YOLSUZLUK KISKACINDA TÜRKİYE BÖLÜM 11
- ŞEVKET TAŞDELEN (Kaçakçılık Daire Bşk. Yrd.)
- Bir soru eksik kaldı Sayın Yalçın Bey'in bana yönelttiği. Şimdi Sayın Bayer paraşüt operasyonunda kaç gümrükçü tutuklandı diye bir soru yöneltmişti. Müsaadenizle onu açayım.
Paraşüt operasyonu da bu yolsuzluk tarifine uyan bir operasyon türüydü. Ağırlık olarak Kilis, Öncüpınar, Kargamış ve Habur gümrüklerinde yapılan son üç yıllık döneme yayılan bir yolsuzluk türüydü.
Burada önce bu soruyu cevaplarken müsaade ederseniz kısada bir açılım yapmak istiyorum.
Şimdi bu tip yolsuzluk operasyonlarında biraz önce sürücü kurslarıyla ilgili soruda da belirttiğim gibi önce iddialar kesinlikle çala kalem ele alınmıyor.
Yani birisi sizin hakkınızda bir iddiada bulundu diye gelip işte " Sizin hakkınızda bir ihbar var ne diyorsunuz" diye biz kimseye soru sormuyoruz.
Böyle bir şey olmadı, böyle planlı operasyonların hiç birinde.
Tam tersi, iddialar ne kadar doğrudur diye en az üç ay süren bir ekip çalışmasıyla haricen suçlanan kişilerin hiç haberi olmadan bu araştırmalar
gizli bir şekilde yapıldı, DGM savcılarının bilgisi dahilinde.
Tümüyle hukuk kuralları içerisinde kalınarak. Alınan kararlar hepsi Ankara Devlet Güvenlik Mahkemesinden yetkili hakim kararı alınarak icra edildi bütün işlemler ve mutlaka bir DGM savcısı burada her konuda bilgi sahibi oldu ve talimatlar oradan alındı. Dolayısıyla hukukun dışına kesinlikle zorlama yoluyla da olsa çıkılmadı.
Önce bunu belirteyim.
Bu üç aylık süre içerisinde kimlerin bu suçla ilgili zanlı durumunda oldukları bizzat DGM savcısı tarafından ismen belirlendi.
Daha sonra bu kişiler için artık tüm bilgilere, belgelere ulaşıldıktan sonra hazırlık soruşturması operasyon haline gelebilir kanaati bizzat savcı tarafından oluştuktan sonra, yazılı gözaltı talimatı verildi, kişilerle ilgili. Bu kamu görevlileri içinde geçerli.
Çünkü DGM kanunu buna cevaz veriyor. Bizzat savcı; şu, şu kişileri ismen bana "mevcutlu olarak getirin, gözaltına alın" diye yazılı gözaltı talimatı verdi.
Buda hem CMUK'a hem de DGM kuruluş kanununa uygun bir talimattı. Ondan sonraki kişiler alındılar ve yasal gözaltı süreleri sonunda soruşturmaları bittikten sonra haklarındaki iddialarla birlikte, gerekirse susma hakları da kendilerine hatırlatıldı ve çoğu zanlı bu susma hakkını da kullandı. Bu şekilde savcı önüne götürüldüler. Savcılar tarafından yasalar çerçevesinde sorgulandıktan sonra bir eleme yapıldı.
Bunu zaten basına yansıyan bilgilerden de görüyorsunuz. Örneğin; şu soruşturmayla ilgili otuz kişi gitti.
Şu kadarını savcı bıraktı, şu kadarını sorgu hakimine sevk etti, diye izliyorsunuz. Bu elemeden sonra sorgu hakimi tekrar DGM yedek hakimliği sorgularını yaptı insanların.
Suçla ilgili iddialarla ilgili. Daha sonra hakim de kanaat getirdi insanları yine yasalara dayanarak hukuk devleti ilkeleri çerçevesinde tutuklayarak
cezaevine gönderdi.
Şimdi sistem bir defa böyle işliyor. Kişiler hiç kimse rastgele alınıp gelinmiyor. Bazen gazetelerde okuyoruz işte polis koluna girdi gitti.
Polis rastgele hiçbir araştırma yapmadan hiç kimsenin koluna girerek savcılığa götürmüş değil. Öyle olmuş olsa zaten savcı bırakacak.
Ya da yasalara göre polis gözaltına aldığı insanı savcıya bildirmek zorunda. Polis yanlış bir işlem yapmışsa savcı bunu düzeltecek zaten.
O yüzden önce bu yanlış bilgilenmelerden de kurtulalım diye düşünüyorum. Şimdi paraşüt operasyonuna geldiğimiz zaman; burada da bazı gümrük görevlilerinin ve bazı başka kamu görevlilerinin de suça karıştığı konusunda iddialar ortaya çıkınca, bizzat gümrük müsteşarlığına yazılan bir yazıyla Sayın bakanın görevlendirdiği iki gümrük müfettişi soruşturmaya dahil oldu. Ayrıca Maliye Bakanlığından MA-SAK'tan iki uzman talep edildi ve bizzat Maliye Bakanlığının tensibiyle biri maliye müfettişi olmak üzere bir masak uzmanı ve on vergi denetmeni soruşturma ekibine katıldı. Birlikte yapıldı operasyon ve oradaki kişilerle ilgili maliye müfettişleri ve maliye uzmanları konuyla ilgili teknik raporu hazırladılar. "Bu olayın vergi yasaları açısından işlenmiş suçu nedir, kara para açısından ne tür suç işlenmiştir" boyutunu savcıya bilirkişi raporu olarak verdiler. Gümrük müfettişleri de kendi açılarından 1918 sayılı yasa ve diğer gümrükle ilgili işlemler açısından gümrük görevlilerinin de ismen sorumluluklarını da belirleyerek falanca gümrük müdürü, filanca gümrük memurunun şu olaydaki rolü budur, işlediği suç budur, şu yasa maddesinden yargılanmalı diye bizzat müfettiş raporuna istinaden bu kişiler alınmıştır. Aynı anda da bu raporu yazan
müfettişler o görevleri de idare anlamda açığa almışlardır. Yani hem adli hem idari işlem savcının bilgisi dahilinde ve yetkili bakanın bilgisi dahilinde müşterek yapılmıştır. Dolayısıyla bazı kamu görevlileri alınganlık etmesinler. Suça kim karışmışsa savcıların bizzat yazılı gözaltı emriyle alınıyorlar. Polis rastgele kimseyi almıyor. Keza bu bazı vergi görevlileri için, bazı diğer kamu görevlileri içinde geçerli. Önce bunu belirteyim. Bu operasyonda bizim kayıtlarımıza göre 22 gümrük görevlisi tutuklu yargılanıyor. Ayrıca İzmir'deki balina operasyonu
çerçevesinde de yine bazı gümrükçüler, bazı maliye personeli ve bazı yeminli mali müşavirler biraz önce hanımefendi bahsetti doğru söylüyorlar.
Vergi dairesi müdürü ödeme yapmadan önce bazı işlemlerde yeminli mali müşavirlerin onaylan var. Bu onay verilen belgelerin kökenlerinin
sahteliği savcı tarafından belgelendiği için gözaltına alınmışlardır.
Onların hepsinde de yazılı gözaltı emri vardır, bizzat DGM savcılığının.
Teşekkür ederim.
- DİNLEYİCİ
Teşekkür ederim Sayın Başkan. Kazım Yılmaz, Vatandaşın Vergisini Koruma Derneğinden. Önce bir konuya değinmek istiyorum. Kimsenin burada
kimseyi suçlamak gibi bir niyeti olduğunu sanmıyorum. Buradaki insanların hepsi temiz toplum isteyen insanlar. Ancak bir şeyi de belirtmeden geçemeyeceğim. Bazı yanlış ifadeler kullanıldı anladığım kadarıyla. Efendim, insanları suçlayabilmek için bir uzman denetiminin ve uzman raporunun olması gerekir. Konunun uzmanı olan elemanların raporları olmadan, incelemeleri olmadan kimsenin suçlanmaması gerektiğini düşünüyorum. Sayın Bayer bir ara, belki yanlışlıkla söyledi bilmiyorum. Vergi dairesinin faturayı onayladığını bahsetti. Vergi dairesi hiç bir şekilde faturayı onaylamaz. Vergi dairesinin fatura basımına izin yetkisi dahi yoktur. Mükellef gider anlaşmalı matbaada faturayı bastırır ve
vergi dairesine bildirir "ben bu faturayı bastırdım" diye. Şimdi buradan sonra vergi dairesi yeminli mali müşavirin getirdiği raporu yedi gün içinde işleme koymak zorundadır. Vergi dairesinde bu konuda kimsenin suçlama yetkisi yoktur. Ayrıntıda gelen dosyayı incelemekte ayrıntıda hata yapmışsa veya kötü niyeti varsa ancak bu da bir inceleme sonucunda ortaya çıkar. Bir inceleme yapılmadan ortaya çıkmaz. Yeminli mali müşavire gelince, yeminli mali müşavirin yasal olarak inceleme yapma yetkisi yoktur. İnceleme yapma yetkisi olmayan bir müessese tesis edilmiştir ve bu müesseseye böyle bir yetki verilmiştir. Vergi iadesi yapma yetkisi verilmiştir. Bunun üzerinde düşünülmesi gerekir artı geçen yıl tanık olduğum bir olayda gördüm. Gümrük Muhafaza Genel Müdürü "böyle bir ihracat yoktur, bu bizim bilgiyarlarımızda kayıtlı değildir"
diye açıklama yaptı bir ihracat konusunda. Yeminli mali müşavir gümrüğe sormuştu doğru mu diye. Gümrükten teyit gelmişti "evet doğrudur
bu ihracat gerçekleşmiştir" diye. Vergi dairesi ikinci bir defa sormuş, gümrükten yine teyit gelmişti bu ihracat doğrudur diye. Şimdi burada bu vergi dairesi müdür ya da bu yeminli mali müşavir ne kadar suçlu olabilir, ne kadar suçlanabilir? Kanımca burada tek tek insanları suçlamak yerine vergi iadesi sisteminin bir bütün olarak yeniden gözden geçirilmesi lazım. Yeminli mali müşavirlik sisteminin yeniden gözden geçirilmesi lazım. Herkese yapabileceği görevler, gerçekleştirebileceği yetkiler verilmelidir. Sorumlulukta buna bağlı olmalıdır. Böyle bir şey yapmadan yeminli mali müşavirin hiçbir inceleme yetkisi olmadan (hiçbir şekilde inceleme yetkisi yoktur tebliğlerle getirilmiştir), uygulanması mümkün değildir, yasal olarak da yoktur. Yargının kararları da bu yöndedir.
Böyle insanlara tabi ki her toplumda iyiler ve kötüler olacaktır. Her toplumda iyiler ve kötüler olacaktır. Önemli olan sistemin iyi kurulmasıdır.
Standartlarının iyi konulmasıdır ve kötülerin ayıklanmasıdır. Ben şöyle düşünüyorum eğer bir ay içinde bir firma hatta iki sandalye bir masa
bir firma bir trilyonluk vergi iadesi talebiyle yeminli mali müşavirin önüne geldiyse yeminli mali müşavir baştan bu talebi reddetmelidir diyorum.
Ama herkes bunu reddetmeyebilir. Sistem iyi değilse suç işlemeye yatkın insanlar suçu gayet rahat işlerler. Bu açıdan KDV iadesi sisteminin yeniden gözden geçirilmesi lazım. Yeminli mali müşavirlik sisteminin yeniden gözden geçirilmesi lazım. Bunun dışında şimdi asıl konuya gelmek istiyorum, söylemek istediğim şeylere gelmek istiyorum efendim. Ben Sayın Kızılot belki değinir diye düşünüyordum. Ama değinmedi, kendimi değinmek zorunda hissettim. Efendim yolsuzluk sabah ki oturumda da yolluluk yolunu bulmak ile karşılaştırıldı, kıyaslandı. Nedir, ne değildir diye. Demek ki tanım olarak henüz bir yere gelememişiz. Yolsuzluk esas itibariyle öyle sanıyorum ki yolunu bulmaktan geliyor.
Bu da biraz daha amiyane bir tabirle dolandırıcılık oluyor. Efendim dolandırıcılık üç şekilde ortaya çıkar. Bir, vatandaş vatandaşı dolandırır.
İki, vatandaş devleti dolandırır. Üç, devlet vatandaşı dolandırır. Nasıl oluyor demeyin. Olur efendim öyle bir olur ki, eğer devletin en yetkili kişileri devlet suç işlemez derse o devlet suç işler. 17 Ağustos depremini anımsayalım. Sabahleyin uyandık arabalarımıza geçtik, radyolarını açtık bekliyoruz nedir ne değildir diye dinliyoruz. Bakanlar Kurulu toplantı gece. İlk iş bir banka hesap numarası açılmasıydı. Utandım çok utandım. Böyle bir Bakanlar Kurulu tarafından yönetiliyor olmak çok zoruma gitti. Ne yapılabilir diye düşünülmedi. Banka hesabı düşünüldü.
Gerçekten çok utandım. Yardım gidinceye kadar iki gün geçti. Çok utandım. Arkasından deprem vergileri geldi. Deprem vergilerinin nereye nasıl harcandığını bilebilme imkanı hiç kimsenin yok. Utanarak söylüyorum deprem bölgesinde yapılan yardımlarda, rüşvet döndü arkadaşlar.
Kalıcı konutlar halen yapılamadı. Kalıcı konutlarda rüşvet döndü. Sabah burada hükümetin koalisyon ortaklarından birisinin genel başkan yardımcısı vardı. Sormak isterdim fırsat kalmadı olmadı. Kendisi burada konuşurken rüşvetle yolsuzlukla mücadele edilmesi gerekir derken, dışarıda onun partisinin mensupları ihale satıyorlardı. %12 peşin komisyon alınarak hem de. Efendim konuşmak kolay, yapmak zor. Ainesi iştir kişinin lafa bakılmaz diye. Hepsi hikaye. Biz toplum olarak yolsuz bir toplumuz.
Birbirimizi dolandırıyor muyuz? Hayır diyebilir miyiz? Dolandırıyoruz. Devleti dolandırıyor muyuz? Dolandırıyoruz işte sabahtan beri devleti dolandırmayı konuştuk. Ama devlet bir taraftan batık bankalara on milyar dolar gibi bir parayı aktarırken diğer taraftan geçen yıl deprem felaketi bahane edilerek çıkarılan deprem vergilerinin bir kısmını tekrar vergileştiriliyor. Bu devletin vatandaşını dolandırması dır.
Bu deprem vergisi değildir. Bu bankalara aktarılan paranın kayıt içindeki, üzülerek söylüyorum, kayıt içindeki mükelleften tahsil edilmesidir.
Bana göre yolsuzluktur. Bana göre her şeyin birlikte tartışılması gerekir. Teşekkür ediyorum.
- ŞÜKRÜ KIZILOT (Oturum Başkanı)
- Evet şimdi konuşmacılara yeterince söz verdik. Çünkü bizi uyarıyorlar. Konuşmacıların son bir kaç dakikalık katkıları olacak.
Buyurun Sayın OYAN.
- OĞUZ OYAN (Öğretim Üyesi)
Teşekkür ederim. Bana soru olmadığı için haksızlık olacaktı doğrusu. Çok somut olaylar çerçevesinde girdiği için galiba ana nedenleri kaçırma gibi
bir riski de taşıyor. Aslında bir kere Türkiye'nin bir üçüncü dünya ülkesi olduğunu unutmadan yaklaşmak gerekiyor meselelere.
Bu toplum bir protestan toplumu da değil ve şunu hiç unutmamak lazım; dinin koyduğu yasaklar, cehennem, Tanrı korkularının falan eğer
yolsuzlukları önleyici bir etkisi olsaydı, herhalde Ortodoks toplumlar, islam toplumları dünyanın en temiz toplumları olurlardı. Bu aslında bir
kültürel bir ilişkidir. Eğer bu arada yasaklarla bu iş çözümlebilseydi, muhtemelen, Çin idam cezası veriyor rüşvete, herhalde en temiz
toplumlardan biri olurdu.
Dolayısıyla bizim yasa-yasak ilişkisinde birbirinden türeyen kelimelerden farklı bir çerçeveyi düşünmemiz lazım. Yasakların yasak koyucu olmaktan
önce kural koyucu olması, düzgün bir çerçeve çizmesi ve doğru yöntemler önermesi gerekir. Hemen buradan biraz önce Sayın TAŞDELEN'in
gruplandırdığı yedi gruptan üç tanesine değineyim. Gübre pamuk meselesi. Doğru, yöntem koysanız olmaz. Nedir doğru yöntem?
Dört milyon tarım işletmesine gübre iadesi yapmak yerine, dört tane firma vardır özel üre-tici gübre firması, onlara verirsiniz ve bunları
denetlersiniz, nitekim bu kadar kolaydır. Nitekim şimdi ona tekrar dönüldü, öyle yapılıyor. Dört milyonla uğraşacak kapasiteniz yoksa buna hiç
girmeyin. Pamukta da benzer şey ama şimdi Türkiye'de birlikleri tasfiye eden politikalar, acaba nasıl kontrol edeceksiniz, gibi sorunlarınız var.
Banka yolsuzluğu meselesine değineyim. Bu banka yolsuzluğu meselesi kişilerle sınırlı değil. Burada Türkiye'yi yönetenlerin sorumluluğuna
şöyle bir kuş bakışı bakmak lazım. Birincisi, on beş on altı yıl öncesi 1983'ün sonunda vergi almak yerine borç almak politakası, 1989'da kısa
vadeli sermaye hareketlerini serbest bırakma hiç bir kontrole tabi tutmadan ve 89 son-rasında Türkiye'deki bankacılığın istediği kadar yüksek
maliyetlerle toplasın bu fonları daha yüksek maliyetlerle devlete satma garantisini elinde tutması. Üstelik de reel develüasyonlar olmayacağı
garantisi ile, 94 hariç. Bu sistem böylesine çığrından çıkarıldı, yoz-laştırıldı. 1993 sonu 94'de Türkiye'nin dışa açıldığı dolayısıyla, hem faizlerle
hem kurlarla bir arada oynayamayacağını bile bilmeyen bir başbakanın faizleri bastırma operasyonu sonucunda Türkiye 1994 krizini yaşadı.
Krizden nasıl çıktık? Krizden çıkış için aldığımız çözüm önlemleri krizi daha da ağırlaştırıcı bir çerçeve çizmiştir. 94 krizini yaratanlar iki önlemle
çıktılar. Bir; sınırsız mevduata yüzde yüz güvence verildi böyle çıkıldı, ikincisi; gecelik faizlerde yüzde dört yüzleri aşan faizlerle çıktınız, üç aylık
hazine bonosuna %50 net faiz verdiğiniz. Burada dolayısıyla bu %50'lik net faizleri bankalardan alan tasarruf sahiplerinin hiç mi günahı yok?
Çok severek, güle oyanayarak almışlardı. Bu bankalar meselesi kendiliğinden olmadı. Bu önemli ölçüde döviz üzerinden açık veren bu bankalar
acaba daha sonraki dönemde niçin yakından izlenmediler? Yani bütün bunların arkasında sadece bir tek tek şahıslara indirgenecek, iyi
denetimlere sadece sınanacak bir olay yoktur. Burada mevzuatın Türkiye'de aslında her türlü sermaye üzerindeki denetimlerin kaldırılmasının
getirildiği yoz bir çerçeve vardır. Bu durumda da sadece rantiyeleri suçlayan, onları töhmet altında bırakan bir söylem dahi yetersizdir.
Çünkü Türkiye'de bu saadet zincirinin işlemesinin arkasında doğrudan doğruya Türkiye'nin büyük şirketleri vardır. En son 99'da en büyük beş yüz
firmanın karlarının %219'u eğer faaliyet dışı alandan geldiyse. Yani devlet üzerinden bir reel faiz getirişi olmaksızın zarar ediyorlardı ise, o zaman
bu işleyişin arkasında bütün bir sistemin mekanizmaları vardır. Dolayısıyla, bundan çıkış sadece üç beş banka ile sınırlı olamaz. O yüzden de
galiba Türkiye'de ilk önce memura düşük ücret vermenin bir tasarruf değil çok yüksek bedelli bir olay olduğunun galiba farkına varmamızda da
bir şeylere başlamamız gerekecek.
Teşekkür ederim.
- ŞEVKET TAŞDELEN (Kaçakçılık Daire Bşk. Yrd.)
Teşekkür ederim Sayın Başkan. Şimdi sorulardan da anladığım kadarıyla son dönemde isimleri ile kamuoyuna yansıyan operasyonların izahat şekli
konusunda sanıyorum tereddütler var. Bazı meslek grubundan insanlar, DGM savcılarının yazılı göz altı emri ile alınınca aynı meslek grubundakiler
bir dayanışma içerisinde hep birlikte, sanki dosyanın içeriğini onlar biliyorlarmış, bütün ifadeleri okumuşlar, bütün belgeleri sahiplermiş gibi
savunma mekanizmaları işletiyorlar. Kamuoyunda bir yanlış bilgilenme ortamı hazırlıyorlar gibi geliyor. Önce lütfen onu düzelteyim.
Bazı kamu görevlilerinin katılım, olmadan yolsuzluk dediğimiz suç oluşmaz. Yani devlet hazinesine girmek üzere olan para ya da girdikten sonra
harcanırken yapılan yolsuzluğun başka türlü yapılabilmesi mümkün değil zaten. Devlet dediğimiz soyut bir kavram. Devleti bizler oluşturuyoruz.
Maliyecisi ile polisi ile başka bürokratlarıyla. Sonuçta mali işlem yaparsanız, devlet sizsiniz. Polis işlemi yaparsam, devlet benim.
Yanlış mı söylüyorum. O zaman buradan hareket ettiğimiz zaman ben polis göz altına da aldım. Çünkü hukuk sistemi içerisinde belgeleri ile
suçlanan insanların yapacağı tek şey var, yargı önüne gidip hesap vermek. Ha, sonuçta biz kesinlikle bunlar suçludur, mahkum olacak gibi bir
iddiamız yok ki. Böyle bir iddiamız zaten yok. Ama burada neyi tartışıyoruz. Türkiye'yi rahatsız eden, bizleri rahatsız eden yolsuzluğu tartışıyoruz.
Sebepleri tahlil edildi, katıldığımız katılmadığımız işaret edilen noktalar olabilir ama sonuçta tüm eksikliklerine rağmen bir mücadele de yapılıyor.
Yoksa buraya niye geldik? Yani bu mücadelenin getirdiği gündem sebebi ile buradayız. Burada bizim eksiklerimiz de olabilir. Onları da tartışmaya
hazırız. Doğru olan da budur zaten. Biz her şeyi dört dörtlük yaparız gibi bir iddiamız yok. İnsan unsurunun olduğu her yerde hata olabilir.
Bu sizin yaptığınız işlemde de geçerlidir, bizim yaptığımız işlemde de geçerlidir. O zaman bu gerçeği hep beraber kavrayıp da belli bir sonuca
gidersek sanıyorum daha sağlıklı sonuçlar, duygusallıktan uzak sonuçlara gideriz. Çünkü sonuçta yolsuzluk hepimizi rahatsız eden bir olgu.
Hepimizin parası gidiyor o yolsuzluk yöntemleri ile. Burada hangi ismi verirsek verelim. Bizlerin parası gidiyor, bakın eksik maaştan yakınıyoruz
ve uluslararası kuruluşların tespitlerinde de var. Doğrudur. Sebeplerden birisi de kamu görevlilerine ödenen eksik ücretler. O zaman bu
uluslararası literatürde de artık kabul görmüş bir sebepse, Türkiye için de geçerli bu. Ama kısır döngü içerisinde baktığımız zaman niye eksik
ücret alıyoruz? Çünkü hazinede fazla para yok. Bize dağıtılacak kadar para yok. Yani bize gelene kadar para bir yerlere gitmiş oluyor.
Ya gelmeden gitmiş oluyor yolsuzluk yöntemi ile ya geldikten sonra bir kaç kişi alıyor. Bu gerçeği gördükten sonra sanıyorum sorun zaten
kendiliğinden halloluyor. Doğru tespitler yapma şansımız daha fazla yükseliyor. Tekrar ediyorum, planlı operasyonlar mevcut yasalar çerçevesinde
4422 sayılı yasa çerçevesinde ağırlıklı olarak yapılıyor. Bu yasa kapsamına girmediği değerlendirilen operasyonlar, Türk Ceza Yasasının 313-314.
maddesi yani suç işlemek için teşekkül oluşturma maddesinde yapılıyor. Her ikisi de DGM kanun kapsamında yargılama gerektiren suçlar ve DGM
savcılarından ve DGM yedek hakiminden alınan kararlar ile oluyor Hiç kimsenin koluna rasgele girmiyor polis. Şimdi kola girme diye bazı yazılar
çıkıyor da oradan söylüyorum onu. Yani hiç kimse rasgele göz altına alınmıyor, planla operasyonlarda. Rasgele göz altına alma olmasın diye de
en az üç ay süreli bir araştırma yapılıyor, iddialar hakkında, ne kadar doğru, ne kadar yanlış ve teknik konusuna göre de mutlaka Maliye
Bakanlığında resmi şekilde, DGM savcısını talebiyle ama İçişleri Bakanının talebi ile maliye müfettişi ya da o konuda uzmanlar talep ediyorlar
ismen. Geliyorlar, başlıyorlar ve DGM savcının emrine giriyorlar. Teknik konular takdir edersiniz ki adli sistemimiz içerisinde de her teknik
konunun hakim, savcı tarafından doğru şekilde bilinmesi gibi bir zorunluluk yok. O yüzden bilir kişilik sistemi var zaten. Bilen kişiler geliyorlar,
raporunu yazıyorlar. Eğer işin gümrük boyutu ağırlıklı ise gümrük müfettişleri geliyorlar, gümrük müfettişleri raporu yazıyorlar. Ondan sonra
sorumlular ismen belirleniyor. Gümrük müfettişi diyor ki burada şu zanlılarla şu gümrük personeli de bu suça karışmış. Bunların soruşturulması
gerekiyor, diyor. Bazı vergi dairesi görevlileri altını çizerek söylüyorum onlar da rasgele alınmadılar. Önce maliye müfettişi rapor verdi daha sonra
DGM savcısı yazılı göz altı emri verdi. Hiç kimse rasgele alınmaz. Alınamaz da, çünkü memur yargılaması ile ilgili özel yasa var. O bile demin
tartışıldı doğrumudur, yanlışmıdır diye. O yüzden şundan emin olunuz ki, hiç bir kamu görevlisi suçlanan hiçbir kimse bu planlı operasyonlar
sebebi ile rasgele alınmamıştır. Üç aylık bir hazırlık aşamasında deliller değerlendirilmiş DGM savcısının bizzat yazılı göz altı emri vermesi daha
sonra da DGM yedek hakimliğinin ev ve iş yerlerinde arama yapılması için mahkeme kararı vermesi üzerine yapılmıştır. Bunların hepsi hukuk
sistemi içerisinde, hukuka uygun yapılan işlemlerdir. Ama bu konuyu gündeme getiren yazarlar ya da bu konuyu seslendirenlerin kaç tanesi
onlarla ilgili suçlama dosyasına vakıf oldular tamamına. Çünkü hazırlık soruşturması gizlidir. Bu gizlilik içerisinde iddianame yazılmadan buna
ulaşmak, tamamına ulaşmak zaten mümkün değildir.
O zaman iddianame yazılır, her şey gün ışığına çıkar, kimin ne ile suçlandığı iddianamede yazar ve aleniyet kazanır. Ondan sonra belki daha kolay
tartışabiliriz konuları. Teşekkür ederim.
- RECEP YAZICIOĞLU (Merkez Valisi)
Üç tane çocuk IMF'ye hayır diye bir gösteri yapar. Üç yüz tane polis bu üç tane çocuğun üzerine büyük bir aşk ile şevk ile hücum eder.
Demin dedim ki devlet halkından halk devletinden korkuyor. Şimdi korkunun egemen olduğu bir toplumda biz burada tartışıyoruz.
Ve gördük ki neredeyse iş ortada kalıyordu. Eğer burada tartıştığımız konuların tüm tarafları burada olsaydı iş ortada kalacaktı.
Aslında iş ortadadır. İş ortada olduğu için zaten iş ortadadır. Çünkü burada şu sonuca vardık. Sistemin sorgulanması gerekiyor.
Mesela en basit demin söylendi mali sistem, KDV vesaire. Türkiye'de oto kontrol yok. Birde parlamentodan bahsetti değerli konuşmacılar ortada
parlemento yok. Ortada liderler zirvesi var. Parlamento yok, hatta hükümette yok. Biliyorsunuz otuz beş tane bakanı olan hükümet bizde var.
Çünkü biz dünyayı yönetiyoruz. Kadınlardan bile sorumlu bakanımız, hava tahminleri yapan bakanımız var. Şimdi bunlara beyaz imzaya atılıyor.
Bu ne demektir? Çünkü liderler zirvesi bunlara güvenmiyor. Güvenmediği adam niye bakan oluyor? Şu memleketin haline bak.
Kendi güvenmiyorsa biz niye güvenelim be kardeşim! Bunlar tabi ki genelde kuvvetler ayrılığı prensibi. Türkiye'de kuvvetler birliği var, niye?
Çünkü tarihten geliyor bu. Cemaatçi bir toplum onun için. Şimdi Hızır aleyhisselamı bekliyoruz. Dumanımızı attıracak diye.
Adliye ile polis arasındaki ilişkiye bakalım şimdi. Polis diyor ki "ben gönderiyorum bunlar bırakıyor" diyor. Adliye diyor ki "kardeşim bunlar delil
getirmiyor." İş ortada kaldı. İş nasıl çözülür burada? Polisi ikiye bölmekle. Adli polis, idari polis. O zaman savcıda direk sorumlu olacak.
Savcı bekliyor gelsin birisi. İşte demin çok değerli dostumuz haklı olarak raporlar dedi. Doğru böyle gidiyor bu işler ama Susur-luk'un da raporu
var biliyorsunuz. Ama o iş unutuldu. İrticaya başladığımız bir beş altı yıl oldu değil mi? Bu beş altı yılda İrticaya karşı verdiğimiz mücadeleyi
acaba bu vurgun ve soygun ekonomisi için verseydik ne olurdu Türkiye'de? Her Milli Güvenlik Kurulu toplantısında irtica ile verilen mücadelenin
aylık sonuçlan izleniyor değil mi? Bakın DGM görüyormuş bu vurgun soygun ekonomisini DGM ile ilgili herhalde niye? Çünkü DGM nedir,
Devlet Güvenlik Mahkemeleri. Demek ki devletin güvenliği ile ilgili bu. Peki devlet güvenliği ile ilgili ise Milli Güvenlik Kurulumuz son altı ya da beş
yılda bu irtica ile başladığımız günden itibaren acaba kaç sefer bu vurgun soygun madem ki devlet güvenliği ilgilidir bu çünkü o mahkemeye gidiyor.
Şimdi bunlar böyle bakılıyor, ortada devlet büyükleri dolanıyor. Güzel laflar söylüyorlar.
Televizyonlarda hergün devlet büyükleri beynimizin içine giriyor. Bunlarla yatıp bunlarla kalkıyoruz. Büyük adam, büyük projelere imza koyan
insandır, her alanda. Vurgun soygun konusunda da. Demin trafikte dediler ki suçlu okullardır. Demin ki hesaba göre bir trilyon dolar yağma
olmuş bu memlekette son on beş yılda, yirmi yılda. Bu yağma olmasaydı Türkiye'nin alt yapısı biterdi. Yani demir yolları, deniz yolları, hava yollan,
kara yolları, sağlık eğitim biterdi. Bu sağlıklı bina üzerine de sağlıklı bir toplum oturmuş olurdu. Şimdi siz bunların hiç birini yapmadığınız zaman
ne oluyor sonunda. Şimdi İsveç'li bir bakan akrabasını işe almış. Ertesi günü memurlar göreve gitmiyor, halk sokağa çıkıyor. Bakan istifa ediyor.
Demek ki sokağa çıkmak gerekiyor. Ama üç tane polisin üzerine üç yüz tane polis giderse millet bu sefer izin verilmiyor. Yargıtay Başkanına
İstanbul Valisi izin vermedi konuşmak için. Bu karanbole gitti. Şimdi devlet tabi izin vermez. İzin mi verecekti birde. Çünkü bu iş öyle bir kilitlenme
hadisesidir ki izin nasıl verecek? İzin veremez ki. Onun için toplumu baskı altında tutmak gerekiyor ki halbuki meydanlar dolsa ve bizim işçiler
ücret istemeseler demin burada çok güzel ifade edildi. Dedi ki para yok. O zaman sistemin sorgulanması lazım gelen işçiler hükümetten para
istiyorlar. Zil takıp oynayarak. Sistemi sorgulayın kardeşim. Siz en büyük sivil toplumsunuz ama sendikalarda devlet dairesi olmuş. Üniversiteler,
belediyeler devlet dairesi olmuş. Devlet, devlet, devlet. İzin veren devlet, defter düren yönetim devlet. Ne diyor? Daha az devlet daha iyidir.
Bu genel bir kural. Biz bu kuralları hükümet uzaktan yönetim yerinden olur. Kamu harcamalarının %50'si yerel idareler eli ile yapılsa diyeceksiniz
ki en büyük vurgun şimdi yerel idarelerde oluyor. Doğru. Ama yerel vergi olmadığı içindir bu. Şimdi yerel vergi dediğiniz zaman maliye bürokrasisi
efendim devletin bu vergilerini tekli prensibi var, önce bizim okeyimizden geçecek. Hayır. Yerel vergi verdi mi bir adam otokontrol başlar, kamu
harcamalarının yarısı da yerel meclisler tarafından yapıldığı zaman bakın sisteme geldi iş. Bir yönünü aldım. Yapıldığı zaman takip başlar.
Çünkü cebinden para çıkmış. Cebinden şimdi para çıkmı¬yor. Banknot matbasından basılan para belediyelere geliyor. Onlarda merkezin yaptığı
yolsuzluk ne kadarsa onlarda o kadar devam ediyor bu işe. Ama yarın halkın cebinden çıksın bakalım ne oluyor anyayla konyayı görürüz o zaman.
Şimdi siz sistemi iyi dizayn etmezseniz bu işlerin sonunda biz burada şimdi bağcıyı dövüyoruz. Yani sivrisinek dendi çok güzel. Bataklık kurutmak,
kim yapacak bunu? Böyle bir program bugüne kadar din, imanı topluma satan partiler, milliyetçilik satan, Kürt Türk satan, laiklik satan partiler
yerine program ve proje ve sistemle ilgili detaylı seçim kanunu, siyasi partiler kanunu, anayasa. Anayasa devleti koruyor, halkı korumuyor.
Böyle bir şey olur mu? Ceza kanunu devleti koruyor. Herkes devleti koruyor. Devlet neyi koruyor? Kendini koruyor. Hayırlı uğurlu olsun.
- ŞÜKRÜ KIZILOT (Oturum Başkanı)
- Teşekkür ederiz Sayın YAZICIOĞLU, Efendim bize ayrılan süreyi hayli aşmış bulunuyoruz. Mahmut hocanın da eğer ekleyeceği bir şey yoksa.
- MAHMUT ASLAN (Öğretim Üyesi)
Hemen bir kaç cümle ile sona erdirmek istiyorum konuşmamı. Zihniyet de en az ceza yaptırmak kadar önemli yani işin kültürel boyutu, zihniyet
boyutu da önemli. Bir gecede değiştirilebilecek bir şey de değil bu. Ama cezai yaptırımları, mali yaptırımları uyguladığımız kadar zihniyet ve kültür
değişimini de bu konuda yolsuzlukları engellemede göz önünde bulundurmalıyız, diye düşünüyorum. Teşekkür ederim.
- ŞÜKRÜ KIZILOT (Oturum Başkanı)
- Efendim Panelimiz burada sona ermiştir.
Hepinize katılımlarınızdan dolayı çok teşekkür ederim. Ayrıca değerli panalistlere de katkılarından dolayı çok teşekkür ediyoruz.
Hepinizden son bir kez değerli panalistler için kuvvetli bir alkış istiyorum.
Teşekkür ederiz.
***