28 Aralık 2020 Pazartesi

KÜRTLERLE HEM MÜZAKERE HEM MÜCADELE(!)

KÜRTLERLE HEM MÜZAKERE HEM MÜCADELE(!)


Feyzi Çelik ÇÖZÜMÜN UÇURUMUNDAKİ SÜREÇ VE KÜRDİSTAN 16.01.2014 Ne oldu da 2009-2011 yıllarında ittifak halinde hareket eden AKP ile Cemaat kavgalı hale geldi? AKP/Cemaat ittifakı, bu dönemde Kürtlere yönelik bir konsept hazırladı. Bu konseptin finalinde Sri Lanka modeline benzer bir model vardı. Buna göre onların deyişiyle önce KCK adı altında Kürt Siyasal Hareketinin(KSH) tutuklama, gözaltına alma yoluyla tasfiye edileceği, bu tasfiye sonucunda sivri uçlar törpülenecek, geri kalanlar da devletin belirlediği ölçüde siyaset yapabilecek ti. Bunu sağladıktan sonra Roboski benzeri hava saldırılarıyla HPG’nin imha edilmesi, Avrupa kanadı olarak adlandırılanlara karşı da suikastler düzenlenecekti. Bu çabalar her alanda gerçekleştirilmeye çalışılsa da beklenen sonucu vermedi. Konseptin tamamlanması mümkün olmadı. Daha öncekilerinde olduğu gibi KSH hareketinin bitirilmesi bir yana daha da güçlendi. Tersi olmuş olsaydı, başka bir deyişle KSH hareketi yenilgiye uğramış olsaydı bu ittifak devam edecekti. Ne zaman başarısızlık ortaya çıktı o zaman ikili arasında ayrılıklar yaşanmaya başlandı. Daha önce HPG Askeri Konseyine yönelik imha operasyonunun bir benzerini yapıp zaferlerini ilan edecekleri anda yaptıkları operasyonun sonucu Roboski katliamı olunca dengeler sarsıldı. Hava saldırılarının düzenlenmesinden önce gerekli istihbaratın ABD tarafından sağlandığı da biliniyor. Unutulmaması gereken bir husus vardır o da: KSH’ne ne şekilde olursa olsun yapılan operasyona MİT katıldı/Cemaat katılmadı veya MİT Katılmadı/Cemaat Katıldı bakış açısıyla bakılmamalıdır. Ne olursa olsun bu operasyonlar T.C’nin en etkili siyasal gücü olan MGK’da kararlaştırılan operasyonlardır. Cemaat’in “Roboski istihbaratını MİT verdi, Ömer Güney MİT adına Paris Katliamını yaptı” konusunda belge yayınlamış olması bizi yanıltmamalıdır. Bu gün bu kirli operasyonlarını ortaya dökenler de bu işin içindedirler. Kendi aralarındaki kavga derinleştikçe bunları açığa çıkarmaya devam edecekler. Demek ki, bu operasyon kararları verilirken, uygulanırken onların da haberi vardı. Cemaate yakınlığıyla bilinen Emre Uslu PKK Askeri Konsey üyelerine yapılan saldırıdan sonra 20 Ekim 2011 tarihli yazısında "Amaç PKK’nın yenilip silinmesi değil. 'PKK yenilmez', 'Ordu Kuzey Irak’a giremez', 'PKK’ya bir şey yapamaz' anlayışını önce PKK liderlerinin, özellikle şahin kanadın, kafasına sokmak. Kürtlere de istersem ben bu örgütü bir paçavra gibi sallarım mesajı verilmek isteniyor." Diyerek bu anlayışını ortaya koymuş bulunmakta dır. Bu kadar açık iken cemaate yakın olanların bundan sadece MİT’i sorumlu tutup kendilerini bunun dışında bırakmasının bir anlamı yoktur. Cemaat eğer bu gün MGK, MİT belgelerini ortaya koyuyorsa bunun en önemli nedeni Öcalan’ın hükümetle MİT üzerinden görüşme yapmaya devam ediyor oluşudur. Dikkat edilirse Aydınlık Gazetesi 17 Aralık Yolsuzluk Operasyonundan bir gün önce 16 Aralık’tan başlamak üzere Öcalan’a ait olduğunu ileri sürdüğü sorgu tutanaklarını yayınlamaya başladı. İkinci yolsuzluk operasyonunun 25 Aralık 2013’te olduğu düşünüldüğünde her iki operasyon boyunca bu yayınlar devam etmiştir. MİT’in Öcalan’la görüşmesinin devam etmesi, BDP Milletvekillerinin Öcalan ve Kandil’le görüşüyor olması, MİT’in PKK’ye yönelik operasyonlar içinde yer almadığı anlamına gelmez. Bazıları, MİT’in Öcalan’la görüşüyor olmasını, Kürtlere yönelik operasyonların MİT’in değil de Cemaatin(Özellikle Emniyet İstihbaratı) faaliyeti olduğunu söylemiş olmaları yanıltıcıdır. Gerek Ömer Güney’in ses kayıtları gerekse MİT’ten çıktığı söylenen yazışmalardan anlaşılacağı gibi MİT, “Kürtlerle” hem müzakere hem de mücadele ediyor. Bu açığa çıkmıştır. 12 Mart 2012 tarihli Taraf Gazetesinde ifadesi yayınlanan PKK’ye sızmaya çalışan AFP Muhabiri/MİT ajanı M.Ö adlı kişi MİT’in Murat Karayılan’a suikast planları konusunda ayrıntılı bilgi vermiştir. MİT’in PKK yöneticilerine yönelik yok etme planları yeni olmadığı gibi halen de devam etmektedir. Burada önemli olan husus MİT’in PKK’nin içine kolayca sızabilmiş olmasıdır. Özellikle MİT aracılığıyla Öcalan’la görüşmelerin başladığı süreçte MİT’i adres gösteren çokça olgu olmasına rağmen Sakine Cansız cinayetinden sonra bunun barış sürecine yönelik bir provokasyon olduğu ileri sürülerek görüşmelerin devam ediyor oluşudur. Aynı durum Yüksekova’da iki Kürdün polis tarafından öldürülmesi olayında da söylendi. Aynı şekilde bu süreç içerisinde PKK tarafından gerçekleştirilen bazı eylemler de provokasyon olarak nitelenerek görmezlikten gelindi. Mevcut durumun sürdürülmesi halinde bunun Kürtlere büyük kaybettireceğinin çokça işaretleri vardır.
Öcalan’ın devlet tarafından adeta bir kamu görevlisi gibi görülüp görüşmelerin o çerçevede devam ediyor oluşu Kürt sorununun siyasi yönünün giderek zayıflamasına neden olduğu da görmemiz gerekiyor.
Siyasi aktörlerin muhataplıktan kaçınıp sorunu bir bürokrata yüklemiş olmasının sürdürülebilirliğinin koşulları kalmamıştır. Çok önemli aktörlerin, idari nitelikteki görüşmeler nedeniyle söz söyleyemez konuma gelişi Kürt siyasetini zayıf düşürmekte, toplumsal bağın zayıflamasına neden olmaktadır. Gerçek toplumsal bağlara sahip olan KSH bu şekilde kendisini zayıflatıp ilişkilerini lobivari ve grupsal format haline getirişinin getireceği çöküntü korkunç olabilir. Bir anda olabilecek kırılma ile KSH ile Kürt halkı arasındaki bağların kopuşu yeni ideolojik(İslami) yönelimlere alan açabilir. Kürt siyasal hareketinin DTK, Milletvekilleri, seçilmiş yerel yöneticileri olmasına rağmen en kritik an ve alanlar için İmralı’nın tutumunu bekliyor duruma düşüşü siyasi sefaletin boyutunu gözler önüne seriyor. Bunun ötesinde, seçimler döneminde adayların belirlenmesinde yaşanan lobi çalışmaları, arkadaşlık/dostluk ilişkileri üzerinden aday belirlemeleri bununla birlikte ele alındığında siyasetin toplumun hizmetinde olması gerektiği ilkesinden ne kadar uzaklaşıldığını gösteren başka bir örnek olabilir mi? 2011 Yılına dönecek olursak, Başbakan Erdoğan ile ABD Başkanı Obama arasında PKK konusunda sayısız görüşme ve açıklamalar yapılmıştır. Bizzat Obama, “PKK ile mücadelede Türkiye’ye yardım etmeye devam edeceğiz, Terörle(PKK) mücadeleyi birlikte yapacağız.” Denilmiştir. ECHELON Sistemi(Avusturalya, Kanada, Yeni Zelanda, Birleşik Krallık ve ABD’den oluşan bu sistemle dünya izleniyor, gemiler okyanuslarda seyir halinde, tüm iletişim araçları dünya çapında dinlenilmekte, kaydedilmektedir.) verileri Türkiye’nin hizmetine sokulmuştur. Buna PKK’nin Irak ve Avrupa’daki lider kadrolarına yönelik yapılacak suikast planları da dahildir.[1] AKP’nin Ortadoğu’daki politikasıyla ABD ile ters düşmüş olması ile Cemaat/AKP kavgası arasında doğrudan bir ilişki vardır. PKK’ye karşısında başarılı sonuç alınmayışında devletin yargısını elinde tutanlar bundan hukuki giderek siyasi sorumlu arayışına girerek bir iç hesaplaşma yoluna gittiler. Onlara göre, başarısızlığın kaynağında PKK-MİT görüşmeleri vardı. Onlara göre başarısızlığın nedeni MİT’ti. Kavganın MİT çerçevesi üzerinden yapılıyor olması bunun en önemli göstergesidir. Cemaat’in MİT’le kavgalı olması, buna rağmen MİT üzerinden Öcalan’la görüşmelerin devam ediyor olması MİT’in Kürtler için iyi, Cemaat’in Kürtler için kötü olduğu anlamına gelmez. Bu kavgada herhangi bir şekilde taraf tutmanın Kürtler için elle tutulur bir yanı yoktur. Geçmişte elbirliği etmiş bu iki yapı, Kürtleri kendi tarafına almak için çaba harcıyorlarsa bu kendi aralarındaki dengeyi bozmak içindir. Taraflardan birinin lehine oluşabilecek bir avantaj diğer tarafı kendisine katıp daha da güçleneceği unutulmamalıdır. Kendisine yönelik yolsuzluk operasyonu yapan savcı ve polis müdürlerini görevden alan hükümetin Yüksekova'da üç Kürdü öldürenler hakkında hiç bir işlem yapmayışı çifte standardı ortaya koyuyor. AKP'nin çabası "paralel" olarak nitelediği devlet görevlilerini tasfiye etmekten çok kendi kontrolüne koymasıdır. Bunu yaptıktan sonra daha da otoriterleşecektir. Bunun belirtileri Roboski köylülerinin demokratik eylemine sert müdahale eden jandarmaya hiç bir işlem yapmayışıdır. Aynı şekilde Gezi benzeri demokratik eylemlere müdahale ve yasaklamalar devam ediyor. Burada ilginç olan 17 Aralıktaki yolsuzluk operasyonuna dair sol ve sosyalistlerin yaptıkları demokratik eylemlere cemaatin uzak durmuş olmasıdır. Çünkü cemaat de iktidarı Türkiye'yi demokratikleştirme ve dönüştürmeden çok devletin içine girmek şeklinde ele alıyor. Kürtlerin büyük fırsatlar yakaladığı bu dönemde, Kürtlere bu fırsatların sonuçlarından yararlandırmamak için elinden geleni yapacakların eksik olmayacağının bilincinde olmaları gerekir. Cemaat’in siyasi iktidara başkaldırışı da başlı başına bir olay değildir. Muhakkak, AKP içinde önemli mevkilerde bulunanlarla bağlantısı vardır. Ortaya çıkmak için şartların olgunlaşmasını bekliyorlar. Belki birileri hükmü verdi de infaz için uygun anı bekliyorlar. [1] Prof.Dr.Mehmet Özcan, Terörün Matruşkası, s.20 vd., Hayat Yayınları İstanbul 2012 ***

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder