TÜRKİYE VE ARAP BAHARI, BÖLÜM 2
Demokrasinin daha fazla altının çizilmesi,
İkinci süreç bölgede giderek belirginleşen demokrasi kavramı ve Türkiye’nin dış politikasındaki retorik araç kiti görüntüsüdür. Arap Baharı olgusuna getirilen farklı açıklamalar bulunmaktadır, ancak bunların birçoğu ayaklanmaların temel itici gücü olarak daha iyi yönetime yönelik popüler talebe vurgu yapmaktadır.
Söz konusu talepler bazı ülkelerde rejime neden olmuş ve bazılarında kısmi reformları tetiklemiş olsa da, Suriye’de bu sürecin bir iç savaşa dönüşme riski
bulunmaktadır.
Türk hükümeti Orta Doğu’daki gelişmeleri Arap halkının demokrasi ve daha iyi yönetim konusunda gerçek ve aşağıdan yukarı yönlü talebinin bir yansıması olarak ele almıştır. Türkiye, bölge halklarının yöneticilerinden demokrasi ve eşit muamele talep ettikleri için desteklenmeleri gerektiğini, çünkü bunların tüm milletlerin herhangi bir engel olmaksızın hak ettiği evrensel normlar olduğunu savunan bir pozisyon almıştır.
Burada Türkiye, Türk halkının kendi ülkesinde demokratik haklardan istifa ettiğini ve Türk hükümetinin yerel olarak bu talepleri karşıladığını, bu nedenle Türk hükümetinin kendi ülkelerinde aynı haklar için ayaklanan bölge halklarının arkasında duracağını belirtmesiyle oldukça stratejik bir karar almıştır.
Türkiye’nin geleneksel olarak demokrasinin desteklenmesi yönünde bir politikası olmadığı hatırlanacak olursa, bu Türkiye için devrim niteliğinde bir
adımdır. Türkiye’nin demokratik nitelikleri Batı tarafından sorgulanmıştır ve şu anda da belirli bir seviyede sorgulanmaya devam etmektedir ve Türkiye resmi olarak
yurtdışında demokrasinin desteklenmesi yönünde bir politikadan kaçınmıştır.
Ancak Arap Baharıyla birlikte Türkiye’nin kendisini demokratik hareketleri destekleyen bir aktör olarak ön plana çıkardığını görüyoruz. Türk bakış
açısındaki bu önemli dönüşümün yabancı politika oryantasyonu konusunda da yansımaları bulunmaktadır. Sürdürülecek belirli politikalar konusunda yaşanan
anlaşmazlıklara rağmen, Avrupalı aktörler ve ABD de, Libya ve Suriye’de halkın demokrasi talebini destekleme kararı alarak ve rejim değişikliği konusunda baskı
yaparak benzer bir pozisyon almışlardır.
Söz konusu destek geç gelmiş de olsa, onlar da Türkiye gibi rejimlerin değil hakların tarafında olmayı tercih etmişlerdir. Arap halkının Orta Doğu’da demokratik taleplerine verdikleri tepkilerin altında yatan benzerlik, Türkiye’nin yurtdışı politikasının Orta Doğu’daki Batıya ait liberal tabancı politika anlayışına ne derece benzerlik gösterdiğinin altını çizmektedir.
Özellikle Türkiye’nin Suriye ayaklanmalarında olduğu gibi egemenlik fikrini bir sorumluluk olarak benimsemesi, Batı liberal yabancı politika kültürünü ve
aynı zamanda egemenliğin dokunulmazlığı fikrinin savunan Çin veya Brezilya gibi diğer yükselen güçlerden farkını vurgulamaktadır.
Demokrasiyi savunan bu yeni yabancı politika ülkeyi İran ve belirli bir seviyeye kadar Suudi Arabistan ve Körfez ülkeleri ve aynı zamanda jeopolitik açıdan
Rusya gibi aktörlerle anlaşmazlığa veya potansiyel ihtilafa sokmaktadır. Rusya Orta Doğu’daki gelişmeler konusunda oldukça kuşkucu bir bakış açısı geliştirmiştir.
Özellikle Libya’daki acı deneyimleri sonrasında, Rusların kafasında Suriye ayaklanması konusunda bir takım soru işaretleri bulunmaktadır. Türkiye’nin
olayları prodemokratik bir talep olarak yorumlamasının aksine, Rusya gerçek bir demokratik hareket veya aşağıdan yukarıya doğru bir süreç gözlemleme mektedir.
Sonuç olarak
Türkiye, Rusya ve İran’la karşılaştırıldığında denklemin farklı taraflarında yer almıştır.
Demokratik değerlere vurgu yapılması
( '' Orta Doğu’nun güvenli ortamını çevreleyen riskler ve belirsizlikler Türkiye için de önemli sorunlara yol açmaktadır. '' )
Türkiye’nin yalnızca dış politikaların da değil aynı zamanda iç politikalarında da benzersiz zorluklara neden olmuştur. Türk hükumeti Orta Doğu’daki demokratik hareketleri kesin suretle destekleme kararı almıştır, ama bu politika bu denli kolaybir lokma değildir. Muhalefet partilerinin özellikle Suriye politikasında yaptığı güçlü eleştirilerle birlikte, hükumet söz konusu politikayı iç siyasette açıklamakta zorluklarla karşılaşmıştır. Türk halkının bazı kesimleri ise Arap Baharının ardındaki güçler konusunda çeşitli şüphelere sahiptir ve hükumetin pozisyonunu tam olarak desteklememektedir.
'' Şii ve Sünni Gruplar gibi dini kimliklerin siyasallaşması Orta Doğu’da Türkiye için diğer bir güvenlik sorununu oluşturmaktadır. “
Tehditlerin değişen yapısı
Orta Doğu’da gerçekleşmekte olan üçüncü büyük süreç ise Orta Doğu’daki tehditlerin değişen yapısıdır. Arap Baharı öncesinde Orta Doğu’nun sakin sayılabilecek ortamında, Türkiye pro aktif Orta Doğu politikası ile paralel olarak ilgili rejimlerle birlikte çalışmıştır. O tarihlerde, bu ülkelerle meşruiyet ve otoritenin sağlanmış olduğuna ve anlaşmanın üzerlerine düşen bölümünü yerine getireceklerine inanarak işbirliği kurmuştur. Ancak Orta Doğu’daki dönüşüm süreci sırasında, uygun muhatapları belirlemek ve kenditaahhütlerini
yerine getirmek üzere otorite ve kaynakları kumanda edip etmediklerini tespit etmek zor hale gelmiştir. Türkiye gibi dış aktörler için ortaya çıkan zorluk Orta Doğu’ya yönelik uzun vadeli stratejik bir vizyon sahibi olmaları durumunda, geçiş ülkelerindeki yetkin muhatapların tespit edilmesidir.
Devam eden geçiş sürecinde tahmin edilemezlik ve belirsizlik hakimdir ve bu durum tüm bölgeyi emniyetsiz, hassas ve risklere açık hale getirmektedir.
Orta Doğu’nun güvenli ortamını çevreleyen riskler ve belirsizlikler Türkiye için de önemli sorunlara yol açmaktadır. Örneğin, Suriye’deki durum Türkiye için
doğrudan bir güvenlik problemi oluşturmaktadır, çünkü sınır hattına patlak veren iç savaşla ilgilenmesi gerekmektedir ve söz konusu durum hali hazırda mültecilerin Türkiye’ye akın etmesi ve sınırda silahlı çatışmaların yaşanmasıyla sonuçlanmıştır. Ancak bölgede etkileri dolaylı olarak hissedilebilecek diğer risklerde bulunmaktadır.
Bu risklerden biri devletlerin mevcut sınırları ve bölgesel bütünlüklerinin bölgesel kargaşa sırasındaki zayıflık halinde tartışmaya açılabilecek olmasıdır, bu durum yalnızca Türkiye için değil aynı zamanda diğer aktörler içinde benzersiz sorunlar teşkil etmektedir.Örneğin, mevcut ihtilaf derinleştikçe,
Suriye’nin birleşik bir ülke olarak kalacağı veya dini veya etnik gruplar arasında bölüşüleceği sorusu da giderek artan bir şekilde ön plana çıkmaktadır. Diğer bir problem ise MENA’da ademi müdahale kuralını ilgilendirmektedir. Birleşmiş suriye, ırak, iran, petrol,Milletler komutası altında Libya’da Batının gerçekleştirdiği müdahale sonrasında,
Batı ülkelerinin insani gerekçeler sunarak müdahalede bulunuyor olması da bölgesel jeopolitik dengeleri karıştırabilir. Bu durum Çin ve Rusya tarafından da dile getirilen bir endişedir.
Şii ve Sünni gruplar gibi dini kimliklerin siyasallaşması Orta Doğu’da Türkiyeiçin diğer bir güvenlik sorununu oluşturmaktadır. Dini kimlikler siyasalçatışmalara dahil oldukça, daha ayırıcı nitelikte sonuçlara neden olabilmektedir.
Buradaki risk Şii ve Sünni eyaletler ve gruplar söz konusu dini faktörler etrafında mobilize oldukça bölgedeki çatışmaların daha da büyümesine neden olabilecekleridir.
Türkiye için bu gelişme benzersiz bir sorun teşkil etmektedir, çünkü Türkiye büyük çoğunluğu Sünni bir ülke olsa da Sünni kimliğini temel olan bir dış politika izlememektedir.
Türkiye kendisini nötr bir güç olarak temsil etmeyi arzulamakta ve bu dini kimlik sınırlamalarının arasında sıkışmayı istememektedir. Bazen İran ve Suudi Arabistan veya Körfez ülkeleri Orta Doğu’daki dini gündemleri destekleyen iki güç olarak görülmektedir. Suriyeçatışması dini dinamiklerin dikkatlerinTürkiye’ye yoğunlaşmasına neden olan en bariz vaka dır.
Ancak Türkiye kendi adına,Suriye ayaklanmasını desteklese dahi, bu desteğinin dini yakınlığın bir sonucu olarak algılanmasını istememektedir.
Türkiye’nin yabancı politikasını Arap Baharının karşısında kati evrensel ilkeler temelinde savunması ve aynı zamanda dini tuzağa düşmemeyi başarması görülmemiş bir zorluk oluşturacaktır.
Orta Doğu’da ortaya çıkan diğer bir güvenlik riski ise etnik kimliklerin giderek
siyasallaşmasıdır. Dini kimliklere benzer şekilde etnik ayrışmalar da giderek artan bir şekilde ön plana çıkmakta ve vurgulanmaktadır. Örneğin, Suriye’de Kürt kesimi giderek daha önemli bir unsur haline gelmekte ve İran’daki gelişmelerle birlikte ele alındığında, bölgedeki etnik siyaset güvenlik ortamını tehlike altına sokmaktadır. Söz konusu yeni zorluklar ortaya çıktıkça, İran nükleer programı da Orta Doğu’daki diğer bir risk unsuru olmaya devam etmektedir. Söz konusu risk bir süredir ortadadır, ancak Suriye
ayaklanmasıyla birlikte, İran nükleer probleminin getirdiği diplomatik gerilimin daha da arttığı ve Türkiye’yi ilgilendiren riskleri de güçlendirdiği görülmektedir.
Türkiye’nin Batıyla olan bağlarını yeniden tanımlaması
Türkiye’yi etkileyen dördüncü ve son süreç ise Türkiye’nin Batıyla ve özellikle ABDile olan bağlarını yeniden tanımlamasıdır.
Bu süreç bölgesel jeopolitik ada bir takım etkilere sahip olmanın yanı sıra, Türkiye’nin Orta Doğu’ya yönelik vizyonunu da değiştirmektedir. Daha önce de vurgulandığı üzere, Türkiye Orta Doğu ile yakın entegrasyon aracılığıyla bölgesel bir düzen geliştirmeye çalışmıştır. İki yıl öncede Arap ayaklanmaları başladığında, ideal olarak Türkiye’nin Türkiye, İran, Suudi Arabistan veya Mısır gibi bölgesel güçlerin Libya, Suriye ve diğer çatışmaları ele almak üzere bir araya geldiğini görmekten memnun kalacağı beklenebilirdi. Ancak bu son iki yılda bunun mümkün olmadığı barizbir şekilde ortaya çıkmıştır çünkü bölgesel ülkeler bölgesel sorunlara çözüm getirme konusunda birlikte çalışmalarını sağlayacak araçlar, mekanizmalar ve teşviklere sahip değildir.
( '' Ancak yalnızca Türkiye’nin değil aynı zamanda AB ve diğer Avrupa ülkelerinin de Orta Doğu’daki gelişmeleri ele almada yetersiz kaldığına dikkat edilmelidir. '' )
Şu anda Orta Doğu daha değişken bir hale geldikçe, Türkiye de kendi menfaatleri ve güvenliğini korumakla ilgilenmek zorunda kalmaktadır. ABD’nin Türkiye’nin ihtiyaçlarını karşılayacak araçlara sahip olmasından ötürü Ankara Washington ile işbirliğine yönelmiştir.
Asya ekseninin ABD menfaatlerinin bölgeden çekilmesine neden olacağı konusunda hala çözüme kavuşturulmamış bir anlaşmazlık bulunmasına rağmen, ABD hala bölgesel siyasi gelişmeler üzerinde karar verici bir etki yaratabilecek güçtedir.
Arap Baharından önce Türk-Amerika karşılıklı ilişkisinde daha büyük farklılık bulunmaktaydı. Örnek olarak, İran’ın nükleer problemi konusunda TürkiyeABD tarafından desteklenen BM Güvenlik Konseyi kararına muhalif oy vermişti.
Ancak bugün Türkiye İran ve Suriye konusunda ABD ile giderek artan bir beraberlik içerisinde hareket etmektedir.
Son Tespitler
Arap Baharı, Türkiye’nin güney sınırlarında istikrar ve refah kuşağı görevini görecek bir bölgesel düzen yaratma hedefini temel alan Orta Doğu politikası için önemli bir imtihan olmuştur. Türkiye ekonomik karşılıklı bağımlılık, yumuşak güç, diploması, aracılık ve taahhüt politikaları gibi çeşitli liberal araçlar kullanarak Orta Doğu’ya nüfuz etme yönünde proaktif bir yabancı politika takip etmiştir. Özellikle bölgesel aktörlerin bir araya gelerek kendi sorunlarına çözümler üretebilecekleri bölgesel tasarruf fikrini güçlendirmeyi hedeflemiştir.
Son iki yılda Türkiye’nin bölgesel politikalarında meydana gelen değişiklikler, risklere karşı daha eğilimli olan ve Türkiye için yeni güvenlik riskleri oluşturan yeni bölgesel güvenlik ortamı ele alındığında daha kolay anlaşılabilir.
Buna yanıt olarak Türkiye meydana gelen olayları bölgedeki güvenlik ve menfaatlerine fayda sağlayacak şekilde şekillendirebilme ümidiyle aynı proaktif yurt dışı politika yaklaşımını sürdürmüştür. Özellikle Türkiye’nin demokrasiyi savunduğunu ifade etmesi oldukça önemlidir, çünkü demokratik rejimlerin daha meşru ve dayanıklı hükumetler oluşturulmasına yardımcı olarak bölgesel düzenin istikrarı için en etkili çözüm olacağına inanmıştır.
Bu süreçte Türkiye aynı zaman da özerk politikalar geliştirme becerileri konusundaki sınırlarını ve bölgesel temelli çözümler oluşturulması için bölgesel mekanizmaların zayıflıklarını da kavramıştır. Bunun bir sonucu olarak Türkiye Batı politikasını yeniden düzenlemiştir, ancak Batı ile koordinasyondan elde edilen bu süreç de Türkiye için yeni zorluklar barındırmaktadır, çünkü ABD ile birlikte hareket ettiği ölçüde söz konusu iş birliği de komşularıyla muhtemel gerilimler içerinde olmasına neden olacaktır. Bunun aksine, Washington ile yakın işbirliği Türkiye’nin yurt dışındaki algılanış şeklini değiştirmiştir. Batıyla olan ilişkilerin yeniden kalibre edilmesi eksen kayması konusundaki tartışmaları etkili bir şekildesonlandırmıştır.
Ancak yalnızca Türkiye’nin değil aynı zamanda AB ve diğer Avrupa ülkelerinin de Orta Doğu’daki gelişmeleri göz önünde bulundurulduğunda yetersiz kaldığına dikkat edilmelidir. Hepsi bir arada göz önünde bulundurulduğunda, gelişmelerin ele alınması yönündeki Avrupa katılımı veya stratejik düşüncesi çok düşük seviyededir.
ABD’yi bölgeye karşı gösterdiği nispi ilgisizlik bir iktidar boşluğu oluşturmaktadır ve Türkiye bölgesel bir aktör olarak bu boşluğu doldurmaya çabalasa da bu hedefini henüz gerçekleştirememiştir.
Bununla birlikte Türkiye’nin Arap Baharı öncesindeki liberal araçlar yönündeki tercihi de önemli bir testten geçmektedir.
Bu yeni ortamda, özellikle Suriye çatışmasına bağlı olarak, zorlu güvenlik sorunları, mecburi araçlar ve izolasyon politikaları da giderek artan bir şekilde Türkiye’nin dış politika gündeminde yerini almaktadır.
Bölgedeki güvenlik ortamının risklere karşı açık olduğu düşünüldüğünde,
Türkiye doğal olarak sert güç varlıklarını daha ciddi olarak düşünmektedir, ancak Türk diplomasisinin önümüzdeki günlerde sert ve yumuşak güç becerileri arasındaki hassas dengeyi sağlaması da önemli bir zorluk teşkil edecektir.
..
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder