28 Aralık 2020 Pazartesi

ERDOĞAN'IN 27 MAYIS 2014'DEKİ GRUP TOPLANTISINDA SÖYLEDİKLERİ ÜZERİNE SİYASAL BİR DEĞERLENDİRME

ERDOĞAN'IN 27 MAYIS 2014'DEKİ GRUP TOPLANTISINDA SÖYLEDİKLERİ ÜZERİNE SİYASAL BİR DEĞERLENDİRME

Feyzi Çelik ÇÖZÜMÜN UÇURUMUNDAKİ SÜREÇ VE KÜRDİSTAN 29.05.2014 Erdoğan, 27 Mayıs 2014 tarihli AKP grubu toplantısında ekonomi, gezi, tarih, AB, çözüm süreciyle ilgili beyanda bulundu. Alevilik konusunda özel bir ağırlık vardı. Alevi sorunu ile Kürt sorunu arasında bağlantı kurarak bu iki sorunun dış güçler tarafından kışkırtıldığını söyledi. Konuşmasına tarihi bir perspektifle yaklaşarak Türkiye'nin Selçuklu ve Osmanlı mirası üzerinde kurulduğunu belirterek, birinci dünya savaşından sonra Batı tarafından Misak-ı Milli'nin dahi kabullenmediğinin üzerinde durdu. Aslında bu yaklaşım, Ahmet Davutoğlu'nun Stratejik derinlik adını koyduğu Yeni Osmanlıcılık siyasetinden vazgeçmek(iflasından sonra) anlamına geliyor. Bundan sonraki süreçte dış düşman retoriğinden çok "dış düşman tarafından kışkırtılan Alevilik ve Kürtlük" retoriğine geçiş yapmıştır.

Tıpkı AKP öncesi MGK-Kırmızı kitapta yazılı olduğu gibi. Tabi ki, kendi içindeki siyasal bütünlüğü sağlamak için bir düşman da Gülen hareketi olarak gösterildi.
Erdoğan, ideolojik-islami yaklaşımını da göstere göstere yapmaktan çekinmiyor. Kendi güdümünde 2004 yılında kurdukları STK olarak adlandırdıkları Avrupalı Türk Demokratları Birliği toplantısının açılışını Diyanet işleri başkan yardımcısının ettiği dualar yapıyor. Aslında bu gösteri anlamında İslami görüntü yapmak amaçlıdır. Öte yandan neo-liberalizayonlaşma konusunda iş birliği sonuna kadar gitmeye devam etmektedir. Onun, dualı, çift hocalı ezanları, İslam’ı da neo-liberalizme uygun hale getirmek amaçlıdır. Bundan Almanya'nın veya AB'nin rahatsız olduğu da yoktur. Bu şekil onların da işine gelmektedir.

Çözüm sürecinin Kürtler açısından oyalayıcı niteliği bilinmesine rağmen, Kürtlere kaybettirdiği bir şey yoktur. Tersine kazandıkları vardır. KCK davalarının hukuki dayanaktan yoksun olduğunun ortaya çıkışı, KSH'nin Türkiye ve dünya kamuoyunda siyasi meşruiyet yakalamış olması, KSH'nin gerektiğinde kendi silahlı gücü üzerinde siyasal etkinlik kurabilecekleri, Öcalan'ın KSH'nin liderliğinden Kürtlerin liderliği pozisyonuna doğru gidişi bunlardan bir kaçıdır. Türkiye açısından ise bundan sonraki süreçte KSH'ne yönelik olarak başlayacak savaşın gerekliliği hem Türk halkı hem de dünya kamuoyu açısından eskisi gibi destek bulmayacaktır. Gezi'deki devletin kendilerine yönelik yapısal şiddetini gördükçe bunun Kürtlere yönelik kullanımının da karşısında olacaktır.

MİT Yasası gibi düzenlemler olsa da geleneksel Türk bürokrasinde yaşanan kriz ve karmaşa da devletin bundan sonraki süreçte top yekün olarak KSH'nin üzerine yürüyemeyeceğini göstermektedir. Aslına bakılacak olursa AKP, KSH'ne muhtaç durumdadır. Çırılçıplak korumasız bir şekilde azgın nehrin sularına kendisini bırakmış yüze yüze nehrin ortasına geldiği için geri dönüşü daha da tehlikelidir. Geri döndüğünde kendisini bekleyen rakipleri vardır. O nedenle nehrin karşısına sağlam çıkışı KSH ile ilişkisini sürdürmesine bağlıdır. Bu aynı zamanda AKP'nin ve Erdoğan'ın açmazıdır. AKP, şimdilik Güney Kürdistan Yönetimi(KBY) ile ilişkilerini üst düzeyde tutarak bunun sağladığı ekonomik kazanımlarla durumu telafi etse de ilişkilerinin giderek KBY ile olmaktan çok KDP-Barzani ilişkisine indirgemesinde, KDP'nin Kürdistan'ın diğer bölgelerindeki etkisizliği, Güney Kürdistan'da ise hakimiyetini kaybetmesi ileriki süreçte KBY'nin Irak merkezi hükümetiyle ilişkilerine yeni bir boyut gelebilir. Bu da AKP açısından "muhteşem yalnızlığın" pekişmesiyle sonuçlanabilir. Köklü Kürt Partisi KDP'nin geleceği Kürdistan'ın dört parçası ve diasporada etkili olan PKK ile ilişkilerine bağlıdır. KDP'de gerilemenin, KDP'nin Rojava'da PYD'yi dışlayıcı/dayatmacı siyasetinden ileri gelmiş olabilir. PKK'nin kilit rolü giderek Kürdistan'ın geneli hatta daha da ileri gidilerek Ortadoğu'daki rolünün boyutu anlaşılmalıdır. KDP'nin PKK ile ilişkileri, KDP'nin YNK ve Goran'la ilişkileri de etkilemektedir. Nitekim, KDP'den farklı olarak YNK ve Goran'ın PYD'ye olumlu yaklaşımı bunun göstergelerinden biridir. Bu nedenle AKP çözüm sürecini sürdürmek durumdadır. KSH'ne yönelik tehditleri taktiksel ve pazarlık gücünü artırmaya yöneliktir. KSH'nin de bunu göz önünde bulundurarak başbakanın çıkışı karşısında püsmesine gerek yoktur. Tersine taleplerini somutlaştırıp eylemselliğini artırmalıdır. Buna Gezi benzeri eylemselliğe katılımı da dahildir. Kemalistler ve ulusalcılar konusunda, KSH'nin geçmişteki eleştirilerinin etkisinde kalarak onlarla yan yana görünür durumma gelmekten de korkmamaları gerekir. Tersine Kemalistlerle eylemsel anlamda yan yana gelişi AKP'yi daha zorlaştıracak, AKP'nin Alevilere yönelik kışkırtıcı ve ayrımcı söyleminden de geri adım attırmasını sağlayacaktır. Erdoğan'ın Dersim katliamıyla ilgili söyledikleri doğru olsa bile bunu TC'nin bir faaliyeti gibi göstermek yerine günümüzdeki haliyle o dönemki CHP'yle ismi dışında hiç bir benzerliği olmayan şimdiki, CHP'yi sorumlu tutan tavrı, demagojik ve siyasal rakibi CHP'yi küçük düşürmek amaçlıdır. Erdoğan kendisi çok iyi biliyor ki, Dersim katliamının kararını veren aynı zamanda CHP'nin genel başkanı Atatürk'ten başkası değildir, o dönemin başbakanı da Celal Bayar'dır. Meclisin çıkardığı yasaya dayalı Bakanlar Kurulu kararıyla verilmiş bir katliam söz konusudur. Şimdiki CHP'nin Dersim katliamı nedeniyle özür dilemesi önemli olsa da Dersim Katliamından dolayı asıl olması gereken TBMM ve Bakanlar Kurulu kararıyla katliamın kabulü ve bundan dolayı özür dilenmesidir. Erdoğan bunu yapmak yerine, yetkisiz kalmış makamların özür dilemesini bekliyor. Mecliste çoğunluk elinde, Bakanlar Kurulu da senden müteşekil, neden harekete geçmiyorsun ki. Alman Sosyal Demokrat Partisinin lideri, Yahudi anıtı önünde diz çöküp özür dileyince bunu partisinin genel başkanı olarak değil, Almanya'nın başbakanı olarak yaptı. Bunun yasal ve yazılı gereklerini yerine getirdi. Erdoğan, Kürtler ve Aleviler konusundaki "dış kışkırtma" argümanlarını kullanarak o yıllarda İttihat ve Terakki Partisi(İTP) ile CHP'den farklı mı davranıyor?

O da Türkiye devletinin diğer hükümetlerinin yaptığını yapıyor. Erdoğan, kendi taraftarlarını bütünleştirmek ve toparlamak için elinden geleni yaparken, kendisine rakip olarak gördüklerini hücrelerine kadar bölmek ve parçalamak peşindedir. Ağrı seçimlerinde BDP'lileri erkek ve kadın olarak ayırarak BDP'li erkekleri, kadınların sandığa gitmesini önlediğini söyledi. Erdoğan, bu söylemi ile Kürt ailelerini bile parçalamak için elinden geleni yapıyor. Aile içi şiddet, kadın cinayetleri konusunda kılını kıpırdamayan bir başbakanın bu söylemiyle aile içi şiddeti davet ediyor. Birinci dünya savaşının yüzüncü yılına girerken, Erdoğan üçüncü bir dünya savaşına girecekmiş gibi "Başkomutanlığı" elde etmenin aceleciliği içindedir. Onu İTP'den ayıran tek yön İTP savaşa girerken, padişahı etkisizleştirirken, Erdoğan kendisini padişahlaştırmaya çalışmaktadır. İTP'nin hırsı nasıl ki hüsran olduysa Erdoğan'ın da hüsran olmaya mahkumdur. O nedenle Erdoğan'ın kafasındaki düşman, daha öncekiler yöneticilerinde olduğu gibi "iç düşmanlar"dır. Stratejik derinlikten geri kalan Stratejik sığlığın dere kenarında balık avlamaktır. Ne yazık ki, HES ve AVM yaparak balıklara derede yaşama hakkını bile çok gördü. Derede bile balık avlayamayacak duruma gelen Erdoğan'ı iktidarsız bir iktidar haline geldiğini birileri ona söylemeli. Gezi'ye, Alevilere ve Kürtlere atıp tutmayı bırakmalı. Post-Kemalizm’in, Kemalizm’i kurtarmaya yetmeyeceğini bilmelidir. Erdoğan'ın konuşmasında dikkat çeken noktalardan biri de Erdoğan'ın CHP Tunceli milletvekili Hüseyin Aygün üzerinden CHP/DHKP-C arasında bağlantı kurmasıydı. Erdoğan'ın tipik desteksiz yalanlarından biri olan bu iddia daha önceden Öcalan'ın ve ÇHD'li avukatlar için sarf ettiği "11 kapılı hücre evi" yalanını çağrıştırmaktadır. Erdoğan, söylediklerinin delilini dahi gösterme zahmetine girmemektedir. Soma'ya Alevi eylemci taşındığı iddiası da buna benzer bir iddiadır. Sanki Aleviler öyle bir toplum ki, gerektiğinde dış güçler(lobiler) onları Gezi'ye götürebilmekte, mobil eylemciler gibi başkaları tarafından Soma'ya götürülebilmektedirler. Oysa eylem ve söylemlerini şiddete başvurmadan demokratik yöntemlerle yapmanın en önemli örnekleri Alevilerden gelmektedir. Hükümetin Alevi Açılımı çerçevesinde Alevi Çalıştaylarına katılmakta tereddüt etmediler. Ortay çözüm önerileri çıkmasına rağmen, çözüm konusunda adım atmayan tarafın AKP ve Erdoğan oldığu açıkça ortaya çıktı. Alevilik, zorunlu din dersi ve Cemevi konusunda verilen AİHM'nin kararlarını yerine getirmeyen de Erdoğan'dan başka birisi değildir. Erdoğan, AB'ye ekonomik ilişkiler bağlamında bakmaktadır. AB'ye girişi de Türkiye'nin AB'ye değil de AB'nin Türkiye'ye ihtiyacı olduğu çerçevesinden bakmaktadır. ***

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder