5 Eylül 2018 Çarşamba

YOLSUZLUK KISKACINDA TÜRKİYE BÖLÜM 6

YOLSUZLUK KISKACINDA TÜRKİYE BÖLÜM 6



- TİNAZ TİTİZ (Oturum Başkanı)

Teşekkür ederim. Sayın Yalçın BAYER size söz veriyoruz. Sizden de özellikle istirham ediyorum, bu zamana riayet etmek konusunda.»

- YALÇIN BAYER (Gazeteci)

Hırsızlık bizim genlerimize Osmanlılardan geliyor. 16. yy.'da KANUNİ'nin bir damadı varmış Rüstem PAŞA, bütün memurları rüşvetle atarmış. 

1920'lerde de bir KÜBA Cumhurbaşkanı varmış yılda bir kez milli piyangoyu, ya karısına ya eşine çıkartırmış. Yani ben 1950'lerden 1938'lerden bahsetmek 
istiyorum. O havuz-yavuz meselesi vardır hatta Maliye Bakam'nın, Cavit Bey'in idamına kadar gelişen bir yolsuzluk... Ondan sonra Demokrat Parti dönemleri, 

Cumhuriyet Halk Partisi dönemleri lastik, bakır, florasan kuyruklarını, 50'lerin sonlarında yaşayanlar gayet iyi biliyorlar. Arkalarında hangi siyasetçilerin 
rolleri var onları da biliyoruz. 1975'lere geldiğimiz zaman, hayali ihracatı gerçekleştiren kişilerin amcası; aslında burada Süleyman Demirel'den bahsediyor, ama Şevket Demirci'den başlamak lazım. Hiç sesi, sedası çıkmıyor. Benim bildiğim altı tane Holding'leri var, oğlu ile birlikte kurdukları. Uzun yıllar 

İsviçre'de kaçak yaşadı. Göstermelik şekilde bir kaç ay hapis yattıktan sonra hâlâ banka soymaya devam etti. Yine babası ile birlikte ellerini kollarını 
sallayarak geziyorlar. Gelirsek o dönemlerde yine Menderes'in döneminde bu teneke, lastik, çimento tahsislerinden kimlerin ne paralar kazandıkları,

 "Şellaf-yan" adını da unutmayarak aktarmak istiyorum. Döviz karaborsası, Marlboro kaçakçılığının arkasında hangi mafya grupları var diye... Askeri döneme geldiğimiz zaman banker skandalinin neler olduğunu, neler yaşandığını biliyoruz. Dün Kurthan Fişek'e Kastelli bir mektup göndermiş bayağı tehdit ederek; 

" Bak hoca! haddini bil, hakkımda yazacağın her yazı adliyeye intikal edecek. Bu satırları sana yazmak istemezdim ama kendimi tutamadım. 
Sana meydan okuyorum, hadi bakalım çık karşıma ". Artık iş bu hale geldi. Turgut Özal dönemine gelirsek, gerçi Turgut Özal Türk insanın dinamizmini 
yakaladı ama, gerçek bir yağma ve talan dönemi onun döneminde başladı. Yerel yönetim yasaları ile İstanbul'un ne hale geldiği, nasıl çirkinleşmeye başladığını, askerlerle gümrükçülerin birbirlerini nasıl vurduğunu, JAGUAR'ları, İsmail Özdağlar'ı da unutmadık. 85-86-87'lerde azgın bir hayali ihracat dönemi yaşarken Ertan Sert'leri, Turan Çevik'leri, Hasbi Menteşoğulları'nı da... Yine o yıllarda turizm tahsislerinden kimler yararlandı, arazileri aldılar, kimler kredilerle teşviklerle ödemeden oteller yaptılar. 1990'ların başlarına gelirken Körfez Krizinin nasıl patladığını, nasıl büyük zararlara uğradığımızı da tırnak içinde avanta peşinde koşarken maliyecilerin hesabına göre; 27 milyar dolar nasıl zararımızın olduğunu Demirel geldikten sonra "Koskatas" 
dosyalarının nasıl hiç edildiğini, PKK terörünün nasıl yükseldiğini ve 20-30 bin can gittiğini, uyuşturucu kaçakçılığından kimlerin neler vurduğunu, 
ekonominin nasıl yer altına girdiğini, devlet bankalarının ardından nasıl soyulmaya başladığım, kumarhanelerin nasıl açıldığını, kimlerin izin verdiğini, 
hangi bakanların izin verdiğini, kara paranın daha şiddetle dolaşmaya başladığını, o arada tabi herkes uyuyor biz tedbiri sonradan almaya başlıyoruz, 
karar veriliyor sonra önlem alınıyor. Hem siyasi hem de ekonomik yönden bir çeteleşme başladı. Siyaset hakikaten iyice kirlendi. Yine o dönemde yüz 
elli bin kaçak Mercedes bu dönemde sokuldu, Türkiye'ye. Maalesef gümrükler bunları tespit etti ama, ucunu getirmedi. Milyon dolarlar vuranlar var. 
Hâlâ bugün piyasada bilinen isimler. Üç banka yine bu dönemde soyuldu. Bunun bedelleri bizim sırtımıza yüklendi. Yüksek faiz dönemiyle Hazine nasıl boşaldı? Memur maaşlarını karşılayamaz hale nasıl geldi? Bu arada yeni bankalar kuruldu. Yeni bankaların gidin bugün; İstanbul'da, Levent'te nasıl büyük binalar yaptıklarını görün. Ondan sonra bu süreç içerisinde gene İSKİ'yi Çiller'e meşhur Tofaş ihalesini, Türk Bank'ı daha sonra İstanbul Büyükşehir Belediyesinde Refahlı ve Faziletli İktaş'ı, Akbil yolsuzluklarını, önümüzdeki günlerde sanıyorum Metro'nun nasıl bir maliyetle, Ankara'dan bir misli daha pahalı nasıl yaptığını, düşünün. Kuzey Irak, Nahçıvan ve Karadeniz üzerinden yapılan petrol ticaretini, petrol vurgununu, hayali ihracatları unutmayalım. Hep bunların sorunları, Ankaraydı. Bu bürokrat, politikacı ve iş adamı üçgeninde döndü mafyalaşma. İş adamı önerdi, bürokrat kararnameyi çıkardı. Milletvekiline önerdi, kanun çıktı, ilgili kararnameler bir gecede çıktı, bir gecede kaldırıldı, tahsisler geldikten sonra. 

Yani Paraşütler, Balinalar, Kasırgalar, Bufalo operasyonları bu dönemlerde başladı. Paraşüt operasyonunda, bir haftada yüz TIR Türkiye'de, 
"işleme kaydıyla transit ticareti yapıyorum" diyerek Kuzey Irak'a haftada yüz TIR salça gitti, çay gitti, muz gitti. Fakat bunların hiç biri doğru değildi. 
Gelmiş gibi iç piyasalara sokuldu. Sadece Paraşüt operasyonuna bir tek gümrükten, Kilis gümrüğünden yapılan Hazinenin zararı 26 milyon dolar 
olduğunu geçenlerde açıkladılar. Görüldüğü kadarıyla ihracatımızın %36.7'sinin hayali olduğu da biliniyor. Orhan Aslıtürk ile ilgili olarak ilk önce 
yazanlardan biriyim. Yakınlarının hepsi iktidardaydı. Maalesef hiçbir önlem alınmadı. Hiçbir maliye düzeyinde, ilgili vergi dairelerinde denetim yapılmadı. 
Adam Türkiye'yi gerçekten soydu, soğana çevirdi. Laleli piyasası onunla şahlanmış gibi gözüktü ve ancak belgelenen l .7 milyar dolar bir bedel, ödedi 
Türkiye. Şu anda ise Londra'da evleri var, uçakları var, yatları var, katlan var. Onun bir de karısı var, Gülay Aslıtürk. Gülay Aslıtürk'ü kim soyguna itti? 
Kimler bu hale getirdi? Liderin eşi; lösemili çocuklar için yardım toplantıları düzenledi. Dünyanın masrafları yapıldı. O bedelleri veremedi. Belediye 
üzerinden rantlar sağladı. Siyasi liderlerin toplantılarına, yemeklerine, seçim masraflarına, kampanyalarına... Bugüne gelirsek, turizm patladı, çatladı diyorlar. 
Ben hiç turizmin patladığını, çatladığını sanmıyorum. Yalnız Antalya yöresine, dışarıdaki bir turizm acentesine verilen büyük para tanıtım kampanyasıyla, 

Amasya'nın çöpçüsü, itfaiyecisi beş yıldızlı otellere yerleştirilerek, rekor kırıldı diye gösteriliyor. Aslında sayısal olarak belki rekordur ama, döviz olarak ne 
girdiği hâlâ açıklanmış değil. Üretimimiz durdu. Trakya'da çok dinamik ve kendi bölgem olduğu için daha iyi gözlemliyorum. 600 tane tekstil fabrikası var. 
Onlarca yağ ve deri fabrikası ve diğer kirletici sanayiler var. Trakya'nın havzasında su bulunduğu için, bugün onlar oraya geldiler. 

Fakat maalesef, ekonomideki daralmadan, hayali ihracattan ötürü o 600 fabrika %30 kapasite ile çalışıyor. Bir de oraya Avrupa'nın en büyük Coca-Cola 
fabrikasını kurduk. Onun 20 km ötesinde Pepsi fabrikası geldi. Harcanan yeraltı sularını hesap edebiliyor musunuz? Yalnız Lewis fabrikasının bir günde 
tükettiği su miktarı, 150 bin nüfuslu Çorlu'nun kullandığı su kadar yıkıyor, atıyor, kirletiyor. Bir çevre planı yapılamadı. Herkes bir fabrika kurdu. 
Teşviklerini aldı kurdu ve hepside tıkandı. Çok büyük bir facia yasanacak gibi görüyorum. Kasım ayı geldi hâlâ hava sıcaklığı 20'lerde. 12-13 olması lazım. 

Yağışların düşmesi lazım. Maalesef dünyadaki iklim değişikliğinden ötürü bir faciaya doğru gidiyoruz. Bizim İstanbul Belediyesi de Istıranca ormanlarının 
derelerini alıp Terkoz'a getirdi. Ben belediyenin yerinde olsam, bunu İstanbul'daki toplantılarda da söylüyorum, İstanbul'a günde artık iki gün su veririm. 
Çünkü büyük bir tehlike ile karşı karşıya... Bu Ankara ve Türkiye içinde geçerli. Buna rağmen bakıyorsunuz, çevrenizde otomobilden geçilmiyor. 
Biz İkitelli'deki işyerimize giderken gözle görülür şekilde üç yıldan beri müthiş bir trafik tıkanıklığı yaşanıyor. Geçenlerde artık çıldırdım. 
Karayolları İstanbul'daki Bölge Müdür Yardımcısıyla konuştuk. Karayollarındaki yetkili isyan eder durumda herhalde. "Ne olur yazın Ankara duysun". 
Hiçbir şey yazılmıyor. İstanbul Boğaziçi Köprüsü kapasitesi günde 120 bin araçlık fakat şu anda 195 bini bulmuş halde. Otomobil fuarı açılıyor. 

Geçen hafta otomobil fuarı vardı. Otomobil fuarı ziyaretçi rekoru kırdı. Halka bakıyorsun otomobilden başka bir düşündüğü yok. Millet soyuluyormuş, 
bilmem ne soyuluyormuş hiç umurunda değil. Faizdeki paraları buraya aktardı. Yani böyle bir süreç yaşanıyor. Ne yapacağız? Bilmiyoruz. 
Çevreden tutun hükümetteki basiretsizliğe kadar böyle bir hasta toplumla karşı karşıyayız. Fırtınalı bir dönem geçiriyoruz. Maalesef vatandaş olarak 
da bu soygunlara, vurgunlara karşı da duyarsız, seyirci kalıyoruz. Kardeşlik ve dayanışma ilişkileri, kültürel değerlerimizi kaybediyoruz. Soruyorum; 
iktidarda olmak sadece siyasetçilerin işi midir? Sivil toplum örgütleri maalesef ortada yok. Ben bir konuya, globalleşmeye dikkat çekmek istiyorum. 
Çok tartışmalı bir uygulama. Evet ortak kurallılık getiriliyor, şeffaflık getiriliyor ama, bunun yanında kaçakçılık, yolsuzluğu da getiriyor. 
Yasa dışı sınır ticareti, uyuşturucu ve silah ticareti, üretimde mafyalaşma biçimleri, vergiden kaçış, işletmelerde çifte muhasebe ve kara para olgusu 
önümüzde artık. İktidara ortak bir partinin genel başkanı "bugün hedefimiz Türkiye'nin sanayileşmesini daha ileriye götürürken öte yandan da bilgi 
çağının alt yapısını hazırlamalıyız" diyordu, Mesut Yılmaz. Ancak sanayi ve kalkınma stratejileri acaba yeni bilimsel, teknik ve ekonomik gelişmelerine 
bizi uydurabiliyor musunuz? Yine, yakında Cumhuriyetin bilim teknik ekibinde çok önemli bir adamdır; Orhan Bursalı yazmış. "Yarını İnşa" başlıklı bir 
yazısında; öneririm. Türk insanının ülkesi, şirketi, yönetimi vesaireyle dünyadaki gelişmeyi yakalaması gerektiğini söylerken, yeni siyasi kadroları mı 
bekleyeceğiz, diye soruyordu? Yoksa küreselleşme hakikaten demokrasiyi öldürdü mü, öldürüyor mu? Acaba bizim bu kargaşa ve soygun düzeni 
içerisinde başka şeyler mi düşünmemiz gerekiyor? Gerçekten Türkiye'ye de yazık oluyor. Teşekkür ediyorum.

- TINAZ TİTİZ (Oturum Başkanı)

Çok teşekkür ederim Sayın Bayer. Efendim konuşmacılarımızı dinledik. Hepsine teşekkür ederiz. Hepsi Türkiye'nin bu konuda söz söyleme ehliyeti olan 
insanları, her tarafıyla bize bir resmi gösterdiler. Şimdi sizlere geçmeden önce, bende müsaade ederseniz bir iki ufak noktaya değinmek istiyorum 
Bu konuda yazılar vardır. Onlardan bir tanesinin başlığı "Çete anatomisini iyi anlamalıyız" diye. Son paragrafını müsaade ederseniz okuyayım. Ondan 
sonra bir kaç hatırlatma yapmak istiyorum. Bir çetenin oluşabileceği
alanlar toplumun onayına tabidir. Toplum onayından geçmemiş bir alanda ne denli gözü kara olursa olsun, hiç kimse çete kuramaz. Kurmasına kurar ama, 
bir kaç günde dağılır gider. Yani, uzun ömürlü olmaz. Toplum bir çetenin var olup olmamasına benimsediği değerlerle onay verir ya da vermez. Nasıl ki bir 
evde üreyen böcekler, böceklerin arzusu yoluyla değil de o ev sahibinin pasaklılığı yoluyla oluşuyorsa, çetelerde toplumun çeşitli değerlerinin yarattığı 
iklim içinde var olabilir ya da olamazlar. Eğer bir çete var ise orada bazı değerlerde sorunlar var demektir. Değerleri bozulmamış bir yerde kimse çete 
kuramaz. Buna çete kurmanın altın kuralı denilebilir. Türkiye'nin en büyük dört üniversitesinden birini, içinde, yaklaşık yüz kişini görev yaptığı saray 
yavrusu rektörlük binasındaki tuvalet, yalnızca rektör tarafından kullanılabiliyor. Burada bilgi toplumuyla ilgili olarak yapılan bir toplantıya çağrılan 
davetlilere ise yanındaki bir binanın tuvaleti gösteriliyor. Orada da kapının üzerinde şunlar yazıyor; "sular akmadığından dolayı tuvalet kapalıdır." 
Bu basit görünüşlü olayın çetelerle ilişkisi ilk başta görülemeyebilir. Ama çok ilişkilidir. Her sorunun tek nedeni olarak, okul eğitiminin yetersizliğini 
görüp kaynaklarını bu yolda mobilize etmiş olan ülkemizde, bu basit olay çok değerli bir yol göstericidir. İnsanlarımızı okutup hepsini birer profesör yapsak, 
59 üniversitemizi kurduğumuz illerimizin her birini birer İstanbul yapsak, sonuçta varacağımız yer, tuvaletin ve suyun önemini anlamamış ama beklentileri, iddiaları, tafraları, ihtirasları artmış bir sürü yardımcı çete üyesi oluşturmaktan ileri değildir. Çetelerin yok edilmesi, temizlenmesi gibi isteklerimizi gözden geçirmeli, hangi çetelerin üyeleri olduğumuzu keşfetmeye ondan sonra, gerçek mücadele yöntemlerini bulmaya çalışmalıyız. 

Bir ara 1998'de böyle bir şey yapmıştım. Efendim Discovery kanalı zannediyorum ki; gerçekten hepinizde etkiler yapıyor. Orada her gün belki onlarca, yüzlerce tür bitki ve hayvan görüyoruz. Bir kısmının nasıl olduğunu dahi anlamıyoruz. Yani gözleri, kulakları, oraları, buraları, hiç bizim anlayacağımız 
gibi değil. Ama bütün bunlann altında, ekoloji dediğimiz bir şey yatıyor. Yani bütün o ya¬ratıkların hepsi uygun bir ekoloji varsa ortaya çıkıyor. 
Uygun ekoloji yoksa yok oluyor. Şimdi bu aynen yolsuzluklar veya hırsızlıklar ekoloji içinde doğar. Burada adlarını deminden beri saydığımız ve daha 
saymaya kalksak herhalde bunu gibi yüz tane panelin yetmeyeceği yolsuzluk ve hırsızlıklar bu insanlar var diye olmuyor. Onlar bir ekoloji dolayısıyla var 
olup tuhaf tuhaf tipler altında ortaya çıkıyorlar. Şimdi Türkiye toplumunun sorun çözme geleneğinde şöyle bir yaklaşım var; bir şeyin dışa vurumlarıyla, 
manifestas-yonlarıyla onun nedenleri aynı sayıyor ve ne kadar çok manifestasyon varsa, ne kadar çok dışavurumu varsa bunları sayarak bu sorunu 
çözdüğünü, analiz ettiğini düşünüyor, Türk toplumu. Buna çok dikkat etmeliyiz. Nedenleri de ortaya çıkanları birbiriyle karıştırmamak gerekiyor. 

Sadece nedenler değil, o nedenlerin arasındaki ilişkilerde çok önemli. 1994-95 yılında yaptığımız bir çalışma var, rüşvetle ilgili. Hem Türkçe hem 
İngilizce olarak yayınlandı. Rüşvet dediğimiz olaya yol açan nedenleri şurada on dakika uğraşsak hepimiz sıralayabiliriz. Ama bu nedenler arasındaki 
ilişkileri ortaya koyup da kim kimi ne kadar etkiliyor ve sonuçta da rüşveti nasıl etkiliyor diye ortaya çıktığımızda, işte o zaman hiç konuşmadığımız 
nedenler ortaya çıkmaya başlıyor. Bakın burada değerler sisteminden bahsettim. Ahlakın çok önemli rolü üstünde hepimiz konuştuk. Hukuk ve ahlakı 
aynı kefeye koymak lazım belki. Onlardan bir tanesi de bütün toplumlara binlerce yıl yönvermiş olan din kurumudur. Ama Türkiye'de din kurumu diye bir 
şey yoktur. Türkiye'de din kurumu siyasetin emrindedir, bir siyasi enstrüman olmuştur. Dolayısıyla bütün bunlar yoktur derken neyin olduğunu, 
neyin başkasının yerine geçtiğini, neyin işlevini kaybettiğini görmemiz etmemiz lazım. 
Bu nedenler arası ilişkiler durup dururken oturduğumuz yerde anlaşılabilecek bir iş değil. Bugün en basit konuları birer meslek dalı, birer mühendislik dalı, birer disiplin haline getirmişiz. Şimdi şurada görüyoruz ki, son derece karmaşık ilişkileri içeren bir tabloyla karşı karşıyayız ve bu tablo statik de değil. Her geçen gün şekil değiştiriyor. 

İçinde bulunan aktörleri de ortaya çıkan resme göre tavır alıyor ve bunu saptırıcı, ortadan kaldırıcı, başka yönlere bakmamızı sağlayıcı bir dinamizm 
öğesi de var içinde. Böyle bir problemi çözmek herhangi bir konuda özel bir bilgi, beceri dalı geliştirmeksizin hangi babayiğitin harcıdır? Bunu bana 
söyleyebilecek kimse var mıdır? Öyle bir kimya laboratuvarı düşünün ki orada çalışanlar kimya bilimiyle herhangi bir ilişkileri yok. Maddelerin nasıl 
birleştiğini, nasıl ayrıştığını, hangi yapı taşlarından oluştuğu konusunda bir merakları da yok ama ısrarla kimyagerlik mesleğini sürdürmeye çalışıyorlar. 

Türkiye'de ben buna "sorunlar kimyası" adını veriyorum. Sorunlar konusunda analizler ve bunlara ait çözümler üretebilmemiz için önce bu sorunlar 
kimyasını iyi öğrenmemiz gerekiyor. Yolsuzluklar hiyerarşisi dediğimiz şey tamamen bu kimya ile ilgili. Keş¬ke mümkün olsaydı da Türkiye'de bütün 
bu hırsızlıkları, yolsuzlukları yapanlar sadece belirli insanlar olsaydı. Onları bir biçimde teşhis edip yok ederdik. Böylelikle de bu işler biterdi. 
Ama yolsuzlukların bir hiyerarşisi var. En tepesinde en büyük paraları çalanlar, uzun dönemli en büyük zararları verenler var. 
Ama bu hiyerarşinin altına doğru indiğinizde hele bizim gündelik yerlerde yaptığımız basit kural ihlalleri var. Bir toplantı salonunda telefonların çalması 
dahi bu kurallara dahildir. Bu çok masum görülebilir ama, onun üstüne uçakta telefon kullanmak binebilir. Onun üstüne trafikte hız sınırının üstünde 
kullanmak gelebilir. Onun üstünde alkollü araç kullanmak gelebilir. Onun üstünü üç sene çalışmaması gereken yerde çalışmak gelebilir. Onun üstüne 
gizlememesi gereken bilgiyi gizlemek gelebilir. Bunlar kademe kademe giderler. Şu bir altın kural olarak bilinmelidir ki hiç bir yolsuzluk, hiçbir eğrilik 
daha onun altındaki basit bir eğrilik tabanı olmaksızın ayakta duramaz. İşte çete kurmanın altın kuralı deminkiydi. Belki yolsuzlukların altın kuralı da 
her yolsuzluk daha basit bir başka yolsuzluğun eğriliği üstünde yer alabilir. Hepimiz kendimize dönerek, "ben hangi eğriliklerle benim üstümdeki 
daha büyük eğriliklere taban inşa ediyorum" diye kendimize sormamızda yarar var. Sonuç şudur; yakınma yoluyla tepkilerimizi dile getirme alışkanlığı 
zannediyorum ki, yolsuzlukların gerçek nedenlerinin ortaya çıkarılmasının karşısındaki en büyük engeldir. Onun için bu yakınma işini bırakarak 
son derece serin kanlı olarak, bu işlere gerçekten bir kimyaya bakar gibi, bir yolsuzluklar kimyasına bakar gibi bakmayı görmemiz gerekiyor. 
İkincisi de düşünce sistemimizin zaafiyetlerini keşfetmek zorundayız. Bunu bugüne kadar keşfetmedik. Düşünce sistemimiz zayıf, içine virüsler karışmış. 
Bakınız trafikte emniyet şeridinde araç kullanan birisini durduruyorsunuz, beyefendi veya hanımefendi birisine "burada niçin kullanıyorsunuz" diyorsunuz, 
bakıyor "evet haklısınız, burada kullanılmaz" diyor. Ama diyor bakın başkaları da kullanıyor. Dolayısıyla bende kullanıyorum. Bu düşünce sisteminin 
içine karışmış olan bir virüstür. Bu virüs dolayısıyla ürettiği bütün düşünceler bununla enfekte haldedir. Dolayısıyla eğer düşünce sistemimizin içinde 
bu tip enfeksi-yonlar varsa bunları keşfetmemiz ve yok etmemiz lazım. 

İkincisi nasıl insanların bir bağışıklık sistemi var hastalıklardan koruyorlarsa toplumunda bağışıklık sistemi var. Ona da sorun çözme kabiliyeti diyoruz. 
Şunu yüksek sesle itiraf etmemiz lazım; bu işin kabadayılıkla filan bir ilgisi yok. Türk toplumunun sorun çözme kabiliyeti zayıftır, dumura uğramıştır. 
İşte kanser nasıl ki bağışıklık sistemi çökmüş olan organizmalarda ürüyorsa yolsuzluk, hırsızlık, eğriliklerde böylece toplumsal sorun çözme kabiliyeti 
düşük olan bir ekoloji içinde ürüyor. Önce biz bunu keşfedip bunun nerelerden kaynaklandığına bağırıp çağırmadan çok serin kanlılıkla bakmamız lazım. 
Hiçbir mimar çizdiği planları bağırarak yapmıyor. Hiçbir kimyager laboratuvarında yaptığı analizleri bağırarak, çağırarak yapmıyor. 
Biz bu işleri hakikaten bir denklem çözer gibi, çok bilinmeyenli ve dinamik bir denklemi çözer gibi, bununla ilgili geliştirdiğimiz bu sorun kimyası 
disiplininin kurallarına uygun biçimde ve çete kurmanın ve yolsuzlukların altın kurallarına uyacak biçimde bakmak zorundayız.

- Ş. BÜLENT YAHNİCİ (MHP Genel Bşk. Yrd.)

- Şimdi efendim demin devletin envanterinin çıkarılmasından bahsedildi. Birde yolsuzluk envanterinin çıkarılması lazım. Yani yolsuzluk nerede yapılıyor? 
Nerelerde yolsuzlukla karşı karşıyayız ve hangi yolsuzlukla kim karşı karşıya olduğunda devletin hangi birimi, hangi organı o yolsuzlukla karşı karşıya kalıyor. 
Demin Sayın Bayer bir tarihi pers¬pektif içerisinde zaman zaman karşılaşılan yolsuzluk olaylarını anlatmaya çalıştı. Sayı sıra olarak geçti. Mercedes'ten 
bahsetti, şu kadar Mercedes diye. O Mercedeslerin davaları hâlâ devam ediyor. Yargıtaya gitti geri döndü. Tekrar gitti. Şimdi zaman aşımından hepsi bitecek. 
O yargılanların hepsi de dışarda ve o Mercedeslere biniyorlar şu anda hiç merak etmeyin. Yolsuzluğun envanteri dedim. Yolsuzluğun envanteri ne? Yani 
Türkiye'de nerelerde yolsuzluk yapılır. Bir sürü yerde yapılır. İşte en son bankalarda yolsuzluğu gördük. Bankalar vasıtasıyla soygunu gördük. Bankaların 
hortumlanması gördük. Onun üzerinde duruyoruz. Başka hortumlama yok mu? Türkiye'de Sayın Sağlar bahsetti. Senelerdir kaçak hayvan girer. Türkiye'nin 
her tarafından kaçak hayvan giriyor. Güneydoğu'da 27 milyon koyun sürüsü sayılır, 21 milyonu kaçak. Tarım Bakanınız gider Van'a kaçakçılar tarafından 
öldürülme tehdidiyle geri gelir. Şeker tahsisi bir ayrı yolsuzluk konusudur. Şekeri tahsisen alırlar. Kuzey Irak'a tahsisle şeker ihraç edeceğiz derler. 
Bu tahsisle alınan şeker Türk iş piyasasında ucuza satılır, el altından satılır. DPT senelerce ihracat kaydıyla ithalat belgesi vermiştir. 
Milyonlarca dolar ihracat taahhütlü ithalat belgeleri verilmiştir. Müteahhitlik hizmetleri bir ayrı yolsuzluk sebebidir. İhaleler şu paralarla alınır. 
İstikhaklar şu paralarla alınır. Akaryakıt diye bir olay var. Güneydoğumuzda rafine kurmuşlar şimdi. Akaryakıtı getirmeleri bir tarafa bir de işliyorlar. 
Yani bütün bunlar, Türkiye'de hepimizin gündelik hayatta yaşadığımız gördüğümüz bildiğimiz yolsuzluk hadiseleri. Bunların hepsini biliyoruz, hepsinin 
farkındayız. Son 30 yıl içerisinde de hepi¬miz gözlemlerimizle bunların farkında olarak yaşayan insanlarız. Hanımefendi diyorki siz siyasetçisiniz 
ne düşüyorsunuz? Ben siyasetçi olarak sadece tespit yapmakla kalmayan, kendimce tespite karşı tedbir olabilecek konuları da mümkün 
olduğunca aslında çare ne-diri cevaplamak açısından mümkün olduğu kadar kendi konuşmamda çare olabilecek şeyleri aktarmaya kendi 
düşüncelerimiz veya siyasi düşüncelerimiz paralelinde aktarmaya gayret ettim. Hatta müessese tekliflerim oldu. Yargıda ne yapılmalı, adalet 
sisteminde ne yapılmalı, denetim sisteminde ne yapılmalı, etkin denetim dedim. Yani bütün bunları da söylüyoruz. Bütün bunlarla ilgili işte 
bankacılık kurulunu yeni kurdunuz, yeni düzenlediniz. Sermaye piyasayı kurulunu yeni kurdunuz, yeni düzenlediniz işliyor. Başka şeyleri yeni 
kuruyorsunuz. Ombudsman müessesini yeni getiriyorsunuz. Ombudsman müessese¬si işler işlemez, Türkiye'ye uyar uymaz. İleride ne olur onu bilmem. 
Ama demin dediğim etkin denetim sistemi için yeni bir sistemin getirilmesi ve bir merkezi denetleme kurulunun etkin bir şekilde kurulmasını teklif ediyoruz. 
Bütün bunlar alınabilecek tedbirlerdir. Ama bütün bunların içinde bir şeye bir kere daha ısrarla temas etmek istiyorum. Hukuk sistemi doğrudur. 
Hukukun üstünlüğüne inanmak, hukuku uygulamak. Hukuku kim uygular? Sayın Nuh Mete Yüksel uygular. Hukuku kim uygular? Vatandaş olarak biz 
uyarız uymak zorundayız. Hukuka uymadığımızdan bizde bu işler oluyor veya hukuku uygulayanlar iyi uygulamadığından bu işler oluyor. 
Hukuk bir cezai yaptırım sistemidir. O sistemin dışında biz vicdani yaptırım sistemimizi gözden geçirmek zorundayız. Ahlaki ve manevi sistemimizi 
gözden geçirmek zorundayız. Teşekkür ederim.


- TINAZ TİTİZ (Oturum Başkam)

Çok teşekkür ederim. Efendim süremiz doldu ama bir iktidar, bir muhalefet siyasetçisi¬ne söz vermek istiyorum. Buyurun Sayın Elkatmış.
- MEHMET ELKATMIŞ (FP Milletvekili)
Efendim bazı şeyler ortada kalmış gibi gözüküyor. İşte soru soran arkadaşımız dedi ki sizde şikayet ediyorsunuz. Halbuki siz işi çözmek mevkiindesiniz, 
şikayet etmeye hakkınız yok. "Ne yaptınız" diyor. Doğrudur. Tabi biz burada sadece şikayet eder konumda değiliz. Belki bilinen bir takım şeyleri ifade 
ediyoruz ama, şikayet kabilinden değil bunlar. Bir tespit ortaya koyuyoruz; herkesin bildiği bir tespit. Kendi çapımızda da gerek parti olarak gerekse 
kişisel olarak bunların çözümleri için gayret gösteriyoruz. Bir kere o yolsuzluğun, o hırsızlığın içerisinde bulunmuyoruz. Bunun mücadelesini her platformda 
dile getiriyoruz. Tabi bütün fatura siyasetçilere kesiliyor. Yani bütün siyasetçileri topyekün-de bu yolsuzluğun, hırsızlığın içerisinde görmemek lazım. 
Parlamentoda gerçekten çok değerli siyasetçi arkadaşlarımız vardır. Ama maalesef bir soygun düzeni olduğu için bu soygun düzenini kırmak zor oluyor. 
İşte bunun mücadelesini yapacağız. Sadece burada siyasetçi yapmayacak. Hep beraber yapacağız. Bize düşen görev vardır. Belki bizim görevimiz daha ağırdır. 
Ama biz, bize düşeni yapacağız. Sivil toplum örgütleri kendilerine düşeni yapacak. Medyamız kendine düşeni yapacak. 

Hasılı; her insan kendi üzerine düşen görevleri yapacak. Bunlara prim vermeyecek. Bu soygun ve vurgun düzeninin değişmesi için elbirliği ile gayret edeceğiz, 
ediyoruz da. Biz dilimiz döndüğü kadar, aklımız erdiği kadar bunun mücadelesini yapıyoruz.


7 CI BÖLÜM İLE DEVAM EDİLECEKTİR.,


***

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder