Kerkük Krizi ve Türkiye'nin Irak Politikası, KERKÜK TELAFER KERKÜK, BÖLÜM 1
KERKÜK KRİZİ VE TÜRKİYENİN IRAK POLİTİKASI
PROF DR ÜMİT ÖZDAĞ,*
(*) Prof. Dr. Ümit Özdağ
(*) 21. Yüz Yıl Türkiye Enstitüsü Yönetim Kurulu Başkanı
ALAEDDİN PARMAKSIZ
BAĞIMSIZ TÜRKMENELİ CUMHURİYETİ
Giriş
Türkiye için Irak'taki gelişmeler hayatî bir önem taşımaktadır. Bu ülkede
gerçekleşecek gelişmeler Türkiye'nin millet ve toprak bütünlüğü dâhil birçok iç dinamiğini tetikleyecek potansiyele sahiptir. Bundan dolayı, Türkiye'nin Irak'ın yaşadığı süreci, “komşu bir ülkedeki gelişmeler” şeklinde edilgen bir tavır ile izlemesi mümkün değildir. 1
Aksine Türkiye, Irak'taki gelişmeleri yaşamsal menfaatlerini gerçekleştirecek
şekilde elindeki bütün imkân ve yetenekleri kullanarak etkilemek 2
için kullanmak ve bu zorlu girişimi başarmak zorundadır. Ankara yaşamsal
menfaatlerini koruma konusunda kararlı davranmaz ve etkin olmaz ise
Kerkük Krizi ve Türkiye'nin Irak Politikası
Türkiye ve Ortadoğu bölgesi için çok ağır sonuçlar doğuracak bir siyasal zeminin
oluşmasına neden olacaktır.
Türkiye'nin Irak ile ilgili temel talepleri insan hakları, demokrasi ve devletler hukukunun bütün temel değerleri ile uyum içindedir.
Türkiye'nin Irak ile ilgili taleplerini şu başlıklar altında toplayabiliriz.
1) Türkiye, BM üyesi bir ülkenin, işgal edilerek parçalanmamasını,
Irak'ın toprak bütünlüğünün muhafaza edilmesini istemektedir ki, bu en
temel devletler hukuku talebidir.
2) Türkiye, Irak'ın yeniden yapılanması sürecinde demokratik ilkelerin
evrensel demokrasi değerleri doğrultusunda uygulanmasını istemektedir.
Bu da hangi etnik kökenden veya mezhepten olursa olsun bütün Iraklılara
eşit gruplar ve bireyler olarak muamele edilmesini gerektirmektedir. Türkiye,
Irak'ın kuruluşunda olduğu gibi, Araplar, Kürtler ve Türkmenlerin
kurucu unsur olduğu bir devlet olarak tanımlanmasını talep etmektedir.
3) Türkiye, uluslararası Ceza Yasası'nın 6. maddesinin 3. fıkrasının çiğ-
nenerek, etnik temizlik ve nüfus kaydırmaları yapılmamasını, yapılanların da
geri çevrilmesini, seçim sonuçlarına yansımamasını istemektedir.
4) Türkiye, Irak'ta terör örgütü PKK'nın faaliyetlerine ve varlığına son
verilmesini talep etmektedir.
Türkiye'nin bu haklı talepleri şu ana kadar ABD ve Iraklı yetkililer tarafından
sistematik olarak görmemezlikten gelinmiştir. Ulaşılan aşamada
Ankara'nın haklı taleplerinin daha fazla ertelenmesi mümkün değildir. K.
Irak, Irak ve Ortadoğu 2007 sonunda Kerkük'te yapılacak referandum ile
birlikte çok keskin bir viraja girecektir.
Kerkük'te mevcut koşullar altında yapılacak bir referandumun sonucu
önceden bellidir. Çünkü 2003 senesinden buyana kente yönelik 235 binin
üzerinde yoğun bir Kürt nüfus aktarması ve eş zamanlı olarak devam eden
Araplara ve kısmen Türkmenlere yönelik etnik temizlik neticesinde Kerkük'ün
zaten bozulmuş olan etnik dokusu iyice tahrip edilmiştir. Kerkük'te
Aralık 2007'de yapılacak referandum sonucunda Barzani'nin Kerkük'e el
koyması ile birlikte bütün Ortadoğu'yu kapsayacak bir istikrarsızlığının ve
çatışmaların önü açılmış olacaktır.
Kerkük'te referandum ve Irak'ın bölünmesi sürecinin durdurulması için
Türkiye'nin yapabileceği çok şey vardır. Ne yazık ki, mevcut durum,
gelişmeleri etkilemekten çok uzak Türk politikalarının/politikasızlığının
önümüzdeki aylarda da devam edeceğini göstermektedir. Türkiye'nin
1991'den bu yana var olan “K. Irak” ve 2003'den bu yana Irak sorununa
yönelik sağlıklı bir politika oluşturmasının önünde “dört zihinsel engel” bulunmaktadır.
Bunlardan birisi, Ankara'nın K. Irak'a yönelik bütün çözüm politikaların merkezine Türk Silahlı Kuvvetlerini koyma eğilimi içinde olmasıdır. Bu “tek boyutlu güç politikası” aslında Türkiye'nin gerçek gücünün etkili kullanılmasın engellemektedir. Türkiye, ordusu ile Irak'a fiili müdahalede bulunmayınca
sanki hiçbir müdahalede bulunamazmış gibi bir sonuç ortaya çıkmaktadır.
Oysa Türkiye, Ortadoğu'nun, Kafkasya'nın, Balkanların en büyük gücüdür. Ancak, silahlı kuvvetlere dayanan ve silahlı kuvvetlere ihale edilen tek boyutlu güç politikası Türkiye'nin çok boyutlu, yaratıcı ve etkili politik süreçler geliştirmesini engellemektedir.
Türkiye'nin K. Irak'a yönelik sağlıklı bir politika geliştirmesinin
önündeki ikinci engel ABD'nin 1991'den 2003'e kadar “Çekiç Güç”
ve “K. Keşif Gücü” aracılığı ile K. Irak'ta, 2003 sonrasında da bütün
Irak'taki varlığıdır. 1952'de NATO üyesi olduğu günden buyana dış
politikasının temelini ABD ile iyi ilişkiler zeminine oturtmuş olan Türkiye,
K. Irak'ta ABD ile 1991'den buyana yaşanan denetimli gerilimin asla açık ve
sürekli bir krize dönüşmesini arzu etmemiştir.
Ankara, 4 Temmuz 2003'de gerçekleşen Süleymaniye saldırısı gibi ikili
ilişkilerde ağır hasar ortaya çıkaran bir krizi bile sürekli kriz haline
getirmekten kaçınmış, ikili ilişkilerdeki krizin kontrolden çıkmasının vereceği
zararları düşünerek felç olmuş bir şekilde Irak ve K. Irak'taki menfaatlerini
ABD ile uyum içinde gerçekleştirmek gibi boş bir arayışın içine
girmiştir.
Türkiye'nin bu tutumu, ABD'de yanlış beklentiler ortaya çıkarmıştır.
Bir kısım Amerikalı karar alıcılar, çok muhtemelen Vashington'un hem K.
Irak'ta bir Kürt devletinin alt yapısını kurabileceğini hem de Türkiye ile
ilişkilerini istedikleri zeminde tutabileceklerini düşünmüşlerdir.3
< Türkiye, Ortadoğu'nun, Kafkasya'nın, Balkanların en büyük gücüdür.
Ancak, silahlı kuvvetlere dayanan ve silahlı kuvvetlere ihale edilen tek boyutlu güç politikası Türkiye'nin çok boyutlu, yaratıcı ve etkili politik süreçler geliştirmesini engellemektedir. >
Oysa, ABD'nin tutumu ve olayların gelişimi, Türkiye'nin Irak'taki
yaşamsal menfaatlerini ABD ile uyum içinde olmadan hatta ABD'ye
rağmen gerçekleştirme arayışı içinde olmak zorunda olduğunu ortaya
koymaktadır. Bu süreçte Türkiye ile ABD arasında ortaya çıkabilecek
gerilimler ve küçük/büyük krizler ikili ilişkilerin sağlıklı bir zemine oturması
için yaratıcı ve yardımcı olabilir.
Türkiye'nin K. Irak'a yönelik tutarlı bir politika geliştirmesinin önündeki
üçüncü zihinsel engel K. Irak'ta kurulacak bir Kürt devletinin Türkiye'yi
derhal böleceği düşüncesinin Ankara'da birçok tahlile hâkim olmasıdır.
Irak'ın kuzeyii ve Kerkük'ün geleceği ile ilgili mücadele jeopolitik olduğu
kadar çok taraflı psikolojik bir mücadeledir. Bu mücadelede başlıca taraflar,
ABD-Türkiye, AB-Türkiye, KDP/KYBTürkiye, PKK yandaşları-Türkiye, İranTürkiye,
Suriye-Türkiye olarak sayılabilir.
Bu mücadelenin psikolojik boyutu göz önünde tutulmadan yapılacak bir çatışma Türkiye'ye büyük zararlar verebilir. Halihazırda Türkiye'de siyasetçilere, basına ve güvenlik bürokrasisine K. Irak ve Kerkük ile ilgili hakim olan hava, “ürkek”, “korkak”, “savunmada kalan” şeklinde özetlenebilir.
Bu ruh hali Türkiye'nin rakipleri tarafından gayet iyi okunmakta ve aleyhimize kullanılmaktadır.
Oysa Türkiye Kerkük'ün Kürtleştirilmesinin ve Irak'ın kuzeyinde bağımsız bir Kürt devletinin kurulmasının vahim sonuçlarının bilincinde olarak, sahte bir iyimserliğin tuzağına düşmeden, özgüveni yüksek bir ruh hali ile bütün stratejik sektörleri ile konuya yaklaşım geliştirmelidir.
Bu yaklaşımın özünü şu şekilde ifade edebiliriz:
“Irak'ın bölünmesi Türkiye için yaşamsal bir tehdit oluşturur ancak Türkiye bunu kontrol altına alır ve aşar. Çünkü Türkiye kendisini bütün imkân ve yeteneklerini kullanarak başarılı bir şekilde bölgesel kaosun etkilerinden korur. Ancak bu bölünme bölge ve dünya için büyük tehdit oluşturacaktır.”
Türkiye, Kerkük'ün Kürtleştirilmesi ve Irak'ın bölünmesi ile ilgili olarakTürkiye'nin güvenliğini ve Türkiye için tehdidin büyüklüğünü vurgulayan
gerekçelerden vazgeçerek konuyu gerek Türkiye gerek uluslar arası
gündeme başka gerekçelerle getirmelidir.
< Türkiye, Kerkük'ün Kürtleştirilmesi ve Irak'ın bölünmesi ile ilgili olarak Türkiye'nin güvenliğini ve Türkiye için tehdidin büyüklüğünü vurgulayan gerekçelerden vazgeçerek konuyu gerek Türkiye gerek uluslar arası gündeme başka gerekçelerle getirmelidir. >
Bu gerekçeleri aşağıda olduğu gibi sıralayabiliriz;
a) Irak'ın bölünmesi Ortadoğu bölgesi için sonuçları öngörülemeyecek
bir istikrarsızlık ve güç mücadelesine yol açacaktır.
b) Ortadoğu'da ortaya çıkacak bu istikrarsızlığın, bölgenin ortasında
ikinci bir Afganistan'ın oluşmasının küresel sonuçları da olacaktır.
c) Barzani ve Talabani'nin pankürdist gündemi Ortadoğu bölgesinde
istikrarsızlığı artıran bir başka unsur olacaktır.
d) Irak'ın bölünmesinin Arap ülkelerinde ABD'ye yönelik şüphe ve
nefreti tırmandıracağı, Arapların bir Arap devletinin ABD tarafından
bölünmesini asla affetmeyecekleri vurgulanmalıdır.
e) ABD'nin desteğine ihtiyaç duyduğu Mısır, Suudi Arabistan, Kuveyt,
Ürdün gibi hareketlerin ABD ile birlikte hareketlerinin zorlaşacağının altı
çizilmelidir.
f) Irak'ın K.i bir istikrar değil, bugün olduğundan daha fazla bir terör yuvası
olacaktır.
g)Barzani ve Talabani yapılanmasının anti-demokratik/feodal kimliğinin altı çizilmelidir.
h) Kerkük'te yapılanların uluslar arası hukuk açısından suç olduğu vurgulanmalıdır.
Türkiye bir yandan bunları ön plana çıkarırken öte yandan özgüvenini ve gücünü ortaya koyan bir yaklaşım sergilemelidir. Bu yaklaşım, değişik kanallar kullanılarak,
< Ankara'nın Kuzey Irak'a yönelik etkili bir politika geliştirmesinin önündeki dördüncü zihinsel engel (diğerleri ile karşılaştırıldığında
kısmi engel de denilebilir) Kuzey Irak'ta “zaten bir Kürt devleti olduğu” şeklindeki tutarsız ön kabuldür. >
1) Türk halkına,
2)ABD ve AB'ye,
3) Bölge ülkelerine,
4) Irak halkına iletilmelidir.
a) Türkiye, 70 milyonu aşan nüfusu, gelişen ekonomisi ve dünyanın en
güçlü ordularından birisi olan ordusu ile bölgesinde “nihaî karar alıcıdır.”
Aksi gelişmeler bir süre sonra Türkiye tarafından Türkiye'nin menfaatleri
doğrultusunda tekrar düzenlenir.
b) Düşük Yoğunluklu Çatışma konusunda dünyanın en deneyimli ordusu olan TSK, demokratik düzen içinde PKK'yi yenmiştir. Türkiye'yi istikrarsızlaştırmak isteyecek bölgesel unsurlara Türkiye izin vermeyecektir.
c) Bölgesel istikrarsızlığın kaynağı olan Irak'ın kuzeyinin dünyaya açılış kapısı Türkiye'dir. Türkiye'nin kapıları kapaması durumunda bu bölgenin ekonomik olarak dünyadan soyutlanması gerçekleşir.
d) Bugün Irak'ın kuzeyindeki sahte istikrar dahi Türk ekonomisinin gücüne ve bu bölgeye yaptığı yatırımlara bağlıdır. Türkiye'nin kapılarını kapaması, bölgenin büyük bir sıkıntıya düşmesine neden olur. Türkiye'nin bölgeye ucuz elektrik sattığı unutulmamalıdır.
e) Türkiye, bölgenin petrol kaynaklarının Akdeniz'e akmasını rahatlıkla
engelleyebilir.
f) Irak'ın kuzeyinin su kaynakları Türkiye'nin denetimindedir.
g)Türkiye'ye karşı PKK'yı kullanabileceğinin altını çizen Barzani/Talabani
ikilisine 4 milyon Kürdün Türkiye tarafından aktif olarak desteklenen 3 milyon Türkmeni kontrol altına almasının mümkün olmadığı hatırlatılmalıdır. Aksi tavırlar, Türk halkının özgüvenini tahrip etmenin ötesinde düşmanlarımızın saldırganlığını artıracaktır. Ankara'nın K. Irak'a yönelik etkili bir politika geliştirmesinin önündeki dördüncü zihinsel engel (diğerleri ile karşılaştırıldığında
kısmi engel de denilebilir) K. Irak'ta “zaten bir Kürt devleti olduğu”
şeklindeki tutarsız ön kabuldür. Oysa K. Irak'ta ne fiili bir devlet ne bağımsız bir devlet vardır. Bu coğrafyada var olan Barzani'nin ambar memurluğu
yaptığı ABD koruması altında devletçilik oynayan genişletilmiş bir Amerikan askeri üssüdür.
2 Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR..,
***
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder