Libya’daki Ramazan ile Suriye’deki Ramazan Farklı mı?
Prof. Dr. Ümit Özdağ
03 Ağustos 2011
Mart 2011’de Paris, Fransa’nın Afrika’da 19. Yüzyıldaki emperyalist politikalarının arkasındaki motiflere benzer motifler ile Libya’daki iç karışıklıklara isyancılar lehine bir askeri müdahalenin önünü açmıştır.
Libya'ya insan haklarını savunmak adına müdahale eden Fransa'nın Libya'daki olayları tetikleyen Tunus ayaklanması sırasında Tunus diktatörü Bin Ali ülkesinden kaçmak üzere iken diktatöre isyanı bastırması için Fransız askeri birlikleri yollamayı düşündüğü bilinmektedir.
Paris kısa bir süre sonra Kuzey Afrika'daki gelişmelerin kendisine bu coğrafyada, iktidarları muhafaza ederek değil, değiştirerek emperyalist bir atılım yapma fırsatı verdiğini görmüştür. Üstelik Fransa Cumhurbaşkanı Sarkozy'nin 2012'deki seçimleri kazanması için de bir zafere ihtiyacı vardır.
Libya seferi, Libya'ya demokrasi ve insan hakları getirmek adına değil, 21. Yüzyılda Afrika kıtasında yeni paylaşım adına başlatılmıştır. Fransa'nın askeri gücü sonuç almaya yeterli olmadığı ve müdahale şekli uluslararası hukuku ihlal ettiği için ABD ve İngiltere'nin müdahalesi ile Libya'ya müdahale bir BM-NATO operasyonuna dönüştürülmüştür.
Türkiye ise önce NATO'nun Libya'da görev üstlenmesini Başbakan Erdoğan'ın açıklamaları ile en sert şekilde eleştirirken daha sonra NATO uçaklarının İzmir'de bulunan NATO Müşterek Hava Komuta Karargahından yönetilmesi kararı alınmıştır.
Kaddafi güçleri, NATO'nun beklediğinden çok daha uzun bir süre NATO hava kuvvetlerinin saldırılarına direnmeyi becermiştir. Üstelik isyancı güçler de aldıkları bütün desteğe rağmen önemli bir mesafe kaydedememişlerdir. Her ne kadar NATO sözcüsü 2 Ağustos 2011 tarihli brifingde "mesele Kaddafi'nin gidip gitmeyeceği değil, ne zaman gideceğidir" dese de 2 Ağustos tarihli Stratfor raporunda"Batının Kaddafi'nin yerine geçeceğini düşündüğü isyancılar anlaşılan bütün ülkeyi değil Doğu Libya'daki bölgelerini dahi kontrol edememektedirler" demektedir.[1]Batı açısından sonuç alabilmek ancak Kaddafi güçlerine karşı bir kara savaşı ile mümkündür.
Afganistan ve Irak yorgunu Amerikan Ordusu Libya'da hava desteğini ancak Beyaz Saray ve Dışişleri Bakanlığı'nın baskısı ile vermiştir. İngiltere ve Fransa ise kamuoyu baskısından dolayı ordularını bir kara savaşına sokmak istememektedirler. Ulaşılan aşamada bir askeri pat durumundan söz etmek mümkündür. Bu pat durumu, Libya'nın Doğu ve Batı olarak ikiye bölünmesi tartışmalarının başlamasına neden olmuştur.
1 Haziran 2011'de NATO Genel Sekreteri, NATO güçlerinin Kaddafi güçlerine karşı operasyonlarının 90 gün daha süreceğini açıklamıştır. Bu açıklama öncesinde kısa süren bir "Ramazan'da askeri operasyon yapılır mı?"tartışması yapılmış ancak bu tartışma NATO'nun, Ramazan ayında da Kaddafi bölgesini veya Batı Libya'yı bombalama kararı çıkarmasını engellememiştir.
Türkiye'nin de NATO'nun aldığı bu karara karşı çıkmadığı ve Türk Dışişleri Bakanlığının NATO'nun bu kararını kınamadığı bilinmektedir. Esasen Türkiye'nin sert bir şekilde karşı çıkması durumunda NATO'nun bu operasyonu Ramazan ayında yapması mümkün olamazdı.Çünkü bu kararın oy birliği ile alınması gerekmektedir. 12 Temmuz'da bir NATO temsilcisi ateşkes olması durumunda NATO'nun Ramazan'da Libya'yı bombalamayacağını açıklamıştır. Ancak bundan bir sonuç çıkmamıştır.
Libya'da NATO müdahalesi devam ederken, Suriye Ordusu birlikleri bir süreden beri isyancı güçlerin elinde olan Hama'ya yönelik olarak 31 Temmuz gecesi başlayan çok kapsamlı bir saldırı başlatmıştır. Suriye Ordusu'nun Hama'daki saldırısı ve çatışmalar devam etmektedir. Ordu birliklerinin diğer direniş merkezi olan kentlere de gireceği bilinmektedir.
NATO ülkeleri ile birlikte Türkiye de Suriye Ordusu'nun bu hareketini en üst düzeyde sert protestolar ile karşılamıştır. Cumhurbaşkanı A. Gül haklı olarak ''Ramazan ayının ruhuna uygun bir şekilde, sükûnetin sağlanması ve köklü reformların gerçekleştirileceğine dair halkın ikna edilmesi beklenirken, tam aksine Ramazan ayına daha kanlı bir ortamda girilmesi asla kabul edilebilecek ve sessiz kalınabilecek bir gelişme değildir'' açıklamasını yapmıştır. Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu da Suriye rejimini hem böyle sert bir operasyon yaptığı için hem de bunu Ramazan ayında yaptığı için sert bir şekilde eleştirmiştir.
A. Davutoğlu, "Gerçekten dünkü, özellikle Hama'da yürütülen operasyonlar bizde derin bir hayal kırıklığı ve üzüntü doğurmuştur. Bu operasyonların hem zamanlaması hem yöntemi son derece yanlıştır, şiddetle kınıyoruz" demiştir. Bütün Müslümanlar gibi Suriyelilerin de Ramazana hazırlanırken bu çapta bir operasyon yürütülmesinin ve 100'ü aşkın Suriyelinin acısının ailelerine yaşatılmasının Ramazan'ın ruhuna uygun olmadığını kaydeden Davutoğlu, "Bu bütün Türk halkının hissiyatıdır. Biz de dün Ramazana girmeyi hakkıyla yaşayamadık Suriye'deki gelişmeler yüzünden" diyerek devam etmiştir.
Tabii ki, Suriye Ordusu'nun Hama'da silahsız sivil halka ateş açması kabul edilemez. Ancak Hama'da ve diğer isyanın devam ettiği kentlerde herhangi bir silahlı direniş olmadığını söylemek de mümkün değildir. Diğer bir ifade ile Suriye Ordusu bu kentlere çatışarak girmiştir. Ancak çatışan güçler arasındaki güç farkı çok büyüktür.
Suriye Yönetimi en kısa zamanda çok partili demokratik seçimler için adım atmalı ve verdiği sözleri yerine getirmelidir. Türkiye'nin ve batı dünyasının yapması gereken Esad Yönetimini yoğun temas ve ekonomik/politik baskılar ile demokratik rejim konusunda vermiş olduğu kararları gerçekleştirmek konusunda cesaretlendirmek/teşvik etmek olmalıdır. Ancak Şam'ı, Hama'yı tanklar ile bombaladığı için savaş ile tehdit eden veya ağır şekilde kınayan Batı'nın ve AKP Hükümetinin de Libya'yı bombalamaya devam etmesi ahlaken izah edilebilir bir durum değildir.
2 Ağustos 2011 tarihli Washington Post gazetesinde "In War-torn Libya, no Pause for Ramadan" başlıklı yazıda NATO'nun Ramazanda Libya'yı bombalayacağı haberi verilmektedir. 2 Ağustos'da yine bir NATO brifinginde Ramazan ayının Kaddafi güçlerinin toparlanması ve güçlenmesine izin verilebilecek bir süre olmadığı belirtilmiş ve diplomasi sözcükleri ile ateşkes olmayacağı ortaya konulmuştur.[2]
Bu durumdan çıkarılacak birkaç farklı sonuç olabilir. 1)Ramazan'da Müslüman ülkelerde iktidarların muhalefeti bombalaması ahlaki değildir. 2)2011 senesinde Ramazan Suriye'ye gelmiş fakat Libya'ya gelmemiştir. 3)NATO'nun Ramazan'da Müslüman bir ülkede iktidarı ve iktidarı destekleyenleri bombalaması ahlaki olabilir.
Yukarıdaki traji-komik tespitler Batının çifte standarda dayanan ahlak anlayışından kaynaklanmaktadır. Libya ve Suriye halkları bütün insanlık gibi demokrasiyi hak etmektedirler. Ancak demokratikleşme sürecinin petrol rezervlerini ele geçirmek/batıya stratejik direniş gösteren rejimleri devirmek amacı ile saldıran Batılı güçlerin emperyalist politikalarının bir aracı haline gelmesi demokrasiyi zora sokmaktadır.
***
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder