4 Haziran 2017 Pazar

TÜRKİYE’NİN KUZEY IRAK POLİTİKASI BÖLÜM 1




TÜRKİYE’NİN KUZEY IRAK POLİTİKASI,
 BÖLÜM 1


TÜRKİYE’NİN KUZEY IRAK POLİTİKASI 
Serhat ERKMEN
* ASAM Orta Doğu Araştırmaları Masası. 
Avrasya Dosyası, Jeopolitik Özel, Kış 2002, Cilt: 8, Sayı: 4, s. 160-188. 


Soğuk Savaş’ın sona ermesi dünya sistemini yeni bir aşamaya getirdi. Soğuk Savaş kaynaklı politikaların yerini yenileri almak zorunda kaldı. 

Bölgesel politikaların seyri değişti. Orta Doğu’da bu değişikliklere ek olarak yaşanan bir gelişme 1990 yılından itibaren en küçüğünden en büyüğüne tüm Orta Doğu gelişmelerini etkiledi: Körfez Savaşı. 

2 Ağustos 1990’da Irak’ın Kuveyt’i işgaliyle başlayan ve daha sonra Orta Doğu’daki ilişkiler sistematiğini önemli ölçüde değiştiren olaylar silsilesi bu çalışmanın ana konusunu teşkil eden gelişmelerin de kaynağı olmuştur. Çalışmanın konusu Türkiye’nin 1990’dan sonra Kuzey Irak politikasıdır. Bu konunun niteliğine ilişkin bir çok sorun vardır ki bu sorunlar gelişmelerin gidişatına da yansımıştır. Bu nedenle ele alışı basitleştirmek ve hem bölge gelişmeleri hem de Orta Doğu sistemi bağlamında konuyu oturtabilmek için giriş bölümünde çalışmamızın varsayımlarını oluşturmadan önce bazı saptamalardan yola çıkacağız. 

Konuya ilişkin birinci kategorideki saptamalarımız Kuzey Irak’taki durumun ne olduğu ve bir sorun olarak tanımlanıp tanımlanamayacağına ilişkindir. 

Öncelikle belirtmek gerekir ki; Kuzey Irak’taki Kürt hareketinin kendi iç dinamikleri ve tarihî bir boyutu vardır. Osmanlı İmparatorluğu’nun bölgeden çekilmesinden sonraki dönemde sınırların yeniden çizilmeye başlandığı yıllarda oluşmaya başlayan bu sorun tüm 20. yüzyıl boyunca çeşitli hızlarda ve çaplarda gelişmelere sahne olmuştur. 

Ancak sorun Körfez Savaşı öncesinde de yalnızca Irak’ın bir iç politika sorunu olarak kalmamış, hem bölge ülkelerinin hem de süper güçlerin müdahalesiyle 
devam etmiştir. Fakat, gelişmelerin güçlü iç dinamikleri olmasına rağmen Körfez Savaşı’ndan sonra sorunun boyutu önemli değişiklikler geçirmiştir. Çöl Fırtınası sonrası yaşanan gelişmeler ve Irak’ı çevreleme politikası çerçevesinde oluşturulan uçuşa yasak bölge aynı zamanda yeni bir devletçiğin doğmasına da temel teşkil etmiştir. Bu nedenle, Kuzey Irak’taki Kürt hareketinde bambaşka bir döneme girilmiştir. Bu nedenle Körfez Savaşı Kuzey Irak için bir dönüm noktası sayılmalıdır. 

AVRASYA DOSYASI 

Körfez Savaşı sonrası yeni Orta Doğu düzeni içinde Kuzey Irak sorunu bölgesel aktörlerin politikaları, iç dinamikler ve ABD’nin politikaları gözönünde bulundurularak ele alınmalıdır. 

Üçüncü saptama Körfez Savaşı’ndan sonra Kuzey Irak’ta meydana gelen gelişmelerin Irak’taki gelişmelerden ve ABD’nin Irak politikasından ayrı ele alınamayacağıdır. Her ne kadar konunun iç dinamikleri çok güçlü olsa da ABD’nin Körfez Savaşı’ndan sonra bölgeye olan ilgisi farklılaşmıştır. Kuzey Irak’taki gelişmeleri belirleyen en önemli faktör olan ABD için Kuzey Irak sorunu Irak sorunu ve Orta Doğu politikalarından ayrı olarak ele alınabilecek bir konu değildir. Yeni dönemdeki büyük kırılma ve olayların boyutunun değişmesi konuyu varoluşsal olarak ABD’nin Irak politikasına bağlamıştır. 

Bu saptamalara dayanarak çalışmamıza temel olarak aldığımız birinci varsayım şu biçimde özetlenebilir: Kuzey Irak, Orta Doğu’ya müdahale için uygun bir zemin yaratan bir coğrafyadır. Sorun olarak tanımlanmasının temel nedeni budur. Bu coğrafya üzerindeki gelişmeler en az dört ülkenin ulusal güvenliğini ve genel olarak bölgenin güvenliğini doğrudan etkilemektedir. Bu bağlamda sorun olarak tanımlanabilecek ilk alan kendi devletliğini fiiliyatta (statehood) kuran bir hareketin bölge sistematiğini olumsuz yönde etkilemesi ve bölgeye   emperyaliz min sızması için önemli bir altyapı sağlamasıdır. Bu nedenle Körfez Savaşı sonrası yeni Orta Doğu düzeni içinde Kuzey Irak sorunu bölgesel aktörlerin politikaları, iç dinamikler ve ABD’nin politikaları gözönünde bulundurularak ele alınmalıdır. 

İkinci varsayımı oluşturan saptamalar ise konunun odağına ilişkindir: Türkiye’nin Kuzey Irak politikası. 

Bu konudaki birinci saptama 1990’larda Türk dış politikasının önemli değişimler geçirdiğidir. Soğuk Savaş’ın sona erişine paralel olarak Türkiye’nin jeopolitik konumunda meydana gelen değişime Türkiye’yi farklı araçlar bulma yoluna itmiştir. Dahası, gerek SSCB’nin dağılması gerekse Irak’taki olaylar Türkiye’nin önüne dış politikada yeni fırsat ve tehdit alanları açmıştır. Bu bölge Türkiye’nin dış politika konseptindeki değişikliğin en bariz olarak görüldüğü bölgelerden birisi olmuştur. 

İkinci saptama, Türkiye’nin güvenlik algılarını bu dönemde belirleyen en önemli olgunun kendi ülkesindeki terör sorunu olduğudur. 1980’lerde başlayan ve gücünün doruğuna 1990’ların başında erişen PKK ve buna bağlı olarak ortaya çıkan terör sorunu Türkiye’nin en temel tehdit algılamasını oluşturmaktadır. 

Üçüncü saptama, Türkiye’nin ilişkilerinde sorunlar yaşadığı devletler ile Kuzey Irak konusunda işbirliği yapmasıdır. 

Bu üç saptama üzerinden ileri sürülebilecek varsayım ise, Türkiye’nin Kuzey Irak politikasında en belirleyici öğenin kendi iç politik sorunları olduğu ve bu nedenle dış politikadaki sorunlarını geçici olarak rafa kaldırıp bekâsına tehdit olarak algıladığı problemleri ön plana çıkardığıdır. Bekâya yönelik tehdidin derecesi değişince Türkiye’nin politikalarının da değişmesi bunu doğrulayan en önemli 
göstergelerden birisidir. 

Bu varsayımlara dayanan çalışmanın ilk bölümünde Kuzey Irak’ın iç dinamikleri açıklanmaya çalışılacak; ikinci bölümünde ise Türkiye’nin 
Kuzey Irak politikasında temel olan ve yukarıda ortaya konulan öğeler ele alınacak ve varsayımlar ispatlanmaya çalışılacaktır. 


BİRİNCİ BÖLÜM: 

KUZEY IRAK’TAKİ KÜRT HAREKETİNİN TARİHSEL ARKA PLANI 

     A. KÖRFEZ SAVAŞI ÖNCESİNDE KUZEY IRAK’TA KÜRT HAREKETİ 

Irak’ta en son güvenilir nüfus sayımı 1957 yılında yapılmıştır. Bu nedenle Kürtlerin nüfusuna ilişkin tam bir veri sağlanabilmiş değildir.1 
Ancak, tahminî rakamlar tüm Irak’taki Kürt nüfusunun 4 milyon olduğuna işaret etmektedir. Bugün, Kuzey Irak’ta yaşayan Kürtlerin nüfusuna ilişkin ifade edilen rakam ise 3.5 milyon civarındadır. Aşiret düzeninin temel sosyal örgütlenme olduğu bölgede siyasal saflaşmalar da genel itibariyle bu çerçevede gerçekleşmiştir. Bölgedeki Kürtlerin sosyal yapısını anlatan birçok çalışma vardır.2 Ancak, bu konu çalışmamızın odağını oluşturmadığından sadece genel bilgiler verilecek ve konumuz için önemli görülen KDP ve KYB ilişkileri incelenecektir. 

Irak Kürtlerinin ilk önemli örgütü olan Kürdistan Demokratik Partisi (KDP) 1946’da Mehabad Kürt Cumhuriyeti’ne yanıt olarak kuruldu. 

16 Ağustos 1946’da Bağdat’ta yapılan ilk Kongre’de Molla Mustafa Barzani başkan, Hamza Abdullah genel sekreter, Şeyh Latif Berzenci ve Şeyh 
Ziyad Agaz başkan yardımcısı seçildi. 1951 Martında yapılan İkinci Kongre’de ise Hamza Abdullah ve İbrahim Ahmet arasında çekişme yaşandı. Bu bölünme kısmen KDP-KYB ayrılığının da temelini teşkil etti. 

O dönemde Bağdat tarafından komünistlikle suçlanarak hapsedilen İbrahim Ahmet, hapisten çıktıktan sonra 1953 yılında partinin yönetimini eline geçirdi. Bu dönem parti içi çekişmelerin son derece yoğun olduğu bir dönemdi. Aradaki altı yıl boyunca süregiden çeşitli mücadelelerin sonucunda 1959’da Molla Mustafa Barzani’nin yardımıyla Hamza Abdullah İbrahim Ahmet’in yerine geçti.3 

Ancak, Irak Komünist Partisi’ne fazlaca yakınlaşan Abdullah yıl sonunda tasfiye edildi ve yerini tekrar İbrahim Ahmet aldı. Parti içindeki bu çekişmeler 
sonucunda, KDP’nin gelenekçi, muhafazakar ve aşiretçi kanadını temsil eden Mustafa Barzani ile partinin entelektüel, Marksist kanadını (buna KDP Politbürosu deniliyordu) temsil eden İbrahim Ahmet arasında bir ayrışma yaşandı. Bu ayrışma, bugünkü KYB KDP ayrılığının da temelini oluşturdu.4 

Bu dönemde Irak Kürtlerinin en önemli örgütü olan KDP’deki ayrılıklar aslında bölgedeki sosyal yapının bir yansımasıydı. Bu iki grup arasında sorun oluşturan esas noktalar sosyal ve ekonomik kökenliydi. 

İki grup arasındaki temel ayrılık noktaları aşiret, dil, (Barzani kanadı, Kırmançi-Bahdinani konuşan dağlık bölge kökenliyken, İbrahim Ahmet ve Celal Talabani ise Soranca konuşan göreli olarak daha gelişmiş eğitimli güney bölgesindendi) din ve tarikat farklılıkları (Barzani grubu Nakşibendi, Talabani grubu Kadiri tarikatına bağlıdır) ve siyasî anlaşmazlıkların sonucunda ortaya çıkan silâhlı çatışmaların getirdiği kan davaları, arazi ihtilafları, liderliği paylaşmamak istemeleri ve bölgenin geleceğine ilişkin görüş ayrılıklarıydı.5 

Bu tartışma noktalarının çoğu hâlâ bugün de varlığını sürdürmektedir. 

1958’de Irak’taki BAAS’çı darbeden sonra Kürt hareketlerinde de BAAS’ın etkisi hissedilmeye başlandı. Özellikle, Talabani ve Ahmet BAAS ile yakın ilişkiler kurdu. 1968’de Barzani’nin KDP’nin yönetimini tekrar ele geçirdikten sonra İran ile yakın ilişkiler kurması Bağdat’ı rahatsız etti. Bu nedenle Bağdat, Talabani’nin Süleymaniye’yi kontrol etmesini sağladı. Bunun karşılığında Talabani de Barzani’ye karşı mücadelesinde Bağdat’a yardımcı oldu.6 Bu dönemde Ahmet ve Talabani grubu KDP’nin kontrol ettiği bölgeyi ele geçirmek için ciddî bir 
mücadeleye girişti. Fakat, İran’dan destek alan Barzani çok güçlenmişti. 

Sonuçta, Bağdat, Ahmet-Talabani grubunu yalnız bıraktı ve Barzani’yle ilişki kurmaya çalıştı. Bağdat’ın desteğinin kesilmesiyle önemli bir güç kaybına uğrayan Ahmet-Talabani grubu KDP’ye geri döndü. Sonuçta, 1970 Mart’ında Bağdat, KDP’ye özerklik veren bir anlaşma sözü verdi. Ancak, Kürtlerin istediklerini Bağdat vermedi, Bağdat’ın verdiklerini de Kürtler kabul etmedi ve tekrar çatışmalar başladı. Cezayir Anlaşması’yla İran’a önemli tavizler veren Irak bunun karşılığında Tahran’ın Kürtlere verdiği desteği kesmeyi başardı.7 
Bundan sonra Kürtlerin üzerine giden Bağdat, KDP’yi ağır bir şekilde yenilgiye uğrattı ve Mustafa Barzani 1975 yılında teslim oldu. Sürgünde ölen Barzani’nin ardından da KDP bölündü.8 

Barzani’nin ölümünden sonra o dönemde Şam ağırlıklı politikalar izlemeye başlayan Celal Talabani, 1 Haziran 1975’te KYB’yi kurduğunu ilân etti. 

Çatışmaların sona ermesinden sonra Kuzey Irak’a ilk dönen Talabani grubu oldu. Suriye’nin yardımıyla Süleymaniye’ye dönen KYB bu dönemde KDP ile çatışmaya başladı. KDP de bu dönemde İran’da üstlenmişti ve Tahran’dan yardım görüyordu. 

İki taraf arasındaki küçük çatışmalar 1981 yılında açıkça savaşa dönüştü. Başta Irak Komünist Partisi olmak üzere bölgede üslenen küçük grupların araya girmesiyle iyileşen ilişkiler, 1983 yılında tekrar bozulmaya başladı. İran’dan destek gören KDP ile savaş nedeniyle zayıflamış olan Bağdat ile masaya oturarak tâviz koparmak niyetinde olan KYB arasında başlayan uyuşmazlık bir süre sonra tekrar çatışmaya dönüştü. Bağdat KYB’yi yanına çekmeye çalışırken KYB’nin en büyük korkusu kendisine sınırdaş olan bölgedeki İslâmî rejimin kendisini et-kilemesiydi.9 Laik ve ‘sosyalist’ olarak bilinen KYB, İran’daki gelişmelerin yarattığı dalgadan büyük oranda tehdit algılıyordu. 

Sonuçta, 1983 yılında İran KDP’si, Bağdat ve KYB kapsamlı bir anlaşma imzaladılar. KDP, Irak içindeki savaşı sona erdirmesi nedeniyle başlangıçta KYB’yi eleştirse de sonunda kendisi de Irak’la anlaşmak zorunda kaldı. 1986’da iki taraf artık düşman olmadıklarını açıkladılar. Bu gelişme 1988’de Kürdistan Cephesi’nin (Kürdistani Cephe) kurulmasıyla sonuçlandı. 

B. KÖRFEZ SAVAŞI SONRASINDA KUZEY IRAK’A GENEL BİR BAKIŞ 

Körfez Savaşı’nı tâkiben Irak’ın güneyinde ve kuzeyinde çıkan ayaklanmalar, Müttefik Kuvvetler ile Irak arasındaki savaşın sona ermesinden sonra 
ayaklanmacılar için faciaya dönüştü. Kısa sürede kontrolü eline geçiren Irak kuvvetleri ayaklanmacıları şiddetle cezalandırmaya başladı. 

Bu nedenle özellikle, Kuzey Irak’ta büyük bir göç başladı. Bu göçün sonucunda ortaya çıkan insanî sorunların engellenmesi için BMGK 688 sayılı kararla bölgeyi Irak kuvvetlerine yasakladı. Irak’ın, Kuzey Irak’tan askerleriyle birlikte tüm idarî memurlarını da çekmesi bölgede bir anlamda idarî kaos doğmasına neden olmuştu. Bu nedenle, Washington’un teklifi ve Ankara’nın oluruyla Kuzey Irak’ta bir seçim yapılarak, bunun sonucunda oluşacak siyasî otorite sayesinde bölgedeki siyasî ve idarî sorunların çözümlenmesi hedeflenmiştir.10 
19 Mayıs 1991 tarihinde yapılan seçimin sonucunda 105 kişi olarak belirlenen parlamentonun üyeleri belirlenmişti. 

Bu seçimlere 

Irak Milli Türkmen Partisi, 
Kürdistan Muhafazakar Partisi, 
Komünist Akım adlı partiler katılmadılar. 

Seçim sonucunda oyların %45’ni KDP, %44’nü KYB, %5’ni Kürdistan İslâmî Hareketi, %3’nü Kürdistan Sosyalist Partisi, %2’sini Irak Komünist Partisi 
ve geri kalanını da Kürdistani Cephe’ye bağlı diğer Kürt örgütleri aldılar. 

< Irak’ın, Kuzey Irak’tan askerleriyle birlikte tüm idarî memurlarını da çekmesi bölgede bir anlamda idarî kaos doğmasına neden olmuştu. 
Kuzey Irak’ta bir de facto devletin yaratılması çabası bölgede fiilî hâkimiyetin kurulmasından hemen sonra başladı. >

Ancak, bölgede kabul edilen seçim sisteminde %7’lik bir baraj konulması nedeniyle parlamentoda milletvekili dağlımı 50 KDP, 50 KYB ve 5 diğer partilere olmak üzere gerçekleşmişti.11 Seçimin bu şekilde sonuçlanması KDP veya KYB’nin diğerine açık bir üstünlük sağlamaması sonucunu doğurmuş, bu nedenle ikisinin ortak çalışmasını zorunlu kılmıştı. İki taraf arasında yapılan anlaşma 
gereği, Meclis Başkanı KDP’den, yardımcısı KYB’den; Yürütme Konseyi Başkanı KYB’den bunun yardımcısı da KDP’den seçildi. Aslında, seçimdeki oy dağılımı gelecekteki olaylara da ışık tutacak bir sonucu yansıtıyordu. KDP Dohuk’ta, KYB Süleymaniye’de açık bir şekilde üstünken Erbil’de KDP’nin az farkla üstün olduğu görülmüştü.12 Daha sonraki gelişmelerde Erbil’i kontrol etme çabası iki taraf arasında ciddî bir sorun yarattı. 

Kuzey Irak’ta bir de facto devletin yaratılması çabası bölgede fiilî hakimiyetin kurulmasından hemen sonra başladı. Kısa sürede Irak bayraklarının yerini KDP ve KYB’yi simgeleyen bayraklar aldı.13 Bölgede kaçakçılığa dayanan bir ekonomik ilişkiler zinciri başlatıldı. BM korumasında bölgede kurulmaya başlanan yapı, bir süre sonra o zamana kadar istedikleri fakat, bir türlü sahip olamadıkları fırsatları Kürtlerin ayağına getirdi. Bağdat’ın çekilmek zorunda kaldığı bölgelere uygulamaya başladığı ekonomik ambargo, bölgede gelişmeye başlayan 
devletçik için ilk adımın atılmasını sağladı. KDP, kamyon ticaretinde petrol satabilmek için Kurdoil adlı bir şirket kurdu.14 Kurulan bu şirket sayesinde kısa sürede Kuzey Irak’taki devletin altyapısını oluşturma yolunda hızlı adımlar atıldı. Bu konudaki sağlanan başarı 1992 yılındaki bir ABD raporunda şu cümlelerle ortaya konulmuştu: ‘Kürdistan Cephesi sosyal hizmetler ağının bir kısmını yürütmek ve maaşları ödemek için yeterince para kazanmaktadır.’15 Güvenli Bölge’nin oluşturulmasından sonra hızla gelişmeye başlayan de facto Kürt devleti artık kurumlarını sağlamlaştırma yoluna girmeye başlamıştı. 

Sonunda, 4 Temmuz 1991’de Bakanlar Konseyi başkanı olarak Fuad Masum atandığında de facto Kürt devleti için bir hükümet yaratma süreci tamamlanmış oldu. 

Kuzey Irak Kürtlerinin birbirleriyle olan ilişkilerinin dışında diğer Kürtlerle olan ilişkileri de bölgenin kaderinin belirlenmesinde etkili oldu. Özellikle, o dönemin en güçlü Kürt örgütü olan PKK’nın bu bölgede üslenme ve Türkiye’ye yönelik saldırılarında bölgeyi kullanmak isteği hem Iraklı Kürt örgütlerin birbirleriyle ilişkilerini, hem de bunların PKK ile ilişkilerini belirleyici bir faktördü. 

Iraklı Kürt örgütlerle PKK’nın ilişkileri 1970’lerin sonu 1980’lerin başlarına dayanmaktadır. Bu ilişkinin en önemli noktalarından bir tanesi 1983’te KDP ile PKK arasında imzalanan Dayanışma İlkeleri’dir. Başlangıçta iki taraf için de iyi giden ilişkiler PKK’nın Kuzey Irak’ta üslenmesinde önemli rol oynadı. O yıllarda her ikisi de Suriye ve İran tarafından desteklenen iki örgüt işbirliği için ciddî bir zemin buldu.16 

PKK, KDP ile ilişkiler sayesinde önemli miktarda silâh, teçhizat ve militanını Silopi, Şırnak ve Uludere’ye taşıdı. İki taraf arasındaki uyum 1985 yılında bozulmaya başladı. Bunun en önemli nedenlerinden birisi KDP’nin PKK’yı Türkiye’yi kendisine karşı kışkırtacak eylemler yapmakla suçlamasıydı. Sonuçta, 1987 yılında iki taraf arasındaki anlaşma resmen bozuldu.17 

PKK ile KDP arasındaki anlaşmanın bozulması ise KYB’nin PKK’yla ilişki kurmasına zemin hazırladı. KYB ile PKK arasındaki ilişkiler 1979 yılına dayanmaktaydı. Yine, PKK’nın Kuzey Irak’a yerleşme çabası içinde şekillenen bu ilişki o dönemde PKK için gerekli ikmal yollarını kontrol eden örgüt olan KDP ile ilişkilerin zarar görmemesi için belli bir seviyede tutulmuştu. Ancak, KDP-PKK ilişkilerinin bozulması sonucunda 1987 yılında taraflar arasında görüşmeler yeniden başladı ve 1 Mayıs 1988’de iki taraf arasında bir protokol imzalandı.18 Bu protokolden sonra KDP’nin tersine PKK ile ilişkileri çerçevesinde KYB Türkiye’ye karşı eylemler yapmaya girişti. Bununla birlikte, Körfez Savaşı PKK ile Iraklı Kürt örgütler arasındaki bu ilişkiler sistematiğini önemli ölçüde değiştirdi. Özellikle, Kuzey Irak’taki yönetimin kurulmaya başladığı ilk dönemde dış desteğe ihtiyacı olan KYB, KDP, PKK karşıtı açıklamalarda ve eylemlerde bulundular.19 

Her ne kadar 1991 yılı ve onu takip eden dönemdeki gelişmeler KDP-KYB ilişkilerinde bir iyileşme dönemi gibi görülse de iki Kürt grup arasındaki anlaşmazlık bir seçimle engellenecek kadar basit değildi. 

Bu nedenle taraflar arasındaki çatışma çok geçmeden patlak verdi. 1993 yılına gelindiğinde Kürdistan Bölgesel Hükümeti (KBH)20 ikiye bölünmüş 
durumdaydı. Fakat, 1993 yazında Sami Abdurrahman’ın Kürdistan Birlik Partisi’nin KDP’ye katılması iki büyük grup arasındaki dengede KDP lehine bir değişme yarattı. Bu dönemde, KDP, KYB’nin kendisinin 1995 yapılması planlanan (bu seçim hiçbir zaman gerçekleşmemiştir) seçimi kazanacağı endişesiyle askerî güce başvuracağını ileri sürdü.21 Savaş, Aralık 1993’te İran yanlısı Hamma Hacı Mahmut’un grubunun Süleymaniye’deki bir KDP üssüne saldırmasıyla başladı. Buna nasıl yanıt verileceği konusunda KDP ve KYB bölündü. Başkanlık Konseyi 
yumuşak tavrı benimserken KYB Politbüro üyesi ve KBH Peşmerge İşleri Bakanı Cabbar Farman, Barzani’nin durumu sakinleştirme emrini reddetti. 

Barzani, KYB’yi tek taraflı olarak aşırı güç kullanımıyla suçladı. 1 Mayıs 1994’teki küçük bir KDP yetkilisiyle KYBliler arasındaki çatışma ise iki taraf arasında büyük bir çarpışmaya dönüştü. Haziran başında iki tarafın verdiği ölü sayısı 600’ü aştı ve KYB Erbil’deki Kürt Parlamentosu binasını ele geçirdi.22 Bunun üzerine birçok ateşkes girişimi oldu. Bunlardan birisi de 30 Mayıs 1994’te Silopi’de Türkiye’nin davetiyle KYB -KDP çatışmasının bir güç boşluğuna yol açmasından korkuyordu. Ama sonuç çıkmadı. 16-22 Temmuz 1994’te de Paris’te iki tarafın temsilcileri 
biraraya geldi. Buna ABD’nin ve İngiltere’nin Paris elçiliklerinden gözlemciler katıldı. KBH için anayasa taslağı hazırlandı ve imzalandı. Paris Antlaşması KBH otoritesini sağlamak için hükümet işlerine partinin müdahalesini önlemek için bir dizi tedbir içeriyordu. 

Buna ek olarak 1995’te nüfus sayımı ve seçim yapılmasını öngörüyordu. 1994 sonbaharında KYB-KDP çatışması durdu ve 21 Kasım’da Paris Anlaşması çerçevesinde bir anlaşmaya varıldı. Ama 20-24 Aralık’ta Şaklava’daki bir toprak meselesi yüzünden yine bir çatışma çıktı. KDP güçleri Talabani’nin evini yağmaladı. KYB de Erbil’in tamamını ele geçirdi. 

KDP ile KYB arasındaki bu sorunlar bir yandan PKK’ya olanak sağlayacak olması nedeniyle Türkiye’yi endişelendiriyordu. Bu nedenle, çatışmaların önüne geçmek istiyordu. Ancak, diğer yandan bunların anlaşmasının bağımsız bir devlet kurulması ihtimalini artıracak olması da Türkiye’nin Kürtleri kendi aralarında değil de Bağdat ile diyalog kurmaya itmesine neden oluyordu. 23-24 Mart 1995’te Kuzey Amerika Kürt Ulusal Kongresi tarafından KDP, KYB ve Kürdistan İslâmî Hareketi’ne bir çağrı yapıldı. Konferansta ilişkilerin normalleşmesi 
meselesi görüşülmesine rağmen, buradan da sonuç çıkmadı. Haziran 1995’te KDP ve KYB ayrıntılı bazı öneriler getirdi. Ama bunlar tutmadı, çünkü KYB Habur’daki gelirlerden faydalanmak istiyordu. 1995’te çatışmalar tekrar arttı. Bu noktada ABD arabuluculuğa soyundu. 9-11 Ağustos 1995’te Dublin yakınlarında ki Drogheda’da taraflar biraraya getirildi. Buna Türkiye de gözlemci olarak katıldı ve ateşkes sağlandı. 
Fakat, aynı dönemde PKK’nın KYB’ye saldırmasıyla görüşmeler yine askıya alındı. Bu nedenle Dublin ayağı başarısızlığa uğradı. Ayrıca KYB, Türkiye’yi hem iki taraf arasındaki bir meselenin bir parçası olmayan PKK’yı gündeme getirmekle, hem de KDP’ye silâh sağlamakla suçladı.23 5-9 Ekim 1995’te İran KBP ve KYB’ye ateşkes için ev sahipliği yaptı, ama burada da çözüme ulaşılamadı. 

İki grup arasındaki çatışmalar sürerken diğer yandan da KDP ile PKK arasındaki da çatışmalar devam etmekteydi. Ancak, 1995 yılının sonunda Türkiye ile anlaşmazlıklar yaşaması nedeniyle KDP, PKK ile ateşkes imzaladı. 1996 yılı Kuzey Irak Kürtleri için çok önemli bir yıl oldu. 1996 yılının bahar aylarında önemli gerilemeler kaydeden KDP, bu nedenle Mart ayının sonunda PKK ile olan ateşkes anlaşmasını daha kapsamlı bir hale getirmek zorunda kaldı. PKK’nın Kuzey Irak’ta serbestçe faaliyet göstermesini ve diğer Kürt örgütlerine tanınan hakların PKK’ya da tanınmasını içeren bu anlaşma KDP için önemli bir yenilgi olarak değerlendirilebilir.24 Bunu takiben, KDP, KYB ile de bir ateşkes 
anlaşması yaptı. Bu dönemde bölgede İran’ın etkisinin arttığı söylenebilir. Ayrıca, ABD’nin Saddam’ı devirmek üzere düzenlediği bir girişim de boşa çıkmış, hatta fiyaskoyla sonlanmıştı. Bütün bunlar üzerine başta PKK olmak üzere çeşitli nedenlerle arası Türkiye ile de bozulan KDP için son derece sıkıntılı bir döneme girildi. İşte, bu faktörler KDP’nin Bağdat ile işbirliğine gitmesine yol açtı. 

Bağdat’ın, Tahran’dan bölgeyi terketmesini istemesiyle başlayan ve KDP’ye silâh ve teçhizat desteği sağlamasıyla devam eden ilişkiler sonunda Irak’ın KDP ile birlikte Talabani’ye karşı bir saldırıya girişmesine yol açmıştır. 31 Ağustos 1996 günü hızlı bir harekatla Erbil’e giren Irak kuvvetleri buradaki KYB hakimiyetini sona erdirmiş ve iki gün içinde şehirden çekilerek yönetimi KDP’ye bırakmıştır. ABD’nin son derece sınırlı bir tepki vermesi nedeniyle (Irak’ı uyarmak ve Bağdat’a füze saldırısı düzenlemek) Irak ve KDP kuvvetleri Süleymaniye’ye girmiştir. Ancak, bir süre sonra KDP’nin ABD’nin kendisine yaptığı uyarıları dikkate alarak Irakla yaptığı işbirliğinden vazgeçmesiyle bu operasyon sona ermiştir. Aslında bu operasyondan hem KDP hem de Bağdat istediklerini elde etmiştir. KDP önemli kazanımlar elde etmiş, Bağdat ise her an bölgedeki dengeyi alt üst edebilecek kadar güçlü olduğunu bir kez daha göstermiş ve psikolojik bir 
avantaj sağlanmıştır. Fakat, Saddam’ın desteğini kesmesiyle KDP, KYB’den ele geçirdiği bölgelerde tutunamamıştır. KYB, İran desteğinde yaptığı karşı saldırıyla kaybettiği bölgelerin çoğunu ele geçirmiştir. 

Sonuçta, ABD’nin araya girmesiyle bir ateşkes sağlanmıştır. Bu gelişmeler sonucunda 1996 yılının Ekim ayında o zamana kadar taraflar arasında gerçekleştirilen en kapsamlı ateşkes anlaşması imzalanmıştır. Ankara Görüşmeleri adı verilen toplantıların sonucunda iki taraf arasında çatışmaların önlenmesini sağlayacak bir mekanizma kurulmasına çalışılsa da sonuçta bu görüşmelerde alınan kararlar da kalıcı bir sonuç yaratmamıştır. 

1997 yılı KDP-PKK ilişkilerinin tekrar gerilmeye başladığı yıldır. PKK’nın KDP’den Habur gelirlerinden pay talep etmesi nedeniyle gerilen ilişkiler KYB-PKK yakınlaşmasıyla daha da artmıştır. Türkiye’nin yoğun askerî operasyonları ve KDP-KYB-PKK çatışmalarıyla geçen 1997 yılı bölgedeki Kürt gruplar arasındaki bölünmüşlüğün devam ettiği bir dönemdir. 

1998 yılı ise taraflar arasında çatışmaların azaldığı ve göreli olarak istikrarlı bir yıl olarak başlamıştır. KDP’nin girişimleriyle başlayan barış görüşmeleri KYB tarafından reddedilse de bu küçük çapta devam eden çatışmaların büyümesine neden olmamıştır. Bu dönemde PKK’nın bu gruplarla ilişkilerinde de çok önemli değişiklikler gerçekleşmemiştir. Ancak, KYB’nin kendi tabanından PKK’ya kayışlar nedeniyle endişelenmesi iki taraf arasındaki ilişkilerin bozulmasına neden olmuştur. 

İki Kürt grup arasındaki farklılaşma her iki tarafın bölgenin geleceğine ilişkin stratejileriyle doğrudan bağlantılıdır. Barzani, çoğunlukla Bağdat ile anlaşmayı istemekte ve bunun yolunun Saddam ile görüşmekten geçtiğini ileri sürmektedir. Özellikle, Türkiye ile sürdürdüğü sınır ticaretinden önemli miktarda gelir sağlayan Barzani, bölgedeki istikrarın kendi yararına olduğunu bu nedenle de bir şekilde anlaşma yapmanın istikrar getireceğini savunmaktadır.25 Talabani ise Bağdat rejiminden daha uzak duran bir tavır almaktadır. Ayrıca, Talabani’nin Irak Ulusal Kongresi (INC) gibi örgütlerle ilişkisi Barzani’nkinden daha iyidir. Bu onun Irak’ın geleceğine ilişkin vizyonundan kaynaklanmaktadır. 

1998 yılındaki bu önemli olaylardan sonra Kuzey Irak’taki en önemli gelişmeler 2000 yılında gerçekleşmişti. Bağdat’ın tehditleri, Kuzey Irak’ta, özellikle KYB egemenliği altında olan bölgelerde bir gerginlik dalgasına yarattı. Özellikle, Cumhuriyet Muhafızları’nın Kerkük yakınlarında askerî yığınak yapması bölgede gerilimin artmasına neden oldu.26 KDP ve KYB’nin yakınlaşmasına paralel olarak ortaya çıkan bu olay ayını zamanda bölgedeki Kürtlerin Bağdat’tan ne kadar korktuklarını da göstermesi açısından çok önemliydi. Yine 2000 yılının Mart 
ayında Kerkük’te Filistinli ailelerin yerleştirilmeye ve bu nedenle çatışmalar çıkmaya başladı. Eylül ve Ekim ayları ise Kuzey Irak’ta çatışmaların tekrar yoğunlaştığı dönemler oldu. Eylül ayının sonunda PKK ile KYB arasında çatışmalar çıktı.27 

2001’de (11 Eylül’e kadar) ise zaman zaman gerginlikler görülse de yine olağanüstü bir olay meydana gelmemişti. 2000’de Bağdat’ın askerî 
harekatın dan sonra Kuzey Irak’a bağlı bazı Kürt köyleri Saddam’ın kontrolüne geçmesine rağmen, Kürt gruplarla Bağdat arasındaki görüşmeler kesintili olsa da devam etti. Hatta, Bağdat’ın Kuzey Irak’taki etkisinin gittikçe arttığı bile söylenebilir. Özellikle, eğitim alanındaki işbirliği devam etmektedir. Örneğin, Eylül ayında Bağdat, Kuzey Irak illerinin 2001-2002 öğretim yılının kitap ihtiyaçlarını karşılama kararını almış, dahası, Irak Yüksek Eğitim Bakanlığı, Kuzey Irak’taki Selahattin Üniversitesi’nin diploma ve belgelerini onaylamak için bir mekanizma başlatmıştır. Bu olay, Bağdat ile Kürtler arasında bağın kesilmediğini tersine güçlenerek devam ettiğini göstermekteydi. 

Bu dönemde meydana gelen gelişmelerin önemli bir boyutu da Kürt grupları arasındaki ilişkilerin seyri ve bölge içindeki altyapı vb. girişimleri oldu. 2001 yılının Ağustos ayında KDP ve KYB arasında varılan anlaşma Kuzey Irak’ta uzun süreden beri devam eden çok önemli bir soruna çözüm bulmuştur. Bu anlaşma sonucunda KYB, 1992 seçimlerinin sonuçlarını kabul etmiştir. 

Bölgede atılan bir diğer adım ‘devlet’ kurumlarının yerleştirilmesine yönelik olan emeklilik kurumunun ortaya çıkarılması ve sağlamlaştırılmasıdır. 

Eylül ayında peşmergelerin hizmet ve emekliliği hakkında özel bir kararı yayımlanmıştır. 

Bundan daha önemlisi, düzenli ordu oluşturma çabasıdır. Zaho’daki askerî akademi 2001 yılında 4. devre mezunlarını vermiştir. 
Altyapı çalışmalarında önemli gelişmeler yaşanmıştır. 

Örneğin, 

Kürtler elektrik almak için İran ile bir anlaşma imzalamıştır. Bu çerçevede, İran sınırındaki ‘Hane’ bölgesi yoluyla Soran bölgesinin elektrik şebekesi İran elektrik şebekesine bağlamaya başlamıştır. Tüm bu gelişmeler sonucunda Kuzey Irak’ta bir devlet mekanizmasının altyapısını oluşturacak kurumların çoğu kurulmuştur. 

2 Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR,

***

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder