2 Aralık 2020 Çarşamba

Türk Silahlı Kuvvetlerinin Tasfiye Edilmesi Projesi. BÖLÜM 1

Türk Silahlı Kuvvetlerinin Tasfiye Edilmesi Projesi veya “Prof. Dr. Mümtazer Türköne’yi Doğru Okumak” BÖLÜM 1





Prof. Dr. Ümit Özdağ
21. Yüzyıl Türkiye Enstitüsü
Yönetim Kurulu Başkanı
Pazar, Kasım 08, 2020

    Türkiye Cumhuriyeti, kurulduğu 1923 senesinden bu yana yaşadığı en ağır kriz sürecinden geçmektedir. Ağır krizin nedeni; Türk Silahlı Kuvvetleri tarafından “asimetrik psikolojik savaş” diye nitelendirilen, devlet ve toplumu dönüştürücü Türkiye ve TSK’ya karşı sürdürülen bir enformasyon savaşıdır.

Enformasyon savaşı; elektronik harbi, psikolojik savaşı, internet ağ savaşını, akıllı silahları ve komuta-kontrol-iletişim savaşını bütünleştiren yeni bir savaş biçimidir. Enformasyon savaşı, sadece orduların komuta-kontrol-iletişim ve istihbarat sistemlerini felç eden bir savaş türü değil aynı zamanda toplumsal davranışlar oyununun nihai amacı olan istikrarı bozmak, bir ulusun ya da bir kurumun ortak inanışlar bütününü parçalamak, tutunma bağlarını koparmak, psikolojik eğilimler ve bağdaşma imkanlarını yok etmek, hedef topluma karşı uygulanan saldırıları ve savaşı meşrulaştırmak, hatta rasyonelleştirmek, güvenliği sağlayan kurumların ve kişilerin işlevlerini bulandırmak, tartışmalı hâle getirmek; kendi enformatik etkinliğini artırmak için toplumsal örgütlenme biçimini değiştirmek, kendi hamlelerine uygun hâle getirmek gibi unsurları kapsayan yeni bir savaş konseptidir.

    Türkiye ve Türk ordusuna karşı sürdürülen enformasyon savaşının amacı, Türk milletinin İstiklal Harbi sonucunda milli-üniter bir devlet olarak kurmuş olduğu Türkiye Cumhuriyeti devletinin tasfiye edilmesidir. Bu konuda iç ve dış güç odakları uzlaşma içindedir. Tasfiye edilen Türkiye Cumhuriyetinin yerine kurulması hedeflenen, geçici olarak başkanlık sistemi ile yönetilen, hegemonik tek-parti rejimine kaymış, Türkiye Cumhuriyeti devletinin kurucu değerlerini tasfiye etmiş, çok etnikli/milletli federal bir devlettir. Oluşturulması hedeflenen “Yeni Türkiye”nin sınırları ise henüz netlik kazanmamıştır.


Yeni federal/çok milletli Türkiye, geçici olarak bugünki sınırları üzerinde kurulabileceği gibi Kuzey Irak’ta oluşan Kürt devletçiği de projeyi daha cazip hâle getirmek amacı ile bir süre için “Yeni Türkiye”ye bağlanabilir. Bir süre için federal/çok milletli “Yeni Türkiye” bünyesinde varlığını sürdüren federe Kürdistan, sonunda Adana ve Hatay üzerinden Akdeniz’e açılacak, Iğdır üzerinden Ermenistan’a ulaşacak ve Türkiye’nin geri kalanından ayrılacaktır.

Bu büyük bölgesel politik projenin başarılı olabilmesi için Türk siyasetinin bütün önemli unsurlarının projeyi açık bir şekilde onaylaması veya en azından bu projeye etkili bir şekilde karşı çıkmamasına bağlıdır. Bu aktörlerin en önemlisi ve en etkilisi hiç şüphesiz Cumhuriyetin kuruluşunda olduğu kadar bütün Türk tarihi boyunca özellikle bekâ politikaları anlamında devlet yönetiminde en etkili kurum olan Türk ordusudur. Türk ordusunun karşı olduğu bir devlet ve sistem projesinin başarılı olma şansı yoktur.

İçinden geçtiğimiz süreçte Türk siyasetinin iktidar dahil önemli bir bölümü “nasıl bir Cumhuriyet olması konusunda projelerini açık bir dille” ifade etmeseler de “statüko” diye adlandırdıkları üniter-milli devlet yapısına sahip Türkiye Cumhuriyetinin tasfiye edilmesi gerektiği konusunda hemfikirdirler. Cumhuriyet Halk Partisi ve Milliyetçi Hareket Partisi, samimi bir şekilde Cumhuriyetin kuruluş esaslarını savunsalar dahi “Yeni Türkiye’nin” iç ve dış projecileri tarafından kolaylıkla tasfiye edilebilir görülmektedirler.

Bugün var olanı, “statüko” diye küçümsenmeye çalışılan İstiklal Harbi’nin sonuçlarını savunan en etkili kurumsal yapı Türk Silahlı Kuvvetleridir. Türk ordusu, federasyoncu/çok milletçi çizgiyi tespit ve deşifre etmiş, fikri ve söylemsel düzlemde açık muhalefete geçmiştir. TSK bu muhalefetini Genelkurmay Başkanlarının değişik resmî toplantılarda yaptığı açıklamalar ve muhtemelen MGK toplantılarda raporlar ile milletin ve hükümetin gündemine taşımışlardır.

Komutanların ağır şekilde eleştirdiği ve Türk ordusunun şiddetle direndiği Yeni Türkiye projesinin başarıya ulaşması, Türk Silahlı Kuvvetleri’nin bu projeyi kabul etmesine bağlıdır. Türk ordusunun bu projeyi kabul etmeyeceğini bilen projenin dış sahipleri ve iç ortakları, Türk ordusunu en azından bu projeye karşı çıkamayacak hâle getirmek amacı ile kapsamlı bir enformasyon savaşı başlatmıştır. Genelkurmay Başkanlığı, Türkiye’ye ve kendisine karşı sürdürülen bu savaşı “asimetrik psikolojik savaş” kavramı ile tanımlamıştır.

Sürdürülen enformasyon savaşı ile Türk Ordusu; içinde katliamcıları, katilleri, darbecileri barındıran, kontrgerilla / Ergenekon örgütlenmeleri ile Türk milletinin yüksek menfaatlerine ihanet eden bir illegal örgüt ve katiller çetesi olarak sunulmaya çalışılmaktadır.

Türk ordusunun kendisine emanet edilen Mehmetçikleri, PKK tarafından katledilmesi için silahsız şekilde yolladığı, (33 erin Bingöl’de şehit edilmesi), Reşadiye’de 7 Mehmetçiğin katledilmesini sağladığı, komutanların Yahudi veya Hristiyan olduğu değişik kaynaklardan televizyon haberi, gazete köşe yazısı, televizyon yorumu, dizi film ve en önemlisi fısıltı gazetesi ile binlerce kez tekrar edilerek iftira edilmektedir. Türk ordusuna karşı sürdürülen enformasyon savaşının elemanları, TSK’nın PKK’dan beter olduğunu söyleyecek ve TSK’nın kurumsal yapısının tasfiye edilerek yerine yeni bir ordunun kurulmasını önerecek kadar ileri gitmektedirler.[1]

Subaylar tutuklanmakta, taciz edilmekte, gözaltına alınmakta ve kelepçelenmekte, askerî araçlar şehir içinde durdurularak sorgulanmaktadır. Bazı subaylar, gazi subaylar kendilerine karşı yürütülen psikolojik savaş, itibar infazı ve yargısız infazlar karşısında dayanamayarak intiharı bir yol olarak seçmekte, Yıldırım Bayezid gibi intihar ederek onurlu bir şekilde ölmenin daha doğru olacağını düşünmektedirler. Bazı siyasetçiler, gazeteciler, aydınlar açıklamalarında yazılarında, ifadelerinde Türk ordusuna karşı inanılmaz bir nefret kusmaktadırlar. Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı kimliği taşıyan bu insanların kendi ordularına duyduklar kinin boyutlarını kavramakta insan zorlanmaktadır. Türk ordusu kendi ülkesinde, kışlalarında kuşatma altına alınmış bir ordu hâline gelmiştir.

Sürdürülen enformasyon savaşı ile Türk ordusunun önüne iki seçenek konulmak istenmektedir. Birinci seçenek, Türk ordusunun enformasyon savaşına yenildiğini açıklayarak “Yeni Türkiye” projesinin gönülsüz parçası olmayı ve Anayasanın ilk dört maddesinin değiştirilmesini kabul etmesidir. İkinci seçenek ise, yürütülen enformasyon savaşına karşı isyan eden ve gelişen PKK kent terörizmini yaygınlaşmasını engellemeye çalışan TSK’yı bir askerî darbe yapmaya zorlamaktır. Böyle bir askerî darbe sonrasında bir yandan K. Irak’ta Barzani/Talabani Kerkük’ü ilhak ederek bağımsız Kürdistan’ı ilan edecek, öte yandan PKK bir iç savaş çıkarması için desteklenecektir. Türkiye, PKK’nın girişimini bastırsa dahi, K. Irak’ta Kerkük’ü ilhak eden ve Irak’tan ayrılma sürecinde biraz daha ilerleyen bir K. Irak’a imkan ve kabiliyetleri yeterli olsa dahi uluslararası müdahale yapamayacaktır.
Bu kapsamlı ve büyük enformasyon savaşının karargahı ve kurmay heyeti Türkiye dışındadır. Türkiye içinde ise enformasyon savaşının özellikle psikolojik harekat boyutunu sürdüren geniş bir altyapı vardır. Bu geniş altyapı içinde bazı isimler ön plana çıkmaktadır. Bu isimlerden birisi ve hatta en önemlisi Prof. Dr. Mümtazer Türköne’dir. M. Türköne de en azından ne yaptığının farkındadır ve bunu şöyle ifade etmektedir: “Asker düşmanı olanlardan biri de benim. (…) 

Hatta, Genelkurmay Başkanı'mızın tasvir ettiği şekilde, ‘orduya karşı medya üzerinden psikolojik harekât yürüten’lerden biri de ben olabilirim.”[2]

M. Türköne’yi Türk ordusuna karşı yürütülen enformasyon savaşı içine sıkıştırarak “psikolojik operasyoncu” olarak okumaya çalışmak büyük bir yanlış olur. Türköne’nin bunun çok ötesinde bir konumu vardır. M. Türköne, yeni bir Türkiye projesini temsil eden bir grubun “ortak aklının” temsilcisidir. Bundan dolayı, M. Türköne’nin yazdığı köşe yazılarının ve yaptığı açıklamaların iyi okunması, gelecekte ülkemizde olabilecekleri öngörmek ve yapılan planlar konusunda fikir sahibi olmak için büyük bir önem taşımaktadır. 
Bu çalışmanın amacı, M. Türköne’nin son yıllarda yaptığı açıklamalar ekseninde Türk ordusu ile ilgili yapılan planları okumaya çalışmaktır.

Enformasyon Savaşı ve Mümtazer Türköne

MümtazerTürköne, 12 Eylül öncesinde Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi’nde okuyan az sayıda Ülkücüden birisidir. Ülkü Ocakları Genel Merkezi’nde eğitimci olan Türköne, 12 Eylül’den sonra akademik yaşama, gelecekte Türk sosyal biliminin Şerif Mardin’i olacağını vaat eden siyasal İslam üzerine çok önemli bir doktora tezi ile başlamıştır. Kitap olarak da yayınlanan doktora tezi 1995 senesinde SBF’den sosyal bilimler ödülü almıştır. Ancak MümtazerTürköne, doktora çalışmasını bitirdikten kısa bir süre sonra, kısa zamanda günlük siyasetin yönlendirilmesinde “siyasal öğütçülüğün” daha kârlı olduğunu keşfetmiştir.

Böylece Türk sosyal bilimi bir kayıp yaşarken, günlük siyaset her şarta uyan bir danışman kazanmıştır. Türköne, “anahtar teslimi politik söylem” konusunda 1990’lı yıllarda gelişmiştir. 1990’lı yılların Ergenekon’u olarak suçlanan “Çiller Özel Örgütü” adlı bir örgütten bahsedildiği ve PKK’ya karşı kırsal ve kentsel alanlarda sen sert politikaların sürdürüldüğü dönemde, Türköne, Başbakan Tansu Çiller’in başdanışmanlığını yapmaktadır. Çiller’in özel propaganda gazetesi olan “Öncü”nün ilk kurgusunu yapan da Türköne’dir. Kamuoyu, M. Türköne’yi, T. Çiller için yazdığı yazılarda bazen “Taoculuk” ile bazen Ergenekon örgütü üyesi olmakla da suçlanan Abdullah Çatlı için “Bu memleket için kurşun yiyen de kurşun atan da kahramandır.” dedirten, danışman olarak tanır.

MümtazerTürköne, bu cümleyi kendisinin yazdırmadığını NTV’de Ocak 2009 başında Ruşen Çakır ile girdiği tartışmada, açıklamış bu iddianın bir şehir efsanesi olduğunu ileri sürmüştür. Ancak T. Çiller’e beraber danışmanlık yaptığı Şükrü Karaca, o yazının MümtazerTürköne tarafından kaleme açıkladığını birkaç gün sonra basına açıklamıştır. Bütün bunların dışında M. Türköne, hiçbir zaman sadece “metin yazarı” konumuna indirgenemeyecek kadar güçlü bir siyaset bilimci ve siyasal analizcidir.

M.Türköne, Çiller’in danışmanı olduğu dönemde 1990’lı yıllarda düşük yoğunluklu çatışmanın ideolojik boyutu konusunda eski Emniyet Genel Müdürü Mehmet Ağar ile de yakın olmuştur. Mehmet Ağar, PKK’ya karşı sürdürülen mücadelenin politik/ideolojik meşruluğu ile ilgili M. Türköne’den alıntılar yapmış ve bu alıntıları yaparken ad vermeden kaynak göstererek, M. Türköne’yi basına “genç fakat vukuflu bir akademisyen” diyerek övmüştür. Mehmet Ağar, Türköne’ye entelektüel yardımları için şükranını Emniyet Genel Müdürü olarak silah hediye ederek ödemiştir. Tansu Çiller’in siyasetten tasfiye olmasından sonra Türköne 2000’lerin ortasına kadar siyasetin kenarında yer almıştır.

Türköne, Ergenekon için Psikolojik Zemin Hazırlıyor (5-6 Haziran 2006)

2007 yılı ortalarından itibaren Türkiye gündeminin en önemli maddesi iddia edilen “Ergenekon Terör Örgütü” soruşturma ve yargılaması olmuştur. Böylece dünya tarihinde ilk kez bir terör örgütü yargılaması, “iddia edilen” yani varlığı ispatlanmamış bir örgüte karşı başlamıştır. Çünkü terör örgütleri çağlar boyunca gizli olmamışlardır. Gizli olmak terör örgütünün doğasına aykırıdır. Terör örgütlerinin kadroları ve gerçekleştirilene kadar eylemleri gizlidir. Ancak örgütün ismi, gerçekleştirilen eylemleri gizli değildir. Aksine eylemleri örgütün propaganda aracıdır. Türkiye’de yaşanan süreçte ise devletin hiçbir istihbarat ve güvenlik kurumunun davanın varlığından haberdar olmadığı ve sadece savcılık makamı tarafından olduğu iddia edilen varsayılan terör örgütü söz konusudur.
Esasen 1997’den itibaren bir terör örgütü olarak değil ancak gizli örgüt olarak, Ergenekon örgütünün varlığı bazı yazarlar tarafından savunulmuştur. Ergenekon örgütünün NATO tarafından 1950 sonrasında NATO ülkesi üyelerde kurulan özel harp örgütleri ile ilgisi olduğunu ileri süren bazı araştırmalar yapılmış, birçok makale yazılmıştır. Bu çalışma ve makalelerde Ergenekon’u bir “örgüt” olarak ileri süren ve eleştirerek hedef alan yazılar yayınlanmıştır. Ancak büyük bir çoğunluğu sol siyasî kültürden gelen bu araştırmacıların hiç birisi Ergenekon’u bir Türk destanı olarak hedef almamış ve karalamamış, varsayılan örgüt ile Ergenekon efsanesi arasında bir bağ kurmamıştır.

Bu görev M. Türköne’ye düşmüş ve böylece Türköne’nin Tansu Çiller’in siyasetten ayrılması ile sona eren, siyasette etkin olma süreci tekrar başlamıştır. 4 ve 6 Haziran 2006’da Türköne, henüz Ümraniye soruşturmasının başlamadığı “Ergenekon örgütü”nü değil, Ergenekon destanını hedef alan, üst üste iki yazı kaleme almıştır.[3]Türköne, yazılarında doğrudan Ergenekon’u bir kavram olarak kirletmeye çalışmıştır. Türköne, Ergenekon destanının Türk değil, Moğol destanı olduğunu ileri sürmüştür.

Türköne yazısında şöyle demektedir: “Ergenekon, kaynağı tartışmalı bir efsanedir… Derin devlet içindeki çetelerin tarihten süzülen kavramları ve efsaneleri isim olarak seçmeleri tesadüf olamaz. Tarih bugüne dair hükümlerimiz ve tercihlerimizi meşrulaştırmak için ayıklanır, duruşumuzun ve yaptıklarımızın dayanaklarını oluşturur. Çatışan ideolojiler, çatışan farklı tarih yorumları olarak ortalıkta dolaşır. Öyleyse çetelerle baş edebilmek için, içinde çetelerin de yer aldığı ama çok daha geniş kesimleri temsil eden bu tarih yorumları ile baş etmemiz gerekir.”

Türköne, daha sonra Ergenekon ve bozkurt sembolüne saldırısını: “Şayet Türk milletini bir hayvanla sembolize etmek gerekirse, bu sıfata layık tek canlı, damarlarında yüzde yüz Türk kanı dolaşan asil Kangal köpeği olabilir. Türk milletini hakkıyla temsil edebilir” deme noktasına gelecektir. Türköne, bu yazıları ile “Ergenekon” kavramını zihinlere çete kavramına denk düşecek şekilde çizmenin ilk adımını atmıştır. Artık Türkiye içinde “Ergenekon psikolojik harekâtı” başlamıştır. Bir süre sonra Ümraniye soruşturması başlayınca “Ergenekon psikolojik harekâtı” bu hukuki süreci alabildiğince istismar edecektir.

Türköne: “Ergenekon’da Suçlu Özel Kuvvetlerdir”, (12 Mart 2007)
Ergenekon destanının suçlu ortamı yaratan bir iklimi beslediği açıklamasını yapan M. Türköne; Şemdinli, Sauna ve Atabeyler soruşturmaları sonrasında ve Ümraniye soruşturması başlamadan yaptığı bir açıklamada olayların arkasında Özel Kuvvetler Komutanlığı’nın olduğunu ileri sürmüştür. M. Türköne Mart 2007’de Neşe Düzel’e şöyle demektedir: “Soğuk Savaş döneminde gayrinizami savaş tekniklerini kullanmak için kurulan, örgütlenen ve kendisini hukukla pek sınırlı saymayan ve kanun dışı yöntemleri hâlâ kullanabilen bir yapı bu… Özel Harp Dairesi… Özel Kuvvetler… Muhtemeldir ki, bunun istihbarat teşkilatında da uzantıları var. Bu gücün hâlâ ciddi bir operasyon yeteneği var. Nitekim Kuvayi Milliye dernekleri diye yapıları ortaya çıkarıyorlar. Bunların “Yeni Ulusalcılık” diye bir ideolojisi var. Yeni Ulusalcılık, bu gayri nizami yapının, bu çeteleşmenin ürettiği ürediği, yapının ideolojisidir. Toplum içindeki gerginlikleri, kutuplaşmaları, düşmanlıkları kullanan, psikolojik harekâtlarla toplum mühendisliği projeleri yapan ve sivil uzantıları da olan güçler bunlar.”[4]

Bu açıklamadan sonra başlayan Ümraniye soruşturması sonucunda 14 Temmuz 2008’de Birinci İddianame yayınlandığı zaman gerçek sanığın, savcılar tarafından M. Türköne gibi Özel Kuvvetler Komutanlığı olarak görüldüğü açık bir şekilde şu şekilde ortaya konulmuştur: “NATO’nun komünizmle mücadele amacıyla birçok ülkede kurduğu bu örgütler, zaman içerisinde amaçları dışına çıkmış ve bir kısım kişi ve zümrelerin kendi amaç ve ideolojilerini gerçekleştirmek için kullandıkları birer terör örgütüne dönüşmüştür.” Ergenekon örgütünün “Türk Silahlı Kuvvetleri bünyesinde faaliyet gösterdiği” defaatle dile getirilmiş ve Türk ordusunun Özel Harp Dairesi-Özel Kuvvetler Komutanlığını “terör örgütü” olarak tanımlanmıştır.

Türköne yine haklı çıkmıştır. Türköne’nin Ergenekon destanı konusundaki karalamalarından bir sene sonra, iddia edilen Ergenekon terör örgütüne karşı operasyon başlamıştır. Türköne’nin, suçlu Özel Kuvvetler Komutanlığı demesinden 16 ay sonra İddianame’de Özel Kuvvetler Komutanlığı suçlanmıştır. M. Türköne, öngörü zaferini şu cümlelerle kutlamıştır: “Genelkurmay'ın iki yıl öncesinde kalan bu bildirisinden Ergenekon davasının iddianamesine geçelim. İddianame doğrudan doğruya, Genelkurmay'ın bu bildirisinde geçen kontrgerilla örgütlenmesinin dava konusu edildiğini açık ve net ifadelerle belirtiyor: 46. sayfada yer alan şu ifadeye bakalım: "...NATO'nun komünizmle mücadele amacıyla birçok ülkede kurduğu bu örgütler, zaman içerisinde amaçları dışına çıkmış ve bir kısım kişi ve zümrelerin kendi amaç ve ideolojilerini gerçekleştirmek için kullandıkları birer terör örgütüne dönüşmüştür." İddianamedeki bu bölüm, aslında Genelkurmay'ın yukardaki bildirisine de bir cevap niteliğinde. Ergenekon İddianamesi, Ergenekon'u doğrudan doğruya Soğuk Savaş döneminde kurulan kontrgerilla örgütünün yoldan çıkmış, yozlaşmış, kişisel çıkar amacıyla kullanılan hâli olarak tanımlıyor. İddianame değişik yerlerde sıklıkla bu örgütün kendisini "Türk Silahlı Kuvvetleri bünyesinde faaliyet gösteren" bir örgüt olarak takdim ettiğini tekrarlıyor.”[5]

Ergenekon Psikolojik Harekâtında Mümtazer Türköne

Ümraniye soruşturmasının başlamasından sonra hukuki süreci psikolojik savaş amacı ile istismar edenlerin başında M. Türköne gelmiştir. Bu konuda Türköne’nin yazdığı birçok yazıdan sadece iki tanesinin, Türköne’nin süreçte yaşadığı psikolojiyi göstermesi açısından altı çizilmelidir. Bunlardan birisinde Türköne, Yeni Şafak gazetesi yazarı Yusuf Kaplan’a bile “Pes doğrusu” dedirten şu satırları yazmaktadır: “Koskoca bir kaya yerinden oynuyor. Kayanın altını mesken tutmuş haşeratın panik içinde kaçmaya başladığını görüyoruz. Yılanlar, çıyanlar, akrepler, solucanlar panik içinde sağa sola koşuyorlar. Onları koruyan koca kaya kütlesi kalkınca, artık her birini teker teker ayağınızla ezebilirsiniz.”[6]

Güngören’de gerçekleşen ve PKK’nın yaptığı kısa zaman sonra meydana çıkan katliamdan sonra ise Türköne yazdığı “Katliamın Sorumlusu Kim?” başlıklı yazıda “Öncelikle bombaların PKK’ya mal edileceği, Türk ordusunun bölgede yürüttüğü operasyonlarda gerekçe olarak gösterileceğine dair işaretler var (…) Bugünün gündemi içine PKK’nın veya PKK’ya yakın bir başka örgütün, böylesine zalim bir katliamla sağlayabileceği hiçbir fayda yok. PKK’nın ilan ettiği strateji içinde bu eylemin anlamı da yok. Akla en yakın ihtimal bu eylemin Ergenekon gündemiyle yakından alakalı olduğu.”[7]

Bu yazılar, aslında bir psikolojik tutumu göstermek açısından önemli olsalar da stratejik içeriği açısından çok önemli değildir. Ancak Türköne’nin düşünce ve öngörülerinin üzerine oturduğu psikolojik ortamı göstermek açısından önemli görünmektedir. Üstelik bu psikolojik zemin, Türköne’nin genel psikolojisi ile uyum içinde de değildir. Çünkü Türköne; zeki, ince bir alaycı, alttan alıcı bir dostluğu temsil etse de hiçbir zaman kaba, hoyrat olmakla suçlanamaz çünkü öyle değildir. Oysa yukarıdaki cümleler en basit ifade ile “kaba”dır.

Türköne, TSK’yı Hedef Alıyor: “Bu Ordu 86 Yıldan Bu Yana Savaşmıyor” (13 Ekim 2008)

M. Türköne, 2008’in ikinci yarısından itibaren sadece Özel Kuvvetler Komutanlığı ve iddia edilen Ergenekon terör örgütüne değil, doğrudan Türk Silahlı Kuvvetleri’ne ağır şekilde saldırmaya başlamıştır. Bu saldırılar Türkiye’de yürütülen enformasyon savaşının yeni bir aşamaya taşındığının ve artık TSK’nın dolaylı değil doğrudan baskı altına alınacağının da habercisidir. Türköne’ye göre, “Türkiye’nin en geri, en hantal, en akıl dışı, en geleneksel bürokratik kurumu Türk Silahlı Kuvvetleri’dir” Türk subaylarında iki ilgi alanı vardır: “Siyaset ve borsa”. Türköne, Türk subayları için şöyle der: “Borsaya inanılmaz ilgileri var. Hepsi borsa uzmanı.” Türköne’ye göre, Türk ordusu, baskı kurarak terörü engellemeye çalışan postal kafalılığı temsil etmektedir.[8]

M.Türköne, Türk ordusunun 86 seneden beri savaşmadığı ve sadece tören yaptığını ileri sürerek, Türk Silahlı Kuvvetleri’nin 1774’e kadar olan geçmişini iyi gözden geçirmesini istemektedir.[9] Orduların, bütün kurumlar gibi özeleştiri yapmalarında büyük fayda vardır. Ancak, Türköne’nin Türk ordusuna yönelik saldırılarının her türlü ahlaki boyutu yitirdiği görülmektedir. Türk ordusunu son 86 senede bir “tören ordusu” ilan etmek vicdansızlıktan da ötedir.

Türk ordusu, 1923 sonrasında 1938’e değin, Doğu ve Güneydoğu Anadolu’da çıkarılan 15 bölücü isyanı bastırmıştır. Bunu, ordunun Kore Savaşı’na katılması izlemiştir. Türk birlikleri Kore’de en sert çatışmalara girmiştir.[10] Türk ordusunun 1974’te düzenlediği Kıbrıs Barış Harekâtı, deniz ötesi çıkarma harekâtı olarak, en zor savaş türlerinin başında gelmektedir. Türk Ordusu, Kıbrıs Savaşı’ndan da başarı ile çıkmıştır.

1984’te PKK terör örgütü, Türkiye’ye karşı, vekaleten savaş denilen düşük yoğunluklu bir çatışma süreci başlatmıştır. PKK, 1984-2007 sürecinde kendisini Suriye, Irak, İran, AB ülkeleri ve nihayet ABD’ye kiralayarak Türkiye’ye karşı savaş türleri içinde bir milleti ve orduyu en fazla zorlayan düşük yoğunluklu çatışmayı sürdürmüştür. Ordu, bu mücadeleden de yüz akı ile çıkmış, 1997’de PKK yenilmiş, birinci ve ikinci adamı tutuklanmış, terör örgütü, Türkiye dışına çekilmeye zorlanmıştır.


***

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder