12 Eylül 2019 Perşembe

Avrupa Birliği ve Türkiye’nin Suriyeli Mültecilerin Dayanıklılığını Geliştirme Stratejileri BÖLÜM 1

Avrupa Birliği ve Türkiye’nin Suriyeli Mültecilerin Dayanıklılığını Geliştirme Stratejileri BÖLÜM 1




Zelal Başak Kızılkan1 
1  Dr. Öğr. Üyesi, Mardin Artuklu 
Üniversitesi, İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi, Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümü. 
Makale Gönderilme Tarihi: 26-08 -2018, Kabul Tarihi: 18-12-2018 



Özet: Suriyeli sığınmacıların zorluklar ve şoklar karşında dayanma, direnme ve toparlanıp eski haline gelme potansiyelleri olarak tanımlanan “dayanıklılığının” ulusal ve uluslararası düzeyde geliştirilmesi, Suriyeli mültecilerin toplumsal, siyasi ve kültürel entegrasyonuna önemli bir katkı sunmaktadır. 

Makalenin temel amacı Türkiye ve Avrupa Birliği’nin Suriyeli mültecilerin “dayanıklılık” kapasitesini güçlendirmeye yönelik politikalarının ve araçlarının neler olduğu ve söz konusu araçların etkinliklerini tespit etmektir. 

Makale Türkiye ve AB’nin Türkiye’deki Suriye toplumunun dayanıklılığını artırmaya ne ölçüde ve nasıl katkı sunduğunu ortaya çıkarmayı hedeflemekte dir. 

Giriş 

Suriye’deki iç savaşın 11 Mart 2011 tarihinde Ürdün sınırındaki Dera ketinde patlak vermesinden bu yana tam yedi yıl geçti. Esad rejiminin Dera’daki 
barışçıl gösterileri zor kullanarak bastırması, çatışmaları önce bir iç savaşa, Rusya ve Amerika gibi ülkelerin müdahil olmasıyla birlikte de iç savaşı topyekûn bir savaşa dönüştürdü. 

Sonuçları itibariyle Suriye iç savaşı Ortadoğu’daki en büyük insani felaketlerden birini doğurdu. Birleşmiş Milletler(BM) verilerine göre, Mart 2018 itibariyle 5,6 milyondan fazla Suriyelinin Türkiye, Ürdün, Lübnan, Irak ve Mısır gibi ülkelerde mülteci statüsüne sahip olmasına, 6.1 milyon kişinin ülke içinde yerlerinden edilmesine, yaklaşık 6 milyonu çocuk olmak üzere 13 milyondan daha fazla kişinin insani yardıma gereksinim duymasına neden oldu.2 
2 UN News, Syria. Haberin mevcut olduğu web sayfası https://news.un.org/en/focus/syria. Son erişim tarihi: 03.05.2018. 
BBC Türkçe, Grafiklerle: Suriye’de 8.yılına giren savaş, 15 Mart 2018. Web sayfası:
https://www.bbc.com/turkce/haberler-dunya-43414137. Son erişim tarihi: 25.07.2018.

Güvenli ve onurlu bir yaşam arayışı binlerce Suriyeli sığınmacının riskli deniz yollarını kullanarak Avrupa’ya kaçmasına yol açtı. 

Avrupa, İkinci Dünya Savaşından bu yana en büyük göç sorunuyla karşı karşıya kaldı, ancak mülteci sorunuyla da baş edebilecek iradeyi de göstermekte zorlandı. 

Mülteci krizi Türkiye ve AB ilişkilerini de ciddi bir biçimde etkiledi. 

Mülteci krizi Türkiye ve AB ilişkilerini de ciddi bir biçimde etkiledi. Suriyeli sığınmacılar için Türkiye’nin Avrupa’ya açılan transit bir ülke olması çok sayıda
mültecinin AB sınırlarına dayanmasına neden oldu. AB Suriyeli mültecileri Avrupa bütünleşmesini tehdit etme potansiyeline sahip “sınırdaki düşmanlar” olarakgörmüş ve mülteci akını karşısında sınır politikalarını yeniden sorgulamaya başlamıştır. Türkiye ise sığınmacılara AB ile ilişkilerinde kullanılabilecekleri bir
“koz” ve “tehdit aracı” olarak yaklaşmıştır. Bu durum hem Türkiye’nin hem de AB’nin Suriyeli mültecilere yönelik politikalarını önemli ölçüde etkilemiştir. AB,
Suriyeli mültecilerin Türkiye’de sürekli olarak kalmalarını ve bütünleşmelerini sağlayacak önlemleri destekleyip, Avrupa sınırlarına mülteci akınını engellemeyi
planlarken, Türkiye Avrupa Birliği’nden sağlanan fonlarla göçmenlerin entegrasyonundan kaynaklanacak iktisadi ve sosyal yükü azaltmaya çabalamıştır.

Ayrıca, Avrupa Birliği Türkiye’nin insan hakları ve demokratikleşme sicilini vegiderek artan otoriterleşme eğilimini eleştirdiğinde, AB’yi Suriyeli mültecilere
sınırları açmakla tehdit etmiştir. Toplumlar düzeyinde hem AB ülkelerinde, hemde Türkiye’de Suriyeli mültecilerle bir arada yaşamaya ilişkin sorunlar ortayaçıkmıştır. Aşırı milliyetçilik, yabancı düşmanlığı ve radikalleşme gibi siyasi ve sosyolojik eğilimler giderek artmıştır.

Daha az üzerinde durulan bir konuysa Suriyeli sığınmacıların hayata tutunma çabalarıdır. Milyonlarca Suriyeli evini ve yurdunu terk edip, diline ve
kültürüne yabancı olduğu bir ülkede ve çoğu kez “öteki” olarak görüldükleri bir düzlemde yaşadıkları travmaları geride bırakıp, sağlık, barınma, eğitim, temel hakve özgürlüklerinin korunması ve statüsüzlük gibi sorunların üstesinden gelmeye çalışarak, ayağa kalkmak için uğraş vermektedir. Suriyeli sığınmacıların zorluklarkarşında dayanma, direnme ve toparlanıp eski haline gelme potansiyelleri olarak tanımlanan “dayanıklılıklarının”3 
3 Kriz, şok ve stres gibi beklenmedik ve zorlayıcı olaylar karşında toparlanıp eski haline dönüşme güç ve kapasitesi olarak tanımlanan “resilience” 
kavramının, Türkçe karşılığını bulmada önemli belirsizlikler vardır. Börekçi ve Gerçek’in (2017) vurguladığı gibi kavramın Türkçe karşılığı dayanıklılık, 
dirençlilik, direniş, esneklik, kendini toparlama, yılmazlık olarak kullanılmıştır (Börekçi & Gerçek, 2017 s.45). Söz konusu çalışmada “resilience” zorluklar    “karşısında dayanma, direnme ve toparlanıp eski haline gelme” olarak kavramsallaştırılacak ve Türkçe karşılığı “dayanıklılık” olarak kullanılacaktır.


Ulusal ve uluslararası düzeyde geliştirilmesine hem Avrupa Birliği hem de Türkiye önemli bir destek vermektedir. 
Bu bağlamda, söz konusu makalenin temel amacı Türkiye ve Avrupa Birliği’nin Suriyeli mültecilerin “dayanıklılık” kapasitesini güçlendirmeye yönelik 
politikalarının ve araçlarının neler olduğu ve etkinliklerini tespit etmektir. 
Makale Türkiye ve AB’nin Türkiye’deki Suriye toplumunun dayanıklılığını artırmaya ne ölçüde ve nasıl katkı sunduğunu ortaya çıkarmayı hedeflemektedir.

Makale üç temel bölümden oluşmaktadır. İlk bölümde Türkiye’nin mülteci politikası ele alınacaktır. Türkiye’nin göç ve iltica politikasının hukuki ve kurumsal dayanakları analiz edilecektir. İkinci bölümde AB’nin Türkiye’deki Suriyeli sığınmacıların dayanıklılık kapasitesini artırma politikaları yerinden zorla edilmiş toplulukların dayanıklılığını güçlendirmeye yönelik kuramsal çerçeveye referans verilerek analiz edilecektir. Bu bölümde AB-Türkiye arasında imzalanan göç anlaşmasına özel bir vurgu yapılacaktır. Son bölümde AB ve Türkiye’nin Suriyeli göçmenlerin dayanıklılığını geliştirme politikasının uygulamada ne derecede etkin olup olmadığı tartışılmaya açılacaktır.

1. Türkiye’nin Göç ve İltica Politikası

Türkiye mülteci tanımını 28 Temmuz 1951 yılında imzalanan ve 22 Nisan 1954 tarihinde yürürlüğe giren BM’nin “Mültecilerin Hukuki Durumuna İlişkin
Cenevre Sözleşmesi” uyarınca yapmaktadır. Söz konusu sözleşmeye göre mülteci “Ocak 1951'den evvel cereyan eden hâdiseler neticesinde ve ırkı, dini,
tabiiyeti, muayyen bir içtimaî gruba mensubiyeti veya siyasi kanaatleri yüzünden takibata uğrayacağından haklı olarak korktuğu için vatandaşı olduğu memleket dışında bulunuyorsa oraya dönemeyen veya mezkur korkuya binaen dönmek istemeyen şahıs“4 olarak tanımlanmıştır. 

4 Birleşmiş Milletler, Madde 1.A. Mültecilerin Hukuki Durumuna Dair Sözleşme, 28 Temmuz 1951, Cenevre. Madde 1. A

Bir kimsenin mülteci olarak tanınması için ırkı, dini, tabiiyeti ve toplumsal gruba mensubiyetine ilişkin bir tehlikenin olması, bu gerekçelerle zulme uğrayacağına dair haklı bir korkunun olması ve ülkesinin dışında olması gerekmektedir. Sözleşme, mülteci tanımını “Ocak 1951 yılından önce ve Avrupa’da meydana gelen olaylar” ifadesiyle sınırlayarak, II. Dünya Savaşı sırasında yerinden edilen ancak mülteci statüsü olmayan kimselere hukuki bir statü getirmeyi hedeflemiştir.

1967 yılında “Mültecilerin Hukuki Statüsüne Dair 1967 Protokolü”nün benimsenmesiyle birlikte “yeni mülteci ortamlarının” ortaya çıktığı belirtilmiş ve
bu nedenle zaman ve coğrafi sınırlamaya bakılmaksızın Cenevre Sözleşmesi’ ndeki mülteci tanımına giren herkesin eşit hukuki statüden yararlanabileceği ifade edilmiştir.5 
5 Birleşmiş Milletler, Mültecilerin Hukuk Statüsüne İlişkin 1967 Protokolü, Madde 1.

Yani ek protokolle birlikte ülkelerinden ne zaman ve nereden çıkmış olduklarına bakılmaksızın, Cenevre Sözleşme ile ortaya çıkan haklar tüm mülteciler için geçerli olmuştur. Ancak, Türkiye Cenevre Sözleşmesinin mülteci tanımlamasını kabul etmesine ve Mültecilerin Hukuki Statüsüne Dair 1967 Protokolü 1 Temmuz 1968’de onaylamasına rağmen, Cenevre Sözleşmesinde belirtilen coğrafi sınırlama ilkesini uygulamaya devam etmiştir. Bu nedenle sadece Avrupa ülkelerinden siyasi gerekçelerle kaçan kişilere mülteci statüsü vermiştir. Afrika veya Orta Doğu ülkeleri gibi Avrupa coğrafyası dışındaki yerlerden Türkiye’ye kaçmak durumunda olan ve korunma talep eden kimselere mülteci statüsü verilmemiştir. Bu durumdaki kimseler “sığınmacı” olarak tanımlanmıştır.

Türkiye, 1990’lı yılların başında sınırdaşı olduğu ülkelerdeki çalkantılar nedeniyle sayıları giderek yükselen sığınma başvurularını göz önünde bulundurarak, 14.09.1994 tarihinde “Türkiye’ye İltica Eden veya Başka Bir Ülkeye İltica Etmek Üzere Türkiye’den İkamet İzni Talep Eden Münferit Yabancılar İle Topluca Sığınma Amacıyla Sınırlarımıza Gelen Yabancılara ve Olabilecek Nüfus Hareketlerine Uygulanacak Usul ve Esaslar Hakkında Yönetmeliği”ni 6 kabul
etmiştir. 
6 Türkiyeye İltica Eden veya Başka Bir Ülkeye İltica Etmek Üzere Türkiye’den İkamet İzni Talep Eden Münferit Yabancılar ile Topluca Sığınma Amacıyla Sınırlarımıza Gelen Yabancılara ve Olabilecek Nüfus Hareketlerine Uygulanacak Usul ve Esaslar Hakkında Yönetmelik. Kabul tarihi: 14.09.1994. No: 22127.

Bu belge hem toplu hem de bireysel sığınma vakalarında sığınmacılara sağlanacak hakları ve korunma biçimlerini belirleyen ilk düzenleyici belge
konumundadır (Kaya & Eren, 2015 s.22). Ancak, Türkiye’nin mülteci ve sığınmacılara ilişkin temel hukuksal dayanağını 6458 sayılı Yabancılar ve
Uluslararası Koruma Kanunu(YUKK)oluşturmaktadır.7 
7 Resmi Gazete, Yabancılar ve Uluslararası Koruma Kanunu, Kanun No.6458. Kabul tarihi: 04.04.2013.

YUKK, Türkiye’nin ulusal mevzuatını Avrupa Birliği standartları ile uyumlaştırmayı hedeflemektedir (Kibar 2013, s:109). Kanun mülteci krizine daha etkin bir biçimde yanıt verebilecek bir hukuksal dayanağı oluşturmaktadır. Esas itibariyle, “yabancıların Türkiye’ye girişleri, kalışları ve çıkışlarını” düzenlemekte ve “Türkiye’den koruma talep eden yabancılara sağlanacak korumanın kapsamına ve uygulamasına ilişkin usul ve esasları” belirlemektedir (Dulkadir 2017, s:29). Ayrıca İçişleri Bakanlığı’na bağlı Göç İdaresi Genel Müdürlüğü’nün kuruluş, görev ve sorumluluklarını da düzenler.
Söz konusu kanunun benimsenmesi AB’nin reform baskısı sonucuyla oluşmuştur.

YUKK mülteci, şartlı mülteci, ikincil koruma ve geçici koruma olmak üzere dört statü öngörmüştür. Mülteci statüsü YUKK’un 61. Maddesinde düzenlenmiş,
Cenevre Sözleşmesi’ne paralel olarak sadece Avrupa’dan gelen ve sığınma talep edenleri “mülteci” statüsünde değerlendirilmiştir. Avrupa dışındaki ülkelerden
gelen ve mülteci vasfını taşıyan kişiler “bireysel bir koruma biçimi” olan “şartlı mülteci” hukuk rejimine tabii olmuştur. Şartlı mülteci statüsü sadece üçüncü bir
ülkeye yerleşinceye kadar geçici bir koruma sağlamaktadır. 8
8 İç İşleri Bakanlığı, Göç İdaresi Genel Müdürlüğü, 6485 Sayılı Yabancılar ve Uluslararası Koruma Kanunu, Yayın No:3, Aralık 2013, Madde 62.

YUKK’un 63. Maddesi ikincil koruma statüsünü düzenlemiştir. İkincil koruma statüsü “mülteci veya şartlı mülteci” kategorisinde olmayan ancak “menşei veya ikamet ülkesine gönderilmesi durumunda ölüm cezasına mahkûm olacak veya ölüm cezası infaz edilecek, işkenceye, insanlık dışı ve onur kırıcı muameleye maruz kalacak kimselerin” ikincil korumadan faydalanabileceğini belirtmiştir.9 
9 YUKK, 63. Madde

İkincil koruma da tıpkı şartlı mülteci statüsü gibi bireysel bir koruma biçimidir. Tüm bu statülerin dışında geçici koruma statüsü de öngörülmektedir.
Diğer koruma biçimlerinden farklı olarak, geçici koruma kitlesel sığınmacı akını durumunda alınacak tedbirleri ve insani yardımın sağlanmasını öngörmektedir.
Bireysel ve sürekli olmayan bir statüdür. Geçici korumadan “ülkesinden ayrılmaya zorlanmış, ayrıldığı ülkeye geri dönemeyen, acil ve geçici koruma bulmak amacıyla kitlesel olarak” Türkiye sınırlarına gelenler 10 faydalanabilirler (Kaya ve Eren, 2015, s: 33). 
10 YUKK, 91. Madde

Aşağıdaki bölümlerde ayrıntılı bir biçimde tartışılacağı gibi Suriyeli sığınmacılar geçici koruma statüsüne tabidirler.

2. Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR.,

***

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder