12 Eylül 2010 etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
12 Eylül 2010 etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

29 Ocak 2017 Pazar

12 Eylül 2010 – 12 Eylül 2110?




12 Eylül 2010


12 Eylül 2110?

Faruk LOĞOĞLU, 
Emekli Büyükelçi

Referandum olumlu sonuçlandığı takdirde, AKP tekrar iktidara gelmek için istediği zemini hazırlayacak ve uzun dönemli hamlelerle ülkede arzuladığı düzeni, denetime tabi olmaksızın, kurmaya devam edecektir. Bu nedenle, referandum 2010 yılında yapılacak ama belki Türkiye’nin 2110 yılındaki yapısını etkileyecek sonuçları olacaktır.

Türkiye, Cumhuriyet döneminin en önemli yol ayrımına 12 Eylül 2010 sabahı varıyor. Halk oylaması, şeklen, anayasa değişiklikleriyle ilgilidir. Ancak, 12 Eylül’de yapılacak oylama Türkiye’nin hayat tarzı, toplumsal değerleri, siyaset anlayışı, dış ilişkileri, diğer bir deyişle ülkemizin geleceğini yeni baştan belirleyecek bir sonraki dönemin oylaması olacaktır. Diğer bir deyişle referandumda oylanacak olan Türkiye’nin gelecekteki yapısı, kaderi ve uygarlık iddiasıdır.
Anayasa değişiklik paketinin içine başka unsurlarla süslenerek konulmuş olan ve iktidar partisinin asıl hedeflediği bir nokta vardır ki açık hedefi itibarıyla referandumun can alıcı noktasını oluşturmaktadır. İktidar, paketin içine yerleştirdiği malum maddelerle hukukun üstünlüğü yerine siyasi iradenin hâkimiyetini kurmayı amaçlamaktadır. Yargı, özellikle Anayasa Mahkemesi ve diğer yüksek yargı organları, bugün iktidar partisi tarafından icraatları önünde birer engel olarak görülmektedir. Yargıyı da siyasi vesayet altına alarak iktidar bilinen dünya görüşünü hayata geçirmek için mutlak (denetime tabi olmamak anlamında) bir güce sahip olmayı amaçlamaktadır. Demokrasimizin bekası bakımından bu yaklaşım yeterince tehlikelidir.

İktidara Güvenoyu Meselesi

Ancak iktidar partisi referandumla daha da stratejik bir iddia gütmektedir. Referandum tekrar iktidara gelmek için tasarlanmış bir ara basamaktır. Paket bilinçli olarak birbiriyle ilgisiz maddelerden oluşturularak vatandaş topluca “evet” ya da“hayır” oyu kullanmaya mahkûm edilmiştir. Bunun demokratik seçim hakkıyla ilgisi yoktur. “Ya benimlesin, ya benden değilsin” dayatmasıdır. 42 milyondan fazla seçmenin belki sadece birkaç on bininin, o da yaklaşık olarak anlayabildiği bir paket oylanacaktır.
Dolayısıyla, konu anayasa değil, iktidara güvenoyu meselesidir. Eğer maksat daha iyi bir anayasa olsaydı, sadece birkaç yıl önce, “Türkiye’nin ihtiyacı yeni bir sivil demokratik anayasadır!” söylemiyle ortaya çıkan, hatta bir de taslak hazırlattıran bugünkü iktidarın bu savına uygun hareket eder, “genel seçimlerden sonra yeni bir anayasa” demesi gerekirdi. Oysa tamamen iktidarda tutunabilmek saikiyle bir referandum tasarlanmıştır. Referandum sürecini Türk mahkemeleri önünde süregelen çeşitli davalar ve Yüksek Askeri Şûra toplantılarına paralel bir takvim içinde götürerek de kamuoyu Türk demokrasisinin hem sözde “yargı vesayeti”, hem “askeri vesayet”ten kurtarılmakta olduğuna inandırılmaya çalışılmaktadır. İktidar partisi “askeri etkiden arındırılmış sivil demokrasi” ve “üstünlerin hukuku yerine hukukun üstünlüğü” gibi kulağa hoş gelen, ancak Adalet ve Kalkınma Partisi liderlerinin emelleri bakımından bambaşka anlamlar taşıyan bu savlarla demokrasi ve özgürlük adına hareket ettiklerini iddia etmektedir.

AKP’nin hedefi

Ne var ki, bu iddia AKP liderlerinin gerçek hedefini örtememektedir. Artık gizlisi saklısı da pek kalmamış olan bu hedef, “laik     değerlere”     değil, “inançlara” dayalı yeni bir toplumsal düzen yaratmak ve bu farklı Türkiye için küresel planda yeni bir adres belirlemektedir. Bu, “ikinci Cumhuriyet”, “neo-Osmanlıcılık” gibi söylemleri çok aşan, laik olmayan esaslara dayalı bir toplumsal yaşam, din ile devlet işleri arasındaki çizginin kaldırılmış olduğu, “hukuk”un üstünlüğü yerine“inanç” üstünlüğünün hâkim kılınacağı ve buna uygun bir dış politikanın izleneceği bir düzenin özlemidir.
Demokratik özgürlükler üzerindeki kısıtlamalar sözde kaldırılarak özel alan konusu olan inanç uygulamaları kamu alanına taşınacaktır. Türbanın üzerindeki bilinçli olarak gündemde tutulan siyasi tartışma bu tasarımın kırılma noktalarından sadece birisidir. Bu sürecin anlamı, Cumhuriyetimizin temelinde yatan ve laikliğin en kesin ifadesi olan, egemenliğin bu dünyaya, insana ait bir kavram olduğunu ifade eden “Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir” ilkesinin anlamını yitirmesidir. Sürecin önü kesilmediği takdirde üreteceği sonuç ise laik bireylerin hür iradesine dayalı bir ulus-toplum yerine, cemaatlerden oluşan bir ümmet, laik ve eşitlikçi kuralların değil, herkesin sorgulamadan kendini tabi saydığı dini esas ve normların egemen olacağı bir toplum düzenidir. AKP sekiz yıl önce iktidara geldiği güne göre bugün daha cesurdur ve daha fazla özgüvene sahiptir. İlk dönemde AB trenine binerek çıktığı siyasi yolculuğun önemli bir merhalesini, Avrupa ve Amerika’da kendisine uzun süre devam edecek destek de sağlayarak tamamlamış, gerek kalmayınca da AB’ye katılma hedefi “Avrupalılar bizi istemiyor” bahanesiyle bir kenara itilerek trenden inilmiştir.

Çelişkiler yumağı

Bugün Türkiye bir çelişkiler yumağı, gerilim ve sevgisizlikle dolu bir ülke haline gelmiştir. İç ve dış açılımlarla Türkiye içerde kutuplaşmalara dışarıda ise belirsizliklere mahkûm edilmiştir. Ülke ekonomisi zenginleşirken halkı yoksullaşmış, üniversite mezunu gençlerin sayısı artarken iş bulamayanlarının sayısı büyümüş, kadın hakları kâğıt üzerinde sözde düzeltilirken kadınlar eve, tesettüre, çocuk yapma, töre ve kuma gibi çemberlerin içine sıkıştırılmışlardır. Çocuklar ve gençler çağımızın ihtiyaçlarının çok gerisinde kalan yetersiz bir eğitim sisteminin yükü altında ezilmektedirler. Etnik köken, izlenen yanlış politika ve gelişigüzel açılımlarla, birleştirici, zenginleştirici bir unsur olmaktan çıkmış, bugün toplumsal gerginliklerin ana kaynağına dönüşmüştür. Çözüm üretmesi gereken siyasetçiler ise ülke enerjisini kısır kavgalarıyla tüketmekte, toplum psikolojisini tehlikeli bir biçimde bozmaktadırlar.
Dış ilişkilerimizde de iç dönüşüme bağlı olarak, AB ve Avrupa-Atlantik camiasından bilinçli bir uzaklaşma, buna mukabil ağırlıklı olarak Müslüman ülkelerle kararlı bir yakınlaşma politikası izlenmekte, dine dayalı bir bakış açısıyla uyumlu bir dış politika ekseni oluşturulmaktadır.
Sonuç:
Referandum olumlu sonuçlandığı takdirde, AKP tekrar iktidara gelmek için istediği zemini hazırlayacak ve uzun dönemli hamlelerle ülkede arzuladığı düzeni, denetime tabi olmaksızın, kurmaya devam edecektir. Bu nedenle, referandum 2010 yılında yapılacak ama belki Türkiye’nin 2110 yılındaki yapısını etkileyecek sonuçları olacaktır.
Türkiye, laik demokratik siyasi bir yapı, güçlü bir ekonomi ve toplumsal barışla ve bu doğrultuda hazırlanıp hayata geçirilecek yepyeni bir anayasayla 21. yüzyılın yükselen yıldızlarından biri olmalıdır, olabilir. Bunu sağlayacak güç vardır. Bu güç vatandaşımızın sağduyusudur. 12 Eylül günü yapılacak olan halkoylaması, ülkemizin geleceğine sahip çıkmak için hayati bir fırsat, bu fırsatı doğru değerlendirmek ise her birimizin tarihi sorumluluğudur.

****