AB GÖÇMEN FONU NERELERE HARCANDI BÖLÜM 2
Sayıştay 58 milyon Euro'nun peşinde: AB fonları nereye gitti?
Avrupa Birliği'nin Türkiye'ye kullandırdığı fonları denetleyen Sayıştay, 58 milyon euronun takibinin yapılamadığını belirledi. Kurum, dağıtımda da AB yönetmeliğine uyulmadığına dikkat çekti.
Sayıştay’ın, AB Bakanlığı ile ilgili denetim raporunda, aday ülkelere birliğe katılım öncesinde kullandırılan fonlarla ilgili raporunda çarpıcı tespitler yer aldı.
BÜTÇE KARMAŞASI
Raporda, ‘Katılım Öncesi Mali Yardım Aracı’ (IPA) kapsamında gerçekleştirilen programlara ilişkin harcamaların, AB Komisyonu ve Türkiye tarafından ortak olarak finanse edilen program bütçeleri üzerinden yürütüldüğü belirtilerek, “Program bütçelerinin ne kadarının AB katkısı, ne kadarının ulusal katkıdan
oluşacağı finansman anlaşmalarında belirlenmiştir. Programların tamamlanmasıyla birlikte bütçelerinin gerçekleşme durumlarına göre AB Komisyonu ve Türkiye tarafından aktarılmış olup da harcanmayan katkı payı tutarlarının taraflarına iade edilmesi gerekmektedir. Avrupa Birliği Komisyonu’na iade edilmesi ve bütçeye gelir kaydedilmesi gereken tutarların takibinin yapılabilmesi için gerekli izleme hesaplarının bulunmadığı görülmüştür” tespiti yer aldı.
TOPU MALİYE BAKANLIĞI’NA ATTI
AB Bakanlığı, cevapta topu Maliye Bakanlığı’na attı. Bakanlık, izleme hesaplarının oluşturulması talebinin Maliye Bakanlığı’na iletildiğini belirtti. Sayıştay, bu yanıta “düzenlemelerin yapılması” uyarısıyla karşılık verdi.
TAKİP MÜMKÜN DEĞİL
Fonlarla ilgili benzer sıkıntı, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı’na ilişkin raporda da yer aldı. Raporda, sadece 2013’te kullandırılan kaynağın 58 milyon euro (170 milyon lira) olduğuna dikkat çekilirken, AB Ko-ordinasyon Daire Başkanlığı’nın (ABKDB) Hibe Yönetmeliği hükümlerine uymadığı ifade edilerek, “Söz konusu kayıtların herhangi bir şekilde ulusal muhasebe sistemi tarafından takip edilmesinin mümkün ol-madığı görülmüştür” denildi.
KAYIT DIŞI SUÇLAMASI
Raporda, “Söz konusu IPA fonlarını kullandıran kurumun muhasebe kayıtlarında izlenmemesi, mevzuata aykırılık teşkil etmekte ve kamu kaynaklarının kayıt dışında kalmasına neden olmaktadır. Bu durum, Bakanlığın mali tablolarının gerçek durumu yansıtmamasını, faaliyetlerin, faaliyet raporlarında görülmemesini netice vermektedir” tespiti dikkat çekti. Çalışma Bakanlığı, bu tespite “Proje karşılığında hesaplarına para aktarılan kamu idaresi tanımına uymadıklarından ilgili yönetmelik kapsamında olmadıkları” yanıtı verdi.
'' Göçmen Geri Kabul Anlaşmasının Uygulanması imkânsız’'
Gözde Kazaz
01.04.2016
GÜNCEL
01.04.2016
GÜNCEL
Beş ay süren çetin görüşmelerin ardından Türkiye ve AB arasında imzalanan geri kabul anlaşması 20 Mart’ta yürürlüğe girdi. Girmesine girdi fakat aralarında BM Mülteci Yüksek Komiserliği’nin de bulunduğu insan hakları örgütleri ‘anlaşma hukuka aykırıdır’ diyerek anlaşmanın parçası olmayacaklarını deklare edince, Yunanistan geri dönüşlerin başlama tarihinin 4 Nisan’a ertelenmesini talep etti; Avrupa Birliği’nden geri dönüş işlemlerini yürütecek görevlilerin de bir an önce Yunanistan’a ulaşması gerektiğini açıkladı. Anlaşma kapsamında bu ayın sonunda 6 bin, sene sonuna kadar da 20 bin göçmenin Türkiye’ye iade edilmesi planlanıyor. Fakat savaştan kaçan mültecilerin ahvali ve uluslararası insani hukuk bu planın neresinde duruyor? Siyaset Bilimci Dr. Cengiz Aktar Cengiz Aktar anlattı.
Uluslararası insan hakları kuruluşları, Türkiye-AB arasında imzalanan geri kabul anlaşmasının hukuka aykırı olduğunu açıkladılar ardı ardına. Neye göre hukuka aykırı bulunuyor?
Uluslararası insan hakları kuruluşları, Türkiye-AB arasında imzalanan geri kabul anlaşmasının hukuka aykırı olduğunu açıkladılar ardı ardına. Neye göre hukuka aykırı bulunuyor?
Başta BM Mülteciler Yüksek Komiserliği olmak üzere, BM İnsan Hakları Yüksek Komiserliği, Uluslararası Af Örgütü, İnsan Hakları İzleme Örgütü (HRW), Fransa Mülteci ve Vatansız Ajansı (OFPRA), Uluslararası Kurtarma Komitesi (IRC), Sınır Tanımayan Doktorlar ve Avrupa Konseyi İnsan Hakları Komiseri Nils Muiznieks bu anlaşmanın uluslararası insani hukuka aykırı olduğunu söylediler. Dayandıkları yer şurası: Türkiye 1951 Mülteci Sözleşmesi ile 1967 New York Ek Protokolüne getirdiği coğrafi çekince nedeniyle, Avrupa dışından iltica talebinde bulunanların mülteci olarak kabul edilebildiği bir ülke değil. Yani bu insanları geriye yollamanın hukuki dayanağı yok. Türkiye’nin “güvenli iltica ülkesi” olabilmesi için uluslararası mülteci hukukunun temeli olan bahsettiğim sözleşmeyi olduğu gibi kabul etmesi gerekiyor. Kabul etmiyorsa güvenli bir iltica ülkesi değildir. Bu yüzden de bu kuruluşlar anlaşmaya taraf olmak istemiyorlar.
Anlaşmaya konu olan geri yollama nasıl uygulanacak?
Geri yollama işlemi üç şekilde olur: Biri gönüllüdür, reddedilen mülteci kendisi dönmeyi kabul eder. İkincisi, Suriyeliler ve başka üçüncü ülke vatandaşlarının birebir uzman hukukçuyla yapacakları mülakat sonucu geri yollanmaları mümkün olur. Üçüncüsü de zorla deport etmedir. Mülakat yolunda zaten sorun var; en az bir buçuk saat sürmesi gereken bireysel mülakatların altından kalkmak mümkün değil, yıllar alır. O yüzden Suriyelilere “prima facie” mülteci statüsü verildi; yani grup olarak mülteci kabul edildiler. İkinci şıkkı yapabilecek olan uluslararası kuruluşlar biz bu işte yokuz dediler. BM Mülteciler Yüksek Komiserliği’nin işin içinde olmaması zaten sorunu içinden çıkılmaz hale getiriyor. Çünkü Yunanistan makamlarında böyle bir uzmanlık yok. Zorla deport etme ise neredeyse imkansızdır çünkü insanlar direnirler ve nitekim direnme de başladı. Geri kabul anlaşmalarının infaz oranının çok düşük olduğunu biliyoruz. 100 kişiyi yasadışı deklare edip sınır dışı kararı verirsin, onların beşi gider, geri kalanı toplumun içinde kaybolur.
Yunanistan’dan 4 Nisan’a kadar AB’den gelecek görevlileri beklediğini açıkladı. Kimdir bu görevliler?
Olsa olsa polis ya da üye ülkelerin iltica konusunda uzman polisleridir. Ama bu işler polisler tarafından yapılmaz. Kağıt üzerinde güzel duran, amatör Avrupa Birliği bürokratları tarafından kaleme alınmış ham hayallerdir bunlar.
Türkiye’nin alacağı her mülteci için AB’nin bir mülteci alma planına ne diyorsunuz?
Saçma sapan bir şey bu. Uygulanması neredeyse imkansız. Bütün bu kavram kargaşasında hayata geçirilebilecek, Türkiye’nin yükünü hafifletmek babında yapılabilecek yegane operasyon, Türkiye, Yunanistan, Ürdün ve Lübnan’dan Almanya gibi üçüncü ülkelere doğrudan iskandır. Uluslararası normlar uyarınca komite kurulur. BM Mülteciler Yüksek Komiserliği bu konuda uzmandır. Ama iki yıldır Yunanistan’dan yapılmaya çalışılan doğrudan iskan bir türlü layıkıyla yürümüyor çünkü Avrupa ülkeleri kota vermiyor ve mülteci almıyor.
Zaten bildiğimiz kadarıyla anlaşmada, AB ülkelerinin kaç mülteci alacaklarına dair bir taahhütleri yok?
Tabii, örneğin İspanya yaklaşık 30-35 kişi aldı. Birkaç ülkenin dışında herkes yan çiziyor.
Anlaşmada bir de “Türkiye sınırı yakınlarındaki, daha güvenli olacak bazı bölgelere, yerel nüfusun ve mültecilerin transferi” gibi bir girişim çerçevesi çiziliyor. Bu girişimin Türkiye’nin Suriye’de hayalini kurduğu ‘güvenli bölge’ olup olmadığı da tartışılmıştı. Buna kapı mı açacaktır bu çerçeve?
Uluslararası uygulama şunu söyler: bunun gibi kitlesel ilticalarda, ilticayı kabul eden ülke mültecileri mümkün olduğu kadar sınır bölgesine yerleştirilmez. Çünkü geldikleri ülkenin korumasını kaybetmişlerdir, o ülke o sınıra askeri operasyon düzenleyebilir. Mültecilerin güvenliği açısından tehlikelidir. Sınırda mülteci kampı olmaz. Ayrıca mülteciler mümkün olduğu kadar dağıtılır, yoğun olarak belli bir bölgede oradaki nüfus yapısını değiştirecek şekilde tutulmazlar. Üçüncü nokta da şu; Kürt siyasi hareketinin “oradaki nüfus dengelerini değiştirme amacıyla mı yapılıyor?” sorusu var. Bu önemli bir sorudur. Çünkü önümüzdeki öngörülebilir bir zaman diliminde Suriyeli mülteciler Türkiye’den de, Ürdün’den de, Lübnan’dan da kolay kolay ayrılamazlar. Nedeni iç savaşın bitmemiş olması ama aynı zamanda ülkenin yerle bir olmuş olması.
“Suriyeliler için Vatandaşlık verilebilir”
Türkiye’de mültecilerin ‘misafir’ kabul edildiğini düşünürsek, burada yaşayan mültecilerin statüsü ne olacak?
İltica kurumu olmayan, iltica konusunda deneyimi ve kurumsal hafızası olmayan Türkiye’nin, Suriyeliler konusunda alabileceği en makul karar, vatandaşlık vermektir. Bunun pek çok örneği vardır.
Mültecilerin buradaki hayatlarını garantiye almanın yolu budur kanaatimce.
Müktesebatta 19. yüzyıldan bu yana, Balkanlardan ve Kafkaslardan gelenlere vatandaşlık verilmesi var. 19 yüzyılda gelenler, Osmanlılaştırılırlar veya Türkleştirilirler. Ama aynı zamanda yerleştirildikleri bölgelerdeki Gayrimüslim nüfusa rakip hatta düşman hale gelirler. Yani vatandaşlık verirken çok dikkatli olmak lazım, sadece belli bölgelerde iskan olmaması lazım, dağıtılmaları gerekir.
Suriyelilerden bahsediyoruz ama mülteci statüsü olmadan Türkiye’de yaşayan pek çok göçmen var. Bahsettiğiniz vatandaşlık onları da kapsar mı?
Sanmıyorum. Burada belirleyici faktör Sünniliktir.
Anlaşmada, Türkiye’ye ‘yeni göç yollarının açılmasını engelleme’ görevi de veriliyor. Bu mümkün olabilir mi?
Çok zor. Göç teorisinin altın kurallarından biridir: hareket edebilen bir canlı kendini güvende hissetmiyorsa kaçar. Kimse engelleyemez.
Uluslararası insan hakları kuruluşları anlaşmanın uygulanamaz olduğunu düşünüyor ama yürürlüğe girdi neticede. Yapılabilecek birşey var mı?
Uygulamaya bakalım, ilkbaharda, yazın ne olacak? Ben bunun uygulanabilir olmadığını düşünüyorum. Geri yollama mümkün değildir.
Uygulamaya bakalım, ilkbaharda, yazın ne olacak? Ben bunun uygulanabilir olmadığını düşünüyorum. Geri yollama mümkün değildir.
Uygulanamazsa Türkiye’nin müeyyidesi ne olur?
Onu da, başta Sayın Merkel olmak üzere, imza atanlar düşünsün.
"Türkiye Güvenli bir Ülke değil"
Bill Frelick
HRW Mülteci Programı Direktörü
"Türkiye Güvenli bir Ülke değil"
Bill Frelick
HRW Mülteci Programı Direktörü
Bill Frelick
Türkiye-AB geri kabul anlaşmasının uluslararası insani hukukuna aykırı olduğunu açıklayan örgütler arasında İnsan Hakları İzleme Örgütü de (HRW) bulunuyor. Örgütün Mülteci Hakları Programı Direktörü Bill Frelick, Agos’un sorularını cevapladı. Geri kabul anlaşmasının yürürlüğe girmesinin ardından mültecilere yönelik baskının arttığı Yunanistan’da göçmenlerin tutulduğu merkezlere erişimlerinin olmadığını belirten Frelick, bölgedeki mülteciler ve insan hakları örgütlerinden aldıkları bilgilere göre durumun kötü olduğunu belirtiyor.
Sığınmacıların bekletildiği yerlerden biri olan Pire Limanı’nda yaklaşık 5 bin kadın, çocuk ve erkek, sağlıklı olmayan koşullarda bekleme alanlarında, çadırlarda ya da kamyon altlarında kalıyor. Hiçbir resmi yetkilinin olmadığı bölgede, kamptaki gündelik ihtiyaçları gönüllüler sağlıyor.
Anlaşmanın, göçmenlerin toplu olarak ihraç edilmesine kapı aralayacağı insan hakları örgütleri tarafından eleştiriliyor. Bill Frelick’in aktardığı kadarıyla sürecin yasallığı başlı başına bir muamma: “Anlaşmayla ilgili esas sorun şu: bu plan, "Türkiye'den Yunan adalarına usulsüz bir şekilde geçen tüm yeni göçmenlerin" geri dönmesini gerektiriyor ama aynı zamanda da bu geri dönüşlerin "AB yasaları ve uluslararası yasalarla tam uyum içinde gerçekleşeceğini, bu yüzden de toplu ihraçların yaşanmayacağını" iddia ediyor. Fakat sonuç önceden belirlenmişse, sığınma taleplerinin bireysel olarak değerlendirilmesinin ne ölçüde yasal olabileceğinden emin değiliz.
Peki Türkiye mülteciler için güvenli bir ülke mi? Frelick bu soruya ‘Türkiye’nin uluslararası standartlarla uyumlu, güvenli bir üçüncü olarak görülebileceğini düşünmüyoruz’ cevabını verip ekliyor: “Türkiye’yi yakın zamanda terk etmiş olan mülteci ve göçmenlerle yaptığımız mülakatlar gösteriyor ki ülkedeki koşullar pek çoğu için kabul edilebilir değil. Ayrıca Türkiye’nin, Yunanistan’dan kitlesel olarak gelecek göçmenleri kabul edebilecek ve onlara düzgün koşullar sağlayabilecek bir hazırlığı da yok.”
***
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder