MHP etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
MHP etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

6 Eylül 2018 Perşembe

ABD, PYD VE PKK YA YAPTIĞI SİLAH YARDIMI İLE MEŞRU HALE GETİRDİ


ABD, PYD VE PKK YA YAPTIĞI SİLAH YARDIMI İLE MEŞRU HALE GETİRDİ




01 Kasım 2014 Cumartesi

     
MHP Grup Başkan Vekili ve Kayseri Milletvekili Yusuf Halaçoğlu, Peşmergenin Türkiye üzerinden geçirilecek olmasının Anayasal suç oludğunu söyledi. 





Siyasi Haberi - 24 Ekim 2014 Cuma - 21:18


        MHP Grup Başkan Vekili Yusuf Halaçoğlu, Özellikle Güneydoğuda, Suriye ve Irak bölgesinde Türkiyenin sıkıntıları var. Kobaniyi bahane ederek 35 ilde meydana gelen olaylarda bin 113 binanın, kan merkezlerinin ve okullarının yakılıp yıkıldığı belirlendi. 

Bin 177 araç yakıldı. 6-10 ekim arasında meydana gelen olaylarda 32 vatandaş hayatını kaybetmişti, sayı 47 ye çıktı. Basına da yansımayan olaylar var dedi.
                        
Halaçoğlu, hükümetin şantajla karşı karşıya olduğunu belirterek, 3 PKK lı öldürüldü. Ciddi çatışmalar var ama politika icabı hükümet akil insanları 
çağıran ve çözüm sürecinin provokatörlere rağmen süren bir politika takip ediyor. Provokatör dedikleri doğrudan doğruya PKK dan başka bir şey değil. 
Ayaklanma provalarının  temelinde KCK yatıyor. Bu KCK çözüm süreci çerçevesinde serbest bırakıldı. Hükümet şantajla karşı karşıya. 
Öcalanın 15 Ekime kadar süre verdiğini biliyorsunuz. 
                       
  Çözüm süreci adı altında sekreterya verecekler.  Öcalanın şartlarının iyileştirilmesinden söz ediliyor. 

Ömür boyu hapse mahkum olmuş ve 40 bin kişinin katili olan bir kişinin bu pozisyona gelmesi hükümetin yaptığı yanlış politikalarının göstergesi olarak 
önümüze çıkmıştır diye konuştu.Halaçoğlu açıklamasında şu ifadelere yer verdi:

  Yapılan yanlış hareketin ortadan kaldırılması  gerekirken devam edilmesi hayret verici. Kobani meselesi  ön plana çıkarılarak yapılan ayaklanmada, 
buna karşılık olmak üzere güvenlik paketi ortaya sunuluyor. Bu paketlerde MHP nin tasvip ettiği konular ve tasvip etmediği konular var. 
İnsanların mallarını yağmalayan konularda cezaların artırılması taraftarıyız. Daha da  ağırlaştırılmalı. Caydırıcılık unsuru olacak bir cezanın ortaya getirilmesi 
lazım. Masum insanların hak ve hukukunu gözetmeden onları da gözaltına alabilecek bir hareketi kabul etmek mümkün değildir. Polis devletine gidecek bir 
Türkiyeyi kabul etmek mümkün değil. 
                        

  Hükümetin ileri demokrasi dediği bu olsa gerek. 











İnsanların mülklerine sahip olmaları en tabii hakkıdır.  Hükümet bu gibi konularda hukuku hiçe sayan bir tavır sergiliyor. Anlaşılan 12 yıl hareket ettiği paralel yapıyı cezalandırmak istiyor. Kim kanunlara aykırı davranıyorsa hukuk çerçevesinde hakkından gelmek gerekir. Polis devleti ile mücadele edemezsiniz.
                        
Adil bir hukuk sistemini muhakkak getirmeniz lazım. 
                        
Siyaseten HSYK üyelerinin nasıl seçileceği gibi birtakım yanlış politikalar içine düşmüştür. Hukuka da siyaset bulaştırılmıştır. Hukuk herkes için gerekir. 
Ülkelerin ayakta kalmasının en önemli direği siyaset üstü bir hukuk sistemi kurmaktır. Aksini yaptığınız takdirde o devleti ayakta tutamazsınız. 
Maalesef bu konuda büyük bir sıkıntı yaşanmıştır. Hükümet yanlısı ve paralel yanlısı diye alternatifli bir seçim yapılmıştır. Seçilen hakimlerimizin illaki 
tarafgir olduklarını düşünmüyorum ama siyasete alet ettiğiniz takdirde bu hakimler ne kadar adil karar verecek olursa olsun birçok kesim siyaseten karar 
verdiğine inanacaktır. Hakimler ve hukuk  adamlarımız da siyasete alet edilmesinden nasibini  alacaklardır."
        
   "Ağustos 28 de Cumhurbaşkanının yemininden itibaren yeni bir hükümet yapılanması meydana gelmiştir" diyen Halaçoğlu, sözlerini şöyle sürdürdü:
                       
    "Recep Tayyip Erdoğan Cumhurbaşkanı olmuştur. Bu tarihten itibaren partiler üstü bir konumda bulunması gerekirken Meclis'e hangi kanunların gelip 
gelmeyeceğine karar veren bir tavır takınıyor. Cumhurbaşkanları  Meclis'e gelmeden önce tavır takınmazlar. Bu iş Başbakana aittir. Başbakan bu konularda sessiz kalmaktadır. Son derece hatalı ve yanlış bir yönetim biçimi sergilenmektedir. Cumhurbaşkanı ve Başbakan arasında yapılan değerlendirmelerde tenakuz söz konusu. 

Bir saat önce Peşmergelerin Türkiye ye girmeyeceğini söyleyen Cumhurbaşkanı, bir saat sonra Obama ile görüştüğünü ve Peşmergelerin Türkiye den 
geçeceğini ve  bununla ilgili olarak da Obama ya teklifte bulunduğunu söylüyor. Kobani ABD nin sınırlarında değil, Peşmergelerin Türkiye den geçmesini 
teklif ettim derken, ABD deki peşmergelerin Kobaniye geçmeleri için Obama ile bilgi alışverişi yapmış pozisyonunda olmuyor. 

 Türkiye nin sınırlarında olan bir bölgeden Obama ya nasıl teklif götürüyor? Obama mı karar veriyor buna? 

   Eğer Cumhurbaşkanının söylediğine bakacak olursak. Ama diğer taraftan Cumhurbaşkanı PYD ye yardımın PKK ya yardım olduğunu söylüyor. ABD nin de 
bölgeye silah  yardımı yapmasını tenkit ediyor. Ama diğer taraftan da Peşmergelerin geçişine teklifte bulunduğunu söylüyor. O zaman Peşmerge kime 
yardıma gidiyor?  PYD ye yardıma gidiyor. PYD ye yardım hani PKK ya yardımdı? O zaman  Cumhurbaşkanı PYD ye yardım ile PKK ya yardımı sürdürüyor. 
   Kimin ne yaptığı belli değil, hükümet burada da dış politikada da eline yüzüne bulaştırdı her şeyi. 
                       
 Bu pozisyonda Türkiye nin ne yapacağını bilmez hale geldi. Peşmergelerin Türkiye üzerinden geçmesi anayasal suçtur, anayasal suç işleniyor. 
Hükümetin böyle bir yetkisi yok. Hükümet kanunlara ve hukuka saygısızlık göstermektedir. Peşmergelerin istediğiniz zaman  listesini alın oraya siz teslim edin. Bunlar kaydı olmayan silahlarla gidiyorlar. Silahlarının hangisini orada bırakıp bozuk silahla dönüp dönmediğini bilemezsiniz. Yarın bu silahlarla PYD ve PKK Türkiye nin karşısına çıkacaktır. Burada da hükümet yanlış bir  politika izliyor. ABD yukarıdan PYD ye silah attı. Onun karşısında PYD yi meşru hale getirdi. 

   PYD meşru olursa PKK da meşru oluyor. İster istemez Türkiye Peşmergelerin geçmesine izin verdi. Irak tan sonra Suriye'de de bağımsız Kürdistan ve 
Akdeniz'e uzanan bir yapılanma var. Bunun arkası Türkiye dir. Sayın başbakan, 'İnce bir satranç oyunu oynamaktayız' dedi ama veziri, kalesi ve atı oyun 
dışında kalmış. Kaybetmeye mahkumsunuz. 

Yarın Şah-Mat derler size.

     Tezkere sırasında Suriye'de güvenli bölge oluşturulmasını istediklerini belirten Halaçoğlu, "Türkiyenin yapacağı tek bir yol kaldı, onu zamanında 
yapsalardı belki bu duruma düşmeyeceklerdi. Türkmenleri silahlandırmadılar. PKK ve PYD gibi bir örgüt değil IŞİD, öylesine rastgele bir toplanmış örgüt değil. 

Temelini Irak eski ordusunun oluşturduğu bir örgüttür. 
                        
Bunlar Katar dan ve Suudi Arabistan dan maddi destek alıyorlar. Oynanan oyun tek taraflı değil. Satranç oyunu bu bölgede çok ciddi bir şekilde oynanıyor. 
Tezkere sırasında Suriye de güvenli bölge oluşturulmasını  istemiştik. Bugün Suriye den Türkiye ye sığınmış 1 milyon 800 bin insan var. 
Birçoğunun nerede olduğu belli değil. Çözüm sürecinin bittiğini herkes biliyor, hükümet de biliyor. Olayları KCK nın organize ettiğini herkes biliyor. 
Biz MHP olarak hiçbir zaman ülkücü gençliğin sokağa çıkarılmasını kabul etmiyoruz. Genel Başkanımızın da kesin talimatı var. Sokağa çıkmak, Türkiyeyi 
parçalamak ve Türkiye de kan gövdeyi götürecek bir ortam sağlamak demektir. Devletin polisi ve askeri gücü, bu bozguncuların üstesinden gelmek zorundadır. 
Bunun için vardır onlar. Bugün Türkiye de kaç kişi Türkiyenin huzur içinde olduğunu iddia edebilir? Kaç kişi, 'Ekonomik sıkıntı içinde değilim' diyebilir. 
Her birimiz şu an 7-8 bin dolar borçluyuz. Türkiye nin borçları 580 milyar dolara ulaştı. Bu önümüzdeki yıl ödeyeceğimiz borç 150 milyar dolarlar civarındadır. 
Bunu nasıl karşılayacaksınız?" şeklinde konuştu.
                       
   "Önümüzdeki seçimlerde Türkiyeyi bu hale getiren  iktidardan Türkiyenin kurtulacağını düşünüyoruz" diyen Halaçoğlu, "Doğuda korucular enselerinden 
vurularak şehit ediliyorlar. Artık o bölgelerde asayiş kalmamıştır. Asker taş yağmuruna tutuluyor. Artık öylesine rahat hareket eder hale geldiler ki, bunu gidip orada görmek lazım. Söylediklerim, olanların yüzde sini oluşturuyor. İş yerlerinden haraç topluyorlar. 

Birçok okulda eğitim yapılamıyor. Bütün bunları göz önüne alarak diyorum ki Allah sonumuzu hayır getirsin"  ifadelerini kullandı.

   Sultan Alparslan ın mezarının yeri konusunda sorulan bir soruya ise Yusuf Halaçoğlu, Savunma Bakanı İsmet Yılmaz Bey, Kültür Bakanlığı Müsteşarı idi. 
Onun döneminde birlikte Türkmenistana gittik. Ben daha önceden bununla  ilgili olarak çalışmalar yapmıştım. Mezarın yerini yüzde 99 derecesinde tespit 
etmiş durumdayım. Şimdiki Cumhurbaşkanı Başbakan iken, Alparslanın mezar yerini bulduğunu söylemişti ve türbe yapacağını söylemişti. 
                       
 Adalet Bakanı Bekir Bozdağ, yerde arıyoruz, henüz bulmadık demişti. Anladım ki bunu siyaseten kullanacaklardı. Gelip benden bununla ilgili herhangi 
bir şey istemediler. Türbe yapacaklarmış. Türbenin nasıl olacağına dair resim olmadığı için türbe yapamazlar. 

Bunu siyaseten kullanacaklarını düşündüğüm için söylemedim. Yerini tespit etmiş bir ilim adamına gelinir, MHP ye girdim diye ilmi sıfatımı yitirmiş 
değilim, gerekli bilgi alınır, komisyon içinde yer alır ve yapılır. Demek ki bunu siyaseten yapacaklar cevabını  verdi.

Anahtar Kelimeler:MHP,Grup,Başkan,Vekili,Kayseri,Milletvekili,Yusuf Halaçoğlu,Peşmergenin, 


DİĞER YAZILARI.,

CHP NİN YENİ GRUP BAŞKANVEKİLİ KAYSERİ DAMADI
DOĞU PERİNÇEK KAY-TV EKRANLARINDAN SESLENDİ
HER İLÇEMİZDE ŞÖLEN GİBİ KONGRE YAPACAĞIZ
CHP VE MHP ;PARALEL YAPI İLE İŞBİRLİĞİNDE
ABD, PYD VE PKK YI YAPTIĞI SİLAH YARDIMI İLE MEŞRU HALE GETİRDİ
İŞÇİ PARTİSİ GENEL BAŞKANI PERİNÇEK 
ANA MUHALEFET'TEN SİYAH ÇELENKLİ PROTESTO

http://www.sanalbasin.com/halacoglu-abd-pyd-ve-pkkyi-yaptigi-silah-yardimi-ile-mesru-hale-getirdi-6953069/


***



29 Temmuz 2017 Cumartesi

TÜRBAN SORUNU NASIL ÇÖZÜLDÜ.


Türban Sorunu Çözüldü

SİYASET 
2008-01-29 10:29:55

Türban sorunu çözüldü 
« Çeneden bağlancak, yüz  görülecek »



AKP ile MHP, türbanın üniversitelerde serbest bırakılması için Anayasa'nın 10. ve 42. maddeleri ile YÖK Yasası'nın ek 17. maddesinin değiştirilmesi konusunda mutabakata vardı.
Türkiye Büyük Millet Meclisi'nde AKP ve MHP arasında türbanın yükseköğretimde serbest bırakılması konusunda yapılan toplantıda önceki gece geç saatlerde mutabakata varıldı. İki partinin kurmayları arasında yaklaşık 5 saat süren görüşmenin ardından yapılan yazılı açıklamada, "Yüksek öğretimde bir sorun olarak ortaya çıkan fiili başörtüsü yasağının bununla sınırlı olarak kaldırılması konusunda izlenecek yaklaşımı" görüşmek üzere 2. toplantının yapıldığı bildirildi.
Açıklamada, konunun tüm boyutlarıyla ele alındığı görüşmede, Anayasa'nın 10. ve 42. maddeleriyle Yüksek Öğretim Yasası'nın ek 17. maddesinde değişiklik yapılması konusunda mutabakata varıldığı ifade edilerek, "Bu konudaki Anayasa ve yasa değişikliği teklifleri, iki partinin ortak önerisi olarak Anayasa ve içtüzükte belirlenen esas ve usullere göre TBMM'ye sunulacaktır" denildi.
Açıklamada, Anayasa'nın "kanun önünde eşitlik" başlıklı 10. maddesinin son fıkrasına, "... ve her türlü kamu hizmetlerinden yararlanılmasında" ibaresi eklenirken, maddenin son fıkrası şöyle düzenlendi: "Devlet organları ve idari makanları, bütün işlemlerinde ve her türlü kamu hizmetlerinin yararlanmasında kanun önünde eşitlik ilkesine uygun olarak hareket etmek zorundadır."
Anayasa'nın "eğiim ve öğretim hakkı ve ödevi" başlıklı 42. maddesinin birinci fıkrasına "kanunda açıkça yazılı olmayan hiçbir sebeple" ve ikinci fıkrasına, "... ve kullanılmasının sınırları" ibareleri ekleniyor. Bu durumda maddenin birinci ve ikinci fıkraları şöyle düzenlendi: "Kimse, kanunda açıkça yazılı olmayan hiçbir sebeple eğitim ve öğretim hakkından yoksun bırakılamaz." "Öğrenim hakkının kapsamı ve kullanılmasının sınırları, kanunla tespit edilir ve düzenlenir."
YÖK KANUNU'NDA DEĞİŞİKLİK
İki partinin ortak önerisinde, Yüksek Öğretim Yasası'nın ek 17. maddesinde de değişiklik öngürülüyor. Değişiklik önerisinde, "başın nasıl örtüleceği" açıkça tarif ediliyor.
Öneriyle, ek 17. maddede, "Yürürlülükteki kanunlara aykırı olmamak kaydıyla, yüksek öğretim kurumlarında kılık ve kıyafet serbesttir" fıkrasına şu düzenleme yapılıyor: "Hiç kimse, başının örtülü olması sebebiyle yüksek öğrenim hakkından yoksun bırakılamaz ve bu yönde uygulama ve düzenleme yapılamaz. Ancak başın örtülmesi, kişinin yüzü açık ve kimliğinin tanınmasına imkan verecek ve çene altından bağlanacak şekilde olması gerekir."



http://www.ortadogugazetesi.net/haber.php?id=3040


***

23 Temmuz 2017 Pazar

Arkada Bıraktığımız 65 yıl Hepimize Ders olsun!




Arkada Bıraktığımız 65 yıl Hepimize Ders olsun!

Tarih:07-09-2010



İşçi Partisi Genel Başkanı Doğu Perinçek: Arkada bıraktığımız 65 yıl hepimize ders olsun! 

• CHP, DP ve DSP’nin hayırda buluşmaları, Atatürk’ün başbakanları İnönü ile Bayar’ın da buluşmasıdır. 

Bayar ve İnönü, İttihat ve Terraki ve CHP’de başka deyişle devrime önderlik eden partide birlikteydiler. 

Türkiye, devrimini yitirip Atlantik sistemine bağlanırkken ayrıldılar. 
Ancak onlar ve izleyicileri devlet adamıydı. Çünkü o zaman, bağımlılaşma sürecine rağmen, bir millî devlet vardı. 

Bugün Türkiye’yi sözleşmeli personel yönetiyor. Bu koşullarda kökleri İnönü ve Bayar’a uzanan partiler aynı barikatta buluştu. 
Dahası cephelerini ABD’ye dönen Milliyetçiler ve Sosyalist Sol da aynı barikatta. Hepsi, yıkılan millî devletin son kaleleri önünde sipere girmişlerdir. 
Atatürk’te buluşmanın programını cesaretle belirlemek gerekiyor.

2010 buluşmasında yalnız İnönü ve Bayar yok; Nâzım Hikmet de var. Türkiye cephesinin Diyap Ağaları her zaman olmuştur. Onlar Kürdümüzün ABD zincirine vurulamayan değerlerini temsil ederler. Tayyip Erdoğan Hayır cephesini tanımlıyor: CHP, MHP, DSP, DP, İşçi Partisi.

İdam’a götürülürken, Temel’e son sözünü sormuşlar. “Bu bana ders olsun” demiş. Arkada bıraktığımız 65 yıl hepimize ders olsun! Umarız, bu dersi Temel gibi idam sehpasında anlamayız.

Sayın Kurtul Altuğ Ağabeyin, 5 Eylül 2010 günü, saat 11’de Ulusal Kanal’daki Politika’nın Nabzı programını izlediniz mi? Her Pazar izlemenizi öneririm. 

65 YIL SONRAKİ BULUŞMA

CHP ve DP’nin hayırda buluşmaları, tahlil edilmesi gereken önemli bir olay. Aslında bu buluşma, Atatürk’ün başbakanları İnönü ile Bayar’ın da buluşmasıdır. O açıdan Aydınlık’ın geçen haftaki kapak haberi çok anlamlıydı. Bayar’ın kızı Eski Bursa Milletvekili Sayın Nilüfer Gürsoy ile İnönü’nün kızı Sayın Özden Toker’in hayırlı duruşları, bir dönüm noktasını işaretliyor.

CHP ve DP’nin ayrışması, İkinci Dünya Savaşı sonrasında oldu. Türkiye, Atlantik sistemine bağlanırken ayrıldılar.

DEVRİMCİYKEN BİRLİKTEYDİLER

İsmet Bey ve Mahmut Celâl Bey, Türkiye’nin ilk önemli devrimci örgütü İttihat Terakki’de birlikteydiler; vatan ve hürriyet için mücadele ettiler. 

İstiklâl Savaşı’nda aynı yola baş koymuşlardı. Lafla değil, kelle koltukta.

Kemalist Devrim’in en başından, 1920’den itibaren önder kadroda yer aldılar. Türkiye’nin çağ atlamasında, 18 yıl sağlam durarak, Atatürk’ün bakanlığını ve başbakanlığını yaptılar.

Türkiye 1935 yılında yeni bir atılımın eşiğine gelmişti. CHP 5. Büyük Kurultayı, ağalığın ve şeyhliğin kökünü kazımak için toprak reformu kararı aldı. 1937 Anayasası bu amaçla değiştirildi. Kamulaştırılacak ağa topraklarına tazminat sorunu devrimci bir tarzda çözüldü. 1937’de Anayasaya, “Türkiye Cumhuriyetçi, Milliyetçi, Halkçı, Devletçi, Laik ve Devrimci bir devlettir” tanımı kondu. Bu devrimci Anayasa önerisinin altında İnönü ve Bayar’ın imzaları vardı. 

ATLANTİK SİSTEMİNİN KAPISINDA BÖLÜNDÜLER

Ortaçağ kalıntılarının imdadına önce savaş yetişti; savaştan sonra ise ABD emperyalizmi. Türk Devrimi, kireçlenme aşamasına girdi. ABD geldi Türkiye’yi denetim altına aldı. Ağalar ve şeyhler, artık dünya ağasının koruması altındaydılar. Kemalist Devrim’in önderleri de, ağalarla ve şeyhlerle kol kola politika yapmayı öğrendiler. İstiklâl Savaşı’nı yapanlar, işte bu ortamda “Küçük Amerika olacağız” programını ilan ettiler. Önce İnönü’nün genç bakanı Nihat Erim, daha sonra DP’nin önderi Celal Bayar. Böylece CHP de, DP de yeni sistemin içinde yer aldılar. 1945’te Atatürk’ün “arasız devrimler” çizgisi terkedilmiş, Küçük Amerika dönemi başlamıştı. Atatürk’ün devrimcileri, Atlantik sisteminde iktidar ve muhalefet rollerini paylaştılar. Devrimin birleştirdiği İnönü ve Bayar, devrimin sona ermesiyle ayrıldılar.

1980-90’A KADAR YİNE DE MİLLÎ DEVLET VARDI

Ancak 1980’e kadar yine de, Atatürk’le kurduğumuz millî devlet yıkıma uğramamıştı. Türkiye, ABD denetimine rağmen, yine de belli bir karar alanına sahipti. KİT’ler hâlâ ekonominin ağırlığını taşıyor ve lokomotif görevi yapıyordu. Hükümetler, çimento ve şeker fabrikaları kurmakla, barajlar yapmakla övünüyorlardı. Gümrükler ayaktaydı, tarım destekleniyordu. Geniş bir iç pazar vardı. Devlet, eğitim ve sağlık hizmetini üstlenmişti ve bir sosyal güvenlik sistemi inşa ediliyordu. Laiklik, aşındırılsa da, devlet ve toplum hayatını belirliyordu. Bunların değerini sosyalistler de yeni anlıyor.

Asıl yıkım, 24 Ocak 1980 kararları ve 12 Eylül 1980 Amerikancı darbesiyle geldi. İnönü ve Bayar’ların 1945 sonrasında kurdukları “demokratik” denen rejim, yerini devletsizleşme, milletsizleşme, vatansızlaşma, özelleşme ve giderek ordusuzlaşma sürecine bıraktı. Dünya ekonomisiyle bütünleşiyoruz ve küreselleşiyoruz sloganlarıyla millî devletin dağılması sürecine girildi. Sovyetler Birliği’nin 1990’da dağılması, bu sürece büyük hız verdi. Artık Özal, Çiller, Tayipgillerin saltanat dönemi başlamıştı. En sonunda “Küçük Amerika” olmuştuk.

DEVLET ADAMLIĞI YERİNE SÖZLEŞMELİ PERSONEL DEVRİ

Artık yöneticiler, devlet adamlarına benzemiyordu; sözleşmeli personel kimliklerini sergilediler.

İsmet İnönü ve Celal Bayarlar, bir devrimin kadrolarıydı; 1945 sonrasında devrimi devam ettirmediler ama Atlantik sistemi onları sözleşmeli personel yapamazdı. Menderes’i de hiçbir kuvvet, sözleşmeli personel yapamazdı; oğlunu da yapamaz. Demirel ve Ecevitler de, devlet adamı okulunda yetişmişlerdi. 

Özal, Çiller ve Tayyip Erdoğanlar ise devlet yıkıcılarıdır. Devleti yıkanlar, kendi devlet adamı olma olanaklarını da yıkmışlardır. BOP Eşbaşkanlığı kurumu böyle çıktı ortaya. 

Ve bu süreç, bugün Demirel, Baykal, Cindoruk, Kılıçdaroğlu, Bahçeli, Masum Türker ve Bedri Gültekin’in hep birlikte saptadıkları gibi, artık bir hesaplaşma uğrağına gelmiş bulunuyor. 

BULUŞTUĞUMUZ BARİKAT

1945-1990 döneminin yöneticileri, henüz arkalarına bakıp 1945, 1980-90 uğraklarında neler olduğu konusunda zihinleri açan bir tahlil yapmıyorlar ve sorumluluklarını da belirlemiyorlar. Ama bir barikatta buluşmuşlardır. Bu barikat, Cumhuriyet barikatıdır. Yıkılan millî devletin ve parçalanan vatanın son kaleleri önünde siperlere girmişlerdir. 

Celal Bayar ve İsmet İnönü’nün, bugün kuruluşuna emek verdikleri mevzilerde buluşmaları doğaldır. Ve süreç, onları devrimcileştirmektedir. Çünkü elde “muhafaza ve müdafaa edilecek” pek bir şey kalmamıştır. Ama Cumhuriyetin kurumlarını yeniden kurma görevi vardır. İnönü ve Bayar’ın izleyicileri, Fethullahları büyütüp beslediler, ama şimdi tehlikenin farkındadırlar. Herhalde anlamışlardır, o büyütülen Fethullah, Ufuk Söylemez’in yerinde uyarısıyla cemaat değil, Haçlı irtica imiş.

2010 BULUŞMASININ ÖNEMLİ FARKI


2010 buluşmasında yalnız İnönü ve Bayar yok; Nâzım Hikmet de var. Bu Türkiye cephesinin Diyap Ağaları, Revanduzlu Özdemir Beyleri, Kürtlüğüyle gurur duyan Ali Saip (Ursavaş) Beyleri her zaman olmuştur. Onlar milletimizin parçası olan Kürdümüzün ABD zincirine vurulamayan karakterini ve değerlerini temsil ederler.

Tayyip Erdoğan’ın Hayır cephesini tanımlarken saydığı partiler, saflaşmayı ortaya koyuyor: CHP, MHP, DSP, DP, İşçi Partisi ve diğer sosyalist partiler.

Karşı cephe ise: ABD, AB, Tayyip_Erdoğan-Abdullah Gül ve ABD zincirine bağlanan bir kısım PKK-BDP yöneticileri.

65 yıl sonraki buluşmanın anlamını bilince çıkarmak ve programını cesaretle saptamak gerekir. Bu buluşma, Atatürk’te buluşmadır. Devrimle kurulan Cumhuriyette, devrimle birleştirilen Vatanda ve devrimle oluşturulan Millette buluşmadır. Ama henüz devrimciliği eksik olan bir buluşmadır. Ne var ki, bu buluşmanın devrimcileşmesi kaçınılmazdır. Atatürk’te buluşma, başka türlü olamaz. Bunun işaretleri de görülmektedir.

1945 ÖNCESİNDEKİ ATALARIMIZ

Herkes yeniden 1945 öncesindeki atalarını keşfedecektir. CHP, DP ve DSP, İnönü ve Bayar üzerinden Atatürk Devrimciliğini keşfedecektir. MHP milliyetçileri, 70 yıldır unuttukları devrimci Akçuralar ve Ziya Gökalpler üzerinden İttihat Terakki ihtilalciliğini ve Kemalist devrimciliği hatırlayacaklardır. Hatırlamazlarsa, BBP gibi, Fethullah üzerinden ABD’ye bağlanırlar. Sosyalistler, Kemalist Devrim inkârcılığının döneklik yolu olduğunu yerlerde sürünen misallere bakarak iyice anlayacaklardır. Geçmişteki devrimin mevzilerine girmeden, geleceğin devrimini yapamazsın!

Millî ve halkçı güçler, düşman Türkiye’nin üzerine geldikçe, birbirlerine sarılmak, birbirlerini anlamak durumundadırlar. Herkes birbirini anlamada, birbirine yardım etmelidir.

NİLÜFER GÜRSOY VE ÖZDEN TOKER

Ben çok isterdim; Bayar ailesinin kıdemlisi Sayın Nilüfer Gürsoy ile İnönü ailesinin kıdemlisi Sayın Özden Toker, 12 Eylül öncesinde bir araya gelsinler ve milletimize yeni sürecin bildirisini vermiş olsunlar. Onlar, benim gözümde devrimin yadigârlarıdır. Değerleri, hatıraları kadar büyüktür. Onların devrimle beslenen erdemleri, son zamanlarda kenara köşeye itilse de, gelecek kuşaklara örnek olacaktır. Herhalde birbirlerinin değerini de biliyorlardır.

Atatürk Devrimiyle kurduğumuz Cumhuriyetimiz, vatanımız ve millî varlığımız; kuşkusuz olumsuz hatıralarla karşılaştırılmayacak önemdedir. Devrimle kurduğumuz her şey, bugün Atlantik merkezli bir karşıdevrimle yıkılmaktadır. Türkiye, yeniden Atatürk önderliğinde İnönü ve Bayarlarla gerçekleştirdiğimiz devrime muhtaç hale gelmiştir.

UMARIZ TEMEL’İN DURUMUNDA DEĞİLİZDİR

Temel’i biliyorsunuz. İdam’a götürülürken, son sözünü sormuşlar. “Bu bana ders olsun” demiş.

Arkada bıraktığımız 65 yıl hepimize ders olsun! 

Umarız, bu dersi Temel gibi idam sehpasında anlamayız.



http://vatanpartisi.org.tr/genel-merkez/haberler/isci-partisi-genel-baskani-dogu-perincek-arkada-biraktigimiz-65-yil-hepimize-ders-olsun-8037

6 Aralık 2016 Salı

MHP'yi Baraj Altında Bırakan kim? Bahçeli...




MHP'yi Baraj Altında Bırakan kim? Bahçeli...




Özgür Erdem

Türk Solu Dergisi; 
Sayı ; 297


       MHP'nin tasfiye olmaya başlaması Türkiye'de milliyetçiliğin düşüşe geçmesinin bir ürünü değil. Aksine Türk milleti MHP'yi yeterince milliyetçi olmadığı için, 

" Milliyetçi " söylemlerinin gereklerini yapmadığı için cezalandırıyor. 

Bu durum, son derece hayırlıdır, çünkü Türkiye'nin en önemli sıkıntısı olan "gerçek" milliyetçi bir partinin oluşması için iyi bir siyasi ortam oluşmuştur. 
MHP'den umudunu kesen milyonlarca Türk insanının beklentilerine yanıt vermek de biz Atatürkçülere düşüyor. 
Bu nedenle, MHP'yi ABD tasfiye etmek istiyor, Fethullah ve AKP MHP'siz meclis istiyor deyip MHP'yi savunmak hiç doğru değil. Aksine bırakın MHP tasfiye olsun. 
Tasfiye olsun ki gerçekten milliyetçi bir parti Türk milletinin önüne seçenek olarak çıkabilsin. 

Ulusal Parti bu göreve taliptir. 

Atatürkçü çizgisiyle hem PKK'ya gerçekten karşı çıkabilecek cesarette bir örgütlenmedir. 

Hem de AKP gericiliğiyle asla uzlaşmayacak tek partidir.

Ağlama Bahçeli, ağlama!

Bahçeli son günlerde oldukça ilginç açıklamalar yapıyor. Türkiye'nin 2 partili sisteme götürülmek istendiğini, MHP'nin tasfiye edileceğini, partisinin baraj altında bırakılmak istendiğini söylüyor.

Referandum sonuçları ortada. Ortaya çıkan önemli sonuçlardan birisi İç Anadolu, Doğu Anadolu ve Karadeniz Bölgesi'nde MHP'nin çok kan kaybettiği ve tabanını 
AKP'ye kaptırdığı...

MHP'den öyle büyük bir kaçış söz konusu ki, önümüzdeki seçimlerde baraj altında kalma korkusunu yaşıyorlar.

Ancak bunun nedeni Bahçeli'nin ifade ettiği gibi Türk siyasetinde oynanan oyunlar değil. Temel neden MHP'

nin kendi tabanını memnun etmeyen politikalar takip etmesi.

Öncelikle şunu ifade edelim. MHP, girdiği her seçimde barajı aşmış bir kitle partisi falan değildir. Bu yüzden Bahçeli, bizi barajın altına itmek istiyorlar derken insaflı olmalıdır.

Şöyle bir hatırlatma yapalım. MHP bugüne kadar girdiği seçimlerde ne kadar oy almış acaba?

1965 %2,2 (O zamanlar ismi CKMP'ydi)

1969 %3,0

1973 %3,4

1977 %6,4

1987 %2,9 (O zamanlar ismi MÇP'ydi)

1991 (Barajı geçmek için RP ile ittifak yaptı)

1995 %8,2

1999 %18,0

2002 %8,4

2007 %14,3

Görüldüğü üzere 45 yıldır toplam 10 seçime katılmışlar. Sadece 2'sinde barajı geçebilmişler.

Yani MHP'nin baraj altında kalması şaşırtıcı bir olay olmamalı MHP'liler açısından.

Tabloya bakınca ilginç bir nokta daha göze çarpıyor. 1999 seçimlerinden beri MHP'ninoy oranı çok dalgalanmış. 1999'da %18'le ikinci parti olmuş, Bir sonraki seçimler olan 2002'de ise baraj altında kalmış. 2007'de barajı aşabilmiş. Ama 2011'de yine baraj altında kalmaları bekleniyor.

Öyleyse en basitinden şu analizi yapabiliriz: Demek ki MHP belli dönemlerde seçmene umut vermiş, oyunu artırmış, ama bekleneni yapamamış ki bir sonraki seçimde hemen oyları düşmüş.

Öyleyse o dönemleri bir hatırlamakta fayda var...

MHP ne yaptı da Türk insanını kandırıp oyunu aldı...

Ve ne yapmadı da o oyları hemen bir sonraki seçimlerde kaybeti...

1999 seçimleri: Kürtçü partiler tasfiye oldu

90'lı yıllar Türkiye'de PKK bölücülüğünün arttığı, bu­na karşılık da Türk miletindeki milli hassasiyetlerin yükseldiği bir dönemdi. Özellikle 28 Şubat döneminde sınır ötesi operasyonlar sayesinde PKK'ya vurulan ağır darbelerle birlikte, bölücülük güç kaybederken, Türkiye'de milliyetçilik güçlendi.

Tam da böyle bir dönemde yapılan 1999 seçimlerinde DSP ve MHP çok yüksek oy alarak ilk iki sırayı paylaştı. Bu sonuç aslında 90'lı yıllar boyunca Türkiye'yi yöneten partilerin Türk milleti tarafından cezalandırıldığı anlamına geliyordu.

Kimdi bu partiler? Demirel ve Özal önderliğindeki merkez sağ. Yani DYP ve ANAP. 1983'ten beri Türkiye'yi yöneten merkez sağ zihniyetin ülkeyi PKK'ya teslim olma aşamasına getirdiği görüldü. Bu iki parti de 1999 seçimlerinde hüsrana uğradı.

Diğer hüsrana uğrayan parti ise Refah Partisi'ydi. Gerek 28 Şubat sürecinin yarattığı Şeriatçılık karşıtı hava, gerekse Refah Partisi'nin Kürtçü hareketle olumlu ilişkileri bu partinin de 1999 seçimlerinde güç kaybetmesine neden oldu.

CHP ise 90'lı yıllar boyunca Kürtçülükle arasına bir türlü mesafe koyamamasının bedelini ödedi. Üstelik Türk halkı, SHP'nin 91 seçimlerinde PKK'nın yasal partisi HEP'i meclise taşımasını da asla unutmadı. Bu yüzden SHP-CHP'nin oyları 90'lı yıllar boyunca eridi durdu. Sonuç olarak 1999 seçimlerinde onlar da baraj altında kaldı.

MHP 99 seçimlerinde barajı nasıl geçti?

MHP tarihi boyunca ulaşabildiği en yüksek oy oranına 1999 seçimlerinde ulaştı: %18.

Bunun en büyük nedeni Bahçeli'nin meydanlarda Apo'yu asacaklarını söylemesiydi. Apo henüz yeni yakalanmıştı ve hak ettiği cezayı bulup asılacağı umudu oluşmuştu. 
15 yıllık PKK terörünün artık biteceği ve binlerce şehidin hesabının sorulacağı sanılıyordu. DSP ve MHP'nin 99 seçimlerinde aldıkları yüksek oy da bu umudun bir sonucuydu. 

Milliyetçi sağ seçmenler MHP'ye, milliyetçi sol seçmenler ise DSP'ye yöneldi.

Ayrıca bir önceki seçimler olan 1995'te birinci parti olan Refah Partisi'nin izlediği rejim karşıtı politikalar da büyük tepki toplamıştı. 

1997'deki 28 Şubat da, Türk milletindeki Atatürkçü hassasiyetleri harekete geçirmişti. Böylece 1995'te Refah Partisi'ne kayan belli bir sağcı ta­ban da MHP'ye yöneldi. Çünkü MHP'nin Refah Partisi gibi Şeriatçı olmadığı düşünülüyordu.

MHP Apo'yu Asamayınca baraj altında kaldı

99 seçimlerinin ardından seçimin iki büyük galibi MHP ve DSP, güvenoyu için gerekli sayıya ulaşmak amacıyla ANAP'ı da yanlarına alarak koalisyon oluşturdular.

Türk milletinin bu koalisyondan iki beklentisi vardı. Birincisi, PKK'dan hesap sorulması ve Apo'nun yargılanıp asılması. İkincisi, Refah Partisi'nin başlattığı rejim karşıtı Şeriatçı yönelimin durdurulması.

Ancak koalisyon bu beklentileri karşılayamadı. Aksine Türkiye o dönemde ABD'ye, AB'ye ve IMF'ye teslim oldu. Milliyetçi Türk halkının oylarıyla iktidara gelen DSP ve MHP, Türkiye tarihinin en işbirlikçi dönemlerinden birini yaşattı.

AB ile Uyum Yasaları çıkarıldı, Kürtçülüğe büyük tavizler verildi.

İdam Cezası Kaldırıldı, Apo Kurtarıldı.

Ekonomi tamamen IMF güdümüne terk edildi. Türkiye'yi ekonomik krizden kurtarması için IMF'ci Kemal Derviş getirildi.

Böylelikle Türk milleti Türkiye tarihinin gördüğü en büyük tasfiyeyi 2002 seçimlerinde DSP ve MHP'ye yaşattı. İki parti de baraj altı kalıp meclis dışında kaldı.

AKP iktidarı Türkiye'ye MHP'nin hediyesi

Bugün Bahçeli, MHP'nin bir " Dış güçler operasyonu "yla meclis dışında bırakılacağını söylüyor. Halbuki, AKP'nin bir "dış güçler operasyonu"yla iktidara geldiği 2002 seçimlerinde, operasyonu başlatan bizzat kendisi olmuştu.

AB Uyum Yasalarının çıktığı, ekonomik krizin en yoğun haliyle yaşandığı, Türk milletinin Apo'yu asamadıkları için DSP ve MHP'ye büyük tepki gösterdiği bir dönemde, erken genel seçim çağrısı Bahçeli'den geldi. Sıradan bir kasaba politikacısı ya da herhangi bir köy muhtarı adayının bile tahmin edeceği üzere o seçimlerde MHP kesin kaybedecekti. Ama Bahçeli "bile bile lades" oldu.

Bu hata sadece siyasi körlük ya da strateji yanlışlığıyla açıklanamaz. Açık bir şekilde, bilinçli bir ihanettir.

2002 seçimleri aslında ABD'nin Türk siyasetine yön verdiği seçimler oldu.

O dönem Irak'a saldırıp Saddam'ı devirmek isteyen ABD, DSP'nin ve Ordu'nun direnişiyle karşılaşıyordu. Üstelik AB yasaları ve ekonomik kriz nedeniyle yıpranan DSP-MHP-ANAP hükümeti, ABD'nin istediği kamuoyu desteğini de sağlamaktan acizdi.

Yeni, yepyeni, yıpranmamış, Ordu'yu da hizaya sokabilecek, ABD'nin Irak işgalini koşulsuz destekleyecek bir hükümet gerekliydi. Ve bunu en iyi yapacak parti de 
Tayyip'in AKP'siydi.

Ancak ABD'nin acelesi vardı. 2003'te olması beklenen seçimler, Irak işgalinin bir yıl ertelenmesi demekti. Üstelik bu bir yılda, işgale direnecek Ecevit de ekonomik krizin yaralarını sarabilir, tekrar seçimlerde iddialı hale gelebilirdi.

Bahçeli'nin 2002'deki erken seçim çağrısını, büyük siyasi hata olarak değerlendirenler yanılıyor. Bahçeli'nin o erken seçim çağrısı siyasi körlüğünün değil, Amerikan işbirlikçiliğinin göstergesidir.

ABD'nin kurduğu, beslediği, büyüttüğü bir parti, bunun diyeti olarak bir seçimi kaybetmeyi de göze almalıydı.

Nitekim o diyet ödendi. Bahçeli, kendi partisinin baraj altında kalacağını bile bile, ABD'nin hatırına erken seçimi istedi. Bir yıl erkene alınan genel seçimler, 

ABD planlarının devamını sağlayacaktı.

Varsın MHP de baraj altında kalsındı.

Bahçeli AKP'ye hiç muhalefet yapmadı

Peki bugün niye MHP baraj altında kalma tehlikesiyle karşı karşıya?

Bunun iki temel nedeni var.

Birincisi, MHP AKP'nin bir muhalifi asla olmadı.

İkincisi, MHP AKP'nin Kürtçülüğüne ve gelişen PKK terörüne karşı mücadele etmedi.

Bu iki maddeyi de biraz açalım.

MHP, AKP iktidarının en büyük koltuk değneği oldu. AKP'nin son olarak referanduma verilen Anayasa değişikliği dışındaki bütün anayasa değişikliklerine onay verdi. 

Özellikle türban ile ilgili Anayasa Mahkemesinin de sonradan iptal ettiği değişiklik MHP desteğiyle meclisten geçmişti.

Sadece bu değil, 22 Temmuz seçimleri sonrasında meclise giren MHP'nin yaptığı ilk iş, Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde CHP için boykot etmeyip aday göstererek 
Abdullah Gül'ün seçilmesini sağlamak olmuştu.

Dolayısıyla 2002'de ülkeyi erken seçime götürerek iktidarı hediye ettiği AKP'ye bu şekilde ikinci büyük kıyağını yapıyordu Bahçeli... 

Ve Çankaya'yı da Gül'e hediye ediyordu...

Üstelik 2007'den beri MHP, AKP'ye muhalefet etmedi. AKP'nin her tür gerici uygulamasıyla uzlaştı, hatta bu durumdan memnun oldu. Ve sonuç olarak bugün yine baraj altında kalma tehlikesiyle karşı karşıya kaldı.

Bu son derece normal.

AKP'ye muhalif olması gereken bir parti, muhalefet yapmazsa nasıl oy alsın ki? Nitekim, MHP AKP'nin dümen suyuna girmenin bedelini tabanını AKP'ye kaptırarak ödüyor. 

AKP'nin gerici politikalarıyla uzlaşarak AKP tabanından bir şeyler kopartırım hesapları tutmadı Bahçeli'nin.

Ava giden avlandı ve tabanını yitiren Bahçeli oldu.

AKP gericiliğiyle işbirliği yapan Bahçeli, MHP tabanını toptan gericileşmesini sağlamış oldu. Ve o gerici olmuş taban da gericiliğin esas oğlanına vardı doğal olarak...

PKK'ya karşı çıkmayan MHP tasfiye oluyor

Ancak MHP'deki kan kaybının esas nedeni PKK'yla mücadele eden bir parti olmamasıdır.

Özellikle son 3-4 yıldır PKK saldırılarında verdiğimiz şehitler çığ gibi arttı. Ve Türk milleti, şehit cenazelerinde hem bu durumun baş sorumlusu AKP'yi protesto etti, hem de PKK terörüne karşı mücadele azmini gösterdi.

Ama Türk milletinin " Kahrolsun PKK " diye sokağa döküldüğü bu dönemde MHP'nin tavrı " Evinize Dönün " demek oldu. Bahçeli sürekli "itidal" çağrıları yaptı.

Bu, bir hata değil, aynen 2002'de yaptıkları gibi, ağababaları ABD'nin verdiği direktifin sonucuydu.

ABD Türk milletinin PKK'ya karşı ayağa kalkmasından çekiniyor, milliyetçi yükselişi bir şekilde durdurmak istiyordu. Türk milletinin %90'lar oranında nefret ettiği ABD bir "itidal" çağrısı yapsa, tabii ki dinleyen olmayacaktı. Bunu en iyi "milliyetçi" bilinen bir parti yapabilirdi.

Bahçeli, işte bu görevi de üstlendi. Sokaklara çıkan Türk milletin sürekli evine dönmeye çağırdı. Bu çağrı sokakları PKK'ya teslim edin demekti.

Allahtan Türk milleti MHP liderini takmadı da, sokaklar PKK'ya teslim olmadı. Bütün "  İtidal " çağrılarına karşın Türk insanı meydanı boş bırakmayacağını defalarca gösterdi. 

O kadar ki, Bahçeli bu konuda kendi parti örgütüne bile hakim olamadı.

Bahçeli bununla da yetinmedi. Türkiye çapında " Kardeşlik " mitingleri düzenledi. Kürtler Batı Anadolu'da Türk mahallelerine saldırır, Türkler kendi malını, canını, 
namusunu korumaya çalışırken Bahçeli il il gezip "Bin Yıllık Kardeşlik" mitingleri düzenlemeye, Türklerle Kürtlerin bin yıldır kardeş olduğunu anlatmaya koyuldu.

Bu da Affedilir bir politika değildi. 

Zaten MHP 2007 seçimlerinden sonra meclise girer girmez, PKK'lı Ahmet Türk'ün ve Apo'nun Avukatı Hasip Kaplan'ın ellerini sıkarak aslında hiç de PKK karşıtı 
olmadığını göstermişti. Türk milletinin Kürt istilasına karşı bu derece bilinçlendiği bir dönemde, " Türk - Kürt kardeşliği " nden  bahsetmesi de asla unutulmadı...



http://www.turksolu.com.tr/320/foto/bahceli-hasip-kaplan.jpg

Dolayısıyla MHP, aynen 2002 seçimlerinde yediği tokadın bir benzerini yemek üzere...



https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEiGIFwwObFUaAoEbjZC06EshyNRluLDdnYGGGqT5CrH2j-7OlVp_eP0_M3Gb_mvoIuAqbN63OPFhKUsBEo9GlFzqvsGjIsaHLR8rkA4dqNQahsA5RHbN9WPZEN3cywuLaMePFrmHXvq2WUu/s1600/RES%25C4%25B0M+KOY++TOKALA%25C5%259EMA+VE++%25C3%2596NERGE..jpg


2002'de Apo'yu asmadığı ve Avrupacılık, IMF'cilik yaptığı için baraj altı kalmıştı.

Şimdi de PKK'ya karşı mücadele etmek isteyen Türk milletini durdurmaya çalıştığı, PKK'lıların elini sıktığı ve bölücü terörün artmasına neden olan AKP iktidarıyla hep uzlaştığı için aynı tokada hazır olmalı...

MHP'nin tasfiyesi Atatürkçüler için hayırlıdır

Aslında bu gelişme son derece hayırlı. MHP'nin tasfiye olmaya başlaması Türkiye'de milliyetçiliğin düşüşe geçmesinin bir ürünü değil. 
Aksine Türk milleti MHP'yi yeterince milliyetçi olmadığı için, "milliyetçi" söylemlerinin gereklerini yapmadığı için cezalandırıyor.

Bu durum, son derece hayırlıdır, çünkü Türkiye'nin en önemli sıkıntısı olan "gerçek" milliyetçi bir partinin oluşması için iyi bir siyasi ortam oluşmuştur.

MHP'den umudunu kesen milyonlarca Türk insanının beklentilerine yanıt vermek de biz Atatürkçülere düşüyor.

Bu nedenle, MHP'yi ABD tasfiye etmek istiyor, Fethullah ve AKP MHP'siz meclis istiyor deyip MHP'yi savunmak hiç doğru değil. Aksine bırakın MHP tasfiye olsun. Tasfiye olsun ki gerçekten milliyetçi bir parti Türk milletinin önüne seçenek olarak çıkabilsin.

Ulusal Parti bu Göreve taliptir.

Atatürkçü çizgisiyle hem PKK'ya gerçekten karşı çıkabilecek cesarette bir örgütlenmedir. Hem de AKP gericiliğiyle asla uzlaşmayacak tek partidir.

Bu da zaten Türk milletinin beklentisi değil mi?

PKK'yla ve AKP'yle uzlaşayacak gerçekten milliyetçi bir parti...

MHP'nin tarihi boyunca olamadığı, asla da olamayacağı kimlikte bir parti...

Böyle bir partiyi seçenek olarak Türk milletinin önüne getirmek görevi biz Ulusal Partililere düşüyor.


http://www.turksolu.com.tr/299/erdem299.htm

2 Aralık 2015 Çarşamba

MİLLİYETÇİ HAREKET PARTİSİ (MHP)




MİLLİYETÇİ HAREKET PARTİSİ (MHP)


MHP bugün, yöneticilerinin niteliği ve düşünsel yapısıyla partiden çok; kişiye bağlı, ilkesiz ve eylemsiz bir örgüt durumundadır. Parti çalışması, genel başkanlarının Meclis salonlarında yaptığı konuşmalar ve sözcüsünün medyaya yaptığı açıklamalarla sınırlandırılmıştır. Yıllarca savunduğu Türk milliyetçiliği saldırı altındayken, ülkede tehlikelerle dolu bir dönem yaşanırken, parti örgütleri sessizlik içindedir. Ulusal değerlerin yok edilişi olağan dışı bir edilgenlikle yalnızca izlenmektedir. Partilere yaşam veren kitlesel eylem adeta yasaklanmıştır. Genel başkanın uygun göreceği yer ve zamanda yapılacak ve yalnızca kendisinin konuşacağı mitingler, kitle eylemi sayılmaktadır. MHP bugünkü yapısıyla Türk ulusunun gereksinimlerine yanıt verecek, Cumhuriyet’i savunabilecek bir parti olmaktan uzaktır. Bu nedenle geleceği yoktur, yok olması kaçınılmazdır.


İlk Dönem

MHP’nin ortaya çıkışı, yeni bir parti olarak kurulmayla değil, Alparslan Türkeş’in arkadaşlarıyla birlikte, başka bir partinin yönetimine gelmesiyle başlar. Türkeş’in ele geçirdiği bu parti, Osman Bölükbaşı’nın uzun yıllar genel başkanlığını yaptığı Cumhuriyetçi Köylü Millet Partisi’dir (CKMP)Türkiye Komünizmle Mücadele Derneği’nin desteğiyle gerçekleşen bu değişimle, ılımlı bir karşıtçı parti olan CKMP, savaşkan bir siyasi örgüt haline geldi. Dört yıl bu adla çalışan parti, 1969 yılında Milliyetçi Hareket Partisi adını aldı ve 12 Eylül yönetimi tarafından kapatıldığı 16 Ekim 1981’e dek varlığını sürdürdü. Milliyetçi Hareket Partisi,  gençlik üzerinde etkili olan ve bu etkiyi Meclis’ten çok Meclis dışında kullanan, eyleme dönük bir örgüt oldu.

Dokuzışık

CKMP’nin eylem ve ideolojisine her zaman Genel Başkan Alparslan Türkeş yön verdi.Türkeş 1965’de, daha sonra niteliği önemli oranda değişerek kitaplaştırılan Dokuz Işık İlkesi adlı bir broşür çıkardı. CKMP’nin programına temel oluşturan bu broşürde; MilliyetçilikÜlkücülük,AhlakçılıkİlimcilikToplumculukKöycülükHürriyetçilik ve ŞahsiyetçilikGirişimcilikEndüstrive Teknikçilik başlıklarıyla partinin temel görüşleri ortaya konuyor ve Türkiye’nin gelişip güçlenmesi için bu görüşler doğrultusunda ilerlenmesi gerektiği söyleniyordu.
Dokuzışık İlkesi temel alınarak hazırlanan parti programında, “Kemalizmin partiye yol gösterdiği” açıklanıyor, CKMP’nin “Milliyetçi, demokratik, laik ve yasalara saygılı” bir parti olduğu söyleniyordu. “Özgürlük, milliyetçilik, ahlakçılık, toplumculuk, gelişme ve halkçılık, köycülük ve sanayileşme” partinin temel ilkeleriydi. İlkeleri açıklayan bölümlerde “milliyetçilik”ilkesine özel vurgu yapılıyor ve şunlar söyleniyordu: “Türk milliyetçiliği anti-emperyalist, barışçı, özgürlükçü ve demokratik bir görüştür. Bu nitelikler Türk tarihinden, Türk halkından ve Atatürk’ün düşüncelerinden alınmıştır”.1

Adana Kongresi: Türkçülükten İslamcılığa

1965’te kabul edilen program, 1969’a dek, parti eylemine yön veren belge olarak önemini korudu. Ancak, 1969 Adana Kongresi’nde alınan kararlarla, yeni bir yöneliş içine girildi ve parti politikası önemli oranda değiştirildi. Örgüt ideolojisine yön veren Alparslan Türkeş, yakın çevresinin de etkisiyle, daha önce hiç dile getirmediği görüşler ileri sürdü.
Yeni yönelişle; milliyetçilikTürkçülüklaiklikdevletçilik gibi temel konularda, içeriğe yönelik anlayış değişikliği yaşanıyor ve Atatürkçülük artık anılmıyordu. Türkçülüğün yerini önemli oranda İslamcılık alıyor, etnik yapıyla dini inancı birbirine karıştıran Türk İslam Sentezigibi bilimselliği olmayan ve Türk etnik kimliğiyle çelişen yeni bir kavram getiriliyordu.
Adana Kongresi’nden hemen sonra başlayan süreçle, yönetiminde Adalet Partililerin olduğuKomünizmle Mücadele Dernekleri’nin yürüttüğü eylem türü, yani saldırganlık onlardan devralındı ve bu eylemler yaygınlaştırılarak sürdürüldü. ABD’nin Yeşil Kuşak kuramını geliştirdiği ve Türkiye’de anti-Amerikan savaşımın yükseldiği döneme denk gelen bu değişim, çarpıcı sonuçlarıyla MHP’nin kapatılmasına dek sürdü.

Türkeş’in Değişimi

Alparslan Türkeş, 1961 yılında Cumhuriyet gazetesinden Cevat Fehmi Başkurt’la yaptığı görüşmede şunları söylemişti: “Atatürk devrimleri yerinde saymadı, aksine geriledi. Din, kıyafet ve en önemlisi anlayış olarak geriledi... Son zamanlarda Anadolu’yu hiç dolaştınız mı? Çarşafın nasıl kapkara bir yangın halinde bütün yurdu sardığını gördünüz mü? Gerileme yalnız bu alanlarda olmadı. Örneğin Türkçecilikte oldu. Türkçecilik Atatürk’ün bu millete en yararlı armağanlarından biriydi. İhaneti önce, ezanı Arapça okutmakla başlattılar... Türk camilerinde Türkçe Kuran okunur, Arapça değil”.2
Ülkücü kesimden Hakkı ÖznurÜlkücü Hareket adlı yapıtında, Dündar Taşer ve Ahmet Er gibi “Milli-İslami hassasiyetleri olan kişiler”in, “Türkeş’i de yönlendirerek”, CKMP’yi“Kemalist yapıdan milli ve manevi ağırlıklı bir siyasi çizgiye” getirdiğini söyler. Bu savın doğruluk payı yüksektir. Çünkü Alparslan Türkeş, 1969 Adana Kongresi’nde yaptığı konuşmada, eski düşüncelerini değil, Ahmet Er’in bir yıl önce açıkladığı ve “üçüncü yol” adını verdiği görüşleri yansıtmıştı.
Ahmet Er, 1968’deki İstanbul İl Kongresi’nde şunları söylemişti: “İslam, kişi ve toplum hayatında olduğu gibi, dünya ve kainatta da dengeyi hedef almaktadır. İslam bir ideoloji değil, bir hayat nizamıdır. Kaynağı İslam ve hak olmayan bir hareket başarıya ulaşamaz. Bizim milli hareketimizin kaynağı ve anlayışı da Kuran ve sünnete dayanmaktadır”.3

Ahmet Er ve ABD

Ahmet Er’in dile getirdiği görüşlerle, o dönemde ve daha sonra Washington’dan yapılan açıklamalar ve Türkiye’ye önerilen politikalar arasında büyük benzerlikler vardır. TemelindeAtatürk’e karşıtlığa dayanan “ılımlı İslam” anlayışının bulunduğu bu politika, bugün artık toplumsal yaşamın hemen her alanını etkisi altına almıştır.
CIA Ortadoğu Direktörü ve ABD Ulusal İstihbarat Konseyi Başkanı Graham Fuller’ın yaptığı şu değerlendirmeyle, Ahmet Er’in sözleri arasındaki benzerlik şaşırtıcıdır. “Kemalizm bitti. Dünyadaki bütün liderler gibi o da sonsuza dek yaşayacak ürün veremedi. Oysa İncil ve Kuran hala veriyor. Bu nedenle, kendisine entelektüel güven duyan Türkiye, İslam’ın günlük yaşamdaki yerini almasını yeniden düşünmelidir”.4

“Üçüncü Yol” ve MHP Çizgisi

Üçüncü Yol anlayışı Adana Kongresi’nde partinin temel ideolojisi haline getirildi. Adana’daki ideolojik değişim, aynı kongrede biçimsel yeniliklerle tamamlandı.
Cumhuriyetçi Köylü Millet Partisi adı, Milliyetçi Hareket Partisi olarak değiştirildi. Parti amblemi, Osmanlı’nın üç hilalli bayrağı oldu. “Tanrı Türkü korusun” sloganının yerine, “Tanrı Dağı kadar Türk, Hira Dağı kadar Müslümanız” sloganı getirildi. Bu tür sloganlar daha sonra“Kanımız aksa da zafer İslam’ın”“Çağrımız İslam’da dirilişedir” ve “Ya Allah bismillahAllah-ü ekber” biçimini aldı.5
Değişiklikler, doğal olarak sancısız olmadı. Nihal Atsız başta olmak üzere birçok eskiTürkçü, değişime tepki gösterdi ve partiden ayrıldı.6 Ancak, tepki ve ayrılmalar sonucu değiştirmedi ve MHP giderek artan biçimde “İslamcı” yanı ağır basan bir parti durumuna geldi.

“Eğitim” Kampları

Yeni politika, parti eylemine yön veren girişimler olarak hızla uygulamaya sokuldu. Üyelerin eğitimi, özellikle gençlere yönelik parti eğitimi, Türkçülüğü değil “İslamcılığı” öğreten kurslar biçimindeydi. Parti yöneticilerinin “Gençlik Eğitim Kampları”, basının ise “Komando Kampları” adını verdiği etkinliklerde, Kurtuluş Savaşı’ndan, Atatürk’ten, emperyalizmden değil, daha çok din konularından, Osmanlı’dan, Komünizme karşı savaşım zorunluluğundan söz ediliyordu.
Yerleşim yerlerinden uzak yerlerde yapılan ve 21 gün süren bu kampların, sıkıdüzenle (disiplinle) uyulan günlük programı şöyleydi: “Sabah ezanı ile uyanış, temizlik ve toplu namaz-sabah sporu, dinlenme ve kahvaltı-mehter ve milli marşlarla yürüyüş, öğle namazı-seminer ve konferans, toplu ve bireysel çalışmalar, boks, güreş, judo, karate-ikindi ezanı ve toplu namaz, dinlenme, uyku-kısa yürüyüş, gece tatbikatı için hazırlık, akşam namazı ve akşam yemeği-günlük olaylar, basının eleştirilmesi ve kitap okuma-yatsı namazı ve yatış-belirsiz zamanlarda gece eğitimi için alarm”.7

Anadoluculuk Akımı

Kimi ülkücü yazar, 1969’daki değişimin ideolojik kaynağının, Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra ortaya çıkan ve Anadoluculuk Akımı adı verilen düşünsel devinim olduğunu söyler. Bu yargı yanlış değil, eksiktir. 1969 değişimine yön veren temel etmen yerel düşünsel akımlar değil, küresel politikaların Türkiye’ye yaptığı etkidir. “İslamcı” görüşlere dayanan Anadoluculuk Akımı, yapılmak istenen politik değişime uygun düştüğü için ideolojik bir araç durumuna getirilmiştir.
İsmail Hakkı BaltacıoğluMustafa Şakip, Mehmet Erişirgil gibi isimlerin çıkardığıDergah dergisiyle başlayan, Mükrimin Halil İnançHilmi Ziya Ülkenİsmail Hami Danişment’in çıkardığı Anadolu Mecmuası ile süren Anadoluculuk AkımıNurettin Topçu’yla gelişmiş ve dizgeleştirilmiştir (sistemleştirilmiştir). Nurettin Topçu, ülkücü yazar Hakkı Öznur’a göre, “Türkiye’de çeşitli fonksiyonları bulunan milliyetçilik anlayışına karşı çıkan” ve“İslam’ın sınırları ve ölçüleri içinde, İslam’a mecz olmuş (bağlanmış, erimiş, içine çekilmiş y.n.)bir Türk milliyetçiliği anlayışını ortaya koyan” düşünce adamıdır.8

Türklüğü Yadsıyan “Milliyetçi”

Nurettin Topçu, gerçekte kararlı bir Atatürk düşmanıdır. Ziya Gökalp’i şiddetle eleştirir, onu Auguste Comte ve Emile Durkheim’in öykünmecisi (taklitçisi) sayar; “Ziya Gökalp’e karşı olmayı” ilke edinir. Hareket Dergisi’nde yazdığı yazılarda, “Türk milletinin hayat ve kuvvet kaynağı İslam’dır” der ve İslam öncesi Türk tarihini yadsır. Ona göre, “Türk milliyetçiliğinin başlangıç tarihi ne 1923’tür ne de milattan öncedir”. Bu tarih, “Anadolu’nun vatan olmasına yol açan” 1071’le başlar; “milli tarih bilinci” bu tarihten sonra oluşur.
Nurettin TopçuHareket dergisinde şunları yazar: “İslam’la mecz olmuş Anadolu milliyetçiliğinin baş düşmanı Kemalizmdir. Altıok milliyetçiliği; kaba, bozuk, maddeci birrealizmdir (gerçekçilik y.n.). Halkçılığı gerçekte halka düşmanlıktır. Köycülüğü, köylününüzerinde kurduğu saltanattır. Devrimciliği ilkesizliktir. Laikliği ise din düşmanlığıdır... Irkî tarihimizin bin yıldır İslam’la yoğrulmuş Anadolu Türkü için bu tarihten bir ideal çıkarmak imkansızdır... Kendini asırlardır İslama adamış bir milletin çocuklarını, kısır, içi boş Türkçülükle şaşırtmak, koca bir maziyi sonunda bir ırk gurubuna bağlamak, Anadolu Türküne yapılmış en büyük haksızlık olur...”9

12 Eylül ve MHP

Milliyetçi Hareket Partisi, 12 Eylül’den sonra tüm partilerle birlikte kapatıldı (16 Ekim 1981) ve mallarına el kondu. Alparslan Türkeş başta olmak üzere parti yöneticileri tutuklandı; binlerce parti üyesi gözaltına alındı, işkence gördü; Türk Ceza Yasası’nın “149 ve 146. maddelerindeki cürümleri işlemek” suçundan dava açıldı ve Türkeş 11 yıl hapse mahkum oldu. Beş kişiye idam, dokuz kişiye ömür boyu, iki yüz yirmi bir kişiye de 10 ayla 36 yıl arasında çeşitli hapis cezaları verildi. Karar, Yargıtay Birinci Ceza Dairesince onaylandı (1995).10

Tutuklamalar; Cezalar

Yıllarca devleti savunmuş olan MHP, devlet tarafından, üstelik ağır biçimde cezalandırılmıştı. Bu durum, Sıkıyönetim Mahkemesi iddianamesine, verilen cezalardan daha ağır biçimde yansıtılmıştır.
MHP yönetici ve üyeleri, hiç hak etmedikleri bir davranışla karşılaştıklarına inanıyor ve kullanılmışlığın ezikliğini yaşıyordu. Uzun yıllar savaşmışlar, acı çekmişler, buna karşın ceza evlerine doldurulmuşlardı.
Onca savaşım (mücadele) bir anda anlamını yitirmişti. İddianamede yapılan suçlamalar o denli ağırdır ki, devlet tarafından yapılan bu suçlamalar MHP’liler için, maddi olmaktan çok ruhsal çöküntüye yol açacak tinsel bir cezaydı. Şöyle suçlanıyorlardı: “Anayasal düzenin Cumhuriyetçilik ve demokrasi ilkelerine aykırı olarak, devletin tek kişi tarafından yönetilmesi amacına yönelik değiştirilmesine zor yoluyla kalkışmak, Türkiye ahalisini birbiri aleyhine silahlandırarak toplu kıyıma yönlendirmek, toplu kıyıma neden olmak, bu cürümlere katılmak, TCK’nın 149 ve 146. maddelerinde yazılı cürümleri işlemek için silahlı örgüt oluşturmak”.11

Kimlik Bunalımı

12 Eylül’ün, kendilerini “Komünizm tehlikesine karşı devleti koruma” gibi bir özgörevle (misyon) tanımlayan MHP’yi mahkum etmesi, tabanda yaygın bir kimlik bunalımına yol açtı. Parti yönetimine güvenerek ülke yararına olduğuna inandığı ağır bir savaşım içine giren üyeler, özellikle genç olanlar, büyük bir düş kırıklığı yaşayarak siyasetten çekildiler.
Alparslan Türkeş ve parti yöneticileri, mahkemedeki savunmalarında kendilerini,“düşüncesi iktidarda, kendisi zindanda bir kadro”12 olarak tanımlıyordu. “Komünizmi ezmek”adına, politik malzeme olarak kullanılmışlar, yıprandıkları anda da bir kenara konmuşlardı. Başını ABD’nin çektiği küresel merkezler, Türkiye’de artık, başka amaçlar için başka güçlerle çalışacaktı. Tabanında milliyetçilerin bulunduğu MHP’nin, bu çalışma içinde şimdilik yeri yoktu.

ABD ve MHP

MHP yönetimlerinin yürüttüğü politikalar ve 12 Eylül uygulamalarının sonucu, binlerce yurtsever insan yanlış bir siyasi savaşım içinde yok olup gitti. Parti yöneticileri, ABD’yle ilişkilerin Türkiye için ne denli çekinceli olduğunu görmüyor, tersine onun öngördüğü politikaları yürütmenin hem parti, hem de Türkiye açısından yararlı olacağına inanıyordu. ABD, Türkiye’nin vazgeçilmez dostu kabul ediliyordu. Alparslan Türkeş’in Brzezinski’nin 1980’de Türkiye’ye gelişiyle ilgili yaptığı değerlendirme, bu anlayışın çarpıcı örneklerinden biriydi.

Brzezinski ve Alpaslan Türkeş

Brzezinski, ABD Başkanı Carter’in Ulusal Güvenlik Danışmanı’dır. 1980 yılında, 12 Eylül darbesinden hemen önce Türkiye’ye gelmiş, hükümetle değil Genel Kurmay BaşkanıKenan Evren ve TÜSİAD üyeleriyle görüşmüştü. Kenan Evren’e kendisiyle Amerika Birleşik Devletleri adına görüştüğünü söylemiş ve “Türkiye’de istikrarlı bir yönetim istiyoruz” demişti.13“İstikrar” dan kast edilenin ne olduğu, hem 12 Eylül uygulamalarında hem de Brzezinski’nin daha sonra yayınladığı anılarında görülecektir.
Alparslan TürkeşBrzezinski’nin Türkiye’ye geldiği günlerde, Bunalımdan Çıkış Yoluadlı bir kitap yayımladı. Bu kitapta, ABD ile ilişkiler konusunda görüşlerini açıklıyor, ABD adına“istikrarlı bir yönetim” isteyen Brzezinski konusunda şu değerlendirmeyi yapıyordu: “Resmi görevinin yanında kuvvetli bir ilim adamı olan Brzezinski bazı gazetecilerle yaptığı görüşmede, ’Ortadoğu ülkelerini yalnız bırakarak onları galiba Ruslara yem haline getirdik. Bundan o ülkeler gibi biz de ızdırap duyuyoruz. Fakat Batı, özellikle Amerika, bundan sonra geçmişteki hatalarını tekrarlamayacaktır. Bütün gücümüzle hürriyetçi ülkelerin, gelişme ve güçlenmelerine yardımcı olacağız...’ demiştir. Batının, hatalarını Brzezinski kadar görmüş olmasını ve Brzezinski gibi çözüm yollarını farketmiş bulunmasını arzu ediyoruz”.14
Türkeş’in “kuvvetli bir bilim adamı” dediği Brzezinski, Türkiye’deki hemen tüm karışık işlerde parmağı olan ve herhalde MHP davasıyla da yakından ilgilenmiş bir kişidir. Türkiye’ye gelip, Kenan Evren ve TUSİAD üyeleriyle görüştükten kısa bir süre sonra, 12 Eylül olmuştur.

Bugünkü MHP

MHP bugün, yöneticilerinin niteliği ve düşünsel yapısıyla partiden çok; kişiye bağlı, ilkesiz ve eylemsiz bir örgüt durumundadır. Parti çalışması, genel başkanlarının Meclis salonlarında yaptığı konuşmalar ve sözcüsünün medyaya yaptığı açıklamalarla sınırlandırılmıştır.
Yıllarca savunduğu Türk milliyetçiliği saldırı altındayken, ülkede çekincelerle (tehlikelerle) dolu bir dönem yaşanırken, parti örgütleri sessizlik içindedir. Ulusal değerlerin yok edilişi olağan dışı bir edilgenlikle (pasiflikle) yalnızca izlenmektedir. Partilere yaşam veren kitlesel eylem adeta yasaklanmıştır. Genel başkanın uygun göreceği yer ve zamanda yapılacak ve yalnızca kendisinin konuşacağı mitingler, kitle eylemi sayılmaktadır.
MHP bugünkü konumuyla AKP’nin yürüttüğü politikaya kritik dönemlerde yaptığı katkıyla dikkat çekmektedir. CHP, R.Tayip Erdoğan’ın milletvekili olmasının yolunu açarken; MHP 2002 erken seçim kararının alınmasına ve Abdullah Gül’ün Cumhurbaşkanı seçilmesine olanak sağlamıştır. Yönetime geldiğinde, Kemal Derviş’in programını uygulamıştır. Yeniden hükümete girse, AKP’nin sürdürdüğü politikadan başka bir politika izlemeyecektir. ANAP ve DSP ile birlikte yer aldığı 57.Hükümette yaptıklarının aynısını yapacaktır.
MHP bugünkü yapısıyla Türk ulusunun gereksinimlerine yanıt verecek, Cumhuriyet’i savunabilecek bir parti olmaktan uzaktır. Bu nedenle geleceği yoktur, yok olması kaçınılmazdır.

DİPNOTLAR

1                “Ülkücü Hareket – I”, Hakkı Öznur, Akik – 1996,  sf.148, 149
2                a.g.e.  sf.147
3                a.g.e.  sf.154
4                “12 Eylül’de İrtica”, Prof.Dr.Çetin Yetkin, Ümit Yay., Ank.– 1994, sf.43
5                “Ülkücü hareket – I”, Hakkı Öznur, Akik – 1996,  sf.156 ve 227
6                “Cumhuriyet Dönemi Türkiye Ansiklopedisi” İletişim Yay., 8.Cilt,  sf.2115
7                “Fırtınalı Yıllarda Ülkücü Hareket”, Turhan Feyizoğlu, Ozan Yay.  2000,  sf.65 ve 66
8                “Ülkücü Hareket – I”, Hakkı Öznur, Akik – 1996, sf.106
9                a.g.e. sf.108–110
10             “Cumhuriyet Dönemi Türkiye Ansiklopedisi” İletişim Yay., 15.C.,  sf.1276
11             Büyük Larousse, Gelişim yayınları, 13.Cilt,  sf.8185
12             “Cumhuriyet Dönemi Türkiye Ansiklopedisi” İletişim Yay., 15.C.,  sf.1276
13             “Ülkücü Hareket – I”, Hakkı Öznur, Akik – 1999, sf.260

14             “Bunalımdan Çıkış Yolu”, Alparslan Türkeş, Yeni Y., 2.Bas.–1980, sf.37, 38



.