KÖRFEZ SAVAŞI SONRASINDA PETROL POLİTİKALARI BAĞLAMINDA TÜRKİYE-IRAK İLİŞKİLERİ. BÖLÜM 1
Number: 47 , p. 531-540, Summer I 2016
Yayın Süreci
Yayın Geliş Tarihi / Article Arrival Date - Yayınlanma Tarihi / The Published Date
26.04.2016
30.06.2016
Araştırmacı Muhammed TOZLU
Kocaeli Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü
Özet
Çalışma, Körfez Savaşı sonrası Türkiye-Irak ilişkilerinin petrol politikaları doğrultusunda irdeleme amacı taşımaktadır. Çalışma özellikle iki ülkenin petrol
stratejileri doğrultusunda oluşturdukları politikalar ve anlaşmazlıklar üzerinde durmuştur.
Ortadoğu coğrafyası, tarihin her döneminde toplumlar ve devletler için hem siyasi hem de ekonomik olarak önem arz etmiştir. Türkiye de bölge üzerinde Soğuk Savaş sonrası dönemde etkinliğini arttırmak için birçok çalışma yürütmüş ve her bölge ülkesi için dış politika unsurlarını aktif kullanan bir ülke konumun dadır.
Bölgenin hem coğrafi olarak Türkiye’ye olan yakınlığı, hem de tarihsel olarak bağları olması sebebiyle, bölge ülkeleri üstünde etki kurabileceğini düşünerek girişimlerde bulunmuştur.
Çalışma içerisinde Türkiye’nin Ortadoğu üzerindeki bölgesel anlamda petrol ve enerji politikaları doğrultusunda Körfez Savaşı sonrası Irak’a yaklaşımı ve dış politika unsurlarına değinilmiştir. Bunun yanında, Irak, yaşadığı karışıklıklar ve sahip olduğu yeraltı kaynakları ile bölgenin en önemli ülkelerinden biridir. Ancak yaşadığı savaşlar ve iç karışıklıklar ülke politikası açısından sorun oluşturmakta ve gelişimi engellemektedir. Çalışma içerisinde ayrıca Irak’ın Körfez Savaşı sonrası Türkiye’ye bakışı ve dış politikasının Türkiye doğrultusundaki yaklaşımlarına da değinilmiştir. Bu bağlamda, Körfez Savaşı sonrası iki ülke ilişkileri bazen olumlu, bazen olumsuz çizgide ilerlemiştir.
Çalışma ilk olarak Ortadoğu petrol stratejileri üzerine genel bir değerlendirme yapılmış, sonrasında da petrol stratejileri doğrultusunda Türkiye-Irak ilişkilerine yoğunlaşmıştır.
Ülke ilişkileri doğrultusunda petrol ilişkilerinin boyutu ve ticari hacminin dış politikalar sonucu yaşadığı değişimler de tarihsel düzlemde örneklendirilmiştir.
Giriş
Tarihsel süreç içerisinde insanlığın büyük uygarlıklarının ve ilk devletlerin Orta-doğu ve çevresinde var olması, bölgenin her zaman ve her an canlı kalmasını sağlamıştır.
Tarihsel açının yanında, bölgenin sahip olduğu yer altı ve yer üstü değerleri, 20.yy ve 21.yy’da da Ortadoğu’nun dünya devletleri tarafından ilgi odağında kalması ve değerli görülmesine sebep olmuştur. Bakıldığında birçok unsur Ortadoğu’nun önemliliğini sağlamaktadır. Bir kere bölge, büyük dinlerin merkezi ve dinlerin kutsadığı toprakları bulundurmasıyla önem arz etmektedir. Ayrıca ticari olarak Arap dünyası bir pazar ve karlı görünmektedir.
Tüm bunların yanı sıra, Ortadoğu’nun en önemli değeri sahip olduğu yer altı kaynaklarıdır. Özellikle petrol kaynaklarının zenginliği ve dünya pazarına tedarikçiliği sebebiyle bölgenin, dünyanın tüm büyük güçleri tarafından önem değeri yüksektir. Bu sebeple, yüzyıllardır dünya güçleri bölgede etki alanı oluşturmak, bölgeye hakim olmak ve bölge için yapılan rekabette bir adım daha öne geçebilmek için çeşitli ekonomik stratejiler ve politikalarla, bölgenin devletlerini ve halklarını da etki altına almaya çalışmaktadırlar.
Ortadoğu 20.yy’da güç dengesinin olmadığı ve sürekli çatışma ortamının doğduğu bir bölge konumundaydı. Özellikle Soğuk Savaş döneminde, çift kutuplu dünyanın güçleri olan Sovyetler Birliği ve Amerika Birleşik
Devletleri’nin rekabet ortamında, Ortadoğu sahip olduğu yeraltı kaynakları sebebiyle iki ülkenin rekabet alanı konumuna gelmişti. Bu rekabet ortamında, iki ülkenin etkisiyle bölge halkları devamlı olarak iç karışıklık, darbe ve devrimler, iç savaşlara tanık olmak zorunda kaldı. Özellikle 1970 sonrasında bölge ülkelerinin büyük bir kısmı, demokratik bir yönetim anlayışından daha çok diktatör ve hanedan yönetimlerine geçiş yapmaktaydı. Bu durum da ülkelerin sürekli çatışma alanı olmasına sebebiyet vermekteydi. 90’lı yıllarda Soğuk
Savaş’ın sona ermesiyle birlikte oluşan güç boşluğu, Ortadoğu’da farklı ülkelerin güç kazanması ve Rusya’nın eski etkisini tekrardan oluşturmaya başlamasıyla değişiklik kazandı. Bölgede var olan İran, Irak ve Mısır gibi ülkeler, sahip oldukları askeri ve ekonomik güç ile birlikte bölgeye tesir etmekteydi.
Bunun yanında, toparlanma aşamasındaki
Rusya’da bölgede etkili olmak istemesi sebebiyle hareket halindeydi. Nitekim bu hareket, 2000’li yıllardan itibaren çok daha net hale gelmiştir. Ayrıca ABD, petrol kaynakları nedeniyle bölgeye en çok ilgi duyan ülke konumundaydı ve bölge petrolüne ve ekonomisine hakim ülke olmak niyetindeydi. Tüm bunlarla beraber, Çin, Türkiye gibi diğer ülkelerinde bölgeye etki etme çabası sonucu, bölgedeki çıkar çatışması devam etmiş, günümüzde ise çok kutuplu bir çatışma ortamı hali almıştır. Ayrıca bölgede mezhep çatışmaları ve milliyetçi çatışmalar etkisini arttırmıştır. Tüm bunların temelinde ise yine görünenden farklı olarak ekonomik kaygılar ve güç savaşı vardır. Örnek verecek olursak, 1990-91 yıllarında
gerçekleşen Körfez Savaşı, Vietnam Harekatı’ndan sonraki en büyük Amerikan askeri müdahalesiydi (Gaus, 2009: 1). Körfez Savaşının temelinde yatan neden olarak Petrol Pazarının hakimiyetinin ya da büyük bir kısmının tek bir ülke olarak Irak’ın eline geçmesine karşı olarak dünya güçlerinin dur demesiydi.
Türkiye, bölge sahip olduğu bölge ülkeleriyle tarihsel bağlarını ve coğrafi yakınlığını kullanarak bölgede söz sahibi olan ülkelerden biri olmak için girişimlerde bulunmaktadır. Bu girişimlerin temelinde, hem Türkiye’nin ekonomik ve ticari olarak bölgede etkinlik kazanmaya çalışması hem de bölgedeki petrol zengini ülkelerle yapılacak iş birlikleri ile petrol aktarımının yeni yollarla Türkiye üzerinden sağlanması amaçlanmıştır. Ayrıca askeri olarak bölgede var olan PKK tehdidi de Türkiye’nin stratejik olarak mücadele verdiği bir alan haline gelmiştir.
Irak ise 90’lı yıllarda karmaşa içerisinde görülmektedir. Saddam Hüseyin döneminde ABD ile olan savaşlar ve rejim yıkılması sonrasında ortaya çıkan iç savaşlar, mezhep savaşları ve IŞİD tehdidin gün yüzüne çıkmasıyla günümüze kadar olan süreçte sürekli bir karışıklık hali içerisindedir.
Bu makalede, Türkiye ve Irak’ın petrol açısından durumu ve ticareti, 1.Körfez Savaşı Sonrası iki ülke ilişkilerinin günümüze kadar genel bir değerlendirmesi, iki ülke arasında yapılan petrol bağlamında anlaşmalar ve yaşanılan anlaşmazlıklar incelenmiştir. İlk olarak, Ortadoğu Bölgesi’ndeki petrolün önemi doğrultusunda genel bir değerlendirme yapılmıştır.
Ortadoğu ve Petrol Stratejiği
Endüstrileşme ve kentleşmenin artması, sanayinin gelişmesiyle birlikte, ekonomisi güçlü devletlerin 19.yy itibariyle gelişen teknoloji ile tamamen enerji ve enerji ihtiyacı odaklı üretime dönüşmüştür. Sanayileşmenin geliştiği ABD, Çin, Rusya gibi ülkeler, Orta-doğu’daki zengin petrol kaynaklarından ve enerjiye olan ihtiyaçlarından dolayı, bölgeyi kontrol etmek istemektedirler.
Petrol üretimi veya kaynakları olmayan dünyanın süper güçleri için petrol ihtiyacının kesintisiz giderilmesi önem arz etmektedir. Ortadoğu ise Dünya petrol üretiminin üçte birini sağlamakta olup, rezervlerin de üçte ikisine sahiptir (İzol & Zenginoğlu, 2014: 431). Bu sebeple Ortadoğu petrolleri küresel güçler için vazgeçilmezdir. Bununla birlikte, petrol ihtiyacının giderilmesi bakımından Arap petrol zengini ülkelerinin kesintisiz petrol sağlaması, petrol yollarının güvenliği, petrolün akışının güvenli olarak sağlanması gibi pek çok unsur küresel güçlerinin her zaman gündeminde olmaktadır. Bölgenin istikrarının da korunması bu açıdan önem arz etmektedir (İzol & Zenginoğlu, 2014: 431).
Rakamlarla baktığımızda, Ortadoğu bölge olarak dünyanın günümüzde üretilen petrolün %40’ını üretmektedir. Suudi Arabistan’ı da içine alan İran Körfezi dünya petrol rezervlerinin %63’ünü elinde tutmaktadır. (İzol & Zenginoğlu, 2014: 431).
Bunun yanında Körfez’de üretilen petrol, dünyada üretilen en ucuz petrol konumundadır. Körfezde Petrol’ün varili 1 Dolar’a mal edilirken, Amerika’da üretilen petrol varili 4-6 Dolar’ı görmektedir (Gürbüz, 2013: 135). Bu sebeple, bölgenin petrol üretimi konusunda da diğer kaynakları olan bölge ve ülkelere göre daha ucuza ürettiğini söylemek yanlış olmaz.
Amerika Birleşik Devletleri, enerji politikaları açısından da Ortadoğu’ya en çok ilgili ülkelerden biridir. Bunda ABD’nin petrol ihtiyacını çok yüksek oranda ithalatla karşılaması en önemli etkendir. Bu sebeple, bölge ülkeleri üzerinde de ABD tesir etmekte ve tesirini bölge üstünde arttırmak istemektedir. ABD’nin endüstriyel ekonomisinin petrol ihtiyacına bakıldığında, üretilen dünya petrollerinin %25’ini tüketmekte olup, ithal ettiği petrol yıllık ihtiyacı olan 90 milyon varil petrolün %60’ına yakındır (Bayraç, 2009: 121.)
Genel olarak bakıldığında, Soğuk Savaş esnasında Ortadoğu’nun üzerindeki temel politikaların büyük bir kısmı halen devam etmektedir. Sadece o dönemde var olan, Komünizm tehdidi ortadan kaldırılmıştır. Günümüzde ise bölge üzerinde sadece bilinen aktörler olan ABD, Rusya ve Avrupa ülkeleri değil, yükselen güç olarak kabul edilen Çin ve Pasifik ülkelerinin de önemlilik seviyesi içerisindedir. Burada temel olan hegemonik düzenin korunmasından ziyade, petrol politikaları çerçevesinde üretimin ve talebin karşılanmasının devam ettirilmesi vardır. Aynı zamanda bölgede oluşacak herhangi bir siyasal ve petrol ekonomisini olumsuz etkileyecek bir durumla karşılaşılması esnasında büyük güçler, insani müdahale ve demokrasinin yaygınlaştırılması kisvesi altında müdahale etmektedir (Bakırtaş & Haydaroğlu, 2007: 287).
Ayrıca yine aynı göstermelik nedenlerin altında yapılan askeri ve siyasal müdahaleler bölgedeki rekabet ortamında güç kazanmak amacıyla da yapılmaktadır.
Bakıldığında Ortadoğu ülkelerinin, var olan petrol kaynakları doğrultusunda ekonomiye yön veren dünyanın söz sahibi ülkeleri olması gerekirken, bu ülkelerin uluslararası rekabet politikaları yüzünden ayakta duramaması, bölgede gerçekleşen savaşlar, bölge ülkelerinin kendi aralarında yaşadığı siyasal ve mezhepsel çatışmaların yoğun yaşaması, bölge ülkelerinin güvenlik stratejileri doğrultusunda yanlış kararlar alması, radikal İslam’ın oluşturduğu köktencilik ve terörü besleyen kaynakların barındırılması ile birlikte bölgenin terör örgütleri tarafından yoğun etki alanında olması gibi nedenlerle ülkelerin siyasi çarkları düzgün işlememektedir (Bakırtaş ve Haydaroğlu, 2007: 295). Tüm bunlarla beraber, Ortadoğu üzerindeki petrol stratejiği genel olarak dünyanın güçlü ülkelerinin istediği doğrultuda ve rekabet ortamında ilerlemektedir.
Türkiye ve Irak’ta Petrol
Türkiye coğrafi konumu itibariyle Avrupa, Asya, Ortadoğu ve Afrika’ya olan yakınlığı doğrultusunda geçiş bölgesi olarak kabul edilmektedir. Dolayısıyla Türkiye’nin petrolle ilgisi de bu yöndedir. Öncelikle Türkiye’nin sahip olduğu petrol kaynaklarına bakıldığında, Türkiye’nin 1 milyar 30 milyon ton petrol rezervi olduğu düşünülmektedir. Ancak bu petrolün, 183,5 milyon tonluk bölümü üretilebilir seviyede olduğu kabul edilmektedir. Rezervlerinde yüzde 76’sı tüketilmiştir. Tüm bunlar doğrultusunda, Türkiye’nin günlük petrol üretimi,2,4 milyon ton üretim ile 45 bin varildir (Global Enerji, 2013).
Bunun yanında, Türkiye kendi ihtiyacını karşılayacak kadar petrol üretimi yapamamaktadır. Türkiye’nin petrol ithalatı busebeple yüksektir. Türkiye’nin petrolde dışa bağımlılığı %90 oranında görülmektedir (Türkiye Petrolleri Anonim Ortaklığı, 2014: 27). Ancak Türkiye geçiş yolu olması sebebiyle birçok boru hattı projesi içerisinde yer almaktadır. Bu projelerin önemi, Türkiye’nin Avrupa’ya petrol geçişlerinde kendi üzerinden geçiş sağlayarak hem petrolün ulaşacağı mesafeyi kısaltmak, hem de petrol yollarının güvenli bir alandan geçmesi açısından önemlidir. Bu açıdan Türkiye, Irak ile Irak-Türkiye Ham Petrol Boru Hattı projesi içindedir. Bunun yanında, Bakü-Tiflis-Ceyhan Ham Petrol
Boru Hattı, Azerbaycan petrolünün Ceyhan’a kadar ulaşıp, oradan dağıtılması amacıyla gerçekleştirilmiş olup, 2013 yılında yaklaşık 685,000 v/g’lük Azeri ve Türkmen petrolü Ceyhan’a ulaşmış ve buradan da dünya pazarına ulaştırılmıştır (Türkiye Petrolleri Anonim Ortaklığı, 2014: 42).
Türkiye’nin enerji projeleri sadece petrolle sınırlı olmayıp, doğal gaz projeleri de vardır. Yani Türkiye coğrafi konumunu en iyi şekilde kullanmak istemektedir.
Diğer ülkelere oranla, Türkiye’nin sınırları içerisindeki boru hatlarının güvenliği nin sağlanıyor olması ve petrol veya doğalgazın dünya pazarına daha kısa yoldan ulaşıyor olması da alıcı taraf için kolaylık sağlamaktadır. Ancak bölgede Türkiye dışında birçok ülkenin de yeni projeler veya gerçekleşmiş projeler için de olması, rekabet ortamını oluşturmaktadır.
Irak ekonomisi tarihsel olarak bir dönüşüm ve gelişim içerisinde görülmüştür. 1950’li yıllara kadar, diğer Ortadoğu ülkeleri gibi Irak’ın da ekonomisi tarıma dayalı bir ekonomiydi. Ancak, 1958 yılındaki devrimden sonra, 1980’li yıllara gelindiğinde Irak ekonomisi Arap dünyasının Suudi Arabistan’dan sonraki en büyük ikinci ekonomisi konumuna gelmiş, ekonominin temeli ise petrole dayalı olmuştur (Etheredge, 2011: 32). Ancak Iran-Irak Savaşı, Irak’ın Kuveyt’i işgali sonrası ABD müdahalesi ve yaşanan ambargolar, ülkenin ekonomisinin ve Gayri Safi Milli Hasılası’nda düşüşe götürmüştür.
Irak potansiyel olarak bulunduğu coğrafyanın gelişmesi en kolay ülkelerden biri olarak görülebilir. Çünkü sahip olduğu petrol kaynakları ve aynı zamanda bölge ülkelerine göre daha fazla su kaynakları olması gibi unsurlar, ülke ekonomisinin gelişebilme ihtimalini arttırmaktadır. Ancak yaşanan savaşlar ve rejim değişikliği doğrultusunda ortaya çıkan iç karışıklıklar, bu potansiyelin ortaya çıkmasına engel olmuştur. Irak’ın sahip olduğu petrol kaynakları iki bölgede yoğunlaşmakta dır. Bunlar, Musul-Kerkük Bölgesi ve Basra Körfezi tarafındaki bölgelerdir (Gritzner, 2003: 70).
Irak Petrolleri, savaş ortamının doğuşuna kadar olan süreçte hedeflenen boyuta ulaşmış olsa da, Saddam Hüseyin döneminde devlet kontrolü altına alınması ve ABD’nin müdahalesiyle yaşanan Körfez Savaşları sonrasında Irak ekonomisi ciddi yara almıştır.
Savaşın ve iç karışıklıkların getirdiği sancılı süreçte, boru hatları, petrol kuyuları ve rafineriler zarar görmüş, sabotaj saldırılarıyla karşı karşıya kalmıştır (Aydın, 2007: 63). Bu sebeple de petrol üretimi ve ihracatından istenen seviyeye gelinememiştir.
Rakamlarla bakılacak olursa, 115 milyar varil kanıtlanmış petrol rezervine sahip Irak’ın ihraç gelirlerini %80 petrol oluşturmakta olup, bu rakam 1970’lerin sonlarında 3.5 milyon varil civarındayken, 2003 ABD müdahalesi sonrasında 400 bin-500 bin varile kadar düşmüştür (Selvi, 2009: 92). Zaten bu dönemden sonraki süreçte de, ülkede sağlanamayan istikrarın etkisiyle petrol gelirleri ihracatın büyük bir kısmını kapsamasına rağmen geçmişe göre düşük bir seviyede kalmıştır.
Irak petrol ihracatı kapsamında dahil olduğu petrol boru hattı projeleri vardır. Bu projelerden Türkiye-Irak Petrol Boru Hattı hayata geçirilmiş projelerden biridir. Bunun dışında Irak, tarihsel olarak birçok petrol boru hattı projesine dahil olmuş ve gerçekleştirmiştir. 1977 yılında, Ceyhan’a Türkiye ile boru hattı inşa edilmiş, öncesinde Suriye ile birlikte inşa edilen boru hattıyla ile birlikte birleştirilmiştir (Etheredg, 2011: 39). Öncesinde, 1934 yılında İsrail’e Hayfa’ya bir boru hattı yapılmıştır. 1948’e kadar işleyen bu boru hattı, Filistin ile İsrail arasında savaşın patlak vermesiyle Irak tarafından sonlandırılmıştır (Zedalis, 2009: 13). Bunun yanında, Irak-Suriye-Lübnan (ISL) boru hattı, yapıldığı andan itibaren en yoğun kullanılan hat olmuştur. Ancak 1980 yılında gerçekleşen Irak-İran Savaşı ile birlikte, bu hattın kullanımında yeni sıkıntılar doğmuştur (Zedalis, 2009: 14).
2 Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR.,
***
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder