DENİZ BAYKAL etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
DENİZ BAYKAL etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

30 Mart 2020 Pazartesi

BAYKAL NASIL " HİZAYA GETİRİLDİ "?

BAYKAL NASIL " HİZAYA GETİRİLDİ "? 


Bayram Ankaralı, 
Çoban Ateşleri,
4.4.2004 

CHP Genel Başkanı Deniz Baykal Yerel Seçimler öncesinde propaganda çalışmaları içerisinde küçük de olsa, hükümetin Kıbrıs ve AB politikalarına "eleştirel" yaklaşımlarda bulununca önce "kontürlü medya" sonra da ABD'den uyarı geldi. 

Verilen Mesaj net olarak şöyleydi: 

1-" KIBRIS ve AB konularında muhalif olma!.. Aksi takdirde seninle ilgili elimizdeki belgeleri açıklarız... Kızının İsviçre'deki hesaplarına ulaştık.." 

2-" Derviş'i Hazırlıyoruz. O bizim istediğimiz gibi bir muhalefet lideri olmaya zaten dünden hazır!..." 

DENİZ BAYKAL mesajı almakta hiç gecikmedi. 

Hemen 2 Nisan 2004 tarihinde TRT kameralarının karşısına gaçti. Ve çok ilginç açıklamalarda bulundu. 

TRT'nin haberine hep beraber göz atalım: 

" CHP Genel Başkanı Deniz Baykal, giderilmesi gereken bazı tereddütleriyle birlikte  Kıbrıs'ta memnuniyet verici noktalara ulaşıldığını söyledi. 

Avrupa Birliği'yle ilgili olarak da, kendisinin ve partisinin bundan böyle daha aktif rol alacağını belirten Baykal, hükümetin istemesi halinde bu konuda destek verebileceklerini kaydetti. 

Deniz Baykal, Kıbrıs ve Avrupa Birliği ile ilgili TRT'ye açıklamalarda bulundu. 

Kıbrıs'ta Gelinen noktayı değerlendiren Baykal, 

" Bazı noktalarda bizi memnun edecek noktalara ulaşıldığı izlenimi alıyorum. Bundan da memnuniyet duyuyorum. Bizim izlediğimiz politakanın bir işe yaramış olmasını ümit ediyorum. Bizim meselemiz sorunun çözümünü engellemek değil. Sorunun dengeli bir şekilde çözümlenmesi için muhalefet olarak Türkiye'ye yardım yapıyoruz " dedi. 

Baykal, gelecek hafta Meclis'te yapılacak Kıbrıs görüşmelerinde Rauf Denktaş'ın ve Mehmet Ali Talat'ın da bulunması için girişimlerde bulunduklarını kaydetti. 

Bazı tereddütlerin referanduma kadar giderilmesi gerektiğini vurgulayan Baykal şöyle devam etti:

" Yani Türkiye'nin Kıbrıs'tan elini eteğini çekmek zorunda bırakılmış, AB'ye girememiş olması bir kabustur. Umarım böyle olmaz. Hükümetin dikkatini bu noktaya çekmek istiyorum. " 

Baykal, önümüzdeki süreçte Türkiye'nin AB üyeliği için uluslararası platformda daha da aktif rol alacaklarını, 24 Nisan'da da Brüksel'de bunun ilk adımını atacaklarını söyledi." 

Fazla yoruma gerek yok sanırım!............. 

4.4.2004 

***** 

14 Aralık 2017 Perşembe

CHP'de Kürtçü darbe hazırlığı Gandi Kemal ve Doğan Medya,




CHP'de Kürtçü darbe hazırlığı   Gandi Kemal ve Doğan Medya,























Sayı: 232, 13.04.2009

Serap Yeşiltuna

29 Mart Yerel Seçimlerinin ardından siyasi analizciler, parti başkanları, yorumcular, gazeteciler, rakamları türlü türlü grafiklere sokarak, kendine göre yontarak farklı farklı sonuçlara vardı. Ancak tüm medyanın mutabık olduğu bir galip vardı: 

Kemal Kılıçdaroğlu.

AKP ile uzlaşmaz çelişkiler içine girerek bir anda en hızlı AKP karşıtlarından biri haline geliveren ve adeta "antifaşist" cephenin sözcülüğünü üstlenen Doğan Medya'nın biricik favorisiydi Kılıçdaroğlu.
Kılıçdaroğlu dürüstlüğün temsilcisiydi, CHP'nin yeni yüzü, İstanbul'un yeni umuduydu. Melih Gökçek'e karşı yürüttüğü yolsuzluk mücadelesinin, Dengir Mir Fırat'la giriştiği düellonun ardından, CHP'nin aslarından biri olmuştu ve Doğan Medya'nın da AKP'ye karşı sığınacağı en uygun alternatifti.
Seçimlerden önce yere göğe sığdıramadılar. CHP bir yanda, Doğan Medya bir yanda Kılıçdaroğlu rüzgarıyla devam etti seçim propagandaları.
Seçimler biter bitmez de, daha ilk geceden Türkiye'ye yeni bir kahraman kazandırıldı: Gandi Kemal.
Yürütülen propagandaya göre, CHP oylarını çok yükseltememişti ama yükselttiği yerlerde de bunun yegane sebebi Kılıçdaroğlu ve Kılıçdaroğlu'yla gelen açılımlardı.
Hürriyet'in 30 Mart manşeti "Gandi Kemal Mucizesi"ydi ve günlerdir sayfalarca yazı yazılıyor Gandi Kemal için. Fiziksel görünüşlerinin benzerliğinden ve Kılıçdaroğlu'nun sakin mizacından yola çıkarak bu benzetmeyi yapanlar aynı zamanda onu ulusal bir lider, bir direnişçi haline de getiriverdiler trajikomik şekilde.
Gandi Kemal sevinedursun aslında bu onun kavgası değil. Onun için başlatılmış bir girişim değil, hele hele onun başarısı hiç değil. Hükümetler devirip, hükümetler kuran Doğan Medya, AKP karşısında gücünü yitirmiş de olsa hâlâ etkin ve bir yanıyla yeni bir Amerikancı planının uygulatıcısı.
Evet, Doğan grubunun desteğiyle CHP içinde yeni bir darbe tezgahlanıyor: Kürt Darbesi.
Bu öyle bir darbe ki, sadece Kılıçdaroğlu'nun seçimlerde yakaladığı ivmeyle açıklanacak ve ona bağlanacak türden değil.
Daha seçimlerden çok önce başladı CHP'yi de bu Kürtçülük rüzgarına kaptırma sevdası.
Baykal, Tayyip'in Güneydoğu çıkarmasının hemen ardından, boynunda puşisiyle "etnik kimlik şerefimizdir" siyasetine başlamıştı ve bugün "Kürt sorunu" merkezine çekilmiş durumda.

İstanbul İl Başkanlığı merkezinde başlayan Kürtçülük

Kimler eliyle yapılıyor peki bu diye soracak olursak galiba burada bu kez Baykal mağdur. Ya da kendi kazdığı kuyuya kendi düşüyor diyebiliriz. Çünkü Kürtçülük açılımının mimarı Baykal'ın bizzat kendisi tarafından parlatılan isimlerden biri olan İstanbul İl Başkanı Gürsel Tekin.
Çarşaf açılımının da mimarı olan Gürsel Tekin, Karslı bir Kürt ve Kürtçülüğüyle "solculuğu" iç içe geçmiş isimlerden.
Seçim döneminde de Kılıçdaroğlu'nun yanında en çok sivrilen kişi. Aslında Kılıçdaroğlu'nun arkasındaki gizli el de denebilir. Ve en çok görünen, en çok konuşan isim. Hatta seçim gecesi Baykal evinde oturmuş TVden seçim sonuçlarını izliyorken, basına açıklamalarını yapan isim. Yani bu seçimleri konuşurken CHP'yi değil de, CHP İstanbul İl Örgütü'nü ve Gürsel Tekin'i konuşmak gerekiyor.
Gürsel Tekin ve Kılıçdaroğlu'nu överek Baykal'ı indirme propagandası iki koldan yürütülüyor. Bir yanda Doğan Medya, diğer yanda da Zaman gazetesi aracılığı ile Fethullahçılar tarafından.
"Baykal gitsin ve Kılıçdaroğlu ile Gürsel Tekin gelsin. Bakın o zaman CHP oylarını nasıl artıracak."
"İyi de bundan size ne" demek geliyor insanın içinden çünkü "ne Atatürkçüsünüz ne de CHP'li."
Ancak ABD bir kez düğmeye bastı ve tüm piyonlarına farklı koldan aynı propagandayı yaptırıyor.

Azılı CHP düşmanları açılımların CHP'sini destekliyor!

Örneğin, CHP'nin Güneydoğu'da neredeyse hiç denecek kadar az oy alması tüm medyaya dert oldu. Özellikle Zaman gazetesi de meseleye eğilerek CHP'nin buradaki zaaflarını gidermesini telkin etmeye başladı. Güneydoğu'da PKK'nın dışında siyasi bir hareketin artık varolmadığını kendi oy oranlarından da anlayamayan bu zevat CHP'ye akıl üzerine akıl vermeye başladılar.
Eski ülkücü yeni Fethullahçı Mümtaz'er Türköne, "Seçim bir tecrübeyse İstanbul'da uygulanan yöntemler işe yaradı. CHP geleceğini İstanbul üzerine inşa etmeli, Laiklik gerginliği yaratmadan, tersine çarşaf ve Kuran kursu açılımları ile etki menzilini karşı kutba yöneltti. Varoşlara girdi, seçkinlerin partisi hüviyetinden sıyrıldı" diyerek gazı veriyor.
Aynı gazeteden Hüseyin Gülerce de özetle "CHP halka yüzünü dönsün, inançlara saygılı laik olsun, çarşaf açılımına devam etsin, demokratik reformlarla Doğu ve Güneydoğu'da canlansın" buyuruyor.

Özellikle seçim sonrası en çok yapılan vurgu CHP'nin varoşlardaki oylarını artırdığına yönelik bir iddiaydı. Rakamlar elbette ortada. CHP'nin kıyı şeridi ve elit semtler haricinde oyunu artırdığı herhangi bir yer olmamasına rağmen "varoşlarda güçlenen CHP" yalanının tek bir amacı var. Çarşaf ve Kürt açılımlarını işe yaramış gibi göstermek. Zaten özellikle Zaman yazarları da buna vurgu yapıyor. Kürtçülük ve Şeriatçılık nereden gelirse gelsin ama gelsin!
CHP'nin imam adayı Osman Nuri Bedir %7'yi geçememiş olsa da, çarşaf açılımının başladığı Sultangazi'de AKP % 51 oy almış olsa da, medyaya göre açılımlar işe yaramıştır. CHP iktidar olmak istiyorsa açılımlara devam etmelidir.

Zaman gazetesi'nin daha 1 Nisan'da yaptığı haber şu: "CHP lideri Deniz Baykal çarşaf açılımını İstanbul'un Eyüp ilçesinde başlattı. Buradaki oy oranı yüzde 6,5 arttı. Başörtüsü ve camilerde kandil simidi dağıtan Pendik adayı Mustafa Salih Usta partisine yüzde 2 oranında oy kazandırdı. Seçim afişinde hadisi şerif kullanan Hüsamettin Ataman ise Denizli'de yüzde üçlük bir artış sağladı." Fethullahçıların yayın organı Zaman, CHP'nin açılımlarını övme işine kendini öyle kaptırmış ki ne AKP'nin bu belediyeleri kazandığını söylüyor ne de bu oyların Genç Parti'nin oyları olduğunu.
CHP'yi yeni açılımlara ve Kürtçülüğe teşvik etmeye çalışanlardan biri de Sabah gazetesinden Muharrem Sarıkaya: "Güneydoğudaki bir çok ilde % 1-2 oranında oy alan CHP, bu illerdeki insanların akrabalarının yoğun olarak yaşadığı İstanbul'da Kartal, Maltepe; Ankara'da Mamak, Yeni mahallede ciddi oy patlaması yaptı. Benzer durum Mersin, Antalya, ve İzmir'de Güneydoğu kökenli seçmenin yaşadığı yerlerde de görüldü. Bu da gösteriyor ki CHP Güneydoğu'ya yönelik yeni bir açılıma girerse karşılığını alacak, DTP'ye giden oylarının bir kısmını evine döndürecek."
Evet, iddiaya göre CHP Kürt mahallelerinden bile oy almaya başlamıştır ve böyle devam ederse Güneydoğu'daki tüm belediyeleri alması işten bile değildir!
İşin en komik tarafı da bu. CHP ile hiçbir alakası olmayan çevrelerin CHP'ye akıl vermeye, onu iktidar olmak için yönlendirmeye çalışması.
Taraf gazetesi bile bu ekibe katılmış durumda. Onların lügatinde de yeni yönelimin adı "CHP'nin normalleşmesi." Leyla İpekçi, Kılıçdaroğlu-Tekin ikilisine övgüler yağdırırken İzmirlilerin "sekter" tavrını eleştiriyor: "Gürsel Tekin ve ekibine çok iş düşüyor. CHP'nin yeni kadroları İzmirlilerin bu içe kapanmacı, homojen, ötekine var olma hakkı tanımayan, gizli faşizan profilini hayatta karşılığı olacak biçimde demokratikleştirmeyi başarırlar."

Varoşlardan yükselen etnikçilik

Kurdukları denklem basittir: CHP kötü, Kılıçdaroğlu ve Tekin iyi. Ancak bu kötülüğün ve iyiliğin kıstasları hiç de bizim tartıştığımız eksende yürümüyor.
Yıllardır Atatürkçüler olarak CHP'yi eleştiriyoruz. Ama sadece iktidar olamadığı için değil, Altı Ok'u reddettiği ve ideolojik olarak oradan oraya yalpaladığı, kimliksiz, duruşsuz bir parti olduğu için.
Türkiye'nin sahil şeridine kilitlendiği, kırsaldan, varoştan halktan tamamen koptuğu için eleştiriyoruz.
Milliyetçiliği bıraktığı, devletçiliği, halkçılığı elinin tersiyle reddedip liberal bir parti olduğu, özelleştirmelere, IMF'ye karşı koyamadığı için eleştiriyoruz. Elbette Baykal'ı da bunun için eleştiriyoruz.
Ancak şimdi Baykal gitsin, Kılıçdaroğlu ve Tekin gelsin diyenlerin derdi bu değil. Tam tersine artık daha da batağa çekilmiş bir CHP yaratmaya çalışıyorlar.
Bunu yaparken de CHP'nin çevre ve varoşlardan oy aldığını artık halka yöneldiğini bunun da birebir Gürsel Tekin'in başarısı olduğunu yutturmaya çalışıyorlar.
Taraf'tan Rasim Ozan Kütahyalı: "Yurttaşla birebir temas halinde, ilçe ilçe kasaba kasaba kasaba, mahalle mahalle gezerek emekten ve yoksuldan yana bir siyaset"ten bahsediyor.
Gürsel Tekin'in "ağır abi" tavırlarıyla, halkın içindenmiş görüntüsü yaratmaya çalışması, bürokrat tipli siyasetçi anlayışının dışında "tüccar" tavrı birilerine hoş görünüyor olabilir ancak bu halkla temasın değil halk dalkavukluğunun yeni bir biçimi. AKP o zaman en halkçı parti! Öyle ya AKP'li vekiller çok daha halktan görünüyor. Tayyip değil mi vatandaşın sofrasına oturup zaman zaman onun ekmeğini bölüşen.
Hatta bu ikilinin çok daha "sol" bir görüntü çizdiği iddiaları da Doğan'ın solcu gazetesi Radikal'den geliyor. Müthiş ikili, hem halkçı, hem de solcu.
Basının dediğine göre CHP ile halk arasında, varoşlar arasında bir köprü kurulmuş da bizim haberimiz yok!

Tekin ve Kılıçdaroğlu'nu kahraman yapan etnik kökenleri

Gürsel Tekin'i CHP'nin Tayyip Erdoğan'ı yapanlar, Kılıçdaroğlu için Türkiye'nin Karaoğlan'ı diyenler CHP dışından CHP içine doğru coşkulu bir "dönüşüm" havası başlattılar.
Bu öyle bir dönüşüm ki belki CHP'yi iktidara taşıyacak, CHP'den yeni bir AKP yaratabilecek bir dönüşüm. Biz bunu destekleyemiyoruz çünkü bu bizim anladığımız anlamda bir dönüşüm değil.
Yeni ekip CHP'yi Altı Oktan daha da uzaklaştıracak, onu daha da liberalleştirip Kürtçüleştirecek bir dönüşüme sokuyor.

Parlayan isimler:


Gürsel tekin









Gürsel Tekin, Karslı bir Kürt.

Kemal Kılıçdaroğlu, Tuncelili bir Kürt.

Kemal kılıçdaroğlu










Kemal Kılıçdaroğlu


Murat Karayalçın









Murat Karayalçın, Kürtçülüğün bayraktarı!

Murat Karayalçın,
Baykal seçimlerin ardından "AKP, DTP ile benzeşerek, DTP ile kaynaşarak, devletin hizmet ve yatırım olanaklarını kullanarak DTP'yi etkisizleştirmeye çalıştı ama insanlar bu aldatmacayı itti" diyerek AKP'yi eleştiriyordu. Ancak bu Kürtçülük yarışının içinde CHP de vardı. Parti programını bile "etnik kimlik şerefimizdir" söylemi üzerinden değiştiren Baykal "etnik kimlik" havuzunda boğulmak üzere.

Etnik kökenleri bizi hiç de ilgilendirmiyor ancak bu isimlerin parlama nedeni maalesef etnik kökenleri ve Kürtçülüğe yaktıkları yeşil ışık.
TV ekranlarından konuşan Kılıçdaroğlu "Kürt açılımı yapacak mısınız?" sorusuna "Kürtler konuşsunlar ne açılım istiyorlarsa söylesinler yapalım" diye cevap veriyor. Diyarbakır'a gidip açılım yapmaktan bile bahsediyor.
Obama'nın gelişinin ardından da hemen Baykal'la görüşerek Kurultay talebinde bulunarak "liderlik talebim yok, arkanızdayım ama yeni yönetim kurulsun" diyor.
Ve CHP, 11 Nisan'da parti meclisi toplantısında Kurultay'a gitme kararı alıyor.
Yeni yönetim kurulacak. Konuşulan Kılıçdaroğlu'nun MYK'ya alınması, Karayalçın'ın CHP içinde aktif göreve getirilmesi hatta başdanışman olması.
Ancak Doğan Medya'nın da Fethullahçıların da hedefi çok daha büyük.
Reha Muhtar "Tayyip Bey yanlısı yandaş basın bile Kılıçdaroğlu gelsin, ortalık renklensin diye davul çalıyor, CHP'den hala ses seda yok. CHP bu seçimde kaybetti ama Kılıçdaroğlu gelirse iş değişir" diyerek süreci hızlandırmaya çalışıyor.
İlk Kurultay için hedeflenen Baykal'ın düşürülüp, Kılıçdaroğlu'nun genel başkanlığa, Gürsel Tekin'in de yardımcılığa getirilip, Karayalçın'ın başdanışman yapılması ve parti içinde yeni bir ayıklamayla Kürtlerin aktif hale getirilmesidir.
Bu seçimlerde bazı yerlerde PKK'ya yakın isimlerin CHP'den aday yapıldığı düşünülürse değişim çok yakında ve bunun adı tam bir Kürt darbesi.
Öyle ki özellikle Taraf gazetesi başta olmak üzere yeni ikiliyi tutanların en önemli tezi de bunların Baykal gibi Ergenekon'un avukatlığını yapmıyor oluşu. "Gürsel Tekin, Kürt'tür ve Kürt meselesine de duyarlıdır" diyen Sabah yazarı Mahmut Övür, Taraf'a verdiği röportajda "Şimdi çok açıktan söyleyemiyorlar ama Tekin çetelere karşıdır, Baykal'ın tepkisini çekmek istemiyor ama Ergenekon'a onun gibi bakmıyor" demeye getiriyor.
Yani yeni ekip aynı zamanda AKP'nin tezgahının da destekleyicisi ve belki de PKK'yla mücadele etmiş paşaların yargılanmasını isteyecek kadar da Ordu düşmanı. Bunu zaman gösterecek.

Baykal "etnik kimlik" havuzunda boğulacak

Kısacası "vah Baykal" demekten kendimizi alamıyoruz. Kendi açtığı Kürtçülük çukurunun içine kendi düştü.
Baykal seçimlerin ardından "AKP, DTP ile benzeşerek, DTP ile kaynaşarak, devletin hizmet ve yatırım olanaklarını kullanarak DTP'yi etkisizleştirmeye çalıştı ama insanlar bu aldatmacayı itti" diyerek AKP'yi eleştiriyordu. Ancak bu Kürtçülük yarışının içinde CHP de vardı. Parti programını bile "etnik kimlik şerefimizdir" söylemi üzerinden değiştiren Baykal "etnik kimlik" havuzunda boğulmak üzere. Baykal'a acıyacak değiliz ancak görünen o ki bu havuzda asıl boğulmak istenen Türk milleti.
"Baykal gitsin, Baykal gitsin" diye çırpınan Atatürkçüleri artık çok daha tehlikeli bir dönem bekliyor. "Baykal nasıl olsa koltuğunu kimseye terk etmez" diye de düşünmesinler Amerika düğmeye bastığı an Baykal o koltuğu bu Kürtçü ekibe devretmek zorundadır.
CHP bu işten başarıyla çıkabilir mi peki?
Elbette çıkabilir. Çünkü bundan sonra bir yedek olarak tutulacaktır.
İktidar olamaz mı? Elbette olabilir, elbette varoşlardan da oy alabilir.
AKP nasıl alabildiyse, nasıl bir dilenci ekonomisi sistemi kurduysa, nasıl popülist bir söylem geliştirdiyse CHP'de yapabilir.
Ancak bunun adı ne halkçılık ne de Atatürkçülük olur. Gürsel Tekin çizmeleri giyip varoşlara gider gitmesine-söylendiğine göre 38 bin 600 km yol katetmişler Kılıçdaroğlu'yla - ancak "yeni halkçı" CHP, ne özelleştirmelere karşı çıkar, ne IMF'ye ne de Amerika'ya. Varoşlardaki çaresiz vatandaş da bu kez CHP'ye oy vermiş olur belki ama kaderi baki kalır.
Kürtçülüğün önünü açacak tüm söylemlerle DTP'ye yeni bir düşman kardeş gelmiş olur o kadar. Bugün AKP nasıl DTP ile rekabet ederek bir yandan Kürtçe kanalla, Barzani, Talabani dalkavukluğuyla Kürtçülüğü geliştiriyorsa bunun destekçilerinden biri de CHP olur.

Atatürk'ün kemiklerini sızlatan çizgi yani.

Ömrü Kürt isyanlarıyla mücadele etmekle geçmiş, laikliği kabul ettirebilmek için her türlü tehlikeyi göze almış, kadını esaretten kurtarmış Atatürk'ün kurmuş olduğu parti Kürtçülüğün ve çarşafın esareti altında.
Doğan Medya'nın, Fethullahçıların " Açılım! Açılım! Açılım!" Çığlıkları etrafında Kürtçüler tarafından kuşatılmış olarak!

Gerçekten vah Baykal diyoruz, yazık olacak.

(Sayı 232, 13/04/2009)


YAZI  HAKKINDAKİ  GÖRÜŞLER...


Adamın biri çok uzun yıllar yurt dışında kaldıktan sonra ülkeye dönmüş. Havaalanından evine gitmek için bir taksiye binmiş. Yolda giderken yanında sigarası olmadığını hatırlamış ve şoföre bir markette durmasını , sigara alacağını söylemiş. Şoför gitmiş bir camininönünde durmuş ve "" buyrun beyim, sigaranızı alın "" demiş. Adam şaşırarak "" nasıl yani , burası cami "" demiş. Şoför "" beyim artık ticaret camilerde yapılıyor "" demiş. Şaşkınlığı artan adam "" burası ibadet yeri değil miydi, hocalar, imamlar nerede...peki ibadet neredeyapılıyor "" diye sormuş. Şoför "" beyim ibadet üniversitelerde"" diye cevap vermiş. Adam "" profesörler, doçentler nerede... eğtim , eğitim nerede yapılıyor "" demiş. Şoför sakin sakin "" beyim eğitim hapishanelerde "" diye cevap vermiş. Adamcağız panik halinde "" yahapishanedeki hırsızlar, düzenbazlar nerede "" deyince , şoför cevap vermiş "" beyim onların hepsi şimdi mecliste ""

Tahsin Eksi, Almanya
2 Temmuz 2010

Türkiye’de her gün kız çocukları kaçırılıp zorla fuhuşa sürükleniyor, kadınlarımız kapkaça tecavüze uğruyor, her gün şehirlerde PKK gösterileri yapılıyor, Türk bayrakları yakılıyor, otobüsler yakılıyor, her gün birkaç asker şehit oluyor.
Bunları kim yapıyor? Neden ezelden beri sadece kürtler ayaklanıyor, kürtler örgüt kuruyor, kürtler kan döküyor?.. Arabamızı kaldırımın kenarına park ettiğimizde tepemize dikilip park parası isteyen, vermezsek biz yokken arabamızı çizip kaçan değnekçiler niye hep kürttür?.. Kırmızı ışıklarda arabamızın camına yapışıp dilenenler niye hep kürttür?.. Sokakta adım başı önümüze çıkıp "abeeey nooolur bir harçlıhh viir" diye sülük gibi yapışan, vermediğimiz takdirde küfreden 10 - 15 yaşındaki madde bağımlısı yaratiklar niye hep Kürttür?
Toplum olarak düzenimizi, birey olarak yaşantımızı, aile olarak huzurumuzu ve millet olaraksağlımızı bozan kürtlerin yarattığı tehlikeyi hala inkar etmek eğer gaflet değilse, nedir?
Kürtlerin yaptıklarını es geçip kabahati dış güçlerde aramakta hiç gerçekçi değil. Bu topluluktarafından icra edilen “Kapkaç, yankesicilik, hırsızlık, töre cinayetleri, taciz, gasp, beğendiği kızı şehrin orta yerinde kaçırıp ırzına geçerek evliliğe zorlama, etnik dayanışma ile gittiği tüm yerleri hegamonyası altına alıp kendisinden başkasına yaşam hakkı tanımama, haklı haksız her mecliste sadece kendisinden olduğu için birbirlerini destekleme, çocuk kaçırma, sapıklık, 9-10 yaşlarında çocukların tecavüz edilip öldürülmesi, elektrik su parası ödememe, vergi ödememe, sahteciliklerle asalak gibi yaşama, turistlik kasabaları ele geçirerek hem yerli halka, hemde turistlere zarar verme, devletin her imkanını sömürme, trafik magandalığı, şehir magandalığı, haraç toplama, liselerde, ilkokullarda çeteler kurup diğer öğrencileri sindirme, sahip olduğu feodal kültürü yaşadığı yere uydurmaya çalışma, uymayanlara zarar verme, sıcak para getiren tüm iş kollarına zor kullanarak hakim olma” gibi mevhumları hangi dış güçler kürtlere nasıl yaptırıyor? Merak ediyorum. Arkadaşlar, sorun ‘kürtçülük’ ‘bölücülük’ veya ‘terör’ değildir. Sorun kürdün ta kendisidir. Teröristi, esnafı, işadamı, öğretmeni, manavı, dolmuşçusu, garsonu, sapığı, eşkiyası, kapkaççısı, anarşisti.... hepsi aynıdır. Türk milleti için şu an aleyhte bir faaliyet göstermeyen kürtler olabilir, ancak bunların vadesi sonsuz değildir. Kaldı ki o “sadık kürt” bile sokaklarda, işyerinde veya okullarda gene kürtlüğünün gereğini icra edecektir. Kürtlüğün gereğinin ne olduğunu ise hepimiz biliyoruz.

Tahsin Eski, Almanya 
27 Haziran 2010

iyi ne güzel işte böylece chp li ulusalcılarda ulusal partiye geçer artık sizde chp nin meclisteki sandalyelerine oturur türkiye yi şu anki yönetimden daha iyi yönetirsiniz

Mehmet Ali Tanır, Ankara 
14 Mayıs 2010

ben atatürkçüyüm hemde sapına kadar ama chp deki yanlışların analizindede haklısınız!bende ist il bşk.gittiğimde oradaki havanın ohh ne ala havasını içtim,dediğiniz gibi gürsel tekin etrafına hemşehrelerini toplamış aynı nurettin sözenin sivaslıları topladığı gibi..ancak benim için en büyük tehlike dincilerdir,onları defetmek için her şey yapmaya hazırlanalım..

Kemal, İstanbul 
6 Mart 2010

Artık baykalı değil ama atatürk ilke ve devrimlerini kurtarmak için türksolu olarak üzerimize büyük görevlerin düştüğünü anlıyoruz bu yazıda ve gerçek atatürkçülere diyoruzki atatürkçü partide buluşalım geliyoruz tam bağımsız türkiye için geliyoruz

Adem Üzüm, Ordu 
7 Ocak 2010





23 Temmuz 2017 Pazar

Arkada Bıraktığımız 65 yıl Hepimize Ders olsun!




Arkada Bıraktığımız 65 yıl Hepimize Ders olsun!

Tarih:07-09-2010



İşçi Partisi Genel Başkanı Doğu Perinçek: Arkada bıraktığımız 65 yıl hepimize ders olsun! 

• CHP, DP ve DSP’nin hayırda buluşmaları, Atatürk’ün başbakanları İnönü ile Bayar’ın da buluşmasıdır. 

Bayar ve İnönü, İttihat ve Terraki ve CHP’de başka deyişle devrime önderlik eden partide birlikteydiler. 

Türkiye, devrimini yitirip Atlantik sistemine bağlanırkken ayrıldılar. 
Ancak onlar ve izleyicileri devlet adamıydı. Çünkü o zaman, bağımlılaşma sürecine rağmen, bir millî devlet vardı. 

Bugün Türkiye’yi sözleşmeli personel yönetiyor. Bu koşullarda kökleri İnönü ve Bayar’a uzanan partiler aynı barikatta buluştu. 
Dahası cephelerini ABD’ye dönen Milliyetçiler ve Sosyalist Sol da aynı barikatta. Hepsi, yıkılan millî devletin son kaleleri önünde sipere girmişlerdir. 
Atatürk’te buluşmanın programını cesaretle belirlemek gerekiyor.

2010 buluşmasında yalnız İnönü ve Bayar yok; Nâzım Hikmet de var. Türkiye cephesinin Diyap Ağaları her zaman olmuştur. Onlar Kürdümüzün ABD zincirine vurulamayan değerlerini temsil ederler. Tayyip Erdoğan Hayır cephesini tanımlıyor: CHP, MHP, DSP, DP, İşçi Partisi.

İdam’a götürülürken, Temel’e son sözünü sormuşlar. “Bu bana ders olsun” demiş. Arkada bıraktığımız 65 yıl hepimize ders olsun! Umarız, bu dersi Temel gibi idam sehpasında anlamayız.

Sayın Kurtul Altuğ Ağabeyin, 5 Eylül 2010 günü, saat 11’de Ulusal Kanal’daki Politika’nın Nabzı programını izlediniz mi? Her Pazar izlemenizi öneririm. 

65 YIL SONRAKİ BULUŞMA

CHP ve DP’nin hayırda buluşmaları, tahlil edilmesi gereken önemli bir olay. Aslında bu buluşma, Atatürk’ün başbakanları İnönü ile Bayar’ın da buluşmasıdır. O açıdan Aydınlık’ın geçen haftaki kapak haberi çok anlamlıydı. Bayar’ın kızı Eski Bursa Milletvekili Sayın Nilüfer Gürsoy ile İnönü’nün kızı Sayın Özden Toker’in hayırlı duruşları, bir dönüm noktasını işaretliyor.

CHP ve DP’nin ayrışması, İkinci Dünya Savaşı sonrasında oldu. Türkiye, Atlantik sistemine bağlanırken ayrıldılar.

DEVRİMCİYKEN BİRLİKTEYDİLER

İsmet Bey ve Mahmut Celâl Bey, Türkiye’nin ilk önemli devrimci örgütü İttihat Terakki’de birlikteydiler; vatan ve hürriyet için mücadele ettiler. 

İstiklâl Savaşı’nda aynı yola baş koymuşlardı. Lafla değil, kelle koltukta.

Kemalist Devrim’in en başından, 1920’den itibaren önder kadroda yer aldılar. Türkiye’nin çağ atlamasında, 18 yıl sağlam durarak, Atatürk’ün bakanlığını ve başbakanlığını yaptılar.

Türkiye 1935 yılında yeni bir atılımın eşiğine gelmişti. CHP 5. Büyük Kurultayı, ağalığın ve şeyhliğin kökünü kazımak için toprak reformu kararı aldı. 1937 Anayasası bu amaçla değiştirildi. Kamulaştırılacak ağa topraklarına tazminat sorunu devrimci bir tarzda çözüldü. 1937’de Anayasaya, “Türkiye Cumhuriyetçi, Milliyetçi, Halkçı, Devletçi, Laik ve Devrimci bir devlettir” tanımı kondu. Bu devrimci Anayasa önerisinin altında İnönü ve Bayar’ın imzaları vardı. 

ATLANTİK SİSTEMİNİN KAPISINDA BÖLÜNDÜLER

Ortaçağ kalıntılarının imdadına önce savaş yetişti; savaştan sonra ise ABD emperyalizmi. Türk Devrimi, kireçlenme aşamasına girdi. ABD geldi Türkiye’yi denetim altına aldı. Ağalar ve şeyhler, artık dünya ağasının koruması altındaydılar. Kemalist Devrim’in önderleri de, ağalarla ve şeyhlerle kol kola politika yapmayı öğrendiler. İstiklâl Savaşı’nı yapanlar, işte bu ortamda “Küçük Amerika olacağız” programını ilan ettiler. Önce İnönü’nün genç bakanı Nihat Erim, daha sonra DP’nin önderi Celal Bayar. Böylece CHP de, DP de yeni sistemin içinde yer aldılar. 1945’te Atatürk’ün “arasız devrimler” çizgisi terkedilmiş, Küçük Amerika dönemi başlamıştı. Atatürk’ün devrimcileri, Atlantik sisteminde iktidar ve muhalefet rollerini paylaştılar. Devrimin birleştirdiği İnönü ve Bayar, devrimin sona ermesiyle ayrıldılar.

1980-90’A KADAR YİNE DE MİLLÎ DEVLET VARDI

Ancak 1980’e kadar yine de, Atatürk’le kurduğumuz millî devlet yıkıma uğramamıştı. Türkiye, ABD denetimine rağmen, yine de belli bir karar alanına sahipti. KİT’ler hâlâ ekonominin ağırlığını taşıyor ve lokomotif görevi yapıyordu. Hükümetler, çimento ve şeker fabrikaları kurmakla, barajlar yapmakla övünüyorlardı. Gümrükler ayaktaydı, tarım destekleniyordu. Geniş bir iç pazar vardı. Devlet, eğitim ve sağlık hizmetini üstlenmişti ve bir sosyal güvenlik sistemi inşa ediliyordu. Laiklik, aşındırılsa da, devlet ve toplum hayatını belirliyordu. Bunların değerini sosyalistler de yeni anlıyor.

Asıl yıkım, 24 Ocak 1980 kararları ve 12 Eylül 1980 Amerikancı darbesiyle geldi. İnönü ve Bayar’ların 1945 sonrasında kurdukları “demokratik” denen rejim, yerini devletsizleşme, milletsizleşme, vatansızlaşma, özelleşme ve giderek ordusuzlaşma sürecine bıraktı. Dünya ekonomisiyle bütünleşiyoruz ve küreselleşiyoruz sloganlarıyla millî devletin dağılması sürecine girildi. Sovyetler Birliği’nin 1990’da dağılması, bu sürece büyük hız verdi. Artık Özal, Çiller, Tayipgillerin saltanat dönemi başlamıştı. En sonunda “Küçük Amerika” olmuştuk.

DEVLET ADAMLIĞI YERİNE SÖZLEŞMELİ PERSONEL DEVRİ

Artık yöneticiler, devlet adamlarına benzemiyordu; sözleşmeli personel kimliklerini sergilediler.

İsmet İnönü ve Celal Bayarlar, bir devrimin kadrolarıydı; 1945 sonrasında devrimi devam ettirmediler ama Atlantik sistemi onları sözleşmeli personel yapamazdı. Menderes’i de hiçbir kuvvet, sözleşmeli personel yapamazdı; oğlunu da yapamaz. Demirel ve Ecevitler de, devlet adamı okulunda yetişmişlerdi. 

Özal, Çiller ve Tayyip Erdoğanlar ise devlet yıkıcılarıdır. Devleti yıkanlar, kendi devlet adamı olma olanaklarını da yıkmışlardır. BOP Eşbaşkanlığı kurumu böyle çıktı ortaya. 

Ve bu süreç, bugün Demirel, Baykal, Cindoruk, Kılıçdaroğlu, Bahçeli, Masum Türker ve Bedri Gültekin’in hep birlikte saptadıkları gibi, artık bir hesaplaşma uğrağına gelmiş bulunuyor. 

BULUŞTUĞUMUZ BARİKAT

1945-1990 döneminin yöneticileri, henüz arkalarına bakıp 1945, 1980-90 uğraklarında neler olduğu konusunda zihinleri açan bir tahlil yapmıyorlar ve sorumluluklarını da belirlemiyorlar. Ama bir barikatta buluşmuşlardır. Bu barikat, Cumhuriyet barikatıdır. Yıkılan millî devletin ve parçalanan vatanın son kaleleri önünde siperlere girmişlerdir. 

Celal Bayar ve İsmet İnönü’nün, bugün kuruluşuna emek verdikleri mevzilerde buluşmaları doğaldır. Ve süreç, onları devrimcileştirmektedir. Çünkü elde “muhafaza ve müdafaa edilecek” pek bir şey kalmamıştır. Ama Cumhuriyetin kurumlarını yeniden kurma görevi vardır. İnönü ve Bayar’ın izleyicileri, Fethullahları büyütüp beslediler, ama şimdi tehlikenin farkındadırlar. Herhalde anlamışlardır, o büyütülen Fethullah, Ufuk Söylemez’in yerinde uyarısıyla cemaat değil, Haçlı irtica imiş.

2010 BULUŞMASININ ÖNEMLİ FARKI


2010 buluşmasında yalnız İnönü ve Bayar yok; Nâzım Hikmet de var. Bu Türkiye cephesinin Diyap Ağaları, Revanduzlu Özdemir Beyleri, Kürtlüğüyle gurur duyan Ali Saip (Ursavaş) Beyleri her zaman olmuştur. Onlar milletimizin parçası olan Kürdümüzün ABD zincirine vurulamayan karakterini ve değerlerini temsil ederler.

Tayyip Erdoğan’ın Hayır cephesini tanımlarken saydığı partiler, saflaşmayı ortaya koyuyor: CHP, MHP, DSP, DP, İşçi Partisi ve diğer sosyalist partiler.

Karşı cephe ise: ABD, AB, Tayyip_Erdoğan-Abdullah Gül ve ABD zincirine bağlanan bir kısım PKK-BDP yöneticileri.

65 yıl sonraki buluşmanın anlamını bilince çıkarmak ve programını cesaretle saptamak gerekir. Bu buluşma, Atatürk’te buluşmadır. Devrimle kurulan Cumhuriyette, devrimle birleştirilen Vatanda ve devrimle oluşturulan Millette buluşmadır. Ama henüz devrimciliği eksik olan bir buluşmadır. Ne var ki, bu buluşmanın devrimcileşmesi kaçınılmazdır. Atatürk’te buluşma, başka türlü olamaz. Bunun işaretleri de görülmektedir.

1945 ÖNCESİNDEKİ ATALARIMIZ

Herkes yeniden 1945 öncesindeki atalarını keşfedecektir. CHP, DP ve DSP, İnönü ve Bayar üzerinden Atatürk Devrimciliğini keşfedecektir. MHP milliyetçileri, 70 yıldır unuttukları devrimci Akçuralar ve Ziya Gökalpler üzerinden İttihat Terakki ihtilalciliğini ve Kemalist devrimciliği hatırlayacaklardır. Hatırlamazlarsa, BBP gibi, Fethullah üzerinden ABD’ye bağlanırlar. Sosyalistler, Kemalist Devrim inkârcılığının döneklik yolu olduğunu yerlerde sürünen misallere bakarak iyice anlayacaklardır. Geçmişteki devrimin mevzilerine girmeden, geleceğin devrimini yapamazsın!

Millî ve halkçı güçler, düşman Türkiye’nin üzerine geldikçe, birbirlerine sarılmak, birbirlerini anlamak durumundadırlar. Herkes birbirini anlamada, birbirine yardım etmelidir.

NİLÜFER GÜRSOY VE ÖZDEN TOKER

Ben çok isterdim; Bayar ailesinin kıdemlisi Sayın Nilüfer Gürsoy ile İnönü ailesinin kıdemlisi Sayın Özden Toker, 12 Eylül öncesinde bir araya gelsinler ve milletimize yeni sürecin bildirisini vermiş olsunlar. Onlar, benim gözümde devrimin yadigârlarıdır. Değerleri, hatıraları kadar büyüktür. Onların devrimle beslenen erdemleri, son zamanlarda kenara köşeye itilse de, gelecek kuşaklara örnek olacaktır. Herhalde birbirlerinin değerini de biliyorlardır.

Atatürk Devrimiyle kurduğumuz Cumhuriyetimiz, vatanımız ve millî varlığımız; kuşkusuz olumsuz hatıralarla karşılaştırılmayacak önemdedir. Devrimle kurduğumuz her şey, bugün Atlantik merkezli bir karşıdevrimle yıkılmaktadır. Türkiye, yeniden Atatürk önderliğinde İnönü ve Bayarlarla gerçekleştirdiğimiz devrime muhtaç hale gelmiştir.

UMARIZ TEMEL’İN DURUMUNDA DEĞİLİZDİR

Temel’i biliyorsunuz. İdam’a götürülürken, son sözünü sormuşlar. “Bu bana ders olsun” demiş.

Arkada bıraktığımız 65 yıl hepimize ders olsun! 

Umarız, bu dersi Temel gibi idam sehpasında anlamayız.



http://vatanpartisi.org.tr/genel-merkez/haberler/isci-partisi-genel-baskani-dogu-perincek-arkada-biraktigimiz-65-yil-hepimize-ders-olsun-8037

2 Aralık 2015 Çarşamba

Baykal'ın asıl ihaneti Atatürk'e







Baykal'ın asıl ihaneti Atatürk'e





Özgür Erdem
Namus tüccarı Şeriatçılar

Baykal'ın asıl ihaneti Atatürk'e












19 Mayıs törenlerinde kız çocuklarının diz kapaklarının, dirseklerinin görünmesine bile tahammül edemeyen Şeriatçı kafa, aslında öyle sapık bir zihniyettir ki, Baykal’ın ve Baytok’un en mahrem görüntülerini internet sitelerinde yayınlamaktan çekinmedi. Günlerce resmen “pornografik yayın” yaptılar!




Baykal’ın “kaset skandalı” sonrası istifası Türk siyaset düzeni hakkında birtakım sonuçlara varmayı gerektiriyor. Bunların üzerinde duralım...
Öncelikle, Baykal’ın görüntülerinin yayınlandığı site Vakit gazetesinin internet sitesi...
19 Mayıs kutlamalarında küçük kız çocuklarının dizlerinin görünmesine bile tahammül edemeyen bir Şeriatçı gazete yani…
Bu Şeriatçı kafa öyledir ki, kendilerine verilen reklamlarda, kadın vücudu kendi sapık ölçütlerine göre çok fazlaysa, bilgisayarda bulanıklaştırırlar, buzlu cam görüntüsü yaparlar...
Bunlar için kadın vücudu o kadar tehlikelidir ki, kadınlarını dışarı bile salmazlar, çarşafa kapatırlar...
Ancak aynı Şeriatçı kafa, Baykal’ın ve Baytok’un en mahrem, en gizli, en özel görüntülerini çekinmeden, bulanıklaştırmadan sitelerinde yayınlayabilir... Ve resmen “pornografik yayın” yaparlar...
Bir de habere yayın yasağı gelince de tepki gösterirler.
Kardeşim, siz değil miydiniz, televizyon dizilerinde en ufak öpüşme sahnesinden bile rahatsız olan?
Demek ki ortada büyük bir ikiyüzlülük var. Şeriatçının “sapık” kafası, aslında kadın mahremiyetini ayaklar altına alıyor, cinsellik sömürüsünün en alasını yapıyor.
Namus ticareti yapıyorlar...

“Gizli Kamera” Terör Örgütü

Ergenekon soruşturmasında tutuklanan Erzincan eski Başsavcısı Cihaner mahkemede güzel bir açıklama yapmış: “Bu örgütün ismi GTTÖ’dür.” Yani Gizli Tanık Terör Örgütü...
Doğru demiş...
Sadece gizli tanık ifadeleriyle oluşturulmuş iddianamelerle yüzlerce kişi gözaltına alındı, onlarcası tutuklandı bu ülkede...
Gelelim Baykal’ın görüntülerine...
Görüntüleri yayınlayan site metacafe diye bir internet sitesi... Yabancı bir video paylaşım sitesi.
Bu siteyi Ergenekon tertibi sırasında emekli orgenerallerin, Genel Kurmay Başkanı Başbuğ’un, GATA Komutanının ve pek çok başka önemli ismin telefon konuşmalarını yayınlamasından hatırlayacaksınız...
İşte Türkiye’de siyasetin ne hallere düştüğünün güzel bir göstergesi...
Emekli ordu komutanını tutuklatmak mı istiyorsunuz? Kaydedin telefon konuşmasını, yükleyinmetacafe’ye...
Baykal’ı tasfiye etmek mi istiyorsunuz? Görüntüleri gönderin metacafe’ye...
İşte Türkiye’de siyaset kurumu bu derece yozlaşmıştır. Artık fikirler, politikalar, sorunlar, çözümler değil, kim telefonda kime ne dedi, kim kimin karısıyla beraber oldu, kim kiminle konuşurken kime küfretti... Bunlar konuşuluyor...
Bugün Baykal’ın gizli görüntülerini yayınlamaktan çekinmeyen bu “siyaset kurumu” emin olun yarın da aynısını Tayyip için yapacaktır...

Kameranın ardında ABD var!

Gizli kameralar ve telefon dinlemeleri bütün siyasetçiler üzerinde “Demokles’in kılıcı”na dönüşmüştür.
Ey siyasetçiler!
Sadece telefonlarının dinlenmesiyle sınırlı bir izlenme içinde olmadığının farkına varın artık!
Artık her hareketiniz izleniyor, yatak odanız bile kameraya alınıyor!
Üstünüz çizilirse, kontrolden çıkarsanız, işte bu kayıtlar devreye girecektir!
Peki kim bu üstünüzü çizecek olan?
Baykal’ın yatak odasına, Genelkurmay Başkanı’nın karargahına, GATA komutanının odasına kim girebilir?
Metacafe’de hatırlarsanız Dağlıca baskınının uydu görüntüleri de yayınlanmıştı. Kimin uydularıyla çekilebilir o görüntüler?
Gayet açık değil mi?
Baykal’ın ortaya çıkan bu görüntüleri, aslında yaklaşan seçimler öncesinde bütün Türk siyasetçilerine ABD’nin gözdağıdır.
Artık siyasetçiler, ABD’nin Kürt devleti planına ve Ermeni meselesiyle ilgili görüşlerine karşı çıkacakları zaman Baykal’ınkine benzer görüntülerinin yayınlanabileceğinin bilincinde hareket edecektir. Önümüzdeki bir yıl içerisinde yalnızca CHP’nin değil, MHP’
sinden Sarıgül hareketine, AKP’sinden DP’sine bütün partilerin çok daha Amerikancı, çok daha işbirlikçi ve ABD’ye karşı çok daha bağımlı hale geleceklerini hep beraber göreceğiz.
Buna direnecek olanları da metacafe’de izleyeceğiz...

Namus timsali kesilen “sağ”ın namussuzluğu...

İşin ilginci, “sağ”ın bir anda namus timsali kesilmesiydi. Çıplak görüntüleri yayınlamaktan çekinmeyen Şeriatçı basın bir yandan da “Baytok’u Baykal’ı kocası pazarlıyordu” propagandasına başladı.
Amaç ortada: Kadınıyla erkeğiyle, kocasıyla karısıyla, genel başkanıyla milletvekiliyle bütün “Sol” ahlaksızdır izlenimi yaratmak...
“Solcular da hep böyledir kardeşim” diyenlere Şener Şen’in filmini hatırlatırız: “Namussuzmuş Namuslu...”
Çok geriye gitmeye gerek yok. Çok uzağa da... Baykal’ın görüntülerini yayınlayan Vakit gazetesine bakalım mesela. Yazarları Hüseyin Üzmez’in sübyancılığını hatırlayın...
Üstelik o dönem, bütün Şeriatçı yazarlar bu olayı ya görmezden gelmiş ya da Üzmez’in arkasında durmuştu...
Ve bugün Baytok’u kocasının pazarladığını öne sürenler, Üzmez’in sarkıntılık ettiği kız çocuğunu bizzat annesiyle pazarlık yaparak ikna ettiğinden hiç bahsetmemişlerdi.
Yani bugün namus timsali kesilen “sağ” söz konusu Üzmez olunca, üstelik olay tam bir sübyancılıkken, sus pus olmuşlardı.

Menderes karısını kaç kez aldatmıştı?

Bugünlerde Şeriatçı gazetelerin birinci sayfalarını Baykal haberleri süslüyor. En arka sayfalarında ise bir ilan: 14 Mayısın yani DP’nin iktidara gelmesinin yıldönümü şerefine verilmiş.“ Demokrasinin Yıldızları ” başlığı altında Menderes, Özal ve Tayyip’in resimleri...

Öyleyse namus timsali kesilen Şeriatçılara sormak hakkımız: Bugün baş tacı ettiğiniz Menderes de çapkınlıklarıyla ünlü biri değil miydi?
Üstelik bütün Ankara’nın gözü önünde yaşanan ilişkilerdi bunlar. Menderes örneğin dönemin ünlü opera sanatçısı Ayhan Aydan’la yıllarca birlikte olmuştu. Hatta bu konu 27 Mayıs sonrası Yassıada’daki mahkemelerde de gündeme gelmiş, hem Menderes hem de Aydan tarafından kabul edilmişti...
Ankara bu ilişkinin dedikodularıyla çalkalanmaya başlayınca Menderes’in isteğiyle Aydan eşinden boşanmıştı. Ancak Adnan Menderes’in eşi Berrin hanımla evliliği devam etmişti! Üstelik Ayhan Aydan’la ilişkisinden gayrimeşru bir çocuk da doğmuştu...

İşin çok daha vahimi, bu meselenin Yassıada mahkemelerinde gündeme gelmesi yıllardır sağcılar tarafından eleştirilir durur. “Bebek Davası” olarak bilinen bu meseleyi yıllardır 27 Mayıs hukukunun hafifliğinin, zayıflığının ve saçmalığının kanıtı olarak gösterirler...
Baytok’un eşini karısını pazarlamakla suçlayan sağcılar Menderes’in metreslerinden Suzan Sözen’in şu açıklamasını bilmiyor mu sanıyorsunuz:
“Menderes geleceği vakit, kocam hasta dahi olsa evden çıkardı. Pencerede parolamız vardı. Kocam başvekilin gittiğini anlar, dönerdi.”


En büyük namussuzluk vatan satıcılığıdır...


Baykal'ın asıl ihaneti Atatürk'e












Kimse Baykal için ah edip vah edip inlemesin. 
Çünkü Baykal’ın asıl büyük ihaneti Derviş’leri partiye alması, CHP’yi Kılıçdaroğlu ekibine teslim etmesi, AKP’ye layıkıyla muhalefet etmemesi ve çar­şaflı kadınlara Altı Ok rozeti takmasıdır. 
Olcay Baykal, Deniz Baykal’ın ihanetini bir kadın olarak affeder mi bilmiyoruz. Bu kendi aralarında halledecekleri bir şey. Ama çarşaflı kadınlara CHP rozeti takarak çarşafı meşrulaştıran Baykal bütün Türk kadınlarına ihanet etmiştir. İşte bunun unutulacağını sanmıyoruz. Baykal belki eşini ikna eder. Ama Türk kadınını ikna etmesi çok zor... Güle güle Baykal... Eşine ihanet ettiğin için değil, Atatürk’e ihanet ettiğin için kaybettin koltuğunu...
Bak seni koruyacak, kurtaracak tek bir Atatürkçü var mı? Güle güle...




Menderes gibi sağcıların bu tür çapkınlıkları Sol için hiçir zaman önemli olmadı.
Çünkü en büyük namussuzluk vatanı satmaktır!

Vatanı satarsanız, bundan milyonlarca Türk insanı etkilenir. Sol da meseleye bu şekilde bakar zaten.

Bu açıdan bugünlerde “sol” karşı namus timsali kesilen sağa asıl Menderes gibi “ahlaksız” geleneklerini değil, “namussuz” yani Türk insanının en büyük namusu olan vatan toprağını satan geleneklerini hatırlatmak gerekir.

Örneğin, vatanı İngilizlere satan, Kuvayı Milliye’ye karşı çıkan, Mustafa Kemal hakkında idam fermanı çıkartan ve Kurtuluş Savaşı başarıya ulaşınca utanmadan İngiliz zırhlısına binip Malta’ya kaçan Vahdettin...
Kore’de Amerikan çıkarları için binlerce Türk gencinin ölümüne neden olan, onlarca Amerikan üssü açan, ABD’yle pek çok gizli ikili anlaşma yapan Menderes...

60’lı yıllarda Türkiye’nin ABD’nin yarı-sömürgesi haline gelmesini sağlayan Demirel...

12 Eylül’le birlikte Türkiye’de solculuğu, demokratlığı silindir gibi ezen, Şeriatçılığın ve Kürtçülüğün önünü açan, ülkeyi ABD’ye daha da bağımlı hale getiren, Türk ekonomisini yabancı tekellere pazarlayan 24 Ocak kararlarının uygulanmasını sağlayan Evren...

12 Eylül’ün açtığı yolu devam ettiren, özelleştirmelerle Türk ekonomisini felce uğratan, Türk lirasını mahveden, Kürt devletinin ortaya çıkmasına sessiz kalan hatta Türkiye’de federasyon tartışmasını ilk başlatan Özal...
Ve...

ABD’nin Kürt açılımının ülkemizdeki uygulayıcısı, bitmekte olan PKK’ya hayat öpücüğü veren, Kürt bölücülüğünün azgınlaşmasına göz yuman, Kıbrıs meselesinden Ermeni meselesine Türk Devletinin dış politikadaki temel kırmızı çizgilerini çiğneye çiğneye paspasa döndüren Tayyip...
Bizim için en büyük vatan satıcıları bunlardır.

En büyük namussuzlar da...

Her gelişmeyi izleyen Baykal  en mahrem görüntülerini internetten izlemek zorunda

Bütün bu kaset olayının baş aktörü Baykal’a dönersek, pek de mağdur olmadığını ortaya koymak durumundayız. Bir insanın en mahrem anlarının milyonlarca kişinin önünde paylaşılması tabii ki hoş değil. Ancak Baykal bunun AKP döneminde izlediği bütün o teslimiyetçi çizginin sonucu olduğunu görmesi gerekir.

Baykal 8 yıllık AKP iktidarında hep CHP’nin başındaydı.
AKP’nin gerici uygulamalarına karşı layıkıyla muhalefet yapmadı. İzledi.
AKP’nin ülkeyi adım adım bir faşist diktatörlüğe götürdü. İzledi.
Irak’ta bir Kürt devletinin oluşmasına karşı çıkmadı, hatta bundan faydalanmamız gerektiğini söyledi. İzledi.
Tayyip’in milletvekilliğinin önündeki engelleri kaldırarak başbakan olmasının yolunu açtı. İzledi.

Abdullah Gül’ün cumhurbaşkanlığını “sine-i millete” dönerek engelleme şansı vardı. İzledi.

Adım adım büyüyen PKK terörünü ve Kürt bölücülüğünü izledi.
Kürt bölücülüğüne karşı oluşan milliyetçi tepkiye destek vermedi, izledi.
Obama’nın Türkiye’ye gelip TBMM çatısı altında direktif vermesini içine sindirdi, hatta alkışladı, hatta ve hatta Obama’yla baş başa görüştü. Türkiye’nin Obama tarafından yönetilir hale gelmesini izledi.

Gürsel Tekin-Kemal Kılıçdaroğlu liderliğindeki Kürtçü ekibin CHP’yi kontrol altına almasını izledi.

Şimdi de Türkiye onun en mahrem görüntülerini internetten izliyor...
Olacağı buydu.

Bu kadar gelişmeyi bir muhalefet lideri olarak izlersen, karşı çıkman gereken güçler de senin kasetini servis ediverir böyle...
Bunca yıldır izlemekten başka bir şey yapmazsan, kendi çöküşünü izlemek zorunda kalırsın...

Kendin ettin kendin buldun Deniz Baykal.
Hiç de mağdur değilsin.

Baykal’ın son sözü: Direniş değil ABD’ye ve Fethullah’a teslimiyet

Baykal açısından en vahim gelişme ise istifa açıklamasında gizliydi.
Bu konuşmasında AKP’ye vurdu durdu Baykal. Bir hukuk mücadelesi başlatacağını söyledi. Herkes de inandı bu açıklamalarına.
Halbuki konuşmanın özü tam bir teslimiyetti.
Her şeyden önce böyle bir komplonun ardından istifa etmesi teslimiyetin daniskasıydı.
Ancak çok daha büyük teslimiyet, CHP’yi göz göre göre Kürtçü ekibe teslim etmesidir. CHP Kongresindeki adayını Kılıçdaroğlu olarak açıklamasıdır.
Ve açıklamasında Fethullah Gülen’in suçsuzluğundan bahsetmesidir.
Çok ilginç. 50-60 cümlelik bir açıklama yapıyorsun. Ama bu kısacık açıklamanın bir kısmını Fethullah Gülen’i övmek, ona teşekkür etmek, onu suçsuz ilan etmek için harcıyorsun...
Baykal bunu belki de Fethullahçı basını da karşısına almamak için yaptı. Gerçekten de Fethullahçı yandaş basın pek üstüne gitmedi Baykal’ın. Hatta gizliden gizliye desteklediler, komployu eleştirdiler.
Çünkü mesele CHP tabanını ikna etmekti.
Sıradan bir Zaman okurunun Baykal hakkındaki fikri zaten ortada.
Hürriyet okuyan CHP’li ikna edilmeliydi. Habertürk izleyicilerinin Kılıçdaroğlu hayranı olması sağlanmalıydı. CHP kongresi öncesi Baykal’ın önünü kapanmalı, Kürtçü darbe ekibinin önü açılmalıydı.
Baykal artık AKP’ye karşı mücadele etse ne olur?
Bu komplonun ardında tabii ki AKP de var.
Ama Baykal’ın CHP’nin başından ayrılması AKP’nin değil CHP içindeki Kürtçü darbe ekibinin işine yarar.
Neden mi dersiniz?
Baykal’ın muhalefetinin bugüne kadar AKP’ye bir zararı mı dokunmuş ki, AKP Baykal’ı devirsin!

Baykal’ın en büyük ihaneti eşine değil Kemalizme...

TÜRKSOLU henüz 12. sayısındayken “Kemalizme İhanet” başlığıyla çıkmıştı. O dönem Kemal Derviş CHP’ye katılmıştı ve biz bunu Kemalizme İhanet sürecinin son halkası olarak değerlendirmiştik.
İnönü döneminde başlayan CHP içindeki Kemalizme İhanet süreci esas olarak Baykal döneminde hızlandı.
Ve süreç o kadar ilerledi ki Baykal’ı bile devirerek yoluna devam ediyor.
Ve ne acı tesadüf ki Kemalizme İhanet sürecinin son lideri Baykal, eşine ihanet ettiği için koltuğundan oluyor!
Kimse Baykal için ah edip vah edip inlemesin.
Çünkü Baykal’ın asıl büyük ihaneti Derviş’leri partiye alması, CHP’yi Kılıçdaroğlu ekibine teslim etmesi, AKP’ye layıkıyla muhalefet etmemesi ve çarşaflı kadınlara Altı Ok rozeti takmasıdır.
Olcay Baykal, Deniz Baykal’ın ihanetini bir kadın olarak affeder mi bilmiyoruz. Bu kendi aralarında halledecekleri bir şey.
Ama çarşaflı kadınlara CHP rozeti takarak çarşafı meşrulaştıran Baykal bütün Türk kadınına ihanet etmiştir.

İşte bunun unutulacağını sanmıyoruz.

Baykal belki eşini ikna eder. Ama Türk kadınını ikna etmesi çok zor...
Güle güle Baykal...

Atatürk’e ihanet ettiğin için kaybettin koltuğunu...
Bak seni koruyacak, kurtaracak tek bir Atatürkçü var mı?
Güle güle...