8 Ocak 2016 Cuma

BİR İHANET, BİR SÖMÜRGELEŞTİRME BELGESELİ “ TRONA ” BÖLÜM 2





            BİR İHANET, BİR SÖMÜRGELEŞTİRME                                BELGESELİ  “ TRONA ” BÖLÜM 2


 OYUNUN 1. PERDESİ  ÇOK ULUSLU KARTELLERE  BOYUN EĞEN SİYASET

 3971 sayılı yasanın yürürlüğe girdiği 1994 yılına kadar, ülkemizde trona konusunda bir devletleştirme yapılmamış, bu bağlamda özel sektör elinde bulunan  bir trona madeni işletme  hakkının devletçe iptali de söz konusu olmamıştır. Tam tersine trona devletçe işletilecek madenler kapsamında iken, Beypazarı trona madenlerini elinde tutan  ETİBANK, 1985 yılı ve sonrasında BHP-Utah FMC, CANADİAN OXY ve SOLVAY firmalarıyla 1.000.000 ton/yıl kapasiteli ve 200 milyon dolar/yıl döviz girdisi yaratacak proje üzerinde uzun görüşmelerde bulunmuş ancak  yapılan görüşmeler sonuçsuz kalmış, bilahare FMC ve SOLVAY firmaları ile yürütülen proje görüşmeleri de aynı akıbete uğramıştır. Ardından Etibank Beypazarı trona madeninden soda külü üretme ve pazarlama amacıyla CdF-MDPA-SOFREMİNES-TEKNOMAD ortaklığı ile 1992 yılı Ağustos ayında tamamlanacak bir sözleşme imzalamış, ancak  bu sözleşmede bir türlü gerçekleşme imkanı bulamamıştır. Bu tarihten sonra görüşmelere RİO TİNTO’da eklenmiştir. Sonuçta, 1983 yılından 1997 yılına kadar geçen sürede yukarıda ifade edilen kartel ve Solvay grubu Türkiye’nin Soda külü üretimi projesini görüşmeler yoluyla erteleme ve oyalama yolunu benimsemiştir. Ellerinde soda külü üretme teknolojisini bulunduranlar ortaklık yoluyla bile bu teknolojiyi Türkiye’ye vermekten  kaçınmışlardır.  Her şeye rağmen, 1997 yılında hükümet kararıyla Etibank Soda külü üretme ve trona yer altı maden işletmeciliğini tek başına yapma kararı almış, ancak daha sonra siyasi bir kararla bu projeden vaz geçilmiştir. (Bu süreç daha sonra meclis araştırma komisyonuna konu olmuştur)

 Çokuluslu şirketler niçin Türkiye’nin Soda külü üretimi projesini görüşmeler yoluyla erteleme ve oyalama yolunu benimsemiş , ellerindeki soda külü üretme teknolojisini ortaklık yoluyla olsa bile  Türkiye’ye vermekten  kaçınmışlar, ve niçin  trona devletçe işletilecek madenler kapsamından çıkarılmıştır ?

 Bu soruya verilecek bazı cevaplar vardır. O da 5 milyar doları aşan bir soda külü pazarı ve bu hammaddeye bağlı dünya cam ve deterjan sanayiinin maliyetleri üzerinde oynamak suretiyle üstünlük sağlayıcı ya da yıkıcı işletme davranışlarından dışlananların (A.B.D.-ANSAC karteli) tekrar pazara girebilmesi yada pazardaki boşluğu görenlerin yeni kaynaklarla pazara girebilme fırsatını yakalayarak pazarı  ele geçirmek yada bu pazarda pay sahibi olabilme arzusudur.  Buna trona ve soda külü  pazarında oluşan kartel dengelerini korumak, pazara yeni bir üreticiyi sokmamak stratejisi de eklenebilir.  Ancak temel amaç Türkiye’nin kendi kaynakları üzerinde  kalkınmasını ve zenginleşmesini engellemektir. 

 Nitekim trona madeninin devletçe işletilecek madenler kapsamından çıkarılmasının teknoloji yokluğu karşısında TÜRKİYE için en önemli ancak OLUMSUZ sonucu, dünyanın en çok ticareti yapılan maden kaynakları arasında 3. sırada sayılan, trona ve bu madene dayalı  ulusal kaynaklarımızın çokuluslu bir şirket (RİO TİNTO) tarafından ele geçirilmesi olmuştur. Aslında bu sonuç İngiliz emperyalizminin öncül ideologlarından biri olan Pitt’in “sömürgelerde tek bir çivi üretilse oraları askerle dolduracağım” sözüne paralel bir gelişme gösteren İngiliz dış politikasının; 

• Bedava hammadde sağlanılacak ülkeler üzerinde önemle dur.

• Yeraltı zenginliklerine kolayca el koymak için, kendi yer altı zenginliklerini kullanacak sanayiden ve teknolojik olanaklardan yoksun ülkeleri elde et.

• Bedava elde edilen hammaddeyi işle, tekrar eski sahiplerine sat ve böyle bir ticari ilişkiye öncelik tanı.

• Pazar olarak elde edilen, hammaddesine el konulan  ülkede İngiliz ihracat maddelerini üreten sanayiyi en kısa zamanda çökert ve buna ilişkin tedbirleri  al.

Şeklinde özetlenebilecek ruhuna da uygundur.

 Trona madenini devletçe işletilecek madenler kapsamından çıkaran 3971 sayılı yasanın ABD soda külü üreticilerinin Batı Avrupa piyasasına girmelerinin yasaklanmasının hemen ardından çıkarılmış olması, soda külü piyasası açısından son derece anlamlıdır. Bu anlamı daha da derinleştiren ise değişikliğin Dünya bankasının bir alt kuruluşu olan Uluslararası Finans Şirketi’nin (IFC) nin önerileri doğrultusunda yapılmış olmasıdır. IFC Türkiye’de trona madeninin bulunduğu günden bu yana bu madenle ve yapılacak yatırımla çok yakından ilgilenmiş ve her projenin içinde bir kreditör olarak yer almaya çalışmıştır. Ayrıca IFC Beypazarı trona madeni için uzun zaman Etibank’a danışmanlık yapmış, sözde kreditör olan bu kuruluş yaptığı bu danışmanlık hizmetleri karşılığı 1 milyon dolar civarında bir para da kazanmıştır. Bu süreçte IFC uzmanları Beypazarı trona madeni ve bölgenin jeolojisi konusunda o güne kadar üretilmiş tüm bilgilere de vakıf olmuş kendilerini yönlendiren maden kartellerine aktarabilecekleri bir veri tabanı yaratmışlardır. 

 Dünya Bankası sözde zengin ülkelerin kaynaklarını yoksul ülkelerin kalkınmasına dönüştürmeye çalışmaktadır. Bu bağlamda dünyadaki kalkınma yardımı konusundaki en büyük kaynaklardan birisi olarak tanımlanan Dünya Bankası; gelişmekte olan ülkelerin hükümetlerine okullar ve sağlık merkezleri inşa edilmesi, su ve elektrik sağlanması, hastalıklarla mücadele edilmesi ve çevrenin korunması için destek sağlamaktadır. Ancak henüz Dünya Bankası kanalıyla geri kalmış ya da gelişmekte olan bir ülkenin gelişmiş ülkeler sınıfına atladığı, kalkındığı da görülmemiştir. Tam tersine Dünya Bankasının yoksulluğu azaltmak, kalkındırmak bahanesiyle sızdığı ülkeler daha yoksul, gerileyen ve gelişmeyi sağlayacak ekonomik kaynaklarına el konulan ülkeler olmuşlardır. Birleşmiş Milletler çatısı altında yer alan Dünya Bankası, yine Birleşmiş Milletlerde danışman statüsünde olan Dünya Ekonomik Formu ile sıkı fıkı ilişkiler içerisindedir. Dünya Ekonomik formunun üyelerinin tamamını Madencilik, Enerji, Gıda ve benzeri sektörleri paylaşarak ellerinde tutan çokuluslu şirketlerden oluşmaktadır. RİO TİNTO’da DÜNYA EKONOMİK FORUMU ÜYESİDİR. Dünya Bankası yoksulluğu azaltmak, kalkınmayı sağlamak gibi bir amaçla aslında çokuluslu şirketlere yeni iş ve sömürü alanları açmaktadır.  Dünya Bankası Alt kuruluşları olan Uluslararası İmar ve Kalkınma Bankası (IBRD) ve Uluslararası Kalkınma Birliği (IDA) aracılığıyla gelişmekte olan ülkelere sağladığı düşük faizli, faizsiz ve hibeler şeklindeki kredileri yine Dünya Bankasının diğer  kuruluşları olan; Uluslararası Finans Kurumu (IFC), Çok Taraflı Yatırım Garanti Ajansı (MIGA), Uluslararası Yatırım Anlaşmazlıkları Çözüm Merkezi (ICSID) ile geri aldığı gibi, bu kuruluşlar sayesinde gelişmekte olan ülkenin kaynaklarına çokuluslu şirketlerin ve dolayısıyle İngiltere ve ABD’nin el koymasını sağlar. Nitekim IFC’nin tanımlanan görevi, yüksek riskli sektörlerin ve ülkelerin yaptıkları özel sektör yatırımlarını desteklemek ve geliştirmek, MİGA’nın görevi; gelişmekte olan ülkelerdeki yatırımcılara ve kredi verenlere politik risk sigortası (garantisi) sağlamak, ICSID’ın görevi çokuluslu şirketler ve geri kalmış ülkeler arasındaki yatırım (sömürü) uyuşmazlıklarında uzlaşma sağlamaktır.  

 Dünya Bankasının ve onun alt kuruluşlarının işlevini kolay anlaşılabilir olması açısından kabaca hepimizin bildiği “havuz ve kuş” oyunuyla açıklayabiliriz.  “Havuza gelişmekte olan bir devlet kuşu konmuş, IBRD yakalamış, IDA kesmiş, MIGA tüylerini yolmuş, ISCID tütsülemiş, IFC pişirmiş ve Çokuluslu şirket (RİO TİNTO) yemiş, Millet uykudan uyanıp sormuş.  hani bana, hani bana?” Hikayenin sonrasını biliyorsunuz. ( gerçekte hikaye; inek, anahtar, göl,harman, yangın ve kül illizyonu ile devam ederek sonlanır) 

 ANKARA’NIN KAZAN İLÇESİNDE TRONA BULUNUYOR   “ TESADÜFE BAKIN ” 

Trona madeninin devletçe işletilecek madenler kapsamından çıkarılmasının hemen ardından İngiltere merkezli  bir çok uluslu şirket, endüstriyel hammadde karteli olan RİO TİNTO  Türkiye’ye gelerek, bir taraftan Beypazarı trona madenleri ile ilgili görüşmelerde bulunurken (bu görüşmelerde İngiltere büyük elçiliğinin engin desteklerini almıştır) diğer taraftan da, sözde trona arama faaliyetlerine başlamıştır(!). Çabuk eridiği için tabiatta asla mostra vermeyen Trona,  çok geçmeden anılan şirket tarafından 1998 yılında Ankara’nın Kazan ilçesi hudutlarında elleriyle konulmuş gibi bulunmuştur. Şirket Kazan havzasında bulduğu trona yatağını dünyada arama yoluyla bulunan ilk trona yatağı olarak tanımlamaktadır. Cevherin 420-850 metre derinlikte bulunması, cevherin yüzey etüdleri ile kolay kolay bulunamayacağının bir işaretidir.  Ayrıca Kazan’da “bor” bulunduğu konusunda duyumlarda alınmaktadır Ancak Kazan ilçesi’nin önemli bir özelliği bulunmaktadır. Kazan ülkemizde ilk bulunan trona yatağının yer aldığı Beypazarı’nın bulunduğu aynı jeolojik formasyon üzerinde yer almaktadır. Böyle bir jeolojik yapı içerisinde Türk maden aramacılarının ya da MTA’nın arama yapmamış olması affedilir bir hata değildir. Nitekim MTA’nın internet sitesinde yer alan Ankara ili maden haritasında Beypazarı trona madenleri gösterilirken, Kazan havzasında bulunan trona madeni halen gösterilmemektedir. (Bkz: http:// www. mta. gov. tr/ mtaweb/maden/ankara.asp)

 Rio Tinto’nun Kazan’da sözde trona bulduğunu ilan ettiği yıl,  Beypazarı trona madeni de kamu uhde ve tasarrufundan çıkarılmıştır. (Buna ilişkin süreç TBMM soruşturma komisyonu tarafından incelenmiş ve görülen usulsüzlük ve yolsuzluklar hakkında Cumhuriyet Savcılığına suç duyurusunda bulunulmuş ve sorumlular hakkında davalar açılmıştır.) 

 Kazan ve civarına yaptığımız bir gezi sırasında köy sakinleriyle yaptığımız  sohbetlerde 1970’li yıllarda  kazan havzasında MTA’ya bağlı ekiplerin çalışmalarda bulunduğunu ve hatta sondajlar yaptığını  öğrendiğimiz de, doğrusu aklımıza takılan; havzadaki trona yataklanması tespit edilmiş olabilir miydi ?  sorusunu ve bu sorunun zihinlerde yarattığı zincirleme soru reaksiyonlarını  bir türlü yok edemedik.

 RİOTUR KİMDİR ?

Şirketin dökümanlarında Riotur, Türk Ticaret Kanunu kapsamında kurulmuş %100 yabancı sermayeli bir anonim şirket olup, Merkezi İngiltere olan Rio Tinto Mineral Development Şirketi’nin bir iştiraki olarak tanımlanmaktadır.  Rio Tinto ismi aslında Türk insanının hafızasına  pek de güzel olmayan  anılar ve olaylarla  kazınmıştır. Rio Tinto aynı zamanda Dünyanın en büyük bor üreticisi olup bor piyasasının karteli hüviyetini taşımaktadır. Bu bağlamda şirketin genişleme ve dikey enteğrasyon (tekelleşme) sürecinde Türk bor kaynaklarını hedefleri arasına aldığı öteden (20.yüzyılın başından)  beri bilinmektedir. Şirket Türkiye’nin bor kaynaklarını hedefe almış olmakla birlikte TÜRKİYENİN  BAKIR-ÇİNKO-KURŞUN-ALTIN-GÜMÜŞ gibi maden varlığının neredeyse tamamını ele geçirmiştir. RİO TİNTO TÜRKİYE’DE FAALİYETTE BULUNAN COMİNCO, ANATOLİA MİNERALS, NEWMOUNT ile çok yakın sermaye ve ORTAKLIK ilişkileri içine girmiştir.

 Rio Tinto Türkiye’de Bor madenciliği konusunda (bor tuzları işletme hakları devletleştirilmeden önce) Boraks Consolidated ve Türk Boraks Madencilik Şirketi adı altında faaliyet göstermiştir. Boraks Consolidated’in sermayesinin tamamı Rio Tinto’ya aittir. Bu şirketin Türkiye’ de daha sonra kurduğu Türk Boraks Madencilik Şirketinin sermayesinin %80’ni de Rio Tinto’ya aittir.


 RİOTUR’UN SAHİBİ, RİO TİNTO   ÜLKEMİZE SÖMÜRGE  MUAMELESİ YAPIYOR,

 Gelin şimdi Rio Tinto’nun bir yüzyılı aşkın süredir Türkiye’de yürüttüğü, yukarıda saydığımız “İngiliz dış politika ilkeleriyle bire bir örtüşen”  faaliyetlerine   kısaca bir göz atalım.

 Rio Tinto’nun bir alt şirketi olan Borax Consolidated 1950 yılından itibaren Balıkesir/ Bigadiç yöresinde bor madenciliği yapan Ali Şayakçı, Borasit, Mortaş, Rasih ve İhsan Şirketlerinin zarar etmesine ve bu suretle ocakların kapatılmasına çalışmıştır. Türk Şirketlerin kapanmasını sağlayamayan İngiliz şirket ancak bor ihraç fiyatlarının düşmesinde büyük başarı sağlamıştır.

 Borax Consolidated Ltd, 1955 yılında yabancı sermayeyi teşvik kanunlarından yararlanmak için Türk Boraks Madencilik Anonim şirketini kurar. Bu tarihten sonra Türkiye’de bu yeni şirket vasıtasıyla madencilik faaliyetlerini yürütecektir. Şirket Kuruluşunda hisse senetlerinin %94’ü Borax Consolidated, %2’si Türk hissedarlar, %4’üde İngiliz hissedarlara verilmiştir.. 

 M.T.A. Enstitüsü bir taraftan Kütahya/Emet’te sürdürdü aramaların yanı sıra, diğer taraftan da Eskişehir/Kırka da arama faaliyetlerini sürdürmektedir.Kırka’da ki bor tuzu aramaları 1950’li yılların sonlarına doğru maden arama ruhsatı sahibi yerli madenciler adına M.T.A. uzmanlarından Dr. J. Gaulick ve Dr. K. Ruppicht tarafından başlatılmıştı.

İngiliz Borax Consolidated Ltd’ne bağlı Türk Boraks Madencilik A.Ş’nin Kırka’daki çalışmaları sırasında bu şirkette çalışan devletleştirme sonrası Etibank’a geçen ve yaş haddinden emekli olan İşçi Hüseyin Zeren’in Etibank Eski Genel Müdürü Burhan Ulutan’a anlattıklarına ve Müessese Müdürlüğü’nce hazırlanan raporlara göre; Kırka’da 1967 yılında bor madeni bulunmasını müteakip 1959 yılında bir miktar üretim yapılır. Bu üretimle bölgeye olan ilgi artar. 1961 yılı Ağustos ayında önce MTA’nın başlattığı aramalar sürerken, Borax Consolidated Ltd. de Maden Dairesinden kendi adına bir arama ruhsatı alarak Kırka’ya gelir ve ruhsatını sermayesinin hemen hemen tamamının kendisine ait olduğu Türk Boraks Madencilik A.Ş.’ne devir ederek aramaları başlatır.

 Türk Boraks büyük bir gizlilik içinde sürdürdüğü aramaları birkaç kuyu açarak yavaş bir tempoda yürütür. Açtığı iki kuyudan 4.000 ton civarında üretim yapar. Maksadı ciddi anlamda bir madencilik faaliyeti yürütmek  değil, sahayı başkalarının üretimine kapatarak, kendilerinin ABD ve öteki yerlerdeki sahalarına rakip çıkmasını ve dünya düzeyinde sahip oldukları Endüstriyel hammadde tekellerinin kırılmasını önlemektir. 

 Türk Boraks Madencilik Anonim Şirketi sahada 8-9 milyon ton Sodyumlu bor olduğu iddiasındadır. Ancak Maden Dairesi Mühendisleri sahadaki bor cevheri rezervlerinin yüzlerce milyon ton olduğu iddiasındadır. Borax Consolidated’in yavru şirketinde çalışan teknisyenleri Türk mühendislerin iddiasını reddeder.  

 Sahada bor üretimine başlayan Türk Boraks’ın Genel Müdürü, ambar memuru olarak çalışan Hüseyin Zeren’e  “sahaya İngilizlerden başka kimseyi sokmaması, Türkleri hiç yanaştırmaması “ talimatını verir. Hüseyin  Zeren kendisine verilen talimatın aksini yapmaktadır. Çevrede Etibank adına arama yapan Türk Mühendislere devamlı yardım etmektedir. İngilizlerin açtığı maden kuyularına Türk Mühendisleri indirerek inceleme yapmalarını sağlar. Matkap ve benzeri aletlerindeki noksanlarını verir. 

 Ancak diğer taraftan Hüseyin Zeren’in ortaya koyduğu bu vatansever, ulusal çıkarları kendi ve İngiliz çıkarlarından önde tutan  onurlu tavrı, Türk Boraks’ın çalıştırdığı Türk mühendislerinden bazıları göstermemektedir. Hatta bu arada firmanın bir yerli mühendisi; “firmam siz üretimi arttıracaksınız diye Kaliforniya’daki tesislerini mi durdursun!” diyebilecek kadar İngiliz çıkarlarını benimsemiştir.  

 Hüseyin Zeren’e göre, 1961 yılından itibaren MTA tarafından Kırka’ya gönderilen yabancı uzmanlar aramalarını maden bulunması mümkün olmayan alanlarda sürdürerek   vakit  geçirmektedirler. Bu uzmanlardan Dr.K.Rupppicht bir müddet sonra Türk Boraks’da çalışmaya başlamıştır. Hüseyin Zeren’in anlattıkları MTA ve Etibank tarafından Kırka’da yürütülen bor tuzu aramalarının, Borax Consolidated tarafından sabote edildiğine ilişkin ciddi ip uçları vermektedir. 

 Rio Tinto’nun Türk Boraks Şirketi’nin Kırka’da faaliyet gösterdiği 1960-1971  yılları arasında civar köylülerden bir miktar arazi satın alır. Birkaç baraka kurar. Maden Dairesine müracaat ederek sahada bulduğunu bildirdiği 10 milyon ton rezerv için 45 yıllık  İşletme Ruhsatı istemesi şüphe çeker. (Rio Tinto aynı tavrı Kazan havzası trona yatağı için göstermektedir) Rio Tinto’nun adında Türk bulunan ancak safkan bir İngiliz olan yavru şirketi Türk Boraks   biraz sıkıştırılınca, rezerv miktarı 40 milyon tona çıkar.  Oysa, şirket  sahipleri kendi aralarında konuşurlarken 400 milyon ton rezervden bahsetmektedirler. Şirketin bu şüpheli tutumu İşletme Ruhsatı almasını engeller. Ancak her şeye rağmen Rio Tinto/Borax Consolidated’in yavru şirketi olan Türk Boraks’ın Kırka’da 6 adet bor sahası vardır. Her işleminde hileli davranışlarda bulunan şirketin, bu sahaların elde edilmesinde de bir sıra yolsuz işler yaptığı için elindeki ruhsatların 5’i iptal edilir. 

 1963 yılında Rio Tinto/Borax Consolidated Ticaret Bakanlığı’na Türkiye’de sahip olduğu Türk Boraks Madencilik Anonim Şirketi’nin 2,5 milyon sermayesini 25 milyona arttırmak için müracaat eder, aynı zamanda 6224 sayılı Yabancı Sermayeyi Teşvik Kanunu’ndan yararlanmak ister. Ticaret Bakanlığı, Türk Boraks’ın sermaye artışı talebi ile ilgili olarak alınan Yabancı Sermayeyi Teşvik Komitesi’nin kararı ile söz konusu Türk Boraks ve Borax Consolidated şirketlerinin ülkemiz ekonomisine ve ödemeler dengesine yapacağı etkiler ile aynı konuda çalışan yerli teşebbüslerin de durumu dikkate alınarak, konunun bir defada Maliye Bakanlığı, Devlet Planlama Teşkilatı, Türkiye Odalar Birliği’nce tetkik edilerek sonucun kendilerine bildirilmesini Maliye Bakanlığı’ndan ister.  Maliye Bakanlığı’nca hazırlanan rapora göre;  

 1950 yılına kadar Türkiye’nin tek bor üreticisi olan bu şirket, Türk bor rezervleri üzerinde hiç meşgul olmamış ve 1950 yılında rezervlerin tükendiğini yazılı olarak beyan etmiş, söz konusu belge resmi dosyasına konulmuştur. Bu tarihten sonra Türk madencileri yaptıkları aramalarda 150 milyon ton bor rezervi tespit etmişler. Bu miktarın daha büyük rakamlara ulaşacağını belirlemişlerdir. 

 Rio Tinto/Borax Consolidated (Türk Boraks Madencilik Anonim Şirketi) Maliye Bakanlığı’ndaki dosyalarında mevcut rapor ve beyanları ile, Türk bor minerallerinin endüstri alanında rekabet imkanından mahrum bulunduğunu ileri sürerek, Türkiye’nin yalnız ham cevher ihracından ancak küçük bir kapasite ile istifade edebileceğini tavsiye etmiştir.  Bu ticari etikten yoksun görüşlerini Türk yetkililere tavsiyeler halinde açıklayan şirketin;Türkiye’de duraksatmış olduğu faaliyetlerini her ne hikmetse 1955 yılının şubat ayında 6224 sayılı Yabancı Sermaye Kanunu çerçevesinde tamamı kendisine ait Türk Boraks Madencilik A.Ş.ni kurması ve sermayesini geliştirmek kararını alarak, hali hazırda ham bor madeni üretimi alanına 25 milyon liralık bir sermaye ile girmek istemesi, Maliye Bakanlığı’nca düşündürücü bulunmaktadır. Türkiye’de yüz yıldan beri faaliyette bulunan Londra merkezli İngiliz Rio Tinto/Borax Consolidated, Türk bor cevherlerinin fiyat ve kalite bakımlarından diğer  cevherlerle rekabet imkanı bulunmadığını yakın zamana kadar savunduğu halde, daha önce 15 milyon lira sermaye ile rafine tesisi kurmak talebinde bulunmuş, 9.2.1963 tarih ve 6/1398 sayılı kararname ile faaliyeti yalnız rafine tesisine münhasır kalmak kayıt ve şartı ile yerli (Türk) bir grupla birlikte 15 milyon sermaye ile bir Anonim Ortaklık kurulmasına  izin verildiği halde,  bu izine rağmen bor rafine tesisi kurulmamış ve Türkiye ekonomisi için faydalı olacağı kesin olan teşebbüsün gerçekleştirilmesi yönünde hiçbir adım atılmamıştır.

 Borax Consolidated adlı, esasen bugünkü dünyanın en büyük maden tröstlerinden biri olan İngiliz orijinli sömürgeci yaklaşımları benimsemiş Rio Tinto’ya  göre; 1963 yılı itibariyle; Türkiye’de bor mineralleri tükenmiştir, Türkiye’nin en çok 20 bin ton satış şansı vardır, Türkiye’de ancak 3 firma 60 bin ton üretim yapabilir, Türkiye Avrupa piyasasına yalnız borik asit üretimi için bor cevheri  verebilir, Avrupa piyasasının borik asit üretimi 45 bin ton cevhere karşılık  gelen 30 bin ton bor cevheri ile sabittir. Türkiye ancak zararına bor endüstrisi kurabilir. 3 bin tonluk  rafineri ancak sübvansiyonla yaşar, Türkiye’nin Bor rezervlerine Borax consolidated ortak edilirse bor endüstrisi kurulacaktır. Avrupa endüstrisinden Türk cevheri kullananlar, fiyat rekabeti ile Amerikan cevherine dönerlerse Türkiye bu sahayı kaybeder, Türkiye Amerikan rekabetini üstüne çekmemelidir,Amerikan bor cevherleri sodyumludur, Türk bor cevherleri kalsiyumludur bu da Türkiye’nin rekabet imkanını ortadan kaldırır. Bu gün itibariyle Rio Tinto’nun bu iddialarının tamamının YALAN ve hatta KUYRUKLU YALAN olduğu kanıtlanmıştır.

3 CÜ  BÖLÜMLE DEVAM EDECEKTİR,


..

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder