İşçi Partisi etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
İşçi Partisi etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

2 Ağustos 2018 Perşembe

Hangi Güçbirliği? Hangi Kararlılık?

Hangi Güçbirliği? Hangi Kararlılık? 

Serdar ANT
Haziran 15, 2011 13:12

Hangi Güçbirliği? Hangi Kararlılık?


“Cumhuriyet Güçbirliği: Aynı Kararlılıkla Devam…”

14 Haziran tarihli Aydınlık gazetesinin en arka sayfasında yukarıdaki başlık yer alıyor. Cumhuriyet Güçbirliği, bir anlamda “durmak yok, yola devam” kararını açıklıyor!

İşçi Partisi Genel Başkan Vekili Mehmet Bedri Gültekin’e göre “Biricik çıkış yolu: Cumhuriyet Güçbirliği…”

Şule Perinçek ise “Mücadele görevimiz daha da büyüdü” görüşünde…

Seçimde Ankara 2. bölgeden aday olan ve seçilemeyen Erdoğan Karakuş ise “Cumhuriyet Güçbirliği mücadelesini aynı kararlılıkla sürdürecek” diyor.

Denizli’den milletvekili adayı olup seçilemeyen Mustafa Güleç de “çalışmalarımızın boşa gitmediğini, geleceğe yatırım olduğunu düşünüyorum” şeklinde konuşuyor.

Uzatmayalım, sonuçta Cumhuriyet Güçbirliği sanki hiçbir şey olmamış gibi devam etme kararını ilan ediyor! İyi de ortada üzerinde düşünülmesi, sorgulanması gereken bir durum yok mu gerçekten? Cumhuriyet Güçbirliği’nin bağımsız adayları, seçimlere “spor” olsun diye mi girdi? Bir amaçları yok muydu?

Vardı tabii…

Diğer bütün adaylar gibi seçilip Meclis’e girmeyi amaçlayan Cumhuriyet Güçbirliği, bir milli hükümetin kurulmasını sağlayarak AKP iktidarını yıkmayı hedefliyordu. 30 kişiyle!

Ne var ki halkın tercihi Cumhuriyet Güçbirliği adayları yönünde olmadı ve 30 adaydan hiçbiri seçilecek yeterli oyu alamadı. İşin daha düşündürücü olan kısmı ise, Cumhuriyet Güçbirliği adaylarının aldığı oyların komik denecek düzeyde olmasıdır. Bu nedenle olsa gerek, seçim öncesinde Cumhuriyet Güçbirliği adaylarını en ince ayrıntısına kadar tanıtan Aydınlık gazetesi, seçimden sonra Güçbirliği adaylarının aldığı oyları yayınlamaktan bile kaçınmıştır. 30 adaydan sadece Doğu Perinçek, Yaşar Müjdeci, Çetin Doğan, Tuncay Özkan, Ceyhan Mumcu ve Erdoğan Karakuş’un kaç oy aldığı 13 Haziran tarihli Aydınlık’ta yayınlanmıştır, o kadar…

Peki, kalan adaylar seçimlerde kaç oy aldılar acaba?

O zaman Aydınlık gazetesinin okuyucusundan sakladığı sonuçları ben kısaca aktarayım. ( İlk rakam alınan oy sayısı, parantez içindeki sayı da % olarak oy oranıdır.)

Hayrettin Çavuşoğlu (Adana):           2 869  (0.25)
Ceyhan Mumcu (Ankara-1):               2 663  (0,17)
Erdoğan Karakuş (Ankara-2):            1 800  (0,12)
Atilla Uğur (Antalya) :                3 718  (0,35)
Orhan Özkaya (Aydın) :                   899  (0,14)
Kartal Cemil (Balıkesir) :             1 776  (0,23)
Mehmet Alanbel (Bursa):                2 343  (0,14)
Murat Burhanoğlu (Çorum):                196  (0,06)
Mustafa Güleç (Denizli) :                751  (0,13)
Mehmet Tanrıkulu (Diyarbakır)            978  (0,33)
Mehmet Saygın Turan (Edirne):            286  (0,08)
Nermin Yıldız (Eskişehir) :            1 402  (0,28)
Abdullah S. Kocaman (Gaziantep):       1 637  (0,20)
Vecdet E. Gürpınar (Gümüşhane):           28  (0,04)
Melih Sürmeli (Hatay) :                2 267  (0,29)
Deniz Yıldırım (Isparta):                901  (0,35)
Çetin Doğan (İstanbul-2):              9 378  (0,38)
Ümit Ülgen (İstanbul-3):               4 739  (0,30)
Yaşar Müjdeci (İzmir-1) :             17 513  (1,43)
Doğu Perinçek (İzmir-2):              12 842  (1,00)
Hasan Parkan (Kayseri):                  235  (0,03)
Halil Nebiler (Kırklareli):              237  (0,01)
Recai Alkan (Kocaeli):                 2 517  (0,26)
Zihni Koşkar (Manisa):                 1 277  (0,15)
Mahmut Şentut (Mersin):                3 276  (0,33)
Mehmet Karakamışlıoğlu (Muğla):          979  (0,19)
Mehmet Emin Akyüz (Niğde):               174  (0,09)
Zafer Şen (Tekirdağ):                  1 616  (0,32)
Bülent Baş (Trabzon):                    375  (0,08)
Mehmet Akkaya (Zonguldak):               382  (0,01)

Cumhuriyet Güçbirliği’nin 30 adayı Türkiye genelinde toplam 80 063 oy alabilmiştir! Bu, Türkiye genelinde kullanılan 42 069 869 geçerli oyun sadece % 0,19’una eşittir!

Örneğin Antalya’da “Arbanya aşiretinden 10 bin oy” alacağı iddia edilen Atilla Uğur, seçimlerde sadece 3 718 oy alabiliyorsa ortada yanıtlanması gereken bir soru yok mudur?

Seçim öncesinden Aydınlık gazetesinde “ Ankara’nın dörtte birini oluşturan Çorumlular ‘Erdoğan Karakuş Paşa’nın arkasında…” şeklinde sözde " haberlerle " propagandası yapılan Ankara 2. Bölge adayı Erdoğan Karakuş’un kendi seçim çevresinde geçerli kabul edilen 1 438 787 oyun sadece 1800’ünü alabilmiş olmasında bir gariplik yok mudur?

İşçi kenti Zonguldak’ta, adı İşçi Partisi olan bir partinin yöneticisi olan, işçi Mehmet Akkaya’nın sadece 382 oy (%0,01) alabilmesi düşündürücü değil midir?

Örneğin seçimde Denizli’den milletvekili adayı olup seçilemeyen, ama “çalışmalarımızın boşa gitmediğini, geleceğe yatırım olduğunu düşünüyorum” diyen Mustafa Güleç, 671 809 kayıtlı seçmenin bulunduğu Denizli’de, kullanılan 582 800 geçerli oyun, sadece 751’ini (%0,12) alabiliyorsa, çıkıp da nasıl “çalışmalarımız boşa gitmedi” diyebilir artık?

Örnekler çoğaltılabilir. Amacım basit bir oy hesabı yapmak değil. Ama seçime de laf olsun diye girilmiyor ki… Alınan oy, bir anlamda halka ne kadar ulaşılabildiğinin, düşüncelerin millete ne derece anlatılabildiğinin ve “Atatürk’te birleştik” diye ortaya çıkanların seçmenler tarafından ne denli ciddiye alınıp benimsendiğinin bir göstergesidir. Bu nedenle milyonu aşkın seçmenin oy kullandığı bir seçim bölgesinde 5 bin oy bile alamayanlar, geleceğe yönelik kararlılık açıklaması yapmadan önce dönüp aynaya bakmalı ve “neden?” sorusunu en azından kendilerine sormalıdırlar.

Örneğin Cumhuriyet Güçbirliği adayları arasında en yüksek oyu, İzmir 1. Bölgeden aday olan Yaşar Müjdeci aldı: 17 513… Yaşar Paşa’nın seçim bölgesinde 1 426 779 kayıtlı seçmen var. Bunun 1 247 732’si seçimde oy kullanmış ve bu oyların da 1 223 008’i geçerli sayılmış. Sonuçta Yaşar Müjdeci, işte bu geçerli sayılan 1 223 008 oyun sadece 17 513’ünü alabilmiştir! (% 1,43) Bu bölge, Cumhuriyet Güçbirliği’nin en “başarılı” olduğu bölgedir!

Benzer bir durum İzmir 2. Bölgeden aday olan Doğu Perinçek için de geçerli… Perinçek’in seçim bölgesinde de 1 447 543 kayıtlı seçmenden 1 311 577’si oy kullanmış ve bu oyların da 1 277 830’u geçerli sayılmış. İşte Perinçek, bu geçerli 1 277 830 oyun sadece 12 842’sini alabilmiş! (%1)

Şimdi Cumhuriyet Güçbirliği taraftarları ve özellikle de Doğu Perinçek ile Yaşar Müjdeci “neden?” diye sormuyorlar mı kendilerine? Bu orandan ve alınan oydan memnunlar mı?

Kimse imkânların yetersizliği bahanesine sığınamaz. Emrinde ulusal düzeyde yayın yapan bir gazete ile bir ulusal televizyon kanalı olan kaç aday vardı? Ayrıca Aydınlık’a göre “İzmir’de Cumhuriyet Güçbirliği; 90 seçim bürosu, 5 binden fazla Güçbirliği gönüllüsüyle arı gibi çalışıyor. Her gün 100’e yakın İzmirli kendiliğinden büroya gelip Perinçek ve Müjdeci gönüllüsü oluyorlar”dı! (Aydınlık, 9.5.2011)

Ne var ki sonuç ortada işte! İzmir gibi demokrat, ilerici, Cumhuriyetçi seçmenin ağırlıklı olduğu bir bölgede bile halkın ancak yüzde 1-1,5 kadarının desteği alınabiliyorsa, devrimciliği ve yurtseverliği kimseye bırakmayanların en azından kendilerine bir dönüp bakmaları ve özeleştiri yapmaları gerekmez mi?

Ne var ki bu oylar sadece bir hezimeti ve halktan kopukluğu göstermiyor. Bir çöküşü de işaret ediyor aynı zamanda… 2011 seçimlerinde Cumhuriyet Güçbirliği adaylarının aldığı oyları, İşçi Partisi’nin 2007 genel seçimlerinde aynı seçim çevrelerinde aldığı oylarla karşılaştırdığımızda daha da ilginç bir tablo ortaya çıkıyor. 2007 genel seçimlerinde İşçi Partisi adaylarının, aynı seçim bölgelerinde aldıkları oylar şöyle:

Adana:      3625
Ankara-1:   4710
Ankara-2:   4016
Antalya:    3591
Aydın:      3613
Balıkesir:  3364
Bursa:      4537
Çorum:      1076
Denizli:    3866
Diyarbakır:  614
Edirne:     1142
Eskişehir:  2079
Gaziantep:  1474
Gümüşhane:   168
Hatay:      2214
Isparta:    1014
İstanbul-2: 5033
İstanbul-3: 5547
İzmir-1:    5847
İzmir-2:    6245
Kayseri:    1440
Kırklareli: 1257
Kocaeli:    2380
Manisa:     3074
Mersin:     2662
Muğla:      2926
Niğde:      1144
Tekirdağ:   1702
Trabzon:    1192
Zonguldak:  2259

Bu durumda Cumhuriyet Güçbirliği adaylarının, Adana, Ankara-1, Ankara-2, Aydın, Balıkesir, Bursa, Çorum, Denizli, Edirne, Eskişehir, Isparta, İstanbul-3, Kayseri, Kırklareli, Manisa, Muğla, Niğde, Tekirdağ, Trabzon ve Zonguldak’ta İşçi Partisi’nin 2007 seçimlerinde aldığı oy kadar bir oy bile alamadığı görülüyor! Kısacası Cumhuriyet Güçbirliği’nin seçime katıldığı 30 bölgenin 20’sinde İşçi Partisi’nin 2007 seçimlerinde aldığı oya bile ulaşamaması, ortada aslında bir güçbirliğinin olmadığını, dahası “Cumhuriyet Güçbirliği” adı altında seçime katılan İşçi Partisinin İzmir hariç neredeyse bütün bölgelerde oy kaybettiğini göstermektedir.

Örneğin 2007 seçimlerinde işçi kenti Zonguldak’ta 2259 oy alan İşçi Partisi, 2011’de merkez yöneticilerinden işçi Mehmet Akkaya ile bu ilde sadece 382 oy alabiliyorsa, bu durum neyin göstergesidir acaba? Ya da 2007 seçimlerinde Ankara’da toplam 8716 oy alan İşçi Partisi’nin, 2011’de aynı bölgede oyları yarı yarıya düşmüşse, bu, yangından mal kaçırır gibi oluşturulan “Cumhuriyet Güçbirliği” girişiminin halk tarafından ciddiye alınmadığının kanıtı değil midir?

Cumhuriyet Güçbirliği adaylarının 2011 seçimlerinde yarıştığı 30 bölgede toplam 80 063 oy almalarına karşılık, İşçi Partisi’nin 2007’de bu bölgelerde toplam 83 811 oy almış olması, Güçbirliği adı altında aceleyle ve partizan bir anlayışla yapılmaya çalışılanların, İşçi Partisi tabanında bile benimsenmediğini göstermektedir!

Bu durumda “ Cumhuriyet Güçbirliği : Aynı Kararlılıkla Devam ” diyenlere sormak gerek:

Hangi güçbirliği? Hangi kararlılık?

Ulusal kavramları ve değerleri kendi siyasi amaçları için maske olarak kullananların pişkinliğine karşı halk yanıtını seçimlerde vermiştir. Bu durumda devekuşu gibi başını kuma gömüp gerçekleri görmezden gelerek, başarısızlıklarını gözlerden saklayabileceğini sananlar, önce aynaya bakmalı ve yukarıdaki tablonun hesabını vermelidirler!

Serdar ANT, 14 Haziran 2011


http://www.guncelmeydan.com/pano/hangi-gucbirligi-hangi-kararlilik-serdar-ant-t28647.html

***

23 Temmuz 2017 Pazar

Arkada Bıraktığımız 65 yıl Hepimize Ders olsun!




Arkada Bıraktığımız 65 yıl Hepimize Ders olsun!

Tarih:07-09-2010



İşçi Partisi Genel Başkanı Doğu Perinçek: Arkada bıraktığımız 65 yıl hepimize ders olsun! 

• CHP, DP ve DSP’nin hayırda buluşmaları, Atatürk’ün başbakanları İnönü ile Bayar’ın da buluşmasıdır. 

Bayar ve İnönü, İttihat ve Terraki ve CHP’de başka deyişle devrime önderlik eden partide birlikteydiler. 

Türkiye, devrimini yitirip Atlantik sistemine bağlanırkken ayrıldılar. 
Ancak onlar ve izleyicileri devlet adamıydı. Çünkü o zaman, bağımlılaşma sürecine rağmen, bir millî devlet vardı. 

Bugün Türkiye’yi sözleşmeli personel yönetiyor. Bu koşullarda kökleri İnönü ve Bayar’a uzanan partiler aynı barikatta buluştu. 
Dahası cephelerini ABD’ye dönen Milliyetçiler ve Sosyalist Sol da aynı barikatta. Hepsi, yıkılan millî devletin son kaleleri önünde sipere girmişlerdir. 
Atatürk’te buluşmanın programını cesaretle belirlemek gerekiyor.

2010 buluşmasında yalnız İnönü ve Bayar yok; Nâzım Hikmet de var. Türkiye cephesinin Diyap Ağaları her zaman olmuştur. Onlar Kürdümüzün ABD zincirine vurulamayan değerlerini temsil ederler. Tayyip Erdoğan Hayır cephesini tanımlıyor: CHP, MHP, DSP, DP, İşçi Partisi.

İdam’a götürülürken, Temel’e son sözünü sormuşlar. “Bu bana ders olsun” demiş. Arkada bıraktığımız 65 yıl hepimize ders olsun! Umarız, bu dersi Temel gibi idam sehpasında anlamayız.

Sayın Kurtul Altuğ Ağabeyin, 5 Eylül 2010 günü, saat 11’de Ulusal Kanal’daki Politika’nın Nabzı programını izlediniz mi? Her Pazar izlemenizi öneririm. 

65 YIL SONRAKİ BULUŞMA

CHP ve DP’nin hayırda buluşmaları, tahlil edilmesi gereken önemli bir olay. Aslında bu buluşma, Atatürk’ün başbakanları İnönü ile Bayar’ın da buluşmasıdır. O açıdan Aydınlık’ın geçen haftaki kapak haberi çok anlamlıydı. Bayar’ın kızı Eski Bursa Milletvekili Sayın Nilüfer Gürsoy ile İnönü’nün kızı Sayın Özden Toker’in hayırlı duruşları, bir dönüm noktasını işaretliyor.

CHP ve DP’nin ayrışması, İkinci Dünya Savaşı sonrasında oldu. Türkiye, Atlantik sistemine bağlanırken ayrıldılar.

DEVRİMCİYKEN BİRLİKTEYDİLER

İsmet Bey ve Mahmut Celâl Bey, Türkiye’nin ilk önemli devrimci örgütü İttihat Terakki’de birlikteydiler; vatan ve hürriyet için mücadele ettiler. 

İstiklâl Savaşı’nda aynı yola baş koymuşlardı. Lafla değil, kelle koltukta.

Kemalist Devrim’in en başından, 1920’den itibaren önder kadroda yer aldılar. Türkiye’nin çağ atlamasında, 18 yıl sağlam durarak, Atatürk’ün bakanlığını ve başbakanlığını yaptılar.

Türkiye 1935 yılında yeni bir atılımın eşiğine gelmişti. CHP 5. Büyük Kurultayı, ağalığın ve şeyhliğin kökünü kazımak için toprak reformu kararı aldı. 1937 Anayasası bu amaçla değiştirildi. Kamulaştırılacak ağa topraklarına tazminat sorunu devrimci bir tarzda çözüldü. 1937’de Anayasaya, “Türkiye Cumhuriyetçi, Milliyetçi, Halkçı, Devletçi, Laik ve Devrimci bir devlettir” tanımı kondu. Bu devrimci Anayasa önerisinin altında İnönü ve Bayar’ın imzaları vardı. 

ATLANTİK SİSTEMİNİN KAPISINDA BÖLÜNDÜLER

Ortaçağ kalıntılarının imdadına önce savaş yetişti; savaştan sonra ise ABD emperyalizmi. Türk Devrimi, kireçlenme aşamasına girdi. ABD geldi Türkiye’yi denetim altına aldı. Ağalar ve şeyhler, artık dünya ağasının koruması altındaydılar. Kemalist Devrim’in önderleri de, ağalarla ve şeyhlerle kol kola politika yapmayı öğrendiler. İstiklâl Savaşı’nı yapanlar, işte bu ortamda “Küçük Amerika olacağız” programını ilan ettiler. Önce İnönü’nün genç bakanı Nihat Erim, daha sonra DP’nin önderi Celal Bayar. Böylece CHP de, DP de yeni sistemin içinde yer aldılar. 1945’te Atatürk’ün “arasız devrimler” çizgisi terkedilmiş, Küçük Amerika dönemi başlamıştı. Atatürk’ün devrimcileri, Atlantik sisteminde iktidar ve muhalefet rollerini paylaştılar. Devrimin birleştirdiği İnönü ve Bayar, devrimin sona ermesiyle ayrıldılar.

1980-90’A KADAR YİNE DE MİLLÎ DEVLET VARDI

Ancak 1980’e kadar yine de, Atatürk’le kurduğumuz millî devlet yıkıma uğramamıştı. Türkiye, ABD denetimine rağmen, yine de belli bir karar alanına sahipti. KİT’ler hâlâ ekonominin ağırlığını taşıyor ve lokomotif görevi yapıyordu. Hükümetler, çimento ve şeker fabrikaları kurmakla, barajlar yapmakla övünüyorlardı. Gümrükler ayaktaydı, tarım destekleniyordu. Geniş bir iç pazar vardı. Devlet, eğitim ve sağlık hizmetini üstlenmişti ve bir sosyal güvenlik sistemi inşa ediliyordu. Laiklik, aşındırılsa da, devlet ve toplum hayatını belirliyordu. Bunların değerini sosyalistler de yeni anlıyor.

Asıl yıkım, 24 Ocak 1980 kararları ve 12 Eylül 1980 Amerikancı darbesiyle geldi. İnönü ve Bayar’ların 1945 sonrasında kurdukları “demokratik” denen rejim, yerini devletsizleşme, milletsizleşme, vatansızlaşma, özelleşme ve giderek ordusuzlaşma sürecine bıraktı. Dünya ekonomisiyle bütünleşiyoruz ve küreselleşiyoruz sloganlarıyla millî devletin dağılması sürecine girildi. Sovyetler Birliği’nin 1990’da dağılması, bu sürece büyük hız verdi. Artık Özal, Çiller, Tayipgillerin saltanat dönemi başlamıştı. En sonunda “Küçük Amerika” olmuştuk.

DEVLET ADAMLIĞI YERİNE SÖZLEŞMELİ PERSONEL DEVRİ

Artık yöneticiler, devlet adamlarına benzemiyordu; sözleşmeli personel kimliklerini sergilediler.

İsmet İnönü ve Celal Bayarlar, bir devrimin kadrolarıydı; 1945 sonrasında devrimi devam ettirmediler ama Atlantik sistemi onları sözleşmeli personel yapamazdı. Menderes’i de hiçbir kuvvet, sözleşmeli personel yapamazdı; oğlunu da yapamaz. Demirel ve Ecevitler de, devlet adamı okulunda yetişmişlerdi. 

Özal, Çiller ve Tayyip Erdoğanlar ise devlet yıkıcılarıdır. Devleti yıkanlar, kendi devlet adamı olma olanaklarını da yıkmışlardır. BOP Eşbaşkanlığı kurumu böyle çıktı ortaya. 

Ve bu süreç, bugün Demirel, Baykal, Cindoruk, Kılıçdaroğlu, Bahçeli, Masum Türker ve Bedri Gültekin’in hep birlikte saptadıkları gibi, artık bir hesaplaşma uğrağına gelmiş bulunuyor. 

BULUŞTUĞUMUZ BARİKAT

1945-1990 döneminin yöneticileri, henüz arkalarına bakıp 1945, 1980-90 uğraklarında neler olduğu konusunda zihinleri açan bir tahlil yapmıyorlar ve sorumluluklarını da belirlemiyorlar. Ama bir barikatta buluşmuşlardır. Bu barikat, Cumhuriyet barikatıdır. Yıkılan millî devletin ve parçalanan vatanın son kaleleri önünde siperlere girmişlerdir. 

Celal Bayar ve İsmet İnönü’nün, bugün kuruluşuna emek verdikleri mevzilerde buluşmaları doğaldır. Ve süreç, onları devrimcileştirmektedir. Çünkü elde “muhafaza ve müdafaa edilecek” pek bir şey kalmamıştır. Ama Cumhuriyetin kurumlarını yeniden kurma görevi vardır. İnönü ve Bayar’ın izleyicileri, Fethullahları büyütüp beslediler, ama şimdi tehlikenin farkındadırlar. Herhalde anlamışlardır, o büyütülen Fethullah, Ufuk Söylemez’in yerinde uyarısıyla cemaat değil, Haçlı irtica imiş.

2010 BULUŞMASININ ÖNEMLİ FARKI


2010 buluşmasında yalnız İnönü ve Bayar yok; Nâzım Hikmet de var. Bu Türkiye cephesinin Diyap Ağaları, Revanduzlu Özdemir Beyleri, Kürtlüğüyle gurur duyan Ali Saip (Ursavaş) Beyleri her zaman olmuştur. Onlar milletimizin parçası olan Kürdümüzün ABD zincirine vurulamayan karakterini ve değerlerini temsil ederler.

Tayyip Erdoğan’ın Hayır cephesini tanımlarken saydığı partiler, saflaşmayı ortaya koyuyor: CHP, MHP, DSP, DP, İşçi Partisi ve diğer sosyalist partiler.

Karşı cephe ise: ABD, AB, Tayyip_Erdoğan-Abdullah Gül ve ABD zincirine bağlanan bir kısım PKK-BDP yöneticileri.

65 yıl sonraki buluşmanın anlamını bilince çıkarmak ve programını cesaretle saptamak gerekir. Bu buluşma, Atatürk’te buluşmadır. Devrimle kurulan Cumhuriyette, devrimle birleştirilen Vatanda ve devrimle oluşturulan Millette buluşmadır. Ama henüz devrimciliği eksik olan bir buluşmadır. Ne var ki, bu buluşmanın devrimcileşmesi kaçınılmazdır. Atatürk’te buluşma, başka türlü olamaz. Bunun işaretleri de görülmektedir.

1945 ÖNCESİNDEKİ ATALARIMIZ

Herkes yeniden 1945 öncesindeki atalarını keşfedecektir. CHP, DP ve DSP, İnönü ve Bayar üzerinden Atatürk Devrimciliğini keşfedecektir. MHP milliyetçileri, 70 yıldır unuttukları devrimci Akçuralar ve Ziya Gökalpler üzerinden İttihat Terakki ihtilalciliğini ve Kemalist devrimciliği hatırlayacaklardır. Hatırlamazlarsa, BBP gibi, Fethullah üzerinden ABD’ye bağlanırlar. Sosyalistler, Kemalist Devrim inkârcılığının döneklik yolu olduğunu yerlerde sürünen misallere bakarak iyice anlayacaklardır. Geçmişteki devrimin mevzilerine girmeden, geleceğin devrimini yapamazsın!

Millî ve halkçı güçler, düşman Türkiye’nin üzerine geldikçe, birbirlerine sarılmak, birbirlerini anlamak durumundadırlar. Herkes birbirini anlamada, birbirine yardım etmelidir.

NİLÜFER GÜRSOY VE ÖZDEN TOKER

Ben çok isterdim; Bayar ailesinin kıdemlisi Sayın Nilüfer Gürsoy ile İnönü ailesinin kıdemlisi Sayın Özden Toker, 12 Eylül öncesinde bir araya gelsinler ve milletimize yeni sürecin bildirisini vermiş olsunlar. Onlar, benim gözümde devrimin yadigârlarıdır. Değerleri, hatıraları kadar büyüktür. Onların devrimle beslenen erdemleri, son zamanlarda kenara köşeye itilse de, gelecek kuşaklara örnek olacaktır. Herhalde birbirlerinin değerini de biliyorlardır.

Atatürk Devrimiyle kurduğumuz Cumhuriyetimiz, vatanımız ve millî varlığımız; kuşkusuz olumsuz hatıralarla karşılaştırılmayacak önemdedir. Devrimle kurduğumuz her şey, bugün Atlantik merkezli bir karşıdevrimle yıkılmaktadır. Türkiye, yeniden Atatürk önderliğinde İnönü ve Bayarlarla gerçekleştirdiğimiz devrime muhtaç hale gelmiştir.

UMARIZ TEMEL’İN DURUMUNDA DEĞİLİZDİR

Temel’i biliyorsunuz. İdam’a götürülürken, son sözünü sormuşlar. “Bu bana ders olsun” demiş.

Arkada bıraktığımız 65 yıl hepimize ders olsun! 

Umarız, bu dersi Temel gibi idam sehpasında anlamayız.



http://vatanpartisi.org.tr/genel-merkez/haberler/isci-partisi-genel-baskani-dogu-perincek-arkada-biraktigimiz-65-yil-hepimize-ders-olsun-8037