27 MAYIS NEDEN OLDU BÖLÜM 4
1955 sonbaharında çok üzücü toplumsal olaylar da yaşandı.
Bugün de utanç içerisinde hatırlanan, 6-7 Eylül 1955’te azınlıkların can ve mallarına yapılan saldırılar toplumda kapanması mümkün olmayan derin yaralar açacaktı.
Kışkırtma sonucu yaşanan bu vahim olaylar sonrası hükümet yetkililerden bilgi istemişti.
Emniyet müfettişinin olayları ‘milli galeyan’ olarak nitelemesine Fuat Köprülü karşı çıkacak, Adnan Menderes ve kendisinin, bu olayların sorumlularının komünistler olduğunu düşündüklerini söyleyecekti.
Bunun üzerine İstanbul Emniyet Müdürü, İstanbul Başsavcısı ve Milli Emniyet Şefi operasyon başlatacak ancak komünistlerin suçlu olduğuna dair hiçbir kanıt elde edemeyeceklerdi.
Yine de değişen bir şey olmayacak, Aziz Nesin’den Kemal Tahir’e, 40 kadar ‘komünistlik şüphelisi’, 6-7 Eylül Olayları’nın da şüphelisi olarak Harbiye Askeri Cezaevi’nde yatmaktan kurtulamayacaklardı. (61)
DP Burdur Milletvekili Mehmet Özbey bu komünistlerin yıktıkları (!) mağazaların önünde asılmalarını isteyecekti. (62)
Ancak gelin görün ki Yassıada yargılamalarında bu olaylar ile ilgili yargılananlar DP’liler olacaktı.
Ülkede yükselen tansiyon ve yaşanan tatsız olaylar Meclis’teki DP Grubu’nu da etkileyecek, Adnan Menderes yeni bakanlardan oluşan bir kabine kurmak zorunda kalacaktı.
29 Kasım 1955 günü DP grup toplantısında zor durumda kalan Adnan Menderes, partisinin milletvekillerine hitaben, ‘Siz isterseniz hilafeti bile getirirsiniz’ diyecekti. (63)
* * *
1956 yılına gelindiğinde, iki sene önce kabul edilen ‘Neşir yoluyla veya radyo ile işlenecek bazı cürümler hakkındaki kanun’ hükümet için artık yetersiz gelmekteydi.
Önce, ‘Bir kısım basın’ın ne kadar yalancı ve yıkıcı olduğu besleme basın tarafından işlendi ve yeni tedbirlerin gerektiği yazılıp çizildi. (64)
Sonrasında ise hükümet sazı eline aldı ve basını ilgilendiren yasalar, 1956 Haziran’ında, iki yıl öncesine göre daha da ağırlaştırıldı.
Nitekim bu yasalar sonucu basın üzerindeki baskıda son nokta denebilecek bir olay yaşanacak, 15 yaşında bir gazete satıcısı çocuk, istifa eden bir bakana ait haberin başlığını bağırarak gazete satması nedeni ile yargılanacaktı. (65)
Bu dönemin bir başka can alıcı yasa değişikliği ise ‘Milli Koruma Kanunu’nda yapıldı.
İkinci Dünya Savaşı döneminden kalan bu kanunun bazı maddeleri yürürlükteydi.
Savaş sırasında ekonomi ile ilgili kontrol mekanizmaları o kanuna göre oluşturulmuştu. Ekmeğin karneye bağlanması, ihtiyaç maddelerinin fiyatlarının kontrol altına alınması gibi tedbirler bu kanuna göre yapılmıştı.
Şimdi ise savaş olmamasına karşın birçok maddenin yokluğu baş göstermiş ve karaborsa fiyatları alıp başını gitmişti.
Bunun sorumlularını basın ve muhalefet ile birlikte işadamları olarak gören hükümet, atıl durumdaki Milli Koruma Kanunu’nu 10 yıl önceki halinden daha ağır önlemler ve cezalar içerecek şekilde yeniden yürürlüğe koydu.
Öyle ki ‘ekonomi suçları’ işleyenler için, savaş yıllarındaki Milli Koruma Kanunu’na göre, yeni yasa 10 kata kadar daha fazla cezalar içeriyordu. (66)
Tedbirler öylesine sertti ki, Ankara’da 21 kuruşluk düğmeyi 25 kuruşa sattığı gerekçesiyle bir esnaf 1 yıl hapis, 3 yıl ticaretten uzaklaştırma ve 1.000 lira para cezası alacaktı. (67)
(İkinci Dünya Savaşı zamanı başta ABD ve İngiltere olmak üzere birçok ülkede tüketim maddeleri karneye bağlanmışken Türkiye’de de bunun yaşanması çok ayıplanamazdı.
Ama Menderes’in mirasçısı olduklarını söyleyen politikacılar İnönü’yü bu konuda yerden yere vururken, savaşın bitiminden 11 yıl geçmiş olmasına karşın DP iktidarında uygulanan Milli Koruma Kanunu’ndan bugüne dek hiç bahsetmediler.)
Üç düşmandan, basın ve iş dünyası gerekli ayarlamalar ile hizaya getirilmişti.
Şimdi sıra yine yeni yeniden muhalefetteydi. 1956 Haziran ayı bitmeden muhalefetin de icabına bakılacaktı.
Çünkü Başbakan Adnan Menderes’e göre muhalefet, ‘Siyasi sapıklık, sahte ihtilalcilik, inkarcılık, adi ve alçak iftiracılık, sahte hürriyetçilik ve tedhişçilik’ yapmaktaydı. (68)
Toplantı ve gösteri yürüyüşlerini düzenleyen kanun ile artık siyasi partiler bu tür etkinliklerini seçimler öncesindeki propaganda günleri dışında yapamayacaktı.
Sivil Toplum Kuruluşları için ise durum daha kötüydü.
Yapacakları her türlü toplantıyı kapalı yerlerde yapmak zorundaydılar.
Üstelik kanuna aykırı sayılan bir toplantıda, güvenlik kuvvetlerine önce ihtar etme, sonra havaya üç el ateş ettikten sonra hedef gözetmeksizin silahlarını ateşleyebilme yetkileri verilmişti. (69)
İnönü: “Aramızdaki farkı bilelim.
Biz mutlakiyetten bugüne geldik, siz bugünden mutlakiyete gidiyorsunuz.” diyecekti. (70)
Yeni yasa ile muhalefetin seçim dönemi dışında yapacağı toplantılar, vatandaşlar arasına nifak sokma gayreti olarak görülüp yasaklanmıştı. Ancak bu yasak iktidar için geçerli değildi. Onların yaptıkları, hükümet adına vatandaşa bilgi vermek olarak kabul edilecek ve yasağa takılmayacaktı. (71)
Yasa muhalefet üzerindeki etkisini hemen gösterdi.
1956 Ağustosunda Cumhuriyetçi Millet Partisi Giresun İl Kongresi savcının kararı üzerine sıcakta kapı ve pencereler kapatıldı, alkış yasaklandı.
Osman Bölükbaşı’yı alkışlayan delegeler karakola götürüldü. (72)
Cumhuriyetçi Millet Partisi Genel Başkanı Osman Bölükbaşı dokunulmazlığı kaldırılarak tutuklandı.
(1957 seçimlerinde yeniden milletvekili seçilmesi üzerine tahliye olabilecek ve yeniden meclise dönecekti.) (73)
Menderes ise ‘hükümet adına vatandaşa bilgi vermeye’ devam ediyordu.
20 Ekim 1957’de Adana’da yaptığı konuşmada, ‘İstanbul’u ikinci bir Mekke, Eyüp Sultan Camiini de ikinci bir Kabe yapacağız’ diyecekti. (74)
Toplumsal desteği azalan, ancak azaldıkça da hırçınlaşan DP iktidarında Türkiye 1957 seçimlerine bir önceki seçime nazaran daha gergin gidiyordu.
* * *
1957 seçimlerinde Demokrat Parti’nin çok ilginç üç adayı vardı.
Kara Kuvvetleri, Hava Kuvvetleri ve Deniz Kuvvetleri komutanları ordudan istifa ederek DP’den milletvekili adayı olmuşlardı. (75)
Bu bile CHP’nin kaderini değiştiremeyecek, o günlerden bugünlere, yıllardan beridir ihtilalcilikle, ordu ile içli dışlı olmakla suçlanan hep CHP olacaktı.
Seçim günü Cumhuriyet tarihinde eşi benzeri olmayan bir olay yaşandı.
1957 genel seçimlerinde seçim günü oy verme sürerken saat 14: 30’da radyodan DP’nin önde olduğu sandık sonuçları verilmeye başlanacak, bütün itirazlara karşın yayın sandıklar kapanana kadar da sürecekti.
DP’li kimi belediyelerce belediye hoparlörlerinden bu yayın halka dinletilecekti.
Böylece seçmen üzerinde baskı oluşturulmuş ve yine DP iktidara geliyor algısı ile seçmen tercihi değiştirilmeye çalışılmıştı.
Kimi DP’li yöneticiler tarafından seçmenlere, ‘Öğleden sonra radyoda ilan edilecek seçim sonuçlarını bekleyin, ondan sonra karar verin’ denmişti. (76)
Yaşananlar bununla sınırlı kalmadı.
Seçmen kütükleri hazırlanırken, CHP’li seçmenler ‘kütük’ten yok ediliverdi!
Yerlerine DP’li seçmenlerin adı, hem de birkaç kütükte, yer aldı.
Yani bir DP’li birkaç sandıkta oy kullandı.
DP kurduğu seyyar ekiplerle bu seçmenlerini sandık sandık taşıdı.
CHP’li kimi seçmenler kütükte isimlerini göremeyince oy kullanamadan evlerine döndüler. (77)
Oy kullanımında olduğu gibi sayımında da usulsüzlükler ve olaylar eksik olmadı.
Gaziantep’te 27 Ekim gecesi seçimi CHP’nin 700 oy farkla kazandığı ilan edildi.
Hatta DP’nin gazetesi Zafer bile bu sonucu yazdı.
Fakat ertesi gün köylerden ‘sayılmamış, unutulmuş oylar’ getirildi ve bin kadar oyla seçimi bu kez DP’nin kazandığı açıklandı.
CHP’liler haklı olarak il seçim kuruluna itiraz etti.
İtirazları kabul edildi.
Oylar, tutanaklar, gerekli belgeler adliye binasına götürüldü; pazartesi inceleme başlayacaktı.
O gece adliye binası yandı!
Bütün oylar yok oldu!
DP’nin galibiyeti resmiyet kazandı!
Şehirde gergin bir hava oluştu.
29 Ekim Cumhuriyet Bayramı töreninde Gaziantepliler belediyeye yürüyüp seçimleri protesto etti.
Vali kitlenin üzerine itfaiye araçlarıyla su sıktırınca olaylar çıktı.
Belediye tahrip edildi.
Polisin halkı dağıtmak için ateş açmasıyla, DP binasından da kitleye mermiler yağdırıldı. Olaylarda bir komiser muavini ile bir çocuk yaşamını yitirdi; çok sayıda kişi yaralandı.
Zırhlı askeri birliklerin şehre girmesiyle olaylar yatıştı.
Ardından şehirde
‘CHP’li cadı avı’ başladı.
Gazeteci Mehmet Barlas’ın babası olan CHP’li Cemil Sait Barlas ve Ali İhsan Göğüs tutuklandılar.
Yozgat Cezaevi’nde 5.5 ay hapis yattılar. (78)
Mersin’de çıkan olaylarda ise CHP’li Mahmut Boytunç, DP’liler tarafından öldürüldü.
Sadece Gaziantep ve Mersin’de olaylar çıkmadı. İstanbul, Ankara, Sivas, Giresun, Kütahya, Kayseri, Çanakkale, Samsun gibi birçok şehirde oyların çalındığı iddiası halkı sokağa döktü.
Olayları bastırmak için şehirlerin üzerinden uçaklar alçaktan uçuş yaptı.
İsmet Paşa, “Savaşta bile askeri uçakların sivil halk üstüne dalış yapmadığını” söyledi. (79)
1957 seçimleri, 1946 seçimleri ile birlikte tarihimizin en şaibeli seçimleri oldu.
Bugüne kadar hep 1946’dan bahsedilirken 1957 seçimleri ısrarla göz ardı edildi.
* * *
Seçim sonrası oyları azalmasına karşın Demokrat Parti yeniden tek başına iktidar oldu. Bu üst üste üçüncü seçim zaferleriydi.
Ama kuşku yok ki en sancılısıydı.
Bir sonraki seçim bir kez daha başaramama olasılıkları belirmişti.
Ancak Menderes ve arkadaşları demokrasi dışı kararlar almaktan vazgeçmeyecekti.
27 Mayıs’a giden bu son düzlükte basın, yargı, muhalefet, iş dünyası, üniversiteler, ordu… Herkes hükümetin hedef tahtasına oturtulacaktı.
Yeni hükümetin kurulması ile birlikte bir kararname yayınlandı.
Buna göre, gazetelere özel kişiler tarafından verilen ilanlara da düzenleme getirildi.
Artık isteyen istediği gazeteye ilan veremeyecekti.
İlanını hangi gazeteye verebileceğine, hükümetin tayin edeceği bir kurul karar verecekti.
Resmi ilanlar zaten hükümete yakın gazetelere gidiyordu.
Artık özel ilanlar da öyle olacaktı. (80)
Basın nefes alamaz durumdaydı.
1958 yılına gelindiğinde, Adalet Bakanı, Türkiye’de son sekiz yılda basın mensuplarına açılan dava sayısını 2.324 olarak açıkladı. Bunlardan 811’i mahkumiyet ile sonuçlanmıştı. (81)
4 Ağustos 1958’de devalüasyon oldu, dolar 2.80’den 9 TL‘ye çıktı.
Siyasi krize ekonomik kriz de eklendi. (82)
Hayat pahalılığı konusunda Türkiye dünyada Brezilya’dan sonra ikinci durumdaydı ve işsizlik çok ciddi boyutlara varmıştı. (83)
Plansız, programsız keyfi kararlara göre yapılan çalışmalar ciddi israflara yol açarken ağır bir dış borç yükü oluşmuştu. (84)
Dış borç 1950 yılında toplam 2 milyar 450 milyon iken 1959’da tam iki katına çıkarak, 4 milyar 894 milyona yükselecekti. (85)
Siyaset ise giderek sertleşmekteydi.
6 Eylül 1958’de Başbakan Adnan Menderes, ‘İdam sehpalarında can verenlerden ders alsalar ya’ diyerek muhalefeti tehdit edecekti.
Sonradan DP’li Bakan Ethem Menderes’in günlüklerinden öğrenileceği üzere Bayar da çalışma arkadaşlarına:
“Tehlikeli vaziyetteyiz, icap ederse diktatörlükle idare edeceğiz” (08.11.1957)
“İcap ederse İsmet Paşayı da sehpaya götürmekte hiç tereddüt etmem.” diyecekti. (14.11.1957) (86)
Cumhurbaşkanı da, Başbakan da demokrasiyi askıya almaktan ve muhalifleri ölüm cezası ile cezalandırmaktan söz etmeye başlamışlardı.
Ülkeyi yönetenler kontrollerini tamamen kaybetmişlerdi.
Muhalefet partilerine tahammülü kalmayan Başbakan Adnan Menderes, Ekim 1958’te, başta CHP olmak üzere tüm muhalefeti ‘nifak cephesi’ ve de ‘kin ve husumet cephesi’ olarak nitelendirecek, onlara karşı ‘Vatan Cephesi’nin kurulması gerekliliğini vurgulayacaktı. (87)
Böylece DP parti teşkilatlarına bizzat başvurarak ya da mektup telgraf yolu ile Vatan Cephesi’ne katılımlar başlayacak, katılanların isimleri her gün radyoda tek tek okunacaktı.
Ocak 1959’da, Devlet Bakanı Medeni Berk işadamı Vehbi Koç’u görüşmek üzere Ankara’ya çağıracaktı.
Vehbi Koç uzun yıllardır CHP üyesiydi.
Vatan Cephesi oluşumu ile birlikte baskıyı artıran iktidarın Bakanı Medeni Berk, DP’ye geçmesini istediği Vehbi Koç’a şunları söyleyecekti:
“Bütün İktisadi Devlet Teşekkülleri’ndeki müdür ve idare meclisi azaları partiye girmeye davet edilecekler ve girmedikleri takdirde girmeyenlerin not edilmesi kararlaştırıldı.
Şimdi hamle yapıyoruz.
Birçok tüccar da DP’ye girecektir.
Eğer düşündüğümüz gibi birçok tüccar DP’ye kaydedilir ve siz de girmezseniz bankalardaki kredileriniz kesilebilir, kotalardan istifade edemeyebilirsiniz, birçok işinizde müşkülat çıkarılır, haberiniz olsun diye söylüyorum” (88)
10 Mart 1960’a kadar dayanacak olan Vehbi Koç, bu tarihte CHP’den istifa edecek ancak DP’ye üye olmayacaktı. (89)
Hükümet eliyle Atatürk Devrimleri’ni hiçe sayan uygulamalarla her zaman olduğu gibi bu dönemde de gerici kitlelere cesaret verilmeye devam edildi.
19 Ekim 1958’de Başbakan Menderes, Said-i Nursî’nin yaşadığı Emirdağ’da Nurcular tarafından hilafet ve saltanatı temsil eden iki tuğralı, yeşil bayrak açılarak karşılandı. Menderes’in Emirdağ’ı bu ziyaretini özel bir destek işareti olarak değerlendiren Said-i Nursî, bu olaydan sonra ülke içinde gezilere başladı.
(Menderes Risale-i Nurların ilk kez serbestçe basılması için 1956’da talimat vermiş ve kağıt tahsisi yapmıştı) (90)
2 Mart 1959’da Menderes’in müsteşarı Ahmet Salih Korur, Eyüp Sultan Cami’sinin avlusunda büyük bir iftar yemeği vermiş, Korur’un imzasıyla davetlilere gönderilen iftar çağrıları, 2 Mart 1959 değil, 2 Ramazan 1378 tarihini taşımıştı. (91)
Yurt gezileri esnasında İnönü’ye ve CHP heyetlerine saldırılar hız kazanmıştı.
Ekim ayında Tokat Zile’ye gelen İnönü’yü karşılayan halkı polis cop, asker ise dipçik kullanarak dağıtacaktı.
Dağılmamakta direnen CHP taraftarlarının üzerine İtfaiye su sıkacak, 45 kişi gözaltına alındıktan sonra altısı tutuklanacaktı.
Bir hafta sonra benzer sahneler Çankırı’da yaşanacaktı. (92)
Mayıs 1959’da Uşak gezisi sırasında İnönü ve beraberindekiler DP’liler tarafından taşlı saldırıya uğrayacaklar, İnönü başına taş isabet etmesi üzerine yaralanacaktı.
Menderes’in örtülü ödenekten 147.000 lira verdiği Necip Fazıl, ‘Büyük Doğu’ dergisinde, ‘Küçük bir çakıl taşını bu kadar büyütmeye gerek yok.
Onu leş haline getirecek gülleden ne haber’ diye yazacaktı. (93)
Aynı ay yapılacak olan CHP İzmir İl Kongresi valilikçe yasaklanacaktı. (94)
Birkaç gün sonra İstanbul’a geçen İnönü, Topkapı’da arabasının camlarının kırılmasına neden olan saldırılara maruz kalacak, orada tesadüfen bulunan bir askeri birlik sayesinde linç edilmekten kurtulacaktı.
Bu olayların basında yazılması yasaklanacak, Başbakan Menderes yaşananlar nedeni ile CHP’yi suçlayacak, ihtilal tahrikçiliği yapan nifak partisi olarak tanımlayacaktı. (95)
DP’nin valileri, yargıçları, polisi vs.den sonra imamları da ortaya çıkacak, Haziran 1959’da Eskişehir’de bir temel atma töreninde, imam ‘Allah muhalefeti kahretsin’ diye beddua edecekti. (96)
***
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder