MİLLİYETÇİ HAREKET PARTİSİ (MHP)
MHP bugün, yöneticilerinin niteliği ve düşünsel yapısıyla partiden çok; kişiye bağlı, ilkesiz ve eylemsiz bir örgüt durumundadır. Parti çalışması, genel başkanlarının Meclis salonlarında yaptığı konuşmalar ve sözcüsünün medyaya yaptığı açıklamalarla sınırlandırılmıştır. Yıllarca savunduğu Türk milliyetçiliği saldırı altındayken, ülkede tehlikelerle dolu bir dönem yaşanırken, parti örgütleri sessizlik içindedir. Ulusal değerlerin yok edilişi olağan dışı bir edilgenlikle yalnızca izlenmektedir. Partilere yaşam veren kitlesel eylem adeta yasaklanmıştır. Genel başkanın uygun göreceği yer ve zamanda yapılacak ve yalnızca kendisinin konuşacağı mitingler, kitle eylemi sayılmaktadır. MHP bugünkü yapısıyla Türk ulusunun gereksinimlerine yanıt verecek, Cumhuriyet’i savunabilecek bir parti olmaktan uzaktır. Bu nedenle geleceği yoktur, yok olması kaçınılmazdır.
İlk Dönem
MHP’nin ortaya çıkışı, yeni bir parti olarak kurulmayla değil, Alparslan Türkeş’in arkadaşlarıyla birlikte, başka bir partinin yönetimine gelmesiyle başlar. Türkeş’in ele geçirdiği bu parti, Osman Bölükbaşı’nın uzun yıllar genel başkanlığını yaptığı Cumhuriyetçi Köylü Millet Partisi’dir (CKMP). Türkiye Komünizmle Mücadele Derneği’nin desteğiyle gerçekleşen bu değişimle, ılımlı bir karşıtçı parti olan CKMP, savaşkan bir siyasi örgüt haline geldi. Dört yıl bu adla çalışan parti, 1969 yılında Milliyetçi Hareket Partisi adını aldı ve 12 Eylül yönetimi tarafından kapatıldığı 16 Ekim 1981’e dek varlığını sürdürdü. Milliyetçi Hareket Partisi, gençlik üzerinde etkili olan ve bu etkiyi Meclis’ten çok Meclis dışında kullanan, eyleme dönük bir örgüt oldu.
Dokuzışık
CKMP’nin eylem ve ideolojisine her zaman Genel Başkan Alparslan Türkeş yön verdi.Türkeş 1965’de, daha sonra niteliği önemli oranda değişerek kitaplaştırılan Dokuz Işık İlkesi adlı bir broşür çıkardı. CKMP’nin programına temel oluşturan bu broşürde; Milliyetçilik, Ülkücülük,Ahlakçılık, İlimcilik, Toplumculuk, Köycülük, Hürriyetçilik ve Şahsiyetçilik, Girişimcilik, Endüstrive Teknikçilik başlıklarıyla partinin temel görüşleri ortaya konuyor ve Türkiye’nin gelişip güçlenmesi için bu görüşler doğrultusunda ilerlenmesi gerektiği söyleniyordu.
Dokuzışık İlkesi temel alınarak hazırlanan parti programında, “Kemalizmin partiye yol gösterdiği” açıklanıyor, CKMP’nin “Milliyetçi, demokratik, laik ve yasalara saygılı” bir parti olduğu söyleniyordu. “Özgürlük, milliyetçilik, ahlakçılık, toplumculuk, gelişme ve halkçılık, köycülük ve sanayileşme” partinin temel ilkeleriydi. İlkeleri açıklayan bölümlerde “milliyetçilik”ilkesine özel vurgu yapılıyor ve şunlar söyleniyordu: “Türk milliyetçiliği anti-emperyalist, barışçı, özgürlükçü ve demokratik bir görüştür. Bu nitelikler Türk tarihinden, Türk halkından ve Atatürk’ün düşüncelerinden alınmıştır”.1
Adana Kongresi: Türkçülükten İslamcılığa
1965’te kabul edilen program, 1969’a dek, parti eylemine yön veren belge olarak önemini korudu. Ancak, 1969 Adana Kongresi’nde alınan kararlarla, yeni bir yöneliş içine girildi ve parti politikası önemli oranda değiştirildi. Örgüt ideolojisine yön veren Alparslan Türkeş, yakın çevresinin de etkisiyle, daha önce hiç dile getirmediği görüşler ileri sürdü.
Yeni yönelişle; milliyetçilik, Türkçülük, laiklik, devletçilik gibi temel konularda, içeriğe yönelik anlayış değişikliği yaşanıyor ve Atatürkçülük artık anılmıyordu. Türkçülüğün yerini önemli oranda İslamcılık alıyor, etnik yapıyla dini inancı birbirine karıştıran Türk İslam Sentezigibi bilimselliği olmayan ve Türk etnik kimliğiyle çelişen yeni bir kavram getiriliyordu.
Adana Kongresi’nden hemen sonra başlayan süreçle, yönetiminde Adalet Partililerin olduğuKomünizmle Mücadele Dernekleri’nin yürüttüğü eylem türü, yani saldırganlık onlardan devralındı ve bu eylemler yaygınlaştırılarak sürdürüldü. ABD’nin Yeşil Kuşak kuramını geliştirdiği ve Türkiye’de anti-Amerikan savaşımın yükseldiği döneme denk gelen bu değişim, çarpıcı sonuçlarıyla MHP’nin kapatılmasına dek sürdü.
Türkeş’in Değişimi
Alparslan Türkeş, 1961 yılında Cumhuriyet gazetesinden Cevat Fehmi Başkurt’la yaptığı görüşmede şunları söylemişti: “Atatürk devrimleri yerinde saymadı, aksine geriledi. Din, kıyafet ve en önemlisi anlayış olarak geriledi... Son zamanlarda Anadolu’yu hiç dolaştınız mı? Çarşafın nasıl kapkara bir yangın halinde bütün yurdu sardığını gördünüz mü? Gerileme yalnız bu alanlarda olmadı. Örneğin Türkçecilikte oldu. Türkçecilik Atatürk’ün bu millete en yararlı armağanlarından biriydi. İhaneti önce, ezanı Arapça okutmakla başlattılar... Türk camilerinde Türkçe Kuran okunur, Arapça değil”.2
Ülkücü kesimden Hakkı Öznur, Ülkücü Hareket adlı yapıtında, Dündar Taşer ve Ahmet Er gibi “Milli-İslami hassasiyetleri olan kişiler”in, “Türkeş’i de yönlendirerek”, CKMP’yi“Kemalist yapıdan milli ve manevi ağırlıklı bir siyasi çizgiye” getirdiğini söyler. Bu savın doğruluk payı yüksektir. Çünkü Alparslan Türkeş, 1969 Adana Kongresi’nde yaptığı konuşmada, eski düşüncelerini değil, Ahmet Er’in bir yıl önce açıkladığı ve “üçüncü yol” adını verdiği görüşleri yansıtmıştı.
Ahmet Er, 1968’deki İstanbul İl Kongresi’nde şunları söylemişti: “İslam, kişi ve toplum hayatında olduğu gibi, dünya ve kainatta da dengeyi hedef almaktadır. İslam bir ideoloji değil, bir hayat nizamıdır. Kaynağı İslam ve hak olmayan bir hareket başarıya ulaşamaz. Bizim milli hareketimizin kaynağı ve anlayışı da Kuran ve sünnete dayanmaktadır”.3
Ahmet Er ve ABD
Ahmet Er’in dile getirdiği görüşlerle, o dönemde ve daha sonra Washington’dan yapılan açıklamalar ve Türkiye’ye önerilen politikalar arasında büyük benzerlikler vardır. TemelindeAtatürk’e karşıtlığa dayanan “ılımlı İslam” anlayışının bulunduğu bu politika, bugün artık toplumsal yaşamın hemen her alanını etkisi altına almıştır.
CIA Ortadoğu Direktörü ve ABD Ulusal İstihbarat Konseyi Başkanı Graham Fuller’ın yaptığı şu değerlendirmeyle, Ahmet Er’in sözleri arasındaki benzerlik şaşırtıcıdır. “Kemalizm bitti. Dünyadaki bütün liderler gibi o da sonsuza dek yaşayacak ürün veremedi. Oysa İncil ve Kuran hala veriyor. Bu nedenle, kendisine entelektüel güven duyan Türkiye, İslam’ın günlük yaşamdaki yerini almasını yeniden düşünmelidir”.4
“Üçüncü Yol” ve MHP Çizgisi
Üçüncü Yol anlayışı Adana Kongresi’nde partinin temel ideolojisi haline getirildi. Adana’daki ideolojik değişim, aynı kongrede biçimsel yeniliklerle tamamlandı.
Cumhuriyetçi Köylü Millet Partisi adı, Milliyetçi Hareket Partisi olarak değiştirildi. Parti amblemi, Osmanlı’nın üç hilalli bayrağı oldu. “Tanrı Türkü korusun” sloganının yerine, “Tanrı Dağı kadar Türk, Hira Dağı kadar Müslümanız” sloganı getirildi. Bu tür sloganlar daha sonra“Kanımız aksa da zafer İslam’ın”, “Çağrımız İslam’da dirilişedir” ve “Ya Allah bismillahAllah-ü ekber” biçimini aldı.5
Değişiklikler, doğal olarak sancısız olmadı. Nihal Atsız başta olmak üzere birçok eskiTürkçü, değişime tepki gösterdi ve partiden ayrıldı.6 Ancak, tepki ve ayrılmalar sonucu değiştirmedi ve MHP giderek artan biçimde “İslamcı” yanı ağır basan bir parti durumuna geldi.
“Eğitim” Kampları
Yeni politika, parti eylemine yön veren girişimler olarak hızla uygulamaya sokuldu. Üyelerin eğitimi, özellikle gençlere yönelik parti eğitimi, Türkçülüğü değil “İslamcılığı” öğreten kurslar biçimindeydi. Parti yöneticilerinin “Gençlik Eğitim Kampları”, basının ise “Komando Kampları” adını verdiği etkinliklerde, Kurtuluş Savaşı’ndan, Atatürk’ten, emperyalizmden değil, daha çok din konularından, Osmanlı’dan, Komünizme karşı savaşım zorunluluğundan söz ediliyordu.
Yerleşim yerlerinden uzak yerlerde yapılan ve 21 gün süren bu kampların, sıkıdüzenle (disiplinle) uyulan günlük programı şöyleydi: “Sabah ezanı ile uyanış, temizlik ve toplu namaz-sabah sporu, dinlenme ve kahvaltı-mehter ve milli marşlarla yürüyüş, öğle namazı-seminer ve konferans, toplu ve bireysel çalışmalar, boks, güreş, judo, karate-ikindi ezanı ve toplu namaz, dinlenme, uyku-kısa yürüyüş, gece tatbikatı için hazırlık, akşam namazı ve akşam yemeği-günlük olaylar, basının eleştirilmesi ve kitap okuma-yatsı namazı ve yatış-belirsiz zamanlarda gece eğitimi için alarm”.7
Anadoluculuk Akımı
Kimi ülkücü yazar, 1969’daki değişimin ideolojik kaynağının, Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra ortaya çıkan ve Anadoluculuk Akımı adı verilen düşünsel devinim olduğunu söyler. Bu yargı yanlış değil, eksiktir. 1969 değişimine yön veren temel etmen yerel düşünsel akımlar değil, küresel politikaların Türkiye’ye yaptığı etkidir. “İslamcı” görüşlere dayanan Anadoluculuk Akımı, yapılmak istenen politik değişime uygun düştüğü için ideolojik bir araç durumuna getirilmiştir.
İsmail Hakkı Baltacıoğlu, Mustafa Şakip, Mehmet Erişirgil gibi isimlerin çıkardığıDergah dergisiyle başlayan, Mükrimin Halil İnanç, Hilmi Ziya Ülken, İsmail Hami Danişment’in çıkardığı Anadolu Mecmuası ile süren Anadoluculuk Akımı, Nurettin Topçu’yla gelişmiş ve dizgeleştirilmiştir (sistemleştirilmiştir). Nurettin Topçu, ülkücü yazar Hakkı Öznur’a göre, “Türkiye’de çeşitli fonksiyonları bulunan milliyetçilik anlayışına karşı çıkan” ve“İslam’ın sınırları ve ölçüleri içinde, İslam’a mecz olmuş (bağlanmış, erimiş, içine çekilmiş y.n.)bir Türk milliyetçiliği anlayışını ortaya koyan” düşünce adamıdır.8
Türklüğü Yadsıyan “Milliyetçi”
Nurettin Topçu, gerçekte kararlı bir Atatürk düşmanıdır. Ziya Gökalp’i şiddetle eleştirir, onu Auguste Comte ve Emile Durkheim’in öykünmecisi (taklitçisi) sayar; “Ziya Gökalp’e karşı olmayı” ilke edinir. Hareket Dergisi’nde yazdığı yazılarda, “Türk milletinin hayat ve kuvvet kaynağı İslam’dır” der ve İslam öncesi Türk tarihini yadsır. Ona göre, “Türk milliyetçiliğinin başlangıç tarihi ne 1923’tür ne de milattan öncedir”. Bu tarih, “Anadolu’nun vatan olmasına yol açan” 1071’le başlar; “milli tarih bilinci” bu tarihten sonra oluşur.
Nurettin Topçu, Hareket dergisinde şunları yazar: “İslam’la mecz olmuş Anadolu milliyetçiliğinin baş düşmanı Kemalizmdir. Altıok milliyetçiliği; kaba, bozuk, maddeci birrealizmdir (gerçekçilik y.n.). Halkçılığı gerçekte halka düşmanlıktır. Köycülüğü, köylününüzerinde kurduğu saltanattır. Devrimciliği ilkesizliktir. Laikliği ise din düşmanlığıdır... Irkî tarihimizin bin yıldır İslam’la yoğrulmuş Anadolu Türkü için bu tarihten bir ideal çıkarmak imkansızdır... Kendini asırlardır İslama adamış bir milletin çocuklarını, kısır, içi boş Türkçülükle şaşırtmak, koca bir maziyi sonunda bir ırk gurubuna bağlamak, Anadolu Türküne yapılmış en büyük haksızlık olur...”9
12 Eylül ve MHP
Milliyetçi Hareket Partisi, 12 Eylül’den sonra tüm partilerle birlikte kapatıldı (16 Ekim 1981) ve mallarına el kondu. Alparslan Türkeş başta olmak üzere parti yöneticileri tutuklandı; binlerce parti üyesi gözaltına alındı, işkence gördü; Türk Ceza Yasası’nın “149 ve 146. maddelerindeki cürümleri işlemek” suçundan dava açıldı ve Türkeş 11 yıl hapse mahkum oldu. Beş kişiye idam, dokuz kişiye ömür boyu, iki yüz yirmi bir kişiye de 10 ayla 36 yıl arasında çeşitli hapis cezaları verildi. Karar, Yargıtay Birinci Ceza Dairesince onaylandı (1995).10
Tutuklamalar; Cezalar
Yıllarca devleti savunmuş olan MHP, devlet tarafından, üstelik ağır biçimde cezalandırılmıştı. Bu durum, Sıkıyönetim Mahkemesi iddianamesine, verilen cezalardan daha ağır biçimde yansıtılmıştır.
MHP yönetici ve üyeleri, hiç hak etmedikleri bir davranışla karşılaştıklarına inanıyor ve kullanılmışlığın ezikliğini yaşıyordu. Uzun yıllar savaşmışlar, acı çekmişler, buna karşın ceza evlerine doldurulmuşlardı.
Onca savaşım (mücadele) bir anda anlamını yitirmişti. İddianamede yapılan suçlamalar o denli ağırdır ki, devlet tarafından yapılan bu suçlamalar MHP’liler için, maddi olmaktan çok ruhsal çöküntüye yol açacak tinsel bir cezaydı. Şöyle suçlanıyorlardı: “Anayasal düzenin Cumhuriyetçilik ve demokrasi ilkelerine aykırı olarak, devletin tek kişi tarafından yönetilmesi amacına yönelik değiştirilmesine zor yoluyla kalkışmak, Türkiye ahalisini birbiri aleyhine silahlandırarak toplu kıyıma yönlendirmek, toplu kıyıma neden olmak, bu cürümlere katılmak, TCK’nın 149 ve 146. maddelerinde yazılı cürümleri işlemek için silahlı örgüt oluşturmak”.11
Kimlik Bunalımı
12 Eylül’ün, kendilerini “Komünizm tehlikesine karşı devleti koruma” gibi bir özgörevle (misyon) tanımlayan MHP’yi mahkum etmesi, tabanda yaygın bir kimlik bunalımına yol açtı. Parti yönetimine güvenerek ülke yararına olduğuna inandığı ağır bir savaşım içine giren üyeler, özellikle genç olanlar, büyük bir düş kırıklığı yaşayarak siyasetten çekildiler.
Alparslan Türkeş ve parti yöneticileri, mahkemedeki savunmalarında kendilerini,“düşüncesi iktidarda, kendisi zindanda bir kadro”12 olarak tanımlıyordu. “Komünizmi ezmek”adına, politik malzeme olarak kullanılmışlar, yıprandıkları anda da bir kenara konmuşlardı. Başını ABD’nin çektiği küresel merkezler, Türkiye’de artık, başka amaçlar için başka güçlerle çalışacaktı. Tabanında milliyetçilerin bulunduğu MHP’nin, bu çalışma içinde şimdilik yeri yoktu.
ABD ve MHP
MHP yönetimlerinin yürüttüğü politikalar ve 12 Eylül uygulamalarının sonucu, binlerce yurtsever insan yanlış bir siyasi savaşım içinde yok olup gitti. Parti yöneticileri, ABD’yle ilişkilerin Türkiye için ne denli çekinceli olduğunu görmüyor, tersine onun öngördüğü politikaları yürütmenin hem parti, hem de Türkiye açısından yararlı olacağına inanıyordu. ABD, Türkiye’nin vazgeçilmez dostu kabul ediliyordu. Alparslan Türkeş’in Brzezinski’nin 1980’de Türkiye’ye gelişiyle ilgili yaptığı değerlendirme, bu anlayışın çarpıcı örneklerinden biriydi.
Brzezinski ve Alpaslan Türkeş
Brzezinski, ABD Başkanı Carter’in Ulusal Güvenlik Danışmanı’dır. 1980 yılında, 12 Eylül darbesinden hemen önce Türkiye’ye gelmiş, hükümetle değil Genel Kurmay BaşkanıKenan Evren ve TÜSİAD üyeleriyle görüşmüştü. Kenan Evren’e kendisiyle Amerika Birleşik Devletleri adına görüştüğünü söylemiş ve “Türkiye’de istikrarlı bir yönetim istiyoruz” demişti.13“İstikrar” dan kast edilenin ne olduğu, hem 12 Eylül uygulamalarında hem de Brzezinski’nin daha sonra yayınladığı anılarında görülecektir.
Alparslan Türkeş, Brzezinski’nin Türkiye’ye geldiği günlerde, Bunalımdan Çıkış Yoluadlı bir kitap yayımladı. Bu kitapta, ABD ile ilişkiler konusunda görüşlerini açıklıyor, ABD adına“istikrarlı bir yönetim” isteyen Brzezinski konusunda şu değerlendirmeyi yapıyordu: “Resmi görevinin yanında kuvvetli bir ilim adamı olan Brzezinski bazı gazetecilerle yaptığı görüşmede, ’Ortadoğu ülkelerini yalnız bırakarak onları galiba Ruslara yem haline getirdik. Bundan o ülkeler gibi biz de ızdırap duyuyoruz. Fakat Batı, özellikle Amerika, bundan sonra geçmişteki hatalarını tekrarlamayacaktır. Bütün gücümüzle hürriyetçi ülkelerin, gelişme ve güçlenmelerine yardımcı olacağız...’ demiştir. Batının, hatalarını Brzezinski kadar görmüş olmasını ve Brzezinski gibi çözüm yollarını farketmiş bulunmasını arzu ediyoruz”.14
Türkeş’in “kuvvetli bir bilim adamı” dediği Brzezinski, Türkiye’deki hemen tüm karışık işlerde parmağı olan ve herhalde MHP davasıyla da yakından ilgilenmiş bir kişidir. Türkiye’ye gelip, Kenan Evren ve TUSİAD üyeleriyle görüştükten kısa bir süre sonra, 12 Eylül olmuştur.
Bugünkü MHP
MHP bugün, yöneticilerinin niteliği ve düşünsel yapısıyla partiden çok; kişiye bağlı, ilkesiz ve eylemsiz bir örgüt durumundadır. Parti çalışması, genel başkanlarının Meclis salonlarında yaptığı konuşmalar ve sözcüsünün medyaya yaptığı açıklamalarla sınırlandırılmıştır.
Yıllarca savunduğu Türk milliyetçiliği saldırı altındayken, ülkede çekincelerle (tehlikelerle) dolu bir dönem yaşanırken, parti örgütleri sessizlik içindedir. Ulusal değerlerin yok edilişi olağan dışı bir edilgenlikle (pasiflikle) yalnızca izlenmektedir. Partilere yaşam veren kitlesel eylem adeta yasaklanmıştır. Genel başkanın uygun göreceği yer ve zamanda yapılacak ve yalnızca kendisinin konuşacağı mitingler, kitle eylemi sayılmaktadır.
MHP bugünkü konumuyla AKP’nin yürüttüğü politikaya kritik dönemlerde yaptığı katkıyla dikkat çekmektedir. CHP, R.Tayip Erdoğan’ın milletvekili olmasının yolunu açarken; MHP 2002 erken seçim kararının alınmasına ve Abdullah Gül’ün Cumhurbaşkanı seçilmesine olanak sağlamıştır. Yönetime geldiğinde, Kemal Derviş’in programını uygulamıştır. Yeniden hükümete girse, AKP’nin sürdürdüğü politikadan başka bir politika izlemeyecektir. ANAP ve DSP ile birlikte yer aldığı 57.Hükümette yaptıklarının aynısını yapacaktır.
MHP bugünkü yapısıyla Türk ulusunun gereksinimlerine yanıt verecek, Cumhuriyet’i savunabilecek bir parti olmaktan uzaktır. Bu nedenle geleceği yoktur, yok olması kaçınılmazdır.
DİPNOTLAR
1 “Ülkücü Hareket – I”, Hakkı Öznur, Akik – 1996, sf.148, 149
2 a.g.e. sf.147
3 a.g.e. sf.154
4 “12 Eylül’de İrtica”, Prof.Dr.Çetin Yetkin, Ümit Yay., Ank.– 1994, sf.43
5 “Ülkücü hareket – I”, Hakkı Öznur, Akik – 1996, sf.156 ve 227
6 “Cumhuriyet Dönemi Türkiye Ansiklopedisi” İletişim Yay., 8.Cilt, sf.2115
7 “Fırtınalı Yıllarda Ülkücü Hareket”, Turhan Feyizoğlu, Ozan Yay. 2000, sf.65 ve 66
8 “Ülkücü Hareket – I”, Hakkı Öznur, Akik – 1996, sf.106
9 a.g.e. sf.108–110
10 “Cumhuriyet Dönemi Türkiye Ansiklopedisi” İletişim Yay., 15.C., sf.1276
11 Büyük Larousse, Gelişim yayınları, 13.Cilt, sf.8185
12 “Cumhuriyet Dönemi Türkiye Ansiklopedisi” İletişim Yay., 15.C., sf.1276
13 “Ülkücü Hareket – I”, Hakkı Öznur, Akik – 1999, sf.260
14 “Bunalımdan Çıkış Yolu”, Alparslan Türkeş, Yeni Y., 2.Bas.–1980, sf.37, 38
.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder