yolsuzluk etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
yolsuzluk etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

11 Ağustos 2019 Pazar

Yağma Sofrası

Yağma Sofrası


Rahmi Turan


Yolsuzluk… Rüşvet… Vurgun… Soygun… Bunlar, uzun yıllardır başımızın belasıdır!
Bu tür olaylar bana her zaman Tevfik Fikret’in (1867 -1915) ünlü Hân-ı Yağma (Yağma Sofrası) adlı şiirini hatırlatır. Bu şiiri, Sait Maden’in uyarladığı günümüz Türkçesi ile okuyalım…

* * * * *
Bu memleket, efendiler, satılmak üzere tam hazır,
Huzurunuzda titreyen şu milletin sapır sapır,
Şu ıstıraplı milletin-ki ölmede ağır ağır-
Bütün hayatıdır, satın çekinmeden şakır şakır.

* * * * *
Satın efendiler satın, yiyin efendiler yiyin,
Aksırıncaya, tıksırıncaya, çatlayıncaya kadar yiyin.

* * * * *
Evet bütün sizin ne varsa ortalıkta, vay ki vay!
Hasep, nesep, şeref, şataf, oyun, düğün, konak, saray,
Bütün sizin efendiler, bu gök, deniz, bu yıldız, ay,
Bütün sizin, bütün sizin, hazır hazır, kolay kolay.

* * * * *
Bu milletin malı deniz, yemezseniz domuzsunuz,
Kalın bir ense, şiş göbek, ne muhteşem olursunuz!

* * * * *
Büyüklüğün biraz ağır da olsa, hazmı yok zarar,
Tıkınmanın övüncü var, iç etmenin kıvancı var;
Bu memleket, bu sofra, hep sizinle etti iftihar,
Sizin bütün tekel-mekel, sizin bütün dolar-molar.

* * * * *
Satın efendiler satın, vatan ilel-ebet sizin,
Apar topar satın hemen, gerekmiyor izin-mizin.

* * * * *
Verir zavallı memleket, verir bütün hayalini,
Vücudunu, hayatını, ümidini, ayalini,
Zeminini, semasını, cenubunu, şimalini,
Hemen satın, düşünmeyin haramını helâlini.;

* * * * *
Bu milletin malı deniz, yemezseniz domuzsunuz,
Kalın bir ense, şiş göbek, ne muhteşem olursunuz.

* * * * *
Bu hortumun gelir sonu, kapıştırın giderayak,
Yarın bakarsınız söner, bugün çatırdayan ocak,
Bugün söğüşlemek kolay, hazır bütün köşe bucak,
Alıp satın, satıp yiyin, avuç avuç, bucak bucak!

* * * *
Yiyin efendiler yiyin, bu korkunç iştiha sizin.
Tıksırıncaya, çatlayıncaya, patlayıncaya kadar yiyin.
Yarası olan gocunsun!

Şimdi, milli birliğin ve bölünmez bütünlüğün sarsıldığından…
Devletin çivisinin çıktığından…
Adaletin işlemediğinden…
Halkın ikiye ayrıldığından…
Devlet içinde devlet kurulduğundan…
Yasaların çiğnendiğinden filan bahsediyorlar…
Hem de AKP’liler söylüyor bunları…
Peki birader, kim yaptı bunları?

Uzaydan gelen görünmez yaratıklar mı ülkemizin bu perişanlığına sebep oldu?
12 yıldır AKP iktidarda… Tüm sakıncalı temeller bu dönemde atıldı!
Meclis Başkanı Cemil Çiçek (haklı olarak) isyan etti:
“Hukuk, siyasete yenildi… Bir gün yargı bir karar verir… O, bir kısmımzın işine gelir, bir kısmımızın işine gelmez.
İşine geldiği zaman “Adalet tecelli etti, yargı gereğini yaptı!” Tersi olduğu vakit bu defa tam aksi!
Hukuk, adaletin enstrümanıdır, siyasetin değil. Uzun zamandan beri hukuk unutuldu. Allahı’nı seven söylesin! 
Uzun zamandan beri, soruşturma gizliliği kaldı mı?”
Cemil Çiçek bunları kime mi söylüyor?
“Ben lafı ortaya bıraktım… İsteyen istediğini alsın!” diyor. Yani, kimin yarası varsa, o gocunsun!


***

30 Haziran 2019 Pazar

17- 25 ARALIK OPERASYONU TBMM. KOMİSYON RAPORU BÖLÜM 25

17- 25 ARALIK OPERASYONU TBMM. KOMİSYON RAPORU BÖLÜM 25


4 ESKİ BAKANLA İLĞİLİ., TBMM Soruşturma Komisyonu Raporu, 

Mahkememize sunulan bu deliller kuvvetli suç şüphesi uyandırmamaktadır. 
Ayrıca e-posta ihbarının gönderen kişinin tespiti ile bu kişiye ulaşılıp, ihbarında bahsettiği olaylara ilişkin ayrıntılı beyanlarının alınması ve bu beyanında bahsi geçen araba kurşunlama olayının nerede, ne zaman gerçekleştiği hususu kendisinden sorulup, böyle bir olayın gerçekleşip gerçekleşmediğinin tespiti 
ile gerçekleşmiş ise buna ilişkin cerahin ya da soruşturma evraklarının temini yolu ile delil toplanması mümkün olduğu gibi, yine dosyada ifade özeti bulunan 
Metin Güneş isimli kişinin temini ile ayrıntılı ifadesinin beyanına başvurulması ve bu olaya ilişkin cerahin ya da soruşturma evraklarının dosyaya konulması 
yolu ile delil toplanması mümkün olduğu gibi gazete küpürlerinde bahsi geçen Coşkun Tozlu isimli kişinin tehdit edilmesi ile ilgili bu kişinin beyanına baş  vurulup varsa soruşturma ve cerahin evraklarının temini ile delil toplanması ve yine bu soruşturmaların genişletilmesi suretiyle delil toplanması mümkün olduğu gibi bu deliller toplandıktan sonra soruşturmanın tıkanması halinde yeni toplanan delillerle birlikte yeniden talepte bulunulması mümkün bulunmaktadır. Yukarıda açıklandığı gibi gerek soruşturma dosyasında mevcut delillerin kuvvetli suç şüphesi uyandırmaması, gerekse başka yolla delil toplanmasının mümkün olması karşısında İstanbul 16. Sulh Ceza Mahkemesinin 2012/576 değişik iş sayılı kararında isabet görülmediğinden” gerekçesiyle reddine karar verdiği, bunun üzerine yeni deliller elde edilebilmesi amacıyla kolluk marifetiyle araştırmaya girişildiği, öncelikle; Maslak projesinin yapıldığı yerin yanında arsası bulunan ve bu arsasını satması konusunda Ali Ağaoğlu ile çalışanı tarafından tehdite uğradığı iddiasıyla suç duyurusunda bulunduğu konusunda gazete küpürlerinde ismi geçen Coşkun Tozlu hakkında adres ve yer araştırması yapıldığı, bu kapsamda, adı gçeen şahsın adresim ve iddiaya konu arsanın nerede olduğu konusunda kolluk görevlilerince 04.10.2012 tarihli tutanak tanzim edildiği ve iddiaya konu arsanın fotoğraflarının çekildiği, bunun dışında, ihbar mail´inin geldiği (188.3.1076.78 sayılı) ip adresinden gönderilen ihbar mektubunun gönderici bilgilerinin tespit edilmeye çalışıldığı, ancak yapılan araştırmada ihbar mail´inin kim tarafından gönderildiğinin tespit edilemediği ve bu konuda kolluk görevlilerince 05.10.2012 tarihli tutanak tanzim edildiği, yine, Maslak projesinin yapıldığı yerle ilgili olarak “Yetkin Gayrimenkul Değerleme ve Danışmanlık A.Ş.” isimli firma tarafından 30.12.2011 tarihinde hazırlanan arsa değerleme raporu nun bir suretinin dosya arasına konulduğu, 11.07.2012 günü saat 23.00 sıralarında meydana gelen Ali Ağaoğlu´nun da karıştığı silahla ateş etme olayına ilişkin olarak kolluk görevlilerince tanzim edilen ve içinde Metin Güneş isimli 
şahsın polis merkezinde tanık sıfatıyla verdiği ifadesinin özetini de içerir “olay bildirim formu” isimli iki sayfadan ibaret isimsiz ve imzasız belgenin bir suretinin dosyaya eklendiği, Metin Güneş ve Coşkun Tozlu isimli şahısların ifadelerine başvurulmadığı gibi, adı geçen bu şahısların şikayet veya ifadelerinin yer aldığı kolluk veya soruşturma evrakının getirtilerek dosya arasına alınmadığı, Ardından, yeniden aynı kişilerle ilgili olarak 05.10.2012 tarihli müzekkereyle 
ve “suç örgütünün tüm eylem ve ilişkilerinin ortaya çıkarılması ve gerçekleştirebilecekleri eylemlerin önüne geçilebilmesi, suçluların suç delileri ile birlikte yakalanabilmesi ve grup içerisindeki yapının ortaya konulabilmesi nin fiziki takip ve tarassut çalışmaları ile mümkün olmadığından iletişimin dinlenmesine ihtiyaç duyulması” şeklindeki ilk dinleme talebindeki aynı gerekçeyle dinleme kararı verilmesi istendiği, İstanbul 33. Sulh Ceza Mahkemesinin 05.10.2012 Tarih ve 2012/510 değişik iş sayılı kararıyla ve “talebin usul yasa ve yönetmelik hükümlerine uygun olduğu” gerekçesiyle Ali Ağaoğlu, Hüseyin Gıranta, Hakan Öztürk ve Sedat Açıkgöz hakkında 3 ay boyunca olmak üzere dinleme kararı verdiği, şeklinde başlayan ve gelişen 17 Aralık soruşturmasının insanın aklına zorlama bir soruşturma olduğu, araç kurşunlanması gibi somut iddiaların peşine düşülmek yerine özellikle soyut iddialar üzerinden suç tanımlaması yapmak suretiyle CMK’nın 135. maddesinin 7/a ve 140 maddesinin 1/a fıkralarında sayılan katalog suçlara ulaşıldığı ve teknik dinleme ve izleme yöntemlerinin benimsendiği düşüncesini getirmiştir. 

İhbarda kişisel veri niteliğindeki kişilerin telefon numaraları ile birlikte ve özellikle Çevre ve Şehircilik Bakanı Erdoğan BAYRAKTAR’ın oğlunun isim ve 
telefon numarasıyla birlikte zikredilmesi manidar bulunmuştur. 

Yine özel soruşturma usulüne tabi, devletin iç ve dış siyasetine yön veren Bakanlar Kurulu üyelerinin sıradan-soyut iddialarla, hukuksuz yöntemlerle, 
teknik dinleme ve takip altına alınması, uzunca bir süre ilgili Başsavcı ve TBMM Başkanlığından gizlenmesi ulusal güvenliği tehdit eder nitelikte olup  soruşturmacıların (Savcılık-Kolluk Kuvvetleri) varmak istedikleri gaye konusunda akla türlü istifhamlar çağrıştırmıştır. 

Nitekim zikredilen bir çok usulsüz-şaibeli işlemleri nedeniyle ilgili görevliler hakkında adli ve idari tahkikatlar devam etmektedir. 

Komisyonumuz ekseriyetle, Anayasanın 6. maddesinde “… Hiçbir kimse veya organ kaynağını Anayasadan almayan bir Devlet yetkisi kullanamaz.” 
Adalet Bakanlığı Ceza İşleri Genel Müdürlüğünün 20.01.2006 tarih ve 100 sayılı Genelgesinde “ … 2 

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığı Genel Sekreterliği'nin 17 Kasım 1997 tarih ve 9427/23887 sayılı yazısında da belirtildiği üzere; görevde bulunan veya 
görevinden ayrılan Başbakan ve bakanlar hakkında Bakanlar Kurulu'nun genel siyaseti veya Bakanlıkların görevleriyle ilgili olarak yapılan şikâyet ve ihbarların, 
ancak Anayasa'nın 100'üncü ve Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğü'nün 107'nci maddelerine göre işleme tâbi tutulacağı, …” şeklindeki düzenlemeleri nazara alarak; İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı Terör ve Örgütlü Suçlar Soruşturma Bürosu ve emrinde çalışan Emniyet Organize Suçlar Şube Müdürlüğü tarafından yasaların hileli yollar denenerek aşılması suretiyle yetkisiz-hukuksuz olarak yürütülen soruşturma neticesinde 4 eski Bakan hakkında düzenledikleri rapor ve ekinde yer alan iletişimin tespiti, dinlenmesi ve kayda alınması ve teknik araçlarla takip sonucu elde edilen bulgular yok hükmünde mülahaza etmek suretiyle kendisine aksettirilen soruşturma evrakını bir ihbar mahiyetinde kabul ettiği ve bu düşünce ile tetkik ve tahkikata başlayarak yeniden usule uygun delil araştırması yaptığı ve ilgiliye atfedilen, “Bir suç örgütünün yönetici ve üyelerinin kendilerine sağlanan ve miktar ve değeri tespit edilemeyen bazı menfaatler karşılığında; 

a) Kişiye özel imtiyazlı imar planlarını onaylattıkları, 

b) İmar planlarına aykırı olarak yapılan bazı projelerin usulsüzlüklerine göz yumdukları ve denetimlerden sorunsuzca geçmelerini sağladıkları; 

Bu eylemlerin bir kısmının Çevre ve Şehircilik Eski Bakanı Trabzon Milletvekili Erdoğan BAYRAKTAR'ın görevde olduğu sırada ve onun bilgisi doğrultusunda gerçekleştirildiği; ayrıca bu Bakanlıktan iş alan bazı şirketlerin yemek işlerinin yakınlarının ortağı olduğu şirketlere verilmesi için tavassut ettiği,” şeklindeki eylemler Çevre ve Şehircilik Bakanı yönünden iddiadan öteye geçememiş toplanan delillerde de (hukuksuz teknik dinleme ve takip ile tanık beyanları) bu suçları oluşturcak unsurlara dahi rastlanmamış olup 5237 sayılı TCK’nın 255. maddesinde tanımlanan nüfuz ticareti ve 251. maddesindeki görevi kötüye kullanma Rüşvet suçlarının yukarıda izah edildiği üzere unsurları itibariyle oluşmasına vücut vermeyeceği gibi yine zikredilen hukuka uygun olarak elde edilen deliller muvacehesinde kanıtlanamamıştır. 

Malvarlığı araştırması için görevlendirilen Bilirkişi tarafından yapılan tetkikat sonucu düzenlenen raporlardan da bakanlık sürecinde ilgili bakan ve yakınlarının malvarlıkları ile gelirleri arasında uyumsuzluk olduğuna ilişkin herhangi bir bulguya rastlanılmadığı anlaşılmıştır. 

Kaldı ki, Kamuoyunda 25 Aralık operasyonu olarak bilinen, Çevre ve Şehircilik eski Bakanı Erdoğan BAYRAKTAR’ın da isminin karıştığı İstanbul Cumhuriyet 
Başsavcılığı Terör ve Örgütlü Suçlar Soruşturma Bürosunca yürütülen 2012/125043 numaralı soruşturma bakan dışındaki şüpheliler yönünden 30.04.2014 tarih ve 2014/31821 sayılı kovuşturmaya yer olmadığına dair kararla sonuçlanmış ve süresinde itiraz edilmeyerek kesinleşmiştir. 

2.3.5. Genel Değerlendirme ve Sonuç 

Suç şüphesi altındaki kişilerle mücadele edilirken “Hukuka uygun/hukuka aykırı her türlü yöntem kullanılabilir, gerekirse 3.kişilerin hukukları dahi ihlal edilebilir.
” anlayışı çoktan beyinleri terk etmiş olmalı, yasa koyucunun murat ettiği şekilde, kişi hak ve özgürlüklerine saygıda azami gayret sarfedilerek kurallar 
işletilmeli, özellikle yargı adına hareket eden yargı mensupları ile kolluk kuvvetlerinin faaliyetlerinde mevzuata uygun hareket etmeleri sağlanmalı, aksi 
halde yaptıkları işe gölge dürecekleri, şaibeli bir hal alan soruşturmaların toplum nazarında güvenirliğinin kalmayacağı, toplumsal barışın bozulacağı bir 
gerçektir. 

1982 Anayasasının Özel Hayatın Gizliliği ve Korunması başlıklı IV. bölümünde A.Özel Hayatın Gizliliği alt başlıklı 20. maddesinde güvence altına alınan 
özel hayatın korunmasına büyük önem atfedilmiş, özel hayatın gizliliğini ihlal anlamı taşıyan iletişimin tespiti, dinlenmesi ve kayda alınması 5271 sayılı 
CMK’nın 135. maddesinde, teknik araçla izleme CMK’nın 140. maddesinde açıklandığı üzere çok sıkı şartlara bağlanmıştır. Aksi davranış sergileyenlerin 
5237 sayılı TCK’da öngörülen cezai yaptırımlarla karşılaşacakları bir gerçektir. 

Anayasanın 6. maddesi ile Adalet Bakanlığı Ceza İşleri Genel Müdürlüğünün 20.01.2006 tarih ve 100 sayılı Genelgesi birlikte ele alındığında, İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı Terör ve Örgütlü Suçlar Soruşturma Bürosu ve emrinde çalışan Emniyet Organize Suçlar Şube Müdürlüğü tarafından yasaların 
hileli yollar denenerek aşılması suretiyle yetkisiz-hukuksuz olarak yürütülen soruşturma neticesinde 4 eski Bakan hakkında düzenledikleri rapor ve ekinde yer alan iletişimin tespiti, dinlenmesi ve kayda alınması ve teknik araçlarla takip sonucu elde edilen bulgular yok hükmündedir. 

Kanun koyucu ceza hukukumuzun tamamına teşmil ettiği cezalandırma stratejisi olarak soruşturma-kovuşturma kapsamında yapılan tüm işlemlerin başından 
sonuna kadar hukuka uygun olmasını istemiştir. Hukuksuz-yolsuz işlemlere kapı aralamak yeni hukuksuz-yolsuz işlemlere davetiye çıkarmak demektir. 
Bu nedenle yargı erkini kullananların bu bilinçle hareket ederek yasa koyucunun muradına uygun davranması elzemdir. 

Komisyonumuza aksettirilen her iki soruşturma evrakı 4 eski Bakan yönünden bir ihbar mahiyetindedir ve bu düşünce ile tetkik ve tahkikata başlanarak yeniden usule uygun delil araştırması yapılmıştır. 

Mahkeme kararına dayanılarak bir kişi hakkında iletişimin tespiti ve denetlenmesi kayda alınırken başka bir kişiyle yapılan konuşma sırasında suç şüphesi verecek bir delil elde edilmesi halinde bu delil tesadüfi delil olup dinleme yapanın bu delili derhal Cumhuriyet savcısına bildirmesi ve Cumhuriyet savcısının da CMK’nın 138’inci maddesi gereğince bu delille gerekli işleme başlayıp başlamamayı takdir etmesi gerekir. Ancak, bu delil elde edildikten sonra dinlemeye devam edilerek aynı kişi hakkında yeni deliller elde edilmeye çalışılması halinde sonradan elde edilecek delillerin tesadüfi delil olarak kabul edilmesinin mümkün olmadığı, bu kişiyle ilgili yeni bir dinleme kararı almadan devam edilerek elde edilecek delillerin tamamen hukuka aykırı ve geçersiz olduğunun kabulü zorunludur. Tesadüfi delil elde edildikten sonra bu delilden istifade edilerek yeni bir soruşturma açılmadığı hallerde ilk elde edilen tesadüfi delilin ihbar niteliğinden öteye geçmesi mümkün değildir. Bütün bunların yanında bakanlarla ilgili olarak elde edilen tesadüfi delilden sonra Cumhuriyet 
savcısının soruşturma açma yetkisi bulunmadığına göre artık bu delil de yapılan soruşturmada değerlendirmeye alınamaz. 

Bakanlara atfedilen suçlardan özellikle yolsuzluk olarak belirtilen rüşvet suçunun işlenebilmesi için taraflar arasında belirli bir işin yapılması veya yapılmaması konusunda bir anlaşma yapılmış olması gerekir. Keza, yapılacak işin de ilgili bakanın görev alanında olması esastır. Yapılan soruşturmada her 4 Bakana da isnat edilen fiillerin her biri ayrı ayrı değerlendirildiğinde bu fiillerde hukuka aykırı bir durum görülmemiştir. Dolayısıyla, rüşvet vermeyi ve almayı gerektirecek bir husus görülmemekle birlikte bir an için bunların hepsini bir tarafa koyduğumuz takdirde dahi rüşvet olarak bir para alışverişinin yapıldığı hususunda dava açmayı gerektirecek kadar yeterli şüpheye ulaşılamamıştır. Esasen yolsuzluk suçlarından sayılan zimmet, irtikap gibi fiillerin işlendiğine dair de hiçbir delil yoktur. Zaten bu konuda bir iddia da yoktur. 

YUKARIDA BÜTÜN TEFERRUATIYLA YAPILAN AÇIKLAMALAR IŞIĞINDA: 

A) Ekonomi Eski Bakanı Mehmet Zafer ÇAĞLAYAN ile İlgili Olarak: 


Ekonomi Eski Bakanı Mehmet Zafer ÇAĞLAYAN hakkında; Rıza SARRAF’tan sağlanan, miktar ve değeri tespit edilemeyen bazı maddi menfaatler karşılığında, bu şahsın İran’a altın ihracatı yapması işlerinde imtiyaz sağladığı ve Gana’dan kaçak yollarla yurda sokulmak istendiği iddia edilen 1,5 ton altınla ilgili adli ve idari soruşturmaları engelleyerek, altının Dubai’ye çıkışını sağlamaya çalıştığı konusunda sahtecilik, kaçakçılık ve rüşvet suçlarından dolayı soruşturma yapılmasına karar verilmiştir. 

İlgili Eski Bakan detayları yukarıda belirtilen savunmasında özet olarak: 
“Cumhuriyet savcılığı ve kolluk tarafından yapılan soruşturmaların tamamen geçersiz olduğunu ileri sürdükten sonra, altın ihracatı ile ilgili usulsüz olarak 
yapmış olduğu hiçbir işlem olmadığı gibi, imtiyaz sağladığım iddiası da tamamen gerçek dışıdır, keza Gana’dan yurda kaçak sokulmak istendiği iddia edilen 1,5 ton altınla ilgili olarak da adli veya idari soruşturmaları engelleme konusunda hiçbir hareketim olmadığı gibi bu konuda zaten bir yetkim de yoktur, 

Ayrıca, sahtecilikten bahsedilmekte ise de sahte olarak düzenlediğim bir belge kesinlikle yoktur, 

Halk Bankası nezdinde Banka zararına ve müşteriler lehine olacak hiçbir 
hareketim olmadığı gibi bazı müşterilerin iş ve işlemlerinin engellendiği iddiası ile de uzaktan yakından bir alakam yoktur. Esasen bu hususlar müfettiş 
raporlarıyla tespit edilmiştir. Yapılan isnatların tamamı gerçek dışıdır. 
Ortada bir kaçakçılık suçunun olmadığı Cumhuriyet savcılığı tarafından tespit edildiğine göre benim bu suça iştirak ettiğim iddiasının da hiçbir mesnedi 
yoktur. 
Hediye olarak verildiği iddia edilen saat ve piyanonun parası da tarafımdan elden ödenmiş olup, hediye iddiası doğru değildir.” Şeklinde beyanda bulunmuştur. 

Komisyonumuzca yapılan soruşturmada, bahsedilen olaylarla ilgili dinlenen tanıkların beyanları, malvarlığıyla ilgili yapılan araştırmalar ile bilirkişi raporları 
birlikte değerlendirildiğinde; Bakırköy Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından yukarıda yer verilen olaylarla ilgili olarak yürütülen soruşturma sonucunda fiilin kaçakçılık suçunu oluşturmadığı gerekçesiyle yukarıda tarih ve numarası belirtilen ve detaylı şekilde anlatıldığı üzere takipsizlik kararı verilip itirazı müteakip kararın kesinleştiği, dolayısıyla ortada bir kaçakçılık suçunun bulunmadığı, Diğer hususlarla ilgili de, irtibatlı şahıslar hakkında İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığınca soruşturma yapılıp, kolluk ve soruşturmaya başlangıçta karar veren Cumhuriyet savcılarının yürüttüğü soruşturmada toplanan delillerin hukuka aykırı toplanması nedeniyle geçersiz sayılarak diğer hususların da suç oluşturmadığından bahisle yine detayları başlangıçta yazılı olan ‘Kovuşturmaya yer olmadığına dair karar’ verildiği, bu kararın da itirazı müteakip kesinleştiği, malvarlığıyla ilgili araştırma sonucu bilirkişi raporunda da belirtildiği üzere anormal bir durum görülmediği, 

Bilirkişi raporunda Mehmet Şenol ÇAĞLAYAN tarafından Mehmet Zafer ÇAĞLAYAN’ın hesabına aktarılan 2.465.000 TL’nin şirket hisse devrinden kaynaklanan ve daha önceki mal bildirimlerinde alacak olarak beyan etmiş olduğu 4.736.810 TL’nin bir kısmına mahsuben yapılan ödeme olduğu beyan edilmiş, ayrıca Rıza SARRAF’a ödediği saatin parası olan 660.000 TL’nin de alacağın geri kalan kısmından ödendiği beyan edilmiştir. 

İsviçre’den getirtilen saatle ilgili parasını ödediğine dair Rıza SARRAF tarafından imzalanan ve saatin parasını aldığını belirten bir yazı ibraz ettiği, keza yine 
aynı kişiden aldığı piyanoya karşılık 40.000 Euro’yu daha önce mal beyanında bulunduğu listede yazılı olan eşine ait 47.000 Euro’nun 40.000 Euro’su ile 
ödediğini beyan ettiği, bu şekildeki savunmasının aksine Yüce Divana sevk edilmesini gerektirecek derecede yeterli şüphe oluşturan delil bulunamadığından dolayı Yüce Divana sevk edilmemesi yönünde kanaat oluşmuştur. 

B) İçişleri Eski Bakanı Muammer GÜLER ile İlgili Olarak: 

İçişleri Eski Bakanı Muammer GÜLER hakkında; Rıza SARRAF’tan sağlanan, miktar ve değeri tespit edilemeyen bazı maddi menfaatler karşılığında, bu şahsın araçlarına trafikte emniyet şeridini kullanma imtiyazı verdiği ve adı geçen için koruma polisi görevlendirdiği, bu şahısla gözaltına alınan bazı şüphelilerin ve yakınlarının yasaya aykırı olarak istisnai yoldan Türk vatandaşlığına geçirilmesini sağladığı, bu şahısla ilgili adli veya istihbari çalışma yapılıp yapılmadığının araştırılması için talimat verdiği, bu şahsın usulsüzlükleri hakkında basında çıkacak haberlerin engellenmesi için girişimde bulunduğu ve bu fiillerinden dolayı resmi belgede sahtecilik (TCK md. 204), nüfuz ticareti (TCK md. 255), rüşvet (TCK md. 252), soruşturmanın gizliliğinin ihlali (TCK md.285) suçlarından soruşturma yapılmasına karar verilmiştir. 

İlgili Eski Bakan soruşturma önergesindeki fiillerle ilgili olarak detayları yukarıda belirtilen savunmasında özetle: 

“Trafikte emniyet şeridini kullandırma ve koruma tahsis etme yetkisinin illerde valilere ait olduğunu ve koruma tahsis kararının verilmesinde kendisinin bir 
katkısının olmadığını, keza plaka tahsisinin de hukuka aykırı bir durum olmadığını, İstisnai vatandaşlığa yapılan müracaatın kendi bakanlığı döneminden önce başlatıldığını ve sürecin de mevzuata uygun bir şekilde yürütülerek Bakanlar Kurulu kararıyla verildiğini, Rıza SARRAF hakkında adli veya istihbari bir soruşturma yapılıp yapılmadığının araştırılması iddiasıyla ilgili olarak, ilgili kişinin bazı sivil kişiler tarafından takip edildiğini bildirmesi üzerine konunun güvenlik açısından araştırılmasını istediğini, yapılan adli soruşturmadan haberi olmadığını,” Beyan etmiştir. 

Ayrıca, malvarlığıyla ilgili yapılan araştırmaya bağlı olarak, kızı Burcu GÜLER’in malvarlığına kendisinin katkıda bulunduğunu bildirmiş, kendi malvarlığı 
konusunda da anormal bir durum olmadığını, zaten bu hususun bilirkişi raporundan da anlaşıldığını, oğlu Barış GÜLER’in malvarlığıyla ilgili olarak da uzun zamandır gayrimenkul ticaretiyle ve değişik işlerle uğraştığı sıralarda büyük bir çoğunluğu Bakanlığı döneminden önce kısmen de kendi yardımıyla 
edinildiğini belirtmiştir. Soruşturma önergesinde bahsedilen, basında çıkan haberleri engellemeye çalıştığı iddiası üzerine de ilgili şahsın aleyhinde haksız 
bir yayın yapılacağını kendisine bildirmesi dolayısıyla Bugün Gazetesinin Genel Yayın Yönetmeni ile Yeni Şafak Gazetesinin bağlı bulunduğu grubun CEO’sunu 
aradığını ve bilgilendirdiğini, bunun dışında herhangi bir haberin engellenmesi ve baskı yapılmasının kesinlikle söz konusu olmadığını beyan etmiştir. 
Dosya içinde mevcut diğer delillerin, tanık ifadelerinin ve bilirkişi raporlarının değerlendirilmesi sonucunda savunmaların aksine isnat edilen suçları işlediğine 
dair yeterli şüphe oluşmadığından Yüce Divana sevk edilmemesi yönünde kanaat hasıl olmuştur. 

C) Avrupa Birliği Eski Bakanı Egemen BAĞIŞ ile İlgili Olarak: 

Avrupa Birliği Eski Bakanı Egemen BAĞIŞ hakkında; Rıza SARRAF’tan sağlanan, miktar ve değeri tespit edilemeyen bazı maddi menfaatler karşılığında; bu 
şahsın turizm belgeli bir otel kiralama girişimi ile yakınlarına vize alınması işleri için aracılık ettiği, bu şahısla ilgili bir soruşturma olup olmadığı yönünde ilgili kurum ve kuruluşlarda araştırma yapılmasını sağladığı, bu şahsın faaliyetiyle ilgili olarak basında haber yapılmasının önlenmesi için girişimlerde bulunduğu ileri sürülerek bu hususların soruşturulması istenmiştir. 

İlgilinin yukarıda geniş kapsamlı olarak yer verilen savunmasında belirttiği üzere özet olarak; 
“Rıza SARRAF’ın otel açma teşebbüsünde bulunduğunu, bunun için de kendisinin de tanıdığı bir şahıstan bina satın aldığı yolunda bir bilgi paylaşımında 
bulunduğunu, kendisinin de hayırlı olsun demek dışında hiçbir ilgisinin ve dahlinin olmadığını, bildiği kadarıyla bu projenin gerçekleşmediğini, kaldı ki otel 
açmak için gerekli izinlerin Kültür ve Turizm Bakanlığının yetkisinde olduğunu, bu iddiaların asılsız ve saçma olduğunu, Bu şahısla ilgili soruşturma olup 
olmadığı yönünde ilgili kurumlarda araştırma yaptığı yönündeki iddiaların da tamamen gerçek dışı olduğunu, Bu şahsın faaliyetiyle ilgili basında haber 
çıkmasının önlenmesi yönünde basın kuruluşu nezdinde bir girişiminin olmadığını, sadece bu konuda Hüseyin ÇELİK’i haberdar ettiğini,” 
Beyan etmiştir. 

Bu savunmalarının dışında dinlenen tanıkların da bahse konu olaylardan dolayı veya başka bir şekilde bir menfaat temin ettiğine dair bir beyanda 
bulunmadıkları anlaşılmıştır. 

Bu olaylarla ilgili olarak İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı, Rıza SARRAF ve diğerleri hakkında rüşvet suçundan yapmış olduğu soruşturma neticesinde 
haklarında soruşturma yapılan şüphelilerin eylemlerinin rüşvet verme suçunu oluşturmadığı, esasen bu konuyla ilgili teknik takip ve dinleme kayıtlarının 
usulsüz, kanuna aykırı elde edildiği gerekçesiyle takipsizlik kararı vermiş ve bu karar yapılan itirazların reddedilmesi neticesinde kesinleşmiştir. 

Komisyonumuzca bununla da yetinilmeyip soruşturmaya devam edilmiştir. Yaptırılan malvarlığı incelemesi sonucunda bilirkişi raporunda da belirtildiği
üzere dikkati çeken üç adet gayrimenkulün birisinin annesinden intikal ettiği, ikincisinin önceden satmış olduğu bir gayrimenkulün parasıyla satın alındığı, 
üçüncüsünün de bir inşaat şirketinden taksitle satın alındığı bildirilmiş, buna dair belgeler ibraz edilmiş olup bu savunmasının aksine kovuşturmayı gerektirecek başka bir deyişle Yüce Divana sevk edilmesine yetecek yeterli şüpheye ulaşılamamıştır. 

D) Çevre ve Şehircilik Eski Bakanı Erdoğan BAYRAKTAR ile İlgili Olarak: 

Bir suç örgütünün yönetici ve üyelerinin kendilerine sağlanan ve miktar ve değeri tespit edilemeyen bazı menfaatler karşılığında, kişiye özel imtiyazlı imar 
planlarını onaylattıkları, imar planlarına aykırı olarak yapılan bazı projelerin usulsüzlüklerine göz yumdukları ve denetimlerden sorunsuzca geçmelerini 
sağladıkları ve bu eylemlerin bir kısmının Çevre ve Şehircilik Eski Bakanı Erdoğan BAYRAKTAR’ın görevde olduğu sırada ve onun bilgisi doğrultusunda 
gerçekleştirildiği, ayrıca bu Bakanlıktan iş alan bazı şirketlerin yemek işlerinin yakınlarının ortağı olduğu şirketlere verilmesi için tavassut ettiği şeklindeki 
soruşturma önergesinin konusunu oluşturan iddialar üzerine yapılan araştırma ve incelemede; 

   Yukarıda belirtildiği gibi bahsedilen konulardan dolayı olayın tarafları olan kişiler hakkında İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından, resmi belgeyi 
bozma, yok etme veya gizleme, rüşvet almak ve vermek, imar kirliliğine neden olmak, suç işlemek için örgüt kurmak, suç işlemek amacıyla kurulan örgüte 
üye olmak ve görevi kötüye kullanmak suçlarından dolayı yapılan soruşturma sonucunda suç işlendiğine dair hiçbir delil elde edilemediği gerekçesiyle 
takipsizlik kararı verilerek, verilen kararın kesinleştiği anlaşılmıştır. Ayrıca, Komisyonumuz tarafından yapılan soruşturma sonucunda da, soruşturma 
önergesinde yazılı fiillerin işlendiğine dair hiçbir delil elde edilememiştir. Bu nedenle Çevre ve Şehircilik Eski Bakanı Erdoğan BAYRAKTAR’ın 
Yüce Divana sevk edilmesi yönünde bir kanaat oluşmamıştır. 

__ SONUÇ VE KARAR  __

Tüm Dosya münderecatı ile gerekçesi detaylı şekilde yukarıda belirtildiği üzere Yüce Divana sevk konusunda yeterli şüpheye ulaşılamadığından Ekonomi Eski Bakanı Mehmet Zafer ÇAĞLAYAN, İçişleri Eski Bakanı Muammer GÜLER, Avrupa Birliği Eski Bakanı Egemen BAĞIŞ ile Çevre ve Şehircilik Eski Bakanı Erdoğan BAYRAKTAR’ın Yüce Divana sevk edilmemesine Komisyonun 05.01.2015 tarihli toplantısında oy çokluğuyla (5’e karşı 9 oyla) karar verilmiştir. 

Fırat KESKİNKILIÇ - DHA

https://www.tbmm.gov.tr/tutanak/donem24/yil5/ham/b04401h.htm

https://docs.google.com/file/d/0B_-EpVlO3YMISEI3Y0pOVURTcnc/view?pli=1

https://onedio.com/haber/iste-tbmm-sorusturma-komisyonu-raporu-434825


***

17- 25 ARALIK OPERASYONU TBMM. KOMİSYON RAPORU BÖLÜM 24

17- 25 ARALIK OPERASYONU TBMM. KOMİSYON RAPORU BÖLÜM 24



4 ESKİ BAKANLA İLĞİLİ., TBMM Soruşturma Komisyonu Raporu, 

- Kıyı Kanunu 1991 tarihli olduğunu- ve oradaki çekme mesafesinin 50 metreye çekilmediğini, 10 metre, 20 metre olan pek çok yer olduğunu, kendilerinin 
Bakanlık olarak bunu kamunun daha çok kullanımına döndürmek için birtakım zorlamalar yaptıklarını, yani kendilerinin Ataköy sahil şeridindeki uygulamaları  nın tamamının bu yönde olduğunu, yani orada normalde vatandaşların “Bizim eski plan haklarımız geçerlidir, biz burada 10 metreye kadar gelebiliriz.” diyebileceklerini, fakat böyle bir durumun söz konusu olmadığını, kendilerinin bunu 50 metreye kadar çıkarttıklarını, bununla beraber, tabii kendilerinin Bakanlık olarak 2012 yılının başından itibaren plan değişikliklerinden bir ücret almaya başladıklarını, daha önce böyle bir ücret alımının olmadığını, artan metrekare kadar yani hem fonksiyona bağlı olarak hem bulunduğu ile, ilçeye bağlı olarak, oranın değerlerine bağlı olarak ve fonksiyonlara bağlı olarak, 
artan inşaat metrekaresi kadar bir plan ücreti almaya başladıklarını, bununla beraber bir imar kanunu taslağı hazırladıklarını, İmar kanunu taslağında da 
özellikle sanayi tipi olmayan yatırımlarda emsal artışına dönük olarak artan alanların yüzde 25’inin belediyelere ve merkezî yönetime, devlete gelir olarak 
katılmasını, gelmesini öngören bir düzenleme yaptıklarını, bu düzenlemelerin gerçekleşmiş olması halinde belki bu konuda biraz daha ciddi bir şey elde 
etmenin mümkün olacağını, Mekânsal Planlama Genel Müdürü olduğunu, Bakanlık kurulduktan sonra ilk üç ay Müsteşar Yardımcısı Vekili olarak görev yaptığını, daha sonra Mekânsal Planlama Genel Müdürü olarak iki buçuk sene görev yaptığını, ruhsat konusunun ve imar planı konusunun kanun da ayriyeten 
düzenlendiğini, Gennel Müdürlük olarak daha çok imar planlarıyla ilgilendiklerini, Belediyelerin yapmayıp Bakanlıklarının sonuçlandırdığı 900 küsur adet 
plan içerisinden 17 olduğunu, bunların bir kısmında emsal artışı, inşaat artışı olduğunu, fakat bir kısmının da sanayi tipi yatırım olduğunu, Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından Bodrum-Yalıkavak ilçesinin planları beş altı senedir bir takım dava süreç nedeniyle sonuçlandırılamadığını, Yalıkavak Belediyesinin kendilerine başvuruda bulunduğunu, bu planları da kendilerinin hızlı bir incelemeyle sonuçlandırdıklarını, yani bunu da aynı kapsamda değerlendirdiğini, dolayısıyla bazı durumlarda belediyeler de bizzat kendilerine plan sunduklarını, ruhsat konusunun ise başka bir genel müdürlüklerini ilgilendirdiğini, ruhsat konusunda da yine ilgili kişiler belediyeye başvurduktan sonra iki ay içerisinde ruhsat alamadıkları takdirde bu ruhsatları Bakanlığın gerekli teknik incelemeyi yaparak verme yoluna gittiğini, bunun tam sayısını bilemediğini, başka bir genel müdürlüğün ve il müdürlüklerinin yetkisinde olduğunu, Zorlu Projesi’yle ilgili olarak Genel Müdürlüğünün hiçbir faaliyeti olmadığını, o konunun detaylarını bilmediğini, o konuda herhangi bir kimseyle bir görüşme yapmadığını, bu konunun Genel Müdürlükleriyle herhangi bir ilişkisinin olmadığını, Bakırköy 46 Projesi’ndeki yükseklikle ilgili olarak planı onayladıkları zaman “İstanbul Büyükşehir Belediyesinin belirlediği silüet kararına uyulması” gibi genel anlamda bir ifade kullandıklarını, burada deniz seviyesinden yüksekliğin 70 metre olduğunu, karadan yüksekliğin ise 63 metre olduğunu, kendilerine getirilen projede ise 74 metre olduğunu, Proje onayını da Bakanlık olarak yaptıklarını, orada, proje onayında kesinlikle 70 metrenin üstüne çıkılmaması, yani asansör boşluğu, vesaire, falan filan gibi birtakım şeyler söylendiğini ama kesinlikle Büyükşehrin belirlediği sınırların üstüne çıkılmaması yolunda özel bir ifadelerinin olduğunu, ruhsatı onaylayanın Bakırköy Belediyesi olduğunu, Çıkıldı mı çıkılmadı mı onu tam bilemediğini, ama kendilerinin onayladıkları şeyde kesinlikle 70 metrenin üzerine çıkılması gibi bir durumun söz konusu olmadığını, Abdullah Oğuz BAYRAKTARın, Bakan Bey’in oğlu olduğunu ve onu yaklaşık on iki senedir tanıdığını, yani Bakan Bey’in TOKİ Başkanı olduğu günden beri tanıdığını, yaşlarının birbirine yakın olduğunu, aralarında samimiyet olduğunu, dolayısıyla her zaman bir senli benli konuşmalarının olduğunu, konuşmada bahsettiği konunun, daha çok bu Bakırköy 46 Projesi’yle ilgili olduğunu, fakat orada da konuşmalarının yaklaşık iki üç aylık bir zamana yayıldığını ve orada kendisinin daha çok Genel Müdürlüklerinin prensiplerini anlatmaya çalıştığını, yani “İSKİ’ye yazı yazmışsınız.” dediğini, kendisinin de özellikle İstanbul Belediyesine zorundayız yani biz dediğini, Ağaoğlu’yla ilgisinin belki bir hemşehriliklerinden 
olabileceğini, neden ilgilendiğini çok bilmediğini, kendisinin de aslında “Hemen yaparız.” gibi bir şeyinin olmadığını, yani zaten Bakanlıkça normal prosedürün izlenmiş olduğunu, hukuki olarak neler yapılması gerekiyorsa onların yapıldığını, yani hatta kendisine serzenişinde biraz şu yani “Bir günde çıkması gereken yazı bir hafta oldu hâlâ çıkmadı” gibi birtakım ifadelerin de olduğunu, yani kendisinin öyle tahmin ettiğini, bunun dışında pek ciddi bir şey olduğunu tahmin etmediğini, aralarındaki ilişkinin boyutunu çok iyi bilmediğini, ama Abdullah’la aralarındaki bir samimiyet, arkadaşlık olduğunu, fakat hiçbir şekilde hatta başka konuşmalarının da olduğunu “Hiçbir şekilde kanuna, yönetmeliğe aykırı bir uygulama yapamayız.

”Şeklinde konuşmalarının da olduğunu ve yine bildikleri şekilde devam ettiklerini ve onun siteminin de biraz da buradan kaynaklandığını, yani Bakanlığın 
hızlı iş yapması gibi bir beklentisi olduğunu Bakan Bey’in oğlunun, fakat her işe aynı ölçüde mesafeli davranarak işleri yürütmeye çalıştıklarını, Hüseyin Avni Sipahi’yi Bakanlıkta tanıdığını, yaklaşık belki bir senedir falan tanıdığını, herhangi bir samimiyetlerinin olmadığını, birkaç kere görüşmüşlüklerinin olduğunu, yani o ara sıra birkaç tane projeyi sormuş olabileceğini, yani bu, dediği gibi yaklaşık 900 tane plandan 1 ya da 2 tanesiyle ilgili kendisine soru sormuş olabileceğini, Onlarda da kendisini dinleyip yine kanun, yönetmelik, bizim usullerimiz neyse o çerçevede işlemlerini sonuçlandırmaya çalıştıklarını, tabii aslında Abdullah’la yaptıkları şeylerin bir istişare olmadığını, önce, plan teklifinin Bakanlığa geldiğini, “Yazdınız mı yazmadınız mı? Hâlâ çıkmamış? Baskıya gönderilmemiş? Bir şey yapılmamış?” falan gibi yani genelde istemlerinin bu yönde olduğunu, yani herhangi bir istişare ya da kendisinin bizzat onu araması gibi bir şeyin söz konusu olmadığını, dolayısıyla orada, tahminine göre “Bakanlığa planlar verildi, işler yürümüyor” gibi bir algıyla konuşulduğunu, kendisiyle herhangi bir istişaresinin söz konusu olmadığını, yani dediği gibi, kendi bildikleri şeyden kendi arkadaşlarıyla beraber, alt düzeydeki arkadaşlarıyla beraber de vazgeçmediklerini, zaten kendisinin arkadaşlarına talimatının da o yönde olduğunu genelde, yani “Eksikleri, vesairesi yoksa hızlandıralım.” ama Büyükşehir Belediyesine orada görüş sormak zorundayız ya da ilçe belediyesine görüş sormak zorundayız ya da İSKİ gibi birtakım kurumların özel projeleri olabilir, onlara görüş sormak… Nitekim de o yönde de devam ettiklerini, tabii, on seneden fazladır arkadaşlığa yakın bir ilişki olması sebebiyle üzerinde böyle bir baskı hissetmediğini, onun da böyle bir baskıyla hareket etmediğini bildiğini, dolayısıyla böyle bir baskı, dediği gibi, hiç hissetmediğini, bazı konuşmalarının hatta şaka yollu da konuşmalarda olduğunu, açıkçası Bakanlarının bilgisi var mı onu da çok iyi bilmediğini, Bakanın oğlunun bu şekilde size bilgi sorması, bazen yön göstermeye çalışması hiç size garip geldi mi sorusuna bu konudan hiçbir şüphe duymadığını, yani bir kötü niyet olmadığını bildiği için bir şüphe duymadığını, bununla beraber yani kendisine plan teklifi, daha doğrusu Genel Müdürlüklerine plan gönderip, kendisini arayan çok sayıda kişi olduğunu, yani bizzat firmaların sahipleri aradığı gibi kendisini tanıyan 
kişilerin de arayıp bazı şeyleri sorduklarını, dolayısıyla bu Genel Müdürlüklerinin görevi gereği zaten pek çok bilgiyi de vermek zorunda olduklarını, “Bu işlem şu mertebededir, şöyle gidiyordur, eksikleri şunlardır, şunların tamamlanması lazım.” gibi yol gösterme maksatlı yüzlerce kişiyle konuşmuşluğunun
 olduğunu, herkesle de konuştuğunu, yani bu konuyu yine emniyetteki ifadesinde de belirttiğini, Genel Müdür olarak görevinin kapsamına giren her konuyla ilgili her tür kişiye bilgi verdiğini, sadece iş sahipleri değil, yani herkesle konuştuklarını,” ifade etmişlerdir. 

9/8 Esas Numaralı Meclis Soruşturması Komisyonunun 22.09.2014 tarih ve 195628 sayılı yazısı ile dört eski Bakanın 3628 sayılı Kanun kapsamında vermiş 
oldukları mal bildirim beyanları istenmiş ve TBMM Başkanlığının 25.09.2014 tarih ve 196080 sayılı yazısı ekinde gönderilen 19 adet mal bildirimine ilişkin belgeler 16.10.2014 tarihinde Komisyonun huzurunda Mali Suçları Araştırma Kurulu Başkanlığından görevlendirilen Bilirkişiye teslim edilmek suretiyle Bakanlık yaptıkları döneme ilişkin olarak eş ve çocukları ile kendilerinin mal varlığı araştırması istenmiş, Çevre ve Şehircilik eski Bakanı Erdoğan BAYRAKTAR ’ın kendisi, eşi ve çocuklarının mal varlığına ilişkin yapılan araştırma neticesinde Bilirkişi tarafından hazırlanan 18.12.2014 tarihli raporda; 

“Erdoğan BAYRAKTAR’ın bakan olarak göreve başladıktan sonra 22.07.2011 tarihinde, 09.05.2013 tarihinde ve bakanlıktan istifa ettikten sonra 05.01.2014 
tarihinde olmak üzere toplam üç adet mal bildiriminde bulunduğu, beyan edilen mal bildiriminin kendisi ve eşinin mal varlıklarına ilişkin olduğu, bakanlık yaptığı süre zarfında kendisi ve eşinin; banka hesaplarında dikkat çekici nitelikte bir artış olmadığı, veraset yolu ile intikal edenler hariç olmak üzere toplam 2 adet taşınmaz satın aldığı (biri eşine ait) ve bir adet taşınmaz sattığı (eşine ait), 05.01.2014 tarihli mal bildirimde; 2013 yılında (30.04.2013) kendi adına 405.000 TL’ye satın alınan taşınmazın ortağı olduğu BAYRAKTAR İnşaat şirketinden satın aldığını, ödemesinin de şirketine borç olarak verdiği 
487.547 TL’nin alacağından mahsup edilmesi yapıldığını beyan etiği, 
BAYRAKTAR İnşaat şirketinin 2013 yılında sermaye artırımına giderek sermayesini 5.000.000 TL’den 25.000.000 TL’ye yükselttiği, sermaye artırımı için ortaklara müracaat edilmediği, artışın kar yedeklerinde biriken tutarların sermayeye ilave edilmesi ile gerçekleştirildiği, BAYRAKTAR İnşaatın 25.10.2013 tarihinde 42.000.000 TL’ye satın aldığı taşınmazın finansmanında 10.000.000 TL banka kredisi kullanıldığı, şirket ortağı Rahmi BAYRAKTAR’dan 16.324.150 TL borç alındığı, kalan tutarın banka hesaplarındaki meblağlarla karşılandığı, konuya ilişkin Erdoğan BAYRAKTAR’ın Komisyona ilgili belgeleri ibraz ettiği, söz konusu belgelerin şirketin banka hesap hareketleri ile tutarlı olduğu, Abdullah Oğuz BAYRAKTAR’ın halihazırda 120 ay vadeli kredi ile aldığı ve aylık kredi taksit ödemesi yaklaşık 3.900 TL olan Ümraniye’de bir daire (2010 yılında iktisap edilmiştir), BAYRAKTAR İnşaattan 2013 yılında satın aldığı bir taşınmaz ile iktisap tarihi tespit edilemeyen Trabzon Ortahisar’da bir arsası olduğu, banka hesaplarında dikkat çekici nitelikte işlemlere rastlanılmadığı,” şeklinde sonuç ve kanaatine varıldığı mütalaa olunmuştur. 

18.09.2012 tarihinde saat 11.59´da İstanbul Emniyet Müdürlüğü Muhabere Elektronik Şube Müdürlüğüne elektronik ortamda olmak üzere, iş adamı olarak 
tanınan Ali Ağaoğlu hakkında bir ihbar mail´i nin geldiği, İhbar mail´inde; “Ali Ağaoğlu devletten çok ucuza aldığı arazilere binalarını dikti ve fahiş fiyatlarla 
satarak köşeyi dördü. 3 5 yıl öncesine kadar kimse adını bile bilmez ama şimdi Türkiyenin sayılı zenginleri arasına girdi. Ali Ağaoğlu tanıdığı bürokratlar 
sayesinde arazileri hep ucuza kapattı. Ucuza kapattığı arazileri imara açtırdığı veya emsal değerlerini yükselterek bu arazilerden inanılmaz paralar kazandı. 
Ağaoğlu çoğu inşaatında emsal değerini gözönüne almadı bile. Bu duruma da ne hikmetse kimse ses çıkarmadı. Geçtiğimiz günlerde bu usulsüzlüklerini 
bizim bir arkadaş akmerkezde papermoon da Ağaoğlunun suratına saymış. Bunun üzerine Ağaoğlu adamlarını bizim arkadaşın üzerine salıyor ve adamları 
bizimkileri tartaklıyor daha sonra arabalarını kurşunluyor. Bu kadar yolsuzluğu sorulmayan Ağaoğlu bu olaydan da tereyağdan kıl çeker gibi sıyrılmıştır. 

Olayı tanıdığı emniyet müdürleri sayesinde kapatmıştır. Ağaoğlu asıl en büyük vurgunu yeni tanıtımına başladığı maslak projesi ile yapacaktır. 
Şu an pek çok gazetede maslak projesinin reklamları yayınlanıyor. Türkiye´yi uçuracak proje diye herkese duyruluyor. Ama bu projenin çoğu kaçak. 

Normalde burada emsal değeri 22 dir yani toplam inşaat hakkı 550.000 metre kare civarındadır. Ancak kim takar emsal değerini! Ağaoğlu bu projede toplam 680.000 metre karelik alanı işgal etmiştir. Yani 130.000 metre karelik inşaat kaçak durumundadır. Burdan siz vurgunun ne kadar büyük olduğunu hesaplayın. Bunu tespit etmek hiç zor değil bir bilirkişi (tabi tarafsız birisi olması lazım) bu kaçak inşaatları hemen hesaplayabilir. Ağaoğlu bu durumun ortaya çıkmasından çok korkuyor. Proje iptal edilir veya emsal değeri oranına çekilirse kaçak yaptığı yerlerin yıkılması gerekecektir. 

Buda Ağaoğlunun rantına balta vurulması demektir. Ağaoğlu bu durum ortaya çıkmasın çıkarsada bir zarar görmeyim diye Sadık ve Abdullah diye iki isimle 
sürekli görüşüyor. Bunlar aracılığıyla olayı kapatmaya açlışıyor. Sadıkı 0 (530) 237 94 74 ve 0 (537) 481 11 34 numaralı telefondan Abdullahı da 0 (532) 776 94 97 ve 0 (545) 914 58 64 numaralı telefondan arıyor. Türkiyenin en zengin adamı olupta hala yolsuzluk yapması tüyü bitmemiş yetimin hakkını yemesi kanıma dokunuyor.” denildiği, bunun üzerine ihbarın fezlekeye bağlanarak İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığına bildirildiği, İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığınca fezlekenin 21.09.2012 günü soruşturma defterinin 2012/120653 sıra sayısına kaydedildiği ve böylece adli soruşturmaya başlandığı, Soruşturmaya başlandıktan sonra; İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığının (Sahtecilik ve Dolandırıcılık Bürosu) 24.09.2012 tarihli müzekkereyle ve “suç örgütünün tüm eylem ve ilişkilerinin ortaya çıkarılması ve gerçekleştirebilecekleri eylemlerin önüne geçilebilmesi, suçluların suç delileri ile birlikte yakalanabilmesi ve grup içerisindeki yapının ortaya konulabilmesinin fiziki takip ve tarassut çalışmaları ile mümkün olmadığından iletişimin dinlenmesine ihtiyaç duyulması” İstanbul Nb. Sulh Ceza Mahkemesinden “Çıkar Amaçlı Suç Örgütü Kurmak ve Buna Bağlı Olarak Örgüt Faaliyetleri” suçundan dolayı Ali Ağaoğlu, Hüseyin Gıranta ve Hakan Öztürk Sedat Açıkgöz´e ait olan telefon hatlarının CMK.´nun 135 ve devamı maddelerine göre 3 ay boyunca dinlenmesi, kayda alınması, görüşme detay sorgulamalarının yapılması ve sinyal bilgilerinin değerlendirilmesinin talep edildiği, İstanbul 16. Sulh Ceza Mahkemesinin 24.09.2012 tarih ve 2012/576 değişik iş sayılı kararı ile talebin “CMK 135 vd. maddeleri uyarınca telefon 
dinlemesi yapılarak delil elde edilebilmesi için suçun işlendiğine dair makul şüphenin bulunması, başka suretle delil elde etme imkânının bulunmaması 
gerekmektedir. Dinleme talep edilen şüpheli sayısı gözönüne alınarak atılı suça ne suretle karıştıklarının belirtilmemesi ayrıca şüphelilerin suç örgütü 
kurduklarına dair somut ve yeterli delil olmadığından talebin reddine dair aşağıdaki şekilde karar verilmiştir” gerekçesiyle reddedildiği, İstanbul 
Cumhuriyet Başsavcılığının 27.09.2012 tarihli müzekkere ile red kararına karşı itirazda bulunduğu, İstanbul 16. Sulh Mahkemesinin 27.09.2012 tarih ve 
2012/612 değişik iş sayılı kararı ile itirazın “kararın verildiği sebep ve şartlarda bir değişme olmadığından” gerekçesiyle yerinde görülmeyerek evrakın 
İstanbul nöbetçi Asliye Ceza Mahkemesine gönderilmesine karar verdiği, İstanbul 40 . Asliye Ceza Mahkemesinin 01.10.2012 tarih ve 2012/147 değişik 
iş sayılı kararı ile itirazın “iletişimin tespiti, dinlenilmesi ve kayda alınması hususları CMK 135 maddesinde düzenlenmiş ve bu madde de hangi suçlar için 
uygulanacağı sınırlı olarak sayılmış ve sayılanlar içerisinde suç işlemek amacıyla örgüt kurmak suçu da yer almıştır. CMK 135 maddesinde bu maddenin 
uygulanabilmesi için iki ana koşul belirlenmiş olup bunlar suç işlendiğine ilişkin kuvvetli şüphe bulunması ve başka suretle delil elde edilmesi imkânının 
bulunmamasıdır. 

Mahkememize gönderilen soruşturma dosyasında Emniyet Müdürlüğü Muhabere Elektronik Şube Müdürlüğüne gönderilen 18.09.2012 günlü ihbar, 11.07.2012 
tarihinde işlenen bir suç nedeniyle Metin Güneş isimli kişinin ifade özeti ve gazete küpürleri dışında delil bulunmamaktadır. 

25. Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR.,

***

17- 25 ARALIK OPERASYONU TBMM. KOMİSYON RAPORU BÖLÜM 23

17- 25 ARALIK OPERASYONU TBMM. KOMİSYON RAPORU BÖLÜM 23


4 ESKİ BAKANLA İLĞİLİ., İşte TBMM Soruşturma Komisyonu Raporu, 


D) DELİLLERİN DEĞERLENDİRİLMESİ : 

Söz konusu iddiaların doğru olup olmadığının belirlenmesi amacıyla, tanık sıfatıyla ifade vermeye çağrılanlardan; 

Abdullah Oğuz BAYRAKTAR ifadesinde özetle; 

“Ali Ağaoğlu’nun Bakırköy 46 isimli bir projesi için imar izni alınması yönünde yapmış olduğu girişimden bir sonuç alamamasından sonra karşılaştıkları 
zaman kendisine bu projeyle ilgili kurumlardan istenen görüşlerin zamanında gelmediğini kurumların cevap vermesi için destek olmasını istediğini, daha 
doğrusu kendisine bürokrasiden dert yandığını, Bürokrasinin yani 1 hafta gibi bir zamanda cevap vermesi gereken konuya 3 aydır cevap vermediğini söylediğini, “Bir sorar mısın neden bu kadar gecikiyor bu iş” diye söylediğini, kendisinin de daha önceden beri arkadaşı olan Bakanlık Mekansal Planlama Genel Müdürü Mehmet Ali KAHRAMAN'ı arayıp uzun zamandır bir evraka cevap verilmediğini bununla ilgilenmesini söylediğini, daha sonra Mehmet Ali Beyin tamam ilgileniyorum dediğini, ama bildiği kadarıyla bu işin hala çözülmediğini, daha doğrusu kendisinin takip etmediğini, o zamanda çözülmediğini, sonra 
ne olduğunu bilmediğini, Bulgar Ortodoks Kilisesi Vakfına ait arazinin Taşyapı İnşaat Şirketi tarafından yapılacak bir proje ile özel proje alanı ilan edilmesi 
iddiası ile ilgili olarak bilgisi olmadığını, Taşyapı İnşaatın böyle bir girişimde bulunmuş olabileceğini, bu konu ile ilgili olarak şirketin yönetim kurulu başkanı 
Emrullah TURANLI ile bir görüşme yapmadığı gibi Bakanlık'tan herhangi birisine de bir şey söylemediğini, Emrullah TURANLI ile telefonla yaptığı bir konuşmada, bir arkadaşıyla ilgili tamamen özel bir özel bir konuyu söyleyecek olduğunu, ama onun da zamanı geçmiş olduğunu söylediği için bir işe yaramadığını, Babasının daha önce müteahhitlik yaptığını, bu sebeple birçok müteahhidi tanıdığını, onlarla zaman zaman konuştuğunu, onlarla ilişkilerinin olduğunu, esasen babası bakan olmasa idi müteahhitlerle ve diğer iş adamlarıyla daha çok irtibatının olacağını, ama babasının bakan olmasından dolayı bu tip ilişkilerden mümkün olduğu ölçüde uzak durduğunu, hassas davrandığını, kendisinin yemek firması nın olmadığını, ancak kiracılarının yemek işi olduğunu, kendisini bu yemek işiyle ilişkilendirebilmek ve binada arama yapabilmek için kiracılarının yaptığı yemek işinin kendisinin olduğu iddiasını ileri sürdüklerini, yemek işi yapanların kendisi nin kiracısı olduğunu, bunlardan bir kısmının ısı sayaçları da yaptıklarını, onun da kendisiyle alakası olmadığını, bunlarla ilgili olarak da bakanlıkta herhangi birisine bir aracılık yapmadığını, bunların bakanlıkla ya da başka bir devlet kurumuyla yaptığı bir iş olmadığını, bu kişilerin arkadaşları olduğu için üçüncü kişilerle olan ticari ilişkilerinde referans olduğunu, gerekirse hala da referans olabileceğini,  Emrullah TURANLI ile yaptığı telefon görüşmesindeki konuşmanın bu kişilerle ilgili olduğunu, onun da zamanı geçti dediğini ve bir işe yaramadığını, Ulusal bir gazetede çıkan haberde, inşaatlarda kullanılan kaloriferlerin üzerine takılan pay ölçer diye tabir edilen cihazların takılmasını mecbur eden bir yönetmelik değişikliğinden bahsedilerek bu değişiklikle bu cihazların takılmasının mecburi hale getirildiği ve bu cihazları satan şirketin gayrı resmi ortağı olduğu söylenen bakanın oğlu Abdullah BAYRAKTAR'a menfaat sağladığı iddia edildiğinden bu haber dolayısıyla sorulması üzerine; 

Bu konu ile ilgili kanun ve yönetmelik 2009 yılında çıktığını, Yönetmeliğin uygulanmasının babasının bakan olduğu tarihten önce başladığını, babası 
bakan olunca yönetmeliğin uygulamasını durdurduğunu, bunu yapmak suretiyle ev sahiplerine veya inşaat sahiplerine yüklenen bir yükümlülüğü ortadan 
kaldırdığını, aynı zamanda bu cihazları satan kişilerin de satamadıkları için zarara girdiklerini, dolayısıyla bu cihazları satanlara bir menfaat sağlanmasının 
söz konusu olmadığını, bu cihazları satan şirketle ne resmi nede gayrı resmi hiçbir ortaklığının olmadığını, babasıyla yapmış olduğu son telefon 
konuşmasının eve polis olduğunu söyleyen birilerinin gelmesi üzerine gerçekleştiğini, esasen polisler gelmeden önce kapıya gelenlerin terörist olduğunu düşünerek 155'i aradığını ve kapıyı açmadığını, hatta daha sonra aşağıda kapıda bekleyenlere kimlik sorduğunu, kapıdaki kameradan kimliğin sadece polis logosu olan kısmını gösterdiklerini, gene de isim ve fotoğrafı göremediği için ikna olmadığını, 155'i araması üzerine gelen resmi ekibi görünce kapıyı açtığını, artık resmi ekip olduğunu görünce gelenlerle ilgili endişesinin ortadan kalktığını,” Ali İbrahimağaoğlu ifadesinde özetle; 

“Kendisinin bu olaydan dolayı soruşturma geçirdiğini, Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından yapılan soruşturma sonunda hakkında takipsizlik kararı verildiğini, 
ancak bildiklerini söyleyeceğini, tanıklık edeceğini, Bakırköy Kartaltepe Mahallesinde bulunan 73.597 metre karelik arsa ile ilgili plan değişikliği teklifi üzerine yapılan işlemlerin sorulması üzerine; Bahse konu arsaların 6 parselden ibaret olduğunu, bir kısmını satın aldığını, bir kısmını da kat karşılığı inşaat yapmak üzere arsa sahipleri ile anlaştığını, bu arada bölgede 1990 lı yıllardan beri şehir dönüşüm planı uygulanması için imarlı olan bu arsalar üzerinde not olduğunu, bu notta 18. madde uygulanacağının öngörüldüğünü, ancak uzun yıllardır uygulanmamış olduğundan dolayı hatta pek uygulanma imkânı da olmadığını görerek bu 6 parselin 18 uygulaması dışına çıkarılmasını belediyeden talep ettiğini, ayrıca %2 olan emsal uygulamasının da konut alanına çevrilerek 2,5'a çıkarılmasını istediğini, bunu Büyükşehir Belediyesinden talep ettiğini, kendisine verilen cevapta bölge ile birlikte değerlendirilmesi söz konusu olduğundan bahisle talebinizi geriye bıraktık dedilerini, bunun üzerine kanunun kendilerine tanıdığı hakkı kullanarak bakanlığa müracaat ettiğini, Bakanlığın projelerini ve plan tadilat tekliflerini uygun bularak onayladığını, dolayısıyla %2,5 emsal esas alınarak arazinin de %40'ını kamuya terk ettirerek onayladıklarını, daha sonra projelerini hazırlayıp Bakırköy Belediyesi'ne müracaat ettiklerini, ruhsatlarını aldıklarını ve inşaata başladıklarını, yaklaşık 15 milyon lira ruhsat harcı ödediklerini, fakat daha sonra Bakırköy Belediyesinin plana itiraz ettiğini, mahkemeye dava açtığını, mahkeme yürütmeyi durdurma kararı verdiğini, davanın devam ettiğini, Bakanların çoğunu tanıdığını, Çevre Bakanı Erdoğan BAYRAKTAR'ı da hemşerisi olduğu için evveliyatla tanıdığını, ailesini de çocuklarını da çok eskiden beri tanıdığını, Onun da bir zamanlar müteahhitlik yaptığını, bu tanışıklıklarının 1970 'li yıllara kadar uzandığını, 
Bakanı veya oğlunu tanımış olmasının onlardan bir talepte bulunmak için bir menfaat sağlamasını gerektirmediğini, hakkı olan müracaatı yaptığını, işinin çabuklaştırılması için oğluna da rica ettiğini, daha ziyade bu görüşmeleri şehir plancısı olan arkadaşı Aytaç’ın takip ettiğini, Bakanlıktan içeri girmiş birisi olmadığını, esasen hiçbir Bakanlığa da gitmediğini, kısacası hukuka uygun bir taleplerinin olduğunu, bunun için de hiç kimseye bir menfaat sağlamadıklarını, kimsenin de kendilerinden bir şey istemediğini, Başbakanın bu konuda isminin neden geçtiği hususunun sorulması üzerine; 

Bir karşılaşma sırasında sayın Başbakanın işler nasıl diye sorması üzerine Büyükşehir Belediye Başkanının iki yıldır kendilerini oyaladığını, işlerin 
yürümediğini söylediğini, Sayın Başbakanın da ‘kentsel dönüşüm yasası çıktı, bu çerçevede değerlendir, haklarını kullan’ dediğini, başka Bir şey söylemediğini, bunun bir sohbet arasında geçen konuşma olduğunu,” Mehmet Ali Aydınlar ifadesinde özetle; 
“Maslak Acıbadem Hastanesinin şirketlerine ait olduğunu, hastanenin arsasının Türkiye İşveren Sendikaları Konfederasyonu'nun bir vakfına ait olduğunu, 
hastanenin bitişiğinde daha önce kiraladıkları aynı vakfa ait bir arsa olduğunu, oraya ek bina yapmak için gerekli çalışmaları başlattıklarını, ancak 2,5 yıl 
geçmiş olmasına rağmen bir sonuç alamadıklarını, yani ruhsat alamadıklarını, bunun için Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu'na müracaat edilip 
edilmediğini bilmediğini, 16.000 kişinin çalıştığı bir şirketi yönettiğini, hastanelerinde yabancı ortaklarının olduğunu, yaptıkları her işin kurallara uymak zorunda olduğunu, aynı zamanda şirketlerinin halka açık şirketler olduğunu, her şeyin hesabını vermek zorunda olduklarını, bir başkasına açıktan bir ödeme yapmalarının mümkün olmadığını, Acıbadem Proje A.Ş yöneticilerinin inşaatlarla ilgilendiğini, kendisinin inşaat ile ilgili çalışmasının olmadığını, 
Emlak Konut Genel Müdürü Murat KURUM eskiden tanımadığını, bir defa Toki'nin ihalelerine biz önemli büyük firmaların girmesini istiyoruz sizinde girmenizi 
isteriz dediğini, bunun üzerine kendilerinin de bir ihaleye girdiklerini, ancak sonuncu olduklarını, ondan sonrada bir daha Toki ihalesine girmediklerini, esasen bu olaylardan dolayı mağdur olduğunu, ek bina yapmak istedikleri arsaya yıllık 4,5 milyon dolar kira verdiklerini, hala ruhsat alamadıklarını, Hüseyin Avni Sipahi’nin eski Taşdelen belediye başkanı olduğunu, o zamandan beri tanıdığını, Şu anda Beşiktaş Belediye Başkan Yardımcısı olduğunu, kendisine arsa bina getirdiğini, bunlardan bir arsa ve bir binada satın almışlığının olduğunu, hatta bir defasında kendisine arsa gösterirken resimlerini çekip Maslak Hastanesi için görüştüklerini söylediklerini, aslında telefonla görüşürken kendisine arsayı göstermesini istediğini, bu konuşma üzerine arsanın olduğu yere gittiklerini ancak kendilerini takip edip telefonu dinleyenlerin bu kısmı çıkarmış olduklarını, başka türlü yorum yaptıklarını,” Sadık Soylu ifadesinde özetle; 

“Çevre ve Şehircilik eski Bakanı Erdoğan BAYRAKTAR’ın Danışmanı olarak görev yaptığını, kendisine soru olarak yöneltilen Kültür ve Tabiat Varlıkları Koruma 
Kurulunun bazı plan değişikliklerinin baskıyla onaylatıldığı, yeni yapılacak binaların yüksekliğinin kademeli olarak 75, 85, 88, 100 metre yapılması ve 
100 metreyi aşmaması gerekirken tüm yeni yapıların yüksekliğinin 100 metre olduğu, bu durumun İstanbul 3 no.lu Kültür ve Tabiat Varlıkları Koruma 
Bölge Kurulunca onaylanan proje notlarına da aykırı olduğu, yine projede sosyokültürel tesis adı altında yaşlılar evi ve turizm kongre merkezi adı altında 
servis apartmanı olarak adlandırılan kullanımların inşaat alanının toplamda yüzde 40 olarak hesaplandığı ve bu şekilde yapı ruhsatı alındığı hâlde tapu 
sicil müdürlüğüne kat irtifakı kurulması için gönderilen projede söz konusu yaşlılar evi ve servis apartmanı kullanımlarına konut olarak bağımsız bölüm 
numaraları verildiği ve plan notlarına aykırı olarak ilave edilen 125 adet mülkiyete sahip satılabilir alanlar ihdas edildiği, Zorlu Center hususlarının ne 
olduğu’ konusunda hiçbir bilgisinin olmadığını, komuoyunda duyduğu kadarıyla bilgi sahibi olduğunu, kendisinin Bakan Bey'in aslen basınla ilgili kısmıyla 
ilgilendiğini, Emlak Konutta çalıştığım için Emlak Konutla ilgili kısmını biraz bildiğini, Milliyet Gazetesinden kendisini arayıp “Zorlu açıldı mı açılmadı mı?” 
diye sorduklarını, kendisinin de Ahmet Bey’i arayıp sorduğunu, onun da detaya girdiğini, işin diğer kısmını bilmediğini, telefon “tape”lerinde de işlerine 
gelen kısımların konulduğunu, bu telefon “tape”lerine, öncesi, sonrası, hiçbirinin konulmadığını, yarım saat öncesinde Milliyet gazetesinden kişiyi kendisine 
sormadıklarını, “Neden Ahmet Ayyıldız’ı aradın?” diye sorulduğunu, Zorlu Center’in kendi Bakanlıklarıyla ilgisinin olmadığını, ruhsatının bildiği kadarıyla 
İstanbul Belediyesi tarafından verildiğini, en son işletmeye açılması ruhsatının Bakanlık tarafından verildiğini bildiğini, Emlak Konutta Yönetim Kurulu 
Başkan Danışmanı olarak görev yaptığını, Trabzon’da yerel bir konuşması dışında, Bakan Bey’in fezleke dosyasında ‘kaç Sadık’ diye tek bir telefon görüşmesinin olduğunu, Bakan Bey’le, hiçbir telefon “tape”sini olmadığını, Erdoğan Bey’le alakalı fezleke dosyasında tek bir “tape”sinin olduğunu, yerel siyasetle alakalı tek bir “tape”sinin olduğunu, başka hiçbir “tape”sinin olmadığını, Erdoğan Bey’in babası gibi olduğunu, yirmi sene beraber çalıştıklarını, onunla 
“Kaç Sadık.” Diye bir konuşmalarının olduğunu, kendisinin de “Efendim, kafede otururum.” Dediğini, “Yok, yanıma gel, beraber gidelim Bakanlığa.” dediğini, yirmi senedir Erdoğan BAYRAKTAR’ın yanında olduğunu, ondan dolayı hayal kurmuş olabileceklerini, kendisinin İstanbul Büyükşehir Belediyesinde KİPTAŞ’ta 
çalışırken, Hüseyin Avni Sipahi’nin de Taşdelen Belediye Başkanı olduğunu, Hüseyin Bey’i oradan tanıdığını, Erdoğan Bey’le aynı sitede oturduklarını, 
Emlak Konutun Yönetim Kurulu Başkan Danışmanı olduğunu, Ali Ağaoğlu’nun bu meşhur Maslak 1453 denen meselesinin Emlak Konut ile devletin yapmış 
olduğu bir iş olduğunu, oradan tanıyıp bildiğini, bir taraftan da kendisinin Bakanlıktaki asli görevinin bir kısmı da Emlak Konutun finans belgesiyle olan 
işlerinin devlet kademelerindeki yürüyüşünü, imzalarını yürütmek olduğunu,” 
Mehmet Ali Kahraman ifadesinde özetle; “Bakanlık kurulduğu tarihte Müsteşar Yardımcısı Vekili olarak Bakanlıkta göreve başladığını, yaklaşık üç ay Müsteşar Yardımcısı Vekilliği görevini yürüttüğünü, iki buçuk seneye yakın da Mekânsal Planlama Genel Müdürü olarak görev yaptığını, Bakanlıklarının kurulmasıyla beraber Bakanlığın yetki alanları, tabii, 644 sayılı Kanun Hükmünde Kararname’de sayıldığını, bu çerçevede 2/ğ maddesinde “Bakanlıkça belirlenen finans ve ticaret merkezleri, şehirlerin ana giriş düzenlemeleri gibi şehirlerinin marka değerini artırmaya ve şehrin gelişmesine katkı sağlayacak özel proje alanlarına dair plan, ruhsat işlemlerinin gerçekleşmesini sağlamak görevler arasındadır.” şeklinde hükmün yer aldığını, burada Bakanlıklarına bir başvuru yapıldığını, 2012 yılında bu başvuru çerçevesinde söz konusu araziyle ilgili bir inceleme yaptıklarını, bu arazinin 1960’lı yıllardan beri sanayi alanı olarak kullanılan fakat bugün metruk ve köhnemiş bir hâlde olduğunu; yine, üst ölçekli, 1/100.000 ölçekli planlara uygun olarak sanayinin desantralizasyonu kararları çerçevesinde sanayinin dönüşümünün amaçlandığını ve bu tip hususlar çerçevesinde özel proje alanı ilanı konusunu kendi aralarında tartıştıklarını, Bakanlık bünyesinde ve bunun özel proje alanı ilanını sağlayıp özel proje alanı ilan edildikten sonra da ilgili Bakırköy ve İstanbul Büyükşehir Belediyelerine bilgi verdiklerini ve daha sonra da plan çalışmasını yürüttüklerini, burada plan çalışması yürütülen arazi sadece Ali Ağaoğlu’na ait parsel olmadığını, aynı zamanda, bu bahsettiği köhneleşmiş sanayi alanlarının tamamını kapsayacak şekilde özel proje alanı ilan edildiğini, bununla birlikte, yine içerisinde kamu mülkiyetlerinin yer aldığını, Devlet Demiryollarına ait arazilerin olduğu birtakım yerler bulunduğunu, bu çerçevede plan çalışmalarını sürdürdüklerini, burada, tabii, İstanbul Büyükşehir Belediyesinin onaylamayıp Bakanlığın onayladığı gibi bir ifade kullanıldığını, Bakanlıklarının onayladığı plan ile İstanbul Büyükşehir 
Belediyesinin onayladığı planların aynı olmadığını, Bakanlıklarının kurulduğu tarihten itibaren özellikle emsal dışı kullanımları minimize etme yönünde bir 
çaba gösterdiklerini, burasının mevcutta 2 emsalli bir ticaret alanı olduğunu, 2,5 emsal konut artı ticaret yapıldığını, belediyeye yapılan teklifin ise 4,5-5 
emsaller civarında olduğunu, Bakanlıklarına da tabii aynı şekilde teklifte bulunulduğunu, fakat kendilerinin bunu süreç içerisinde çevre yapılanma koşullarını gözeterek belli bir noktaya getirdiklerini, bunun Bakanlığın yetkisinde bir husus olduğunu, maddi menfaat olup olmadığını bilmediğini, görev yaptığı sırada böyle bir hususla karşılaşmadığını, Bulgar Ortodoks Kilisesi Vakfı’na ait arazinin 2010 yılında azınlık mallarının iadesi kanunu kapsamında Bulgar Vakfı’na iade edilmiş bir arazi olduğunu, yine burasının üst ölçekli planlarda Şişli merkezi iş alanı olarak görülmekte ve yüksek emsalli alanlardan bir tanesi ve de mevcut imar planlarında “Avan projeye göre uygulama yapılır.” şeklinde yani daha yüksek yapılaşma koşullarını içerebilecek ifadeleri olan bir yer olduğunu, burasının da yine Bakanlıklarına Bulgar Vakfı’nın başvurması sonucunda özel proje alanı ilan edildiğini, yine, ilgili belediyelere bilgi verildiğini, bu itibarla, gerek Şişli Belediyesinden gerek Büyükşehir Belediyesinden cevaplar alındığını, yine, çevre yapılanma koşullarını gözetecek şekilde ve hatta çevre yapılaşma çok çok altında bir yapılaşma koşuluyla bu planın da onaylandığını, burada da Bakanlığın prensipleri çerçevesinde herhangi bir şekilde emsal dışı kullanıma izin verilmediğini, bununla beraber, yaklaşık 15-20 bin metrekare civarında bir yeşil alan terki söz konusu olduğunu, fakat, bu planın sonuçlanma aşamasının kendileri görevden ayrıldıktan sonra olduğunu, bu konuda Emlak Konut Genel Müdürü Murat Kurum’la bahsedilen kişinin Emlak Konutla daha önceden olmuş bir davası ve bununla ilgili süren bir alacak davası vardı. 



Dolayısıyla, bu konuda Emlak Konut bir uzlaşma istediğini, yaptıkları görüşmenin bununla ilgili olduğunu, Emlak Konutla buranın müteahhidi olan Taşyapı firmasının arasında bir dava olduğunu, 50 milyon verdik meselesinin bununla ilgili olduğunu, 


“Buradan geleceksin, sen 100 trilyon, 200 trilyon rant alacaksın, imar planını değiştireceksin.” Mehmet Ali’nin de “Neyse, o zaman ben onu Bakan Bey’e ileteyim, Bakan Bey bir şey yaparsa…” şeklindeki konuşmaların aynı 
konunun devamı olduğunu, yani, bu konunun iki tane bağımsız konu olduğunu, yani birbiriyle doğrudan bağlantısı olmayan konular olduğunu, fakat, Emlak Konut Genel Müdürü de kendi alacağını düşünerek belki bir pazarlık şeyi olabilir yani mahkemeden vazgeçebilir mi acaba bu kişi gibi bir şeyde bulunduğunu, kendisinin de bu konuyu Bakan Bey’e ileteceğini söylediğini, yani, bu konuda kendilerinin ellerinden gelecek bir konu olmadığını, sağlık tesisi yapımı için imar verilen Taşyapı İnşaata ait olan arsaya sonradan otel yapımıyla ilgili olarak bir imar düzenlemesi yapıldığı, belediye tarafından reddedildiği ama Bakanlık tarafından kabul edildiği iddiası üzerine bu konunun sonuçlandırılmamış konulardan biri olduğunu, Bakanlıklarının kurulduğu tarihten itibaren imar düzenlemelerinde şeffaflığı ve usul dışı kullanımları önlemeye yönelik özel bir gayret gösterdiklerini, burada firmanın kendilerine sunduğu ilk teklifte “Huzurevi adı altında bağımsız üniteler yapılabilir, bunlar apart, konaklama üniteleri gibi satışa da konu edilebilir.” şeklinde notlar yazılı olduğunu, birtakım plan notları yazılı olduğunu, aslında, bunun esasen bir kılıfa sokularak başka bir amaca dönük kullanım içermekte olduğunu, kendilerinin bunu engellemek için, bu tip şeyleri Türkiye genelinde engellemek için Tapu ve Kadastro Genel Müdürlükleri eliyle bir genelge çıkarttırdıklarını, buna benzer uygulamaların, örneğin, Bodrum’da, Antalya’da ya da İstanbul'un başka yerlerinde “turizm imarı” adı altında yapılarak konuta dönüştürülüp satılan yerler için de geçerli olduğunu, burada da benzer bir durumun söz konusu olduğunu, yani burada “huzurevi” adı altında turizme yönelik bir tesis yapılıp, bunun satılması gibi bir niyet olduğunu, kendilerinin bu niyeti tespit ederek hatta bu konuda kendisinin Sayın Bakanlarının diğer oğluyla yaptığı bir görüşme de olduğunu, orada dalga geçtiklerini, yani bu konuda “Yani bu kadar da abartılmaz bu konu.” Dediklerini, “Sizin maksadınız ne? Siz burada otel yapmak istiyorsanız, kanun otel yapmaya izin veriyor, otel olarak plan teklifinizi getirin, ‘huzurevi’ adı altında böyle yanlış kullanımlar içeren şeyler yapmayın.” dediklerini, bunun üzerine teklifin otel olarak revize edildiğini ve imar işlerinin de sonuçlanmadığını, ancak dosyada tabii tam tersi olarak “illegal imar izni verilmesi” şeklinde yer aldığını, Ataköy’de sahil kenarında bu Özyazıcı İnşaat tarafından imar planına aykırı olarak yapılan bir projeye izin verilmesinden bahsedildiği sorusu üzerine, imar planına aykırı olma hususunun doğru olmadığını, Ataköy sahil şeridinin imar planlarının 1991 yılında Turizm Bakanlığı tarafından yapıldığını, burasının turizm bölgesi olduğunu, turizm bölgesi ilan edilmiş bir bölge olduğunu, fakat bu arazide aynı zamanda hem doğal sit vasfı taşıyan ağaçlar hem de kültürel yapılar olduğu için burasının aynı zamanda Kültür ve Tabiat Varlıkları Kanunu’na tabi olduğunu, 
2011 yılında Bakanlık kurulduktan sonra hem doğal sit hem de kültürel yapıların olduğu çakışan alanlarda yetkinin Bakanlıklarına geçtiğini, burada emsal 
değerin 2 olduğunu, Kültür Bakanlığının onayladığı 1991 yılı planlarında ve o zamanki planlarda yine kıyıdan çekme mesafesinin 10 metre ya da 20 metre 
olduğunu, fakat kendilerinin Ataköy sahilinin halka açık bir şekilde kullanılmasını teminen imar planları yapılaşma koşullarını plan değişikliği yapmadan, 
sadece Tabiat Varlıkları Komisyonu kararıyla yaklaşık 1,4-1,5’e çektiklerini, bununla beraber kıyıda bir 10 metrelik yürüyüş yolu ve 40 metrelik de bir 
çekme mesafesi oluşturulmasını zorlayan birtakım tedbirler koyduklarını, özellikle özel şahıslara ait arsa ve arazilerde imar planının Bakanlığa başvuru 
yetkisinin birkaç tane koşulu olduğunu, bunlardan en önemlisinin belediyelerce sonuçlandırılmamış işlemlerin ya da hatta kanunda açıkça “üç ay” gibi 
bir ifade olduğunu, üç ay içerisinde sonuçlandırılmamış sa Bakanlığın burada yetki sahibi olabildiğini, devreye girebildiğini, dolayısıyla, burada kendilerinin 
muhakkak bir belediyeye başvuruyu aradıklarını, Bakanlıklarına bu madde kapsamında yapılan başvurulardan yaklaşık yüzde 85’ini kendilerinin de 
reddettiklerini, yani çok cüzi bir oranda onay yaptıklarını, yaklaşık bugüne kadar, daha doğrusu, iki buçuk senelik görev süresi zarfında hatırladığı 
kadarıyla 900 civarında plan onayladıklarını, bunların sadece 15 ya da 20 tanesinin bu kapsamda onaylanmış planlar olduğunu, yine o yaklaşık 900 tane 
planın hepsinin de yine İmar Kanunu’ndaki diğer aleniyet hususları sağlanacak şekilde askıya çıkarıldığını, itirazların değerlendirildiğini, hatta bu işlemler 
yapılırken de belediyelere bu konuda “Siz bu konuyu neden sonuçlandırma dınız ya da neden bu konuda kararınız olumsuz oldu?” gibi görüş de sorulduğunu, bu hususların dikkate alınarak bu işlemlerin sonuçlandırıldığını, 644 sayılı KHK düzenlenirken bir şekilde yatırımların bazen belediyelerin keyfiliğinden ya da vatandaşların belediyeyle olan diyaloglarının uzun sürmesinden kaynaklanmış olabileceğini, yani bir üst otoriteye müracaat etmek gibi Bakanlığa da böyle bir idari vesayet yetkisi verilmiş olabilir diye düşündüğünü, anlattığı gibi kendilerinin de hani otomatik olarak her gelen şeyi kabul etmediklerini, yüzde 85-90 oranında da bu tip talepleri reddettiklerini, 10 katlı inşaatların yapıldığı bir bölgeye sonradan birden 30, 40 kat inşaat ruhsatı verilip inşaat yapılmasının nedeni olarak, İstanbul Büyükşehir Belediyesinin yıllar önce İstanbul’un genelinde bir silüet çalışması yaptığını, bu silüet çalışması 
çerçevesinde de pek çok yerde yükseklik sınırlarının belirlendiğini, dolayısıyla herkesin bu yükseklik sınırlarına da uymak gibi bir zorunluluğu olduğunu, 
dolayısıyla bugüne kadar dörder katlı, beşer katlı ya da onar katlı gelmiş olan bir rejimde bu silüet çalışması neticesinde birtakım sınırların zorlanmış olabileceğini, mesela bizim Ataköy sahil şeridinde de, diğer yerlerde de İstanbul Büyükşehir Belediyesinin belirlediği 70 metrelik bir yükseklik sınırı olduğunu, bu sınırlara uyulmasını kendilerinin özel bir zaruret olarak getirdiklerini, aynı zamanda, bu bahsettiğiniz yeşil alan silsilesinin devamı konusunda da bazı adımlar attıklarını, yani Emlak Konutun yine Bakanlıklarına sunmuş olduğu bir plan teklifi olduğunu, bu Veliefendi etrafındaki, burada Bakanlık bu plan teklifini onayladığını, fakat daha sonra iptal ederek, İstanbul Büyükşehir Belediyesiyle bir anlaşma yoluna giderek İstanbul’un büyük bir bölgesel parkını yapma yolunda bir adım atıldığını, bu iki hassasiyetin de göz önünde bulundurulduğunu, yine Ataköy sahil şeridinde ve Ataköy’ün tamamında, dediği gibi, 1991 yılında ve Kıyı Kanunu’na tabi olmadan onaylandığını.., 

24. CU BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR.,

***