Fethullah’ın Copları BÖLÜM 2
Hafta İzinlerinde Nurculuk Dersi
"Medrese, zaviye gibi işleyen 'Şarj Evleri'... Bu evler meçhul evlerdir. Bu evler sizin bildiğiniz gibi evler, minaresi olan, ezan okunduğu zaman herkesin içine girdiği malum evler değildir. Meçhul ev. Kelime karakteristik olarak seçilmişi ir. Belirsiz evlerdir. Bunlar belli olmazlar, çünkü o evlere girip,çıkan insanlar yakın takiptedirler. Elden geldiğince evler kamufle edilmelidir." Fethullah Gülen
1979 yılı Polis Koleji için her açıdan Önemli bir yıldı. Polis Koleji dört yıllık Öğretim süresi uygulamasını o yıl, ilk kez başlattı. Koleje ilk hazırlık sınıfı öğrencileri geldi. Hazırlık sınıfında sadece yabancı dil eğitimi verilecekti. Haftada 50 saate yakın dil eğitimi veriliyordu. Bunun için okul kadrosuna İngilizce ve Almanca dili üzerine uzman çok deneyimli öğretmenler alındı. Dil laboratuvarları kuruldu. Yeni öğrenciler için. yeni bir sınıf katı oluşturuldu. Bu sınıflat" onarımdan geçirildi. Duvar boyaları yenilendi. Yeni sıralar getirtildi. Soft adında, o yıllarda Hacettepe Üniversitesi filoloji bölümü öğrencilerinin öğreniminde kullanılan Özel kitaplar alındı. Hazırlık sınıfı öğrencileri için hazırlanan dershaneler, eksiksiz ve tertemizdi.
Ancak bu arada, bu öğrenciler için okul dışında da yeni 'dershaneler' oluşturulmuştu. Bu dershaneler, "hayır sahiplerinin” ve vakıfların desteğiyle Ankara'nın çeşitli semtlerinde kiralanan evlerdi. Gülen'in 'Işık Evleri', 'dershaneleri' için potansiyel öğrenciler Polis Koleji'ne gelmişti ama henüz 'dershaneye' götürülecek kıvamda değillerdi. Polis Koleji'nde ders yılının başladığı ilk günlerde, 'kıvama getirme' çalışmaları başladı. Önceki yıllarda bu dershanelere giden, bu dershanelerin mevcudunun arttırılması için birilerince, "adam kazanmakla*' görevlendirilen üst sınıf ağabeyler, hazırlık sınıfı Öğrencileri arasında 'adam kapma' ya da 'şarja uygun olanları seçme' işine giriştiler. Okulun zemin katında, kalorifer dairesinin hemen üstünde ve mutfağın karşısında bulunan mescidi kendi renklerinde olan öğrencileri saptamak, kıvama getirmek için kullandılar.
Sonralar! 'imam' sıfatıyla karşımıza çıkacak bu kişiler, bir başka ve daha doğru deyişle 'Işıkçılar' gizli, sessiz ama bir o kadar da sistemli bir uğraşı içindeydi. Gürültü çıkartmıyorlar, güçlerini sergilemekten kaçınıyorlar, sürekli olarak mağrur, hoşgörülü, kaderci bir görüntüde ama sıkı bir biçimde çalışıyorlardı. Gösteriş onların işi değildi. Onlar 'ilahi bir inanışın' verdiği psikoloji içinde ve 'imamlarından aldıkları talimatlar' doğrultusunda her gün yeni bir genci saflarına katmaya çalışıyorlardı.
Bunun için mescide gelen hazırlık sınıfı öğrencileri ile derhal temasa geçiidi. Bu kişiler yakın izlemeye alındı. Bu öğrenciler aracılığıyla, mescide gelmeyen ancak, ideolojik eğilimi kendilerine yakın, ailesi dindar olan öğrencileri belirlemeye çalıştılar. İlk hafta sonu iznine çıkmadan önce eve götürülecek hazırlık ve 1. sınıf öğrencileri saptandı. Üzerinde günler, haftalar boyu çalışılmış çocukları, ürkütmemek için, "Polis Enstitü-sü'nden -yeni adıyla Poiis Akademisi- hemşehrin de gelecek. Sizi tanıştırırız. Enstitülü ağabeylerin evi var. Oraya gidip, yemek yiyeceğiz, sohbet edeceğiz" aldatmacasıyla evlere davet ettiler. Bazıları da. yabancı oldukları Ankara'yı "tanıtma", "rehberlik etme" bahanesiyle kandırılarak, 'Işık Evleırne götürüldü. Mescide gidenler ve rengini açıkça ortaya koyan öğrenciler "din alimi ağabeylerle tanışacağız" denilerek 'Işık Evleri'ne götürülmeye hazır hale getirilirdi. Bir kez götürülen ve 'Işık Evleri'ne uygun olan öğrencilere, yeni öğrenciler bulması ve üst sınıftaki deneyimli imam ağabeyleriyle tanıştırması görevi verildi.
Çoğu yoksul olan bu çocuklara, gidecekleri evde yemek yenileceğinin söylenmesi, gidilecek yerin çekiciliğini arttırıyordu. Üstelik üst sınıflarla iletişim kuruluyor, korunmaya almıyorlardı. Bu psikoloji bile genç öğrencilerin, istemeseler de evlere götürülmelerine karşı çıkmamaları için yeterliydi. Bu öğrenciler, tarikatın eğitim sorumlusu olan üst sınıftan bir 'ağabey' gözetiminde topluca okuldan çıkartılırdı. Otobüs ya da dolmuş paralan, görevli ağabeyce karşılanarak, gidilecek semte götürülürdü. Gidilen evler, kenar semtlerde, gözden uzak sokaklardaydı. Evlerin bulunduğu sokak başlarında gözcüler, eve baskın yapılması olasılığına karşılık sürekli olarak nöbet tutarlardı.
1979 yılı ve izleyen yıllarda 'Işık Evleri'ne öğrenci götürme sistemli bir hale geldi. 1979 yılında hazırlık sınıfına başlayan öğrencilere yönelik "adam kazanma' yöntemi, henüz birkaç yıllık, yeni bir uygulama olsa da, başarıyla yürütüldü. O yıldan sonra da bu operasyon hız ve güç kazanarak sürdü.
1979 yılında Gülen'in 'Şarj Evleri'ne, yalanlarla öğrenci götürenler ve bu grubun içinde olanların hemen tümü hala Emniyet Teşkilatı içinde en kritik noktalarda görev yapıyorlar. Müfettiş raporlarında, MİT kayıtlarında. MGK'ya sunulan belgelerde 'Fethullahçı' olarak gösterilen polisin, komiser, amir ve müdürlerinin büyük çoğunluğu bu dönemde ' Işık Evleri 'nde yetiştirilenlerdir. Bu polislerin adları, o dönemdeki çalışmaları ve ilişkileri gün geçtikçe daha açık bir şekilde ortaya çıkıyor. Bu kişilerin, ilişkilerini ve çalışmalarını bugün de sürdürdükleri biliniyor.
80'li yıllarda 'Işık Evleri'ne yeni öğrenci götüren ve ders aldıranlar arasında olanlar; daha sonra Emniyet Teşkilatının ö-nemli kademelerinde görev yaptılar. Kuşkusuz, o dönemde 'Işık Evleri'ne gidenlerin hepsi. Fethullahçı olmadı. Ama büyük çoğunluğunun adı kayıtlara Fethullahçı olarak geçti. Bu kişilerin öğrencilik yıllarında başlayan 'faaliyetleri' kimi zaman komik denilebilecek kadar garip, kimi zaman da acılarla dolu ilginç anılar olarak belleklere yer etti.
Polis Koleji ve Polis Akademisi'nde öğrenim gördükleri dönemde ve sonraki yıllarda "Işık Evleri'ne gidenler, öğrenci götürenler ve daha sonra adları müfettiş raporlarına, yargı dosyalarına geçenler, 'Işık Evleri'ne götürüldükten sonra "tuzağa düştüm" diye şikayette bulunanlar, 'Işık Evlerİ'ni kendi çıkarı için kullananlar ve "Işık Evleri'ne yalnızca dinsel inançları için gidip, cemaatle ilişki kurmayanlarla ilgili bir çok anım var...
5 Puanlık Fethullah Duası
"'Eğer Hoca efendinin duasını okursan, sınavda 5 puanın garanti. Geri kalan 5 puanı da kendin alırsın artık" dedi, son sınıf öğrencisi Nursal Mutlu. "Bak. İsmail'in. Ayhan'ın dersleri kötüydü. Duayı ezberlediler, şimdi her sınavda yüksek not alıyorlar" dişe de duanın gücünü ve inandırıcılığını vurgulamaya çalıştı.
"Peki . Ver o zaman ben de okuyayım" dedim. Nursal, "o kadar kolay değil" der gibi. yüzüme baktı:
- Olmaz, öyle şey! Sen. hem çok ham. hem de kapkarasın.Önce aklanman gerek. Süt gibi aklanınca duayı veririm. Bizden uzak durmamalısın, mescide gidip namazını kılmalısın, risale ezberlemelisin. Ayrıca, hafta sonlan kız peşinde koşacağına, tiyatro sinema gibi yerlere gidip, günah İşleyeceğine bizimle birlikte eve gelip, ders dinlemen gerek. Ondan sonra bu duayı sana da veririm.
- Sen ver. Yarınki sınavda deneyeyim, Eğer dediğin gibiyse,bir daha hiçbir namazı, dersi kaçırmam, söz. Söz verdim ama kandıramadım. "Sınıf geçiren mucize duayı" İsmail ya da Ayhan'dan alabilirdim, belki. Ama Nursal duayı kendisi vermediği gibi; yandaşlarına da duayı bana vermemeleri konusunda öğütte bulundu. "Nursal'dan izinsiz duayı elde etmem olanaksızdı...
Kuşkusuz, o yaşlarda, sınıfımı emeksiz, mucizeye dayanan bir biçimde geçmek düşü çok hoştu. Öteki arkadaşlarım da, bu "mucize duayı" elde edince: neler yapabileceklerinin düşüyle yanıp tutuşuyorlardı. Yalnızca sınıf geçilmezdi bu duayla. Sevmediğimiz kişilerin başına bela, sevdiklerimize mucize armağanlar sunabilirdik. Belki, güzel kızları kendimize aşık eder, kolay para bile kazanabilirdik. Yolculuğa çıkmadan okunursa, kazadan korunur, sigara içerken ya da nöbette uyurken, komiserlere yakalanmazdık. Bütünlemeye kalmayacağımız için güzel, kesintisiz bir yaz tatili geçirirdik.
"Mucize duayı" elde edemedim. Nursal Mutlu, bana yalnızca bu duanın varlığından ve yapabileceklerinden söz etti. Benim için gerisi gelmedi. Çünkü 'Işık Evi'ne gidişime rehberlik eden Nursal Mutlu ile o günden sonra bir daha karşılaşmamaya özen göstermiş, tüm çağrılarını karşılıksız bırakmıştım. Dahası, beni "Işık Evi'ne götürenlerle ilgili okul yönetimine şikayette bile bulunmuştum. Sanıyorum, bu konuşmayı yaparken; kendisiyle ilgili şikayette bulunduğumu bilmiyordu. Aradan geçen bir yıl içinde de bir kez bile kendileri ile konuşmamış, bir daha görüşmemiş, 'Işık Evi'ne ikinci kez gitmemiş biri olarak, şimdi, küçük bir sohbet sonrası, "büyük ödüle" konabilecek kadar şanslı olduğumu düşünmem çok da akilci değildi.
"Öğretmenlerin gözünü bağlayacak duayı" bana vereceğine hiç de inanmadan, istekte bulunmuştum. Böyle bir dua olabileceğine inanmam için onu alıp. denemem, sonucunu görmem gerekiyordu. Duayı ben alamadım ama devre arkadaşlarımdan bir çoğu. derslerinde bu dua nedeniyle başanlı olduklarına inanmamız için bize yeminler ettiler. Sınav öncesi duayı içlerinden üç kez okuduklarında, birdenbire zihinlerinin açıldığını, kitapta bir kez okuyup geçtikleri konuların gözlerinin Önüne geldiğini ileri sürüyorlardı. Belki de Nursal, gerçekten bir dua verdi bu arkadaşlarımıza. Belki de psikolojik bir etkisi vardır. Bunu bilemem. Polis Koleji öğrencilerinin, "zihin açan bir dua" okuyarak, sınavda başarılı olduklarına inanmaları, inanılmaz gelebilir. Ama bu gerçekti ve bu tür inanışlarla yetişen Polis Koleji Öğrencileri şu anda Emniyet Teşkilatının en kritik noktalarında suçlu avındalar.
Acaba şimdi de dua okuyarak suçluları bulunacaklarına mı inanıyorlardır?
21 Kuru Üzüm
O yıllarda Nursal ve yandaşlarının, " Mucizeler yaratan Dualarının " dışında başka ilginçlikleri de vardı. Örneğin; Nursal ve yandaşlarının öncülük ettiği, sabah kahvaltısından önce 21 adet kuru üzüm yemek moda olmuştu.
Neredeyse her öğrencinin dolabında kuru üzüm bulunur, sabah yataktan çıkınca ilk iş olarak üzüm yenilirdi. Ulus meydanındaki kuruyemişçi, Polis Koleji öğrencilerine kuru üzüm yetiştiremiyordu. Hafta sonlan yüzlerce öğrenci kuru üzüm. paketleri ile okula dönüyordu. Çekirdeksiz kuru üzüm bulanlar şanslıydı. Üzüm paketleri yatakhanelerdeki dolaplarda korunuyordu. Sabahlan, üzümcü öğrenciler yalağından kalkar kalkmaz, dolabını açıyor ve üzüm saymaya başlıyordu. En kötüsü, birbirine yapışan üzümlerin, uykulu gözlerle fark edilmemesiydi.
21 adet kuru üzüm yemek sünnetti. 20 ya da 22 olması sünneti bozardı. Bu nedenle sayım işlemi inanılmaz bir dikkatle yapılırdı. Yatakhane katında her sabah kuru üzüm sayan öğrenciler komik bir görüntü oluşturuyordu. Bu görüntüyü alay konusu yapanlara İse. "Amerikalı bilim adamları araştırmışlar. Sabahları ilk yenen yiyeceğin vitamini doğruca beyne gidiyormuş. Beynin gereksinim duyduğu tüm vitaminler de kuru üzümde varmış. Hafızayı güçlendiriyor, dersleri daha iyi algılamamıza yardımcı oluyor. Hazreti Muhammet her sabah 21 üzüm yerdi. Bu nedenle güçlü bir hafızası vardı. Siz de yapın. Peygamberin yaptığını yapmak, sevaptır. Hem hafızanızı güçlendirir, derslerinizde başarılı olursunuz hem de sevap kazanırsınız " diye savunma getiriyorlardı.
Modanın aşırı bir biçimde yaygınlaştığı bir gün sabah etüdünde Tuncerin, "Bu nasıl sünnet? Peygamberin de her sabah 21 adet kuru üzüm yediğini söylüyorsunuz ama Arabistan çölünde üzüm yetişiyor muydu acaba? Hiç düşündünüz mü?" diye sorması kafaları karıştırdı. Tuncer'in sorusuna yanıt veremeyen devremizin üzümcüleri, etüt arasında üst sınıf ağabeylerinden, büyük bir olasılıkla Nursal Mutlu'dan yanıtı öğrenip, bir sonraki etüt saatine yetiştirdiler:
- Üzüm ve hurma aynı türden meyvelerdir. Peygamberimiz hurma yermiş. Biz hurma bulamayız. Üzüm yemek sünnete aykırı değil. Beynin alacağı vitaminde de eksiklik olmaz. Çünkü, hurma da üzüm de aynı vitaminleri içeriyor. Önemli olan niyettir. Üzümü, hurma niyetine yediğinizi düşünmeniz sevap kazanmanız için yeterlidir.
Buyrun...
Tuncer'in bu tür soruları oldukça çoktu. Bir başka gün. Hz. Muhammet'in çok akıllı olduğunu söyledi. Mescitçi arkadaşlarımız, kulak kesildiler:
- Bence, o dönemde Araplar temizliğe dikkat etmiyorlar diye Muhammet, "günde 5 defa abdest alın" diyerek, hijyeni öğretti. Spor yapmıyorlar diye günde 5 defa egzersiz yapmalarını sağladı. Hac ziyaretini ticaretin gelişmesi amacıyla zorunlu saydı.
Tuncer'in bu sözleri üzerine sınıfta büyük bir tartışma hatta küfürleşme yaşanmıştı. Üzümcülerin. Tuncer'e yönelik kızgınlıkları uzun süre dinmedi.
Sanıyorum hala da dinmemiştir...
***