VARLIK VERGİSİ KONUSUNDA Ki YOLSUZLUK SÖYLENTİLERİ ve GERÇEĞİ BÖLÜM 1
VARLIK VERGİSİ KONUSUNDAKİ YOLSUZLUK SÖYLENTİLERİ
Doç. Dr. Nevin Coşar
Yıldız Teknik Üniversitesi
İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi
•••
Özet
İkinci Dünya Savaşı yıllarında karaborsa ve vurgunculuktan büyük servetler birikti. Alınan önlemler kıtlıkları ve kara borsayı önleyemedi.
Uluslararası baskıların arttığı, ekonomik şartların zorlaştığı, kamu oyundan baskıların yoğunlaştığı, devletin gelir ihtiyacının arttığı bir dönemde,
Varlık Vergisi devletin gelir gereksinimini karşılamak, Enflasyonu ve karaborsayı önlemek üzere ,ıkarıldı. Vergi savaş sırasında elde edilmiş serveti
vergiliyor ve gayri-Müslimler üzerinde yoğunlaşıyordu. Bu çalışmada, varlık vergisinin bazı karanlıkta kalmış noktaları üzerinde duracağız.
Verginin siyasi yolsuzluk aracı olarak kullanıldığı konusundaki söylentiler, 1950 yılının ikinci yarısında Türkiye Büyük Millet Meclisi'nde verilen soru önergeleri incelenerek aydınlatılacaktır. Kanunda olmadığı halde, bir grup vergi mükelıcıinin vergilerinin indirilmesi. ıahsilatın ertelenmesi, daha sonra bu vergilerin silinmesi konusu Meclis'te tartışılmış, hukuk dışı uygulama sorgulanmıştır.
Varlık vergisinin bazı mükellefliler için ertelenmesi, sonra silinmesi politik yolsuzluk olarak değerlendirilmiştir.
Giriş
İkinci Dünya Savaşı sırasında İngiltere ve Fransa ile ittifak yapan
Türkiye, savaşa girmese de büyük ekonomik sıkıntılar yaşadı. Bu yıllarda, tüm
ülkeler savaş ekonomisine geçerek, ekonomik gelişmişlik düzeylerine ve
gereksinimlerine göre çeşitli önlemler aldı.
Savaş sırasında önemli olan devlet harcamalarının ülkenin savaştaki konumunu tehlikeye atmadan kamuoyunun isteklerini de göz önüne alarak finanse edilmesiydi (SAYERS, 1956: 56).
Bu doğrultuda ülkeler mali politika araçlarının seçimine; para arzının artırılmasına, zorunlu borçlanmaya veya vergi uygulamalarına giderek, savaş sırasında ortaya çıkan olağanüstü kazançları çeşitli şekillerde (vergi veya zorunlu borçlanma vb.) bütçeye aktardı. Türkiye'de vergiler, emisyon ve dış borçlanma devlet ve seferberlik harcamalarını finanse etmek üzere kullanıldı. Mali amaçlı vergi politikası ülkede ortaya çıkan vergilene bilir her alanı göz önüne aldı. Çeşitli vergiler artırıldı, olağanüstü şartlarda oluşan ticari servetleri vergilemeyi
amaçlayan Varlık Vergisi, tarım kesiminde oluşan olağanüstü gelirleri vergi lemek için ise, Toprak Mahsulleri Vergisi getirildi.
Bu yıllarda hükümet politikaları değerlendirilirken, düzenlemelerin hukuksal temelleri, vatandaşların savaşa yaklaşımı, dayanışma ve birlik ilişkileri ile vergi ve borçlanma konularına bakışı da göz önüne alınmalıdır. Savaş, hükümetin
ekonomik ve mali faaliyetlerini nasıl etkiledi? Bu yönüyle yolsuzluklar konusu,
İkinei Dünya Savaşı yıllarında sürekli vurgulanan bir konuydu. Savaşın
başlamasıyla birlikte fiyatların hızla yükselmesi, suiistimalleri ve yolsuzlukları
artırmış, kamu sektöründen özel sektöre geçişler hızlanmış, memurlarla iş
adamları arasındaki gizli ilişkiler sorgulanmaya başlanmıştı (BUGRA, 1994:166).
Bu amaçla, yolsuzlukları önlemek üzere 1939 yılında Ticaret Bakanlığı
kurulmuştu. Yolsuzlukların arttığı ve vurgunculuğun geniş boyutlara ulaştığı
bir ekonomide, Varlık Vergisi'nın vergi hukuku açısından eksiklikler içermesi
ve idarece takdir yöntemi, vergiyi siyasi ve idari yolsuzlukların ana odağı
haline getirdi. Vergiye ilişkin hukuk dışı uygulamalar, ayırımcılık, erteleme,
Nevin Coşar e Varlık Vergısı Konusundakı Yolsuzluk Söylentden e 3
bekletme ve keyfi vergi indirimleri konuları, 1950 yılının ikinci yarısında
Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin (TBMM) gündemine soru önergeleriyle
girdi. 1951 yılında yoğunlaşan tartışmalarda, Vergiye yönelik bir çok eleştiri
yapıldı: İdarece takdir yönteminin sübjektifuygulamalara yol açması, verginin
mal beyanına ve benzeri tahmin belgelerine dayanmaması, itiraz ve temyiz
haklarını içermemesi, uygulamada bir denge sağlanarnaması, vergi tarhında
etnik ayırıma gidilmesi gibi. 1951 yılında İstanbul Defterdarı Faik Ökte'nin,
"Varlık Vergisi Faciası" isimli kitabı yayımlaması tartışmaları alevlendirse de,
verginin tüm sorumluluğunu üzerine alan eski Başbakan Şükrü Saraçoğlu'nun
açıklamaları sonrasında konu gündemden düştü. 1990'larda yeniden gündeme
gelen Varlık Vergisi'ne, daha çok azınlıklara yüklenen ağır vergi tutarları
nedeniyle karşı çıkıldı, eleştiriler daha çok bu yönde oldu (AKAR, 1992; AKTAR, 1996; BALİ, 2001).
Vergi mali sorunlara çözüm olarak düşünülmüştü, ancak toplumda ticareti ve ekonomiyi ellerinde tutan gayri Müslimler büyük ölçüde Varlık Vergisi'nin kaynağı haline gelince, verginin birincil amacı olan bütçenin kaynak gereksiniminin karşılanması yanında Müslüman-Türk burjuva sınıfının önünün açılması (Ekonominin Türkleştirilmesi) gibi bir hedefi de gerçekleştirmişti. Buradan yola çıkılarak, İkinci Dünya Savaşı yıllarında, Türkiye'de olağanüstü bir vergi olarak konulan Varlık Vergisi'nin amacı, uygulaması ve iktisadi sonuçları özetlenip, konunun siyasi keyfilik boyutunu ön plana çıkartan, 1950 yılının ikinci yarısında Türkiye Büyük Millet Meclisi'nde görüşülen soru önergeleri değerlendirilecektir.
İkinci Dünya Savaşı Yıllannda Mali Durum
İkinci Dünya Savaşı sırasında iki cephe arasında sıkışmış olan Türkiye,
izlediği denge politikasıyla savaşın dışında kalmaya çalıştı (DERİNGİL, 1994).
Türkiye fiili olarak savaşa girmese de, savaşa hazırlıksız yakalandı ve büyük
ekonomik sıkıntılar yaşadı. Savaş ekonomisinin çerçevesini çizen Milli
Korunma Kanunu savaş çıktıktan (1 Eylül 1939) altı ay sonra yürürlüğe
girebiIdi (19 Şubat 1940). Varolan kaynakların ve tüm üretimin savunma
hizmetlerine yöneltilmesi, işgücünün önemli bir kısmının (özellikle tarım
kesiminden) silah altında tutulması üretimin azalmasına ve ithalatın düşmesine
neden olurken kıtlıklar, suiistimaller ve yolsuzluklar arttı. İdari önlemler
kıtlıkları gidermede yeterli olamadı (İaşe Müsteşarlığı, PetrolOfisi, Fiyat
Murakabe Komisyonu, dağıtım örgütleri gibi). Dağıtım, denetim ve üretimde
sorunlar yaşandı.
Savaş ekonomisiyle birlikte yürütülen seferberlik harcamalarının finansmanı
önemli sınırlamaları içeriyordu. Savaş içinde, bir yandan ihtiyaçların
giderilmesi, öte yandan sağlam mali kaynakların bulunması gerekliydi.
Bütçenin finansmanında vergiler, önemli bir kaynaktı ancak, bütçe gelirlerinin
yapısı artan ihtiyaçları finanse etme esnekliğinden yoksundu, iç borçlanma ve
dış borçlanma kaynakları ise yeterli değildi.2 Savaş, para politikasının
gevşetilmesi için bir vesile oldu ve i930'larda uygulanan sağlam para politikası
terk edildi. Para konusunda i920'ler ve i930'larda egemen olan siyasi kaygılar
bir tarafa bırakılarak para arzı artırıldı, olağanüstü giderlerin karşılanmasında
emisyon kullanıldı. İlerdeki sayfalarda yer alan Tablo 2' de görüldüğü gibi,
i940 yılında banknot artışı 43.4, i94 i yılında 27, 1942 yılında 43.2 gibi yüksek
oranlarda gerçekleşti. Ancak, para arzındaki genişleme üretim artmadığından
enflasyona neden oldu. Azalan üretim ve ithalata, mal kıtlıkları ve ulaşım ile
dağıtımdaki bozukluklar da eklenince, iktisadi hayat bürokrasinin kontrolünden
çıktı. i942 yılının Şubat ayından itibaren fiyatlarda büyük artışlar görüldü, yaz
aylarında ise Milli Korunma tedbirlerinin yürütülmesi çok güçleşti. 1941 yılına
göre fiyat endeksi 175.3'ten 339.6'ya çıkarak % 98 arttı. 1941 ve 1942
yıllarında buğday ürününün azlığı yiyecek sorununu ön plana taşımış
vurgunculuğun kapsamı genişlemişti. 1942 yılında vurgunculuğu önlemek
üzere Ekmeklerin bayatladıktan sonra (24 saat bekletilerek) satılması kararı
alındı, ancak yasak etkisiz kaldı (GOLOGLU, 1974:149).
Suistimaller yolsuzlukları, kıtlıklar karaborsa ve spekülasyonu teşvik etti.
İkinci Dünya Savaşı yıllarında vurgunculuk konusu basında sık sık yer
aldı (BALİ, 2002: 426-35).3 1942 yılının Ocak ayında vurguncular için, i0 yıla
kadar hapis ve on bin lira para cezası getirildi, memurlara ve Kamu İktisadi
Teşebbüslerinde çalışanlara yönelik olarak" Fcvkaltidc Hallerde Haksız Olarak
Mal İktisap Edenler Hakkında Kanun, " Mayıs ayında ise iki kez çeşitli
vergileri artıran Fevktilade Zam Kanunu çıkarıldı. Ancak, vcrgilcmcdc sınıra
gelinmişti; dış politikada ise zor günler yaşanıyordu. Ağustos ayında
vurguncular için getirilen idam cezası önerisi TBMM'de reddedildi.
Sorunlar ise, günden güne ağırlaştı, iaşenin sağlanamaması tehlikesi doğdu. Refik Saydam'ın aniden vefat etmesinden sonra Başbakan olan Şükrü Saraçağlu, bir önceki döneme zıt politikalar uygulayarak kontrolleri kaldırdı ve fiyatları
serbest bıraktı, aneak beklenen olmadı mal arzı artmadı, varolan enflasyonist
süreç, karaborsa ve vurgunculuk önlenemedi (KOÇAK, 1986: 356-72). Bu
ekonomik tabloda savaş ekonomisinin yarattığı kıtlıklar ve vurgunculuk
sonucunda oluşan büyük servetler ile devletin mali krizi çelişki oluşturuyor ve
sorunun ana kaynağı olarak görülüyordu. i942 yılının son çeyreğine doğru
darboğaz içinde bulunan ekonomide yiyecek sorunu ve karaborsa en önde
gelen sorunlardı; bu noktada savaşın ivedi finansmanını sağlamak için sosyal,
ekonomik ve mali şartlar olağanüstü sermaye kazançları vergisine yönelik
arayışları yoğunlaştırdı.
Savaş döneminde devlet gelirlerini artırmaya yönelik dört kez FevkaHide
Zam Kanunu çıkarıldı; Kazanç vergisi, Hayvanlar vergisi, Bina vergisi, İç
istihlak ve Muamele vergilerine, İthalattan alınan muamele vergilerine zamlar
yapıldı, ayrıca bazı vergilere "Müdafaa Vergisi" adı altında ek zamlar getirildi.
Sık sık yapılan bu düzenlemeler sonucunda vergi sisteminde karışıklık arttı.
Dar kapsamlı ve adaletsiz bir yapıya sahip olan Türk vergi sisteminde, vergi
gelirlerinin büyük bölümü dolaylı vergilerden ve ücretlilerden alınan
stopajlardan sağlanıyordu4 Enflasyon, karaborsa ve spekülasyon varolan
ekonomik ve siyasi şartları daha da ağırlaştırmış ve geniş kesimleri zor duruma
sokmuş, halkın vergi ödeyecek gücü kalmamıştı. Gerekli esneklikten uzak olan
Türk vergi sistemi ülke ekonomisini etkin kavrayamıyordu. Ticari gelirleri
vergileyen tek vergi kazanç vergisiydi ve verimi düşükti.i. Seferberlik
harcamaları nedeniyle devletin gelir gereksinimi artmış, öte yanda karaborsa ve
vurgunculuktan büyük bir servet birikimi meydana gelmişti Kamuoyunda
artan baskılar belirli kesimlerin elinde toplanan gelir ve serveti n vergilenmesini
gerekli kılıyordu. İç ve dış siyasi ortam son derecede hassas dengeler üzerinde
duruyor, ülke çok zor günler yaşıyordu. Böyle bir ortamda Varlık Vergisi,
savaşın yarattığı mali baskıları azaltmak ve devlete gelir sağlamak üzere
gündeme gelen, diğer ülkelerde de savaş sırasında çeşitli biçimlerde uygulanan
bir sermaye kazançları vergisiydi. Bu verginin amacı, bütçenin finansmaml1l
sağlamak ve olağanüstü dönemde elde edilen spekülatif kazançları vergilemek,
ayrıca spekülatörleri ellerindeki stokları piyasaya sünneye zorlayarak
karaborsacılığı azaltmak ve fiyatları düşürmekti. Temelde verginin konmasında
çıkış noktası mali gereksinimIerdi. Ancak, mali koşulların yanında Türkiye
ekonomisinın bazı özellikleri bu verginin uygulanma yönünü etkiledi. Bu,
devlet ve burjuvazi ilişkileri idi.
Devlet ve Burjuvazi
Yirminci yüzyılın ilk on yıllarından itibaren bürokrasinin ana projesi
ulusal burjuva sınıfıııa dayanan güçlü bir ulus devlet kurmaktı. Osmanlı
İmparatorluğu'nda burjuva sınıfı gayri Müslimlerden oluşuyordu. İkinci
Meşrutiyet döneminde eşitlik ve özgürlüğü savunan fikir akımlarının
çerçevesini ulusçu görüşlerin çizmesi (KARPAT, 200 i:403); ortaya çıkan fikir
akımları ve siyasaloluşumların ise azınlıkların toplumsal yönelimlerini dikkate
almaması, İkinci Meşrutiyet döneminden başlayarak azınlıkların toplumsal
projelerin dışında tutulmasına, azınlıkların da bunun dışında kalmasına yol açtı.
Büyük hayal kırıklığına uğrayan azınlıklarla, Müslümanların yönelimleri
farklılaşınca ortaya çıkan tezatlık azınlıklara karşı olumsuz bir bakışa getirdi (GÖÇEK, 1999: 300).
Birinci Dünya Savaşı yıllarında Ulusçuluk akımının güçlenmesi ile ulus-devletin temeli olarak görülen Müslüman-Türk burjuva sınıfının oluşturulması hedefi, Milli İktisat Politikası (1915-8) ile kısmen gerçekleşti. Bu yıllarda karaborsa ve vurgunculuktan cılız da olsa bir ulusal burjuva sınıfı ortaya çıktı. Güçlü ulus-devletin temeline konulan ulusal burjuva sınıfı, Cumhuriyet döneminde de iktisat politikalarının ana unsuru oldu.
Ancak, 1920'li yıllarda göçlere rağmen Rum, Ermeni ve Yahudi işadamları ekonomiyi ellerinde tutuyor, dış bağlantıları sağlıyor, bu durum hükümeti rahatsız ediyordu. 1929 Dünya Krizi öncesinde gümrük duvarları yükseltilmeden önce yapılan spekülasyonlar, kriz sonrasında ithalat yasakları getirilmesine rağmen kaçak ticaretin devam etmesi, 1927 yılında çıkarılan Teşvik-i Sanayi Kanununa rağmen ciddi sanayi yatırımlarının yapılmaması, fonların kısa vadeli alanlara gitmesi, kısa vadeli karlar uğruna ulusal çıkarların göz ardı edilmesi burjuva sınıfına karşı tepkiyi artıran faktörler oldu. 1930'lu yıllarda devlet, ulusal bir ekonomi oluşturmak için hem burjuva sınıfına, hem de halka yönelik propaganda çalışmalarına girişti. Kapalı ekonomiye geçilirken, halk ithal mallarının kullanımından vazgeçirilmeye çalışıldı, gümrük yasaklarına rağmen kaçak içeriye giren mallar için tüccarlara karşı savaş açıldı, liberal politikalara ve burjuva sınıfına güven azaldı. Devlet doğrudan ve dolaylı olarak ekonomiyi kontrolü altına aldı. Milli ahlak, milli vazife, milli vicdan ve vatan sevgisi gibi bireyin çıkarlarını toplumsal çıkarlarla bütünleştİreceği ilkelere önem verildi.
Dolayısıyla, kısa dönemli karlar peşinde koşan, ulusal çıkarları hiçe sayan
burjuva sınıfına karşı tepki vardı. İkinci Dünya Savaşı yıllarında ise bu durum
daha da keskinleşti, devlet ve burjuvazi ulusal çıkarlar konusunda karşı karşıya
geldi. Bürokrasi iktisadi hayatı idari düzenlemelerle yönlendirebileceğini
düşündü, ancak uygulamada iktisadi hayatın kuralları kendini gösterdi;
yokluklar yüksek karları, yüksek karlar ise karaborsayı teşvik etti.5 Bu şartlarda
bürokrasinin beklediği, herkesin elindekiyle yetinmesi, yokluklardan ve zor
şartların getirdiği olanaklardan yararlanmaması, ülke çıkarlarını kar kazanç
güdüsünün önünde tutmasıydı. Oysa, öyle olmadı, yapılan tüm vatanseverlik
çağrıları yanıtsız kaldı.
İkinci Dünya Savaşının yarattığı olağanüstü şartlar, mali darboğazıar,
ekonomik kıtlıklar ve tüm çabalara ve önlemlere rağmen karaborsa,
spekülasyon ve vurgunculuğun devam etmesi, burjuva sınıfı ile devleti karşı
karşıya getirmiş ve gerilimi artırmıştı. Dış ticaretin büyük kısmının azınlıkların
elinde olması ve kıtlıkların daha çok ithal mallarında yaşanması, Varlık Vergisi
uygulamasında bu kesime karşı tavizsiz bir politika izlenmesine yol açtı. Ulusal
birliğe destek vermeyen bir sermaye grubuna karşı katı davranıldı. 6 Örneğin,
Refik Saydam ticaretI e uğraşan özel sektörün varlığının tüccarların kendi
davranışlarına bağlı olduğunu belirterek, özellikle ithalatçıları kastetmiş ve
vazifelerine yalnız kendi çıkarlarının değil, aynı zamanda gencl çıkarların da
egemen olması gerektiğini anlatmaya çalışacağını, olmadığı takdirde ithalatı
devlet tekeline geçireceğini açıklamıştı (BUGRA, 1994: 164-5).7.
2 Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR
***
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder