Kâbus Bitti mi?
Darbe girişimi Erdoğan yönetimine nefis bir araç sundu; 15 Temmuz sayesinde bugün uçan kuşu ‘paralel’ diye içeri atsanız kimsenin gıkı çıkmaz.
Çıkmıyor da! Herkesin ağzı bir karış açık, buna ben de dâhil.
15 Temmuz darbe girişimi ülkeyi öylesine şoke etti ki önümüzdeki birkaç hafta içinde yargıdan bakanlıklara, üniversitelerden anaokullarına kadar on
binlerce, belki yüzbinlerce insan tasfiye edilecek, mahkemeler giyotin makinası gibi çalışacak. Belki idam gelecek, belki başkanlık...
Türkiye şoku atlattığında yepyeni bir gerçeğe uyanacak.
Yetkililer “kurunun yanında yaş da yansın, yaş olma ihtimali olan da” havasında. Bu da demek oluyor ki bir iki ay içerisinde devlette FETÖ’nün, paralelin
ya da Cemaat’in izi bile kalmayacak.
Peki, böylece her şey bitecek mi?
Kâbus sona erecek, Türkiye huzurlu ve mutlu günlere bayrak mı açacak?
Başbakan Yıldırım’ın söylediği gibi tankların önüne yatan halk ülkemize demokrasiyi mi getirecek?
***
Tekrar etmekten dilimde tüy bitse de yine söyleyeceğim; bu ülkenin temel sorunu PKK, IŞİD, darbe veya Cemaat değildir. Ülkemizin yapısal sorunları var
ve bunlar hukukun üstünlüğü yani adalet, demokrasi, liyakate dayalı bir kamu idaresi, üretken bir ekonomi ve eğitimde nitelik sorununun aşılmasıdır.
Siz bunlardan hiçbirine eğilmediyseniz, değil Cemaat’i tüm cemaatleri bitirseniz, bir değil binlerce darbe girişimini önleseniz, halkın % 100’ünün oyunu
alsanız da boştur.
Evet, 15 Temmuz gecesi halkın sivil iradeye sahip çıkması hoş bir manzaraydı. Ben de ziyadesiyle takdir ettim. Ancak işi abartmamak gerekir.
Hatırlayacaksınız, 1991 yılında Rusya’da (Sovyetler) Ağustos Darbesi adıyla bir darbe girişimi oldu ve o darbeyi tankların üzerine çıkan Yeltsin ve arkadaşları
durdurdu. Peki, ne oldu, Rusya’ya demokrasi mi geldi? Hayır, askeri darbe durduruldu ama yerine demokrasi değil, sivil idare geldi. Demek istediğim
darbeyi durdurmak Türkiye’yi yeni sorunlardan kurtarmış olabilir ama mevcut sorunlarımız da ortadan kalkmış değil.
DÜNYADAN KOPUŞ
Hepimizin malumu, Türkiye son birkaç yıldır dünyadan uzaklaşıyor. İlk başlarda yöneticilerimiz bu durumu “değerli yalnızlık” olarak açıkladılar, ancak o
yalnızlığın pek de değerli olmadığını kendileri de gördüler. Çöken turizm ve ihracat, inişe çeken ekonomi yalnızlığımızın acı sonuçlarından sadece birkaçı oldu.
Son 6 aydır İsrail ve Rusya ile yakınlaşmak için verdiğimiz tavizler yalnızlığın ne kadar derin boyutlarda olduğunu kanıtlıyor.
15 Temmuz darbe girişiminin engellenmesi Türkiye’nin yalnızlığına da bir son verebilirdi. Türk toplumunun sivil idareye sahip çıkması Avrupa,
ABD ve tüm dünyaya daha sevimli ve demokrasi aşığı bir Türkiye imajı verebilir ve buradan yeni bir dış politika üretilebilirdi. Ancak, darbecilere ve darbeyle
ilgisi olmayan askerlere dönük linç girişimleri sadece içeride değil, dışarıda da büyük korkulara neden oldu. Kemerle kırbaçlanan askerler, çırılçıplak soyulup
spor salonlarında eziyet edilen şüpheliler, defalarca tekmelenen askerler ve yakalanan kişilerin yüz ve bedenlerinde kolayca görülebilen kötü muamele izleri
tüm dünyayı dehşete düşürdü. Ve yine gösterilerdeki IŞİD-vari görüntüler sivil direnişin sevimli yönlerini aldı götürdü.
Batı’nın Erdoğan’a sempatiyle bakmadığı bir sır değil. Ancak 15 Temmuz, Hükümet için de büyük bir fırsattı. Eğer Hükümet yetkilileri hukuka ve adalete
dayalı açıklamaları ön plana çıkarabilselerdi, Türkiye’nin dış ilişkilerini tamir yönünde altın kıymetinde bir adım atmış olacaklardı. Oysa ki darbe girişimi
sonrasında yetkililer intikam, tasfiye ve linç kokan açıklamalar yaptılar, hatta darbe konusunda ABD’yi doğrudan suçladılar. Eğer bir bildikleri varsa
diyeceğim bir şey yok. Yani darbenin arkasında ABD’nin olduğunu biliyorlarsa elbette yaptıklarını anlamak mümkündür. Ama ortada somut bir delil yok da
sırf Gülen ABD’de kalıyor diye Amerika’ya karşı açıklamalar yapılıyorsa, yani ABD sözle köşeye sıkıştırılıp Gülen’i iadeye zorlanmaya çalışılıyorsa bu doğru
bir strateji değildir. ABD gibi devletler bu tür sıkıştırmalar ile karar vermezler. Onlar için çıkarları ve politikaları önemlidir.
Hukuk kısmına dönecek olur isek, gözaltılar ve tutuklamalar 10 bine yaklaştı. Üstelik sadece askerler değil, yargıç ve savcılar da gözaltına alınıyor, tutuklanıyor.
İş Anayasa Mahkemesi’ne HSYK’ya, Danıştay’a ve Yargıtay’a kadar uzandı. Yüksek mahkeme üyelerinin kamuoyuna somut deliller sunulmadan bu kadar kolay
görevden alınabilmeleri ve hapsedilebilmeleri dünyaya izah edilebilecek bir olay değildir. Bunu Pakistan veya Mısır da yapsa dünya buna tepki gösterir.
Bu nedenle Türkiye bu tür adımları daha ustaca yapabilmeliydi.
En son haberlere göre görevden alınan devlet memurlarının sayısı da 10 bine yaklaşmış. Gözaltı ve görevden almalar dalga dalga ilerliyor.
Daha önce bazı grupların 400 bin civarında kişiyi gözaltına alma hayalleri kurduğunu yazmıştım. Bu hızla gidilirse 400 bin rakamı bile mütevazı kalabilir.
Çünkü gözaltına alınan her bir kişi çevresindekileri de şüpheli hale getiriyor. Halka açık ihbar hatlarına gelen bilgiler ile yapılan gözaltılarsa işi daha vahim
bir hale getiriyor.
Çünkü gözaltına alınan her bir kişi çevresindekileri de şüpheli hale getiriyor. Halka açık ihbar hatlarına gelen bilgiler ile yapılan gözaltılarsa işi daha vahim
bir hale getiriyor.
Söylemek istediğim, sayı büyüdükçe olayın özü kaçıyor ve Türkiye kendi kendisiyle kavgasını şiddetlendiriyor.
Dikkat ettiniz mi, ABD Dışişleri Bakanı Kerry Türkiye’nin NATO üyeliğinin sorgulanabileceğinden bahsediyor. NATO için demokrasinin hayati bir kriter
olduğunu söyleyen Kerry, bu kriterin her üye için geçerli olduğunu hatırlatıyor.
Avrupa Birliği (AB) Dışişleri ve Güvenlik Politikaları Yüksek Temsilcisi Federica Mogherini, ise 15 Temmuz sonrasında gündeme gelen idam taleplerine
takılmış durumda. Mogherini diyor ki “Hiçbir ülke, eğer idam cezasını geri getirirse, AB üyesi olamaz”. Şimdi diyeceksiniz ki “almazlarsa almasınlar.
Sanki yarın AB’ye giriyoruz”. Doğru söylüyorsunuz, Türkiye için AB tam üyeliği kısa vadede mümkün görünmüyor.
Türkiye şu haliyle AB kriterlerini karşılamanın yakınından bile geçmiyor. Diğer taraftan Türkiye AB ülkelerinde 6 milyondan fazla soydaşıyla zaten AB’nin içinde bir ülke. Ticaretimizin yarısı AB ile. Kısacası AB’ye resmi olarak girmemiş olsak da AB ile köprüleri atmanın hiçbir şekilde bize faydası yok. Türkiye’den Avrupa başkentlerine yayılan tekmelenen, eziyet edilen, çıplak asker fotoğrafları işimizi hiç de kolaylaştırmıyor. En yüksek makamlardan yapılan tasfiye ve temizlik açıklamaları da hukuk-devletlerinde olumlu yankı bulmuyor.
***
Darbeciler bu ülkede işlenebilecek en büyük suçlardan birini işlediler, bunda hiçbir şüphe yok. Darbe ekonomiden siyasete her alanda telafisi güç tahribatlar yaptı, bunda da bir şüphe yok. Ancak suçu ne olursa olsun herkes hukuk içinde muamele görme hakkına sahiptir.
Hukukta İntikam, Linç, Temizlik gibi kavramlar yoktur.
Darbeye karşı gösterilen tepki takdire şayandır. Ancak halkın her gün ger gece sokaklarda tutulması aynı zamanda tehlikeli de bir iştir.
Çünkü tıpkı ordular gibi halkların da yeri evleridir. Sokakta fazla kalan halk çok tehlikeli bir bomba gibidir. Sokaktaki enerjiyi yükseltmeye devam
ederseniz o enerjiyi kontrol etmek her geçen gün zorlaşır. Özellikle bu ülke Türkiye gibi kimin eli kimin cebinde belli olmayan bir ülke ise.
Sonuç olarak, darbeyi başarılı bir şekilde durdurmayı başardık. Ancak darbeyi durdurmak eski sorunlarımızı halletmiyor, sorunlar yumağı olduğu yerde duruyor.
‘Paralel yapı’yı, ‘Fethullahçılar’ı dağıtmak Hükümet için bir zafer olabilir, pek çok sorunlarını halletmiş de olabilir, ancak herşey cemaat değil ki!
Darbeyi aşmak güzel ama sevinci abartmanın ve faturayı konuyla ilgisiz kitlelere yaymanın bir anlamı yok... Türkiye, yüzlerce yıllık bir devlet geleneğiyle
intikam modundan bir an önce çıkmak ve zaten sınırlı olan enerjisini sorunlarına odaklamak zorundadır.
intikam modundan bir an önce çıkmak ve zaten sınırlı olan enerjisini sorunlarına odaklamak zorundadır.
Baştaki soruya dönecek olur isek, kâbus sona ermedi. 15 Temmuz maalesef bir son değildi. Oyun içinde oyun, tuzak içinde tuzaklar var.
18 Temmuz 2016
-----------------------
Prof. Dr. Sedat LAÇİNER: Uluslararası İlişkiler ve Güvenlik alanında öğretim üyesi. Lisans (Ankara Üniversitesi SBF), MA (University of Sheffield), PhD (King's College London)
e-posta: slaciner@gmail.com
-----------------------
Prof. Dr. Sedat LAÇİNER: Uluslararası İlişkiler ve Güvenlik alanında öğretim üyesi. Lisans (Ankara Üniversitesi SBF), MA (University of Sheffield), PhD (King's College London)
e-posta: slaciner@gmail.com
***
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder