BÜTÜN BOYUTLARIYLA SURİYE KRİZİ VE TÜRKİYE, BÖLÜM 3
Şam Kurtuluş Tugayları-ŞKT (Ahrar El-Şam Tugayları): Esed rejimine
karşı silahlı mücadele gerçekleştirmek amacıyla kurulmuş olan Şam Kurtuluş Tugayları, Selefi Cihad’ın Suriye’deki önde gelen çatı örgütlerindendir.
Yayımladığı bildirilerde Özgür Suriye Ordusu’nun yanında savaştığını ancak
komutasında olmadığını beyan eden ŞKT, tamamen bağımsız hareket etmektedir.
ŞKT’ye bağlı askerler Suriye’nin genel olarak tüm bölgelerine dağılmış
durumdadır. Ancak en güçlü oldukları bölge İdlib’dir. Tugay ilk etapta Suriye
Ordusu ile girdiği çatışmalardan ele geçirdiği silah ve mühimmatlarla mücadelesini yürütmüştür. Şimdi ise Kuveyt başta olmak üzere Körfez ülkelerindeki zenginlerden yardım almaktadır. ŞKT çatısı altında birçok tugay bulunmaktadır.
Bunlar, Ariha bölgesinde faaliyet gösteren Abbad El-Rahman Tugayı,
Cebel-i Zaviye bölgesinde mücadele eden Sariyet El-Cebel Tugayı, Hama’da
yer alan Selahaddin Tugayı, Cunud El-Hak Tugayı ve Furkan Tugayı’dır.20
Şam Kartalları Tugayı (Sukurul Şam Tugayı): Şam Kartalları Tugayı’nın
Komutanı Cebel El-Zaviyeli Selefi olan Ahmet İsa el-Şeyh’tir. Şam Kartalları
Tugayı, İdlib bölgesinde Suriye Ordusu’na yönelik bombalı eylemler gerçekleştirmektedir.
Sukuru El-Şam Tugayı’nın hem fikri hem de altyapı bakımından
Şam Kurtuluş Tugaylarına benzerliği vardır. Şam Kartalları Tugayı’nın
merkezi İdlib olmakla birlikte bu grubun İdlib dışında da birlikleri bulunmaktadır.
Şam Kartalları’na bağlı olarak Halep’te Şüheda Birliği ve Şam’da Ammar
Bin Yasir Birliği oluşturulmuştur. Tugayın 3 binden fazla savaşçısı vardır.
Şam Kartalları Tugayı, siyasi ve askeri yardımlarını Kuveyt, Suudi Arabistan
ve Bahreyn’den almaktadır.21
3. Krizin Bölgesel Etkileri
Suriye’de iç savaş halini alan kriz, ülke sınırlarının ötesinde sonuçlar doğurmaya
başlamış, Orta Doğu’da bölgesel düzeyde bir anlaşmazlığa ve nüfuz mücadelesi ne dönüşmüştür. Türkiye’nin güvenliğini tehdit eden, Lübnan’ın istikrarını zedeleyen kriz, Körfez ülkelerinin İran kaynaklı kaygılarını artırırken, Tahran’ı Arap dünyasındaki tek müttefikini kaybetme olasılığı ile karşı karşıya bırakmıştır. Esed rejiminin Türkiye topraklarına yönelik kaza olarak değerlendirilen saldırıları, PKK/KCK terör örgütüne ülkenin kuzeyinde hareket alanı açması ve Suriye’nin parçalanma ihtimali Ankara’yı tedirgin etmektedir.
Esed iktidarının krizi ülke sınırları dışına taşıma gayesiyle Lübnan’daki
hassas dengeleri bozabilecek kışkırtıcı eylemlere yönelmesi Beyrut’ta endişe
uyandırmaktadır. İran’ın Bağdat-Şam-Hizbullah hattındaki Şii jeopolitiği stratejisi doğrultusunda krize Esed rejimi yanında müdahil olması Körfez ülkelerini rahatsız etmiştir. Suriye’nin İran’ın tek müttefiki olması ve Tahran’ın Esed rejimini koşulsuz desteklemeye devam etmesi ise krizi bölgesel düzeyde bir anlaşmazlığa mahkûm etmiştir. Suriye’de çıkmaza giren kriz, Orta Doğu’da
Esed iktidarının devamı ve sona ermesi yönünde iki yaklaşımın öne çıkmasına
yol açmış, bu yaklaşımları savunan devletler arasında rekabet doğurmuştur.
Suriye krizinin sona ermesi için Esed rejiminin devamını gerekli gören ve
Suriye’deki ayaklanmaya terörizm nazarıyla bakan birinci yaklaşımı temelde
İran desteklemektedir. Esed rejiminin ayakta kalması için siyasi, ekonomik
ve askeri imkânlarını seferber eden İran, Irak’taki Maliki iktidarını ve
Hizbullah’ı aynı doğrultuda yönlendirmektedir. Tahran, Suriye’deki silahlı
isyan hareketini (Esed iktidarı ile birlikte) terörizm olarak nitelemekte ve muhalif unsurlara destek sağlayan devletleri tehdit etmektedir. Kriz sürecinde
İran’ın tutumunun giderek sertleştiği, muhalefet hareketine destek sağlayan
ülkelere yönelik örtülü mücadelelere yöneldiği ve Esed rejimine daha güçlü
destek verdiği gözlemlenmiştir. İran Türkiye’ye karşı PKK/KCK terör örgütünü
tekrar desteklemeye, üst düzey askeri ve siyasi yetkililerin demeçleri
aracılığıyla Türkiye’yi tehdit etmeye, Bağdat yönetimini Ankara aleyhinde
yönlendirmeye, Suudi Arabistan ve Bahreyn’deki Şii nüfusu da ayaklanmaları
için tahrik etmeye başlamıştır. Kriz sürecinde Esed rejimine bu denli güçlü ve
riskli biçimde destek vermesi İran’ın Orta Doğu stratejisinde Suriye’yi merkezi
bir konuma yerleştirdiğini ve müttefiki Baas iktidarının ayakta kalmasını
kendi rejiminin bekasıyla ilişkilendirdiğini göstermektedir.
İran, bölgede kurmaya çabaladığı Şii jeopolitiği hattında Nusayri azınlığın denetimindeki Suriye’nin hayati bir aktör olduğunu değerlendirmekte, Şam’da
Sünni ağırlıklı bir hükümetin iktidara gelmesi durumunda Şii hilali projesinin
başarısız olacağını öngörmektedir. İranlı karar mercileri, Esed rejiminin devrilmesiyle Tahran’ın İsrail’e karşı başvurabileceği dinamiklerin önemli ölçüde
zayıflayacağını değerlendirmektedir. Esed iktidarının devrilme ihtimali aynı
zamanda İran’daki mevcut rejimin beka kaygısını artırmakta, Tahran’da, bölgedeki rejim değişikliklerinde sıranın İran’a geldiği yönünde bir tedirginlik
hâsıl etmektedir.
İran’ın Suriye’deki krize Esed rejimi lehinde müdahil olması, Tahran’ın Şii
hilali projesi bağlamında değerlendirilmelidir. Nüfuz alanını Şiilik vasıtasıyla
genişletmeye çalışan İran, Orta Doğu ülkelerindeki Şii topluluklar üzerinde
özellikle eğitim yoluyla etki sahibi olmaya çabalamaktadır. Saddam sonrası
Irak üzerinde nüfuz sahibi olan İran’ın Bağdat-Şam-Hizbullah eksenindeki Şii
unsurlardan bir stratejik hat meydana getirmeye çalıştığı gözlemlenmektedir.
Nitekim Suriye krizinde Esed rejimine sağlanan destekte İran-Irak-Hizbullah
eşgüdümü Şii hattının Tahran’ın yönlendirmesiyle birlikte hareket edebileceğini
göstermiştir. Nusayri azınlığın denetiminde ve Baas iktidarının tekelindeki
Suriye bu hatta kritik bir konumda yer almakta, İran’ın Lübnan’daki
Hizbullah’la bağlantısında koridor işlevi görmektedir. Dolayısıyla, Esed rejiminin
devrilmesi Tahran’ın Bağdat-Şam-Hizbullah hattındaki Şii hilali projesinin
başarısızlığa uğraması anlamına gelmektedir.
İran’ın Esed rejimine sağladığı destek, Tahran’ın İsrail’e karşı harekete geçirebileceği dinamikleri muhafaza etme hedefiyle de açıklanabilir. Suriye’nin
İsrail ve Filistin’e coğrafi yakınlığı bu ülkeyi İran nezdinde değerli kılmaktadır.
İran, İsrail’e karşı desteklediği Hizbullah’a tedarik ettiği askeri malzemeleri
Suriye üzerinden Lübnan’a ulaştırmaktadır. Tahran, İsrail’e karşı mücadele
eden Filistinli unsurlarla Suriye topraklarında irtibat sağlamakta, ABD-
İsrail cephesine karşı “direniş cephesi”ne önderlik etmeye çalışmaktadır. İran
böylece İsrail’e karşı harekete geçirebileceği dinamikler elde etmekte, Orta
Doğu’da İsrail karşıtlığına dayalı dış politika çizgisinden temin ettiği itibarı
korumaktadır. Esed rejiminin devrilmesi, İran’ın İsrail karşısındaki ve İsrail-
Filistin ihtilafındaki konumunun zayıflaması sonucunu doğurabilir.
Suriye’de Esed iktidarına karşı ortaya çıkan muhalefet hareketi, İran’daki
mevcut rejimin beka kaygısının nüksetmesine yol açmıştır. Tahran, Suriye
krizi kullanılarak İran’ın yıpratılmaya çalışıldığını ve nihai hedefin aslında
İran olduğunu iddia ederek Esed rejiminin geleceğiyle İran’daki rejimin akı
beti arasında bağlantı kurmaktadır. Nükleer programından dolayı uluslararası
yaptırımlara ve tecride maruz kalan İran, bölgedeki tek müttefiki Suriye’de
muhtemel bir iktidar değişimini kendi rejiminin bekasıyla ilişkilendirmektedir.
İran, dış politika ufkuna yön veren “kendisine karşı dış müdahale korkusunun”
da etkisiyle Esed rejiminin devrilmesinin ardından sıranın kendisine
gelebileceği yönünde ciddi kaygılar beslemektedir.
Orta Doğu’da İran dışında Lübnan’daki Hizbullah’ın ve Irak’taki Maliki iktidarının
Esed rejiminin devamını savunan aktörler olduğu gözlemlenmektedir.
Hizbullah, Suriye’deki muhalefet hareketinin büyük bir komplo olduğunu
ve Esed iktidarının ülkedeki halk ayaklanmasıyla mücadele ederken aslında
ABD ve İsrail’e karşı bir savaş yürüttüğünü iddia etmektedir. Hizbullah, Suriye
krizinde muhalefet hareketine karşı İran’la birlikte Baas rejimine somut
destek vermektedir. Esed rejimine bağlı paramiliter birliklere eğitim sağlayan
Hizbullah militanları, rejimle eşgüdüm sağlayarak muhalif unsurların bulunduğu
hedeflere saldırılar düzenlemiştir.
Irak’taki Maliki iktidarı ise Suriye’deki halkın taleplerinin dikkate alınması
gerektiğini beyan etmekle birlikte krizin sona ermesine dönük bir dış müdahaleye itiraz etmektedir. Bağdat, Arap Birliği’nin Suriye’nin üyeliğini askıya aldığı kararda çekimser kalmış, Suriye’ye karşı başlatılan ekonomik yaptırımlara karşı çıkmıştır. İran’ın Suriye’ye silah sevkiyatına da Irak hava sahasını açan 22 Bağdat, Esed rejiminin devamını zımnen desteklemektedir. Maliki iktidarının krizin ilk dönemlerinde Suriye halkının reform taleplerine olumlu bakışı öne çıkarken, daha sonra giderek Esed rejimi yanlısı çizgiye yaklaşmasının İran’ın etkisiyle olduğu değerlendirilmektedir.
Bölgede Suriye krizinin çözümlenmesi için Esed rejiminin son bulması yönündeki ikinci yaklaşımı başta Suudi Arabistan ve Katar olmak üzere Körfez
ülkeleri, Arap devletlerinin çoğunluğu ve Türkiye savunmaktadır. İkinci
yaklaşımı savunan bölge ülkelerinin farklı nedenlerle bu tercihe yöneldiği ve
Esed rejiminin devrilmesi yönünde değişik düzeylerde destek verdiği belirtilmelidir.
Suudi Arabistan ve Katar, krizde Esed rejimine nispeten hızlı bir
şekilde karşı tavır almış, Körfez İşbirliği Konseyi (KİK) aracılığıyla ve Arap
Birliği nezdinde diplomatik girişimlerde bulunmuş ve muhalefetin silahlandırılmasında önemli rol oynamıştır. Diğer Arap devletleri ise Suriye’deki halk hareketini ve Esed rejiminin devrilmesini desteklemekle birlikte, bu istikamette daha çok diplomatik yöntemlerin işletilmesinden yana tutum geliştirmiştir. Türkiye ise krizin ilk aylarında reform çağrıları yaptıktan sonra Suriye muhalefetinin tanınmasına zemin hazırlamış, Esed rejiminin sona ermesi yönünde irade göstermeye başlamıştır.
İran-Suriye arasında 1979 Devrimi sonrasında gelişen ve 2000’li yıllarda ittifak
niteliği kazanan ilişkiler başta Körfez ülkeleri olmak üzere Arap devletlerinin
tepkisini çekmiş, Suriye’nin Arap dünyası ile münasebetleri genel olarak
soğuk seyretmiştir. Tahran yanlısı dış politikasından ötürü Arap dünyasının
Şam yönetimine karşı sürdüre geldiği tepkisel tutum, Arap devletlerinin Suriye
krizindeki tutumunun anlaşılmasında dikkate alınmalıdır. Nükleer programının
tedirginlik doğurduğu bir dönemde İran’ın Orta Doğu’daki Şii unsurlar üzerinden bölgesel bir nüfuz stratejisine yönelmesi, Arap devletlerinin Esed rejimi aleyhindeki halk hareketine bakışında etkili olmuştur. Esed iktidarına karşı gelişen muhalefet hareketi Arap dünyasında olumlu karşılanmış, Suriye’ deki mevcut rejimin değişmesi gerektiği yönündeki yaklaşım, özellikle Körfez ülkeleri tarafından belirgin biçimde desteklenmiştir. Nitekim Esed rejiminin devrilmesiyle İran’ın Suriye ve Lübnan üzerindeki nüfuzunun önemli
ölçüde zayıflayacağı ve Suriye’nin Arap dünyasıyla yakınlaşacağı öngörülmekte dir. Suriye krizi sürecinde Körfez ülkelerinin tutumu iki aşamada değerlendirilebilir.
Ortak bir tutumun henüz geliştirilmediği birinci aşamada Körfez ülkeleri
Esed iktidarına reform çağrıları yapmış, krizin çözümüne yönelik destek
sözleri vermiştir. 2011 yılının Mayıs ayı içinde Suudi Arabistan Kralı, Kuveyt
Emiri ve Bahreyn Emiri Esed’i bizzat arayarak ülkedeki krizi çözmek için
destek olacaklarını bildirmişlerdir. İktidarlar tarafından gerçekleştirilen bu
çağrılarla aynı dönemde El-Cezire ve El-Arabiye gibi Körfez merkezli televizyonlar Suriye’de halkın talep ve beklentilerini dünya kamuoyuna duyurmuştur.
Körfez ülkelerinin Suriye halkının demokratik hak ve özgürlük taleplerine cevap
verilmesi gerektiği yönündeki çağrısı, Esed rejiminin kitlesel gösterileri silahlı kuvvetle bastırma yoluna gitmesiyle değişmeye başlamıştır.
İran ve Hizbullah’ın krize Esed rejimi lehinde müdahale etmesi Suriye krizinin
Körfez ülkeleri tarafından mezhepsel bir mücadele olarak algılanması
sonucunu doğurmuştur. Suriye ordusunun 31 Temmuz 2011 tarihinde 139
kişinin ölümüne yol açan Hama saldırısının ardından Körfez ülkeleri Beşşar
Esed’in iktidarı terk etmesi gerektiğini aleni biçimde zikretmeye başlamıştır.23
2011 yılının Ağustos ayından itibaren Körfez ülkelerinin Suriye krizine yaklaşımında ikinci aşamaya girildiği ifade edilebilir. İkinci aşamada Esed rejimine karşı ortak bir tavır geliştirilmiş, Suriye krizinin bir Arap Gücü müdahalesiyle çözülebileceği ve muhalefetin desteklenmesi gerektiği savunulmuştur. Bu dönemde Katar’ın açıkladığı önerilerin Körfez ülkelerinin ortak tavrında etkili olduğu belirtilmelidir. Arap Gücü’nün Suriye’ye gönderilmesini teklif eden Katar, Suriye’de yardımların gerekli yerlere ulaştırılması, güvenli bölge oluşturulması ve taraflar arasında ateşkesin takip edilebilmesi için Arap devletlerinin teşkil edeceği askeri bir görev gücünün elzem olduğunu beyan etmiştir. BM Güvenlik Konseyi’nde Suriye’deki insan hakları ihlallerini kınayan ve şiddetin sona erdirilmesi çağrısında bulunan ilk karar tasarısının Rusya ve Çin tarafından veto edilmesinin ardından da Katar, uluslararası topluma Suriye muhalefetine silah desteği vermesi için çağrıda bulunmuştur.24
Körfez ülkeleri, Esed rejiminin sona ermesi gerektiği yönündeki yaklaşımı
Körfez İşbirliği Konseyi aracılığıyla Arap Birliğine taşımış, diğer Arap ülkeleriyle
ortak hareket etmeyi hedeflemiştir. Bu girişim neticesinde Arap Birliği
Esed rejimine karşı ortak bir tavır geliştirmiş, Suriye krizini çözüme kavuşturabilecek bir plan hazırlamıştır. Beş maddeden oluşan çözüm planı; taraflar arasında derhal ateşkes ilan edilmesini ve Suriye ordusunun kentlerden
çekilmesini, tutukluların serbest bırakılmasını, anayasa düzenlemelerini de
kapsayan siyasi reformların yapılmasını, Esed rejimi ile muhalifler arasında
ulusal diyalog görüşmelerinin başlatılmasını ve Arap Birliği’nin çözüm planı
sürecini incelemek üzere Şam’da temsilci bulundurmasını şart koşmuştur. Hazırlanan çözüm planını gündeme alarak 16 Ekim 2011’de Mısır’da toplanan
Arap dışişleri bakanları, planın uygulanması için Esed iktidarına ilk etapta 15
gün süre tanımış, Arap Birliği içinde Katar başkanlığında Suriye meselesiyle
ilgilenecek bir komisyon oluşturulmasını kararlaştırmıştır.25
16 Ekim toplantısının ardından, Arap Birliği’nin tayin ettiği Katar başkanlığındaki
heyet Beşşar Esed’le bir görüşme gerçekleştirmiş, 30 Ekim’de Suriye,
Birliğin çözüm planına riayet edeceğini taahhüt etmiştir. 2 Kasım 2011 tarihinde
ise Arap Birliği ve Suriye’nin imzaladığı anlaşma ile Esed rejimi şiddetin
sona erdirilmesi, siyasi tutukluların serbest bırakılması ve ordunun kentlerden
çekilmesini kabul etmiştir. Ancak Esed rejiminin taahhüt ettiği halde çözüm
planını uygulamaması ve kitlesel muhalefet gösterilerine karşı silahlı kuvvet
kullanmaya devam etmesi Birliğin politikasını değiştirmiştir. Arap Birliği,
Esed rejimine karşı siyasi ve ekonomik yaptırımları tartışmaya başlamış ve
12 Kasım 2011 tarihinde Suriye’nin üyeliğini askıya almıştır. Lübnan, Suriye
ve Yemen’in ret oyu kullandığı, Irak’ın ise çekimser kaldığı oylamada karar,
lehte kullanılan 18 oy ile kabul edilmiş, 16 Kasım’da yürürlüğe girmiştir.
Arap Birliği, 27 Kasım’da çözüm planına söz verdiği halde riayet etmeyen ve
Suriye’nin üyeliğinin askıya alınması kararına rağmen işbirliğine yanaşmayan
Esed rejimine karşı siyasi ve ekonomik yaptırım kararı almıştır. Yaptırım kararının ardından Birlik, Suriye’ye Arap gözlemciler gönderilmesi için yeni bir girişim başlatmış, Irak’ın arabuluculuğunda Esed rejimiyle Kahire’de bir protokol imzalamıştır. İmzalanan protokol uyarınca Suriye’ye gönderilen Arap
gözlemcilerin sadece Esed rejiminin müsaade ettiği bölgelere gidebilmesi ve
dünya kamuoyuna rejim yanlısı mesajlar vermesi bu girişimden de netice alınmasını engellemiştir. Suudi Arabistan’ın gözlem görevinden finansal desteğini çekmesinin ardından diğer Körfez ülkeleri de Suriye’deki gözlemcilerini
geri çekmiş, Birliğin gözlemci girişimi başarısızlıkla sonuçlanmıştır.
Çözüm planı ve gözlemci girişimi denemelerinin ardından Arap Birliği’nin
Esed rejimine yönelik tutumu değişmiş, Birlik Suriye muhalefetiyle görüşmeye
başlamış ve Arap devletlerinde krizin Beşşar Esed’in iktidardan ayrılmasıyla
çözülebileceği kanaati yaygınlaşmıştır. Nitekim iki girişimde de Esed rejimi çözüm önerilerine sıcak baktığını beyan etse de uygulamaya geçmemiş,
muhalefet gösterilerini şiddetle bastırmaya devam etmiştir. Esed iktidarı, Arap
Birliği’nin çözüm girişimleri sırasında önerilere müspet cevap vererek zaman
kazanmış, Arap devletlerinin muhalefet hareketine sağlayabileceği desteği
mümkün mertebe geciktirmiştir. Diğer taraftan ise Arap Birliği’nin Suriye
krizine çözüm getirme arayışları krizin bölgesel düzeyden küresel düzeye
taşınmasına zemin hazırlamıştır. Suriye krizi böylece Arapların iç meselesi
olmaktan çıkmış, Birleşmiş Milletler’e intikal etmiştir.
Kriz, 2012 yılında İslam İşbirliği Teşkilatı’nın gündemine de gelmiştir. 15-16
Ağustos 2012 tarihlerinde Mekke’de düzenlenen İslam İşbirliği Teşkilatı’nın
4. Olağanüstü Zirvesi’nde Suriye’nin üyeliği askıya alınmıştır. 26 Mart
2013’te Doha’da düzenlenen Arap Birliği zirvesinde ise Suriye’nin koltuğu
muhalefet hareketine verilmiştir. Bu gelişmenin ardından Suriye Geçici Hükümeti Doha’da ilk elçiliğini açmıştır.
Arap devletleri arasında Suriye muhalefetine destekte Körfez ülkelerinin,
Körfez ülkelerinden de Suudi Arabistan ve Katar’ın öne çıktığı görülmektedir.
Suudi Arabistan ve Katar’ın öne çıkmasında bu ülkelerin sahip olduğu sermaye
gücü ve uluslararası düzeyde etkili basın-yayın organlarının belirleyici
olduğu ifade edilebilir. Mısır’ın Mübarek sonrası dönemdeki siyasi dönüşüm
süreciyle meşgul olması ve iki ülkenin Körfezdeki Şii-Vehhabi rekabetinde
taraf olmasının da Riyad ve Doha’yı öne çıkardığı değerlendirilebilir. İki ülke
gerek Körfez İşbirliği Konseyi (KİK) ve Arap Birliği vasıtasıyla gerekse tek
taraflı girişimlerle Suriye krizine Esed rejimi karşısında müdahil olmuştur.
Muhalefete finansman tedarikinin yanında doğrudan askeri destek de temin
ettiği basına yansıyan Suudi Arabistan ve Katar, Suriye’deki değişim sürecinde
etkili olmayı hedeflemekte, ülkedeki Selefi unsurları güçlendirmeye çalışmaktadır.
4. CÜ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR..,,
***
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder