TÜRKİYEDE SİYASİ PARTİ KAPATMA VE AVRUPA ÖRNEKLERİ. BÖLÜM 1
Parti Kapatmak Demokrasi Tehdidi mi?
Birce ALBAYRAK COŞKUN*
* Doktora Adayı, ODTÜ Kamu Yönetimi ve Siyaset Bilimi Bölümü; Asistan, ODTÜ, Karadenizve Orta Asya Ülkeleri Araştırmaları (KORA) Merkezi
(birce@metu.edu.tr).
Bu makalede, son zamanlarda Türkiye’de açılan parti kapatma davaları ile Avrupa’dan yazılı gelen resmi tepkiler neticesinde yeniden gündeme gelen,
demokrasilerde siyasi partilerin kapatılmasının demokrasiye zarar veren mi yoksa demokratik sistemi koruyan bir uygulama mı olduğu tartışması, Avrupa
ülkelerinden örneklerle karşılaştırmalı olarak incelenecektir. Avrupa’da siyasi partilere uygulanan yaptırımların ve kapatma cezalarının tarihsel olarak ortaya
çıkış nedenleri ve süreci ortaya konduktan sonra belli başlı tarihi ve güncel örneklerine bakılarak Türkiye’nin siyasi parti kapatma geçmişi ve bu anlamda
Avrupa’daki yeri değerlendirilecektir.
Anahtar kelimeler:
Parti Kapatma, Demokrasi, Avrupa’da Siyasi Parti Yasakları, Türkiye’de Siyasi Parti Yasakları,
Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Konferansına (AGİK) katılan otuzdört ülkenin 21 Kasım 1990’da kabul ettiği Paris Şartı’nın1 başında, ülkeler, yegane yönetim sistemi olarak demokrasiyi inşa edeceklerini ve kuvvetlendireceklerini taahhüt etmektedirler. Demokrasi siyasal yaşamın vazgeçilmezi olarak betimlenirken, kentsoylu ve sosyalist demokrasi olarak iki temel biçim üzerinden ayrıştırılmasına karşı çıkarak, demokrasinin bütünlüğünü savunan Giovanni Sartori’nin yaklaşımı anımsatılmaktadır.2 Demokratik siyasi hayatın vazgeçilmez unsurları ise, birçok parlamenter demokratik sistemle yönetilen ülkenin yasala-rında belirtildiği ve Türkiye Cumhuriyeti Anayasasında da vurgulandığı
gibi siyasi partiler olarak karşımıza çıkmaktadır.3
Aslında siyasi partilerin günümüzde siyasal modernleşme dışında kalmış geleneksel bazı toplumlar dışında, hemen her siyasal sistemde var oldukları görülür.
Maurice Duverger’nin Siyasi Partiler4 kitabında partilerin kökenini anlattığı bölümde, ilk çağda Cumhuriyetleri bölen hiziplerden Rönesans İtalyasında
iktidarı ele geçirmek amaçlı ortaya çıkan oluşumlara, tarihteki siyasi partilerin ilk örnekleri olarak bakılır.
Kamuoyunu etkileyen, siyasi kararların alınmasında ve uygulamasında önemli rol oynayan geniş halk örgütlerine dönüşmüş yapılar olan modern demokrasilerdeki siyasi partilerin ise tarihteki bu ilk örneklerinden ayrıldığının altı çizilir. Bu bağlamda, “bir program etrafında toplanmış, siyasal iktidarı elde etmek ya da paylaşmak amacı güden, sürekli bir örgüte sahip kuruluşlar”5 olarak tanımlanan modern anlamda siyasi partilerin varlıkları çok eskiye gitmez. Bugünkü anlamda siyasi partiler 19.yüzyıl ortalarında İngiltere ve Kuzey Amerika dışında pek
belirgin değilken, 20. yüzyıl ortalarına geldiğimizde çağdaş toplumların siyasal hayatında olmazsa olmaz unsurlarından olmuştur. Siyaset Biliminin temel konularından bahseden kitaplarda, siyasal sistemin karakteri ister demokratik isterse otoriter veya totaliter olsun siyasi partilerin bugün başat öneme sahip oldukları önemle vurgulanmaktadır.6
Ancak özellikle çağdaş demokrasilerin kuruluş ve işleyişinde siyasi partiler ve işleyişleri siyasal sistemin bel kemiği olarak nitelendirilebilir. Joseph LaPalombara ve Myron Weiner’in Siyasi Partilerin Kökeni adlı makalede de belirttiği gibi siyasi partilerin yaratılması devamlı bir süreçtir ve bu süreç sonunda siyasi partilerin gelişimi Batı’da parlamentoların ortaya çıkışı ve oy kullanma hakkının genişlemesiyle özdeşleştirilir.7
Alain Touraine, parlamenter demokrasiler ve siyasi partilerden bahsederken, geç 19. yüzyıldan günümüze varan süreçte, toplumsal mücadelenin siyasal yaşamın temeli olarak kabul edilmesiyle birlikte, siyasi partilerin ne kadar önemli bir role sahip olduğunun anlaşıldığını vurgular.8 Diğer bir deyişle, demokrasinin değişimi ve dönüşümü, siyasal yaşamdaki toplumsal mücadelelerin değişim ve dönüşümü ile yakından alakalıdır.
19. yüzyıl Batı Avrupasında ilk örneklerine rastladığımız modern anlamda siyasi partiler tarihsel olarak öncelikle kentsoyluların (burjuva), monarşik düzenin egemen sınıfı topraksoylulara (aristokrasi) karşı iktidar mücadelesi sırasında yerel oluşumların birleşmesi ile ortaya çıkmıştır. Daha sonra ise işçi sınıfının halk kitleleri ile örgütlediği yapıların oluşması ve oy hakkının yaygınlaştırılması ile dönüşerek bugünkü haline en yakın halini almıştır.9
Robert Michels’in ünlü oligarşinin demir yasasına10 atıfta bulunarak Touraine demokratik addedilen ülkelerde, birincil tehditin parti rejimi olduğunu söyler.11 Her ne kadar bu görüşe eleştiri olarak Seymour Martin Lipset ve yandaşı olan düşünürlerce Uluslararası Matbaacılık Birliği12 üzerine yapılan örgüt çalışmasında Michels’in iddiasının tam aksi sonuç çıkmışsa da, 20. yüzyılın ilk yarısında Avrupa’da faaliyet gösteren bazı siyasi partilerin totaliter eğilimlere kayma deneyimi Michels’in savını destekleyen örneklerin varlığına işarettir. İkinci Dünya Savaşına kadar, demokrasiyi yıkma gayesi olsa bile bir siyasi düşüncenin siyasi parti şeklinde örgütlenebileceği görüşünü savunan
sınırsız özgürlük anlayışı, demokratik düzenin özgür ortamında halk kitlelerinin de desteği ile başa gelen totaliter partilerden geriye kalan deneyimler sonucunda, hemen tüm Avrupa ülkelerinde terk edilerek, anayasa kapsamında siyasi rejimlerin korunmasına yönelik yasalarla siyasi partilere çerçeveler çizilmiştir. Bu anlamda, İkinci Dünya Savaşına giden yolda İtalya ve Almanya başta olmak üzere, Avrupa ülkelerinde demokratik seçimlerle başa gelen faşist totaliter iktidar deneyimleri siyasi partilere getirilen sınırlamaların, yasakların ve yaptırımların ortaya çıkışında bir milat olarak görülmektedir. Almanya’da Hittler ve İtalya’da Mussolini iktidarlarının Portekiz’de darbeyle iktidara gelen
Salazar veya İspanya’daki Franco yönetimlerinden farkı, parlamenter demokrasinin kuralları içinde halk desteği almış ve yönetime gelince
demokrasinin kurumlarını tahrip etmiş olmalarıydı.
Server Tanilli’nin deyimiyle, 20. yüzyılda Batı demokrasisinin karşısına çıkan en büyük tehlike, çok partili demokratik rejimin özgür ortamından faydalanarak
ortaya çıkan ve iktidar olduktan sonra demokrasiyi tasfiye eden totaliter partiler olmuştur.13
Bu deneyimler ışığında, Batıda siyasi partiler artık her ülkenin özel tarihsel koşulları çerçevesinde, demokratik rejimine ve ülkesine tehdit olarak algıladığı siyasal düşüncenin örgütlenmesini sınırlamakta veya yasaklamaktadır. Günümüzde de, Türkiye’de parti kapatma davaları ile yeniden alevlenen tartışmalar Batı’nın da deneyimlediği tarihsel gerçeklerle beraber iki temel görüş paralelinde ilerlemektedir. Yukarıda da belirtilen sınırsız özgürlükçü anlayış, isterse yıkıcı olsun demokrasi karşıtı tüm görüşleri yine demokratik yollar ile savuşturma yolunu savunmaktadır. Diğer görüş ise, bütün rejimler gibi demokratik rejimin de devamlılığını sağlayabilmek için kendisini koruyabileceği görüşüdür.
İkinci Dünya Savaşından sonra tüm Avrupa ülkelerinde yaygınlık kazanan ve yasalarla da kendini gerçekleştiren bu ikinci duruş bir siyasi partinin sınırlanması veya yasaklanmasını demokrasiye aykırı görmemekle birlikte yasaklamaya gitme sebebi ve yönteminin hukuk devleti kuralları dahilinde belirlenmesi ve demokrasi ilkelerine aykırı olmaması koşulunun da altını çizmektedir.14 Bahsi geçen iki temel görüşün çatıştığı eksende, bu makale Avrupa’da siyasi partilerin yasaklanma ve kapatılma örneklerinden hareketle, Türkiye’nin konumunu değerlendirilmeye çalışacaktır.
AVRUPADA SİYASİ PARTİLERİN YASAL SINIRLARI VE PARTİ KAPATMA ÖRNEKLERİ
Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi (AKPM)’nin 18 Nisan 2008 tarihli AKP’nin kapatma davasına ilişkin bildirgesinde, Türkiye’nin parti kapatma geleneği olduğu vurgulanmakta ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) 10. ve 11. maddeleri hatırlatılarak her görüşün siyasi parti kurma hakkı olduğu, hatta bu görüşün anayasal düzeni değiştirme hedefi varsa şiddet içermediği müddetçe her türlü düşüncenin siyasi oluşuma gidebilme özgürlüğünün olması gerektiği ifade edilmektedir.15
AKPM bu bildirgede, yukarıda daha önce belirttiğimiz, çatışan iki ana görüşten ilkini, özellikle İkinci Dünya Savaşı öncesi ağırlıklı olarak Batı dünyasında hakim olan sınırsız özgürlükçü anlayışı yansıtmaktadır. Bu tartışmayı daha iyi değerlendirebilmek için makalenin konusu olan ve bildirgede kınanan siyasi parti kapatma olgusunun, Avrupa örneklerine, uygulamalarına ve yasal düzenlemelerine bakmak gerekiyor.
Öncelikle, siyasi partilere yasal yaklaşımın ve sınırlamaların ülkeden ülkeye değişiklik gösterdiğinin altını çizmek gerekiyor. Örneğin Arnavutluk, Finlandiya, İrlanda, İsviçre gibi bazı ülkelerin anayasalarında siyasi partilere özel bir atıf yapılmazken, diğer birçok Avrupa ülkesi siyasi partilerin kurulma ve yasaklanma şartlarını açıkça belirten yasalara sahiptir. İkinci Dünya Savaşının hemen ardından yeni oluşturulan 1947 tarihli İtalyan Anayasasına göre, siyasi parti faaliyetleri demokrasi ilkelerine uygun olmadığı takdirde kapatılabilir.16 İtalya’da 1921’de Mussolini önderliğinde kurulan ve 1922’de iktidara gelen Nasyonal Faşist Parti (Partito Nazionale Fascista- PNF) 1943 yılında
siyasetten men edilmiştir ve yeniden kurulması halen yasak olantek partidir. Benzer şekilde, 1949 tarihli Federal Almanya Anayasası, “herhangi bir siyasal partinin, amacı ve yandaşlarının davranışlarıyla, özgür demokratik düzeni kayıtlamayı, ya da Federal Cumhuriyet’in varlığını tehlikeye düşürmeyi hedef edinmesi, o partinin kapatılmasını gerektirir”17 ifadesini kullanmaktadır. Federal Anayasa Mahkemesi, 1949 yılında Nazi Partisinin kapatılmasının ardından bugüne kadar bu yasa çerçevesinde 1952’de faşist Sosyalist Reich Partisi’ni (Sozialistische Reichspartei Deutschlands-SPR) ve 1956’da Almanya Komünist Partisi’ni (Kommunistische Partei Deutschlands-KPD) olmak üzere iki siyasi partiyi kapatmıştır.
Avrupa’da parti kapatmanın ilk örneklerinden bahsettikten sonra, günümüze geldiğimizde akla gelen ülke İspanya olmaktadır. 2002 yılında yürürlüğe giren İspanya Siyasi Partiler Yasasına göre, demokrasiye veya anayasal değerlere saygı duymayan siyasi partiler yasadışı kabul edilmektedir.18 Bu yasa çerçevesinde, şiddet yanlısı ayrılıkçı Bask Vatanı ve Özgürlüğü (Euskadi Ta Askatasuna- ETA)19 örgütü tarafından kontrol edilen terörist şebekeyle bağlantısı olduğu iddiasıyla, 2003 yılında Batasuna Partisi, ETA ile bağını reddetmesine ve ETA saldırılarını kınamasına rağmen kapatılmıştır.20 Avusturya örneği ise, Avrupa Birliği (AB) ülkelerinin tepkisini görmek açısından önemlidir.
1975 tarihli Siyasi Partiler Yasası siyasi partilerin serbestçe oluşumunu düzenlerken aynı zamanda nasyonal sosyalizmin siyasi partiler içinde yeniden yükselişini de yasaklamıştır.
Yasa çerçevesinde 1987 yılında Anayasa Mahkemesi aşırı sağcı Milli Demokratik Parti’yi (Nationaldemokratische Partei / National Democratic Party-NDP)
yasadışı ilan etmiştir. Ancak esas ilginç olan 1999 yılında seçimle iş başına gelen ve 2000’lerin başında Wolfgang Schüssel’in önderliğindeki Avusturya
Halk Partisi’ne (Österreichische Volkspartei-ÖVP) koalisyon ortağı olan Jörg Haider başkanlığındaki aşırı sağcı Avusturya Özgürlük Partisi’nin (Freiheitliche Partei Österreichs-FPÖ) iş başına gelmesinden sonra dönemin ondört AB ülkesinden aldığı tepkiler ve neticesidir.
Aşırı sağcı olarak nitelenen FPÖ’nün koalisyon ortağı olarak dahil edildiği Schüssel hükümeti, AB ülkeleri tarafından devlet adamlarının el sıkmama gibi sembolik protestolarından, çeşitli alanlarda Avusturya hükümeti ile işbirliğine gidilmemesine kadar varan ciddi siyasi tepkilerle karşılaştı. Ayrıca AB Portekiz dönem başkanlığı sırasında, ülkelerden gelen baskılar sonucunda sadece hükümeti değil Avusturya vatandaşlarını da kapsayan yazılı siyasi yaptırım kararı çıkarmışlardır.21
Sonunda bu politikasının halk nezdinde ters etki yarattığına kanaat getiren AB önderleri 2000 yılının yazında bu uygulamalardan ve baskıdan vazgeçmiştir.
Ancak çok geçmeden, Haider iddiaya göre daha fazla gerilim yaratmamak amacıyla parti başkanlığından, dolayısıyla da hükümetten istifa etmiştir. Kapatma davası açılmaksızın siyasetten ayrılmaya zorlamaya bir başka örnek ise Belçika’da 2004 yılında ayrılıkçı Flaman Blok Partisi’nin (Vlaams Blok / Flemish Block- VB)22 ırkçılık ve yabancı düşmanlığı yaptığı gerekçesiyle 40.000 EURO para cezasına çarptırılması oldu. Bu ceza neticesinde VB lideri partiyi feshetmiş, Flaman Menfaati Partisi (Vlaams Belang / Flemish Interest- VB) adıyla yeni bir parti kurmuştur.23
Yukarıda verilen Batı örneklerinin hiç birisinde partilerin kapatılması veya kapanmasına yol açılması demokrasiye tehdit olarak görülmemiş,
aksine demokrasiyi tehdit eden partilerin ceza alması veya tamamen yasaklanması, Batı demokrasilerini korumak iddiasıyla gerçekleştirilmiştir.
Ancak özellikle 1980 sonrasına baktığımızda, Batı ülkelerinin genelinde bu örneklerin sayısal olarak azaldığını, bu tarz uygulamaları yasalarında da giderek daha sıkı şartlara bağlayarak zorlaştırdıklarını görüyoruz. Bu tartışmalar çerçevesinde sık sık adı geçen Venedik Komisyonu’nun Siyasi Partilerin Yasaklanması ve Benzer Önlemler Raporu da diğer uyarıcı yaptırımlar sonuç vermez ise siyasi partilerin kapatılmasının en son hamle olarak görülmesi gerektiğinin altını önemle çiziyor.24 Verilen bu mesajı Avusturya’da yaşanan ve
Haider’in istifasına giden süreçle paralel okumak, Avrupa demokrasi oyununu anlamak açısından faydalı olabilir. Bu örnekte, Batı ülkeleri demokratik sisteme tehdit olarak algıladığı siyasi parti veya siyasetçilerden kurtulmanın yollarını yine siyaset oyunları içinde bulunması, netice alınamazsa en son hukuki yollara başvurulması gerektiği yorumunu eyleme geçirmiştir. Bu anlayış, biçimsel olarak Türkiye’de ağırlıklı olarak uygulanan siyasi partilerin kapatılması olgusundan farklı olmakla birlikte, sonuç olarak yine belirli bir yaklaşımın siyasi temsilini engellediği için özsel olarak aynı sonuca götürebilmektedir.
TÜRKİYEDE SİYASİ PARTİLERİN YASAKLANMASI VE BATI İLE KARŞILAŞTIRILMASI
Türkiye siyasi tarihinde, siyasi partilerin hukuksal olarak ilk çerçeve metni 1909’daki düzenlemelerle modern Türkiye öncesine dayanmaktadır.
Bir asırlık bu hukuksal çerçevenin değişim aşamaları detaylı olarak incelenecek olursa bir başka makale konusu olacaktır, ancak mihenk noktalarına değinmek yararlı olacaktır. Türkiye’de siyasi partileri de kapsayan siyasi örgütlenmelerle ilgili hukuki düzenlemelerin tarihsel gelişimini ve değişimini kısaca belirtmek için Türkiye Barolar Birliği (TBB) Başkanı Özdemir Özok’un yaptığı tarihsel özetleme faydalı olabilir.25 Özok ilk defa siyasi oluşumların yasal olarak tanınmasının 1909’daki hukuksal düzenlemeyle başlamasından sonra modern Türkiye’de açık ifadeyle siyasi partilerin ilk olarak yasa kapsamında düzenlenmesinin 1961 Anayasası ile olduğunu belirtmektedir. 1982 Anayasasının 68. ve 69. maddelerin de 2001 yılında yapılan değişikliklerle ise siyasi partilerin kapatılması kararı Anayasa Mahkemesi’nde beşte üç çoğunluğun oyuna bağlanarak parti kapatma zorlaştırılmıştır.26
Bundan önce de 1995 yılındaki değişiklik ile de eylemlerine bakılmaksızın siyasi partinin kapatılamayacağı garanti altına alınmıştı. Anayasadaki Siyasi Partiler Kanunu’nun içeriğine baktığımızda ise, tanımlamalarında Batı liberal demokrasileri ile paralellik oluşturulduğunu gözlemliyoruz. Örneğin, kanunda demokrasi tanımlanırken Tanilli’nin de vurguladığı gibi üretim biçimi ve mülkiyet ilişkileri üzerinden değil, toplumun çok partili rejim içinde özgür karar alması, kendi geleceği üzerinde söz sahibi olması üzerinde durularak Batı liberal demokrasilerindeki vurgular benimsenmiştir.27 Ne var ki, bu Batı eksenli oluşturulmuş hukuki çerçeve bugün Türkiye’de siyasi partilerin kapatılması üzerine tartışmaları anlamaya yetmemektedir, dolayısıyla örneklere ve sayılara da göz atmak gerekmektedir.
Türkiye’de çok partili sisteme geçişten günümüze kadar yirmialtı siyasi parti kapatılmıştır. Daha önce de vurgulandığı üzere, parti kapatma davaları Avrupa ülkelerindeki örneklerinden sayıca fazladır. TBMM Araştırma Merkezi tarafından onbeş Avrupa ülkesinde siyasi parti kapatma örneklerine bakılarak hazırlanan karşılaştırmalı raporun sonucuna göre onbir ülkede siyasi parti kapatma deneyimi hiç yaşanmazken, rapordaki diğer Avrupa ülkelerinde de bu sayının oldukça az olduğu belirtiliyor.28 Örneğin İkinci Dünya Savaşı yıllarından bu yana siyasi parti kapatma örneklerinde en çok adı geçen ülkelerden Almanya’da kapatılan parti sayısı üç, İspanya’da ise birdir. Bu sayılar, Batı Avrupa’da 1970’ler sonrası beklenmedik şekilde aşırı sağ eğilimli partilerin yükselmesi, 1980’ler ve 1990’larda ise güçlenmesine rağmen artmamıştır.
Türkiye’de belirtilen dönemde kapatılan partilerin iki tanesi 1963’te Anayasa Mahkemesi’nin kurulmasından önce gerçekleştirilmiştir. Bu iki parti, 1954’te kapatılan Millet Partisi ve askeri ihtilal sonrasında 1960’da kapatılan Demokrat Parti (DP)’dir. Yirmidört siyasi parti ise açıkça siyasi partiler yasası bulunan 1961 ve 1982 Anayasaları çerçevesinde Anayasa Mahkemesi kararları sonucunda kapatılmıştır. 1961 sonrası dönemde 12 Eylül 1980 askeri müdahalesine kadar olan süreçte altı parti kapatılırken, 12 Eylül ihtilali sonrası 1983’te siyasi partilerin yeniden kurulmasına izin verilmesinden bu yana onsekiz parti kapatılmıştır. Kapatılan siyasi partilerin isimleri, kapatılma tarihleri ve gerekçeleri ise sırasıyla aşağıdaki tabloda belirtilmiştir. Bu bilgilere ek olarak onyedi siyasi partiye daha kapatma davası açılmış ancak mahkeme reddetmiştir .29
2 Cİ BÖLÜMLE DEVAM EDECEKTİR,
***
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder