9 Ocak 2020 Perşembe

OTUZ ÜÇ KURŞUN., BÖLÜM 2

OTUZ ÜÇ KURŞUN.,  BÖLÜM 2







KEMAL YÖRÜKOĞLU (devamla)— Şimdi görülüyor ki, muhterem arkadaşlar, ilk tahriki yapan benim, Van Cumhuriyet Savcılığıdır. … Bunun üzerine Adalet Vekaleti harekete geçiyor ve Askeri mahkemede muhakeme edilmesine karar veriyor. Nitekim Muğlalı Askeri Mahkemede muhakeme edildi ve hatta 
vazifesizlik itirazı yapıldı. Vazifesizlik itirazı red edildi. Suçun tamamen askeri olduğu kabul edildi. 
Binaenaleyh askeri bir suç hakkında müddei umumiliğin yapacağı bir şey de yoktur. 

33 vatandaşı öldüren bir kumandan hakkında takibat yapmayan idare, müteaddit iş’arlara rağmen alakasız kalan ve devlet reisi sıfatını haiz iken bir katili koluna takıp Van’a getirmenin manasını yüksek takdirlerinize arz ediyorum. Bunu yapan zat zamanın devlet reisidir. Bu vaziyet çok manidar ve çok şayanı dikkattir. … Kanaatim arkadaşlar; bu hadiseden zamanın devlet reisinin haberdar olduğudur. 

Arkadaşlar, bu vakıa münferit değildir. Bu, 32 de değil, 42 de değil daha çoktur. Ve yine şunu da ilave edeyim ki, bir harekatı askeriye veya bir tedip harekatı esnasında telef olan insanları da mevzubahis etmek istemem. Fakat bilhassa işaret etmek istediğim, şudur ki, o vatandaşlar, söylenildiği gibi bu memlekete hıyanet etmiş insanlar değildir. 

Mustafa Muğlalı bu emri verdikten sonra, Van Valisi Hamit Onat Özalp Kaymakamına emir veriyor, bu adamları yakalat, Polis Vazife ve Salahiyet Kanununun 18. maddesine göre nezaret altına alacaksınız, diyor. 

TAHİR TAŞER—Netice itibariyle Muğlalı hakkında Askeri Mahkemece tahkikat yapılıyor ve suçu sabit görülerek idamdan Muhavvel 20 sene ağır hapis cezasına mahkum ediliyor. Fakat cezası infaz edilmeden ölüyor. Şimdi, haklarında tahkikat yapılması istenen şahıslar o zamanki Dahiliye ve Milli Müdafaa Vekilleri ve Genel Kurmay Başkanıdır. 

Nihayet mesele Divanı harbe sevk ediliyor. Divanı harb de Muğlalı’ya çok ısrar vaki oluyor, Muğlalı da emir almadan bu işi kendisinin yaptığını mahkeme huzurunda söyleyerek suçu üzerine alıyor. Mahkum oluyor. Temyize gidiyor. Temyizde, Muğlalıyı kurtarmak için bir meczubiyet (muhakeme kabiliyeti 
olmamak) kararı alınıyor, ehliyeti cezaiyeyi haiz olmadığı iddiasıyla tahliyesi yapılıyor ve mesele de böylelikle kapanmış oluyor. 

ARZUHAL ENCÜMENI REİSİ ABDURRAHMAN FAHRİ AĞAOĞLU (Devamla)- Vaka 33 vatandaşın kurşuna dizilmesi dir. Bu bir faciadır. Buna benzer birçok facialar da vardır. Mesela, bir jandarma subayının anlattığına göre, bir hayvan hırsızlığının faili bulunamadığından, köy imha edilmiştir. 

2. Olayın 1943 Yılından 1956 Yılına Kadar Gelişiminin Kısa Özeti 

14. Bu arada Orgeneral Mustafa Muğlalı ve olaya adı karışan öteki kişilerin yargılanmalarına devam edilir. Orgeneral Mustafa Muğlalı Genelkurmay Mahkemesinin 20.3.1950 gün ve 950-13 Esas ve 950-8 sayılı kararı ile önce idama mahkum edilir. Sonra cezası 20 yı1 ağır hapse çevrilir. Hasta olduğu 
gerekçesiyle hastahaneye yatırılır. Genelkurmay Mahkemesinin kararı Askeri Yargıtay’ca bozulur. Fakat dava Genelkurmay Mahkemesince yeniden ele alınmadan 11 Aralık 195l’de Orgeneral Mustafa Muğlalı ölür. Dosyası kapanır. 

16. 1951 yılından 1955 yılına kadar olay yine unutulur. Söz konusu edilmez, 1955 yıllarına doğru DP iktidarına karşı CHP muhalefeti yükselir. CHP iktidarı, kamu özgürlüklerini kısmakla ve hukuk dışı eylemlerde bulunmakla suçlar. 6-7 Eylül 1955 olayları bu muhalefeti daha da yükseltir. CHP 6-7 Eylül olaylarının bütün sorumluluğunun iktidara ait olduğunu söyler. Bunun üzerine DP mukabele-i bil misil olarak Orgeneral Mustafa Muğlalı olayını yine aktüel bir konu haline getirmeye çalışır. 

17. … Sorumlular hakkında Meclis tahkikatı açılmasına karar verilir. Tahkikatın Aralık 1956 tarihine kadar bitirilmesi istenir. Böylece 6-7 Eylül olayları dolayısıy la  muhalefetin iktidara karşı yönelttiği baskı ve eleştiriler önlenmeye çalışılır. 

18. TBMM Tahkikat Komisyonu 30 Nisan 1958’de konu ile ilgili geniş bir karar alır. … Tahkikat Komisyonunun bu raporu, 1958 yılının Mayıs ayı başlarında TBMM’nde görüşülür. Fakat, zaman aşımından, çeşitli af yasalarından dolayı cezai kovuşturmaya girişilemez, girişilmez. Sorun, siyasal ve hukuksal yönleriyle kapatılmış olur. 

B. “ Otuz üç Kurşun ”

Ahmed Arif’in şiirinin Kürt toplumunda büyük etkiler yarattığını … Bu gençlerin “Ocakta küllenmiş köz”leri, “karnında sakladığı söz”leri nedir? “Kaç bin yıllık hasret” ne içindir? 

Türkiye‘de yazarlar, 1919-1922 yılları arasında Mustafa Kemal’in ve öteki Osmanlı paşalarının, geleneksel çevreleri, din adamlarını savaşa katabilmek için dinci ideolojiyi kullandıklarını söylerler. Bu doğrudur. 
Fakat tek başına bu değildir, Kürdistan’da yürütülen eylemlerde Kürt ulus ideolojisi bilinçli olarak kullanılmıştır. 

Artık, Kürtlerden, Kürtlüklerini reddetmeleri istenmektedir. “Türküm, mutluyum” diye haykırmadıkları sürece, mutlu olamayacakları söylenmektedir. Kürdistan’da Kürtçe konuşma yasaklanmaktadır. Kürtçe konuşanlara zulüm yapılmakta, zindana atılmaktadır. Para cezalarına mahkum edilmekte, idari müeyyideler uygulanmaktadır. Kürt ulusunun temel demokratik ve ulusal hakları için, kendi kaderini tayin için giriştiği bütün eylemleri yukarıda sözü edilen emperyalist ve sömürgeci devletlerin müşterek askeri eylemleriyle kanla boğulmaktadır. Kürt ulusu kitleler halinde katliamlara maruz bırakılmakta, sürgünle gönderilmektedir. Kürdistan için farklı yasalar çıkarılmakta, öteki yasalar farklı bir şekilde 
uygulanmaktadır. Kürt ulusunun bütün ulusal ve demokratik hakları gasp edilmiştir. Köleleştirilmeye çalışılmakladır. Kürt ve Kürdistan adları dillerden ve tarihlerden silinmek üzere yok edilmeye çalışılmaktadır. Kısaca, Kürt ulusu aldatılmıştır. İhanete uğramıştır. Bu ihanet, bu aldatılma, sadece Osmanlı paşalarından, Kuvayı milliyecilerden – Kemalistlerden gelmiyor. Daha 1921 yıllarında, Kürdistan Ermenistan olmasın diye, Kürtleri Ermenilere ve karşı örgütleyen Kürt Ali Saip (Ursavaş) daha sonra Şeyh Sait ve arkadaşlarını, yani Kürt yurtseverlerini aşan mahkemenin bir üyesi, bir ara da başkanı olmuştur. 
Ali Saip, kendi ulusuna, Kürt ulusuna karşı giriştiği bu ihanetlerine karşı Kemalistler tarafından Çukurova’da geniş bir çiftlik ve Kozan (Adana) mebusluğu ile ödüllendirilmiştir. Ayrıca Şeyh Sait ve arkadaşlarını yargılarken, 60.000 altın rüşvet almasına Kemalistler göz yummuştur. Daha doğrusu Şark İstiklal Mahkemelerinde, Kürt yurtseverlerinin kelleleri açık artırmaya çıkarıldığından, rüşvetler binlerce altınla ifade ediliyordu. Alan da “Kürt” veren de Kürt idi. Irkçı, ilhakçı ve sömürgeci eylemlerle dopdolu olan Kemalistler için, bundan daha iyi, “böl ve yönet” politikası uygulanamazdı. 

II. 1943 Yılllarında Türkiye’’ deki İç Politika Gelişmeleri ve Türkiye ’’ nin Dış İlişkileri 

Saraçoğlu’nun nutkunun son cümlelerinden birini bütün dünyaya duyurulması lazım gelen 4 hakikatten biri olarak şu cümle teşkil ediyordu: “Türk’üz, Türkçüyüz ve her gün biraz daha Türkçü olacağız. … Meşrutiyet yıllarının bin bir ırkı temsil eden bindir kulüp ve cemiyetleri karşısında Türklüğünü gururla ilan edememenin acılığını yakından duymuş olanlar artık geniş bir nefes alabilirler.” 

Bütün bu haberlerden “Otuz üç Kurşun” olayının, Güney Kürdistan’da, emperyalist ve sömürgeci güçlere karşı gelişen Kürt ulusal hareketi ile çok büyük bir ilişkisi olduğu ortaya çıkmaktadır. Öte yandan yine aynı yıllarda, İran’da, Azerbaycan’da ve Kürdistan’da, yoğun bir ulusal hareket gelişmektedir. 

Bu gelişmelerin, Türk hükümetlerini endişeye sevk etmesi doğaldır. Çünkü Kürdistan’ın öteki bölgelerinde gelişen ulusal hareketlerin, Türk sömürgeciliğinin ve ırkçılığının boyunduruğu altındaki bölgelerdeki Kürtleri de etkileyeceği şüphesizdir. Bu bakımdan sınırlarda olağanüstü emniyet tedbirleri alınmaktadır. 
Kaçakçılıkla, haydutlukla, eşkıyalıkla, mücadele ediyoruz gerekçesiyle Kürt ulusuna karşı yoğun bir sindirme hareketi sürdürülmektedir. Bütün bunların yanında, Almanya’da gelişen Nazi ırkçılığı, Türkiye’yi etkilemekte hiç gecikmemiştir. 

Nazi ırkçılığına paralel olarak gelişen Türk ırkçılığı, Kürt ulusuna karşı böyle bir cinayetin işlenmesine neden olmuştur. Dikkat edilirse Barzanilerin hapishaneden kaçarak, Kürdistan’a geçişi ve Kürt ulusal direnişinin yeniden başlaması 1943 yılı Temmuz ayına rastlamaktadır; Otuz üç Kurşun olayı ise, 31 Temmuz 1943 günü cereyan etmişti. 

Gerek Büyük Şef Gazi Mustafa Kemal’in, gerek Milli Şef İsmet İnönü’nün çok yakın bir adamı olan Asım Us, 1930-1950 Hatıra Notları isimli kitabında bu durumu şöyle özetliyor: 

“21 Aralık 1945, Kürt meselesinin Türkiye için tehlike teşkil eden şekli şudur: Ruslar, İran Azerbaycan’ında uyandırdıkları mesele gibi bir de İran hudutları içinde Kürt meselesi yaratmak istiyorlar. Bu da küçük bir Kürt hükümeti teşkil ederek o vasıta ile bizim hudutlarımız içinde tahrikat yapmaya ve büyük bir 
Kürdistan vücuda getirmeye çalışmak, Rus siyasetinin ana hattıdır. Buna mani olabilmek için yegane çare Türkiye’nin İran hududu üzerinde Türk nüfusu teksif etmesidir. Şarktaki hududumuz boyunca bir nüfus yerleştirme bölgesi yapmalıyız.” 

IV. TBMM Tahkikat Komisyonunun Raporu 

Olayın Nedenleri 

Meydana gelmesi kuşkusuz olan bu olayın nedenleri komisyonumuzca, şöylece saptanmış bulunmaktadır: 
1943 senesi öncelerinde, Türk-İran hududunda, ilk kışkırtmanın, hangi taraf uyruğundan geldiği açık olarak saptanamayan, talan ve yağma niteliğinde bazı hudut olayları cereyan etmektedir. Türk mahalli idare makamları, İranlılar tarafından hudutlarımıza karşı girişilen bu olayları önleme iddiasıyla ve 
mümkün oldukça misilleme yapmak amacıyla, silahları jandarma teşkilatı tarafından verilmiş bir çete kurarak bu olaylara müdahalede bir sakınca görmemişlerdir. Van valiliğinin ve o sırada İçişleri Bakanı olan Recep Peker’in de onayı ile böyle bir çete kurularak fiilen adı geçen harekat alanına sokulmuş 
bulunmaktadır. İçişleri Bakanlığı ciddi devlet anlayışına uygun olmayan bu görüşünü, daha sonra, sorumluluğu olmayan kişilerden meydana gelen çetelerle hudut emniyetini sağlamanın mümkün olamayacağına kanaat getirerek değiştirmiş ve çetelerin dağıtılmasını Van valiliğine emretmiştir. … İşte 
İranlı bir aşiret reisi olan Mehmedi Mısto’nun Türk hudutları içerisinde önemli bir talanı gerçekleştirmesinin asıl nedeni, bu emre rağmen dağıtılmayan çetenin mevcudiyetidir. Şöyle ki: Anlaşıldığına göre İranlı çapulculara misilleme yapmak için sorumluluğu olmayan çeteler kurmak fikri şu üç kişinin kafasından çıkmış bulunmaktadır: Özalp Kaymakamı Hilmi Tuncel, Özalp Jandarma Kumandanı Yüzbaşı Vasfi Bayraktar ve Hudut Tabur Kumandanı Binbaşı Şükrü Tüter. 


Bu üç resmi memur söz ve fiil birliği halinde çeteyi kullanmakta ve İran hudutları içerisine sokarak hayvan talan ettirmektedirler. Talan edilen hayvanların bir kısmı çeteyi meydana getiren köylülere dağıtılıyorsa da diğer bir kısmının küçük çıkar hesaplarıyla bu üç çete idarecisinin tasarrufuna bağlı tutulduğu araştırmayla saptanmış bulunmaktadır. Bu üç kişiden askeri kuvvetlere kumanda eylemekte olan Şükrü Tüter’in çetenin bir numaralı idarecisi olduğunu gösterir pek çok belirtiler mevcuttur. Bu açıklamalardan anlaşılacağı üzere İçişleri Bakanlığının çetelerin dağıtılmasına dair olan emrinin dinlenilmemiş olmasının nedeni küçük çıkar hesaplarıdır. Özalp’te böyle kanunsuz bir durumun 
varolduğundan, Van’da Vali olan Hamit Onat’ın habersiz bulunması mümkün değilse de, kendisi bunu inkarda ısrar etmiştir. 

 İşte bu çete bir gün İran hududu içlerinde 6 km. sarkarak orada bir aşiret reisi olan Mehmedi Mısto adındaki şahsın, bir rivayete göre 400-500, başka bir rivayete göre de 1500-2000 hayvanını Türkiye’ye getiriyor. Mehmedi Mısto’nun dedeleri Türk dostu olarak tanınmış kimselerdir. Hatta bu aşiret Birinci 
Dünya Savaşında, o mıntıka Rus işgaline düştüğü günlerde bile kuvvetli işgal makamlarına değil, ısrarla Türkiye’ye hizmet etmiş olmakla tanınmıştır. Mısto’nun 1943 yılında dahi Türk istihbaratına hizmet eylediği sabittir. Hayvanlarının Türk çeteleri tarafından talan edilmesinden üzüntü duyan Mehmedi Mısto özel haberci göndererek ve mektup yazarak Özalp Kaymakamının şahsında Türkiye’ye başvuruyor. Diyor ki: “Gasp edilen hayvanlarını bana iyilikle geri veriniz. Ben sizin dostunuzum. Ricamı kabul etmezseniz, ben hayvanlarımı aynı usulle geri alabilirim. Fakat bu takdirde Türk hükümetinin haysiyeti rencide olur, buna sebebiyet vermeyiniz.” Mehmedi Mısto’nun bu başvurusu, olumlu karşılık görmek şöyle dursun, bizim 
idareciler kendisiyle alay edip “Gelip karını da koynundan alacağız” diye mektup yazıyorlar. Bunun üzerine Mısto, 6 Temmuz 1943 tarihinde İran içindeki diğer bazı aşiretlerin de yardımını temin ederek Türk hudutlarını aşıyor ve Özalp ilçe merkezinin 1.5 km. yakınındaki otlakta otlamakta olan Özalp halkına ait 406 baş hayvanı sürüp İran’a kaçırıyor. Olay Özalp’teki resmi makam sahiplerini 
telaşlandırıyor. Bunlar Mehmedi Mısto’nun Türkiye’de böyle cüretkarane bir talan yapabilmesinden Türk vatandaşlarından da yardımcılar bulduğu kanaati ile harekete geçiyorlar. Gerek Hilmi Tuncel’in, gerekse Şükrü Tüter’in o anda çok kötü şeyler tasarlamış olmalarının delili olarak olayı fazlasıyla  mübalağalandır dıklarını görüyoruz. Hilmi Tuncel, Van Valiliğine, “Özalp yakınlarına kadar Rus askerleri gelmiştir.” diye hakikate aykırı şifre verirken, diğer taraftan aynı yalan rapor, Şükrü Tüter tarafından yüksek askeri makamlara ulaştırılıyor. Bu iki şahsın yüksek askeri makamları telaşlandırmak amacını güttükleri açıktır. Bu arada, Özalp’te arzuhalci Rıfat isminde bir şahsın kaymakama müracaatla 
kendisinin bazı arazi ihtilafları sebebiyle geçinemediği Milanengiz köylerinden 40 kişiyi, Mehmedi Mısto’nun yatakları olarak ihbar eylediğini ve bir liste verdiğini görüyoruz. Kaymakam bu listeyi Vali Hamit Onat’a bildirerek 40 kişinin tutuklanması için izin istiyor. Valinin de onayı ile 40 kişi Polis Vazife ve 
Salahiyetleri Kanunu’nun ilgili hükmüne göre gözaltına alınıyorlar. Bu 40 kişi tutuklama istemi ile Özalp Sulh Mahkemesine sevk ediliyorlarsa da mahkeme, 21.7.1943 tarihinde içlerinden yalnız beş kişiyi tutuklayarak Van Cumhuriyet Savcılığına gönderiyor. Geri kalan 35 kişi, haklarında tutuklamaya dahi 
yeter delil bulunmadığından, serbest bırakılıyorlar. 

Mahallinde durum bu merkezdeyken, Van’da hudut emniyeti kalmadığı ve Rus askerlerinin hudutlarımıza tecavüz eylediği teraneleriyle telaşa verilen yüksek makamlar da olay ile pek doğal olarak ilgileniyorlar. Valilik İçişleri Bakanlığını ve Şükrü Tüter’in amiri olan Rasum Saltuk’la Erzurum’daki Üçüncü Ordu Müfettişliğini tahrik ediyorlar. Bunun üzerine Genel Kurmay vaziyeti incelemesi için Ordu Müfettişi Mustafa Muğlalı’ya talimat verirken İçişleri Bakanlığı da Birinci Genel Müfettiş ile Jandarma Genel Kumandanını aynı iş için Van’a gönderiyor. 

3. CÜ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR.,,


***

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder