ÖRGÜT TEORİSİNDE UYUM-SEÇİLİM TARTIŞMASI ÜZERİNE BİR ÖNERİ, BÖLÜM 1
Ali Düzer. 1
1 Doktora Öğrencisi, Kara Kuvvetleri Komutanlığı, aliduzerr@hotmail.com.tr
Özet;
Örgütsel ekoloji, popülasyon analiz seviyesinde seçilim süreçlerine odaklanan ve bu yaklaşımıyla uyum süreçlerini temel alan diğer örgüt kuramlarından ayrılan bir bakış açısına sahiptir. Ancak bu bakış açısı, kuramın çeşitli eleştiriler almasına ve uyum-seçilim probleminin ortaya çıkmasına neden olmuştur.
Bu çalışmanın amacı, kurama yapılan eleştiriler bağlamında ortaya çıkan uyum-seçilim problemini ve çözüm önerilerini inceleyerek, örgütsel ekoloji odaklı bir çıkış noktası önermektir.
Giriş
Örgütsel ekoloji, örgüt çevre ilişkisi sonucu gerçekleşen örgütsel değişimi açıklamada alanyazına hâkim olan uyum yaklaşımından farklı olarak evrimsel süreçleri temel alan bir yaklaşımdır (Hannan ve Freeman, 1977; Singh ve Lumsden, 1990). Uyum yaklaşımına göre örgüt liderleri örgütün çevresel değişimlere uyum sağlayabilmesi için çevreyi analiz edip buna uygun strateji formüle eder ve örgütsel yapıyı buna uygun olarak düzenlerler. Diğer bir deyişle, örgütlerin çevresinde meydana gelen değişimlere uyum sağlayarak değişmesini sağlarlar. Bunun bir sonucu olarak örgütsel yapı çevresel etkilere uyum sağlayacak şekilde değişebilmelidir. Oysa Hannan ve Freeman’a göre (1977, s.930), bunu söyleyebilmek için herhangi bir neden bulunmamaktadır. Zira örgütlerin uyum yeteneklerini kısıtlayan ve örgütleri atalete sürükleyen birçok örgüt içi ve dışı süreç mevcuttur. Bunlara ilave olarak örgütlerin karar alma
kapasiteleri sınırlıdır ve çevresel değişimlerin yönünün ve hızının öngörülebilmesi mümkün değildir. Sonuç olarak örgütlerin uyum sağlamak amacıyla uyguladık ları stratejilerin sonuçlarının, çevresel değişimlere uygun olması çok zayıf bir olasılıktır (Hannan ve Freeman, 1977, 1989).
Örgütsel ekolojinin uyumu göz ardı ederek seçilimi ön plana çıkaran
bu yaklaşımı, eleştirileri de beraberinde getirmiş ve örgüt teorisinde uyum seçilim tartışmasının ortaya çıkmasına yol açmıştır. Bu bağlamda uyum ve seçilim süreçlerinin bir araya getirilmesi, örgüt teorisi açısından bir
gereklilik olarak ortaya çıkmıştır. Bu konuda yapılan birçok çalışma
olmakla birlikte (Ör.:Astley ve Van de Ven, 1983; Levinthal, 1991; Baum
ve Singh, 1994b; Burgelman, 1991; Lewin ve Volberda, 1999; Hodgson,
2013), bunların hiçbiri sorunu tam olarak çözmüş görünmemektedir. Bunun
temel nedeninin bu yaklaşımların hiçbirinin sorunun ortaya çıkmasına neden
olan örgütsel ekolojinin bakış açısıyla konuya yaklaşmaması olduğu ifade
edilebilir. Bu açıdan bakıldığında, uyum seçilim problemini çözecek bir
yaklaşımın, aynı zamanda örgütsel ekolojiye yapılan eleştirilere de cevap
verebilmesi gerekmektedir.
Bu çalışmanın konusu, örgütsel ekolojiye getirilen bu eleştiriler sonucunda ortaya çıkan uyum-seçilim problemini incelemek ve örgütsel ekoloji bağlamında bir çıkış noktası sunmaktır. İlk bölümde; örgütsel ekolojiye yapılan eleştiriler ortaya konulmuş, ikinci bölümde ise örgüt teorisindeki uyum-seçilim problemi ve bu problemi çözmeye yönelik yaklaşımlar incelenmiştir. Üçüncü bölümde; uyum seçilim problemiyle bağlantılı olarak örgütsel ekoloji kuramının çevreye ilişkin temel varsayımları, ekolojik bakış açısıyla yeniden ele alınmış ve uyum seçilim
probleminin çözümü için bir çıkış noktası önerilmiştir.
Örgütsel Ekolojiye Getirilen Eleştiriler
Örgütsel Ekoloji, örgütlerin çevrelerinde meydana gelen değişikliklere göre yapısında değişiklikler yaparak çevreye uyum sağlayabilmesi görüşüne karşı, çevrenin seçici olduğunu ve çevresel şartlar değiştiği anda şartlara uyumlu örgütlerin hayatta kalacağını iddia etmektedir (Hannan ve Freeman, 1977). Örgütsel ekolojinin temel tezi, örgütsel dünyadaki evrimin çevrede yeni koşullara uyumlu özellikler gösteren örgütlerin doğması veya çoğalması ve uyum sağlayamayan örgütlerin yok olması veya azalması ile gerçekleşebileceği yönündedir. Bu düşünceden hareketle örgütsel ekoloji; yaş, yenilik ve büyüklük gibi bazı örgütsel özellikler ile sosyal koşullardaki değişimlerin, örgütlerin ölüm, hayatta kalma ve örgütsel formlardaki değişim oranlarına etkisini araştırmaya
odaklanmıştır (Singh ve Lumsden, 1990).
Örgütsel ekolojinin seçilim süreçlerini öne çıkarmasının dışında, örgüt teorisine getirdiği bir başka yenilik ise, analiz seviyeleri düşüncesidir.
Carroll (1984), örgütsel ekolojide; örgüt, popülasyon ve topluluk seviyesi
olmak üzere üç analiz seviyesi belirlemiştir. Analiz düzeylerinin en düşük
düzeyi olan örgütsel düzeyin, örgütün yaşam döngüsü süreçleri ve demografik olaylar konusundaki çalışmaları; ikinci düzeyin popülasyon düzeyinde olduğunu ve bunun popülasyondaki büyüme ve gerileme ile çoklu popülasyonlar arasındaki etkileşim çalışmalarını, son düzey olan topluluk düzeyinin ise makro-evrimsel bir yaklaşımla bir bölgedeki birlikte yaşayan tüm popülasyonların toplamını kapsadığını belirtmiştir. Bu nedenle örgütsel ekoloji alanında yapılan araştırmaların çoğu örgüt-çevre ilişkilerinde analiz birimi olarak örgütün kendisini değil, örgüt popülasyonlarını temel almaktadır (Singh ve Lumsden, 1990).
Örgütsel ekoloji temel olarak “Neden bu kadar çok çeşitli örgüt var?” sorusuna cevap arayan bir yaklaşımdır. Örgütsel çeşitliliği şekillendiren örgüt topluluklarının sayısı ve her bir örgüt topluluğunu oluşturan örgütlerin sayısı (yoğunluk) olmak üzere birbirinden bağımsız iki değişken bulunmaktadır. Bu nedenle örgütsel ekoloji çalışmaları; örgüt toplulukları, doğumlar ve ölümler, örgütler arası rekabet ve meşruiyet kazanmaya ilişkin fikirlerden hareketle geliştirilmiş üç grup kuram (Yoğunluk Bağımlılığı Kuramı, Çevresel Kesim Kuramları, Yaş ve Büyüklük Bağımlılığı Kuramları) ile örgütleri etkileyen demografik süreçlere (yaş, büyüklük) odaklanmaktadır. Örgütsel ekoloji bu konuları, popülasyon seviyesinde ekolojik bakış açısıyla ele alarak farklı bir bakış
açısı getirmekte ve örgüt topluluklarında örgütsel formun değişimine açıklık
getirmektedir.
Örgütsel ekolojinin Darwinist bakış açısıyla seçilimi ön plana çıkararak ileri sürdüğü fikirler, bazı eleştirileri de beraberinde getirmiştir.
Bu eleştirileri genel olarak üç başlıkta toplayabiliriz. Bu eleştirilerin ilki ve
belki de en önemlisi, ekolojik yaklaşımın örgütsel değişim ve uyumu
yeterince dikkate almadığına yönelik olanıdır (Astley ve Van de Ven, 1983;
Fombrun, 1988; Perrow, 1986; Young, 1988). Nitekim bu eleştiriler
örgütlerin değişiminde uyum-seçilim süreçlerinin etkisi ve yerine ilişkin
tartışmalara yol açmıştır. Bu tartışmaya bağlı olarak getirilen bir diğer
eleştiri, örgütsel ekolojinin seçilimi belirleyici süreç olarak öne çıkaran
belirlenimci bir yaklaşım olup yönetim aktörlerini ve özgür iradeyi yok
saydığıyla ilgilidir (Astley ve Van de Ven, 1983).
İkinci eleştiri başlığı, örgütsel ekolojinin örgüt topluluklarına ilişkin
yaptığı tanımlamalara yöneliktir. Young (1988) teorinin temelini oluşturan;
örgütlerin formları, sınırları, doğum ve ölümleri gibi ana kavramların
tanımlarının problemli olduğunu ileri sürmektedir. Young’a göre, örgütler
yapısal olarak biyolojik varlıklardan farklı olduğundan, örgüt sınırlarının
nerede başlayıp nerede bittiği ya da örgütlerin ne zaman doğup ne zaman
öldükleri belirsizdir. Bu belirsizlikleri ortadan kaldırmadan bir örgütsel form
tanımı yapmak anlamlı değildir.
Son olarak örgütsel ekolojinin demografik süreçlerle ilgili varsayımlarına da çeşitli eleştiriler getirilmiştir. Örgütsel ekolojinin büyük örgütlere ilişkin çıkarımları (Perrow, 1986) ile küçük ve büyük örgütlerin seçilim süreçlerinden farklı şekilde etkilendiklerine (Scott, 1987) yönelik eleştiriler bulunmaktadır. Bununla ilişkili olarak düşünülebilecek bir diğer eleştiri ise, popülasyon içindeki her bir örgütün eşit rekabet etkisine sahip olduğunu varsayan yoğunluk bağımlılığı yaklaşımına yapılmaktadır (Barnett ve Amburgey, 1990). Yazarlara göre bu yaklaşım biyoekoloji bağlamında geçerli olabilmekle birlikte, örgütsel popülasyonlarda büyük örgütlerin daha büyük bir rekabet etkisine sahip olduğu görülmektedir.
Tüm bu eleştirilerin seçilimi ön plana çıkaran örgütsel ekoloji yaklaşımının alanyazında kabul gören uyum süreçleri ile uyuşmayan yönlerine yapıldığı görülmektedir. Buradan uyum-seçilim problemine getirilecek çözümün, örgütsel ekolojiye yapılan eleştirileri cevaplaması gerektiği sonucunu çıkarabiliriz.
Uyum Seçilim Problemi
Seçilimi ön plana çıkaran örgütsel ekoloji, örgüt kuramlarına yeni bir bakış açısı getirerek uyum yaklaşımının karşısında yer almıştır. Diğer taraftan örgüt çevre ilişkileri bağlamında genel kabul gören uyum yaklaşımı, örgütlerin kendi karakteristik özelliklerini değiştirerek çevrelerine uyum sağladıklarını söylemektedir (Thompson, 1967). Örgütler bu değişimi örgütsel öğrenme süreçleri sonucunda elde ettikleri birikimi kullanan yöneticilerin, çeşitli durumlar karşısında örgüt yapısında yaptıkları rasyonel değişikliklerle gerçekleştirmek tedirler (Chandler, 1962). Bu kapsamda uyum yaklaşımı, örgütün kendisine odaklanarak çevreyle ilişkisini incelemektedir. Hannan ve Freeman (1977, s.931) uyum yaklaşımında ele alınan şekilde bir örgütsel değişimin; örgüt yapılarının örgütün o anki görevlerine sıkı şekilde bağlı olması, liderlerin örgüt ve çevre hakkındaki tüm bilgiye sahip olamayacak olmaları örgüt içi politik dirençler, değişimin kendisinden kaynaklanan sınırlılıklar, piyasaya giriş ve çıkıştaki yasal ve mali engeller gibi nedenlerle mümkün olamayacağını söyleyerek eleştirmiştir. Örgütsel ekoloji kuramı örgütleri tekil olarak değil, popülasyon seviyesinde ele alarak; örgüt popülasyonları içerisinde uyumun, çevrenin en iyi uyum sağlamış olanları seçmesi ve diğerlerinin yok olmasıyla, kısaca evrimsel süreçlerle gerçekleştiğini ileri sürmektedir (Hannan ve Freeman,
1977, s.930). Kurama göre, örgütlerin bireysel uyum yetenekleri sınırlı
olduğundan, seçilim örgütlerin dünyasını şekillendirmede en önemli süreçtir.
Bu yaklaşımlarıyla Hannan ve Freeman (1977,1989), örgütlerin değişiminde hem uyum hem de seçilim süreçlerinin geçerli olabileceği bir yaklaşımı benimsemek yerine, seçilimi temel alan kuramlarını derinleştirme yolunu tercih etmişlerdir (Donaldson, 1995, s.70). Bununla birlikte, örgüt ve çevre ilişkilerini eksiksiz olarak ortaya koyan bir teorinin hem uyum hem de seçilim süreçlerini dikkate alması gerektiğini, ancak kendilerinin seçilim süreçlerine odaklandıklarını da belirtmişlerdir (Hannan ve Freeman, 1977, s.930).
Örgütsel ekolojinin örgütsel değişimde uyum süreçlerini göz ardı etmesi eleştirileri de beraberinde getirmiştir. Zira örgüt-çevre ilişkisi kapsamında, örgütlerin değişiminin kuramlarca farklı şekilde ele alınması uyum seçilim tartışmasının ortaya çıkmasına neden olmuştur (Lewin ve Volberda, 2003). Örgütsel ekoloji dışındaki kuramlar, örgütlerin çevreye uyum sağlama yetenekleri olduğunu söylemekle birlikte, bu uyum ilişkisini farklı şekilde ele almaktadırlar (Sargut ve Özen, 2007, s.24-25).
Uyum-seçilim tartışması kapsamında, örgütsel ekolojiye getirilen temel eleştirilerden bir tanesi, ekolojik yaklaşımın belirlenimci olmasıdır.
Belirlenimciliğin ne anlama geldiğine bağlı olarak farklı yorumlar getirilmekle birlikte (Singh ve Lumsden, 1990, s.184-185) en temel eleştiri, ekolojik yaklaşımın belirlenimci doğası yüzünden yönetimle ilgili aktörleri ve özgür iradeyi reddetmesi hususundadır (Astley ve Van De Ven, 1983).
Singh ve Lumsden (1990, s.185), örgütsel ekolojinin hangi bağlamda ele
alınırsa alınsın, belirlenimci olmadığını ileri sürmektedir. Yazarlara göre
örgütsel ekoloji, örgüt yöneticilerinin oluşturduğu stratejileri ve örgütlerin
uyum sağlamasına yardımcı olduklarını zaten kabul etmektedir. Aradaki
temel fark, stratejik yönetim yaklaşımının olayları örgüt seviyesinde ele
alırken, örgütsel ekolojinin popülasyon seviyesine odaklanmasıdır.
Dolayısıyla aralarında çok küçük bir anlaşmazlık bulunmaktadır. Ancak
yazarların da belirttiği bu yaklaşım parça-bütün ilişkisi bağlamında yapılan
eleştirilerin (Astley ve Van De Ven,1983) çıkış noktasını oluşturmaktadır.
Her ne kadar Singh ve Lumsden (1990), kuramlar arasındaki bu uzlaşmazlığı küçük bir sorun olarak görse de örgüt ve popülasyon seviyelerini, birbirleriyle ilişkisi olmayan yalıtılmış olgular gibi ele almak pek mantıklı görünmemektedir. Çünkü bütüncül bakış açısıyla ele alındığında; tüm seviyelerdeki süreçlerin birbirleriyle ilişkilerinin açıklanması gerekmektedir. Sadece bütünün bir parçasına ya da seviyesine odaklanmak uyum-seçilim süreçleri arasındaki uyumsuzluğu göz ardı etmek anlamına gelmektedir.
Eğer popülasyon seviyesindeki seçilim süreci, örgüt seviyesindeki süreçlerin bir sonucuysa, bu uyumsuzluğun hiçte iddia edildiği gibi küçük olduğu söylenemez. Örgüt ekolojisinde; Singh ve Lumsden’in de (1990) ifade ettiği gibi, yöneticilerin eylemleri ile örgütsel değişimde uyum süreçlerinin varlığı kabul edilmekle birlikte, asıl sorun, bu olguların popülasyon seviyesindeki etkilerinin dikkate alınmaması (Astley ve Van De Ven, 1983; Young, 1988) ve bu seviyede sadece seçilim süreçlerinin işbaşında olduğunun kabul edilmesinden kaynaklanmaktadır
(Hannan ve Freeman, 1977;1989). Örgütsel ekoloji yaklaşımındaki bu
düşüncenin nedeni, örgütsel formların doğum ve ölümlerinin zamana bağlı
olarak değişimlerine ilişkin temel varsayımların, popülasyon seviyesinde
seçilim süreçleri açısından test edilebilir olmasıdır (Singh ve Lumsden, 1990:186).
Ancak Barnett ve Amburgey (1990), örgütsel ekolojicilerin yoğunluk bağımlılığı konusunda, popülasyonların özellikle ölüm oranlarına yönelik yaptıkları araştırmalarda (Hannan, 1986; Hannan ve Freeman, 1988; Carroll ve Hannan, 1989; Carroll ve Swaminathan, 1989) elde edilen bulguların, oluşturulan modellerin detaylarına karşı çok hassas olduğunu belirtmektedir. Bir başka deyişle, oluşturulan modellerin detaylarındaki küçük değişiklikler popülasyon sayısı ile yoğunluk ilişkilerinde farklı sonuçların çıkmasına yol açmaktadır. Aynı problemle, örgütler büyüklüklerine göre değerlendirildiğinde de karşılaşılmak tadır. Buna ilave olarak demografik ölçümlerdeki popülasyon değişimlerinin kişilerin bireysel davranışlarını da dikkate alacak şekilde örgütsel ekoloji içerisinde birleştirmek bir diğer önemli problem olarak ortada durmaktadır (Singh ve Lumsden, 1990, s.190).
Alan yazındaki örgütsel değişim araştırmalarına birbiriyle çatışan uyum ve seçilim yaklaşımları hayat vermektedir. Her iki yaklaşım çerçevesinde yapılan çalışmalar derinleştikçe bu yaklaşımların birbirine uyumlu halde olmasına duyulan ihtiyaçta artmaktadır. Bu ihtiyacı gidermek adına; Astley ve Van De Ven (1983) ile Scott (1987) tarafından bazı öneriler sunulmuştur.
Önerilerin mantığında, çatışan iki yaklaşımın bir madalyonun iki yüzü gibi aynı olgunun iki farklı boyutunu açıklayan dolayısıyla birbirini tamamlayan bir bütün oluşturdukları varsayımı bulunmaktadır. Bu açıklama birbirleriyle mücadele eden bu iki yaklaşımın yorumlarını test edip durumu aydınlığa kavuşturmaktan çok her bir yaklaşımın kendi çalışma alanını ortaya koymakta; ancak yaklaşımları
birbirleriyle uyumlu hâle getirememektedir (Winter, 1990, s.292-293).
Örgütsel Öğrenme
Uyum-seçilim problemini ele alan bir başka çalışma, Levinthal tarafından yapılmıştır. Levinthal (1991), seçilim ve uyum süreçleri arasındaki ilişkiyi farklı bir bağlamda ele almayı önermektedir. Buna göre; uyum ve seçilim kendi alanlarındaki uygulamalara özgü alternatifler olmayıp temel olarak karşılıklı bağımlılık içerisinde olan süreçlerdir. Bir yandan örgütsel öğrenme, seçilim süreçlerinin temelini oluşturan örgütsel atalete katkıda bulunurken diğer taraftan örgüt içindeki atalete neden olan güçler, öğrenmeye dayalı uyumun ön koşullarını oluşturmaktadırlar. Levinthal (1991) bu önerisini; örgütsel yaş ve örgütsel ölüm oranı ile örgütsel değişim ve örgütsel ölüm oranları arasındaki belirli ilişkilere dayandırmaktadır. Örgütsel ölüm oranının yaşın büyüklüğüne bağlı olarak azalması, görgül araştırmalardan elde edilen sağlam bir sonuçtur (Carroll, 1983). Örgütsel yaş ve hayatta kalma arasındaki bu ilişki iki farklı açıdan ele alınabilmektedir (Levinthal, 1991). Levinthal’e (1991) göre, örgütsel
öğrenme ile örgütün eylemlerini gerçekleştirme yeteneği artmaktadır.
Çünkü öğrenme ile elde edilen bilgi ve becerilerin birikmesi sonucunda işler
daha etkin bir şekilde yapılabilmektedir. Bunun bir sonucu olarak örgütün
zamanla artan yetenekleri ölüm riskini azaltmaktadır. Bu yaklaşım aynı
zamanda Hannan ve Freeman’ın (1984, 1989) örgütsel yaş ile ölüm
arasındaki tanımladıkları ilişkiye de uymaktadır. Hannan ve Freeman’a
(1989) göre, yaşlı örgütlerin ölüm oranlarının düşük olmasının nedeni,
güvenilirlik ve hesap verebilirliklerinin yüksek olmasıdır. Güvenilirlik,
örgütün zaman içerisindeki davranışları sonucunda standart hâle gelen
rutinler ve kurumsallaşma süreçleri ile artmaktadır (Nelson ve Winter,
1982).
Bu bağlamda; örgütün bilgi ve becerilerinin artması sonucunda gelişen yetenekleri, örgütün yaşı ilerledikçe gelişmekte ve kurumsallaşmaktadır.
Sonuç olarak öğrenme ile örgütün güvenilirliği artmakta ve bu da ölüm riskini azaltmaktadır.
Diğer taraftan, öğrenmeyle deneyimi artan örgüt; kârlılığını uyguladığı teknoloji, prosedürler ve eylemlerin bir sonucu olarak göreceğinden, yeni deneyimlere gittikçe daha az girişme eğiliminde olacaktır. Bu da örgütsel ataletin, örgütün performansı ve güvenilirliği yükseldikçe artacağı anlamına gelmektedir. Bir başka deyişle, örgütsel öğrenme ile artan kurumsallaşma ve bunun sonucunda yerleşmiş olan iş yapma rutinleri örgütsel ataleti arttırmaktadır (Levinthal, 1991). Levinthal’in yaklaşımı, içerik açısından bakıldığında Hannan ve
Freeman’ın düşünceleriyle aynıdır. Zira Hannan ve Freeman (1977) uyum
ve seçilim süreçlerinin aynı anda var olduğunu kabul etmekle birlikte çevresel değişimlerin öngörülemeyeceğini dolayısıyla örgütün çevreye uyum amacıyla yaptığı değişim çabalarının rastlantısal olacağını vurgulamış ve seçilim sürecinin belirleyiciliğini ön plana çıkarmışlardır. Alanyazındaki uyum-seçilim problemi bu bakış açısından kaynaklanmaktadır.
Bu bağlamda, Levinthal’in problemi çözmekten daha çok, uyum-seçilim
süreçleri arasındaki ilişkinin nasıl oluştuğunu, örgütsel öğrenme süreciyle
açıkladığını söyleyebiliriz. Ayrıca kendisinin ifade ettiği gibi çalışması
örgüt seviyesinde kalmış, daha üst analiz seviyelerini ele almamıştır.
Birlikte Evrim
Birlikte evrim, bu tartışmayı sonlandırmak iddiasında olan bir yaklaşım olarak sunulmaktadır. Birlikte evrim düşüncesi de örgütsel ekoloji gibi öncelikle biyoloji alanında çalışılıp, sonrasında örgüt teorisi alanında ele alınmaya başlayan bir yaklaşımdır. Belki de bu yaklaşımın örgütsel ekoloji ile aynı yolu izleyerek sorunu çözmeye çalışmasının temel nedeni, örgüt teorisindeki uyum-seçilim tartışmasının ortaya çıkmasına örgütsel ekolojinin biyolojik temelli radikal Darwinist bakış açısının yol açmış olmasıdır. Çünkü gerek örgütsel uyumu reddederek seçilimi örgütsel değişimdeki temel süreç olarak kabul etmesi (Hannan ve Freeman, 1989, s.19-20), gerekse farklı analiz seviyelerini (Baum ve Singh, 1994a) örgüt teorisi içerisine sokması, örgüt teorisindeki yapı-eylem ile parça-bütün arasındaki temel tartışmaları (Astley ve Van De Ven, 1983) uç noktalara taşımıştır. Bu bakış açısıyla düşünüldüğünde, uyum-seçilim probleminin, örgütsel ekoloji bağlamında çözülmesinin daha uygun olacağı söylenebilir. Bu çerçevede birlikte evrim, problemin çözümü için doğru bir yaklaşım gibi görünmektedir.
Araştırmacılar birlikte evrimi genellikle; bilinçli yönetimin, çevrenin ve kurumsal etkilerin ortak çıktısı olarak ifade etmektedirler (Baum ve Singh, 1994b; Burgelman, 1991; Levinthal, 1997; Lewin ve Volberda, 1999). Örgüt ve çevrenin birlikte evrimi, örgütlerin çevreleriyle olan etkileşimlerine ve bu etkileşimlerin örgüt-çevre sisteminin dinamikleri üzerindeki etkisine dayanan bir yaklaşımdır (Baum ve Singh, 1994b, s.380).
Bir başka deyişle, örgütün çevresi üzerine bir etkisi olduğunda çevrede bir
değişim gerçekleşmekte, karşılık olarak ise çevre örgüt üzerinde bir etki
oluşturmaktadır. Karşılıklı etkileşimler geri besleme mekanizması ile sürekli
devam ederek örgüt ve çevresinin aynı anda evrilmesini sağlamaktadır.
Kısacası birlikte evrim, karşılıklı ve eş zamanlı gerçekleşen bir geri bildirim
sürecidir (Futuyma ve Slatkin, 1983).
Lewin ve Volberda (2003) birlikte evrimin; çok katmanlılık, çok yönlü sonuçluluk, doğrusal olmama, pozitif geri besleme ile yol ve tarihsel
birliktelik olmak üzere beş özelliği olduğunu belirtmektedir. Çok katmanlılık özelliği; birlikte evrimin örgüt içinde mikro, örgüt çevresinde ise makro düzeyde gerçekleşebileceğini (McKelvey, 1997) ifade etmektedir.
Bir başka deyişle örgüt teorisinde kullanılan tüm analiz seviyelerinde
birlikte evrimin var olduğu vurgulanarak parça-bütün problemine çözüm
getirilmeye çalışılmaktadır.
Uyum-seçilim probleminin üstesinden gelmek için ise, pozitif geri besleme ve yol-tarihsel birliktelik yaklaşımlarının kullanıldığı görülmektedir. Pozitif geri besleme düşüncesine göre, örgütler çevrelerini sürekli etkilemektedir. Örgütlerin çevreleri ise diğer örgütleri etkileyerek geri bildirim sağlamakta ve süreç bu şekilde devam etmektedir (Lewin ve Volberda, 2003). Doğal olarak bu etkileşim süreci gerçekleştiği analiz seviyesine göre; onu yaşayan örgüt, popülasyon ya da topluluk için sürecin izlediği yol-tarih bakımından birbirine bağımlı bulunmaktadır (McKelvey, 1997; Lewin ve Volberda, 1999).
Bu bakış açısına göre; değişim yönetsel kararların ve çevresel etkilerin ortak bir sonucu olup, uyum ya da seçilim değil, ikisinin birleşimidir (Lewin ve Volberda, 1999).
Çok yönlü sonuçluluk ve doğrusal olmama özellikleri ise, birlikte evrimin temel varsayımlarından kaynaklanan iki sonuçtur. Çok yönlü sonuçluluk, karşılıklı geri besleme ilkesinin doğal bir sonucu olarak ortaya çıkmaktadır. Birlikte evrime göre, örgütler ve çevreleri karşılıklı etkileşim hâlinde olduklarından birbirlerine etkileri ve bunlardan kaynaklanan geri bildirimlerin sonuçlarının hangi yönde olacağı, kısacası birlikte evrimin yönü belirsizleşmekte dir. Bu geri bildirimler doğrusal olmadığından
etkileşimler arasındaki neden-sonuç ilişkileri bulanıklaşarak bağımlı ve
bağımsız değişkenleri belirleyebilmek neredeyse olanaksız hâle gelmektedir. Aslında karşılıklı geri besleme ve bunun bir sonucu olan çok yönlü sonuçluluk özelliklerinin, karmaşıklık teorisinin temel varsayımları olduğunu (Anderson, 1999; Grobman, 2005) ve birlikte evrim yaklaşımında kullanıldığını söyleyebiliriz.
Dimaggio’nun (1994, s.444) da ifade ettiği gibi; örgütsel ekolojinin
faydası ve gücü karmaşık süreçlere ışık tutmak için basitleştirilmiş
varsayımları kullanmasından kaynaklanmaktadır. Ancak topluluk seviyesine
çıkılmasıyla Pandora’nın kutusu açılmış olmaktadır. Dimaggio’ya (1994)
göre ilk sorun; eğer birlikte evrim her yerde ve her seviyede var ise ve
kaçınılmazsa (Baum ve Singh, 1994b, s.380-381), tamamen doğru bir model
belirleyebilmek için hangi seviyede ve ne kadar veri toplamamız gerektiğidir. İkinci sorun, örgütsel form ile örgüt popülasyonunun sınırlarının tam olarak ortaya konulamamış (Young, 1988, s.3-4) olmasıdır ki bu durumda analiz seviyelerinin doğruluğu tartışılır hâle gelmektedir.
Aynı zamanda bazı popülasyonlardaki üye sayılarının çok düşük olması
istatistiksel analizlerde sorun yaratırken örgütsel ağlarda var olan informal
etkiler mevcut ekolojik modellerde sadece çıkarımsal olarak ele alınabilmekte dir. Üçüncü ve son sorun ise; topluluk seviyesindeki araştırmalarda sadece formal örgütlerin değerlendirme kapsamına alınmasıdır. Hâlbuki oyuncak mağazalarının doğum (kurulum) hızlarını etkileyen faktörler incelenirken çekirdek aile gibi informal örgüt yapılarının ele alınması gerekmektedir. Zira çekirdek aile sayısının artması oyuncak talebi ile direk ilişkilidir (Dimaggio, 1994, s.448). Bunlara ilave olarak Dimaggio (1994, s.449), örgütlerin topluluk seviyesindeki evrimlerine ilişkin araştırmaların; bitkileri göz ardı edip sadece hayvanları gözlemleyerek bir ekosistemi anlamaya çalışmak gibi olduğunu
söylemektedir. Bu bağlamda birlikte evrim yaklaşımının uyum-seçilim
problemini çözmek için ortaya koyduğu temel varsayımlar, örgüt çevre
etkileşimi çerçevesinde gerçekleşen karmaşık süreçleri, doğrusal olmayan
yöntemlerle ele almayı gerekli kılmaktadır. Birlikte evrim düşüncesinin tüm
analiz seviyelerinde geçerli olduğu ve karmaşıklık ilkelerini içerdiği
düşünüldüğünde, örgütsel ekoloji için ortaya konulan bu sorunların birlikte
evrim içinde geçerli olduğunu söyleyebiliriz.
Aslında sorunlar sadece Dimaggio’nun belirttikleriyle sınırlı değildir. Zira birlikte evrimin temel varsayımlarının, karmaşıklık ve kaos teorilerini de oluşturan fikirler içerdiği düşünüldüğünde bu fikirlere biraz daha yakından bakmakta fayda olacağı açıktır. Çünkü karmaşıklık (Anderson, 1999) ve kaos (Gleick, 1987) teorilerinde kullanılan temel düşünceler, birlikte evrim yaklaşımındakilerle aynı olmakla birlikte, evrim yaklaşımının bazı özelliklerinin farklı yorumlanmasına yol açabilecek özelliklere sahip bulunmaktadır.
Kaos teorisi, basit fizik yasalarının nasıl olup da doğrusal olmayan düzenlere yol açtığını açıklamaya çalışan bir yaklaşımdır. Newton 1687 yılında yayınladığı Philosophie Naturalis Principia Mathematica (Doğal Felsefenin Matematiksel İlkeleri) kitabında evrensel Kütle Çekim Kanunu’nu ortaya koymuştur.
Bu kanunla iki cisim arasındaki karşılıklı etkileşim basit bir matematiksel formülle ifade edilip çözülebilmektedir.
Ancak cisim sayısı üçe çıktığında, iki cisim için kolaylıkla çözülebilen
diferansiyel denklemler matematiksel olarak çözümsüz hâle gelmektedir.
Bu problem hala çözülememiş olup üç cisim problemi olarak bilinmektedir.
Problem daha da basitleştirilip geri besleme sistemi gibi çalışan iterasyon
tekniğiyle çözülmeye çalışıldığında bu üçlü sistemin ilginç özellikleri
olduğu bulunmuştur. Buna göre; bu sistemdeki cisimlerin yörüngelerinin
başlangıç koşullarına hassas bir şekilde bağlı olduğu ve bu koşulardaki çok
küçük bir değişikliğin cisimlerin yörüngesinde kısa zamanda büyük değişikliğe yol açtığı görülmüştür. Başlangıç koşullarının asla bilinemeyecek olması da yörüngelerin tahmin edilemez olduğu anlamına gelmektedir (Gribbin, 2013). Sonuç olarak dünya gibi bilinci olmayan cisimlerin çalışmasını sağlayan faktörler; basit yasalar, doğrusal olmama, başlangıç koşullarına duyarlılık ve geri bildirimdir (Gribbin, 2013, s.85).
Karmaşıklık teorisi bu noktada devreye girmektedir. Zira örgütlerin
yapıtaşı olan insan ya da analiz seviyesine göre örgütlerin kendisi, bilinci
olan dolayısıyla karar verme yeteneğine sahip varlıklar olduğundan
karşılıklı etkileşimlerinin bir sonucu olarak bilinci olmayan sistemler gibi
basit yasalar çerçevesinde hareket etmezler. İnsanların ya da örgütlerin
karşılıklı davranışları karmaşık yasalara göre işlemektedir. Bu da durumu
içinden çıkılmaz hâle getirmektedir. Bu bağlamda ele alındığında örgüt
teorisinde de kullanılan rasyonel davranma ilkesinin, karmaşıklık ilkesinden
kaynaklanan karmaşık davranış yasalarını basit yasalara çevirme çabasından
kaynaklandığı söylenebilir.
Sonuç olarak bilinci olmayan varlıkların oluşturduğu sistemlerin işleyiş özellikleri ile bilinci olan varlıkların oluşturduğu sistemleri ele alan birlikte evrim düşüncesinin özellikleri birbirine oldukça benzemektedir. Çok yönlü sonuçluluk, pozitif geri bildirim ve doğrusal olmama özellikleri her ikisi içinde birebir aynı olmakla birlikte, yol-tarih birlikteliği ile çok katmanlılık özellikleri farklılık göstermektedir. Yol-tarih birlikteliği özelliği temel olarak uygun olmakla birlikte bir eksikliği bulunmaktadır. Çünkü bu özelliğin analiz edilebilir olması için her bir örgütün başlangıç koşullarının aynı ve bu koşulların bilinir olması gerekliliği vardır. Kaos yaklaşımına göre; başlangıç koşullarındaki ufak bir değişiklik analiz seviyesine bağlı olarak örgüt ya da popülasyonların izleyeceği yol ve süreçlerin kısa sürede farklılaşmasına yol açacaktır. Bu da yapılacak araştırmalarda kullanılacak yöntemlerde basitleştirme işlemlerinin kabul edilemeyeceği anlamına gelmektedir. Ancak burada dikkat edilmesi gereken ve analizlerin
yapılmasına olanak sağlayacak husus, kısa süre kavramıdır. Çünkü kozmik
cisimler için ifade edilen kısa süreler insan için çok uzun sürelere karşılık
geldiğinden kısa süre kavramının insan yaşamı bağlamında incelenerek
araştırmaların bu bağlamda yapılmasına ihtiyaç bulunmaktadır.
Yukarıda ifade edilen çekinceler birlikte evrim araştırmalarında önemli zorluklara yol açacaktır. Yine de bu zorluklar kaos teorisi araştırmalarında kullanılan ve doğrusal olmayan sistemlerin düzenini ortaya koymaya çalışan matematiksel modellerin örgüt çalışmaları alanında kullanılmasıyla aşılabileceği gibi, farklı araştırma yöntemlerinin ortaya konulmasını da sağlayabilecektir. Hâlihazırda; çekiciler, fraktal geometri, kuvvet yasaları, sosyal ağ analizleri gibi matematiksel modeller, örgüt çalışmalarında karmaşık uyumcu sistemleri (complex adaptive systems) incelemek için kullanılmaktadır (Anderson, 1999). Ancak kaos ve
karmaşıklık teorilerinin yeni gelişen alanlar olduğu dikkate alındığında
alınması gereken daha çok yol olduğunu söyleyebiliriz.
Özetle, birlikte evrim yaklaşımı uyum-seçilim problemini; “değişim, uyum ve seçilimin aynı anda gerçekleşmesidir” şeklinde ifade ederek çözmeye çalışmaktadır. Ancak bu çözüm zaten örgütsel ekolojiciler tarafından da öngörülmüştür. Nitekim Hannan ve Freeman (1977) örgütlerin değişiminde uyum ve seçilim süreçlerinin aynı anda olması gerektiğini; ancak kendilerinin seçilim süreçlerine odaklandığını ifade etmişlerdir. Yine Carroll (1984) uyumun örgüt ve seçilimin popülasyon seviyesinde gerçekleştiğini, sağlam bir teorik önerme ile bu süreçlerin birleştirilmesi gerekliliğini vurgulamıştır. Birlikte evrim bu ihtiyaca cevap verme adına önemli ilerleme sağlıyor gözükse de karmaşıklık ve kaos bağlamında üstesinden gelmenin daha zor olabileceği konularda soruların sorulmasına neden olmaktadır.
2. Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR.,
***
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder