Demokrasi Otoriterlik Uluslararası Politika Entegre Bir Yaklaşım Arayışı, BÖLÜM 2
Bununla birlikte, Karşılaştırmalı Siyaset Bilimciler demokrasi ve demokratikleşme dinamiklerine yoğunlaşırlarken, doğal olarak demokratikleşmenin veya demokratik rejimlerinin uluslararası sonuçlarını ile akademik sahalarının dışında gördükleri için, yeterince ilgilenmemektedirler.5 Diğer yandan ise uluslararası ilişikler disiplini ise, demokratik rejimlerin uluslararası neticelerine büyük ilgi gösterir ve bu konuda teorik ve ampirik çalışmalar ortaya koyarlarken; karşılaştırmalı siyaset biliminin demokratik rejimler ve özellikle de demokrasi süreci hakkında sahip olduğu zengin akademik birikime yeterince ilgi göstermemektedirler.
Bu makalenin de amacı, zaten, bu, ‘büyük ayrılığa’ dikkat çekerek, bu iki literatürün çalışmalarının belli bir sistem içerisinde entegre edilmesinin gerekliliği ortaya koymaktır. Bu makale bu amaçla, demokrasi/demokratikleşmenin uluslararası ilişkiler literatüründe yerini ele alarak, bu literatürün demokratikleşme çalışmaları literatürünün katkıları ile daha entegre bir yaklaşım ortaya koymayı hedeflemektedir.
Demokrasi ve demokratikleşme ve bu sürecin uluslararası siyasete olan etkisi bağlamında, aslında gündeme gelen daha genel soru Uluslararası İlişkiler ile Karşılaştırmalı Siyaset literatürünün birbirlerinden kopuk olması sorunudur. Bu kopukluğu da en fazla demokrasi ve demokratikleşme çalışmalarında görmekteyiz. Esasen bu ayrışma “iç siyaset” ve “dış siyaset” konularında
karşılaştırmalı siyaset ile uluslararası ilişkilerin uzmanlaşmaları bu alanın bir birlerinde tamamen izole olduğu izleniminden kaynaklanmaktadır. Siyaset Bilimi disiplinin de yaşanan bölünmeler ve uzmanlaşmalar ile siyaset bilimciler kendileri dışındaki literatürle çok fazla ilgilenmemektedirler.
Bu durum aslında çok yeni değil. Örneğin, Gourevitch daha 1978’de Karşılaştırmalı Siyaset Bilimi literatürünün çok fazla iç siyasete dayandığını ve uluslararası faktörleri göz ardı ettiğinden şikâyet ediyordu.6 Aslında zaman zaman bu iki akademik alanı entegre etme çalışmaları yapılmıştır. Örneğin, Robert Putnam’ın “iki düzeyli oyun/ two-level games” ve Gourevitch’in
“the second image reversed” metaforları bu çabalara iki örnek olarak zikredilebilir.7 Özellikle Gourevitch’in Kenneth Waltz’ın “analiz seviyesi”nden (level of analysis) ilham alarak geliştirmeye çalıştığı “tersine çevrilmiş ikinci görüntü” ifadesi hakikaten orijinal bir yaklaşım imkânı vermekteydi. Buna göre, bilindiği gibi, “ikinci imaj” olarak ifade edilen, analiz düzeyi kavramında
“toplum” boyutuna tekabül etmektedir. Buradaki orijinal düşünce uluslararası siyasete etki eden bireysel ve yapısal faktörler yanında toplumsal faktörlerin de uluslararası siyasette denkleme katılmasının gereğidir. Ancak, Gourevitch ise denklemi tersine çevirerek uluslararası siyasetin iç siyasete etkisini sorgulamaya çalışmıştır. Fakat bu konuda akademik kavramsal çerçevenin yeterince geliştiğini söylemek kolay değildir. Hatta Gourevitch’in kendisi sonuç itibarı ile iç siyaset hem de uluslararası siyasetin birbirlerini etkilerini ortaya koyabilecek yeterince iyi teorilerimizin mevcut olmadığını daha sonra itiraf etmiştir.8
İçeriden Dışarıya
Genelde karşılaştırmalı siyaset bilimi ile uluslararası ilişkiler disiplinlerinin birbirleriyle yeterince etkileşim içinde olmadığı yukarıda ifade edilmişti. Benzer bir durum demokrasi ve demokratikleşme konularında da mevcuttur. Karşılaştırmalı Siyaset Bilimi, genel anlamda, demokrasi ve demokratikleşme konularını büyük ölçüde iç siyaset cephesinden bakmakta bu yönde analizlerini yapmaktadır. Demokrasi/demokratikleşmenin büyük ölçüde iç siyasi süreçle ilgili ve bu konuda uluslararası faktörlerin rollerinin ihmal edilebilir nitelikte olduğu Karşılaştırmalı Siyaset Bilim’inde de hakim olan görüş olmuştur. Örneğin,
demokrasiye geçiş literatürünce önemli bir yere sahip olan 1986 yılında yayımlanan Transitions from Authoritarian Rule serisinin mutabık kaldığı bir nokta da demokratikleşmenin büyük ölçüde iç dinamiklerle açıklanabilecek bir süreç olduğunu ve bu süreçte uluslararası faktörlerin yeterince etkin olmasının beklenmediğini yönündedir9 Rejim çalışmalarında ve demokratikleşmede, iç
siyasete aşırı vurgu yapılması, bağımsız bir değişken olarak kabul edilmesi ve uluslararası siyasetin marjinalleşmesi sorunu birçok araştırmacı tarafından dile getirilmiştir.10
Ancak, özellikle Soğuk Savaş’ın bitiminden sonra “küreselleşme” ve “liberal demokrasinin küresel yükselişte” olduğu dönemde, demokratikleşme sürecinde uluslararası faktörlerin aslında ihmal edilememesi gereken bir unsur olduğu noktasında ortak bir kanaatin oluşmaya başladığı görülmektedir.11 Bu konuda bir uluslararası aktör olarak Avrupa Birliği’nin üyelik başvurusu yapanlara yönelik Kopenhag kriterleri bağlamında geliştirdiği demokratik koşulluğun/şartlılığın özel bir yeri olduğu burada ifade edilmelidir.12 Böylece, özellikle Soğuk Savaş sonrası dünyada demokrasi ve demokratikleşme tartışmalarında
demokratikleşme çalışmalarının ilgi sahasını uluslararası siyasete ve uluslararası ilişkilere çevirmeye başladığı görülmektedir.
Örneğin, bu konuda öncü çalışımlar yapan Oxford Üniversitesi profesörü L. Whitehead’in, 1996’da yayımlanan kitabının özel bir yeri olduğunu kabul etmek gerekmektedir.13 Böylece, demokratikleşme çalışmalarının özellikle Soğuk Savaş sonrası dönemde uluslararası faktörlere, olgu ve süreçlere daha fazla hassasiyet göstermeye çalıştıkları açık bir şekilde görülmektedir.
Ancak buna rağmen henüz bu konuda çok güçlü teorilerin ortaya çıktığını ifade etmekte zorlanmaktayız.
Whitehead’in ve diğer bazı yazarların ortaya koyduğu “uluslararası” nın iç siyasi dönüşüme etkisini birkaç kavramsal zemin içinde incelemek mümkündür. Küresel etkenler, bulaşma (contagion) ve gösteri etkisi (demonstration effect), kontrol ve şartlılık/koşulluluk (conditionality) gibi. Soğuk Savaş sonrası dünyada, Sovyetler Birliği ve reel sosyalizmin çökmesi ile liberal demokratik değerlerin yükselmesinin bütün dünyada sistemik bir etki yarattığı bir vakıadır. Soğuk Savaş sonrasında, liberal değerlerin, liberal demokrasinin ve piyasa ekonomisinin bir çeşit “hegemonik” bir niteliğe bürünmesi ve alternatifsiz bir niteliğe kavuşmuş görünmesi ile Afrika, Asya, Avrupa ve Latin Amerika’da birçok ülkenin demokrasiye geçiş yaptığı görülmektedir.
Ayrıca, Whitehead’in bulaşma etkisi (contagion) şeklinde ifade ettiği komşu ülkelerdeki demokratik rejimin bir çeşit bulaşma etkisi yarattığı gerçeği tarihi olarak görülmektedir. Peru, Ekvador, Arjantin, Bolivya, Uruguay, Brezilya zinciri; ya da Polonya, Çekoslovakya, Doğu Almanya, Macaristan, Romanya, Bulgaristan bahsedilen demokrasinin bulaşma etkisini göstermektedir.14
< Demokrasi/Demokratikleşmenin büyük ölçüde iç siyasi süreçle ilgili ve bu konuda uluslararası faktörlerin rollerinin ihmal edilebilir nitelikte olduğu Karşılaştırmalı Siyaset Bilim’inde de hakim olan görüş olmuştur. >
Son dönemde Mısır’da vuku bulan olumsuz gelişmelere rağmen, Orta Doğu ve Kuzey Afrika’da Arap Baharı şeklinde ifade edilen gelişmeleri de bu bağlama belli oranda oturtmak mümkünüdür. Aynı şekilde Ukrayna, Kırgızistan zincirini (“renkli devrimler”) de bu şekilde değerlendiren araştırmacılar mevcuttur.15
Ayrıca, Huntington da ülkelerdeki demokratikleşme dalgasının nasıl gösteri etkisi yaptığını Üçüncü Dalga başlıklı ünlü eserinde izah etmektedir.16 Zaten, Huntington’a göre, dünyada demokrasinin hakim olması birkaç demokratikleşme dalgası neticesinde olmuştur. Demokratikleşme dalgaları esasen yukarıda bahsettiğimiz genel bağlamsal çerçeveyi oluşturmaktadır. Son demokratikleşme dalgası, Huntington’a göre, 1974’de Portekiz’de başlamıştır ve devam etmektedir.17 Şüphesiz demokrasi dalgası gibi Otoriterleşme dalgası da olabilmektedir ki Huntington bunu “tersine dalga” şeklinde isimlendirmektedir. Aşağıda vurgulandığı gibi, Soğuk Savaş sonrasında liberal demokrasi tartışılmaz bir fenomen haline gelmiş olmasına rağmen, demokratik rejimlerin zaman zaman yaşadığı sorunlar ve bilhassa “yeni demokrasilerin” kalitelerinin düşük olması üçüncü dalganın sonuna gelinip gelinmediği sorusuna yol açmaktadır.18
Diğer yandan, demokrasinin yabancı aktörler tarafından empoze edilmesi konusunda da tartışma yaşanmaktadır. Demokrasinin empoze edilmesi bağlamında verilen örnekler, ABD’nin İkinci Dünya Savaşı sonrasında Japonya ve Batı Almanya’da demokratik rejimi yerleştirme yönünde yürütülen siyasetten, AB’nin aday ülkelere ve çevre ülkelere yönelik geliştirdiği demokrasi kriterleri
ve aşağıda da ele alınacak olan demokrasisin promosyonuna kadar geniş bir alana yayılmaktadır.
Dışarıdan İçeriye
Uluslararası ilişkiler disiplini yazını bağlamında ise demokrasi konusu genel de demokratik devletlerin uluslararası politikada nasıl hareket ettikleri ve devletlerin uluslararası siyasetteki davranışlarında rejim temelli bir farklılık olup olmadığı konusu ile yakından ilgili olduğu görülmektedir. Örneğin, acaba demokratik devletler uluslararası siyasette daha mı barışa yatkındırlar? Otoriter rejimler ve demokratik rejimler uluslararası siyasette farklı davranışlar gösterirler mi? Diğer yandan, siyasi rejimlerin uluslararası yapıya ne şekilde etkilediği de uzunca bir süredir uluslararası ilişkilerde tartışma konusu olmuştur.
Özellikle Liberaller, devlet yanında toplumla da ilgilendikleri için siyasal rejimlerin dinamiklerinin uluslararası siyaseti etkilediği görüşündedirler. Bu konuda da demokratik barış teorisi şekilde bilinen liberal yaklaşım son yirmi senedir Uluslararası İlişkiler (Uİ) dergilerinde hararetle tartışılmaktadır. Bu konuda sayısız araştırma yapılmış, kitaplar ve makaleler yazılmıştır. Bu konu
hala güncelliğini korumakta ve hala, önde gelen Uİ dergilerinde bu konu tartışılmaya devam edilmektedir. Demokratik Barış Teorisi (DBT)’ne yürekten inan araştırmacılar olduğu gibi bu tezi yerden yere vuran çalışmalar da mevcuttur.
Özetle DBT şu iddiada bulunmaktadır: demokratik devletler birbirleriyle savaşmazlar (ya da nadiren savaşırlar). Çok yalın olan bu teori hakkında, Jack Levy, önde gelen Demokratik Barış teorisyeni, şunu iddia edebilmiştir: Uluslararası İlişkilerde şimdiye kadar bulabildiğimiz yegâne “yasa” Demokratik Barış Teorisi’dir.19 Genelde DBT’nin kökeni Immanuel Kant’a dayandırılır. Kant’ın “Pacific Union” şeklinde ifade ettiği kavram daha sonra ilk kez 1964 yılında Dean Babst tarafından tekrar gündeme getirildiği görülmektedir.20
Michael Doyle’un bu tartışmayı 1983 tarihinde yazdığı oldukça etkili bir makalede daha da ileri götürerek tartışmanın Uİ camiasında alevlenmesine neden olduğu görülmektedir.21 Dolye’un etkili makalesini yayınladığı 1983 yılından bu yana bu konuda DBT lehinde ya da aleyhinde yazılmış muazzam bir külliyat oluşmuştur. Örneğin, R. J. Rummel bu konuda yapmış olduğu sayısız ampirik çalışmalarda geçekten demokratik rejimlerin uluslararası çatışmaları azalttığı görüşüne ulaşmıştır.22 Benzer şekilde, Bruce Russet John Oneal
ve James Lee Ray gibi araştırmacıların DBT hakkında çoğu zaman bu teoriyi destekler önemli yayınlarda bulunduğu görülmektedir.23
< Demokratik rejimlerde mündemiç olduğu düşünülen demokratik kültürün barışçı bir çerçeve çizdiği iddiaları yanında savaşın, seçilene iktidar açısından, tekrar seçilme bağlamında büyük bir risk teşkil ettiğini iddia eden yaklaşımlar mevcuttur >
DBT’nin ampirik geçerliliğini göstermek için düzinelerce çalışmalar yapılmıştır. Ayrıca, DBT’in genel olarak üç alanda açıklayıcı teorik çerçeve sunduğu görülmektedir ki bu üç açıklayıcı teorik çerçeveye Kurumsalcı DBT, Rasyonalist DBT ve İnşacı DBT şeklinde ayırmak mümkündür. DBT’nin kurumsal açıklaması tahmin edilebileceği gibi demokratik kurumların prosedürel niteliği, siyasi elitleri ve halkların savaş konusunda daha dikkatli düşünmeye ve savaşa muhalif olanların seslerini daha çok duyurma imkanın vermesi açısından demokratik ülkelerde barışın gerçekleşmesinin daha kolay olacağını ileri sürmektedirler.24 Diğer yandan, demokratik rejimlerde mündemiç olduğu düşünülen demokratik kültürün barışçı bir çerçeve çizdiği iddiaları yanında savaşın, seçilene iktidar açısından, tekrar seçilme bağlamında büyük bir risk teşkil ettiğini iddia eden yaklaşımlar mevcuttur.25
3 CÜ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR,
***
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder