan ilişkilerinin sert bir darbe alması Türkiye’yi yalnızlığa ve daha fazla gerginliğe itecek ve bu durum iç politika sahnesine de yansıyacaktır. Bu darbe, Türkiye’nin siyasi sistemin yapısal bozukluklarının üstesinden gelmeye yönelik reform çabaları için halk kitleleri nezdinde hiç de teşvik edici olmayacak ve halk tabakaları dahil, çeşitli kademelerde esasen mevcut olan radikalleşme eğilimlerini kuvvetlendirecektir.

Çoğulcu düşünceye etkisi,
Türkiye’de yoldan geçen insanların soykırım konusunda görüşleri bilhassa son zamanlarda Ermenistan’dan ve tabii diyasporadan farklı şekilde oldukça ciddi bir çoğulcu manzara gösteriyor. Dünyanın hiçbir yerinde Ermenilerin soykırımı tartışmaları mümkün değilken, hatta buna yasal olarak imkân bulunmazken, Türkiye’de toplumun belli kesimlerinde soykırımı hakkında farklı görüşleri savunmak artık mümkün. Amerikan Kongresi’nden çıkacak bir kararın Türkiye’de filizlenmeye başlayan bu düşünce çoğulculuğunu da olumsuz etkileyeceği unutulmamalı. Zaten halkın büyük çoğunluğunun bu konudaki bilgisi aile veya dost ve arkadaş öykülerine dayanmakta ve Birinci Dünya Savaşı’nda Müslüman Türklerin Anadolu’da Ermeni çetelerin ellerinden gördükleri zulüm etrafında şekillenmekte. Olayların Türkiye’den görünüşüne, bir bakıma, evlerinden atılma, katliam, şiddet ve kitlesel göçe zorlanma gibi Ermenilerin kendi hikâyelerinin Türklere aynen yansımalarının hâkim olduğunu hepimiz biliyoruz. Türkiye’de yine birçok insan, Amerikalılardan (ve Avrupalılardan) farklı olarak, yüz binlerce Azerbaycanlının çok yakın bir geçmişte Ermenilerce zorla işgal edilen topraklarından sürülerek kendi ülkelerinde mülteci durumuna düştüğünü ve Amerikan ve Avrupa kamu oylarının bu adaletsizlik karşısından sessiz kaldığını görüyor. Dolayısıyla tasarı Amerikan Kongresi’nce kabul edilecek olursa bu kabulün özellikle Anadolu’da ve büyük şehirlerde, belli kesimlerdeki geniş Türk halk kitleleri içinde büyük bir öfke ve infiale sebep olacağına muhakkak nazarıyla bakılabilir.

Sorumluluk,
Böyle bir karar, Avrupa Birliği’nin tam üyelik müracaatımıza gösterdiği ayak süren davranışlarının yarattığı aleyhtarlık ve soğukluğu, Türk-Amerikan ilişkilerine de, artık bir daha onarılması pek güç olacak şekilde yerleştirecek ve Türk-Amerikan ilişkilerinde Türkiye karşıtı aşırı etnik lobilerin emelleri doğrultusunda derin uçurumlar açılmasını sağlayacaktır. O zaman Türk-Amerikan ilişkilerinin, İran-Amerikan ilişkilerine benzer bir güvensizlik içinde görmek isteyenlerin emelleri gerçekleşmiş olacaktır. Ermeniler, Azerbaycanlı kaçkınlarının yurtlarına dönmelerine razı olmazken, tasarı, Türk halkının önemli bir bölümü tarafından Erivan’a verilmiş büyük bir taviz olarak görülecektir. Evet tasarının kabulünün Türk halkında yaratacağı tepkiler, hem Türkiye’de, hem de bölgede uzun vadeli sonuçlar ve siyasi sakıncalar yaratacaktır. Ama bunların yanı sıra, karmaşık hukuki sonuçlara da yol açacağı hatırda tutulmalıdır. Bu sonuçların bedelini, nihai tahlilde, bu tasarıya oy verecek olan üyelerin ödeyecekleri de unutulmamalıdır. Bu nedenle Dışişleri Bakanlığı’nın kongre üyelerini kendi sorumluluklarının bilincinde olmaya davet etmesi yerindedir.

Ütopyalar,
Tarihte her ülkenin, her halkın ütopyaları olmuştur. Bugün de var. Ütopyalar bazen milletlerin varlık nedenlerini oluşturur. Ermenilerin soykırım iddiaları da bu kategoriye girer. Bu nedenle bu iddiaların yok olacağını düşünmeyelim. Bizim de ütopyalarımız var. Örneğin Ermenilerin soykırım iddialarının karanlık yüzünü görecekleri ve bu iddialarından vazgeçeceklerini hayal etmek gibi. Milletler birbirlerinin ütopyalarını bilerek bir arada yaşarlar.

Kamuoyu,
Evet her hikâyenin doğru veya yanlış bir diğer yüzü var. Öteki yüzün görülebilmesi o kadar kolay değil. Klasik diplomasi usulleriyle olmuyor. Uzun on yıllara yayılan zaman dilimleri içinde, dünya TV ekranlarında, uluslararası konferanslarda serbestçe yapılan tartışmalara, dünya gazetelerinde yayınlanan makalelere, dünya kitapçılarının kütüphanelerinin raflarında yer alan kitaplara, filmlere, edebiyat ve sanat eserlerine uzanan uzun soluklu kamuoyu diplomasisine ihtiyaç var. Bu da ancak bilinçli kuşakların yetişmesiyle, önümüzdeki on yıllara kalacak bir iş. Sırf bugüne baktığımızda, Ermenilerin ve Türklerin ütopyaları devam ettikçe, Amerikan siyasetinde etnik lobilerin rolü ayni kaldıkça yakın bir gelecekte soykırım kısırdöngüsünden çıkmamıza olanak yok.


* Bu yazı 5 Mart 2010 tarihinde Radikal Gazetesi'nde yayınlanmıştır.
** Yazı, Amerikan Temsilciler Meclisi’ndeki tasarının oylaması yapılmadan önce kaleme alındı.

http://www.bilgesam.org/incele/886/-kisir-dongu-ve-utopyalar-/#.XHY2KYkzbIU


***

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder